Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Tesettürlünün Çıplak Arkadaşı

Burhanuddin Aldiyaî Çevrimdışı

Burhanuddin Aldiyaî

Aktif Üye
İslam-tr Yazar
Tesettürlünün Çıplak Arkadaşı
26974

Günümüz öyle karmakarışık, öyle keşmekeş, öyle birbirine girmiş, öyle gerçeklikten uzak bir zaman ki, neredeyse hiçbir şeyin hakikati kalmadı. Erkekler artık erkek değil, kadınlar da kadın. Laik istemler kendini tanımladığı gibi laik değil, demokrasiler de demokrat değil. Laikler ideolojik olarak kendini tanımladığı şekilde laik olmadığı gibi, dindarlar da, dinin öngördüğü şekilde dindar değil. Hatta ekmek bile artık ekmek değil. Nerdeyse her şey yapay, her şey biraz ondan biraz bundan karışık, her şey hakikatinden uzak bir varlık olmuş. Böyle karmakarışık bir zamanda, dini yaşam da fazlasıyla nasibini aldı. Kimisinin inandığı din karmakarışık, kimisinin yaşadığı din. Dolayısıyla çoğu sakallı erkek, dinin öngördüğü gibi sakallı, nice tesettürlü kadın da tesettürlü değil.

Bunun toplumsal bir tezahürü ve görünür durumu olarak tesettürlü kadınların çıplak kadınlarla samimi arkadaş ve dost olma durumları bende hep bir gariplik uyandırmıştır. Dışarıda yanında yarı çıplak veya başı açık, dar pantolonlu bir bayanla birlikte ve zahiren çok samimi ve sıcak oldukları gözüken İslami kriterlere göre tesettürlü kabul edebileceğimiz nice bayan görürüz. Teorik tanımı çizilen demokraside bu durum olağandır hatta olması gerekendir. Neticede ona göre inanç bir vicdan işidir, reel hayatın içinde işi olmaz. Tabi dediğim gibi bu daha çok teoride kalıyor. Yoksa devlet eliyle İslami değerlere getirilen yasakların ötesinde, sokak ortasında bile çıplakların tesettürlü kadınlara saldırdığı, beyni çıplak erkeklerin örtülü bayanlara laf atıp Arabistan’ın yolunu gösterdiği gizli değildir. Demokrasi’nin beşiği Avrupa’nın birçok ülkesinde dahi Müslüman kadınların tesettürüne yönelik engeller vardır. Daha iki gün önce Avrupa’nın en demokratik ve doğrudan demokrasi ile yönetilen ülkesi İsviçre’de, referandum yoluyla Müslüman kadının yüzünü örtmesine yasak getirildi.

Tesettüre riayet etmeyen her kadın inançsız değildir tabi. Ancak tesettür ile çıplaklık, birbirine aykırı olan inanç ile inançsızlığın veya diğer bir ifadeyle hak ile batılın göstergeleridir. Yani tesettür inançlı ve dindar olmayı, çıplaklık da aksini simgeler. Buradan hareketle inanç ile inançsızlığın – hak ile batılın dost ve arkadaş olmaları mümkün olmadığına göre, bu iki zıt kutupta bulunan bireylerin arasında dostluk ve arkadaşlık düzeyinde bir yakınlığın olması tabii olarak doğal değildir. Aksi halde, en başta hak ile batıl arasındaki mücadele yok olur. Bu da hiçbir zaman olmamıştır ve hiçbir zaman da olmayacaktır. Dolayısıyla hak ile batılı simgeleyen olguların dostluk düzeyde bir araya gelmesi, ikisinin de aslında hakikatini kaybettiği anlamına gelir.

Günümüzde bolca şahit olduğumuz bu olgunun batıl tarafındaki değerlendirmesi bizim işimiz değildir. Ancak İslami kıstaslar açısından bakıldığında, ciddi manada olumsuz bir durum söz konusu olur. Şöyle ki; öncelikle çıplak kadının inançlı olup olmadığına bakılır. Eğer inançsız ise yani gayrimüslim ise, onunla dostluk ve arkadaşlık düzeyinde bir yakınlığın kurulması, Kur’anî ifadeyle veli edinmek anlamına gelir. Bu da hem Kur’an’ın birçok ayeti ve hem de Peygamber ﷺ’in birçok hadisine ters düşmek demektir.

Örneğin Al-i İmran Suresi 3/28. ayette; «Sakın mu’minler mu’minleri bırakıp, kâfirleri veli (dost) edinmesin. Her kim böyle yaparsa, (artık onun) Allah’la hiçbir şekilde alâkası kalmış değildir.» deniliyor. Nisa Suresi 4/139. ayette de; «Mu’minleri bırakıp kafirleri veli edinenler, onlarda izzet (şeref, üstünlük) mi arıyorlar?!» denilmektedir. Aynı surenin 144. ayetinde ise; «Ey iman edenler! Mu’minleri bırakıp (sakın) kâfirleri veli edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah’a apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz?» şeklinde bir uyarı vardır.

Maide 5/51. ayette de, Yahudi ve Hıristiyanların dostluğundan sakındırıldıktan sonra, onları dost edinenlerin de onlardan olacağı belirtiliyor. Yine aynı surenin 57. ayetinde dinimiz ile alay ve istihza eden gayrimüslimlerin dostluğundan men edilip, eğer Allah’a iman ediyorsanız bundan sakının deniliyor. Hatta Tevbe Suresi 9/23. gibi bazı ayetlerde, baba ve kardeş gibi çok yakın akrabalar dahi olsa, küfrü imana tercih edenlerin dost ve veli edinmesinden şiddetle sakındırılmaktadır. Enfal Suresi 8/73. ayette kâfirlerin ve Tevbe 9/71. ayette de, mu’minlerin birbirilerinin dostu olduğu vurgulanmaktadır. Bunlara benzer daha nice ayet bulunur.

Bunca ayetten sonra Rasûlullah ﷺ’ın hadislerinden de bir örnekle yetinelim. Ebu Davud [4833], Tirmizi [2378], Ahmed [8398] gibi hadisçilerin Ebu Hurayra (ra)’den aktardıkları hadiste Rasûlullah ﷺ der ki: «Kişi dostunun dini üzeredir. Şu halde her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.»

Bu hususun bir istisnası olarak Müslüman bir erkek, ehli kitap yani Yahudi veya Hıristiyan olan bir kadın ile evlenebilir. Tabi burada da kadının tesettürlü ve iffetli olma şartlarının yanında, inancına rıza gösterilmez. Müslüman olması için de uğraş verilir veya en azından böyle bir umut beslenir.

Eğer bir kadın Allah’ın son şeriatına iman ettiği halde Allah’a isyan ederek çıplak yani İslami kıstaslara göre tesettüre riayet etmeksizin dolaşıyorsa, onunla da dostluk derecesinde bir yakınlığın olması mahzurludur. Çünkü İslam’da Allah’a isyana, günaha ve kötülüğe rıza gösterilemez. Aksine imkân dâhilinde izale edilmesine çalışılır. İyiliği emredip kötülüğü men etmek, İslam’ın temel prensiplerinden olduğu hemen her Müslümanın malumudur.

Buna örnek olarak Al-i İmran Suresi 3/110. ayette; «Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. (Çünkü siz) Ma'rufu (iyi, güzel ve doğru olanı) emredip, munkeri (kötü, zararlı ve haksız olandan) nehyederek önlersiniz.» deniliyor. Aynı surenin 104. ayetinde yine bu hususlar emredilirken, 114. ayetinde de, ehli kitaptan bazı iyi kişilerden bahsettikten sonra; «Bunlar, Allah’a ve ahiret hayatına inanır, ma’rufu emredip, munkerden sakındırır ve hayırda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardır.» deniliyor.

Tevbe Suresi 9/112. ayette ise şöyle deniliyor: «Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) yeryüzünü dolaşanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını (emir ve yasaklarını) koruyanlar; işte sen (bu) mu'minleri müjdele.» Furkan Suresi 25/27-28. ayetlerinde de; «Zalim olan (kendisine haksızlık eden) kimse o gün; ellerini (hınçla) ısırarak; “Ah keşke peygamberle birlikte bir yol edinmiş olsaydım, eyvah bana! Ne olurdu, keşke ben filan (fasık, facir kişileri) dost edinmeyeydim” diyecektir.» denilerek, yanlış dost ve arkadaş edinenlerin kıyametteki pişman halleri anlatılır.

Bunlara benzer daha nice ayet vardır konuyla alakalı. Rasûlullah ﷺ’ın hadislerinden de yine bir örnekle yetinelim. Muslim [49], İbni Hibban [308], İbni Mace [3258], Tirmizi [2172] gibi birçok kaynakta geçen bir hadiste Rasûlullah ﷺ der ki: «Sizden biriniz bir munker (İslam’da hoş görülmeyen şey) gördüğünde onu eliyle değiştirsin. Eğer buna güç yetiremezse, diliyle değiştirsin. Eğer buna da güç yetiremezse, kalbiyle değiştirsin ve bu da en zayıf imandır.» Hadisten çok net bir şekilde anlaşıldığı üzere Müslüman her durumda kötülükleri bertaraf etmek durumundadır ve bu, imanın gereğidir. Hiçbir şey yapamasa dahi, en azından kalbiyle nefret etmek ve kötülüğün bulunduğu yerden uzaklaşmak zorundadır ki bu da ancak imanı kurtarır.

Şimdi bu nasların (ayet-hadis) ışığında konuya bakarsak; mevzu bahis ettiğimiz hususun iki yönü olur. İlki, İslami ölçüt ve kriterleri görmezden gelerek, gayrimüslim veya müslüman olup çıplaklık gibi sürekli ve ısrarla sürdürdüğü bir isyan içerisinde olan birisini olduğu gibi kabul ederek, takvalı bir mü’min ile kurulduğu gibi onunla da dostluk ve arkadaşlık ilişkisi kurmaktır. Yukarıda geçen örnek ayet ve hadislerden anlaşıldığı üzere bu durum Müslüman açısından ciddi mahzurludur ve akıbeti hiç iyi değildir.

Dahası böylesi bir alaka doğal bir sonuç olarak beraberinde sevgi de getirecektir. Bu hususta da Rasûlullah ﷺ, Buhari [6168] ve Muslim [2640] gibi temel kaynaklarımızda geçen bir hadiste der ki: «Kişi sevdiğiyle beraberdir.» Düzeltme gayesi olmaksızın ve olduğu gibi kabul ederek, dostluk gibi sıcak bir alaka kurulduğunda, nihayetinde aynı inanç veya yaşam tarzını benimseme ihtimali hiç uzak olmaz. Bununla birlikte, onun inanç ve Allah’a asi yaşam tarzına rıza gösterilmiş olur. İşte bu noktada İslam uleması, yukarıda verdiğimiz örnek naslardan hareketle küfre rıza küfür ve fıska (günah, munker) rıza ise fısktır kaidesini takrir etmişlerdir. Yani normal görüp rıza gösterdiğin şey her neyse, sen de aynı hükmün kapsamında olursun, maazallah.

İkinci yönü ise, velayet, dostluk ve arkadaşlık düzeyine götürmeden, ıslah, irşat ve davet amacıyla kurulan ilişkilerdir. Buna insani ilişkiler de dâhil edilebilir. Bu ikinci gaye ise, olağan hatta olması gerekendir. Neticede İslam, ilk hedef olarak insanların Rabbine kul olup ateşten kurtulmasını amaçlar. Bunun için de peygamberlere asli bir görev olarak davet yükümlülüğü vermiştir. Peygamberlerden sonra mu’minler de bu sorumluluğun muhatabıdırlar. Malumdur ki bunun yolu da, gerek gayrimüslimlerin daveti olsun ve gerekse günahkâr Müslümanların irşat ve ıslahı olsun, insanlarla ilişki ve alaka kurmaktan geçer. Onlarla insani düzeyde irtibat kurmayı gerektirir. Zaten peygamberlerin hayatları hep böylesi ilişki ve alakalar içerisinde geçmiştir.

Kur’an’ın içeriğinde de bolca örnekleri vardır. Mesela Araf Suresi 7/65-73-85, Hud Suresi 11/50-61-84, Neml Suresi 27/45 ve Ankebut Suresi 29/36 gibi ayetlerde kıssası anlatılan farklı peygamberlerin kendi halklarına davette bulunmaları ve alaka kurmaları istenmiştir. Dahası bütün bu ayetlerde, söz konusu peygamberlerin, gönderildikleri toplulukların kardeşi olduğu ifade edilerek kurulan davet esaslı alakanın da derinliğine işaret edilmiştir. Yine Tevbe Suresi 9/6. ayette, herhangi bir müşrikin kendisine sığınması halinde, Allah’ın kelamını işitmek üzere ona eman verilmesi ve ardından güvende olacağı bir yere ulaştırılması için Peygamber ﷺ’e emir verilmiştir.

Mumtehine Suresi 60/8. ayette; «Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi, yurdunuzdan çıkarmayanlara iyilik etmenizi, onlara karşı insafla, adaletle muamelede bulunmanızı nehyetmez; şüphe yok ki Allah, adaletle muamele edenleri sever.» şeklinde daha genel bir hüküm vardır. Bazı hadislerde de buna benzer genel hükümler bulunur. Örneğin Taberani’nin el-Muʿcemu'l-Evsat’ı [5787] ve Şihab’ın Musnedi’nde [1234] geçen bir hadiste Rasûlullah ﷺ der ki: «İnsanların en hayırlısı, insanlara en yararlı olandır.»

Netice itibariyle normal görüp bu zeminde kurulan dostluk ilişkisiyle, içinde bulunan duruma rıza göstermeden insani ilişkiler düzleminde dava, ıslah ve irşat amacıyla oluşturulan alakalar arasında ciddi fark vardır. İslami açıdan ilki mahzurlu, ikincisi istenen bir şeydir. Dolayısıyla her müslüman da ilişkilerini bu düzlemde kurmak durumundadır.

Başta da dediğimiz gibi, her şeyin yapaylaştığı bir zamanda yaşıyor olmamız, çok daha garip örneklere şahid olmamızı da sağlıyor. Zira mesele sadece yakının olmayanlarla dostluk kurmaktan ibaret değildir. Mesela tesettürlü hatta çarşaflı annenin yanında çıplak kızını görmek, artık sıradan bir durum haline geldi maalesef. Aynı şekilde, beş vakit namazını asla geçirmeyen sakallı babanın yanında, hiç namaz kılmaması şöyle dursun, kendini bir takım İslam’a aykırı fikirlerle tanımlayan evlatlar görmek, artık garipsenmiyor bile. Özetle yapaylaşan bir dünyada yapay bir dindarlık söz konusudur artık çoğunlukla.

Son olarak, günümüz Müslümanların girift problemlerimden olan bu husus tesettürlü ile çıplak kadınlar üzerinden örneklendirmemiz, sadece daha görünür bir örnek olması hasebiyledir. Yoksa mesele ne tesettürle, ne de kadınlarla sınırlıdır.


Burhanüddin Aldiyaî
 
Üst Ana Sayfa Alt