Tevhid ve Şirk Askerleri Arasında Diyalog (1)
Ebu Muhammed el-Makdisi
Ürdün Suvaka Hapishanesi, Yıl: m. 1995 - h. 1416
Onunla koridorda karşılaşmıştım. Yüzüne dahi bakmadım ve kendi işlerimle meşgul olmaya devam ettim. Sonra aynı yere döndüğümde onunla yine karşılaştım. Yanyana geldiğimizde bana dedi ki:
- Hayırdır Şeyh! Selam sabah yok…?
- Aramızda selam mı var ki…?
- Evet ya… Şu tağut meselesinden ötürü değil mi?
- Hayır… Öncelikle bu konu üzerinde daha hassas olman gerekir. Bizler sizin bizzat tağutlar olduğunuzu iddia etmiyoruz. Sözü daha açık söylemek gerekir. Sizler tağut değilsiniz buna karşılık bizzat tağutların destekçisi, tağutların askeri ve tağutların yardımcısısınız.
- Allah’a yemin olsun ki benim hakkımda böyle şeyler söylemene rağmen ben seni seviyorum ya Şeyh!
- Ama ben seni sevdiğimi söylersem sana karşı gerçeği gizlemiş olurum. Hayır… Sen üzerinde bulunan şu elbiseyi giymeye devam ettiğin ve şu beşer ürünü kanunları koruyup himaye ettiğin müddetçe benim sana karşı bir sevgim asla söz konusu olamaz. Ancak kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki ben, senin için sadece hayrı seviyorum ve senin için hidayet temenni ediyorum.
- Bak şeyh! Allah’a yemin olsun ki, ben namaz kılan, Kur’an okuyan bir kimseyim. Ve birkaç güne kadar da umreye gideceğim.
- Evet öyle ama senin namaz kılman, Kur’an okuman ve buna benzer diğer ibadetlerin Allah’ı tevhid etmedikçe asla kabul olunmaz ki… Bak Allahu Teala müşriklerin namaz, oruç gibi ibadetlerine dair ne buyurmuştur:
“Onların işledikleri her bir amelin önüne geçip onu havaya saçılmış toz zerreleri yaparız.” (25, Furkan/23)
Bedenin pisliklerden temizlenmesi ve abdest almak namazın sıhhatinin bir şartı değil midir?
- Evet
- İşte Allah’ı Tevhid etme şartı… Namazın Allah tarafından kabul edilmesi için taharet ve abdest gibi şartlardan çok daha önemli bir şarttır. Allah’ı tevhid etme şartı yerine getirilmedikçe kesinlikle ne namaz, ne oruç, ne hac ve ne de umre Allah tarafından kabul görmeyecektir. Sen şimdi Umreye gidiyorsun… Ve yanında kendinle birlikte şirkini de götürüyorsun. Ve Umre dönüşünde de zemzem suyu, misvak ve takkeyle dönerken aynı şekilde şirkini de tekrar yanında getiriyorsun. Şirkinle gidip şirkinle geri dönüyorsun.
Muhakkak ki, umre ve hac gibi iyi ameller birçok günahın affedilmesine vesile olabilir ancak şirk müstesnadır. Bu yüzdendir ki, senin namaz kılmaktan, oruç tutmaktan ve haccetmekten önce üzerinde taşıdığın şirki kökünden söküp atman ve Allah’tan başka ibadet edilen her şeyden teberri etmen (uzaklaşman) gerekmektedir.
- Ya Şeyh! Subhanellah… Sen şirk mi dedin? Sen bizi Allah’tan başkasına ibadet eden, O’ndan başkasına namaz kılan birisi olarak mı görüyorsun? Senin bize müşrik demen vallahi haramdır Şeyh. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kim bir Müslümana kafir derse kafir olur” demiyor mu?
- Evet… Sen belki de Allah’tan başkası için namaz kılmıyor, oruç tutmuyor ve haccetmiyorsun. Ancak sen bütünüyle teşri (kanun koyma, yasa çıkarma), emretme ve yasaklama noktasında Allah’tan başkalarından emir alıyorsun. Nitekim seninle efendilerin hakkında tartıştığımız da bize hemen “ben emir kuluyum” demiyor musun? Halbuki Allahu Tealâ bak ne buyuruyor:
“Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hakim ve galip olan bir tek Allah mı?” (12, Yusuf/39)
Sana gelince… Sen Allah’ın indirdiği kanunlara muhalif şu beşeri kanunları himaye ediyor ve koruyorsun. Halbuki Allahu Tealâ sana tüm bu beşeri kanunları tekfir etmeni, onlardan kaçınmanı emretmişti. Allahu Tealâ şöyle buyurur:
“Andolsun, biz her ümmete: 'Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının' (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.” (16, Nahl/36)
“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağut'un önünde muhakeme olmayı istemektedirler; oysa onu tekfir etmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister.” (4, Nisa/60)
Tağut ise; Allah’tan başka kendisine ibadet edilen tüm putları ihtiva eden genel bir isimdir. İbadet türlerinden herhangi birisi ile kendisine ibadet edilen ve kendisine yönelik bu ibadetten de razı olan şeytan, insan ve cin türünden her şey tağuttur.
- Biz kesinlikle Allah’tan başkasına ibadet etmeyiz ki ama…
- Kanun koyma noktasında yapılan bir itaat ibadetin kendisidir. Allahu Tealâ ehli kitaptan için şöyle buyurmaktadır:
“Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilaha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (9, Tevbe/31)
Ehli kitabın haham ve rahiplerini rab edinmeleri, onlara kanun koyma noktasında itaat etmeleri sebebiyledir. Yine Allahu Tealâ kitabında teşri (kanun koyma) ile ilgili bir başka konudan söz eder. Kurban konusu… Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde müşrikler Müslümanlarla meytenin (ölü hayvanın etinin) durumu hakkında tartışıyorlardı. Müşrikler meyte ile şer’i kesim arasında bir farkın olmadığını iddia ediyorlardı. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Üzerinde Allah'ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu fısktır. Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına vahyederler. Eğer onlara itaat ederseniz siz de müşriklerden olursunuz.” (6, En’am/121)
- Bizden hiç kimse meytenin (ölü hayvanın etinin) şer’i kesimle kesilmiş hayvan gibi olduğunu söylememiştir ama...
- Evet… Sizler belki de ölü eti ile şer’i kesimin bir olduğunu söylemiyorsunuz ancak sen ve efendilerin “Alışverişte ancak faiz gibidir” (2, Bakara/275) diyorsunuz. Ve buna binaen efendileriniz faizi mübah olan alış veriş ve ticaret gibi serbest bırakmıştır. Faizle çalışan müesseseler ve bankalar kurmuşlar, faiz üzerine dayalı bir sistemi serbest bırakma ve koruma adına diğer ticari kanunlarda yaptıkları gibi muhtelif kanunlar çıkarmışlardır.
Senin “kim bir müslümana kafir derse kafir olur” sözüne gelince; bu söz hadis değildir. Ancak hadis şu şekildedir:
“Kim Müslüman bir kardeşine; ‘Ey kafir’ derse, şayet bu sözü söylediği kişi kafir ise (bir sorun yoktur). Ancak kafir değil ise bu sözü kişinin kendisine döner.”
Senin bana dediğin söz ile hadis arasında çok büyük fark vardır. Şöyle ki, senin söylediğin “kim bir müslümana kafir derse kafir olur” sözünün manası bir Müslümanın hiçbir zaman kafir olmayacağı şeklinde anlaşılır. Ancak bu doğru değildir. Şayet bir Müslüman küfür lafzını telaffuz ederse, küfür ameli işler ya da küfre itikad ederse kafir olur. Bundan dolayı Allahu Tealâ Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında, kendisi ile beraber Allah yolunda cihad etmek için Tebük seferine çıkan, ancak bununla beraber Kur’an hafızları hakkında dalga geçen insanlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Eğer kendilerine sorarsan -biz sırf lafa dalmış, şakalaşıyorduk- derler. De ki -Allah ile, âyetleri ile ve peygamberi ile mi alay ediyorsunuz- Boşuna özür dilemeyin. Sizler iman ettikten sonra kafir oldunuz. İçinizden bir kısmını affetsek bile bir kısmını suçlarında ısrar ettikleri için azabımıza uğratacağız.” (9, Tevbe/65,66)
Yine aynı şekilde, fıkıh kitaplarında başlı başına bir konu olarak “Mürtedin Hükmü” konusunu görürsün. Mürted, Müslüman olduktan sonra küfre düşen kimsedir.
Ancak hadise gelince; hadis şu hususu açıklamaktadır: Şayet bir Müslüman (söz, amel ya da itikad etmek suretiyle) bir küfre bulaşırsa kafir olur. Onu tekfir edenin üzerine bir sorumluluk yoktur. Buna karşılık kendisinde şirk ya da küfür ameli görülmeyen bir Müslümanı tekfir etmek ise büyük bir sorumluluk getirir. Biz ise asla bir Müslümana kafir demiyoruz. Biz ancak tağutların kullarını, onların beşeri kanunlarını himaye eden askerlerini ve destekçilerini tekfir ediyoruz. Tağutlardan beri olmayanların (ayrılıp uzaklaşmayanların), Allah’ın dinininin, tevhidin yardımcılarını zindanlara atanların, sadece ama sadece “La İlahe İllallah” dedikleri için onlarla savaşanların kafir olduklarını ilan ediyoruz.
- Tamam güzel Şeyh… Mantıklı… O halde bizler sizin yanınıza geldiğimizde, polislerin ya da subayların size dokunmasını reddedin. Hani bizler necisiz ya!
Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler.” (9, Tevbe/28)
Daha sonra ise, Mescidi Haramı tertemiz tutmak ve onu müşriklerin necasetinden koruma adına şöyle buyurur:
“O halde müşrikler bu seneden sonra artk mescidi harama yaklaşmasınlar.” (9, Tebbe/28)
Muvahhid bir Müslümanın Allah katında değeri Kabe’den daha yücedir. Ben inanıyorum ki burada kastedilen necaset (pislik) manevi bir necasettir. Yoksa taharet ve abdest gibi bazı ibadetlerin yerine getirilmesi için şart olan zahir bir necaset değildir. Çoğu zaman sizin bedenleriniz zahiren necis değildir. Ancak nefislerinize gelince… Şirkle kirlendiği ve sizler şirkten teberi edip uzaklaşmadığınız sürede temiz değildir. Bize gelince… Öncelikle sayım esnasında bize dokunmanıza engel olmamaya çalışmamızın sebebi zahiri necaset sebebiyle değildir. Çünkü sizler kontroller esnasında bizlere dokunuyorsunuz. Ancak biz, gücümüz yettiği kadar buna engel olmaya çalışıyoruz. Çünkü çoğunuz kibirli ve kendini beğenmiş kimselerdir.
Görüyoruz ki, çoğu zaman mahkûmları aşağılık bir şekilde hayvan sürülerini sayar gibi sayıyorsunuz. Bizler kesinlikle bunlara razı olacak değiliz. Eğer şu gördüklerimize karşın suskun davranırsak biliyoruz ki, şu an olduğu gibi tepemize çıkmaya çalışacaksınız. Defalarca şahit olduk ki, sizler bir çok mahkuma zincirlerle ve hortumlarla vurarak sayım yapıyorsunuz. Bize gelince… Bizler büyük bir davanın ashabıyız… Allah bizi tevhidle izzetli kıldı. Ve bizler sadece bu tevhid için esir düştük. Esir dahi olsak asla zillete razı olmayız. Ve kesinlikle kız kardeşinin ırzına geçmekten ya da buna benzer suçlardan dolayı burada olan kimselere yaptığınız muameleleri bizlere yapmanıza razı olmayız.
- Ancak Şeyh! Üslubunuz çok kaba ve sert bir üslup. Diğer cemaatin fertleri ise çok yumuşak bir üsluba sahipler. Bizimle tokalaşıyorlar, bize tebessüm ediyorlar. Aslen biz bu güzel üslupları ile bir çok kişiyi kendilerine asker yapmaları endişesiyle onlardan daha çok korkuyoruz. Size gelince… Siz bu sert ve kaba üslubunuzla insanları ancak kendinizden kaçırırsınız.
- Öncelikle bilmelisin ki, benim gerek sana böyle muamele etmemde ve gerekse seni tevhide davet etmemdeki asıl amaç kesinlikle o bahsettiğin cemaatin yaptığı gibi seni kendime asker yapmak, belirli bir cemaate kazandırmak değildir. Ancak benim öncelikle hedefim seni şirkin karanlıklarından tevhidin nuruna çıkarmak ve seni ilk davet ettiğim şeye –yani Allah’ı birleyerek sadece O’na ibadet etmeye- davet etmektir. Kesinlikle davetim seni kendime ya da bir başka cemaate asker yapmayı içermemektedir. Bilakis sana olan çağrım tağutların, beşeri kanunların askerliğini terk etmen ve sadece tevhidin, İslam şeriatinin askeri olmandır. Aynı şekilde böyle bir üslup kullanmam senin açık bir şekilde tevhidi ızhar etmeni istememdendir. Öyle ki bu tevhid sana ilk olarak şirkten ve ehlinden beri olmanı vacip kılmaktadır. Umulur ki Rabbim beni Allah’ın emri gelinceye kadar hak üzere Allah’ın dinini ayakta tutan, kendilerini yardımsız bırakan ve kendilerine muhalefet edenlerin hiçbir şekilde zarar veremeyecekleri taifeden kılar. İşte sana karşı böyle davranmamın sebebi budur. Kendi hükmünü sana öğretme adına seninle tokalaşmıyor ve sana selam vermiyorum. Sen Allah’ın şeraitini terk ederek beşeri kanunların yardımcılığını yaptığın sürece açık bir şekilde şirk ve küfür içinde olduğunu sana ızhar ediyorum. Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kurtulman için şirk kanunlarına ve müşriklere yardım etmekten uzak durmaya davet ediyorum.
Senin sırtını sıvazlayan, sana karşı yağcılık yapan, seninle tokalaşan, yüzüne gülümseyen, yanlışlarını süsleyen, şirkine razı olan kimselerin aksine işte ben sana böyle davranıyorum. Peki görmüyor musun hangi taife senin daha çok menfaatini istemektedir? Allah’a yemin olsun ki bizler senin hayrını istiyoruz. Bizler bu ülkeye ve onun menfaatini çok daha fazla düşkünüz. Bununla beraber senin kendisine itaat ettiğin, kendi nefsinden çok onları korumaya düşkün olduğun idarecilerinin dahi menfaatini senden daha çok istemekteyiz.
- Nasıl?
- Benimle senin, bu ülkenin ve idarecilerinin misali şu şekildedir. Bir tren düşün ki, o treni sizin yöneticileriniz ve onun yardımcıları kullanmaktadır. Son sürat bir şekilde hep beraber rayların üstünde ilerliyorsunuz. Allah korusun bu rayların sonu ise cehennemin dipsiz kuyularından bir çukurdur. Ben ve benim gibi tevhid davetçileri trenin önünde bekliyoruz. İçindekiler o dipsiz çukura düşmesin diye engellemeye çalışıyoruz. Önünü kesmeye uğraşıyor ve size sesleniyoruz: “Allah ile beraber hüküm çıkarmaktan kaçının”, “Allah’a şirk koşmaktan sakının”, “Beşeri kanunları terk edin”, “Faizi haram kılın, zinadan sakının, hak dini din edinin” diye… Peki sen ve senin gibi tağutların ve beşeri kanunların askerleri ne yapıyorsunuz?
- Sen ve senin gibi davetçiler ezilerek paramparça olsun diye trene daha fazla yakıt ekliyoruz.
- Evet… İşte sizin durumunuz budur. Beni paramparça etmek, davetimden yüz çevirmek, insanları davetimden sakındırmak ve hep beraber o dipsiz kuyuya düşmek için adeta treni itiyorsunuz. İşte bu şekilde… Ben aslen bu ülkenin ve bu ülkede yaşayanların menfaatini senden daha çok istiyorum. Bütün hayatımı, ömrümü sizin şirkten ve ateşten kurtulmanıza vakfetmişim. Ancak siz buna karşılık, beni ve benim gibi davetçileri zindanlara atıyor, bizlere işkenceler yapıyorsunuz. Üstüne üstlük tüm bunlardan sonra sen Allah’a davette nasıl bir üslup kullanılması gerektiğine dair bana konferans vermeye kalkıyorsun. Sen öncelikle üslup ve diğer fer’i meseleler hakkında konuşmayı bırak ve Allah’a tevbe et, şirke ve beşeri kanunlara yardım etmeyi bırak. Ve şu an içinde bulunduğun hal üzere ölmekten kaçın. Allah’a yemin olsun ki, bu halin üzere ölürsen işte o zaman asla felah bulamazsın.
Ebu Muhammed el-Makdisi
Ürdün Suvaka Hapishanesi, Yıl: m. 1995 - h. 1416
Onunla koridorda karşılaşmıştım. Yüzüne dahi bakmadım ve kendi işlerimle meşgul olmaya devam ettim. Sonra aynı yere döndüğümde onunla yine karşılaştım. Yanyana geldiğimizde bana dedi ki:
- Hayırdır Şeyh! Selam sabah yok…?
- Aramızda selam mı var ki…?
- Evet ya… Şu tağut meselesinden ötürü değil mi?
- Hayır… Öncelikle bu konu üzerinde daha hassas olman gerekir. Bizler sizin bizzat tağutlar olduğunuzu iddia etmiyoruz. Sözü daha açık söylemek gerekir. Sizler tağut değilsiniz buna karşılık bizzat tağutların destekçisi, tağutların askeri ve tağutların yardımcısısınız.
- Allah’a yemin olsun ki benim hakkımda böyle şeyler söylemene rağmen ben seni seviyorum ya Şeyh!
- Ama ben seni sevdiğimi söylersem sana karşı gerçeği gizlemiş olurum. Hayır… Sen üzerinde bulunan şu elbiseyi giymeye devam ettiğin ve şu beşer ürünü kanunları koruyup himaye ettiğin müddetçe benim sana karşı bir sevgim asla söz konusu olamaz. Ancak kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki ben, senin için sadece hayrı seviyorum ve senin için hidayet temenni ediyorum.
- Bak şeyh! Allah’a yemin olsun ki, ben namaz kılan, Kur’an okuyan bir kimseyim. Ve birkaç güne kadar da umreye gideceğim.
- Evet öyle ama senin namaz kılman, Kur’an okuman ve buna benzer diğer ibadetlerin Allah’ı tevhid etmedikçe asla kabul olunmaz ki… Bak Allahu Teala müşriklerin namaz, oruç gibi ibadetlerine dair ne buyurmuştur:
“Onların işledikleri her bir amelin önüne geçip onu havaya saçılmış toz zerreleri yaparız.” (25, Furkan/23)
Bedenin pisliklerden temizlenmesi ve abdest almak namazın sıhhatinin bir şartı değil midir?
- Evet
- İşte Allah’ı Tevhid etme şartı… Namazın Allah tarafından kabul edilmesi için taharet ve abdest gibi şartlardan çok daha önemli bir şarttır. Allah’ı tevhid etme şartı yerine getirilmedikçe kesinlikle ne namaz, ne oruç, ne hac ve ne de umre Allah tarafından kabul görmeyecektir. Sen şimdi Umreye gidiyorsun… Ve yanında kendinle birlikte şirkini de götürüyorsun. Ve Umre dönüşünde de zemzem suyu, misvak ve takkeyle dönerken aynı şekilde şirkini de tekrar yanında getiriyorsun. Şirkinle gidip şirkinle geri dönüyorsun.
Muhakkak ki, umre ve hac gibi iyi ameller birçok günahın affedilmesine vesile olabilir ancak şirk müstesnadır. Bu yüzdendir ki, senin namaz kılmaktan, oruç tutmaktan ve haccetmekten önce üzerinde taşıdığın şirki kökünden söküp atman ve Allah’tan başka ibadet edilen her şeyden teberri etmen (uzaklaşman) gerekmektedir.
- Ya Şeyh! Subhanellah… Sen şirk mi dedin? Sen bizi Allah’tan başkasına ibadet eden, O’ndan başkasına namaz kılan birisi olarak mı görüyorsun? Senin bize müşrik demen vallahi haramdır Şeyh. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kim bir Müslümana kafir derse kafir olur” demiyor mu?
- Evet… Sen belki de Allah’tan başkası için namaz kılmıyor, oruç tutmuyor ve haccetmiyorsun. Ancak sen bütünüyle teşri (kanun koyma, yasa çıkarma), emretme ve yasaklama noktasında Allah’tan başkalarından emir alıyorsun. Nitekim seninle efendilerin hakkında tartıştığımız da bize hemen “ben emir kuluyum” demiyor musun? Halbuki Allahu Tealâ bak ne buyuruyor:
“Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hakim ve galip olan bir tek Allah mı?” (12, Yusuf/39)
Sana gelince… Sen Allah’ın indirdiği kanunlara muhalif şu beşeri kanunları himaye ediyor ve koruyorsun. Halbuki Allahu Tealâ sana tüm bu beşeri kanunları tekfir etmeni, onlardan kaçınmanı emretmişti. Allahu Tealâ şöyle buyurur:
“Andolsun, biz her ümmete: 'Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının' (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.” (16, Nahl/36)
“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağut'un önünde muhakeme olmayı istemektedirler; oysa onu tekfir etmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister.” (4, Nisa/60)
Tağut ise; Allah’tan başka kendisine ibadet edilen tüm putları ihtiva eden genel bir isimdir. İbadet türlerinden herhangi birisi ile kendisine ibadet edilen ve kendisine yönelik bu ibadetten de razı olan şeytan, insan ve cin türünden her şey tağuttur.
- Biz kesinlikle Allah’tan başkasına ibadet etmeyiz ki ama…
- Kanun koyma noktasında yapılan bir itaat ibadetin kendisidir. Allahu Tealâ ehli kitaptan için şöyle buyurmaktadır:
“Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilaha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (9, Tevbe/31)
Ehli kitabın haham ve rahiplerini rab edinmeleri, onlara kanun koyma noktasında itaat etmeleri sebebiyledir. Yine Allahu Tealâ kitabında teşri (kanun koyma) ile ilgili bir başka konudan söz eder. Kurban konusu… Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde müşrikler Müslümanlarla meytenin (ölü hayvanın etinin) durumu hakkında tartışıyorlardı. Müşrikler meyte ile şer’i kesim arasında bir farkın olmadığını iddia ediyorlardı. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Üzerinde Allah'ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu fısktır. Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına vahyederler. Eğer onlara itaat ederseniz siz de müşriklerden olursunuz.” (6, En’am/121)
- Bizden hiç kimse meytenin (ölü hayvanın etinin) şer’i kesimle kesilmiş hayvan gibi olduğunu söylememiştir ama...
- Evet… Sizler belki de ölü eti ile şer’i kesimin bir olduğunu söylemiyorsunuz ancak sen ve efendilerin “Alışverişte ancak faiz gibidir” (2, Bakara/275) diyorsunuz. Ve buna binaen efendileriniz faizi mübah olan alış veriş ve ticaret gibi serbest bırakmıştır. Faizle çalışan müesseseler ve bankalar kurmuşlar, faiz üzerine dayalı bir sistemi serbest bırakma ve koruma adına diğer ticari kanunlarda yaptıkları gibi muhtelif kanunlar çıkarmışlardır.
Senin “kim bir müslümana kafir derse kafir olur” sözüne gelince; bu söz hadis değildir. Ancak hadis şu şekildedir:
“Kim Müslüman bir kardeşine; ‘Ey kafir’ derse, şayet bu sözü söylediği kişi kafir ise (bir sorun yoktur). Ancak kafir değil ise bu sözü kişinin kendisine döner.”
Senin bana dediğin söz ile hadis arasında çok büyük fark vardır. Şöyle ki, senin söylediğin “kim bir müslümana kafir derse kafir olur” sözünün manası bir Müslümanın hiçbir zaman kafir olmayacağı şeklinde anlaşılır. Ancak bu doğru değildir. Şayet bir Müslüman küfür lafzını telaffuz ederse, küfür ameli işler ya da küfre itikad ederse kafir olur. Bundan dolayı Allahu Tealâ Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında, kendisi ile beraber Allah yolunda cihad etmek için Tebük seferine çıkan, ancak bununla beraber Kur’an hafızları hakkında dalga geçen insanlar hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Eğer kendilerine sorarsan -biz sırf lafa dalmış, şakalaşıyorduk- derler. De ki -Allah ile, âyetleri ile ve peygamberi ile mi alay ediyorsunuz- Boşuna özür dilemeyin. Sizler iman ettikten sonra kafir oldunuz. İçinizden bir kısmını affetsek bile bir kısmını suçlarında ısrar ettikleri için azabımıza uğratacağız.” (9, Tevbe/65,66)
Yine aynı şekilde, fıkıh kitaplarında başlı başına bir konu olarak “Mürtedin Hükmü” konusunu görürsün. Mürted, Müslüman olduktan sonra küfre düşen kimsedir.
Ancak hadise gelince; hadis şu hususu açıklamaktadır: Şayet bir Müslüman (söz, amel ya da itikad etmek suretiyle) bir küfre bulaşırsa kafir olur. Onu tekfir edenin üzerine bir sorumluluk yoktur. Buna karşılık kendisinde şirk ya da küfür ameli görülmeyen bir Müslümanı tekfir etmek ise büyük bir sorumluluk getirir. Biz ise asla bir Müslümana kafir demiyoruz. Biz ancak tağutların kullarını, onların beşeri kanunlarını himaye eden askerlerini ve destekçilerini tekfir ediyoruz. Tağutlardan beri olmayanların (ayrılıp uzaklaşmayanların), Allah’ın dinininin, tevhidin yardımcılarını zindanlara atanların, sadece ama sadece “La İlahe İllallah” dedikleri için onlarla savaşanların kafir olduklarını ilan ediyoruz.
- Tamam güzel Şeyh… Mantıklı… O halde bizler sizin yanınıza geldiğimizde, polislerin ya da subayların size dokunmasını reddedin. Hani bizler necisiz ya!
Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler.” (9, Tevbe/28)
Daha sonra ise, Mescidi Haramı tertemiz tutmak ve onu müşriklerin necasetinden koruma adına şöyle buyurur:
“O halde müşrikler bu seneden sonra artk mescidi harama yaklaşmasınlar.” (9, Tebbe/28)
Muvahhid bir Müslümanın Allah katında değeri Kabe’den daha yücedir. Ben inanıyorum ki burada kastedilen necaset (pislik) manevi bir necasettir. Yoksa taharet ve abdest gibi bazı ibadetlerin yerine getirilmesi için şart olan zahir bir necaset değildir. Çoğu zaman sizin bedenleriniz zahiren necis değildir. Ancak nefislerinize gelince… Şirkle kirlendiği ve sizler şirkten teberi edip uzaklaşmadığınız sürede temiz değildir. Bize gelince… Öncelikle sayım esnasında bize dokunmanıza engel olmamaya çalışmamızın sebebi zahiri necaset sebebiyle değildir. Çünkü sizler kontroller esnasında bizlere dokunuyorsunuz. Ancak biz, gücümüz yettiği kadar buna engel olmaya çalışıyoruz. Çünkü çoğunuz kibirli ve kendini beğenmiş kimselerdir.
Görüyoruz ki, çoğu zaman mahkûmları aşağılık bir şekilde hayvan sürülerini sayar gibi sayıyorsunuz. Bizler kesinlikle bunlara razı olacak değiliz. Eğer şu gördüklerimize karşın suskun davranırsak biliyoruz ki, şu an olduğu gibi tepemize çıkmaya çalışacaksınız. Defalarca şahit olduk ki, sizler bir çok mahkuma zincirlerle ve hortumlarla vurarak sayım yapıyorsunuz. Bize gelince… Bizler büyük bir davanın ashabıyız… Allah bizi tevhidle izzetli kıldı. Ve bizler sadece bu tevhid için esir düştük. Esir dahi olsak asla zillete razı olmayız. Ve kesinlikle kız kardeşinin ırzına geçmekten ya da buna benzer suçlardan dolayı burada olan kimselere yaptığınız muameleleri bizlere yapmanıza razı olmayız.
- Ancak Şeyh! Üslubunuz çok kaba ve sert bir üslup. Diğer cemaatin fertleri ise çok yumuşak bir üsluba sahipler. Bizimle tokalaşıyorlar, bize tebessüm ediyorlar. Aslen biz bu güzel üslupları ile bir çok kişiyi kendilerine asker yapmaları endişesiyle onlardan daha çok korkuyoruz. Size gelince… Siz bu sert ve kaba üslubunuzla insanları ancak kendinizden kaçırırsınız.
- Öncelikle bilmelisin ki, benim gerek sana böyle muamele etmemde ve gerekse seni tevhide davet etmemdeki asıl amaç kesinlikle o bahsettiğin cemaatin yaptığı gibi seni kendime asker yapmak, belirli bir cemaate kazandırmak değildir. Ancak benim öncelikle hedefim seni şirkin karanlıklarından tevhidin nuruna çıkarmak ve seni ilk davet ettiğim şeye –yani Allah’ı birleyerek sadece O’na ibadet etmeye- davet etmektir. Kesinlikle davetim seni kendime ya da bir başka cemaate asker yapmayı içermemektedir. Bilakis sana olan çağrım tağutların, beşeri kanunların askerliğini terk etmen ve sadece tevhidin, İslam şeriatinin askeri olmandır. Aynı şekilde böyle bir üslup kullanmam senin açık bir şekilde tevhidi ızhar etmeni istememdendir. Öyle ki bu tevhid sana ilk olarak şirkten ve ehlinden beri olmanı vacip kılmaktadır. Umulur ki Rabbim beni Allah’ın emri gelinceye kadar hak üzere Allah’ın dinini ayakta tutan, kendilerini yardımsız bırakan ve kendilerine muhalefet edenlerin hiçbir şekilde zarar veremeyecekleri taifeden kılar. İşte sana karşı böyle davranmamın sebebi budur. Kendi hükmünü sana öğretme adına seninle tokalaşmıyor ve sana selam vermiyorum. Sen Allah’ın şeraitini terk ederek beşeri kanunların yardımcılığını yaptığın sürece açık bir şekilde şirk ve küfür içinde olduğunu sana ızhar ediyorum. Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kurtulman için şirk kanunlarına ve müşriklere yardım etmekten uzak durmaya davet ediyorum.
Senin sırtını sıvazlayan, sana karşı yağcılık yapan, seninle tokalaşan, yüzüne gülümseyen, yanlışlarını süsleyen, şirkine razı olan kimselerin aksine işte ben sana böyle davranıyorum. Peki görmüyor musun hangi taife senin daha çok menfaatini istemektedir? Allah’a yemin olsun ki bizler senin hayrını istiyoruz. Bizler bu ülkeye ve onun menfaatini çok daha fazla düşkünüz. Bununla beraber senin kendisine itaat ettiğin, kendi nefsinden çok onları korumaya düşkün olduğun idarecilerinin dahi menfaatini senden daha çok istemekteyiz.
- Nasıl?
- Benimle senin, bu ülkenin ve idarecilerinin misali şu şekildedir. Bir tren düşün ki, o treni sizin yöneticileriniz ve onun yardımcıları kullanmaktadır. Son sürat bir şekilde hep beraber rayların üstünde ilerliyorsunuz. Allah korusun bu rayların sonu ise cehennemin dipsiz kuyularından bir çukurdur. Ben ve benim gibi tevhid davetçileri trenin önünde bekliyoruz. İçindekiler o dipsiz çukura düşmesin diye engellemeye çalışıyoruz. Önünü kesmeye uğraşıyor ve size sesleniyoruz: “Allah ile beraber hüküm çıkarmaktan kaçının”, “Allah’a şirk koşmaktan sakının”, “Beşeri kanunları terk edin”, “Faizi haram kılın, zinadan sakının, hak dini din edinin” diye… Peki sen ve senin gibi tağutların ve beşeri kanunların askerleri ne yapıyorsunuz?
- Sen ve senin gibi davetçiler ezilerek paramparça olsun diye trene daha fazla yakıt ekliyoruz.
- Evet… İşte sizin durumunuz budur. Beni paramparça etmek, davetimden yüz çevirmek, insanları davetimden sakındırmak ve hep beraber o dipsiz kuyuya düşmek için adeta treni itiyorsunuz. İşte bu şekilde… Ben aslen bu ülkenin ve bu ülkede yaşayanların menfaatini senden daha çok istiyorum. Bütün hayatımı, ömrümü sizin şirkten ve ateşten kurtulmanıza vakfetmişim. Ancak siz buna karşılık, beni ve benim gibi davetçileri zindanlara atıyor, bizlere işkenceler yapıyorsunuz. Üstüne üstlük tüm bunlardan sonra sen Allah’a davette nasıl bir üslup kullanılması gerektiğine dair bana konferans vermeye kalkıyorsun. Sen öncelikle üslup ve diğer fer’i meseleler hakkında konuşmayı bırak ve Allah’a tevbe et, şirke ve beşeri kanunlara yardım etmeyi bırak. Ve şu an içinde bulunduğun hal üzere ölmekten kaçın. Allah’a yemin olsun ki, bu halin üzere ölürsen işte o zaman asla felah bulamazsın.