Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tevhid ve Şirk Askerleri Arasında Diyalog (1)

tawh1d Çevrimdışı

tawh1d

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Tevhid ve Şirk Askerleri Arasında Diyalog (1)


Ebu Muhammed el-Makdisi

Ürdün Suvaka Hapishanesi, Yıl: m. 1995 - h. 1416


Onunla koridorda karşılaşmıştım. Yüzüne dahi bakmadım ve kendi işlerimle meşgul olmaya devam ettim. Sonra aynı yere döndüğümde onunla yine karşılaştım. Yanyana geldiğimizde bana dedi ki:

- Hayırdır Şeyh! Selam sabah yok…?

- Aramızda selam mı var ki…?

- Evet ya… Şu tağut meselesinden ötürü değil mi?

- Hayır… Öncelikle bu konu üzerinde daha hassas olman gerekir. Bizler sizin bizzat tağutlar olduğunuzu iddia etmiyoruz. Sözü daha açık söylemek gerekir. Sizler tağut değilsiniz buna karşılık bizzat tağutların destekçisi, tağutların askeri ve tağutların yardımcısısınız.

- Allah’a yemin olsun ki benim hakkımda böyle şeyler söylemene rağmen ben seni seviyorum ya Şeyh!

- Ama ben seni sevdiğimi söylersem sana karşı gerçeği gizlemiş olurum. Hayır… Sen üzerinde bulunan şu elbiseyi giymeye devam ettiğin ve şu beşer ürünü kanunları koruyup himaye ettiğin müddetçe benim sana karşı bir sevgim asla söz konusu olamaz. Ancak kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki ben, senin için sadece hayrı seviyorum ve senin için hidayet temenni ediyorum.

- Bak şeyh! Allah’a yemin olsun ki, ben namaz kılan, Kur’an okuyan bir kimseyim. Ve birkaç güne kadar da umreye gideceğim.

- Evet öyle ama senin namaz kılman, Kur’an okuman ve buna benzer diğer ibadetlerin Allah’ı tevhid etmedikçe asla kabul olunmaz ki… Bak Allahu Teala müşriklerin namaz, oruç gibi ibadetlerine dair ne buyurmuştur:

“Onların işledikleri her bir amelin önüne geçip onu havaya saçılmış toz zerreleri yaparız.” (25, Furkan/23)

Bedenin pisliklerden temizlenmesi ve abdest almak namazın sıhhatinin bir şartı değil midir?

- Evet

- İşte Allah’ı Tevhid etme şartı… Namazın Allah tarafından kabul edilmesi için taharet ve abdest gibi şartlardan çok daha önemli bir şarttır. Allah’ı tevhid etme şartı yerine getirilmedikçe kesinlikle ne namaz, ne oruç, ne hac ve ne de umre Allah tarafından kabul görmeyecektir. Sen şimdi Umreye gidiyorsun… Ve yanında kendinle birlikte şirkini de götürüyorsun. Ve Umre dönüşünde de zemzem suyu, misvak ve takkeyle dönerken aynı şekilde şirkini de tekrar yanında getiriyorsun. Şirkinle gidip şirkinle geri dönüyorsun.

Muhakkak ki, umre ve hac gibi iyi ameller birçok günahın affedilmesine vesile olabilir ancak şirk müstesnadır. Bu yüzdendir ki, senin namaz kılmaktan, oruç tutmaktan ve haccetmekten önce üzerinde taşıdığın şirki kökünden söküp atman ve Allah’tan başka ibadet edilen her şeyden teberri etmen (uzaklaşman) gerekmektedir.

- Ya Şeyh! Subhanellah… Sen şirk mi dedin? Sen bizi Allah’tan başkasına ibadet eden, O’ndan başkasına namaz kılan birisi olarak mı görüyorsun? Senin bize müşrik demen vallahi haramdır Şeyh. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kim bir Müslümana kafir derse kafir olur” demiyor mu?

- Evet… Sen belki de Allah’tan başkası için namaz kılmıyor, oruç tutmuyor ve haccetmiyorsun. Ancak sen bütünüyle teşri (kanun koyma, yasa çıkarma), emretme ve yasaklama noktasında Allah’tan başkalarından emir alıyorsun. Nitekim seninle efendilerin hakkında tartıştığımız da bize hemen “ben emir kuluyum” demiyor musun? Halbuki Allahu Tealâ bak ne buyuruyor:

“Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hakim ve galip olan bir tek Allah mı?” (12, Yusuf/39)

Sana gelince… Sen Allah’ın indirdiği kanunlara muhalif şu beşeri kanunları himaye ediyor ve koruyorsun. Halbuki Allahu Tealâ sana tüm bu beşeri kanunları tekfir etmeni, onlardan kaçınmanı emretmişti. Allahu Tealâ şöyle buyurur:

“Andolsun, biz her ümmete: 'Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının' (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.” (16, Nahl/36)

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağut'un önünde muhakeme olmayı istemektedirler; oysa onu tekfir etmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister.” (4, Nisa/60)

Tağut ise; Allah’tan başka kendisine ibadet edilen tüm putları ihtiva eden genel bir isimdir. İbadet türlerinden herhangi birisi ile kendisine ibadet edilen ve kendisine yönelik bu ibadetten de razı olan şeytan, insan ve cin türünden her şey tağuttur.

- Biz kesinlikle Allah’tan başkasına ibadet etmeyiz ki ama…

- Kanun koyma noktasında yapılan bir itaat ibadetin kendisidir. Allahu Tealâ ehli kitaptan için şöyle buyurmaktadır:

“Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilaha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (9, Tevbe/31)

Ehli kitabın haham ve rahiplerini rab edinmeleri, onlara kanun koyma noktasında itaat etmeleri sebebiyledir. Yine Allahu Tealâ kitabında teşri (kanun koyma) ile ilgili bir başka konudan söz eder. Kurban konusu… Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde müşrikler Müslümanlarla meytenin (ölü hayvanın etinin) durumu hakkında tartışıyorlardı. Müşrikler meyte ile şer’i kesim arasında bir farkın olmadığını iddia ediyorlardı. Allahu Teala şöyle buyurur:

“Üzerinde Allah'ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu fısktır. Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına vahyederler. Eğer onlara itaat ederseniz siz de müşriklerden olursunuz.” (6, En’am/121)
- Bizden hiç kimse meytenin (ölü hayvanın etinin) şer’i kesimle kesilmiş hayvan gibi olduğunu söylememiştir ama...

- Evet… Sizler belki de ölü eti ile şer’i kesimin bir olduğunu söylemiyorsunuz ancak sen ve efendilerin “Alışverişte ancak faiz gibidir” (2, Bakara/275) diyorsunuz. Ve buna binaen efendileriniz faizi mübah olan alış veriş ve ticaret gibi serbest bırakmıştır. Faizle çalışan müesseseler ve bankalar kurmuşlar, faiz üzerine dayalı bir sistemi serbest bırakma ve koruma adına diğer ticari kanunlarda yaptıkları gibi muhtelif kanunlar çıkarmışlardır.

Senin “kim bir müslümana kafir derse kafir olur” sözüne gelince; bu söz hadis değildir. Ancak hadis şu şekildedir:

“Kim Müslüman bir kardeşine; ‘Ey kafir’ derse, şayet bu sözü söylediği kişi kafir ise (bir sorun yoktur). Ancak kafir değil ise bu sözü kişinin kendisine döner.”

Senin bana dediğin söz ile hadis arasında çok büyük fark vardır. Şöyle ki, senin söylediğin “kim bir müslümana kafir derse kafir olur” sözünün manası bir Müslümanın hiçbir zaman kafir olmayacağı şeklinde anlaşılır. Ancak bu doğru değildir. Şayet bir Müslüman küfür lafzını telaffuz ederse, küfür ameli işler ya da küfre itikad ederse kafir olur. Bundan dolayı Allahu Tealâ Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında, kendisi ile beraber Allah yolunda cihad etmek için Tebük seferine çıkan, ancak bununla beraber Kur’an hafızları hakkında dalga geçen insanlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Eğer kendilerine sorarsan -biz sırf lafa dalmış, şakalaşıyorduk- derler. De ki -Allah ile, âyetleri ile ve peygamberi ile mi alay ediyorsunuz- Boşuna özür dilemeyin. Sizler iman ettikten sonra kafir oldunuz. İçinizden bir kısmını affetsek bile bir kısmını suçlarında ısrar ettikleri için azabımıza uğratacağız.” (9, Tevbe/65,66)

Yine aynı şekilde, fıkıh kitaplarında başlı başına bir konu olarak “Mürtedin Hükmü” konusunu görürsün. Mürted, Müslüman olduktan sonra küfre düşen kimsedir.

Ancak hadise gelince; hadis şu hususu açıklamaktadır: Şayet bir Müslüman (söz, amel ya da itikad etmek suretiyle) bir küfre bulaşırsa kafir olur. Onu tekfir edenin üzerine bir sorumluluk yoktur. Buna karşılık kendisinde şirk ya da küfür ameli görülmeyen bir Müslümanı tekfir etmek ise büyük bir sorumluluk getirir. Biz ise asla bir Müslümana kafir demiyoruz. Biz ancak tağutların kullarını, onların beşeri kanunlarını himaye eden askerlerini ve destekçilerini tekfir ediyoruz. Tağutlardan beri olmayanların (ayrılıp uzaklaşmayanların), Allah’ın dinininin, tevhidin yardımcılarını zindanlara atanların, sadece ama sadece “La İlahe İllallah” dedikleri için onlarla savaşanların kafir olduklarını ilan ediyoruz.

- Tamam güzel Şeyh… Mantıklı… O halde bizler sizin yanınıza geldiğimizde, polislerin ya da subayların size dokunmasını reddedin. Hani bizler necisiz ya!

Allah (Subhanehu ve Tealâ) şöyle buyurur:

“Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler.” (9, Tevbe/28)

Daha sonra ise, Mescidi Haramı tertemiz tutmak ve onu müşriklerin necasetinden koruma adına şöyle buyurur:

“O halde müşrikler bu seneden sonra artk mescidi harama yaklaşmasınlar.” (9, Tebbe/28)

Muvahhid bir Müslümanın Allah katında değeri Kabe’den daha yücedir. Ben inanıyorum ki burada kastedilen necaset (pislik) manevi bir necasettir. Yoksa taharet ve abdest gibi bazı ibadetlerin yerine getirilmesi için şart olan zahir bir necaset değildir. Çoğu zaman sizin bedenleriniz zahiren necis değildir. Ancak nefislerinize gelince… Şirkle kirlendiği ve sizler şirkten teberi edip uzaklaşmadığınız sürede temiz değildir. Bize gelince… Öncelikle sayım esnasında bize dokunmanıza engel olmamaya çalışmamızın sebebi zahiri necaset sebebiyle değildir. Çünkü sizler kontroller esnasında bizlere dokunuyorsunuz. Ancak biz, gücümüz yettiği kadar buna engel olmaya çalışıyoruz. Çünkü çoğunuz kibirli ve kendini beğenmiş kimselerdir.

Görüyoruz ki, çoğu zaman mahkûmları aşağılık bir şekilde hayvan sürülerini sayar gibi sayıyorsunuz. Bizler kesinlikle bunlara razı olacak değiliz. Eğer şu gördüklerimize karşın suskun davranırsak biliyoruz ki, şu an olduğu gibi tepemize çıkmaya çalışacaksınız. Defalarca şahit olduk ki, sizler bir çok mahkuma zincirlerle ve hortumlarla vurarak sayım yapıyorsunuz. Bize gelince… Bizler büyük bir davanın ashabıyız… Allah bizi tevhidle izzetli kıldı. Ve bizler sadece bu tevhid için esir düştük. Esir dahi olsak asla zillete razı olmayız. Ve kesinlikle kız kardeşinin ırzına geçmekten ya da buna benzer suçlardan dolayı burada olan kimselere yaptığınız muameleleri bizlere yapmanıza razı olmayız.

- Ancak Şeyh! Üslubunuz çok kaba ve sert bir üslup. Diğer cemaatin fertleri ise çok yumuşak bir üsluba sahipler. Bizimle tokalaşıyorlar, bize tebessüm ediyorlar. Aslen biz bu güzel üslupları ile bir çok kişiyi kendilerine asker yapmaları endişesiyle onlardan daha çok korkuyoruz. Size gelince… Siz bu sert ve kaba üslubunuzla insanları ancak kendinizden kaçırırsınız.

- Öncelikle bilmelisin ki, benim gerek sana böyle muamele etmemde ve gerekse seni tevhide davet etmemdeki asıl amaç kesinlikle o bahsettiğin cemaatin yaptığı gibi seni kendime asker yapmak, belirli bir cemaate kazandırmak değildir. Ancak benim öncelikle hedefim seni şirkin karanlıklarından tevhidin nuruna çıkarmak ve seni ilk davet ettiğim şeye –yani Allah’ı birleyerek sadece O’na ibadet etmeye- davet etmektir. Kesinlikle davetim seni kendime ya da bir başka cemaate asker yapmayı içermemektedir. Bilakis sana olan çağrım tağutların, beşeri kanunların askerliğini terk etmen ve sadece tevhidin, İslam şeriatinin askeri olmandır. Aynı şekilde böyle bir üslup kullanmam senin açık bir şekilde tevhidi ızhar etmeni istememdendir. Öyle ki bu tevhid sana ilk olarak şirkten ve ehlinden beri olmanı vacip kılmaktadır. Umulur ki Rabbim beni Allah’ın emri gelinceye kadar hak üzere Allah’ın dinini ayakta tutan, kendilerini yardımsız bırakan ve kendilerine muhalefet edenlerin hiçbir şekilde zarar veremeyecekleri taifeden kılar. İşte sana karşı böyle davranmamın sebebi budur. Kendi hükmünü sana öğretme adına seninle tokalaşmıyor ve sana selam vermiyorum. Sen Allah’ın şeraitini terk ederek beşeri kanunların yardımcılığını yaptığın sürece açık bir şekilde şirk ve küfür içinde olduğunu sana ızhar ediyorum. Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kurtulman için şirk kanunlarına ve müşriklere yardım etmekten uzak durmaya davet ediyorum.

Senin sırtını sıvazlayan, sana karşı yağcılık yapan, seninle tokalaşan, yüzüne gülümseyen, yanlışlarını süsleyen, şirkine razı olan kimselerin aksine işte ben sana böyle davranıyorum. Peki görmüyor musun hangi taife senin daha çok menfaatini istemektedir? Allah’a yemin olsun ki bizler senin hayrını istiyoruz. Bizler bu ülkeye ve onun menfaatini çok daha fazla düşkünüz. Bununla beraber senin kendisine itaat ettiğin, kendi nefsinden çok onları korumaya düşkün olduğun idarecilerinin dahi menfaatini senden daha çok istemekteyiz.

- Nasıl?

- Benimle senin, bu ülkenin ve idarecilerinin misali şu şekildedir. Bir tren düşün ki, o treni sizin yöneticileriniz ve onun yardımcıları kullanmaktadır. Son sürat bir şekilde hep beraber rayların üstünde ilerliyorsunuz. Allah korusun bu rayların sonu ise cehennemin dipsiz kuyularından bir çukurdur. Ben ve benim gibi tevhid davetçileri trenin önünde bekliyoruz. İçindekiler o dipsiz çukura düşmesin diye engellemeye çalışıyoruz. Önünü kesmeye uğraşıyor ve size sesleniyoruz: “Allah ile beraber hüküm çıkarmaktan kaçının”, “Allah’a şirk koşmaktan sakının”, “Beşeri kanunları terk edin”, “Faizi haram kılın, zinadan sakının, hak dini din edinin” diye… Peki sen ve senin gibi tağutların ve beşeri kanunların askerleri ne yapıyorsunuz?

- Sen ve senin gibi davetçiler ezilerek paramparça olsun diye trene daha fazla yakıt ekliyoruz.

- Evet… İşte sizin durumunuz budur. Beni paramparça etmek, davetimden yüz çevirmek, insanları davetimden sakındırmak ve hep beraber o dipsiz kuyuya düşmek için adeta treni itiyorsunuz. İşte bu şekilde… Ben aslen bu ülkenin ve bu ülkede yaşayanların menfaatini senden daha çok istiyorum. Bütün hayatımı, ömrümü sizin şirkten ve ateşten kurtulmanıza vakfetmişim. Ancak siz buna karşılık, beni ve benim gibi davetçileri zindanlara atıyor, bizlere işkenceler yapıyorsunuz. Üstüne üstlük tüm bunlardan sonra sen Allah’a davette nasıl bir üslup kullanılması gerektiğine dair bana konferans vermeye kalkıyorsun. Sen öncelikle üslup ve diğer fer’i meseleler hakkında konuşmayı bırak ve Allah’a tevbe et, şirke ve beşeri kanunlara yardım etmeyi bırak. Ve şu an içinde bulunduğun hal üzere ölmekten kaçın. Allah’a yemin olsun ki, bu halin üzere ölürsen işte o zaman asla felah bulamazsın.
 
tawh1d Çevrimdışı

tawh1d

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Tevhid ve Şirk Askerleri Arasında Diyalog (2)


Ebu Muhammed el-Makdisi

Ürdün Suvaka Hapishanesi, Yıl: m. 1995 - h. 1416

Bütün hamdler alemlerin Rabbi Allah’a özgüdür. Salât ve selam Allah’ın Rasulü üzerine olsun… Bir tutuklu bana dedi ki:

“Bugün ailem beni ziyarete gelmişlerdi. Bense o esnada uyuyordum. Beklemişler ancak kimse bana bir haber vermedi. Ve bu sebepten dolayı da ziyaret sürem boşa geçti. Ancak şu kişi -Allah onu hayırla mükafatlandırsın- ailemin beni tekrar ziyaret etmeleri için kendilerine izin verdi.”

Bu sözler üzerine “Allah’a hamd olsun. Allah kerimdir” dedim. Gardiyan hemen müdahale ederek “peki ben kerim değil miyim?” dedi. Bu sözüyle tutuklunun, ailesiyle tekrar görüşmesine izin vermesini kastediyordu. Kendisine dedim ki:

- “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Hiç şüphesiz Allahu (Subhanehu ve Tealâ) bu dini hiçbir nasibi olmayan kimselerle destekler.” İşte Allahu Tealâ bu şekilde insanların çoğunu kendilerinde Allah’ın dinine yardım etme niyeti olmaksızın bu dine ve Müslümanlara yardım etmeleri için kullanır. Ancak onlar bu yaptıkları ile hiçbir karşılık alamazlar. Baksanıza Kral Fahd b. Abdulaziz’e… Milyonlarca Kuran-ı Kerim basmıştır. Allah onu bu dine hizmet etmesi için kullanmıştır. Ancak o şirk üzere olduğu, kafirleri dost edindiği sürece Allah katında bu yaptıklarından dolayı kendisine hiçbir ecir verilmeyecektir. Allahu Tealâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” (5, Maide/51)

- Sen bunu nereden biliyorsun ki? Onun hakkında nasıl böyle bir hüküm verirsin? Bunun bilgisi ancak Allah katındadır.

- Muhakkak ki Allah (Subhanehu ve Tealâ) bunu bize kitabında öğretmiştir. Müşriklerin amellerine dair şöyle buyurmaktadır:

“Onların yaptıkları her işin önüne geçtik, böylece onu savurulmuş toz zerreleri kılıverdik.” (25, Furkan/23)

Bu demektir ki, müşrikler hastaneler, mescidler yapabilir, bir çok iyi ve hayırlı amellerde bulunabilirler. Ancak tüm bu yaptıkları amelin sıhhatinin ve kabul edilmesinin ilk şartı olan tevhid ve iman binası üzerine kurulmadığı sürece kabul edilmeyecektir. Her kim Allah’a şirk koşar, müşrikleri dost edinir onların batıl kanunlarına tabi olursa ya da onları himaye eder, muvahhidlere savaş açar ve onlara düşmanlık ederse… İşte böyle bir kimsenin Allah ile hiçbir bağı yoktur. Onun ameli şirkten ve tağutlardan Allah’a yönelinceye kadar kabul olunmaz.

- Allah’a yemin olsun ki şeyh senin sözlerinin dörtte üçü doğrudur. Ancak diğer dörtte bir olan tağutlar konusuna gelince…

- İşte bana göre de en önemli ve en güzel olan bu dördüncüsüdür.

Bir gün mahkumlardan biri bana erkeğin avret sınırları ile ilgili bir soru sordu. Bu konuda kendisine çelişkili gelen bazı hadislerin olduğunu söyledi. Bununla beraber çoğu zaman bizim tağutları, yardımcılarını ve taraftarlarını tekfir ettiğimizi duyuyordu. Bu konuda da Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in namaz kılan bir kişinin öldürülmesinin nehyine (namazın kanı koruduğuna) diar hadisini nakletti ve bu konularda kendisine cevap vermemizi istedi. Ona şöyle cevap verdim:

- Öncelikle erkeğin avret sınırlarına dair olan sorudan başlayalım. Allah sana hidayet etsin. Öncelikle şunu bilmen gerekir ki şer’i naslar arasında bir çelişkinin olması mümkün değildir. Şayet Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir şeyi emreder ve daha sonra da kendisi bu emrin hilafına bir fiilde bulunursa alimler bu konuda çeşitli yollar tutmuşlardır.

Bunlardan ilki mümkün olduğunca nasların arasını birleştirmektir. Mesela avret konusunda alimler şöyle demişlerdir:

Avret yerleri avret-i galiza ve avreti hafife olmak üzere ikiye ayrılır. Avreti galiza, ön ve arka edep yerleridir. Avreti hafife ise edep yerleri dışında kalan baldır ve uyluklardır. İşte bu şekilde bir ayrım senin zahiren birbirine muhalif gördüğün hadisler arasında ihtilafı ortadan kaldırmaktadır.

Yine alimler bu tür ihtilafları giderme adına “emir amele takdim edilir” demişlerdir. Yani Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bir emri ile bir ameli arasında muhalefet varsa öncelikle emrettiği alınır. Zira bazı durumlar sadece Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) has olabilir ancak emirler ümmetin genelini kapsar. İşte bundan dolayı baldırın örtülmesi emir olduğu için esas olan onu örtmektir. Her ne kadar aksi bir uygulama söz konusu olsa bile burada emir esastır.

Yine hadisler arasında zahiren görülen ihtilafı gidermek için alimler nesh meselesini de zikretmişlerdir. Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) emriyle daha önce yaptığı bir ameli nesh edilmiş olabilir. Burada hangisinin nasih, hangisinin mensuh olduğunu anlamak için emrin ve fiilin işleniş tarihlerine bakılır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; baldırların örtülmesi takvanın kemalindendir. Edep yerleri gibi ağır avret değildir.

İkinci soruna gelince; Allah sana hidayet etsin. Bil ki; tevhidin ve İslam’ın örtülerinden soyutlanarak bu dine yardım etmeyi terk etmek, avret yerlerini açmaktan daha büyük günahtır. Bu yüzden kişinin şirk ve mürted yöneticiler karşısında dinini ve tevhidini muhafaza etmesi avreti muhafaza etmesinden daha önemlidir.

Namazın kişinin kanını koruması meselesi şu şekildedir. Müslim’de geçen bir hadiste Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Müslümanların başına kötü yöneticilerin geleceğini söyledikten sonra sahabe “Ya Resulullah! Onlarla savaşalım mı?” diye sormuş Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ise, “Hayır. Namaz kıldıkları sürece savaşmayın” diye cevap vermiştir. Bu alimlerin de işaret ettiği gibi yöneticiler tevhid üzere amel ettikleri sürecedir. Çünkü tevhid olmadan namazın hiçbir değeri yoktur.

Bilinmelidir ki, tevhid ibadetin şartlarından bir şarttır. Kişi Allah’ı tevhid etmediği ya da eksik tevhid ettiği sürece amelleri kabul olmaz. Bu yüzden amellerin kabulü için tevhid şartı diğer şartlardan daha önemlidir. Bir adam abdest almadan namaz kılarsa sence bu namaz makbul olur mu?

- Hayır. Namazı batıldır.

- Evet elbette o kişinin abdestsiz kıldığı namaz batıldır. Çünkü taharet namazın sıhhatinin şartlarındandır. Peki ya en büyük şart olan tevhid söz konusuysa durum ne olur. Nitekim Allahu Tealâ bütün elçilerini tevhidin tebliği için göndermiş ve kitapların tamamıda bu amaca binaen indirilmiştir.

“Andolsun, biz her ümmete: 'Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının' (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.” (16, Nahl/36)

“Artık kim tağutu tekfir edip Allah'a iman ederse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” (2, Bakara/256)

Allahu Teala kişinin kurtuluşa ermesi ve ibadetlerinin kabul edilmesi için tağutu inkar ederek Allah’a iman etmesi gerektiğini beyan etmiştir. Ancak kim namaz kılan, oruç tutan ancak bununla beraber tağutları ve onların kanunlarını koruyan, onlara karşı dostluk besleyen tağutlara yardım eden kimseler gibi Allah’a iman ettiği halde tağutu inkar etmezse o kişinin sağlam kulpa sarılarak kurtuluşa ermesi, ibadetlerinin makbul olması kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü ibadetlerin kabul edilmesi için en önemli şart şirkten bütünüyle beri olarak Allah’ı tevhid etmektir. Bu şartı yerine getirmeyen kişinin ne namazı, ne orucu ne de diğer ibadetleri ona fayda vermez. Bu önemli şarta bağlı kalmaksınız ibadet ve amel edenlere dair Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

“Onların yaptıkları her işin önüne geçtik, böylece onu savurulmuş toz zerreleri kılıverdik.” (25, Furkan/23)

“İnkâr edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir.” (24, Nur/39)

Yine Allahu Tealâ bir başka ayette şöyle buyurmaktadır:

“O gün, öyle yüzler vardır ki, zillet içinde aşağılanmıştır. Çalışmış, boşuna yorulmuştur.” (88, Gaşiye/2-3)

Yani dünyada ibadet etmekten yorulmuş yüzler… Ancak onların akıbetine dair Allahu Tealâ şöyle buyurmaktadır:

“Kızgın bir ateşe yollanırlar.” (88, Gaşiye/4)

Çünkü onlar ibadet ederken tevhid şartını yerine getirmemişlerdir. Bu yüzden Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabı insanlar bu önemli şartı (tevhidi) yerine getirmeksizin onları namaz kılmaya davet etmemişlerdir. Bilakis öncelikle tevhide davet etmişlerdir. Namaz, zekat gibi şer’i amellerin kesinlikle tevhid olmadan kabul olmayacağını onlara açıklamışlardır. Bunun en açık delili Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Muaz bin Cebel’i (radıyallah anh) Yemen’e gönderirken ona yaptığı şu tavsiyedir:

“Onları öncelikle Allah’tan başka ilah olmadığına ve benimde Allah’ın resulü olduğuma şahitlik etmeye çağır. –Diğer bir rivayette ise onları sadece Allah’ı birlemeye çağır şeklindedir.- Bu iki şehadette sana itaat ederlerse, Allah’ın kendilerine beş vakit namazı farz kıldığını bildir...”

Sonuç olarak kişi Allah’ı birlemediği sürece ne namazı, ne orucu ne de sadakası makbul değildir. Bu yüzden senin sorduğun hadiste “namaz kıldıkları sürece onlarla savaşmayın” sözü tevhid şartını yerine getirdikleri sürece demektir. Nitekim abdest olmadan da namazın kabul edilmesi mümkün değildir. Şimdi sana soruyorum “onlar namaz kıldığı sürece onlarla savaşmayın” hadisinde abdestli namaz kılmaktan bahsediyor mu?

- Hayır

- Peki abdetsin namaz için bir şart olduğunu nereden biliyorsun?

- Diğer hadislerden.

- İşte tevhid içinde aynı şey söz konusudur. Çünkü o şartların en önemlisi, farzların en büyüğüdür. Allah hepimizi hidayete ulaştırsın ve seni içinde bulunduğun bu büyük yanlıştan kurtarsın.

- Hamd alemlerin rabbinedir. Salât ve selam nebi ve resullerin en sonuncusu olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) üzerine olsun.
15-Şevval-1416 h. (5/3/1996m.) tarihinde meclisteki “Halk Özgürlüğü Komisyonu” başkanı Zeyb Abdullah hapishaneyi ziyaret etti. Bu hükümetin güven oyu almasından sadece bir gün sonraydı. Mahkumlar onu istek, rica ve evrak yağmuruna tuttular. Ancak o maalesef İslami dava ile ilgili tutuklu bulunan birkaç kişiden başkasını kabul etmedi. Gezisinin ardından hapishaneden ayrılmadan önce (Allah’ın lûtfu ile) onunla hapishane idaresi önünde karşılaştım. Aramızda şöyle bir konuşma geçti. Ona dedim ki:

- Biz başkaları gibi senden herhangi bir şey istemek için gelmedik. Ya da hapishane idaresinden, davranışlarından şikayetçi olmak vs. için gelmedik. Çünkü zaten “Kızıl Haç” ve diğer heyetler bu iş için sürekli geliyorlar. Onlara da hiç bir şey söylemiyoruz, şikayette bulunmuyoruz. Allah bizim Mevlamızdır. Bizi O gözetir. Bizi bu hapishaneden ne siz, ne bir başkası, ne de efendileriniz çıkarmayacaktır. Ancak Allah bunu dilediği zaman herkese inat sadece onun iradesi ile çıkacağız. Biz, sana Allah’ı hatırlatmak ve ona davet etmek için geldik. Biz hiç şüphesiz biliyoruz ki sen buraya bizi düşündüğün için geldin ve eğer bizi bu hapishaneden çıkarmak senin elinde olsaydı çıkarırdın.”

- Vallahi öyle…

Bunun üzerine güvenlik görevlilerini ve subayları işaret ederek ona şöyle dedim:

- Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a andolsun ki; biz de seni ve bu insanları düşünüyoruz. Biz, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen bu hükümetin sizi koyduğu bu hapishaneden çıkarmak istiyoruz. Yani parlamentoya katılmak suretiyle kendinizi hapsettiğiniz o hapishaneden. Çünkü cehennem hapishanesinin yanında bizim içinde bulunduğumuz hapishanenin lafı bile olmaz.

“Cehennemi, kâfirler için kuşatıcı bir zindan yaptık.” (17, İsra/8)

Yani sizi şirk ve onun karanlığındaki hapishaneden İslam’ın nuru ve refahına çıkarmak istiyoruz.

- Sen bana selam vermeyenlerdensin değil mi?

- Evet sana selam vermiyorum. Çünkü sen; teşri (kanun koyma) noktasında yönetime katılıyorsun. Beşeri kanunlara bağlı kalacağına dair yemin ediyorsun ve dün Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen bir hükümete güven oyu verdin.

- Parlamentoda kanun koyma noktasında şunu söylemek isterim. Bu kanunların bir kısmı şeriate muhaliftir bir kısmı ise şeraitle mutabıktır. İşte biz şeriate muhalif olan kanunları reddediyoruz, şeriate muvafık olan kanunları ise kabul ediyoruz.

- Bu söylediğiniz sözün cevabı oldukça uzundur. Ne olursa olsun kanunlarınız anayasaya uygun olmak zorunda değil mi?. Karşı çıkışınız da ancak anayasa çerçevesinde olabilir. Size bu konuyu ve bu anayasanın küfür anayasası olduğunu ayrıntıları ile açıklayan bir kitap hediye etmek istiyoruz. Onu dikkatlice ve iyice düşünerek okumanızı rica ederim. Güvenlik güçlerine de bir nüsha vereceğim. Allah’tan hem kendimiz hem de sizin için hidayet diliyorum.

- Allah’dan bize ve size hidayet etmesini diliyorum. Umarım en kısa zamanda Allah sizi hürriyetinize kavuşturur ve bu konuları dışarıda etraflıca görüşür, tartışırız.

- “Benim için bu sorun değil. Allah’ın sevdiği ve razı olduğu herkesi hidayete ulaştırmasını diliyorum.”

 
tawh1d Çevrimdışı

tawh1d

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Tevhid ve Şirk Askerleri Arasında Diyalog (3)

Ebu Muhammed el-Makdisi

Asıl Tekfirçiler Kimlerdir?!


Ramazan ayının son günleri idi. Hala devam eden ve hiç bitmeyen “Tanzimu-l Kaide” isimli dava hakkında ifademin alınması için İstihbarat Daire Başkanlığı’ndaki hücremden alınarak Savcı Mahmud Ubeydat’ın odasına götürüldüm. Odasına girdiğim zaman genel adetim üzere kendisine selam vermedim. Ellerimdeki kelepçeleri çözdüler, gözümdeki bezi çıkardılar. Savcı bana dönerek dedi ki:

“Nedir bu hal ey Ebu Muhammed! Bize selam vermemeyi ve bizi tekfir etmeyi hala bırakmadın mı?”

Ona dedim ki:

“Aramızda artık bir selam mı kaldı ey Ubeydat? Senin küfrünü bir kenara bıraksak bile, senin isminle evlerimize baskınlar düzenlenmiyor mu? Annelerimiz ve çocuklarımız senin verdiğin onayla korku içinde gecelemiyorlar mı? Senin verdiğin kararlarla kardeşlerimiz müebbet hapse mahkum olmadılar mı? Tüm bunlardan sonra hala aramızda nasıl selam olur ki…?

Bu esnada Savcu Ubeydat’ın yardımcısı Mahmud Hayasat sözümü keserek konuşmaya başladı:

“Muhakkak ki Allah kızarana dek bin sene alevlenen ve sonra kararana dek yine bin sene alevlenen cehennem ateşini bunun gibi hariciler için hazırlamıştır.”

Bunun üzerine ben de dedim ki:

“İyi dinle bak Ubeydat! Arkadaşın neler diyor…Bizim sözlerimiz mi daha tehlikelidir yoksa sizin söylediğiniz bu söz mü? Bizim sizi tekfir etmemiz ancak dünyevî hükümler üzerinedir. Ancak sonunuzun ne olacağını ise bilmiyoruz ve ahirette ki yerinize dair bir hüküm bildirmiyoruz. Belki sizler ölmeden önce tevbe edersiniz ve küfrünüzden uzaklaşırsınız. Ancak size gelince, aynen şu adamın yaptığı gibi Allah’tan başka hiçbir kimsenin bilmeyeceği uhrevi/gaybî hükümlerle aleyhimizde hükmediyorsunuz. Evet şimdi hangi hüküm daha tehlikelidir. Bizim vermiş olduğumuz hüküm mü yoksa sizin hükmünüz mü? Hangimiz Allah’ın dinene karşı daha cüretkârız. Ve asıl tekfirci ve harici olanlar kimler acaba? Biz mi yoksa siz mi?”

Suvaka hapishanesine naklediliyordum. Bölüm başkanı ile münakaşa etmeye başladık. Kendisine “Allah sana hidayet etsin” dedim. Birden hareketlendi ve bana dedi ki:


- Asıl Allah sana hidayet etsin.

- Allahumme Amin… Bizler nafile namazlarımızda ettiğimiz hidayet temennimizin dışında bir de gece ve gündüz farz namazlarımızda 17 defa Rabbimizden bizi dosdoğru yola hidayet etmesini dileriz. Her halimizde O’ndan hidayet dilemekten hali olmayız. İşte bundan dolayı senin hakkında verdiğim hüküm budur. Bil ki; sen, ben ve hepimiz Allah’ın hidayetine muhtacız.

- Benim de senin hakkında verdiğim hüküm budur… Senin verdiğin hüküm gibi?

- Yani sana göre ben kafirim öyle mi?

- Evet

- Ancak ikimizin arasında çok büyük bir fark var. Şöyle ki; sana daha önce defalarca açıkladığım üzere ben seni şer’i delillere binaen tekfir ediyorum. Ancak sana gelince; beni tekfir etmen bütünüyle nefsinden kaynaklanmaktadır. Şer’i delillerden değil… İşte bu tekfirde aşırı gitmenin radikal olmanın, gelişi güzel hüküm vermenin kendisidir. Asıl tekfirci işte sizlersiniz. İddia ettiğiniz gibi bizler değil…

İşte şer’i esaslara dair aşırı cehalet tekfircilerin en bariz sıfatlarındandır. Onlar hüküm vermede acele ederler, hiçbir şer’i esasa dayanmadan tekfir ederler. Müslümanların dokunulması haram olan kutsallarını helal sayarlar, kanlarına ve mallarını dokunulmaz görmezler.

Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki, şirkin ve beşeri kanunların askerleri bu sıfatları öncelikle hak etmektedirler. Onlar Müslümanların dokunulması haram olan kutsallarını mübah görmekte, Müslümanlarla harb etmekte buna karşılık hariciler gibi putperestlere hiç dokunmamaktadırlar. Defalarca şer’i maske altında muvahhidlerin evlerine baskın düzenlemişler, kanlarını ve mallarını helal saymışlar, hukuklarına tecavüz etmişler, dokunulması haram olan kutsallarını mübah görmüşlerdir. Bununla beraber onların küfür kanunları putperestlerin ve haçlıların koruyuculuğunu yapmakta, onların kanlarını haram saymaktadır.

Yine bu tekfirciler, ilimsizce Allah’ın dini hususunda cüretkâr olma bakımından insanların ileri gidenleridir. Gelişi güzel batıl hüküm vermede çok çabuk davranırlar. Bundan dolayı da din hususunda Allah’ın yarattığı kimseler arasında en cahil kimseler tekfirçilerdir.

“Onlar, sadece bu dünya hayatının dış yüzünü bilirler. Ahiretten ise onlar hep gafildirler.” (30, Rum/7)

Ancak bizlere gelince –Allah’a sonsuz kere hamd ve şükürler olsun ki- gerek tekfirde aşırı gitmekten gerekse de tekfirde aceleci davranmaktan insanların en uzak olanıyız. Ancak Allah ve Resulü’nün tekfir ettiği kimseleri tekfir ederiz. Bütün yazdıklarımızca ancak apaçık bir şekilde küfre giren, delil üzere küfürleri gün ortasındaki güneş gibi açık olan insanlarla meşgul olduk. Onlar küfrün ileri gelenleri, tağutları, onların yardımcıları ve destekçileridir. Onlar bütün hayatlarını kafirlere yardım etmeye, onların şirklerini ve küfür kanunlarını sağlamlaştırmaya, İslamla ve Müslümanlarla savaş açmaya adamışlardır.

Yine bizler hiçbir zaman insanları tamamen tekfir etmekle meşgul olmadık. Müslümanların avamına karşı devamlı şefkatle yaklaştık, zayıf ve güçsüz olmalarından, tağutların onların başına musallat olmasından dolayı onlara merhamet ettik. Tüm bu belalardan onları kurtarmak için çaba gösterdik.

Ve yine bizler tekfirin şartları ve onun muteber engellerine göre hareke ettik. İnsanları ancak açık ve sarih küfürleri sebebiyle tekfir ettik. İhtimaller, zan ve hırs üzere kimseyi tekfir etmedik. Amellerin ya da sözlerin kendi kanaatimizce gereklerine göre bir tekfirden ya da kural ve kaide dışı bir tekfirden de devamlı surette sakındırdık.

Davetimizin mihveri Allahu Tealâ’nın şu ayetidir:

“De ki: İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar (işte böyleyiz). Ben Allah'ı tesbih ederim ve ben müşriklerden değilim.” (12, Yusuf/108)

 
tawh1d Çevrimdışı

tawh1d

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Tevhid ve Şirk Askerleri Arasında Diyalog (4)


Ebu Muhammed el-Makdisi

Ürdün Suvaka Hapishanesi, Yıl: m. 1999-2000 - h. 1420

Asıl Zorba, Kibirli ve Sert Olan Kimlerdir??


Nasıl ki şirk askerlerine karşı selam vermiyorsak aynı şekilde onlarla tokalaşmıyorduk da… Bunun sebebinin ise onlarla aramızdaki kesin ayrılığa binaen olduğunu, onların beşeri kanunların safında yer aldıkları sürece bunu değiştirmeyeceğimizi kendilerine defalarca anlattık.

Günlerden bir gün “Suvaka” hapishanesinin müdürü ile karşılaştım. Beraberinde yardımcıları, gardiyanları ve esirlerden bir gurup vardı. Hepside zillet içinde dilenerek isteklerini sunuyorlardı. Beni yardımcısı ile tanıştırdı. Yardımcısı tokalaşmak için bana elinizi uzattığında ona “kendini zora sokma. Ben seninle tokalaşmam” diyerek karşı koydum. Bunun üzerine gardiyanlardan bazıları ona “efendim bunlar bizimle selamlaşmazlar” dedi.

Ben gardiyanların sözünü düzeltircesine şöyle dedim:

“Bu konunun yanlış anlaşılmamasını temenni ederim. Bizim sizlerle tokalaşmamamızın ya da size selam vermememizin sebebi sizin bedenlerinizin necis olduğuna inanmamızdan kaynaklanmıyor. Hayır asla… Fakat bizler kendimizi bu dinin askerleri ve Kur’an’ın erleri olarak görüyoruz. Bundan dolayı da burada hapsedilmişiz ve hapishane hayatımız hala sürmektedir. Ve yine inancımıza göre sizlerde beşeri kanunların erlerisiniz. Bizzat kendinizin de söylediği gibi gözleriniz onu himaye etmek ve sağlamlaştırmak için sabahlamaktadır. Allah’ın şeriati ile hükmetmekten yüz çeviriyorsunuz. Sizler ayrı bir saftasınız bizler ayrı bir safta…

“Şu ikisi Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır.” (22, Hac/19)

Sizler bu beşeri kanunları terk etmediğiniz ve Allah’ın dinine yardım etmediğiniz sürece ellerimiz ellerinize asla değmeyecektir. Ancak bunu yaparsanız işte o zaman dostlarımız ve kardeşlerimiz olursunuz. O zaman sizinle tokalaşırız. Size yardım ve hizmet ederiz.

Bu esnada gardiyanlar bizim konuşmalarımızı dinlemek için toplanan mahkumları azarlamaya başlarlar…

Tutuklanmamın ilk günleri… Bayramı hapishanede geçiriyorum… Hapishanede “İstihbarat Daire Başkanı” tarafından çağrıldım. Odasına girerken kendisine selam vermedim ve tokalaşmadım. Müdürleri bana oturmamı işaret etti ve oturdum. Alışkanlığımız gereği onlara selam vermememiz üzerine bana sataşmaya kalktı. Gerek bu yaptığımın davet ahlakına aykırı olduğuna gerekse başka meselelere dair bana vaaz vermeye başladı. Kendisine dedim ki:

Davet ahlakını ancak Kur’an’da Allah’ın şu kavliyle vasıflandırdığı Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tayin eder:

“Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (68, Kalem/4)

Ve Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bize şöyle tavsiyede bulunmuştur:

“Yahudi ve Hıristiyanlara öncelikle siz selâm vermeyin.”

Tokalaşma konusuna gelince size karşı bakış açımızı biliyorsunuz. Bunu daha önce defalarca anlattık. Şimdi yeniden tekrar etmeye hacet yoktur.

Daha sonra konu döndü dolaştı şirke ve kendilerinin “müşrik” olarak vasıflandırılmasını kabullenmemelerine geldi. Ben de kendilerine hangi yönden günümüz şirkinin içine düştüklerini, Allah’tan başka kanun koyucuları nasıl rab edindiklerini, teşri ve hüküm noktasında Allah’ın dininden başka bir dini nasıl din edindiklerini uzun uzun anlattım. Allah’ın takdiri bu ya o sıra da yaşça bizden büyük bir polis muhabiri yanımıza girdi. Beni tanımıyor ve daha önce de hiç görmemişti. Müdürün masasının üzerine bir takım evraklar bıraktı, orada bulunanlarla tek tek tokalaşarak bayramlarını kutladı. Ardından büyük bir hevesle, hürmet ederek bana tokalaşmak için elini uzattı ve “ey Şeyh! Sizin için hayır temenni ederim. Bayramınız mübarek olsun” dedi. Kendisine elime uzattım, tokalaştım ve “İzzet ve hayır İslam’ın ve Müslümanların üzerine olsun” dedim. Ardından odadan hemen ayrıldı.

İlk kez bir polisle tokalaştığımı gördükleri için odada bulunanların yüzünde garip bir şaşkınlık vardı. İçlerinden diğerlerine göre daha yetkili olan birisi bana dedi ki:

“Onunla nasıl tokalaştın? Halbuki bizimle tokalaşmıyordun.” Kendisine şöyle dedim:

“Konumuna göre hareket etmek diye bir şey vardır. Biz sizinle tokalaşmanın aslen haram olduğuna inanmıyoruz. Sizinle selamlaşma noktasında gösterdiğimiz titizliği tokalaşma konusunda göstermiyoruz. Size daha önce de defalarca anlattığım gibi sizinle tokalaşmamamızın asıl nedeni sizinle aramızda bir fark olduğunu, sizden ve kanunlarınızdan berî olduğumuzu ortaya koyma adınadır. Ve sizler gerek aramızdaki bu farkı, gerekse bizim davetimizin tüm detaylarını şu hapishanede görüyorsunuz. Ancak biraz önce içeri giren kişiye gelince; beni daha ilk defa görüyor. Şayet ona davetimi açıklama imkanım olsaydı onunla tokalaşmazdım. Ancak ben onun sizden aşırı derecede korktuğunu ve bu yüzden de odadan apar topar çıktığını gördüm. Kendisi ile neden tokalaşmadığımı anlatmaya imkanım yoktu. Onunla tokalaşmamamdan dolayı beni edepsiz, kaba, kibirli, nefsine uyan bir kimse olarak görmesinden korktum. Haramlığına dair hiçbir şer’i nassın olmadığı bu konuda bir mefsedete sebep olmama adına da ruhsatı seçtim. Ancak size gelince; davetimiz sizin katınızda oldukça açık ve bilinmektedir. Sizinle tokalaşmamamız konusunda da kendisinden korktuğumuz bir mefsedet yoktur. Ancak sizin bize iftira atmanız müstesna…

Yine Allah’ın takdiri gereği o esnada içeriye bir gardiyan girdi ve onlarla tokalaştı. Daha sonra tokalaşmak için bana yöneldi ve elini uzattı. Ona elimi uzatmadım ve şöyle dedim:

“Size karşı tavrımızı biliyorsun…”

“Bayramda bile öyle mi? dedi. Bunun üzerine kendisine dedim ki:

“Size dair inancımızda ve size olan davetimizde gerek bayramda gerekse diğer günlerde bir değişiklik söz konusu değildir. İnanç farklı durumlar sonucu değişir mi hiç?”

Bu sözüm üzerine birbirilerine baktılar ve gülümsediler.

Bir müddet sonra davetimizden hoşlanan ve konumumuza saygı gösteren bir kimse yanımıza geldi. Bana pişmanlığını itiraf etti. Hapishaneye gelen ziyaretçileri bizden ve davetimizden uzaklaştırmaya çalışıyormuş. Ziyaretçileri etkilememizden korkuyormuş.. Onların davetimizi kabul etmelerinden yana endişe duyuyormuş… Bana dedi ki:

“Sizin hakkınızda çok şeyler söyledim. Uyuşturucu haplar kullanmaya cevaz verdiğinizi bile söyledim. Ancak şu an çok pişmanın ve bir daha asla böyle bir şey yapmayacağım.”

Yine bir başkası da şöyle demişti:

“Allah’a yemin olsun ki sizin davetiniz hak olan bir davettir. Bizim hakkımızda ne söylerseniz söyleyin… Bizler sizi seviyoruz.”

Kardeşlerimizden birisi bana anlattı. Hapishane de Hırıstiyan gardiyanlardan bir tanesi kardeşlerimizin hak üzere sebat edişini oldukça beğenerek kendilerine şöyle demiş:

“Allah’a yemin olsun ki ben size saygı duyuyorum ve sizi çok seviyorum. Elbiselerinizi yıkamak dahi bana şeref verir.”

Davetimize karşı düşmanlık yapanların hakkımızda atmış oldukları “tekfirde aşırılık” iftirası aslen kendilerini tekfir etmemize dair acziyet içinde olmaları ve delillerimizi delille çürütememeleri sebebiyledir. Onlar bu davet ehlini aynı şekilde radikallik, kabalık, burnu büyük olmak ve kibirli davranmakla da suçluyorlar. Çoğu zaman bu tavırlarının tek nedeni kardeşlerimizin onların karşısındaki tavizsiz tutumudur. Özellikle de kardeşlerimizin tavrını yalaka ve yağcılarla karşılaştırdıklarında bizi oldukça sert buluyorlar. Ancak asıl kaba, kibirli ve densiz olanlar kendileridir. Bu davete ve ehline karşı kapkara bir kin beslemektedirler. Diğer insanların kendilerine saygı ve hürmet göstermelerine alışkındırlar. Ancak muvahhidler kendilerine diğer insanlardan görmeye alışkın oldukları bu tavırları göstermiyorlar. Kendilerine saygı duyup hürmet etmiyorlar. Hatta selam bile vermiyorlar. Gururlarını kıran, kibirlerini ifşa eden bu davranışa karşılık bizim kibirli olduğumuz iftirasını atıyorlar.

Eğer onların kapalı kapılar ardında sorgu ve işkence esnasında muvahhidlere karşı kullandıkları üsluplarını görseydiniz o zaman onların en çirkef ve en ahlaksız insanlar olduklarını anlardınız.

Bunun yanı sıra onların içinde kısmen de olsa adaletli olanlar bu dava ehlinin güzel ahlakına şahitlik etmektedirler. Bir çok açıdan onlara karşı duruşumuzu ve davetimizi beğendiklerini itiraf ediyorlar. Bu konuda pek çok örnek daha önce vermiştik.

Dedikleri gibi: “Fazilet, düşmanımdan duyduğumdur.”
 
tawh1d Çevrimdışı

tawh1d

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Tevhid ve Şirk Askerleri Arasında Diyalog (5)


Ebu Muhammed el-Makdisi

Ürdün Suvaka Hapishanesi, Yıl: m. 2000-2001 - h. 1421

Kimler Terör Estiriyor? Asıl Teröristler Kimdir?


Sistem tarafından “İmama Bey’at” olarak adlandırılan davadan dolayı hapishanede olduğum sıralarda istihbarat dairesindeki sorgu memurlarından birine “içinde bulunduğunuz şu durumdan dolayı Allah’a tevbe etmeyi düşünmüyor musun?” diye sordum.

Kahkahayla gülerek dedi ki:

- Tevbe mi? Neden dolayı tevbe edecekmişim ki?

- Dinle ve davetçilerle savaştığın için.

- Ben dinle savaşmıyorum. Ben senin gibi teröristlerle savaşıyorum. Seni evinde bomba ve mayınlar ele geçirdik. Sen bir teröristsin. Bu yüzden seni ve senin gibileri tutukluyoruz. Neden falancayı filancayı tutuklamıyoruz?

Bununla Mürcie’nin günümüzdeki uzantılarından olan bazı cemaat liderlerini kastediyordu. Davetçilere karşı savaşıp tağutlarla barış yapan, onlara boyun eğen, Müslümanlara karşı savaşıp putperestleri destekleyenleri... Bu yüzden de putperestler onları tutuklamıyor, onlara saldırmıyorlar.

- Sen bu sözlerinle yaptığın işin yanlış olduğunu baştan itiraf ediyorsun zaten. Daha önce de beni yazılarım ve tebliğim nedeniyle tutuklamıştınız. Devamlı surette beni izliyor daha sonra da evime baskınlar düzenliyordunuz. Kapısını kaç kere kırdınız. Bomba ve mayınların kokusunu almadan önce evimi bastınız, yazılarıma el koydunuz.

- Elbette… Çünkü senin davan bize göre bomba ve mayınlardan daha tehlikeli. Sen gençlere bizden ve küfrümüzden uzak durmayı öğretiyorsun... Peki ya sonra? Gençler de doğal olarak biliyorlar ki kafir, kanı helal olandır. Sen açıkça onları bizimle savaşa çağırmasan bile onlar kendi başlarına bunu düşünüyor ve bizi öldürmeye çalışıyorlar. Senin davetin terörist yetiştiriyor. Bu yüzden bomba ve mayınlardan daha tehlikeli.

- Bu söylediğin durum her zaman için geçerli değildir ki. Eğer sizlerden biri tevbe eder, Müslüman olur ve din ile savaşmayı bırakırsa artık o bizim kardeşimiz, dostumuz olur. Ona canımızı feda ederiz. Hem sonra bütün kafirler öldürülmez. Onların içinde eman verilmiş olanlar olduğu gibi asker ve savaşçı olmayanlar da vardır. Terör olarak adlandırdığınız şeyin anahtarı sizin elinizde. Bizzat siz dine karşı açtığınız savaş ve dindarlara karşı duyduğunuz düşmanlık yüzünden gençleri buna itiyorsunuz.

“Cifr Sahravi” hapishanesinde şirkin ve beşeri kanunların askerleri bazı kardeşlerimize saldırıp elektrikli zincirler ve sopalarla onları döverlerken aralarında şöyle bir konuşma geçer:

- Allah’tan korkmuyor musunuz? Bilmiyor musunuz ki (gerçek) hesap ve azap oradadır ve cehennem zindanı sizin şu zindanlarınızdan çok daha büyüktür?

- Hayır… Ben korkmuyorum. Çünkü ben cehenneme bilet kesiyorum.

- Sakın sizin gibilerin her zaman dediği gibi “biz sadece emir kuluyuz, bizim devletin yanlışlarıyla bir alakamız yok” demeyin. İşte siz burada tağuta alet oluyor ve onun zulmeden eli oluyorsunuz. Efendinize bakın. Amerika’ya gidiyor ve sizden haberi bile yok. Siz ise burada zulmediyor ve yaptıklarınızın sorumluluğunu ona yükleniyorsunuz. Sakın bize “bizim bir alakamız yok” demeyin. Madem bu gün burada fiili olarak efendinizi inkar etmiyorsunuz o zaman birbirinizi inkar edeceğiniz, birbirinizden uzaklaşacağınız o kıyamet gününde sakın bize gelip “bizim onlarla hiçbir ilişkimiz yoktu” demeyin.

- Sus… Evet kral bizim efendimizdir. Ve eğer tek kelime daha söylersen sana onun için iki rekat namaz kıldıracağım.

İşkenceye ara verdikleri sırada kardeşimiz namazını kılmak için kıbleyi sorar. Cellatlardan biri cevap verir:

“Burada kıble filan yok! Namaz da yok!”

Bu bizim ve kardeşlerimizin bizzat yaşadığımız olaylara bir örnektir. Bunu bizlerden ve zulmün pençelerine pek çok kez düşenlerden başkası bilemez. Bir yandan Allah’a ve dine en iğrenç kelimelerle küfrediyorlar, din ile ve dindarlarla alay ediyorlar sonra da terör nereden çıktı diye şaşırıyorlar.

Son tutuklanışım sırasında bazı görevlilere dedim ki: “Dinimize ve davetimize karşı yürüttüğünüz bu savaşı kendinize meşrulaştırmak için evlerimizde silah ve patlayıcı ele geçirdiğinizi ve bizim terörist olduğumuzu söylüyorsunuz. Bu da kardeşlerimize ettiğiniz eziyet, işkence ve zulüm için size mazeret oluyor. Söyler misiniz bana “terörist eylem gerçekleştirmek maksadıyla plan yapmak” suçunu atmak için bir kaç yazım dışında elinize ne geçirdiniz? Niçin insanları canlarını korumak ya da sözde onları hedef alan teröre karşı savaşmak bahanesiyle aldatıyorsunuz? Onlara, hakka ve tevhide karşı savaştığınız gerçeğini açıklayın. O tevhid ki sizi, küfri hükümlerinizi, şeriatinizi ve şirkinizi inkar ediyor.

Sizin terör dediğiniz şey, sizden ve şirkinizden uzaklaşmayı içeren tevhidin ta kendisidir. Bu yüzden dine ve dindarlara karşı en ufak bir acıma göstermeksizin, hiç bir fark gözetmeksizin saldırıyorsunuz. Bu konuda en kötü işkenceleri, en acımasız zulümleri, gerçek terörün en iğrencini yapıyorsunuz.

Cellatlarınız yalan ve ihanetten sakınmıyorlar. Tecavüzle tehdit ediyor, kadınları ve çocukları tutuklamakla korkutuyorlar. Ya da en azından gecenin geç saatlerinde baskınlar düzenledikleri muvahhidlerin evinden beğendikleri eşyaları çalıyorlar. Silahlarıyla çocuklarımız ve annelerimiz karşısında cesaret (!) gösterisi yapıyor, onları korkutuyorlar.

Diğer taraftan alenen çalışan gerçek terörü savunarak Yahudi ve Amerikalılar önünde küçülüyor hatta sürünüyorlar. Onlar ki (Yahudiler ve Amerikalılar) gerek Müslümanların mescidlerini ve masumların evlerini yıkarak, sivil halkı bombalayarak gerekse de İslam davetçilerini kaçırarak ya da alimlerini hapsederek, çocukları kuşatıp aç bırakarak, kadınları ve yaşlıları öldürerek, halkı darmadağın ederek, servetini yağmalayarak ve ekonomisini harap ederek terörün alasını yapmıyorlar mı?

Bütün bunlar bu işbirlikçilere göre terör değil. Çünkü bunları yapan efendileri. Çünkü tüm bu yapılanlar Yahudi ve Amerikalı efendilerine hizmet eden özel uluslararası örgütlerin, küfri kanunların şemsiyesi altında işleniyor. Efendileri onlar nazarında terörist değildir. Eğer bu eylemler terör olsa bile meşru ve kanuni terördür. Çünkü bu yapılanlar efendileri Amerika’nın hakimiyeti altında olan Birleşmiş Milletler kanunları ve kararları ile yapılmaktadır. Bu yüzden de kendilerine destek vermekten başka bir şey yapılamaz. Böyle olmasa bile sessiz sedasız kabul ederler ya da temize çıkarmaya uğraşırlar. Efendiler kendilerini gözettiği sürece doğal olarak onlarında efendilerine yardım etmekten başka çareleri kalmayacaktır.

Bunların kapalı işkence odalarında yaptıkları şeyde aynıdır. Hiç biri terör değildir. Eğer terörse de kanunlarının izin verdiği meşru bir terördür. Hatta masum tertemiz canların yok oluşuna sebep olsa bile...

İstihbarat dairesindeki sorgu memuru Ebu İsa, tutuklu kardeşlerimizden birine şöyle der:

“Ebu Muhammed’e gücümüz yetmez mi sanıyorsun? Vallahi onun karşısında güçsüz değiliz. Gerektiğinde kolayca onun hakkından gelmesini biliriz. Bütün sermayesi bir trafik kazasında biter. Ona bir suikast düzenleriz ya da bir kamyon onu yol ortasında ezer. Sonra faili meçhuller arasında girer.

Evet tüm bunlar onların nazarında terör değil… Aksine şirk kanunları tarafından gözetilen, küfür dinlerinin izin verdiği meşru eylemlerdir.

Ancak davetçilerin yaptıkları tevhide davet etmek ve şirkten uzaklaşmak… Ya da mücahidlerin Allah (Subhanehu ve Tealâ)’nın “Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve cihad için atlar hazırlayın ki, onlarla hem Allah'ın düşmanlarını, hem de kendi düşmanlarınızı, ayrıca Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız” (8, Enfal/60) kavli gereği cihad için hazırlık yapmaları bu ahmaklar nazarında terördür, aşırılıktır, fesat çıkarmaktır. Ve bütün devletler mücahidlere karşı savaşmak için birleşirler, onları yok etmek için bütün imkanlarını seferber ederler.

“Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.” (22, Hacc/46)

İstedikleri kadar tuzak kursunlar. Bizim dinimizden, davetimizden ve cihadımızdan vaz geçmemiz asla söz konusu değildir. Dağlar kadar tuzaklar kursalar da:

“Allah sizin düşmanlarınızı çok iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter. Ve yardımcı olarak da Allah yeter.” (4, Nisa/45)

Firavun’un kurduğu tuzak ona helak olmaktan başka bir şey kazandırmadı. Kafirlerin hazırladıkları tuzaklar kendilerinin ancak sapkınlığını artırdı.

“Allah emrinde galiptir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (12, Yusuf/21)

Allah bizim dostumuzdur. O ne güzel dost ne güzel yardımcıdır... Onların ise dostu tağutlardır. O ne kötü bir dost, ne kötü bir arkadaştır…
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt