Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tevhidin Manâsı ve Amacı Konusunda Ortaya Çıkan Yanlışlıklar ve Düşülen Hatalar

eylemzayi Çevrimdışı

eylemzayi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Kelâm ve felsefe, nazar kitaplarında tevhîdden bahseden kelâmcıların tamamının gayesi, tevhidi üç kısma ayırmaktır.
Buna binaen derler ki:

1 - Allah zâtı itibariyle birdir / tektir, kısımları yoktur (bölünme kabul etmez.);

2 - Sıfatları itibariyle birdir / tektir, benzeri yoktur;

3 - Fiilleri itibariyle birdir / tektir, ortağı yoktur.

Bu üç kısımdan, onlar nezdinde en meşhur olanı üçüncüsü, yani fiilde tevhîd (Rububiyyet Tevhidi) dir. Bu da âlemin yaratıcısının tek olması anlamına gelir. Onlar bu konuda temânu' delili ve benzeri deliller getirirler.

("Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı, yer ve gök (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti." (Enbiyâ 21/22) âyetinden hareketle ortaya konulan Allah'ın birliğine dair delildir. Delil kısaca şu şekilde ifade edilir: Alemde iki yaratıcı bulunması durumunda, birbirine zıt hususları irade ettiklerinde bunlar arasında bir irade çatışması ortaya çıkar. Her ikisinin de irade ettiği hususun aynı anda gerçekleşmesi, -birbirine zıt olan hususlar bir arada bulunamayacağı için- imkânsızdır. Birisinin diğerine boyun eğmesi onun âciz olduğu veya iradesinin başkasına tâbi olduğu anlamına gelir. Yaratıcı için böyle bir durum düşünülemeyeceğinden, Yaratıcı'nın bir ve tek olduğu sabit olur.)
Arzulanan tevhidin bu olduğunu zannederler ve "lâ ilâhe illallah (Allah'tan başka ibadete layık ilâh yoktur)" sözünün de bu anlama geldiğini zannederek "ilâhlığın / uluhiyyetin" anlamını "yaratma kudreti (yoktan yaratmaya güç yetirme)" olarak görürler.

Oysa, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in peygamber olarak kendilerine gönderildiği müşrik Araplar'ın bu konuda O'na muhalefet etmedikleri, bilâkis Allah'ın her şeyin yaratıcısı olduğunu, hattâ kaderi kabul ettikleri, ancak buna (bu hususta onlardan farklı düşünmemelerine) rağmen müşrik oldukları bilinmektedir.

Dünyada bu şirkin hakikati / aslı konusunda kimsenin ihtilâf / muhalefet etmediği ortaya çıkmıştır.

Ancak son söz olarak denilebilir ki:

İnsanlar arasında Kaderiyye ve benzerleri gibi, varlıkların bazılarını Allah'tan başkasının yarattığı görüşünde olanlar vardır. Maamâfih bunlar, insanların kendi fiillerinin yaratıcısı olduğunu söyleseler de, Allah'ın, kulların ve onların kudretlerinin yaratıcısı olduğunu kabul ederler.

Benzer şekilde, felsefeciler, naturalistler / tabiatçılar ve müneccimler / nücûm ehli, bazı yaratılmışları bazı şeylerin yaratıcısı sayarlar. Bunlar, Yaratıcı'nın varlığını kabul etmekle, söz konusu failleri yaratılmış ve var edilmiş (sonradan meydana getirilmiş) olarak görürler, "Bunlar Yaratıcı'dan müstağnidir; yaratma konusunda O'na ortaktır" demezler. Firavun'un ortaya koyduğu görüş gibi, Yaratıcıyı inkâr eden ise, Yaratıcı'yı yok sayan kâfirin ta kendisidir. (O, münkirdir ve yaratıcıyı ta'til etmektedir.)

Allah'a ortak koşan, fakat O'nun varlığını kabul eden müşrikler hakkında söylenecek söz ise şudur:

Onların (kelâmcıların) ortaya koyduğu (yaratmaya hasrettikleri) bu tevhide bu müşrikler karşı çıkmaz; bilâkis kabul ederler. Bununla birlikte, Kitap (Kur'an) Sünnet ve icmâ' ile sabit olduğu ve İslâm Dini için zorunlu olarak bilindiği üzere bunlar gene de müşriktir. (müşrik oldukları sabittir.)

İkinci kısım (tevhîd), yani "O'nun (Allah'ın) sıfatları hususunda bir benzeri yoktur" sözleri için de aynı şey geçerlidir. Zira, hiçbir ümmette, istiva konusunda O'nun benzeri olan bir kadîm varlığı isbat edip, "Bu varlık istiva konusunda Allah'a ortaktır" veya "O'nun fiili yoktur" diyen birisi çıkmamıştır. Yarattıklarından birini Allah'a benzeten kimse, bazı hususlarda onu Allah'a benzetmektedir.

Allah'ın, yaratıkları arasında, kendisi hakkında vâcib, caiz veya mümteni' olan herhangi bir hususta O'na ortak olan bir denginin bulunmasının imkânsız olduğu aklen bilinir. Zira bu, daha önce zikri geçtiği üzere, birbirine zıt iki hususun bir arada bulunmasını gerektirir.
Kendi başına kaim olan iki varlığın, ikisi için de "varlığın" aynı anlamı ifade etmesi, kendi başlarına kaim olmaları, (kıyam binefsihi) zâtları vb. gibi ortak bir özelliklerinin (müşterek bir ölçünün) bulunması gerektiği, (Böyle bir uyuşma olmadığı takdirde tam anlamıyla ta'til söz konusu olur.) bunu reddetmenin ise bu varlıkların mutlak inkârını gerektirdiği ve ilâhlığa / uluhiyyete mahsus sıfatların isbatının gerekli olduğu da akıl yoluyla bilinir. Bu konudan da daha önce bahsedilmiştir.

Mu'tezile'den Cehmiyye ve diğer bazıları, sıfatların reddini/nefyini bu kapsama (tevhid muhtevasının kapsamına) sokmuşlar ve "Allah'ın ilmi ve kudreti vardır; O görülür veya Kur'ân Allah'ın yaratılmamış kelâmıdır" diyen kimsenin tevhîdci / muvahhid değil teşbîhçi / müşebbihe olduğunu söylemişlerdir.

Aşırı giden felsefeciler ile Karmatîler daha ileri gitmiş ve Allah'ın esmâ-i hüsnâsını inkâr etmişlerdir. "Allah alîm, kadîr, azîz ve hakimdir" diyen kimse tevhîdci / muvahhid değil teşbîhçi / müşebbihe dir, demişlerdir.
Aşırı Karmatîler ise "Allah ne nefiy ne de isbat ile tavsîf olunabilir; çünkü bunların her birinde teşbih söz konusudur" diyerek işi iyice ileri götürmüşlerdir.

Bunların (bu grubların) tamamı, kaçındıklarından daha kötü bir teşbihin içine düşmüşlerdir. Zira, Allah'ı -kendi iddialarına göre- yaşayan varlıklara benzetmekten kaçınmak için, O'nu mümtenî (varlığı imkânsız), ma'dûm (yok) veya cemadâta / cansız olan varlıklara benzetmişlerdir.

Bilinmektedir ki, bu sıfatlar Allah hakkında, kesinlikle yaratılmış bir varlık için isbat edildiği tarzda (yaratılmışların sıfatlarıyla eşit ve benzer) isbat edilmez.

Ne zâtı, ne sıfatları ne de fiilleri hususunda Allah Te'âlâ'nın benzeri olan bir şey söz konusudur.

Zâtın isbatı ile sıfatların isbatı arasında bir fark yoktur. Zâtın isbatında, başka zâtların O'nun zâtına benzerliğinin isbatı söz konusu değilse, sıfatların isbatında da, sıfatlar konusunda O'na benzeyen bir varlığın isbatı söz konusu değildir.

Oysa sıfatları iptal eden Cehmiyye (muattile), bu (yaptıklarını) tevhîd, bunun tersini ise teşbîh / müşebbihe olarak görmekte ve kendilerini tevhîdciler / muvahhid olarak isimlendirmektedir.

Üçüncü kısım (tevhîd), yani "O tektir, O'nun zâtının kısmı, cüz'ü, parçası yoktur" sözleri de bunun benzeridir. Bu mücmel (kapalı) bir ifadedir.
Allah Te'âlâ, bir ve sameddir, doğurmamış ve doğmamıştır; O'nun hiçbir dengi yoktur. O'nun kısımlara ayrılması (mümtenîdir), yer kaplaması veya parçaların birleşmesiyle (cüzlerden terkib edilmesiyle) oluşması muhaldir.

Ancak onlar bu ifade ile Allah'ın Arşı'nın üzerinde olması, yarattıklarından ayrı ve farklı olması gibi nefyi gereken manâların reddini kastederek bunu tevhidin bir parçası olarak görmektedirler.

Onların "tevhîd" dedikleri şeyde hem doğru hem de yanlış hususlar olduğu ortaya çıkmıştır.

Velev ki tamamı doğru olsun. Müşrikler bunların tamamını (Rububiyyet Tevhidini) kabul etmelerine rağmen, Allah'ın Kur'ân'da kendilerini tavsif ettiği /nitelediği şirkten / müşrik olmaktan çıkamamışlardır ve buna dayanarak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onlarla savaşmıştır.
Onların müşriklikten kurtulmaları için, Allah'tan başka ibadete layık ilâh bulunmadığına (Ulûhiyyet Tevhidine) iman etmeleri gereklidir.


İBN-İ TEYMİYYE -TEVHİD RİSALESİ
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt