Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Tevhidin tekrarı İbadettir

tawh1d Çevrimdışı

tawh1d

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Tevhidin tekrarı İbadettir


Müslümanlık geleneğine mensup bir toplumda doğmak insana ne gibi imtiyazlar sağlar? Bu durumun taşıyıp getirdiği ilave yükümlülükler de var mıdır? Hangisi daha ağırlıklıdır; avantaj mı dezavantaj mı?

Büyük çoğunluğun peşin kanaati hakkında malumatım var. Onlar bunun emsalsiz bir artı değer taşıdığını sanıyorlar. Dikkat edilirse sanıyorlar diyorum, düşünüyorlar demeye dilim varmıyor. Zira peşin kabullerin zanlar üzerinde yükseldiklerini biliyorum.

Kendini din namına müslümanlığa nispet eden Türkiye doğumlu, sünnî, çoğunluğu da hanefî mezhebi mensubu kimselerin, doğumlarıyla birlikte peşinen elde ettikleri getiriler/değerler nelerdir?

Düşünüyorum da çevremde inandığını söylediği halde, ömründe bir kez olsun din üzerine ciddi zihin yorma ameliyesi yapmamış yığınla insan bulunduğu kanaatine varıyorum. Yine bir o kadar insanın mensubiyetiyle iftihar ettikleri din'in temel kaynağı vahy ile birebir yüzleştiğinden ve tanıştığından da şüpheliyim.

Görünen odur ki dinî mensubiyetleri ya içtimai mecburiyetlerden yahut da körü körüne bağlılıklardan mürekkeptir.

Bir tefekkür, tezekkür, teakkul zemini veya kaidesi kurulmadan vahyin öngördüğü iman teşekkül etmez. Fakat orta yerde insanların dil ile ikrar ve amelleriyle de izhar ettikleri birtakım haller mevcuttur. Üstelik bu haller ancak mü'minlerde bulunan hallerdir. Namaz kılmakta, oruç tutmakta, Kâbe'ye hac'ca gitmektedirler. Kelime-i Şehadet ise dillerinden hiç düşmemektedir.

Yalnızca bu zahiri görüntüye aldanarak orada İslâm'ın öngördüğü iman'ın mevcudiyeti sonucuna varabilir miyiz? Diyelim ki insanların tasavvur ve temayül dünyalarını tanıyıncaya kadar onlar hakkında bu yönde hüsn-ü zanda bulundunuz.

İyi bakınca bir çoğunun zihniyet dünyasına muttali olursunuz. Ve kalplerindeki bağ(lantı)ların iman değil itikat diye isimlendirilmesinin gereğini düşünürsünüz.

Evet, onların da zahiren mü'minlere benzeyen ikrar ve davranışlarını gözlersiniz. Lakin yakın tanışmalar ahvalinde ilmen, fikren hatta fiilen vahy'in zihniyet dünyasından uzaklıkları sizi üzecektir.

Vahyin öngördüğü iman ilim, şuur, basiret, tefekkür ve tezekkür alt yapısına inşa edilmelidir. İman bütün şüphelerin ölçülüp tartılması ve def edilmesi sonucunda ulaşılan tasdik yani doğrulama ve sağlamanın adıdır.

Bu tarz akıl yürütmeleri, insanları dinden çıkarma çabası zannedenler bulunabilir. Peşinen söyleyeyim ki, hayır; bu insanlar tam aksine belki dindar bile sayılabilirler. Çünkü çok aşikardır ki ferdi ibadetlere herkesten fazla düşkündürler. Hatta bazen daha da şaşırırsınız; resullerden bile ziyade ibadete dalmışlardır. Bu yüzden dinsizlik başka şey, imanın kalpte mekan tutması başka bir şeydir.

Bu toplumların insanı, küçük yaşlarından beri kendisini, tekrar edilen ve birçoğu ferdi karakterli ibadetlerin ortasında bulur. Sevimli dedeler ve nineler namaz kılarlar, ille de bir seccade üzerinde. Oruç tutar, geçmiş ramazanların efsunundan anlatırlar. Hacca gider bir ömür boyu Arapların pisliğini vurgulamaktan usanmazlar. Bir de bol ama çok bolca tesbih çekerler.

Din/diyanet işte tam da oradan başlıyor.

İnsanların gözlerini açtıklarında ilk inkara yeltendikleri şey, kelime-i tevhiddeki ile reddedilen yalancı ilahlar değildir. Hiç umurlarına bile takmazlar o ilahları. Dindar insanlar böylesi ülkelerde evvela dedelerine ninelerine uyarlar. Ömürlerinde bir kez olsun görmedikleri ve belki görme imkanlarının da bulunmadığı şu domuz eti var ya, işte ondan, yani domuzun bizzat kendisinden nefret etmeyi öğrenirler herşeyden önce. Sarhoşluktan uzak durmak ikinci planda yer alır. Arkasından da aşırı açık saçıklığı reddediş gelir. Eğer kendi yakınlarında böyle birisi varsa, çok kere onu istisna tutmak da adettendir. İnanç şekillenmesi sözkonusu reddiyelerin üzerine bina edilir. Bu noktada mesela faizi, kumarı, yalan söylemeyi inkar ancak ağız ucuyla ve kerhen yapılır. Zira faiz, kumar ve yalan bazı masumane alanlarda dindarlar ve ihtiyarlar için de kısmî meşruiyetler kazanmıştır. Nine tombalaya düşkündür. Dede ise piyango meraklısı. Eh, babaya da toto oynamak düşüyor.

Peki kelime-i tevhid muhtevasındaki o reddedilen ilahlardan toplum haberli midir? İnsanlar Hak olan Rab'be rağmen kimleri ilah ittihaz etmektedirler; bilen var mıdır? Vahy'in kendisine küfretmemizi istediği tağut kimdir, nedir? Bunları ne soran bulunur ne de sorduran.

Demem odur ki, uzun bir geçmişi, dişe dokunur bir tarihi, kültürü ve geleneği bulunan toplumlarda insanlar, itikadi ve ameli hususlarda, sanıldığının aksine diğer toplumlardan daha dikkatli, özenli, mütecessis ve düşünceli olmak durumundadırlar. Ataların, dedelerin mensubiyeti itikadi bir avantaj sağlamıyor kimseye. Kimse resullerin torunu olmak gibi bir imtiyaza sığınarak mahşer günü kendisini hesaba çekilmekten kurtaramaz.

Biliyorum işi abarttığımı söyleyenler çıkacaktır. Onların sesini şimdiden sanki işitiyor gibiyim. Ben yine de diyorum ki siz siz olun önce amelle başlayıp zihniyet teşekkülünü sonraya atmayın. Çünkü amel bir mükellefiyettir. Bütün ameller bir niyet ve vakit ile mukayyettir. Öyle ise çocukların bir amel ile mükellefiyet yaşı/çağı gelmeden önce ne ile teçhizatı lazımdır? İbadete alıştırmak yerine muhakeme mekanizmasını işletmeyi öğretmek, fikir imalatı etütleri yaptırmak ve ahlakî olgunluğu geliştirmek daha sağlıklıdır. Onda bir zihniyet teşekkülünü sağlayacak olan bu eğitim, vakti saati geldiğinde ameli de kendiliğinden gerekli kılacaktır.

Amelleri sırf alışkanlık olduğu için yerine getirmek bir fayda vermez. Makbuliyeti de yoktur. İnsan ameli mükellefiyetinin bir parçası, kurtuluşunun basamağı, saadetinin anahtarı olarak görürse, işte ancak o zaman ameller bir anlam taşır. İnsan amelini bir lüzumiyat, bir zaruret diye özbenliğinde idrak ve hissetmelidir.

İdrakin ve hissiyatın temel motivasyonu eğer kelime-i tevhidin ruhu değil de gelenekler ve alışkanlıklar ise ikrar edilen itikat da tekrarlanan ameller de korkarım ki boşa gider.

Nitekim aralarında yaşadığınız topluma bir bakın. Yaşanan/yaşatılan zıtlıkları hatırlayın. Dinin/dindarlığın kol gezdiği mekanlarda dolaşın. Kılık kıyafeti yahut yapıp ettikleriyle amel sahibi intibaı bırakan kimselerle konuşun. Onların tasavvur ve zihniyet dünyalarına girmeye çalışın.

Şaşkınlıklar içerisinde kalırsınız.

Sosyal/siyasal konularda, ahlakî esaslar üzerinde, tefekkür ve tasavvurlar hakkında yapacağınız küçük bir araştırma sizi tepeden tırnağa sarsan sonuçlara ulaştıracaktır.

Diyelim ki ummadığınız miktarda insanın İslâm dairesinde mütalaası imkansız mensubiyet ve aidiyetler taşıdığını gördünüz, iddiaların değil sadece amellerin İslâmî formlar içerisinde kaldığını acı, hüzün ve hayretle tesbit ettiniz.

İnsanların temel davası, kavgası ve iddiası ne ise amelleri de o minval üzre, o sistemin öngördüğü davranış kalıplarıyla ortaya çıkmalıydı. Ama siz toplum üzerine yönelttiğiniz nazarlarınızla çok aykırı inanış ve pratiklerin şahidisiniz şimdi.

İşin asıl acı yanı nedir diye hiç düşündünüz mü? Mü'minlerde bulunmaması gereken zihniyet kalıpları taşıyan bu insanların, yüklenmiş gibi göründükleri o ikinci itikatlarında da samimiyetsizlikleri, sahtelikleri kapı pencere aralıklarından sızıp durmaktadır. Üzülerek belirtelim ki o zihniyetin de mü'mini değildirler. Açıkçası olamazlar. Zira bir sinede iki kalp yaratılmamıştır, insan iki zıt zihniyeti aynı anda iman seviyesinde taşıyamaz. Bir insanın mü'min, müşrik, kafir, ehl-i kitap olması anlaşılabilir birşeydir. Bilinçli bir tercihtir. Hepsi saygıya değer olmasa da netlik, berraklık arzeder.

Sorun, hangisinin mü'mini olduğu belirlenemeyen kimsededir. Dedesinden gördüğü, geleneğinden taşıdığı veya alıştırıldığı için mensup veya ait görünen kimseyi nereye sığdıracağız? Kime kulluk ettiklerinin farkında olmayanların yeri acaba Araf mıdır?

Sahiden laik, sahiden demokrat, sahiden kemalist, sahiden sosyalist, sahiden panteist olsalardı keşke.

Galiba en öncelikli iş, iman yerine insanları amele alıştıran geleneğin sorgulanmasıdır. Zihniyet teşekkülü, ahlak anlayışı, halet-i ruhiye yerleşimi gerçekleştirilmeden amellerde yoğunlaşma böyle bir tehlike yaratıyor. O halde her şeyden, her işten önce mü'minin mührü ve anahtarı Allah'tan başka İlah yoktur hakikatinin mahfazası içerisindedir hikmetini bilmek gerekiyor. Fıkhî bilgilerimiz hatırlanacak olursa görürüz ki tek başına Allah lafzını söylemek zikr sayılmamıştır. Ancak tevhidin tekrarı ibadettir.

 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt