Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Te'vil, Hangi Şartlarda Tekfire Mâni Olabilir? Mûteber Tevilin Şartları Nelerdir?

M Çevrimdışı

mübahis

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Esselamu Aleykum we rahmetullahi we berekatuhu.
Hocam, bildiğim kadarı ile kişinin tevili, onun küfrüne manidir.
Yalnız buna rağmen biz Aişe'ye(r.anha) o meşum iftirayı atan Rafızileri tekfir ediyoruz, halbuki onlarda ifk ayetini Mariye(r.anh) için indi idyerek tevil ediyorlar.
Keza aynı şekilde Rasulullah'dan(s.a.v) sonra peygamberlik iddia eden ve akıl sağlığı yerinde olan kişileride tekfir ediyoruz ama onlarda Ahzab 40. ayeti tevil ediyorlar ve oradaki hatem kelimesinin, "son" değil "Yüzük, süs" manasına geldiğini ve dolayısı ile bu ayetin Rasulullah'ın son değil efdal peygamber olmasına delil olacağını söylüyor.
Bu iki zümrede açıkça kafir olduğuna göre tevilin geçerli olmasının şartları ne olabilir
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullahi we berakatuh kardeşim;

Küfre düşmeyi önleyen mazeretler
Zorlama, te’vil etme ve cehalet, kişinin küfre düşmesine engel olabilir. Öyle ki kişinin, küfrü söylerken veya işlerken te’vil etmesi veya bunları zorlama sebebi ile yapması yahut bunların küfür olduğunu bilmeyerek işlemesi, kendisini mazur kılıp küfrüne engel olabilir. Bu nedenle bu mazeretleri teker teker incelemek gerekmektedir.
Sorunuz gereği şimdilik Tevil:


Tevil Etmek
Kişinin küfre düşmesine mâni olacak mazeretlerden biri de te’vil etmesidir. Şöyle ki eğer bir kişi, söyleyeceği küfür sözünü veya yapacağı küfür işini yasaklayan nas hakkında, kendisinde bir Şubhe meydana gelir, bu Şubhe ile bu nassı te’vil eder de küfür sözünü söyler veya amelini yaparsa tercih edilen görüşe göre kâfir olmaz. Bunun delili aşağıda zikredilen hadiselerdir.

1. Kudâme b. Mazun’un İçki İçmeyi Tevili:

Kudâme b. Maz'un içkiyi haram kılan ayeti, ondan sonra gelen ayete dayanarak te’vil edip içkiyi mubah görmüş, akabinde içkiyi içmiştir. Ömer (r.anh) onu tekfir etmeyip sadece kendisine içki içme cezası uygulamıştır.

Konu ile ilgili olarak Hâkim, Mustedrak’inde; Dârakutni, hadis kitabında; Beyhaki, Sünenu’l-Kubrası’nda, kendilerine ait raviler zinciri ile Abdullah b. Abbas’tan şunu rivayet etmişlerdir.

■ Abdullah b. Abbas demiş ki: “Ömer’in halifeliği döneminde, ilk hicret eden muhacirlerden Kudâme b. Maz’un, Ömer’e getirildi.
O içki içmişti. Ona içki içtiğinden dolayı sopa vurulmasını emretti.

Kudâme “Neden bana sopa atıyorsunuz? Benimle senin aranda Allah’ın kitabı var.” dedi.
Ömer (r.anh) ona “Allah’ın hangi kitabında, sana sopa atmayacağımı buluyorsun?” dedi.
Kudâme b. Maz’un dedi ki: “Allahu Teâlâ kitabında şöyle buyuruyor: “İman edip iyi amel işleyenler, Allah’tan korktukları, imanlarında sebat ettikleri, iyi amel işlemeye devam ettikleri, sonra Allah’tan sakındıkları, imanlarından ayrılmadıkları yine Allah’tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe, yediklerinden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah, iyilikte bulunanları sever.(Mâide 93)
Ben iman edip sâlih amel işleyenlerden sonra Allah’tan korkup imanında devam edenlerden sonra Allah’tan çekinip iyilikte bulunanlardanım. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’le birlikte Bedir, Hudeybiye, Hendek ve diğer savaşlarda bulundum.”
Bunun üzerine Ömer (radıyallahu anh)
Bunun söylediklerine cevab vermiyor musunuz?” dedi.
Hemen Abdullah b. Abbas (radıyallahu anhuma) şunları söyledi: “
Senin okuduğun içkiyle ilgili olan bu ayet-i kerîme, inmesinden önceki insanlar için bir mazeret, indiğinden sonraki insanlar içinse bir yasak olarak inmiştir. Çünkü Allahu Teâlâ bundan önceki ayette şöyle buyurmuştur:
Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. Şubhesiz ki şeytan, kumar ve içki ile aranıza düşmanlık ve kin sokmayı, sizi Allah’ın zikrinden ve namazdan menetmeyi ister. Artık bunlardan vazgeçmez misiniz? Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin. (Karşı gelmekten) Sakının. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki, peygamberimize düşen sadece, apaçık tebliğdir.” (Mâide, 90-92)
Abdullah b. Abbas devamla dedi ki: “
Eğer kişi iman eden, sâlih ameller işleyen sonra Allah’tan korkan, imanında devam eden, sonra sakınan ve iyilikte bulunan biri ise, Aziz ve Celil olan Allah bunun içki içmesini yasaklamıştır.

Bunun üzerine Ömer (r.anh)
Doğru söyledin, bunun için hangi cezayı uygun görüyorsunuz” dedi.
Ali (r.anh) şu cevabı verdi: “Biz şu görüşteyiz ki bir insan içki içerse sarhoş oluyor, sarhoş olduğunda abuk sabuk konuşuyor, abuk sabuk konuştuğunda da iftira eder, iftira edene seksen sopa vurulur.
Bunun üzerine Ömer (r.anh), Kudâme b. Maz’un’a sopa atılmasını emretti. Ona seksen sopa vuruldu.

(Hâkim, Mustedrak, IV, 375-376; Sünen-i Dârakutni, III, 166 (Kitabu’l-Hudud, Hadis no: 245); Beyhaki, Sunenu’l-Kubra, VIII, 556, Hadis no: 17543; El-İsabe fi temyizi sahâbî, V, 233; Kurtubi Tefsîri, VI, 298)

(Kudame bin Maz'un'a küfür hükmü tevildeki hatasından dolayı terettub etmedi ama, bu konudaki gevşekliği ve şeriatın hududlarını koruma babında kendisinin özrü kabul edilmeyerek hadd tatbik edildi.)

2. Ebû Cendel ve Arkadaşlarının İçki İçmeyi Tevil Etmeleri:

Şam’da oturan bir kısım Müslümanlar aynı Kudâme gibi te’vil ederek içkinin helal olduğunu zannedip içmişlerdir. Bunlar tekfir edilmemiş, sadece kendilerine içki içme cezası uygulanmıştır.

■ Bu hususta Ali (r.anh)’den şu rivayet edilmiştir: Ali (r.anh) dedi ki: “Şam halkından bazı insanlar içki içtiler. O zamanda onların yöneticileri Ebû Sufyan’ın oğlu Yezid’di. İçki içenler bu helaldir demişlerdi ve “İman edip sâlih ameller işleyenlere yediklerinde bir günah yoktur(Mâide 93) ayetine dayanarak içkiyi haram kılan ayeti tevil etmişlerdi. Yezîd bu meseleyi Ömer’e yazdı. Ömer de ona senin yanında bulunan diğer insanları ifsat etmelerinden önce onları bana gönder diye yazı yazdı. İçki içen Şam'lılar Ömer’e gelince onlar hakkında insanlarla istişare etti.
İnsanlar ona şu cevabı vermişlerdi: “Ey mûminlerin emiri! Biz bunların Allah’a karşı yalan söyledikleri ve Allah’ın izin vermediği bir şeyi dinlerinde meşru saydıkları görüşündeyiz. Bu nedenle onların boyunlarını vur.”
Ali (r.anh)ise, herhangi bir şey söylememişti; susuyordu.
Ömer (r.anh) O'na “
Ey Hasan’ın babası sen ne diyorsun?” dedi.
Ali “
benim görüşüm şu ki, sen onların tevbe etmelerini iste. Eğer tevbe ederlerse, her birine içki içtikleri için seksener sopa vur. Şayet tevbe etmezlerse boyunlarını vur. Çünkü bunlar Allah’a karşı yalan söylemişler, Allah’ın izin vermediği bir şeyi dinlerinde meşru saymışlardır.” dedi.

Ömer (r.anh) bunların tevbe etmelerini istedi, onlar da tevbe ettiler. O da her birine seksener sopa vurdu.” (Tahavi’in Şerhu Maani’l-Asar, III, 154)

Konuyla ilgili olarak Hanbelî mezhebinden olan İbni Kudâme şöyle diyor:
“Kişinin tevil ederek haramı helal sayması onu İslam’dan çıkarmaz. Bunun misali ise şunlardır. Hâricîler Sahâbîleri tekfir edip kanlarını, mallarını helal görmüşlerdir. Bununla birlikte hiçbir fakih bunların kâfir olduğuna dair hüküm vermemiştir. Yine Kudâme b. Maz’un tevil ederek içkinin helal olduğunu zannetmiş ve onu içmiştir. Ömer (r.anh) onu tekfir etmemiş sadece ona içki içme cezasını uygulamıştır. Yine Ebû Cendel ve arkadaşları tevil ederek içkiyi helal görüp içmişlerdir. Maide Suresi doksan üçüncü ayetini buna delil göstermişlerdir. Buna rağmen hiçbir kimse onları tekfir etmemiştir.
(el-Muğni, li’bni Kudame, VIII, 131)


3. Hatıb b. Ebî Beltea İle Ömer (r.anh) Olayı:

Şöyle ki Hatıb b. Ebî Beltea, Mekke’li müşriklere mektub gönderip Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Mekke’yi fethetme hazırlığında olduğunu bildirmeye giriştiğinde, mektub yakalanmış Hatıb b. Ebî Beltea Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından sorguya çekilmiştir.
O esnada Ömer (r.anh) Hatıb için “
Bu munafıktır” demiştir. Yani onu küfürle itham etmiştir. Çünkü olayın vahametine bakarak böyle bir işi yapanın kâfir olacağı teviline dayanmıştır. Buna mukabil Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ömer (r.anh)’in te’vil etmesini mazeret görmüş ona kâfir oldun dememiştir.
(Buhârî, Megazi, bab. 9; Tefsîr, Suretu’l-Mumtehine, bab. 1, İstitabetu’l-Murteddin, bab. 9, Cihad, bab. 141; Muslim, Fedailu’s-Sahâbî, bab. 161, Hadis no: 2494; Ebu Dâvûd, Cihad, bab. 98, Hadis no: 2650; Tirmizî, Tefsîr, Suretu’l-Mumtehine, bab. 1, Hadis no: 3305; Musned, İmam Ahmed, I, 80, 105)

4. Cemaatten Ayrılıp Tek Başına Namaz Kılan Sahâbînin Hadisesi:

Muaz b. Cebel (radıyallahu anh) namazda kendisine uyanın, namazın uzadığını görünce, ona tahammül edemeyip namazdan çıkmasını munafıklık olarak tevil etmiş ve ona munafık demiştir. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Muaz’ı tekfir etmemiş sadece sert bir şekilde uyarmıştır.

● Cabir b. Abdullah (radıyallahu anh) diyor ki: “Muaz b. Cebel, Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) arkasında namazı kılar, sonra da kendi kavmi olan Benû Seleme’ye gelir, o namazı onlara kıldırır ve namazda da Bakara Sûresi’ni okurdu.”

Cabir dedi ki: “Bir defasında bir adam (cemaatten ayrıldı da) kendi başına hafif bir namaz kıldı. Bu adamın ayrıca namaz kıldığı haberi Muaz’a ulaşınca,
Muaz: “
O bir munafıktır!” dedi.
Muaz’ın bu sözü o adama ulaştığında, hemen Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gitti ve “
Ey Allah’ın Rasûlu! Bizler elleriyle toprağı işleyen ve su çeken develerimizle sulama yapan bir topluluğuz. Muaz dün bizlere namaz kıldırdı da namazda Bakara Sûresi’ni okudu. Ben de namazımı hafif kılıp gittim. Bundan dolayı Muaz benim bir munafık olduğumu zannetmiş” dedi.
Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) üç kere şöyle buyurdu: “
Ey Muaz! Sen insanları fitneye düşüren biri misin? Ve’ş-Şemsi ve duhâhâ, Sebbihisme Rabbike’l-a`lâ ve benzeri sûreleri oku!
(Buhârî, Edeb, bab. 74; Muslim, Salat, bab. 178-180, Hadis no: 465; Ebu Dâvûd, Salat, bab. 124, Hadis no: 790; Neseî, İmame, bab. 39, 41, İftitah, bab. 71; Musned, İmam Ahmed, III, 124, 299, 308, 369)

Görüldüğü gibi Muaz b. Cebel, namazın uzatılmasına tahammül etmeyip ayrılmayı munafıklık olarak te’vil etmiş ve ayrılan kişiyi munafıklıkla itham etmiştir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Muaz’ın bu te’vilinden dolayı onu tekfir etmemiş, sadece insanları fitneye düşürmemesi için, namazı uzatmamasına dair onu uyarmıştır.


5. Hâricîlerin Te’vil Ederek Müslümanların Mallarını ve Canlarını Helal Görmeleri: Hâricîye Fırkası, te’viller yaparak Sahâbîlerden birçoğunu tekfir etmişler, bunların kanlarını, mallarını helal görmüşlerdir. Öyle ki, Hulefa-i Raşidîn’in dördüncüsü olan Ali (r.anh)’yi öldürmüşlerdir. Buna rağmen âlimler Hâricîleri tekfir etmemiştir.

6. Şîîler’in Fanatiklerinin, Sahâbîlerden Bir Kısmını Te’ville Tekfir Etmeleri: Bid’at ehlinden bir kısım insanlar Sahâbîleri tekfir etmişlerdir. Buna rağmen diğer Müslümanlar bunları tekfir etmemiştir. Çünkü onlar, fâsid de olsa birtakım te’villere dayanmışlardır.

7. Mutezile Fırkası’nın Nasları Te’vil Ederek Kulun Kendi Amelini Yarattığını Söylemesi: Mutezile Fırkası, kulları kendi iradeleri ile yaptıkları amellerin yaratıcısı olarak kabul etmiş, buna rağmen tekfir edilmemişlerdir. Çünkü bunlar, bir kısım ayetleri te’vil ederek bu sapıklığa düşmüşlerdir. Allahu Teâlâ’nın şu ayetlerde yaratmanın yalnız kendisine ait olduğunu vurgulamasına rağmen, Mutezile Fırkası yanlış te’villerinde ısrar etmiş, buna rağmen tekfir edilmemişlerdir.

Allahu Teâlâ buyuruyor ki:
İşte Rabbiniz olan Allah budur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. O halde Ona ibadet edin. O, her şeye vekildir.”(En’am, 102)
… İyi biliniz ki, yaratmak ve emretmek ancak Allah’a aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah, yüceler yücesidir.”(Âraf 54)
İşte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Gösterin bana, Ondan başkaları ne yarattı? Doğrusu o zalimler, apaçık bir sapıklık içindedirler.”(Lokman, 11)

Ey insanlar! Allah’ın üzerinize olan nimetini hatırlayın. Sizi, gökten ve yerden rızıklandıracak Allah’tan başka bir yaratıcı mı var?…” (Fatır 3)

… Oysa sizi de yaptıklarınızı da yaratan Allah’tır.”(Saffat, 96)

Mutezile Fırkası, Allah’ın, her şeyi yarattığını beyan eden bu ayetleri, kulların iradeleri ile yaptıkları amellerin dışındaki şeyleri ifade ediyor diye te’vil ederek bu yolla Allah’ı hem kötülüğü yaratıp hem de ondan hesaba çekme ithamından tenzih ettiklerini ve böylece Ona zulüm isnat etmediklerini iddia etmişlerdir. Bu te’villerine dayanak olarak da şu ayetleri zikretmişlerdir.
a. “
(Ey İsa: ) İznimle, çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratıyor ve ona üflüyordun o da iznimle kuş oluyordu…”(Mâide 110)

Mutezile, “Allahu Teâlâ bu Âyet-i Kerîme’de yaratma işini Meryem oğlu İsa’ya isnat etmiştir. O halde kulun iradeli amellerinin yaratıcısı olduğunu söylemek caiz olur” demiştir.

b. “
… Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir.”(Mûminun, 14)

… Yaratanların en güzeli olan, sizin de geçmiş atalarınızın da, Rabb'i olan Allah’ı bırakıp da, “Bâl putunu mu çağırıyorsunuz?” (Saffat, 125)
Mûtezile “Bu iki ayette yaratıcılar diye çoğul kalıbı kullanılmıştır. Bu da gösteriyor ki, kullara da hür iradeleri ile yaptıkları amelleri yaratanlar demek caizdir” demişlerdir.

Mutezile’nin bu tevillerinin doğru olmadığı muhakkaktır. Onların bu tevilleri, kendilerinin sapıklığa düşüp hesaba çekilmeyeceklerini ifade etmez. Ancak tekfir etme, kişinin canını ve malını helal kıldığından, bu fâsid tevilde bulunan Mûtezile, tekfir edilmemiştir. Onların bu tutumlarıyla fâsık oldukları söylenmiştir. (Şeyh Hasan Karakaya)


Tekfire Mâni Olacak Tevilin Şartları

Mûteber Tevil

Müslümanın tekfirine engel olan arızi hallerden biri muteber tevil engelidir. Tevilin tekfirin engellerinden bir engel olması ile kastedilen ise; İçtihad sebebi ile şer’i bir delilin mevzusu haricinde kullanılmasıdır. Bu ise nassın delaletini yanlış anlamak veya delil niteliğinde olmayan bir haberi delil olarak kabul etme sebebiyle olabilir.
Bunun sonucu olarak kişi, küfür olmadığına inandığı bir işi işler ve böylece kasıt şartı ortadan kalkar. Bu şekilde tevilde hata etmek, tekfirin engellerindendir. Böyle bir tevil sahibine gereken huccet ulaştırılmasına rağmen hatası üzerinde ısrar ederse, tevil engeli artık o kişi için geçersiz hale gelir ve o kişi küfre girer.

Abdullah Palevi bu konuda şöyle der: “Herhangi bir konuda yapılan tevilin kişinin tekfirine engel olabilmesi için tevil edilen lafzın buna elverişli olması gerekir. Yani lafzın delaletinin “zannî” olması gerekir. Mufesser veya muhkem naslarda tevil geçerli değildir. Tevil ancak ictihadı kabul eden yerlerde olur, delaleti kat’i olan naslarda tevil yoluna başvurmak caiz değildir.” (Abdullah Palevi, İstismar Edilen Kavramlar, Sf: 340)

Mûteber tevil için 3 Şart vardır:
1) Dinin aslını ibtal etmeyecek
2) Karîneleri olacak.
3) Dinin meşhur meselelerinden olmayacak.

1) Dinin aslını ibtal etmeyecek
Misâlen bir kimse Sizi biz yarattık” (Vakıa, 57) ayetini “Siz" kelimesi çoğul ifade eder. Demek ki yaratıcı bir değil, birden fazladır” derse bunun tevili ittifakla batıldır.
ed-Dureru’s-Seniyye adlı eserde şöyle geçer:
“Her kâfirin bir hata sonucu küfre girdiği söylenebilir. Muşriklerin bile (şirk koşarken) tevilleri vardı. Onlar salih kimseleri (Allah’a) ortak koşmanın kendileri için fayda sağlayacak ve kendilerinden sıkıntıları def edecek bir üstünlük olduğuna inanıyorlardı. Ancak onlar bu hata ve tevilleri sebebiyle özür sahibi kabul edilmediler. Aksine Allah onlar hakkında şöyle buyurdu:
Haberin olsun ki; halis din yalnızca Allah’ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler) “Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerde hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidayete erdirmez.” (Zumer, 3)”
(ed-Dureru's-Seniyye”, C. 11, Sf: 479; el-Kevkebu’d-Durriyyu’l-Munîr, sf: 77)


2) Karîneleri Olmalı
Tevilin muteber kabul edilebilmesi için bir takım karînelere (alamet, işaret) ihtiyaç vardır.
Karîneler ise ulemaya göre : a) Lugavî karineler b) Şer‘î karineler c) Örfî karineler.
a) Lugavî Karineler:
Lugavî alâmete misal olarak şu ayeti verebiliriz: Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir” (Fetih, 10) ayetini “Allah’ın kudreti, Allah'ın rahmeti” şeklinde tevil etmek. Her ne kadar yapılan bu tevil hatalı olsa da lügate uygun olduğu için tekfirin engellerinden kabul edilmiştir.
Yine bir kimse “Vallahi ben bundan sonra asla ekmek almayacağım” diye yemin etse, sonra da gidip ekmek alsa biz böylesi bir kimseye yemin keffareti gerektiğine hükmederiz. Adam “Hayır, ben ekmek ile elbiseyi kastettim” dese onun bu iddiası kabul edilmez; zira dilde ekmek ile elbisenin kastedildiği bilinmemektedir.
Ama adam “Vallahi bundan sonra döşekte yatmayacağım” dese, sonra da dışarı çıkıp döşek üzerinde yatsa, biz adama “Yeminini bozdun, sana kefaret gerekir” deriz. Ancak adam “Vallahi ben döşek ile yeri kastettim, çünkü Allah: O, yeri sizin için bir döşek yapandır.” (Bakara, 22) buyuruyor ve yere döşek adını veriyor” dese, o zaman yemin keffaretinin gerekmediğini söyleriz. Çünkü lügatte böylesi bir vecih vardır ve böylesi bir tevil muteberdir.
b) Şer‘î Karineler
Buna şöyle misal verebiliriz: Birisi Rahman arşa istiva etmiştir” (Taha, 5) ayetini “Hiçbir şey O'nun benzeri gibi değildir (Şura, 11) ayetine dayanarak “Allah arşa hükmetti, istila etti, kuruldu” şeklinde tevil etse, bu kimsenin tevili mûteberdir. Çünkü bu kişi Şûra Suresindeki ayetten bunu anlamış ve böylesi bir tevile başvurmuştur. Bu ise dinde mûteber olan tevillerdendir.
İbn-i Hâcer der ki: “Yapılan tevil, Arab dili açısından uygun olduğu ve ilmî bir dayanağı bulunduğu zaman tevile dayanan herkes yaptığı tevil ile özür sahibidir; günahkâr değildir.” (İbn-i Hâcer, Fethu-l Bârî, C. 12, Sf: 304)
c) Örfî Karineler
Buna ise eserlerde genel olarak şu örnek verilmiştir. Bir kimse “Ben et yedim” dediği zaman aslen bundan o kişinin balık yediği anlaşılmaz. Ancak balığın etli bir hayvan olması ve örfte bu şekilde isimlendirilmesinden dolayı bu söz doğru kabul edilmiştir.

3) Dinin Meşhur Meselelerinden Olmayacak
Bu konuya verilebilecek en iyi örnek Ebu Bekir radıyallâhu anh’ın hilafeti döneminde zekât vermeyenlerdir. Onlar zekâtın sadece Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından alınabileceğini iddia etmiş ve buna delil olarak ta Tevbe Suresinde ki: Onların mallarından, onları arındırıp temizleyecek bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onların kalblerini yatıştırır). Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Tevbe, 103) ayetini öne sürmüşlerdi.
Onlar şöyle diyorlardı: “Bu ayette ki hitab Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’dir. Ebu Bekir’e değildir. Ayrıca duası mûminler için sukûnet olan Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’dir. Ebu Bekir değildir
Onların bu tevili, asıl itibari ile güçlü bir tevil idi; ancak zekâtın bu şekilde sadece Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından alınmayacağı tüm ummet tarafından kabul edildiği ve bu dinde şöhret bulduğu için onların öne sürdüğü tevil sahabe tarafından kabul edilmemiş ve kendileriyle murted olarak savaşılmıştır.
Onların murted olarak mı yoksa günahkâr mûmin olarak mı savaşıldığı hususunda ulema arasında ihtilaf vardır, ama Kâdı Ebu Yâla’nın belirttiğine göre sahabe onlarla murted olarak savaşmıştır ve sahabe arasında bu hususta herhangi bir ihtilaf yoktur.
İmam Cessas Nisa Suresi'nin 65. ayetinin tefsirinde konuya dair şöyle demektedir:
“Bu ayet, sahabenin zekâtı vermeyi reddedenlerin murted olduklarına, öldürüleceklerine ve nesillerinin köleleştirileceğine dair verdikleri hükmün doğru olduğunu göstermektedir.” (İmam Cessas, Ahkâmu’l-Kur’an”, C. 2, SF: 302)
İbn-i Teymiye rahimehullah şöyle der:
“Sahabe ve onlardan sonra gelen imamlar, beş vakit namaz kılsalar, ramazan orucunu tutsalar dahi zekât vermeyi reddedenlerle savaşılacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu kimselerin zekât vermemek için mûteber bir tevilleri yoktu. Bu nedenle murted oldular…”
(Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetâvâ, C. 28, Sf: 519)
 
Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Es selamu aleykum,

Bende bunu merak ediyorum hocam, tekfire mani olan te'vilin bir sınırı var ama bu nedir ve bu sınırda hata eden ve bundan dolayı da tekfir etmeyenin hükmü nedir? Mesela bazıları rafizileri muayyen tekfir edilmesi gerekir derken, gerekçe olarak sahabeyi tekfir etmelerini, hz Aişe'ye iftira etmelerini, vs. gösteriyorlar ama hariciler de sahabeyi tekfir ediyor, sahabeyi itham ediyor onlar ise tekfir edilmiyor. Bir de rafiziler Kuran'ın tahrif olduğuna inanıyor veya inanmasa da en azından bu görüş rafizilerde meşru bir ihtilaf olarak görülüyor, rafizileri te'villerinden dolayı muayyen tekfir etmeyen ulema (ibn Teymiyye gibi) bu rafizileri de buna dahil ediyor mu yoksa mezhebinin görüşünü bilmeyen rafizileri mi kastediyor yoksa Kuran'ın tahrif olduğu küfür inancı rafzilerde sonradan (ibn Teymiyye'den sonra) mı ortaya çıkmıştır ve ayrı bir taife olarak mı muamele görmesi gerekir? Bunun şundan dolayı bir önemi var, kafire kafir demeyen kafirdir kaidesi ne zaman, nerede işleneceği konusunda günümüzde herkes farklı bir şey söylüyor, açık bir meselede eğer hataen bir kişi tekfire engel olmayan te'vili, tekfire engel bir mani olarak görürse muasır taifelerden 3 taife vardır:

1.) Kafire kafir demeyen kafirdir kaidesi, aslî kafirler ve dinden çıktığını ilan eden mürtedler için geçerli, hakikatte zındık dahi olsa kendisini islama nispet edenleri muayyen tekfir etmeyenler ve açık meselelerde tekfire mani olmayan bir te'vili, tekfire mani bir te'vil sayanlar sadece hatalı bir görüşü benimsemiş olurlar.

2.) Bu kaide kendisini islama nispet eden zındıkları muayyen tekfir etmemesi durumunda da geçerli bir kaide, bunları tekfir etmemek küfür olan bir mürcie ve cehmiyye bidatidir ve hücceti ikame ettikten sonra bu da tekfir edilir.

3.) Asli kafirleri ve mürtedleri tekfir etmeyenlerde olduğu gibi, kendisini islama nispet eden zındıkları tevillerinden dolayı tekfir etmeyenler iman ile küfrü bilmiyor demektir, böyleleri hüccetten önce de direkt kafirdir.

İbn Hazm, bir insana Allah'ın hulul ettiğini inananları bile hüccetten önce tekfir etmiyor ki ibn Hazm hata etmiş de olabilir, ben şahsen hulul itikadına sahip olanları direkt tekfir ediyorum.

İmam ibni hazm şöyle der :Cahil bir kimse Rabbinin cisim olduğunu söylerse tekfir edilmez ve onun aleyhine bir şey gerekmez o mazurdur ve bilmediği meseleyi öğrenmesi vaciptir.Eğer Kuran ve Sünnetten onan hüccet ikame edildiği halde muhalefet edip inat ederse o zaman kafir olur ve ona mürtede uygulanan hüküm uygulanır.Her kim de:Allah falan kimsedir,aynıyla bir insandır derse veya Allah teala yarattığı cisimlerden bir cisme hulul eder derse veya Meryem oğlu İsa hariç Muhammed(s.a.v) den sonra bir Nebi vardır derse bunun tekfirinde iki müslüman dahi ihtilaf etmez çünkü bu konuda hüccet herkese ulaşmıştır.Ancak bu itikada sahip bir kişiye bu konudaki hüccet eğer ulaşmadıysa hüccet ikame edilmedikçe bu kişi de asla tekfir edilmez.(El fisal 3-139)

Bunun da bir izahını yaparsanız iyi olur.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Es selamu aleykum,

Bende bunu merak ediyorum hocam, tekfire mani olan te'vilin bir sınırı var ama bu nedir ve bu sınırda hata eden ve bundan dolayı da tekfir etmeyenin hükmü nedir? Mesela bazıları rafizileri muayyen tekfir edilmesi gerekir derken, gerekçe olarak sahabeyi tekfir etmelerini, hz Aişe'ye iftira etmelerini, vs. gösteriyorlar ama hariciler de sahabeyi tekfir ediyor, sahabeyi itham ediyor onlar ise tekfir edilmiyor. Bir de rafiziler Kuran'ın tahrif olduğuna inanıyor veya inanmasa da en azından bu görüş rafizilerde meşru bir ihtilaf olarak görülüyor, rafizileri te'villerinden dolayı muayyen tekfir etmeyen ulema (ibn Teymiyye gibi) bu rafizileri de buna dahil ediyor mu yoksa mezhebinin görüşünü bilmeyen rafizileri mi kastediyor yoksa Kuran'ın tahrif olduğu küfür inancı rafzilerde sonradan (ibn Teymiyye'den sonra) mı ortaya çıkmıştır ve ayrı bir taife olarak mı muamele görmesi gerekir? Bunun şundan dolayı bir önemi var, kafire kafir demeyen kafirdir kaidesi ne zaman, nerede işleneceği konusunda günümüzde herkes farklı bir şey söylüyor, açık bir meselede eğer hataen bir kişi tekfire engel olmayan te'vili, tekfire engel bir mani olarak görürse muasır taifelerden 3 taife vardır:

1.) Kafire kafir demeyen kafirdir kaidesi, aslî kafirler ve dinden çıktığını ilan eden mürtedler için geçerli, hakikatte zındık dahi olsa kendisini islama nispet edenleri muayyen tekfir etmeyenler ve açık meselelerde tekfire mani olmayan bir te'vili, tekfire mani bir te'vil sayanlar sadece hatalı bir görüşü benimsemiş olurlar.

2.) Bu kaide kendisini islama nispet eden zındıkları muayyen tekfir etmemesi durumunda da geçerli bir kaide, bunları tekfir etmemek küfür olan bir mürcie ve cehmiyye bidatidir ve hücceti ikame ettikten sonra bu da tekfir edilir.

3.) Asli kafirleri ve mürtedleri tekfir etmeyenlerde olduğu gibi, kendisini islama nispet eden zındıkları tevillerinden dolayı tekfir etmeyenler iman ile küfrü bilmiyor demektir, böyleleri hüccetten önce de direkt kafirdir.

İbn Hazm, bir insana Allah'ın hulul ettiğini inananları bile hüccetten önce tekfir etmiyor ki ibn Hazm hata etmiş de olabilir, ben şahsen hulul itikadına sahip olanları direkt tekfir ediyorum.

İmam ibni hazm şöyle der :Cahil bir kimse Rabbinin cisim olduğunu söylerse tekfir edilmez ve onun aleyhine bir şey gerekmez o mazurdur ve bilmediği meseleyi öğrenmesi vaciptir.Eğer Kuran ve Sünnetten onan hüccet ikame edildiği halde muhalefet edip inat ederse o zaman kafir olur ve ona mürtede uygulanan hüküm uygulanır.Her kim de:Allah falan kimsedir,aynıyla bir insandır derse veya Allah teala yarattığı cisimlerden bir cisme hulul eder derse veya Meryem oğlu İsa hariç Muhammed(s.a.v) den sonra bir Nebi vardır derse bunun tekfirinde iki müslüman dahi ihtilaf etmez çünkü bu konuda hüccet herkese ulaşmıştır.Ancak bu itikada sahip bir kişiye bu konudaki hüccet eğer ulaşmadıysa hüccet ikame edilmedikçe bu kişi de asla tekfir edilmez.(El fisal 3-139)

Bunun da bir izahını yaparsanız iyi olur.
Tekfire Mâni Olacak Tevilin Şartları

Mûteber Tevil

Müslümanın tekfirine engel olan arızi hallerden biri muteber tevil engelidir. Tevilin tekfirin engellerinden bir engel olması ile kastedilen ise; İçtihad sebebi ile şer’i bir delilin mevzusu haricinde kullanılmasıdır. Bu ise nassın delaletini yanlış anlamak veya delil niteliğinde olmayan bir haberi delil olarak kabul etme sebebiyle olabilir.
Bunun sonucu olarak kişi, küfür olmadığına inandığı bir işi işler ve böylece kasıt şartı ortadan kalkar. Bu şekilde tevilde hata etmek, tekfirin engellerindendir. Böyle bir tevil sahibine gereken huccet ulaştırılmasına rağmen hatası üzerinde ısrar ederse, tevil engeli artık o kişi için geçersiz hale gelir ve o kişi küfre girer.

Abdullah Palevi bu konuda şöyle der: “Herhangi bir konuda yapılan tevilin kişinin tekfirine engel olabilmesi için tevil edilen lafzın buna elverişli olması gerekir. Yani lafzın delaletinin “zannî” olması gerekir. Mufesser veya muhkem naslarda tevil geçerli değildir. Tevil ancak ictihadı kabul eden yerlerde olur, delaleti kat’i olan naslarda tevil yoluna başvurmak caiz değildir.” (Abdullah Palevi, İstismar Edilen Kavramlar, Sf: 340)

Mûteber tevil için 3 Şart vardır:
1) Dinin aslını ibtal etmeyecek
2) Karîneleri olacak.
3) Dinin meşhur meselelerinden olmayacak.

1) Dinin aslını ibtal etmeyecek
Misâlen bir kimse Sizi biz yarattık” (Vakıa, 57) ayetini “Siz" kelimesi çoğul ifade eder. Demek ki yaratıcı bir değil, birden fazladır” derse bunun tevili ittifakla batıldır.
ed-Dureru’s-Seniyye adlı eserde şöyle geçer:
“Her kâfirin bir hata sonucu küfre girdiği söylenebilir. Muşriklerin bile (şirk koşarken) tevilleri vardı. Onlar salih kimseleri (Allah’a) ortak koşmanın kendileri için fayda sağlayacak ve kendilerinden sıkıntıları def edecek bir üstünlük olduğuna inanıyorlardı. Ancak onlar bu hata ve tevilleri sebebiyle özür sahibi kabul edilmediler. Aksine Allah onlar hakkında şöyle buyurdu:
Haberin olsun ki; halis din yalnızca Allah’ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler) “Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerde hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidayete erdirmez.” (Zumer, 3)”
(ed-Dureru's-Seniyye”, C. 11, Sf: 479; el-Kevkebu’d-Durriyyu’l-Munîr, sf: 77)

2) Karîneleri Olmalı
Tevilin muteber kabul edilebilmesi için bir takım karînelere (alamet, işaret) ihtiyaç vardır.
Karîneler ise ulemaya göre : a) Lugavî karineler b) Şer‘î karineler c) Örfî karineler.

a) Lugavî Karineler:
Lugavî alâmete misal olarak şu ayeti verebiliriz: Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir” (Fetih, 10) ayetini “Allah’ın kudreti, Allah'ın rahmeti” şeklinde tevil etmek. Her ne kadar yapılan bu tevil hatalı olsa da lügate uygun olduğu için tekfirin engellerinden kabul edilmiştir.
Yine bir kimse “Vallahi ben bundan sonra asla ekmek almayacağım” diye yemin etse, sonra da gidip ekmek alsa biz böylesi bir kimseye yemin keffareti gerektiğine hükmederiz. Adam “Hayır, ben ekmek ile elbiseyi kastettim” dese onun bu iddiası kabul edilmez; zira dilde ekmek ile elbisenin kastedildiği bilinmemektedir.
Ama adam “Vallahi bundan sonra döşekte yatmayacağım” dese, sonra da dışarı çıkıp döşek üzerinde yatsa, biz adama “Yeminini bozdun, sana kefaret gerekir” deriz. Ancak adam “Vallahi ben döşek ile yeri kastettim, çünkü Allah:
O, yeri sizin için bir döşek yapandır.” (Bakara, 22) buyuruyor ve yere döşek adını veriyor” dese, o zaman yemin keffaretinin gerekmediğini söyleriz. Çünkü lügatte böylesi bir vecih vardır ve böylesi bir tevil muteberdir.
b) Şer‘î Karineler
Buna şöyle misal verebiliriz: Birisi
Rahman arşa istiva etmiştir” (Taha, 5) ayetini Hiçbir şey O'nun benzeri gibi değildir (Şûra, 11) ayetine dayanarak “Allah arşa hükmetti, istila etti, kuruldu” şeklinde tevil etse, bu kimsenin tevili mûteberdir. Çünkü bu kişi Şûra Suresindeki ayetten bunu anlamış ve böylesi bir tevile başvurmuştur. Bu ise dinde mûteber olan tevillerdendir.
İbn-i Hâcer der ki: “Yapılan tevil, Arab dili açısından uygun olduğu ve ilmî bir dayanağı bulunduğu zaman tevile dayanan herkes yaptığı tevil ile özür sahibidir; günahkâr değildir.”
(İbn-i Hâcer, Fethu-l Bârî, C. 12, Sf: 304)
c) Örfî Karineler
Buna ise eserlerde genel olarak şu örnek verilmiştir. Bir kimse “Ben et yedim” dediği zaman aslen bundan o kişinin balık yediği anlaşılmaz. Ancak balığın etli bir hayvan olması ve örfte bu şekilde isimlendirilmesinden dolayı bu söz doğru kabul edilmiştir.

3) Dinin Meşhur Meselelerinden Olmayacak
Bu konuya verilebilecek en iyi örnek Ebu Bekir radıyallâhu anh’ın hilafeti döneminde zekât vermeyenlerdir. Onlar zekâtın sadece Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından alınabileceğini iddia etmiş ve buna delil olarak ta Tevbe Suresinde ki:
Onların mallarından, onları arındırıp temizleyecek bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onların kalblerini yatıştırır). Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Tevbe, 103) ayetini öne sürmüşlerdi.
Onlar şöyle diyorlardı: “Bu ayette ki hitab Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’dir. Ebu Bekir’e değildir. Ayrıca duası mûminler için sukûnet olan Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’dir. Ebu Bekir değildir
Onların bu tevili, asıl itibari ile güçlü bir tevil idi; ancak zekâtın bu şekilde sadece Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından alınmayacağı tüm ummet tarafından kabul edildiği ve bu dinde şöhret bulduğu için onların öne sürdüğü tevil sahabe tarafından kabul edilmemiş ve kendileriyle murted olarak savaşılmıştır.
Onların murted olarak mı yoksa günahkâr mûmin olarak mı savaşıldığı hususunda ulema arasında ihtilaf vardır, ama Kâdı Ebu Yâla’nın belirttiğine göre sahabe onlarla murted olarak savaşmıştır ve sahabe arasında bu hususta herhangi bir ihtilaf yoktur.
İmam Cessas Nisa Suresi'nin 65. ayetinin tefsirinde konuya dair şöyle demektedir:
“Bu ayet, sahabenin zekâtı vermeyi reddedenlerin murted olduklarına, öldürüleceklerine ve nesillerinin köleleştirileceğine dair verdikleri hükmün doğru olduğunu göstermektedir.”
(İmam Cessas, Ahkâmu’l-Kur’an”, C. 2, SF: 302)
İbn-i Teymiye rahimehullah şöyle der:
“Sahabe ve onlardan sonra gelen imamlar, beş vakit namaz kılsalar, ramazan orucunu tutsalar dahi zekât vermeyi reddedenlerle savaşılacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu kimselerin zekât vermemek için mûteber bir tevilleri yoktu. Bu nedenle murted oldular…”
(Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetâvâ, C. 28, Sf: 519)
 
Üst Ana Sayfa Alt