Türkiyede Diyanet Ne Iş Yapar ? Diyanet Bumudur ?

B Çevrimdışı

BaiTullaH

Üye
İslam-TR Üyesi
Türkiyede DiyanEt Ne iş Yapar ?

Arkadaşlar İlk önce S.a ben bir konuya deginmek istedim türkiyede bildiginiz gibi laik rejim var yani

din ayrı devlet ayrı :)

Ama türkiyede diyanet sadece hutbe yayınlar birde imamları göreve atar :)

Ama ülkenin durumunla ilgilenmez ;

örn : tvlerde fuhuş başını aldı gidiyor buda kıyamet belirtilerinden biri :) diyanet hiç tvleri uyarmıyor

islama aykırı diye laik dedik bu kadar da degil :(

2 : İçki üretimi fabrikaları rekor kırıyor , adam öldürenler , vb .. durumlar diyanet hiç toplumla

ilgilenmiyor ALLAH aşkına diyanet dedigin bumudur be Kardeşler..
 
F Çevrimdışı

f@kih

Üyeliği İptal Edildi
Banned
bismillah...türkiyede diyanet ne yapar?

evvela ismine nankörlük yapar
saniyen hıyanet yapar

daha neler yapar neler:) ve sallahu ala seyyidina muhammed..
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İslam-tr Sakini
Site Emektarı
ne Yapar sorusu basit bir soru...türkiyede dinsel bir kurum olmasa ne olurdu sorusuna cevap vermek lazım
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İslam-tr Sakini
Site Emektarı
bu hafta anneler gunu,haftaya yesilay haftasi,dahaki hafta agac ekelim,ondan sonraki hafta evimizin onunu supurelim,sonraki hafta afyon mermerinden mihrab yapalim,sonra cini kaplayalim,,,,,,,,,,,,,hepsi bu iste diyanet,,,
 
F Çevrimdışı

f@kih

Üyeliği İptal Edildi
Banned
bismillah vessalat vesselam ala resulilah emma baad:

ilk olarak dini bir kurum devlete mal edinilemez.yani devletle bir çalışamaz.bu gün türkiyede diyanetin islam adına islam için müslümanlar için çalıştığını bu uğurda cehd verdiğini söylemek boş konuşmak olur.

mustafa kemal dini işleri elinde tutmak istediği zaman dini kullanabilmek müslümanların uyanışına engel olabilmek için üst üste yaptığı sapık inkilaplarından biride dini kurumları devlete bağlamak oldu.bu gün imamlar okuyacakları vaazları diyanetten almaktadırlar.diyanet ise devlete bağlıdır.yani devletin aleyhinde yazı yazmaz söz söylemez.bu nedenle bir imam çıkıp tagutu belamı şirki la ilahe illallahı anlatmaz.anlatamaz.anlattırmazlar.

şahsen ben bir imamın bu tür kavramları anlatması için eline bir yazı geçtiğini görmedim.göreninde olduğunu sanmıyorum.ancak bazı mücahid imamlar bu tugyana dayanamayıp ''diyanetten bağımsız'' olarak vaaz veriyorlar hafiyeler bu kimseleri görünce anında savcının oteline katıyorlar.

sual:''türkiyede dini bir kurum var mıdır?''

türkiyede dini bir kurum yoktur.ancak islam kisvesine bürünüp taguta destek veren dini elinde bulundurmaya çalışan hıyanet vardır.bunlara dini kurum demek elbette yanlış olur.doğru olmaz.


dolayısıyla türkiyede dinsel bir kurum yoktur.olmadığı içinde ''olmasa n'olur?''sorusuna cevap yoktur.

işin başı la ilahe illallahtır.bizim davamız budur.bu tevhide eyvallah demeden namaz kılmak oruç tutmak adamı kurtarmaz.çünki adam müslüman değildir.

öyleyse ''la'' demeli her türlü tagutu cibti belamı... reddetmeli.''illallah'' demeli ancak ehad olan allahın varlığını onun uluhuyetini rububiyetini ismlerini sıfatlarını kitaplarını resüllerini iman edin dediklerini...kabul etmeli canı gönülden boyun eğmeli

bunlar yapılmazsa kalpte zerre miktarı iman yoktur demektir.ve dolayısıyla ebedi

cehenneme gitmektir.kalbinde zerre miktarı iman olan kimse cehennemden çıkar hadisine; namaz kılıp oruç tutup fakat bu tevhidi yerine getirmeyene hitap etmemektedir.

ve sallahu ala seyyidina muhammed.vesselam ala sıratil mustakim...
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İslam-tr Sakini
Site Emektarı
Kardeşim...dini kurum devlete bağlı olamaz diye bir genellem yapmışın...diyanet zaten devlete tam bağlı değil kendi içinde özerk...ikincis. Bir dini kurum devlete bağlı olabilir ...devletten maaşının harcıhanı alacakki devam edebilisin...yoksa özel olursa...kim daha çok para veriri...ona göre fetva çıkar...dar bakıyorsunuz olaya...olmasa nolur hiçbirşey diyorsunuz yaaa...camilerde ezan okunmadığı günler anlarsınız olmasa noluru...tabii sizin için farketmez...siz la ya kafayı taktığınız ve gözlerinizi açmadığınız için aynı şeylere tekrarlayıp duruyorsunuz
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İslam-tr Sakini
Site Emektarı
amerukada arabalarin stepneleri yani yedek lastikleri ustlerinde takili olana gore cok daha ufaktir ve incedir yani sizi ancak emergency olarak yaklasik 20 mile falan gidebilirsiniz oda cok dusuk bir hizda gelelim konu ile baglantiya arabalar zaten son surat cehenneme gidiyor diyanette ayni stepne gibi belli zamanlarda insanlara cok kisa sureli dusunme suresi elki verebiliyor yoksa o yolu degistirmedikten arabayi araba gibi tasarlamadiktan sonra ne farkederki bir sarki varki var adi road to hell aynen o gibi ..vesselam
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İslam-tr Sakini
Site Emektarı
cehennem yolu...cennet güzel ama...cehennemde lüzumsuz değil...
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Diyanet Elinden geleni yapıyor...Peki Halk ne kadar ''Müslüman ?'' sorusunu cevaplayalım...

1 Mayıs İşçi Bayramı oldu ! Bir çok ''Sol Görüşlü Anti Empryalist'' insan Öldü ve Tutuklandı hapse atıldı ancak yıllardır bu kampanya sürdü ve sonunda kazandılar.....

Cumartesi ve Pazar günleri Yahudi ve Hristiyanların Bayramı olmasına rağmen bizlerde O Günler tatil olduk ve bunu kendimize örnek aldık Batı toplumundan....

Cuma Günleri Neden Tatil edilemedi ?

Cuma Günleri Mubarek bir gün ve Şer'i olarak Tatil yapabileceğimiz Özel gün ...

Müslümanlık iddaasında Bulunan bir tane adam gösterin bana bu Günün ''Tatil'' günü olaması için ne kadar çalıştı ne kadar Eylem yaptı Mücadele verdi !!! İşte Bizim Toplumumuz ''Bir Sosyalist'' kadar Cesur olmadıkça hiç birşey değişmeyecektir...
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İslam-tr Sakini
Site Emektarı
Müslümanlık iddaasında Bulunan bir tane adam gösterin bana bu Günün ''Tatil'' günü olaması için ne kadar çalıştı ne kadar Eylem yaptı Mücadele verdi !!! İşte Bizim Toplumumuz ''Bir Sosyalist'' kadar Cesur olmadıkça hiç birşey değişmeyecektir...[/QUOTE]

ici bos bir ceviz nekadar ceviz ise bizlerde oyleyiz vessellam ayrica ici dolu musluman sosyalistlerle kiyaslanamayacak kadar cesurdur ah ahhhh iman iman iman hersey gelip oraya cikiyor iddia ediyorum katimayabilirsiniz belki ama sadece 313 kisi bedirdeki gibi su an olsa dunyanin tozunu atarlar kesinlikle eminim ....
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İslam-tr Sakini
Site Emektarı
şimdiye kadar diyanet iktidar kimse onların kulluğunu yapıyordu...hutbeyi bile onlar belirliyordu .......camide görevli olanlar çalışan işçiler gibi ..hayatlarına bakıyorsun bir çoğunun yaşantıları dinle alakası yok geleneksel müslüman tipleri.............bazı radikal çevreler diyanetin artık eskisi gibi değil değiştiğini iddia ediyorlar.....izliyeceğiz göreceğiz hepberaber
 
M Çevrimdışı

mümkündür

Üye
İslam-TR Üyesi
KIYAMETE KADAR,BU MÜCADELELER HEP VAR OLACAK,ÖNEMLİ OLAN HAKKA YAKİNEN İMAN ETMİŞİM DİYENLERİN TAVIR VE DAVRAMIŞLARI VE BU İMANLARINI RABBANİ EYLEM LERLE BESLEMELERİ VE SAMİMİYETLERİNİ İSPAT ETMEK İÇİN MÜCADELE VERMELERİ VE SONUÇLARINADA KAHRAMANCA KATLANMALARI.

Ayrıca şu yazıda tc deki diyanet ve namaz kıldırma memurlarının tavırları hakkındaki makale dir.HAYIRLARA VESİLE OLUR İNŞAALLAH,YAZI BANA AİT DEĞİLDİR,MÜSLÜMAN BİR KARDEŞİN YAZISI SAYGILAR BENDEN.
İlkbahar mevsiminin pırıl pırıl güneşli bir cum'a günüydü. Devletten resmi müsaadesi olan vaizin, görevli olduğu camide konuşması vardı. Camiye gitmek üzere yavaş yavaş yola koyuldu.
Diyanet teşkilatından bu haftaki vaaz konusu gönderilmediği için Allah'a şükretti. Geçen haftaki bir cümlelik resmi tebliğ, kendisini bin dert içine düşürmüştü. Cum'a vaazıyla ilgili olarak gönderilen bu tebliğe göre “Laikliğin dinsizlik olmadığı” anlatılacaktı.
Fakat bunun nasıl anlatılacağı, daha açık bir ifadeyle bu işin nasıl becerileceği hiç belirtilmemişti!.
Oysa bu dinin peygamberi, aynı zamanda devlet başkanıydı. Bu dinin asli kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'de, devlet yönetimiyle ilgili birçok hükümler vardı.
Böyle bir durumda peygamberi ve Kur'an-ı Kerim'i devletten nasıl ayıracak, cemaatin gözüne baka baka “Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) bir devletin hangi hükümlerle idare edildiğine hiç karışmaz!. Bu konuda halkın kaderini, politikacılara ve yöneticilere bırakmıştır!.” ifadesini nasıl söyleyecekti?
Hem sormazlar mıydı kendisine “Peki hocaefendi! Allah devlet başkanlarını madem muhayyer veya başı boş bırakmıştı da, Firavunu neden helak etti?” diye!.
Ne diyecekti o zaman?
“Allah(c.c) bir devlet başkanı olan Firavun'u, insanları ezdiği, insanlara zulmettiği için değil, aralarındaki şahsi bir meseleden dolayı helak etti!.” mi diyecekti?
Oysa geçmiş peygamberlerin hepsi, zalim devlet yöneticilerini Allah'a kulluğa davet etmişler ve toplumların idaresiyle ilgili hak hükümleri tebliğ etmişlerdi. Zulme rıza göstermeyen Allah(c.c), bütün insanları adalete davet etmiş ve bu adil hükümlerin ne olduğunu da Kur'an-ı Kerim'de beyan etmişti. Şimdi bütün bunları göz ve akılardı ederek İslam'ın laik bir din olduğu nasıl anlatılacaktı?
Vaazdan önceki iki-üç gün hep bunu düşünmüş, fakat hiçbir çıkar yol bulamamıştı!.
Bu konuda Babanın ve bazı politikacıların söylediklerini tekrarlamaktan başka çaresi yoktu. Çünkü bu meseleyi en güzel onlar kıvırıyor, en saçma yorumu, en büyük bir ciddiyetle onlar söylüyorlardı. Nitekim geçen haftaki cuma hutbesine bu düşüncelerle çıkmış, laikliğin dinsizlik olmadığını adeta bir politikacı gibi anlatmıştı. Fakat “Benim işçim, benim köylüm..” diyen Babanın üslubundan etkilenerek, vaazında “Benim cemaatim, benim müslümanım, “Benim kullarım..” elemesi, cemaatteki birkaç kişinin nedense sinirlenmesine sebeb olmuştu!.
“Herneyse” dedi kendi kendine!. Hutbede bütün anlattıkları için tekrar tekrar Allah'a tevbe etti. Zaten buna benzer bütün vaazlardan sonra tevbe etmeyi bir alışkanlık haline getirmişti. Bu haftaki vaazla ilgili resmi tebliğin gelmediğini düşününce, içinin yeniden rahatladığını hissetti.
Ama ne konuşacaktı?
Bu haftaki vaaz konusu ne olmalıydı?
Oraya vannea bir konu bulur konuşurdu!..
“Yok.. Yok..” dedi kendi kendine, konuşacağı konuyu yolda tasarlamalıydı.
Gençlik Kitabevinin önünden geçiyordu.. İçeride oturan ve birbiriyle konuşan iki genci görünce yüzünü buruşturdu
Ne inatçıydı şu gençler!.
Birşey okumasınlar, birşey öğrenmesinler, hemen ellerine kitabı alıyorlar, kapı kapı geziyorlardı. Kendisine de gelmişler, “Hocam bak kitapta ne yazıyor” demişlerdi.
Fesuphanallah.!
Sanki o bilmiyordu, sanki o okumamıştı kitapları!.
Ne olacak, hepsi ukalalık yapıyordu!. Hayatı tanımamışlardı, geçim derdini nereden bileceklerdi ki!. Onlar kendisine kitabı uzattıkları zaman, o da gençlere cebindeki borç listesini uzatacak ve onlara “Siz de bunu okuyun” diyecekti.
Ama, çocukla, çocuk olunmazdı ki!.
En iyisi sabretmekti ve kendisi de büyük bir olgunluk göstererek sabretmişti. Zaten kendisi gibi saygın bir vaize bu yakışırdı.
Adımlarını sıklaştırdı.
Biran önce oradan uzaklaşmalıydı. Ne olur ne olmaz, belki kitaplarda bir şeyler daha bulmuşlardır diye düşündü. Geçen hafta kitabevinin önünden geçerken onaltı, onyedi yaşlarındaki çocuğun sözlerine canı çok sıkılmıştı. Çocuk kendisine bir tüccarmış gibi bakarak “İyi işler, bol kazançlar” demişti.
Oysa camiye gidiyordu, dükkan açmaya değil!.
Bu sözün o kadar tesirinde kalmıştı ki, cami cemaatını arkasına alıp, tekbir için ellerini kaldırırken, sanki dükkanın kepenklerini kaldırıyordu.
“Herneyse” dedi.
Bu gençleri görünce aklına hep kelime-i tevhid geliyordu. Bu günkü vaazda kelime-i tevhid üzerinde durayım, cemaate bu kelimenin önemini anlatayım diye bir düşünce geçti içinden!.
Cami merkezi bir yerde bulunuyordu. Diğer vakitlerde birkaç kişiden fazla cemaat yoktu ama cum'a namazında tıklım tıklım dolardı. Hatta şimdiden gelip oturanlar büe vardı.
Evet, kelime-i tevhidi anlatmalıydı!.
Zaten gençler de kendisini bu yüzden tenkid ediyorlar, “Allah'a kul olmak için camiye gelen insanlara, kulluğun en önemli iki meselesi olan tevhid ve şirki neden anlatmıyorsun, bu gerçekleri neden gizliyorsun?” diyorlardı.
Bu ifadedeki “Gizlemek” kelimesi onuruna dokunuyordu. Oysa cemaatten hiçbir şeyi gizlemiyordu. Tevhid ve şirk meselesini de gizlememişti. Sadece bu gerçekleri anlatmamıştı, o kadar!.
Anlatmamak ayrı şey, gizlemek ayrı şeydil.
Mesela para dolu cüzdanını kaybetse ve bu cüzdanının yerini bilen bir adam, ona cüzdanın yerini söylemese, cüzdanı gizlemiş mi olacaktı?
Durdu!.
I ııh bu örnek hoşuna gitmemişti..
Tamam dedi kendi kendine, bugün kelime-i tevhidi anlatmalıydı.
Ama nasıl ve nereden başlayacaktı?
Konuşmak kolaydı fakat konuşmanın sonunda gelebilecek sorumluluk ve yükümlülükleri de bir gözden geçirmeliydi. Kaç kişinin bu yüzden başı derde girmişti. Allah'ı razı etmek isterlerken, devlet büyüklerini kızdırmışlardı.
Hiç böyle yapılır mıydı?
Burası başıboş bir ülke değildi ki!. Birçok namussuz başa geçmişti. İçinden söylediği “Namussuz” kelimesini acaba duyan oldu mu endişesiyle etrafına bakındı. Yakınında pek kimse yoktu fakat yine de dikkatli olmalıyım diyerek kendisini tekrar ikaz etti.
Kelime-i tevhid, “La ilahe illallah”, “Allah'tan başka İlah yoktur, ancak Ailah vardır.”
Neydi bu cümle?
Neler anlatıyordu?
Neyi tasdik ettiriyor, neleri inkar ettiriyordu?
Bir duygu ve düşünceyi anlatan kelimeler topluluğuna cümle deniyordu. Peki kelime-i tevhidi ifade eden bu cümle, günümüzde hiçbir şey düşündürmüyor, hiç bir şey anlatmıyor muydu?
Oysa ki bu cümle, Resulü Ekrem(s.a.v.) döneminde tahtları, saraylan, köşkleri sarsıntıya uğratmış, yerle yeksan etmişti. Şimdi ise “Elhamdülillah müsiümanız” diyen insanları bile etkilemiyordu. Çünkü bu cümleye değişik anlamiar yüklenmiş, cümlenin gerçek anlamı ve etkisi kaybolmuştu. Kelime-i tevhide yabancı olan bu batıl anlamlan çıkarmak ve kelime-i tevhidin gerçek anlamını açıklamak ise hiç kolay değildi.
Camideki cemaatın durumunu tekrar gözden geçirdi. Kelime-i tevhidi açıklarsa, cemaatten itiraz edenler olacaktı. Çünkü kelime-i tevhidin gereği olarak, insanlara ilahhk taslayan bütün politikacıların, insanlara ilahhk taslayan bütün İdeolojilerin, bütün sistemlerin, bütün devletlerin reddedilmesi gerekecekti.
Tevhid, sadece ve sadece Allah'a kulluk etmekti.
Hakim olarak, hüküm koyucu olarak sadece Allah'ı kabul etmekti. Allah'ın hükmüne rağmen hüküm koyan kişiler, hüküm koyan merciler varsa, Allah'ın hukukuna tecavüz ederek insanlara ilahhk taslayan bu kişilerin, bu mercilerin reddedilmesi gerekirdi.
Cemaati düşündü!. Hayli saf olan bu cemaat kendisinden örnek ister “Allah'ın hükmüne rağmen hüküm koyan bu namussuzlar kimdir?” diye soru da sorarlardı. Olsun, sordukları zaman parmağıyla Ankara'yı gösterek “İşte oradakiler!.” derdi.
Hemen durdu..
“Çüüşş” dedi kendi kendine!. Farkında olmadan neler, ne tehlikeli düşünceler geçiriyordu içinden! Tıpkı genç müslümanlar gibi düşünmeye başlamıştı. Zaten o geçim derdini bilmeyen gençlere göre bu gerçeklerin anlatılması lazımdı. Nitekim bu konuda kendisine örnek olarak falan caminin imamı Ahmed hocayı gösteriyorlardı. Söylediklerine göre bu hoca, cemaate tevhid ve şirkle ilgili bütün gerçekleri anlatıyormuş. Hatta şikayet üzerine soruşturmaya gelen savcı bile, hocanın anlattıklarını dinledikten sonra müslüman olmuş.
Peki ama, kendisine gönderilecek olan savcının da müslüman olacağı ne malum!. Adam ya azılı kafirin biriyse, o zaman ne olacak?
Evet, bütün bunları dikkate almalıydı. Uzun yıllardır tevhid ve şirkten habersiz olan cemaat, bu gerçeklerle karşılaştıkları zaman şüphesiz şaşıracaklardı. Camide “Ey Allah'ım”, camiden çıkınca “Ey parti liderim, ey devletim” diyen bu vatandaşların çoğu itiraz edecekti anlatılan gerçeklere. “Saptırmış bu vaiz, diğer imamlar, diğer müftüler bunu bilmiyor mu?” diyeceklerdi.
Ne diyecekti o zaman?
“Bu gerçekleri anlatmayan namussuzllar, dilsiz şeytanlardır” dese, bütün şeytanlar başına üşüşürdü!.
Ayrıca bu gerçekler, cemaati de dağıtırdı. Haftada bir kere cuma namazına gelerek cennetlik olduklarını zanneden bunca insan, cennetin böyle ucuz olmadığını anlayınca camiye de gelmezlerdi. Hiç değilse haftada bir kere dolan bu camiler boş kalır ve miiiet, namazı, abdesti unuturdu. Hatta beş vakit camiye gelen hacılar ve emekliler de gelmez olurlardı camiye. Milleti camide cemaatleştirmeye çalışanlar da kızarlar ve belki de kendisini, yahudiye hizmet etmekle suçlarlardı.
Sıkıntı ile iç geçirdi!.
Oysa ne güzel namazı, abdesti anlatıyordu. Uzun uzadıya taharetlenmekten bahsediyordu!.
Hiçbir mahzuru olmayan bu konulan rahat rahat anlatabiliyordu. Ama iş tevhid ve şirkin anlatılmasına gelince, durum farklıydı. Çünkü kelime-i tevhidi ifade eden bu cümlenin altında çok manalar vardı. Bunlar anlatılmaya başlandığı zaman şirk ve müşrik kavramları da kendiliğinden gündeme gelecek ve işler o vakit daha da karışacaktı. Bilerek veya bilmeyerek Allah'tan başkasına kulluk edenler, tağuta isteyerek itaat edenler ateş püsküreceklerdi. Bazıları “Yahu bu adam bize resmen müşrik diyor” diyecekler, bazıları da “Yok yahu resmen değil, bu âdâm gayriresmi olarak konuşuyor, bu adam irticacı” diyerek yaygarayı basacaklardı.
Bir çoğu da “Bu adam gerçekten sapıtmış. Bize nasıl müşrik der? Kıldığımız namazı, tuttuğumuz orucu, gittiğimiz haccı görmüyor mu? Bizden daha ne İstiyor? Gidip namaz kılmayanlarla, Allah'ı inkar eden ateitslerle uğraşsa ya!. Biz tağuta kulluk yapıyormuşuk!. İftiraya bak.. Biz daha tağut kelimesinin ne olduğunu bilmiyoruz, değil ki ona kulluk yapalım.." diyeceklerdi. Kalbi yine sıkışmıştı!.
Geçirdiği iki kalp krizini hatırladı. O zaman ölmemişti ama birgün mutlaka ölecekti. Anlattıklarından ve anlatmayıp sakladıklarından, yani saklamak değil de, saklama-yıp anlatmadıklarından hesap verecekti. Kalbi daha fazla sıkıştı!.
“Hakkımda ne derlerse desinler, anlatacağım” dedi, Anlatması lazımdı. Çünkü bir insan sadece namaz kılmakla, sadece oruç tutmakla müslüman olmazdı, olamazdı. İslam'ın ilk şartı, kelime-i tevhid idi. Kelime-i tevhidin manasını ve gereğini bilmeden, bu gerçeği tasdik etmeden bir insanın müslüman olması mümkün değildi. O halde anlatmalıydı, anlatmalıydı bu gerçekleri.
Evet, anlatacaktı! İster sapık desinler, ister bağırsmlar, isterlerse camiye hiç gelmesinler, anlatılması gereken gerçeği anlatacak, hiç olmazsa üç-beş insanın kurtulmasına vesile olacaktı.
Ammaa ya hükümete şikayet ederlerse?
Gerçi şikayet etmeleierine de gerek yoktu. Çünkü caminin hopörlörü dışarıya da uzanıyordu.
“Ooo oooff” diyerek sakalsız yanağını kaşıdı.
Ne yapmalıydı?
Konuşması mutlaka faydalı olacaktı.. Cuma namazına gelen gençleri düşündü. Temiz bir yaprak gibi olan bu gençlere, bu samimi gençlere mutlaka anlatılmalıydı. Kim-bilir belki cemaatten de bu konuları merak edenler vardı.
Ama sormuyorlardı ki!..
Bankadan alınan faizle ne yapılacağını, köprü ve baraj senetlerinin gelirini soruyorlar, kelime-i tevhidin gerçek manasını sormuyorlardı!.
Muamelattan sormuyorlardı!.
Allah'ın dostuna dost, düşmanına düşman olmanın ne anlama geldiğini sormuyorlardı!.
Allah'ın dostunun ve düşmanının kim olduğunu sormuyorlardı!.
Allah'ın hükmüne rağmen hüküm koyanların kim olduğunu sormuyorlardı!.
Gayriihtiyari içinden yükselen
“İyi ki sormuyorlar” ifadesinin, Rahmani mi yoksa nefsani mi olduğunu pek anlayamadı.
Camiye epey yaklaşmıştı.
Ticarethanesinin kapısını kapatarak cuma namazına gelmeye hazırlanan tüccar Arif bey kendisini görmüş, hürmetle selamlamıştı. “Namussuz herif” dedi içinden. Yaptığı işin kılıflı tefecilik olduğunu söylese, kendisine bu hürmeti göstermezdi. Vitrindeki mobilyayı görünce, evini hatırladı. Evindeki yatak odası takımını, avizeleri ve diğer eşyaları düşündükçe keyiflendiğini hissetti. Evinde pek eksik yoktu. Karısı aklına gelince “Allah beni onsuz bırakmasın!” diye halisane bir duada bulundu. Becerikli karısının yaptığı çörekleri, börekleri hatırlayınca sanki yeniden acıkmıştı.
Bugün de kalbura basma yapacaktı!.
Televizyon geldi aklına, cuma olduğuna göre ikinci kanalda sinema vardı. Kalbura basmayı filmi seyrederken yerdi.
Camiye varınca tüccar Arif beyin hediye ettiği saatine baktı.
Cumaya beş vardı!.
Şimdiye kadar birçok kez, cuma namazına gelirken kelime-i tevhidi anlatmayı düşünmüş fakat cumaya beş kala bu düşündüklerinden vazgeçmişti!.
Vakit, yine cumaya beş vardı ve ne konuşacağını yine pek bilmiyordu. Kelime-i tevhidi, hapiste olan müslümanları, tüccar Arif beyi, yeni misafir odası takımını, avizelerini, halılarını, karısını, kalbura basmayı ve televizyondaki fiimi tekrar düşündü.
Karar vermişti.
Daha erkendi!. Kelime-i tevhidin anlatılması için zaman ve zemin müsait değildi. Bu düşünce sanki içini rahatlatmıştı. Zaman ve zemin müsait olsa elbette, elbette anlatırdı.
Hiç kimseden korkmadan kürsüye çıkar, tevhid ve şirkin ne olduğunu açık açık herkese anlatırdı. Çünkü biliyordu, biliyordu bütün bu gerçekleri. Sahi ya, o bu gerçekleri camilerde değil, kitaplarda Öğrenmişti. 0 halde bu meseleleri bilmek isteyenler de kitablardan öğrenebilirdi. Bu meseleler, böyle bir zamanda camilerde anlatılamazdı ki!
Hatta geçenlerde müftü efendi kendisine vaazda ne anlatacağını sormuş, o da şakadan, şaka olsun diye,
Vallahi şaka olsun diye, “Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, onlar kafirlerin ta kendileridir..” mealindeki Maide suresi 44. ayet-i kerimeyi cemaate açıklayacağını söylemişti!
Aman Ya Rabbi!.
Sen misin bunu diyen? Müftü öyle kızmış, öyle bağırmıştı ki, o zamandan bu yana değil bu ayet-i kerimeyi, Maide suresinden hiçbir ayet-i kerimeyi okumaya cesaret edememişti.
Müftü olacaktı sözde, şaka söylediğini nedense anlamamıştı!. Oysa bu gibi ayet-i kerimelerin açıkça anlatılmayacağını, geçim sorumluluğu taşıyan her din görevlisi bilirdi!.
Zaman ve zemin müsait olsa, tabi ki bu durum değişebilirdi. Fakat şimdi müsait değildi. Bu gibi gerçekler, cemaat içinde fitne çıkarırdı!.
Cumaya beş kala yine fikrini değiştirmiş ve bu gibi tehlikeli konulan şimdilik anlatmayayım düşüncesiyle camiye girmişti!.
Caminin bahçesinden geçerken,bahçedeki yeni yeni tomurcuklanan ağaçlar dikkatini çekti. Evet, ağaçlardan ve ağaç dikmenin faziletinden bahsedebilirdi. Konuşma konusunu bulduğu için sevindi. Sık sık anlattığı bu konu için hazırlanmasına da gerek yoktu.
Büyük bir huzurla camiye girdi.Cemaatten birisinin hürmetle tuttuğu cübbesini giyerek, kürsüye oturdu. Bu kürsü oldum olası çok hoşuna gidiyordu. Cemaate göz gezdirdi ve kendisinden emin bir sesle konuşmaya başladı.
Müezzin vakit ezanını okurken, cemaat birbirini dürtüklüyor, uyuyanlar birer birer uyandırılıyordu..
 
F Çevrimdışı

f@kih

Üyeliği İptal Edildi
Banned
bismillah...

hiç bir zaman din devlete mal edinilemez.tarihte bu itikatta kimseler ''saltanatçı'' kimseler olarak zuhur etmiştir.imam zehebi,ibnul esir el kamil fit tarih adlı eserinde aynı zamanda kısmende olsa ibn hacer el askalani fethul bari de,ibn kesir de el bidaye ven nihaye adlı eserlerinde İmam ebu yusuf kitabul harac ında imam azam ın da siyaset hakkında yazılmış eserlerinde(bu gün bu eser gözükmemektedir ancak rivayetler yoluyla biliyoruz).... ayrıca diğer bazı alimlerin eserlerinde misallerle bu konular işlenmiştir...ve sair...

günümüzde ise bu ideolojide ki kimseler kendilerini bu belde-de- laik olarak tasvirleyerek zuhur etmişlerdir.bunlar ki laisizme intisap eden bir alay kafirdiler.ve bunların düşüncesinde''din devlete intisap eder'' kim bu düşünceyi bilerek benimserse kafirdir.kurana sünnete ashaba ve cemaata terstir bu itikat!

bu düşüncenin altında devlet dini oluşturur düşüncesi yatmaktadır.halbuki biz kurandan ve onu tefsirleyen resulüllah sallahu aleyhi ve sellemin sünnetinde böyle bir düşünce görmedik.bilakis!biz islam itikatında:''din devleti oluşturur'' itikatını gördük ve müslümanlar olarak buna inandık.

yukarıda yazımı eleştiren şahısa derim ki,hak budur biz buna iman ederiz sözlerinizde ısrar ederseniz imanınızdan şüphe ederiz.kafirlerin itikatından irca ediniz ve hak olan islamın itikatına dönünüz.teferruata girmedim girecek vaktim yoktur ancak anlaşılmayan bir yer varsa söylersiniz bizde tavdihleriz.bununla birlikte anlayana sivri sinek saz anlamayana davul zurna az:)

ve sallahu ala seyyidina muhammed...
 
Geri
Üst Ana Sayfa Alt