Kendi adıma, çok üzücü şeyler okudum. Açıkçası "ifrat"a kaçan şeyler. Forumlarda belki sadece bir misafirim. Bulunma amacım, bir konuda bilgili arkadaşlarımın görüşlerine, daha doğrusu o konudaki bilgilerine başvurmak. Kimseyi eleştirmek haddim değil. Daha doğrusu, bir insanı eleştirmek, bir insanın haddi değil.
İsa'nın bir sözü vardır; bilmem hiç duydunuz mu; "Günahsız olan ilk taşı atsın." Yani birini eleştiriyorsan, yargılıyorsan; önce kendinize bakın ve kendinizi düzeltin anlamındadır. Taşlanan kadın, günahkar bir Yahudi'ydi. Orada onu taşlamak için toplanan insanlar da (İfrat'ta ileri giden Ferisi bir grup) öyle ve şöyle diyorlardı; "Sen Yahudi değilsin, çünkü günah içindesin."
Ramazanları bilirsiniz değil mi? Her Ramazan, nefsinizi ıslah etmeniz için kendinize tanıdığınız bir fırsattır. Kimi zaman elimizde olmadan oruç tutmayan insanları görürüz ve onlara küçümseyerek, acıyarak bakarız ve hamdolsun deriz, Allah'ım; bak ben senin emrini yerine getiriyorum; oysa ki bunlar seni unutmuş, nefislerinin peşinden gidiyorlar... Çoğumuz için bu böyledir değil mi? Dürüstçe bir cevap ama... Ben yaparım. Çoook.
Hiçbirimiz, Cennet'i garantilemedik. Cehennem'den halas değiliz. Belki toplumca içimizi rahatlatmanın çarelerine baktık. Nasılsa şefaat var, nasılsa şu kadar namazım, orucum, haccım, gece kıldığım namazlar, şunlar, bunlar var vs. Nasılsa, "O gün Cehennem'e doydun mu diye sorarız. O ise daha yok mu der." ayeti bizim için geçerli değildir. Nasılsa Peygamberimizin "Kızım Fatıma, o gün seni ben bile kurtaramam." sözleri bizi pek rahatsız etmiyordur. İnsanları yargılamak da biraz da bu kaygıdan, kendimizi aklamak ve Cehennem'lik olma fikrinden/tasasından kurtarıp yarının Cennet'liklerinin arasında görme ihtiyacıdır. İhtiyaç; ama bizim değil; nefsimizin ihtiyacı.
Ben, 97 yılına kadar kimlikte Müslüman, pratikte bir ateist olarak yaşadım. En sevdiğim insanın bir kazada ölümüyle var olan bir Tanrı inancı fikrinden soğuyup 97-98 yılları arasında ise tam bir ateist olarak. Bunun sebepleri çoktu. Kaldığım yurtta zorla namaz kıldırılmaya çalışmam, kendini islam'a hizmet ettiğini sanan yurt müdürünün tehditleri, sevdiğim başka insanı benden uzaklaştıran başörtülü öğrencler, din adına insanları kullanan Nurcu denen bir kesimin sizi sırf kendi cemaatine kazanmak için, İslam adına yaptıkları İslam'dan soğutucu onlarca şey. Öyle bir hâle geldim ki, tüm Müslümanlardan, Ezan'dan, Tanrı'dan, İslam'a dair ne varsa nefret ediyordum. Kirada oturduğum evin yanıbaşında bir Cami vardı ve her sabah o sabah ezanını duymak bile beni çileden çıkartıyordu. Sonuçta geldiğim yer buydu yani.
Sonra 99'da sanırım, İncil'i okuyup araştırdıktan sonra Hıristiyanlığı seçtim. Bu, insanın fıtratında var olan birşeydir; Yani inanma ihtiyacı. İnsan, aç, yoksul yaşayabilir; ama bir Yaratıcı'nın varlığına inanamadan asla... Sonra xxxxxxxxx adlı sitede bu dini daha da yakından öğrenmek için araştırmaya ve sonra da öğrendiklerimi öğretmeye. 2004'e kadar herhalde bir çok (yüzden fazla) insanın İslamiyet'i bırakıp Hıristiyanlığa geçmesine vesile oldum. (Şimdi bundan çok üzüntü duysam bile)
Sonra gerçek İslam'ı yaşayan insanlarla tanıştım. Beni insan olarak gören, dinimden ya da yaşayış tarzımdan ötürü yargılamayan, sıcakkanlı, tebessümü o yüzlerinden hiç düşmeyen insanlar. Bunlardan biri de Amerika'da yaşayan bir arkadaşımdı. Onunla yazışırken aklımda tek bir şey vardı; bu kişiyi ikna edip Hıristiyanlığa kazandırmak. Çünkü çok bilgili biriydi ve inancım için gerçekten önemli bir kazançtı bu. Ben de kendi inancıma, kendi bilgime güveniyordum. Yani beni teolojik tartışmalarda artık bir Müslüman'ın yenmesini imkansız olarak görüyordum. Kendimce imanlı bir hayat yaşıyordum. Şimdiki bir takım Müslüman kesimlerin İncil'in içine para koyuyorlar iddialarına inat. Sırf Hıristiyan olduğum için Müslüman hocaların beni sınıfta bırakmalarına inat. E, İslam'a hizmet ediyorlar şimdi bu insanlar değil mi? (Bir hakkım varsa, Ahrette asla affetmeyeceğim. Ama asla...) Sadece ve sadece bir insana inancımı anlatmak ve ona hak gördüğüm yolu gösterebilmek için, sınavlar için gittiğim şehirde gece 12'lere kadar bir internet kafede o gün için biriktirdiği otel parasını harcayan ve geceyi de karın soğugunda dışarda sabahlayarak geçiren birisi, iddia edildiği gibi herhalde İncil'in içinden çıkan o paracıklar olsa o karın kışın içinde değil, lüks bir villada yaşardı.
Herneyse, yeni tanıştığım bu insanlarla teoloji konularında yazışırken vs. bir sabah bir baktım ki içimde bir şeyler gürüldüyor. Yani karşınızdaki insanın size anlattıklarından da çok, yüzünde hiç bozulmayan o tebessüm, kimi zaman İslamiyet'e en ağır eleştirileri, en zor soruları sorarken bile gösterdiği hoşgörü, sabır, mütevazilik vs. Anlattıklarından çok yaşayışında sevdim İslam'ı. Hoşgörüsünde ve insanları yargılamamasında. Çünkü o ana kadar karşıma çıkanların hepsinde (çoğunda diyelim ya da) gördüğüm şey, sadece şuydu; "Ben İslam'ı hakkıyla yaşa(ya)mıyorum. Belki bir Hıristiyan'ı dinime çevirirsem, yarın ahrette bir vesile olur da Allah günahlarımı affeder." O ana kadarkilerden farklı bir Müslüman kimliği/karakteri yani... 2004'ün ortalarına doğru da İslamiyetle şereflendim. Ava giderken avlanmış oldum bir yerde yani.
"Nereye varmak istiyorsun Luciin, uzun uzun yazmışsın; ne çıkarmalıyız burdan?" diyenleriniz muhakkak vardır. Ama bir yere varmıyacağım. Sadece kişisel bit tanıklığı sizlerle paylaştım; bu tanıklığı konuyla alakalandırmayı da sizlerin anlayışına bırakıyorum. Üstüne tek bir laf bile etmeyerek...