Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Vahyin Çeşitleri

M Çevrimdışı

muaz_1

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Vahyin Çeşitleri

"Vahiy" kelimesi artık sadece peygamberlere Cenab-ı Hak'tan gelen kelâm için kullanılıyor. Fakat Kur'an-ı Kerim'de bu kelime veya terim yalnızca bu anlamda kullanılmıyor. Meselâ, göklerde bütün düzenin vahye göre devam ettiği belirtilir (Hâ-mîm). Yeryüzüne de vahiy geliyor, ki bu işareti alır almaz, dünyamız kendi fonksiyonunu icra ediyor (Zilzâl). Meleklere de vahiy iner. Buna göre işlerini yapar, görevlerini yerine getirirler (Enfâl). Hatta, arıya bile bütün işleri vahiy (doğal eğitim) yoluyla öğretilir. Bu hususta Nahl Sûresi altmış sekizinci ayete bakılabilir. Ve vahiy sadece arılarla sınırlı değildir. Balık yüzmeyi, kuş uçmayı ve yeni doğan bebek süt içmeyi de Allah'ın vahyiyle öğreniyor. Ayrıca, bir insana, düşünce ve incelemeden sonra sağduyusuyla karar verme ve yolunu tayin etme kabiliyet ve selâhiyeti de vahiy ile veriliyor (Kasas). Ve bu vahiy'den hiçbir insan mahrum değildir. Dünyamızda şimdiye dek ne kadar keşifler yapılmış, yararlı icâdlar yapılmış, yararlı işler yapılmış ve ne kadar çok düşünür, filozof, bilim adamı, fâtih, hükümdar ve yazarlar eserler ortaya koymuş veya başarılar kazanmışsa, hepsinde vahyin rolü olmuştur. Bu iş sadece büyük insanlara mahsus değildir. Çok yakın çevremizde de bu gibi olaylara tanık oluruz, sıradan bir insanın, aniden aklına gelen bir düşünce, veya rüyasında gördüğü bir olayın, çok uzun zaman geçmeden doğrulanıverdiğini görürüz. Bu tür meydana gelen olayların kaynağı, ilâhî ilham, başka bir deyimle vahiydir, işte bütün bu vahiylerin bir çeşidi var ki, sadece peygamberler bunlardan istifade edebilir, veya sadece onlar için nazil olur. Bu vahiy, diğer vahiylerden farklı özellikler taşır. Böyle bir vahiy ilgili peygambere tamamıyla bilinçli bir biçimde gelir ve kendisi Kâdir-i Mutlak tarafından yönetildiğini derhal anlar. Bu vahyin, Allah'tan geldiğine inancı tamdır. Bu tür vahiyler Allah'ın çeşitli emir ve talimatının yanı sıra, kanun ve usullerini de kapsar. Bu vahyin indiriliş sebebi de, insan soyuna Allah'ın doğru yolunu göstermek ve onu kurtuluşa erdirmektir.

Yanlış Bir Anlama

Kur'an-ı Kerim'in Şûra sûresinin elli birinci ayetinde bütün semavi kitapların vahiy yoluyla peygamberlere indirildiği beyân edilmiştir. Yani Allah bir melek vasıtasıyla Rasûlüne vahiy gönderir. Bazı kimseler, "Ev-yürsile Rasûlen fe-yûhiye bi-iznihî mâ-yeşâ" âyetinin tefsirini yanlış yaparlar. Onların teviline göre, "Allah, bir Resûl'ü gönderir ve Resûl Onun emriyle alelade insanlara mesajını ulaştırır." Ancak Kur'an-ı Kerim'in, "ve sonra o (yani melek) vahiy yapar veya ulaştırır, O'nun emriyle, o nasıl isterse" cümlesi böyle bir tevilin yanlış olduğunu apaçık ortaya koyar, insanların önünde Peygamber'lerin vaazı, ne Kur'an'da "vahiy yaparlar" olarak tanımlanmıştır ne de Arapçada İnsanlar arasındaki açık ve aleni görüşme ve konuşmalar "vahiy" olarak ifade edilebilir. Lügatte vahiy daha önce belirttiğimiz gibi gizli ve hızlı işaret manasında kullanılır. Peygamberlerin vaaz ve telkinlerini "vahiy" olarak tanımlamak, Arapçanın gereği kadar bilinmemesinden doğan bir yanlışlıktır.

Vahyin Niteliği Hakkında Başka Açıklamalar

Vahiylerin bir çeşidine tabiî veya içgüdüsel vahiy denilir. Bununla Allahu Teâlâ her yaratığa yapması gereken işi öğretir. Bu vahiy insanlardan çok hayvanlar ve bunlardan da çok, bitki ve maddelere aittir. Vahyin ikinci çeşidine cüz'i vahiy denilir. Bununla, Allah hazan kendi kullarından birine hayat meseleleri veya herhangi bir hususta fikir, bilgi veya hidâyet sağlamış olur. Bu vahiy hemen hemen her gün ve her zaman bazı insanlara gelir. Dünyada birçok keşif ve icadlar bunun sayesinde olmuştur. Büyük bilimsel buluşlar varlıklarını bu vahye borçludurlar. Akıl almaz tarihi gelişme ve olaylarda bu vahyin rolü olmuştur. Bazen kritik bir anda bir kişinin aklına yepyeni bir fikir gelir, birden tarih ve medeniyetin akışı durur. Benzeri bir vahiy Hazreti Musa'nın annesine gelmiştir. Yukarıda anlattığımız vahiylerin iki çeşidinden çok farklı bir vahiy daha var ki, bununla Allah, kullarından bazısına gaybın bütün gerçeklerini anlatır. Allah bu vahiyle hayat düzeni hakkında gereken yol gösterici talimatı verir ve diğer insanların hidayeti için onlara iletilmesini ister. Bu vahiy peygamberlere mahsustur. Kur'an-ı Kerim'den anlaşılacağı gibi, adı ister "ilkâ" ister "ilham", "keşif veya "vahiy" olsun, bu tür bilgi Rasûl ve Nebi'lerden başkalarına verilmez. Ayrıca bu ilim ve bilgi peygamberlere öyle verilir ki, bunların Allah'tan geldiğine, bunlara şeytanın hiç karışmadığına ve de kendi fikir, görüş hayâl ve arzularından soyutlanmış olduğuna iyice inanırlar. Bunun dışında, bütün vahiy aynı zamanda şeriat delilidir de. Buna uymak her insan için farz olup, peygamberler bunu, başka insanlara ulaştırmak ve kulları Allah'a davet etmek için de görevlendirilmişlerdir. Aynı vahiy ile kurtuluş yolu açılır ve bundan sapmak hüsrana uğramak sonucunu doğurur.

Peygamber'lerin dışında başkalarına bu tür bilginin, çok küçük bir bölümünün nasip olduğunu düşünsek bile, bu, önemi çok az bir işaretten öteye gitmez. Bu öyle bir işarettir ki, onu anlayabilmek için peygamberlerin vahyine gerek vardır. (Yani Kur'an ve sünnet'in yardımıyla bunun doğru olup olmadığım belirlemeye ve doğruluğu belirledikten sonra da yönü ve amacını tespite gerek vardır), ilham'ı kendi başına bir hidâyet yolu sayan ve peygamberlerin vahyi’ne göre doğruluğunu ölçmeyip buna kendi uyan ve başkalarının da uymasını isteyen birinin hareketleri şeriat açısından tasvip edilemez. Kur'ân-ı Kerim'de bu gerçek çeşitli yerlerde açık açık anlatılmıştır. Özellikle, Cin süresinin son âyetlerinde bu husus apaçık ortaya konmuştur.

"O gaip'ten haberdâr'dır. Kendi gaybından başkalarını haberdâr etmez. Fakat gaip'ten haber vermesi için seçtiği Rasûl'ler bundan müstesna'dır. O, O'nun önüne ve peşine muhafızlarını görevlendirir, ki böylece Rabb'lerinin mesajlarını (İnsanlara) ilettiklerini öğrenebilsin. Ve O onların bütün çevrelerini kapsamına almış ve her şeyi tek tek saymıştır." (Cin; 26,27,28)

Burada iyice düşünecek olursak, ümmetini ıslah eden ve ıslah edilenlere, peygamberlerin keşif ve ilhamı gibi değil, bir çeşit ikinci derecedeki keşif ve İlham'ın verilmesinin hikmetini anlamış oluruz. Birinci derecedeki ilhamın verilmemesinin sebebi, peygamberler ile ümmetleri arasındaki farkın tek bu hususa bağlı oluşudur. Zaten bu fark da ortadan kalkarsa, ikisi bir olur. Bunun ikinci sebebi de peygamberlerden sonraki hidayet silsilesini sürdürmektir. Nebi'lerden sonra davalarını sürdürmek isteyenler doğru yolun izlenmesi konusunda Allah'ın yardımına muhtaç olurlar, bunlar vahiy ile yollarını bulurlar. Aslında bu kolaylık bilinçsiz olarak her samimi ve sağduyulu din hizmetçisine ihsan edilmiş olur, ama birine de bu bilinç verilirse, bu mutlaka Allah'ın bir mükâfatıdır.

Rüya Yoluyla Vahiy

"O çocuk onunla birlikte koşabilecek yaşa gelince, (bir gün) İbrahim (a.s.) ona dedi ki: Evlâdım, rüyamda gördüm ki seni boğazlıyorum. Şimdi sen söyle, senin fikrin nedir?' O dedi ki: 'Babacığım, sana verilen emri yerine getir, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın." (Saffât; 102)

Burada görüldüğü gibi, peygamber olan babanın oğlu, rüyayı Allah'ın emri olarak kabul etti. Şayet rüya gerçekten Allah'ın emri olmasaydı, Allah çeşitli vesilelerle ve açık seçik bir şekilde Hz. İbrahim'in (a.s.) oğlu İsmail (a.s.)'in rüyayı yanlış yorumladığını belirtebilirdi. Fakat, Kur'ân-ı Kerim'de bu vak'a ile ilgili kayıtlarda buna benzer herhangi bir şeye rastlanmıyor. Bundan dolayıdır ki, müslümanlar, peygamberlerin rüyalarının vahyin bir çeşidi olduğuna inanırlar. Hatla bu husus İslâm şeriatına önemli bir kural olarak girmiştir. Gâyet tabiidir ki böyle bir inanç yanlış olsaydı ve gerçeğe dayanmasaydı, Cenâb-ı Hak bunu mutlaka düzeltirdi. Kur'ân-ı Kerim'i Allah'ın kelâmı olarak kabul edenler, (hâşâ) Allah'ın böyle bir hata yapacağına herhalde imkân ve ihtimal vermezler.

Arıya Vahiy

"Rabb'in, bal arısına vahyetti. Dağlardan, ağaçlardan ve kurdukları çardaklardan evler edin."(Nahl; 68)

Daha önce gördüğümüz gibi, vahyin anlamı gizli ve âni işarettir. Bu işareti ancak işaret eden ile, işaret edilen kişi anlayabiliyor. Bu sebeple, bu sözcük "ilkah" (kalbe söz söylemek) ve "ilhâm" (gizli haber de telkin) ile eş anlamdadır. Allah'ın verdiği talim ve terbiye, herhangi bir mektep veya dershane de verilmediği için, öylesine hassas bir şekilde öğretilir ki, öğreten ve öğrenen, veya bilgi veren ile bilgi alanın kim olduğu ve nasıl olduğu hemen anlaşılmaz. Bu yüzden, Kur'ân-ı Kerim bu bilgi alış verişini vahiy, ilhâm ve ilkâ olarak tabir eder. Ama artık bu üç kelime üç ayrı terim ve ıstılah haline gelmiştir. Nitekim vahiy kelimesi peygamberlere mahsus bir kelime haline gelmişken, ilhâm, evliyalara ve ermiş kişilere, ilkâ da sıradan insanlara özgü sözcükler kimliğine bürünmüştür.

Hz. Musa'nın Annesine Vahiy

"(Sen doğduğun zaman), annene vahyedileni vahyetmiştik."(Taha; 38)

"Biz Musa'nın annesine vahyettik ki ona süt versin. (Ve dedik ki) onun canından korktuğun zaman onu nehre indir ve hiç korkma, üzülme..."(Kasas; 7)

Yani, Hazreti Musa (a.s.)'nın validesi bu işi Allah'ın vahyi üzerine yapmıştı. Allah, ondan çocuğu hakkında endişelenmemesini, canının hiç tehlikede olmadığını, oğlunun ona tekrar döneceği ve bir gün bu çocuğun Allah'ın sevgili peygamberi olacağını bildirerek, fazla korkmamasını ve üzülmemesini istemişti.

Şeytanların Kendi Arkadaşlarına Vahyetmeleri

Bu konuda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: "Şeytanlar kendi arkadaşlarının kalplerine kuşku ve itirazlar ilkâ ederler, ki Seninle kavga etsinler..." (En'âm; 121)

Peygambere (s.a.v.) Vahyin Gelmesi Yeni Bir Olay Değildir

"Ey Muhammed, Biz Nûh'(a.s.) ve daha sonraki Rasûl'lere gönderdiğimiz vahiyler gibi Sana vahiy gönderdik. Ve Biz İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve evlâtlarına da vahiy indirdik..." (Nisa; 163)

Burada, Resul-i Ekrem'in bilinmeyen ve eşine rastlanmayan bir şeyle gelmediği vurgulanmak isteniyor. Zaten o da dünyaya ilk defa böyle bir şeyle kendisinin geldiğini iddia etmiyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de diğer peygamberler gibi aynı ilim ve bilgi kaynağından hidayet almıştır ve o da kendisinden öncekilerin yaymaya çalıştıkları hakikati insanlara duyurmaya çalışmıştır.

Peygamberimiz (s.a.v.)'e Vahiy Yoluyla Kur'ân-ı Kerîm'in İnmesi

"Ve bu Kur'ân bana vahiy ile gelmiştir, ki sizi ve bunun ulaşabildiği herkesi uyarayım..." (En'âm; 19)

"Onlara açık açık ayetlerimiz anlatılınca, bize kavuşmayı ummayanlar, diyorlar ki: 'Bundan başka bir Kur'an getir veya bunda bazı değişiklikler yap.' Ya Muhammed, onlara de ki: 'Değişiklikler yapmak benim isim değildir, çünkü ben sadece bana gelen vahy'in takipçisiyimdir'..."(Yunus; 15)

Yukarıdaki ayet-i kerimede, Rasûlullah'a "ben bu kitabın müellifi değilim, çünkü bu vahiyle bana geliyor ve bunda herhangi bir değişiklik yapma yetkisine de sahip değilim. Ayrıca bu hususta zerre kadar taviz veremem. Ya dini bütünüyle kabul eder, ya da reddedersiniz" demesi emredilmiştir.

"Belki sen: 'Ona bir hazine indirmeli veya berâberinde bir melek gelmeli değil miydi, demelerinden ötürü, sana vahyolunanın bir kısmını (duyurmayı) terk edeceksin ve bunu onlara okumaktan göğsün daralacak, (sıkılacaksın); ama sen sadece bir uyarıcısın (böyle sözlere aldırma), her şeye vekil olan Allah'tır". (Hud; 12)

Yukarıdaki âyetin bildirdiğine göre, Allah'ın katında değerli ve önemli insan, sadece doğru yolda sabır ve kararlılıkla yürüyendir. O nedenle, taassup, ilgisizlik, alaylı tavır ve cahilane itirazlarla Peygamberimiz'e karşı çıkılmasından dolayı canını sıkmaması, üzülmemesi ve takip ettiği yoldan zerre kadar şaşmaması telkin ediliyor. Vahiyle kendisine iletilen hakikati açıklamak ve başkalarını doğru yola, tevhide ve kurtuluşa davet etmek hususunda en ufak bir tereddüde düşmemesi isteniyor. Kendisini alaya alacakları veya hiç ilgi göstermeyecekleri düşüncesiyle gerçeği söylemekten hiç çekinmemesi gerektiği bildiriliyor. Ayrıca o, dinleyeni olsa da olmasa da kendi görevini yapmalıdır. Zira sonuç, Allah'ın bileceği iştir, denilmek isleniyor.

"(Ey Muhammed), bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Ne sen, ne de kavmin, daha önce bunları bilmiyordunuz. O halde sabret, sonuç (şirkten, günahlardan kaçarak Allah'ın azâbından) korunanlarındır."(Hûd; 49)

"Elif lâm ra. Bunlar apaçık Kitâb'ın âyetleridir."

"Biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik ki anlayasınız".(Yusuf; 1-2)

"(Ya Muhammed), bu (anlatılanlar), sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onlar kararlarını verip hile yaparlarken sen yanlarında değildin."(Yusuf; 102)

"Seni de böylece, kendilerinden önce nice milletler geçmiş bulunan bir millete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın (oysa buna rağmen) onlar yine Rahman'a nankörlük ederler, (O çok merhamet eden Allah'ın nimetlerine şükretmezler). De ki: O (Rahmân), benim Rabbimdir, O'ndan başka ilâh yoktur. O'na dayandım, dönüş yalnız O'nadır."(Râd; 30)
 
Üst Ana Sayfa Alt