Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Yahudiler ve Rafıziler..

akıncı zülfikar Çevrimdışı

akıncı zülfikar

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Yahudilik ve Rafızilik..

Siyonizm ve Hüccetiye..
İsrail ve İran..


Sebei-Büveyhi-Fatımi-Safevi-Republici.. Her devirde aynı küfür akideleri
hep aynı zındıklıkları ve de aynı hainlikleri.. Tahrif ve İhanette başı çeker hep
bu Rafıziler! Her zaman da karşılarında hamdolsun bir Halife Harun Reşid,
Tuğrul Bey, Sultan Salahaddin Eyyubi, Sultan Zahir Baybars, Halife Sultan Süleyman,
Şeyhülislam İzzeddin Bin Abdusselam, Şeyhülislam İmam İbni Teymiyye,
Şeyhülislam Ebu Suud Efendi, Şehid Zerkavi çıkmıştır çıkacaktır da!!!
Şöyle bir durup düşünelim; Yahudilik ve Rafızi Şiiliğin arasında ne
kadar da çok ortak nokta ne kadar da benzerlik hatta aynilik var!

Zaten ilk rafızilerin veya bu fitneyi ortaya atan veya körükleyenlerin

de hep yahudiler ve yahudi asıllı münafık avdeti-dönmeler olduğunu görürüz..

"Tahrif ve Bidat Çeşitleri" adlı ve "Ehli Sünnet ve Muhalifler" ve

"Hilafet-Saltanat, Laiklik-Demokrasi" isimli ve benzer bazı
eserlerimde ve benzer çalışmalarda rafızi tahriflerine misaller
vermiştik az çok. Haddizatında şianın israiliyattan aldığı çokça
inanışı ve ritüeli vardır bu konularda alimlerimiz çokça eser neşretmişlerdir.


Şimdi kısaca başlıkta da bahsettiğim şeyleri mukayese edelim.

Yahudilik ve Rafızilik çok paraleldirler bir çok meselede, ve
Siyonizm ve Devrimci Humeyniciler ve Hüccetiye teşkilatları da

yapı ve akide itibarıyla çok benzeşmekte, ve bu günkü İsrail
ve İran tağut devletleri de çokça benzeşmekteler..

Bu aslında ileride inşallah daha da açılacak ve uzatılacak

bir çalışma burada şimdi sadece konu başlıklarını az öz
isbat ve izah ederek verip geçeceğim. Genel olarak kendi

tesbitlerimiz olsa da Parantezlerle de belirttiğim gibi,
Selef ve Halefin büyüklerinden ve değişik
İlmi kaynaklardan alıntılar da vardır



1) “Bu Rafızilerin fitnesi, Yahudilerin fitnesidir. Yahudiler
‘Krallığa ancak Davud’un soyu layıktır’ derlerken Rafıziler de
‘imamlık ancak Ali evladına layıktır’ diyorlar
(Şeyhülislam İmam İbni Teymiyye Rahmetullahialeyh)

2) Yahudilerde Mesih bekleme ve dinlerini ona endeksleme
hastalığı vardır.. Yahovadan ve Peygamberlerinden çok

“Mesih” ön plandadır o esastır. Ve beklemecidirler.

Rafızilerde bunun karşılığı Mehdi bekleme ve dini tamamen

buna endekslemedir. İsmi en çok tazimle anılan; Allah Subhanehu ve Teala ve
Resulullah Muhammed Aleyhisselatuvesselam’dan ziyade kayıp olduklarına inandıkları
“Mehdi” ve biraz da Halife İmam Ali Radıyallahuanh’tır. Ve bunlar da beklemecidirler…


“Yahudiler: ‘Mesih, Deccal ve Kılıç inene kadar Allah yolunda
cihad yoktur’ derlerken, Rafıziler de ‘Mehdi gelip bir münadi
semadan sesleninceye kadar Allah yolunda cihad yoktur’ derler.. “
(Abdullah Bin Muhammed es Salih- ‘senin ağzından senin dinin ey şii’)

3) Yahudiler bekledikleri Mesih aslında vaad edildiği üzere geldiği

halde Hz İsa Aleyhisselam'a tabi olmadılar düşmanlık ettiler onun canına
bile kastettiler, Roma tağutuna şikayet ettiler, şimdi de sözde Mesih
yani bizim kaynaklardaki Deccal olan kişiyi bekliyorlar hala..


Rafıziler de, Hz Ali ve Hz Hüseyin Radıyallahuanhuma ve her devirde mevcut

olan bir Ehli beyt büyüğünü önce adeta dolduruşa getirdi sonra da zalimlerin
kılıcı önüne atıp kaçtılar, hatta bazen direk karşı safa geçip kendileri
ellerini imamlarının kanına buladılar.. Önce bu hainlikleri yapar sonra
da ardısıra "timsah gözyaşı" dökerler..


4) Yahudilikte Takiyye tüm dinin esasıdır. Yani mesihleri gelene dek

hangi yahudi hangi ülkede yaşamakta ise o ülkenin devletin milletin
ahkamına tabi olacak teslim olacak ve gerekirse de onlardan gibi
görüneceklerdir.


Rafıziler de de Takiyye inanç esaslarındandır. Mehdi gelene dek ne bir

cihad etmeleri, ne bir zulm hatta tağutlar ile dahi muhatab
olsalar ses çıkarmaları, sadece işi müstakbel mehdiye havale etmeleri gerekir.
Ve beklemeleri gereklidir. Bilhassa Ehli Sünnet İslam Alemi içinde
oldukları anlarda sünniler gibi inanıyormuş taklidi-münafıklığı
yapmaları takiyyeciliklerinin bir gereğidir..



5) Yahudiler bozuk veya gizli bazı kutsal metinlerin veya Kutsal

Sandığın vs mukaddesatın Mesihleri ile geri döneceğine inanırlar.


Rafıziler de Kuran’ın haşa Sahabelerce ve İslam Devletlerince bozulduğuna

ve onlara göre gerçek Kuranın Mehdi ile geri geleceğine inanırlar!

6) Yahudilerin Hasidik ve Siyonist gibi bir iç akide ayrılığı vardır,

Yüzyılın başında Teodor Herlz ile başlayan Siyonist yapılanmaya
iştirak etmeyen Hasidik ve benzer yahudilere göre, Mesih gelmeden
atılacak her adım, yapılacak her mücadele, ve kurulacak her devlet
gayrı meşrudur! Bu yüzden, Ariel Şharon ve yandaşları Hasidik
yahudilerine göre kafir veya sapıktırlar, İsrail de gayrı meşrudur!
Çünkü Mesih beklenmeli idi..


Rafızilerin de klasik şii inancında olanlarına göre İran Devrimi ve Cumhuriyeti
gayrı meşrudur çünkü Mehdi gelmeden yapılan her kıyam veya devletleşme süreci,
ya küfür veya sapıklık, ya da mehdilik iddiasıdır! Ve Ayetullah Humeyni ve kadrosu
bu klasik şiilere göre gayrı meşrudurlar! Buna rağmen Velayet-i Fakih adlı

bir yeni tüzükle kendi akidesi ile çelişen bir değişimi gerçekleştirdi

ve iç çatışmanın önüne geçtiler. Zaten Humeyni kadroları içinde
Hüccetiye denen ve aynen Siyonizme benzeyen gizli örgüt üyesi
kimselerin sayısının çok olduğu sanılıyor..


Siyonizm Hasidiklere göre, Hüccetiye ve Devrim de Rafıziliğe göre

gayrı meşrudur. Buna rağmen Ariel Sharon ve diğer Siyonist önderler
"Biz Mesih in gelişini hızlandırmak için kuruyoruz İsraili" veya
"Mesih’in yolunu hazırlıyor, işini kolaylaştırıyoruz" gibi sözler sarfetmişlerdir.


Humeyni’nin de "Mehdiyi zillet içinde beklemektense izzetle

bekleriz" gibi bir takım süslü kelamlar ederek diğer muhalif ayetullahları
ikna ettiğini veya baskıyla susturduğunu herkes bilir. Oysa kendi akidesine
göre sapmıştır. Kendi ile çelişmiştir.


Dediği izzetin de ne olduğunu biliyoruz. Hama, Türkistan, Kafkaslar, ve şimdilerde Keşmir, Irak, Afgan, Çeçenya vs ihanetlerini herkes biliyor. Tağutlarla dostluk anlaşmalarına imza atarken öte yandan Sünni Mücahidlere aşırı veya terörist bozguncu vs diyen hainlerin neresinde izzet var anlamak güç.. Rusya, Çin, Hint ve Avrupa ve Amerika tağutlarıyla aynen mürted Suudiler gibi işbirliğine giden dost olan Rafızi İran daha da tehlikelidir Suud’dan..

Siyonistlerin "Mesihlik iddia etmiyoruz, sadece yolunu açıyoruz"

sözleri ile Hüccetiyeci ve Devrimcilerin "Velayetifakih" teorileri
tamamen aynı mantıktadır ve aynı-benzer bir sıkıntıyı gidermek
adına ortaya atılmak zorunda kalmışlardır..


Bir batıl kitab vardı "tanrıyı kıyamete zorlamak" adlı. Haşa bu her iki

grup kafirler de aynen o kafadalar! Haşa Yaradan’ı bir şeye
mecbur bırakacaklarına inanıyorlar!!! Mesih ve Mehdi’nin gönderilmesini hızlandıracaklarına inanıyorlar(?)



Küfür içinde küfür, pislik içinde pislik!!!

7) Yahudiler ve Siyonistler kehanetlere, fallara, büyülere, Kabbala gibi

Şeytanist-Siyonist batıllara çok değer verirler inanır ve yüceltirler.
Yahudi tarihi bu kehanet ve büyülerle, batınilikle doludur!



Hazreti Süleyman Aleyhisselam’a da iftira eder, mucizeleri için Sihir derler!
Kendi pisliklerini Nebilerine mal etmek isterler..

Rafıziler de, kehanetlere, gaibden haber vermelere, ve Cifr dedikleri ve Ehli Beyt imamlarına çirkince mal ettikleri bir tür Kabbala olan Hurufi-Batıni türden
batıllara inanırlar, değer verirler!

Kabbala batıniliği de Hurufilik batıniliği de Şeytanisttir..

Hatta bir tür, Şeytana Şeytanata tapınma söz ve ameli-ritüelidir..


Rafıziler de Yahudiler de bu tuğyan, bu samirilik, bu küfür dolu

taasuplar, hurafeler tahrifler bidatler ve efsanelerle, masallarla aslında
Allah’ın Kuranda haber verdiği "Şeytanlar Dostlarına Vahyeder" dediği
türden Şeytani duruma girerler..


Bu arada bir not düşelim, bizim Allah -esma- ve Peygamber Aleyhisselatuvesselam
ve İsa Mesih Aleyhisselam ve Ashab-Ehli Beyt Radıyallahuanhumecmaiyn ve Mehdi Aleyhisselam tarifimizle inancımızla, bunların Yahova, Moşe, Mesih, Mehdi tarifleri bambaşkadır, bizim inandığımız Haktır Hakikattir, bunlar ise tahrif etmişlerdir hakkı hakikati!

8) Yahudiler namazı yıldızlar görününceye kadar erteliyor, Rafıziler
de akşam namazını yıldızlar çıkıncaya kadar geciktirirler.

9) Yahudiler mestlere mest etmezler, Rafıziler de mestlere mest etmezler,
Ayağı çıplakken yıkamaz üst deriden mest (?) ederler..

10) “Yahudiler meleklerden Cibril bize düşmandır” derlerken, Rafıziler de
“Cibril vahyi Muhammed’e getirmekle hata etti” derler.

11) Rafızilerin Hıristiyanlarla da benzer yanları çoktur mesela, Hıristiyanlar
Kadınlarına Mehir ödemez, meta olarak faydalanırlar. Rafıziler de aynı şekilde,
Muta nikahını helal sayarak böyle evlenirler.

12) Yahudiler de Hıristiyanlar da iki haslet ile Rafızilerden evladırlar;
Yahudilere sizin dininizin en hayırlısı kimlerdir? Diye sorulunca

“Musa’nın Ashabı” derler. Hıristiyanlara da dinlerinin en hayırlısı
sorulduğunda “İsa’nın Havarileridir” derler. Rafızilere ise dininizin en şerlileri
kimlerdir diye sorulduğunda “Muhammed’in Ashabıdır” derler..
(Şeyhülislam İmam İbni Teymiyye Rahmetullahialeyh-Minhacul Sünne)

13) Yahudiler insanları “Yahudiler ve Diğerleri” diye tasnif eder ve
Yahudi olmayan herkesi hem tekfir hem de tahkir eder hatta onlara gohim
derler, yani insansı demek, insan ile hayvan arası bir şey demek.
İsa Aleyhisselam’ı bile kafir olarak nitelemişlerdir.

Rafıziler de Rafızi putları olan imamların uluhiyet veya nübüvvetini,
masumiyetini ve diğer sapıklıklarını kabul etmeyen tüm Müslümanları
tekfir ve tahkir ederler.. Hatta kendilerine Seyhayn yani ilk iki halifeye
hörmet ederek muhalefet eden Ehli Beyt İmamlarını bile, surat asarak homurdanarak
terk etmişler bunun üzerine rafaztumuni yani beni terk ettiniz denmiş
ve Rafızi-Terkeden- adı oradan kalmıştır.. Kendi putları olan ve bundan
razı olmayan Zeynel Abidin Radıyallahuanh veya Muhammed Bakır Rahmetullahialeyh’i
bile ezmiş geçmiş, takıntıları, tahrifçi, uyduruk din anlayışları uğruna kendi ilah
edindikleri zatları bile çiğnemiş geçmiştirler, hırs ve kibr-inat uğruna!

14) Yahudiler de sulble, dölle kafayı yemişlerdir, kendilerinin aslen
İbrahim Aleyhisselam’ın sulbundan olmalarından dolayı kavmiyetçilik faşistlik
Yapıp diğer kavimlere Müslüman dahi olsalar, İsevi, hatta Hazaralar ve
Falaşalar gibi Museviyim dahi deseler diğer insanlara tepeden bakarlar küçümserler.
Ve dediğimiz gibi, Krallık sadece Davut soyuna hastır derler.

Rafıziler de sulble, meni ile kafayı yiyenlerin başında gelir. Her şey,
Din, İman hep Seyitlere endekslidir. Ve Seyitlerden kafir veya hain çıkmayacağı,
Her zaman her seyidin kamil bir insan, mümin ve hatta veli olacağına dair
takıntıları vardır.

Oysa sulb seyidi değil ruh-can seyidi olmaktır esas, Hazreti Peygamber Aleyhisselam’ın
yanında hem kendi aslından neslinden ailesinden, hem kavminden
aşiretinden, hem ırkından hem de başka ırk ve kavimlerden, Zenci’den Beyaz’a,
Farsi’den Rumi’ye ve belki Kürdi’ye Türki’ye çok çeşitli
Irk, kavim, dil ve renkten sahabesi vardı.

Bir çok ayette hadiste “Hepimizin Adem’in cocukları olduğumuz ve de kimsenin
aslından dolayı suçlu ya da üstün olmadığı” beyan edildiği gibi,
“Selman Ehli Beytimdendir” Hadisinde de dendiği gibi, aslolan
ruh seyidi olmak, Muhammedi yol üzere olmaktır.

Yine Muharref İncil’de de Yahudist faşolara şöyle denir: “Tanrı İbrahim’e
şu taşlardan bile evlat yaratabilir..” yani önemli olan o yol üzere olmak,
o sulbden o meniden gelmek değil!

Evet, Sultanlıkta siyasette “beşik sultanlığı-beyliği” olur anladık da,
Dinde rehberlikte, alimlikte, velilikte “beşik uleması” nasıl olunur
anlamak güç..

Seyitlere imamlara kafayı takmış bu Arıza Rafızilere hemencecik Yahudi
İbranilerin de seyit olduklarını aslen Hazreti İbrahim Aleyhisselam’ın öz be öz torunları
olduklarını ve bunun onları yeryüzünün İblis’den sonra belki de en şerli
mahlukları olmaktan çıkarmadığını hatırlatalım..

15) Yahudiler, Haçlı Hıristiyanlar ve Putperest kavimlere nazaran akide ve şeriatları bakımından, ne kadar tahrif olmuş olursa olsun yine de bize en yakın olanlarıdırlar.

Yani Müslümanlara destek vermeleri beklenir normalde. Tıpkı bizim ‘Ehli Kitab’dır bunlar’ deyip de putperestlere tercih etmemiz gibi.. Fakat Yahudiler tam tersine,
en büyük düşmanlığı yapar biz Müslümanlara..

Şiiler de neticede bunlar da ehli kıble Müslüman deyip Ehli Sünnete destek
vermeleri beklenirken, tıpkı bizim ‘Şiilerin de bir kısmı ehli kıbledir’ kafirlere karşı bir
olalım veya ‘darultakrib’ vs zırvalığında olduğu gibi tarih boyunca her defasında aynı
delikten sayısızca ısırılmamızdaki gibi.. Evet bizim onlara defalarca aldanıp hep
ihanet gördüğümüz sabittir, oysa onlar asla Ehli Sünnete sahip çıkmamış en büyük
işgal yıllarında dahi düşmanla birlik olup fırsatı ganimet sayıp bize vurmuşlardır..

Haçlı gelmiş ona sırnaşmışlar, Moğol gelmiş ona yamanmışlar, Venedik’le, Ceneviz’le,
Avrupa’yla, Amerika ile, Rus’la, Çin’le, Hint’le iş koymuşlar dost olmuşlar
Ehli Sünnete yani Ümmete karşı..


Hazreti Halife İmam Ali Radıyallahuanh Sebeileri resmen yakmıştır.
Hazreti Halife Ömer Bin Abdulaziz Rafızi isyanlarını bastırmış ve köklerini de kazımıştır
çoğu yerden. Hazreti Halife Harun Reşid Rafızi fitnecilerin kuyruğuna çok basmıştır.
Büyük gazi Tuğrul Bey Hazretleri Büveyhi Şiilerin elinden kurtarmıştır Ümmeti.
Yoksa Hilafeti güya ele geçirip ümmeti Şiileştirmeyi deneyeceklerdi. Büyük
Sultan Salahaddin Eyyubi Hazretleri Haçlı ile savaşırken bir yandan da ve evvela
arkadan vuran işbirlikçi Mısır Fatımi Şiileri’ni yok etmiştir sonra Kudüs’e yönelmiştir.
Biz de öyle mi yapsak? Tahran’ı silmeden Kudüs’e gitmesek mi bilmem ki?..
Önce sırtımızı sağlama almak açısından, Salahaddin gibi.. Büyük cengaver
Sultan Baybars hazretleri bir yandan Moğol’un ve Haçlı’nın kökünü kazırken bir yandan
da İsmaili ve Nuseyri Şiilerin kökünü kazıyordu, hem batıl akidelerini yaydıkları
hem de ihanet ettikleri için.. Halife Sultan Yavuz Selim hazretlerinin 1,
Halife Sultan Süleyman hazretlerinin 2, Halife Sultan 4. Murad hazretlerinin de 2 İran
seferi vardır Safevi üzerine. Hem safevi sapık pislik akidesini İslam alemi içinde
yaymaya çalışıyordu hem de batı ile işbirliği içinde idi.. Şehid Kumandan Zerkavi
hazretleri İrancı Irak Şiilerinin kuyruğuna çok basmıştır, başlarına bela idi hala daha
onun timleri bela olmaya devam ediyor, hep de bir taife bu işi yapacaktır hamdolsun.
Zira bu Rafıziler hem batıllarını yayıyor hem de aynı zamanda işgalcilerle birlik olup sırtımızdan vuruyorlar..

Tahrifat ve İhanet Rafızada bir kronik tuğyandır..

Kayıkçı Kul Mustafa’nın genç Osman Destanı da tarihi bir vakıadır, hani şu kelle
koltuğunda gaza eden Osmanlı Akıncısı! O destandan türkü diye de mehter diye
de alınmış, yayılmış olan meşhur şiir vardı ya;

Genç Osman dediğin bir küçük uşak
Beline bağlamış ibrişim kuşak…

Bağdat’ın kapısın Genç Osman açtı
Önünden küffarın cümlesi kaçtı..

Orada düşman veya küffar dediği kimdi? Safevi Rafızi Şiileri idi!
Aynı Bagdat’da aynı Safevi Rafızileri
aynı yerde aynı hainliğe devam ediyor bu gün, amma heyhat ki bir
Halife Sultan Murad hazretleri yok.. Gene de bunlar kısa süreli bir şii
baharıdır dünyada.. Az kaldı az..

Sebei-Büveyhi-Fatımi-Safevi-Republici..

Görüldüğü üzere her devirde kisveleri değişse de tavırları, hainlikleri ve hurafeleri,
kafirlikleri hiç değişmiyor. Ve hangi kisve altında çıkarlarsa çıksınlar karşımıza ya da
haince vurdukları sırtımızda bitsinler; muhakkak bir Tuğrul Bey, bir Salahaddin, bir
Baybars, bir Süleyman, Murad, Zerkavi var olacaktır bu kafirlere haddini bildiren!
Yakınlarda İran’daki Sünni örgüt Cundullah da feci vurdu bunları. Hamdolsun
Ehli Sünnet aynı delikten defalarca sokula sokula uyandı, gözü açıldı..
Cundullah istişhadi eylemler yapıyor zaman zaman, buradan da Şiilerin Ehli Sünnet
Müslümanlara yaptıkları zulmün ne derece ayyuka çıktığını anlayın!

Bu gün Humeyni de İran da , Türkistan’ı Çin ve Rusya’ya satmıştır. Çeçenistan’ı
Ruslara satmıştır. Hama’yı dindaşları yani şii olan Nuseyrilere sattıkları gibi..
Bu tüm Sünni cephe ve beldeler için geçerlidir. İran Keşmir’i de sattı Hindularla
dostluk anlaşmaları imzaladı. Irak, Afgan, Çeçen, Yemen, Burma, Türkeli, Sumatra,
Moro, Somali, Cezayir, Libya, Filistin, Sudan, Nijerya vs tüm Sünni cepheleri ve
Sünni Müslüman halkları satmıştır. Gidip oradaki tağutlarla dost olmuştur.
Sadece arada bir Filistin için timsah gözyaşı dökerler, aynen
Ehli Beyt için döktükleri ihanet gözyaşları gibi..

16) Yahudilerin muharref kitab ve kaynaklarında resmen pornoğrafi hatta ensest
derecede açıkça galiz sapkın cinsel içerikler vardır. İsrail’de öz kızına oğluna tecavüz
eden haham ve baba, abi sayısı kendi polis kayıtları istatistikleri ile aşikar bilinmektedir
ki, diz boyu! Normal. Zira muharref kitablarında bu sapıklık var, hayatlarına nasıl aksetmez!

Yine Sabatayist Yahudi mezhebinde, Mum söndü denen bir ayin vardır, buna 22 Adar bayramı veya Kuzu Gecesi veya da 4 gönül Bayramı da denir namı diğer Mum Söndü.. 22 Martda yapıldığı için “22 Adar Bayramı” denmiştir. Ve o gece Kuzu yendiği için; Noeldeki Hindi yemesi gibi Hıristiyanların; “Kuzu Gecesi” de denmiştir. Veya, evlenene kadar bekarlara bu ayinden söz edilmezdi, ancak evlenenlere bu sır verildiği ve evli çiftlerin katıldığı ve en az iki çiftin katılmasıyla olduğu için “4 Gönül Bayramı” da denmiştir. Ve inanışa göre geberik Sabatay Sebi adlı sahte Mesih, yine bir gün bu gecelerden doğan kutsal piç çocuklardan birinde tecessüm ederek yeniden dünyaya gelecekmiş…

Şiaya gelince.. En temiz(?) en sünniye yakın(?) ve en sureti hakdan pazarlanmaya
çalışılan Humeyni’nin bile, her şii önderi gibi muta nikahına cevaz verdiğini herkes bilir. Ve kadınla ters ilişkiye de cevaz vermiştir Humeyni! Ve dahası, bir erkek, nişanlı veya beşik kertmesi vs ise, kertiği olan bebek ile bile cinsel ilişkiye girebilirmiş. En makulleri olan Humeyni bu ise diğerlerini siz düşünün..

Rafızanın bu tür cinsel sapıklıkları bunlarla sınırlı değildir..
Burada girmeyeceğiz fazlaca..

( Alevilik ise şiadan da kafir ve batıl olmakla birlikte onlar hakkındaki Mum Söndü kelamı bir iftira ve yanlış anlamadır. Balkanlarda bol olan bu Sabatayist Yahudiler bir dönemde artık "şeriatsız tarikat" olmaya başlayınca Bektaşiliğe sızar ve çokça dede dedebaba pir vs olurlar, böylece alevilikle bunların mum söndüsü bir anılır olmuş, oysa alevilikte ilke olarak böyle bir sapık ritüel yoktur. Alevilere mum söndücü diyen Güneri Ümit gibi Sabatay Mum söndü mahsulü cumhuriyet elitleridir asıl o sapıklığı yapan! )

17) Yahudilerin Kitablarını manaen de lafzen de tahrif ettikleri sabittir. Bir çok galiz
şirk sözleri vardır ve kitabları bunlarla doludur. Haşa; Yakub ile güreşen ve yenilen
bir Tanrı; veya bir dediği bir dediğini tutmayan dengesiz bir tanrı aynen şiadaki
beda inancındaki gibi; veya oğul edinen bir tanrı; kendi evlatlarına haşa tecavüz eden peygamberler ve bunları elçi seçen bir tanrı anlayışı gibi sayısız küfür ve pislikler..

Yine insaflı gidelim, “Kuran tahrif edildi” diyen Tabersi, Kummi, Kuleyni gibileri es geçelim de, hadi en makulleri diye ve Sünniliğe en yakın ve de vahdetçi-ümmetçi diye tarif edilen Humeyni’dn alıntı yapalım “biz Allah’ın -haşa- zatını düşünürüz” sözü veya “İmamlarımız
içinde öylesi vardır ki makamına ne bir nebi ne de mukarreb melek erişemez”
sözü veya “Ebubekir ve Ömer’e Cennetlik diyenin Cennete giremeyeceği” gibi
daha bir çok küfür kelamları ve akidesi vardır..

İran Devriminde asıl fikir babası ve tüm üniversiteli devrimcileri peşine sürükleyen Ali Şeriati adlı sosyolog muallim, bir çok şii küfür veya sapıklığını barındırmakla birlikte diğerlerine göre mukayese edersek, şiadan çıkmış çıkacak en insaflı en mert adamdır. Kendisi bazı Ashab konusunda tipik şii edebsizliği ve sapıklığını gösterse de, bambaşka bir şiidir..

El Kaide ve Taliban vesilesiyle Ehli Sünnet’i gerçek manasıyla tanımakla ve tabi olmakla müşerref olmazdan evvelki cahil zamanlarımızda, Vahdet ve Darultakrib yalanlarına kandığımız İrancı ve İrcacı Radikal zamanlarımızda çok okuduk Şeriati’yi, mesela Hz Halife Ömer Radıyallahuanh için adaleti konusunda övgüyle andığı yerler görmüştüm kitablarında. Yine, Osmanlı İslam Devleti’nden “Yarın’ın Tarihine Bakış” adlı kitabında ve başka kitablarında övgüyle bahsetmiştir. Rafızi Safevi’yi ise sevmez.. “Anne Baba Biz Suçluyuz” da da Kuran tahrif oldu diyen Şiileri deşifre eder ve teberri eder bunlardan. Hiçbir şii alim ve mütefekkirinin kolay kolay diğer bazı Şiilerin bu tür küfürlerini deşifre ettiklerini ve
bunlardan teberri ettiklerini göremezsiniz.. Ali Şeriati’nin bir tek kitabında Humeyni’yi övdüğünü hatırlamıyorum. Zaten mollaları sevmez. Ha, adam adeta solcudur, sahabelerin bir kısmına düşmandır, ben adamı aklamıyorum, lakin önemli bir yere temas edeceğim.

Şimdi soruyoruz, Ali Şeriati Fransa’da şüpheli bir şekilde öldürüldüğünde (kim bilir belki de artık devrime çok yakın bir zamanda, artık işi bittiği için Humeyni onu kullanıp atmış, öldürtmüş olabilir); Humeyni neden onun cenazesine sahip çıkmadı? Her ölen önder için bir çok övgüde ve beyanatta taziyede bulunan Humeyni, Komünist Kafirlerin uydurması “İşçi Bayramı”nda bile işçilerin bu cahili bayramını tebrik beyanatında bulunan, veya “Nevruz” gibi cahili küf bayramlarında halka kutlama beyanatlarında bulunan Humeyni; acaba kendisine devrimi borçlu olduğu Ali Şeriati’ye neden böylesi bir kin duymuştur? Ali Şeriati “şia dini” nin hangi amentüsünden şaşmış sapıtmıştır, Sünnilere yaklaşmıştır ki, Humeyni onu haz ve hazm edememiştir. Hiçbir zaman için. Hele de öldüğünde bile! Nihayet devrim konseyinin yoğun baskısı üzerine bir gün sonra zoraki bir beyanatta taziyede bulunmak zorunda kalır Humeyni! İlginç.. Veya, Azeri Ayetullah Şeriat Medari veya Ayetullah Muntaziri ile nasıl bir kayıkçı kavgaları vardı ki onların işini bitirdi Humeyni? General Hamenei daha şii hiyerarşisindeki sözde makamlardan Ayetullahlığın altı olan Hüccetülislam mevkiinde bile değilken nasıl bir anda Ayetullahlığa terfi ettirildi ve bahsettiğim o, İran’da şianın en ağır topları sayılan o Ayetullahlar vs varken Hamenei’yi vasi tayin etti Humeyni?

18) Yahudilerin tarih boyunca Müslümanlara karşı olsun diğer kavimlere karşı olsun gösterdikleri düşmanlık ve takiyye ve binbir türlü hile fesatlık ve plan artık tutmuyor, artık Yahudi deyince haşa tevbe kapısı bile kapalı ona diyecek hale geldi herkes.. Yani asla güvenle yaklaşmıyor kimse. Zira o kadar çok takiyye, hile ve fesad yaptılar ki, kimse artık hiçbir şekilde inanmıyor onlara..

1300 sene boyunca bazen bu Rafızileri de haşa “ehli kıble” den saydık ve her
Defasında ihanetlerine uğradık. Artık aynı delikten bir daha sokulmayacağız.
Şia, ya takiyyesiz bir şekilde toptan Ehli Sünnete dönecek, ya da aleyhimizde
hiçbir siyasete anlaşmaya ve savaşa kavgaya karışmayacak, ve yayılmacı
fitnesinden vazgeçecek, ya da hakkı kılıç olacak..

Şunu da iyi bilsinler ki, 1300 sene boyunca bir kaçını da yukarda saydığım gibi
halife sultan ve gazilerimiz çıktı ise, bir 1300 sene daha dursa dünya,
yine her defasında akın çıkarırız Rafızi kafirler üstüne!

Şii ihaneti söz konusu olunca, bıyığında tarak durmayan
Genç Osman gibi çocuklar bile koşar onlarla cihad etmeye!



( Bir dip not: Tüm Şiiler kafir midir? Hayır! Bir kere evvela şunu diyelim, Yemen vs yerlerdeki Zeydi kardeşlerimizi Rafızi olarak görmüyoruz, burada yazdıklarımızın hiç birisiyle alakaları yoktur o kardeşlerimizin. Onlar Ehli Kıble’dir, Müslüman’dır, tarih boyunca da İslam Devletine-Hilafete genelde bağlı kalmışlardır, ihanetleri pek görülmemiştir, her şeyden önce bunlar Müslümandır, hatta nerdeyse Ehli Sünnet’in bir parçasıdırlar, Selefiyye’den-Dört Mezheb’den sonra bazı şaz ve hatalı görüşleri olmakla birlikte yine de umumi manada Sünni olan ve Ehli Sünnetin bazı hataları barındıran ekstra birer yan kolu olan Zahiri, Maturidi, Eş’ari, mezhebleri gibidirler yani bir manada Sünnidirler, dediğim gibi, en azından
Ehli Kıbledirler.

Caferilere yani İsnaaşeriyye’ciler veya İmamiyye diye anılan Şiilere gelince. Bunlar yazımızda bahsettiklerimizdir. Bu yazı boyunca anlattığımız hemen her vasıf Caferilerde vardır, birkaç sapıklık da diğer daha uç Şiilerde İsmaili, Nuseyri vs Şiilerde vardır amma Caferileri, bunları tekfir edip teberri etmedikleri için aynı kefeye koymakta haklıyız. Bir caferiyi imtihan edin, eğer yukarda yazdığımız küfür ve ihanetleri onaylıyor veya bunları yapan Rafızi Şiileri bizim gibi açıkça ve rahatlıkla tekfir edemiyor etmiyorsa anlayın ki o da aynı akidedir. Sadece onlardan değilmiş gibi davramıp takiyye yapmaktadır. Ha, sizi tasdik etseler de dikkat edin, zira takiyye bir iman esasıdır onlarda.. Her şekilde uzak durulması vesselam.. Bizim de derdimiz bu zaten, biz sizden uzağız, siz de bizimle uğraşmayın, bizde uzak ve zararsız olun!

Rafızilerin, bilhassa Caferilerin tabanına gelince, yani avama. Bunların da muayyen olarak tekfiri ihtilaflıdır. Biz demiyoruz ki tamamı bila istisna kafir veya haindir. Bir Kerkük veya Tebriz, Isfahan, Bağdat veya Iğdır caferisi cahil avamı ele alsak, adamın din anlayışı nedir? Kelimei Tevhidi tastamam inanıyor ikrar ediyor, ve dinin vaciblerini yapıyor açık küfürlerden beri duruyorsa elbette onu tekfir etmeyiz ilk anda. Cehaleti mazeret olabilir. Bir Iğdır köylüsünün bir kocakarının Şiilik anlayışı şunu demekse, “vah vav! Gurban olim İmam Hüseyin’i kesmiş kafirler, Peyğamber evladına yapılır mı bu!” vs. Bu cahil gariban vatandaşı tekfir etmeyiz. Ne şianın galiz küfürlerini bilmiş ve bulaşmış, ne de ilim sahibi bir muannid Ayetullah veya Molla! Amma Ayetullah ve mollaları ve idarecileri elbette kafirdir. Avam cahilliği sebebiyle muayyen olarak ferd ferd tekfir edilmeyebilir, yeter ki işgalci düşmanla birlik olup biz vurmasınlar! Büyük İmamlarımızdan Şeyh Eymen El Zevahiri de buna yakın bir beyanatda bulunmuştu yanılmıyorsam.. Hz Ömer’e olan düşmanlıklarında hakaretlerinde de menşe açısından ihtilaf olabilir, Hz Halife Ömer Radıyallahuanh ile Kerbela’da hz İmam Hüseyin Radıyallahuanh’ı şehid eden komutan Ömer, aynı isimden dolayı de çok karıştırılmış, veya iki Ömer ismi böylece birleştirilmiş olabilir uyanık şii önderlerince.. Böylece ‘Ömer’e haşa lanet olsun’ derken avam böylesi bir kargaşa ve cehalet üzere de olabilir. Alimlerimiz daha doğrusunu bilir biz tahminimizi yazdık.. Yezide lanet ise elbette bu da caiz değil, diğer bir çok daha hurafeleri mevcuttur, hoş en iyi durumda yine sapıktırlar. Amma her şii imamiyyeci de olsa, cahilse tekfir edilmeyebilir, bunu vurgulamak istedik.

Hülasa muayyen tekfirde bazı engeller vardır, bazı cahillere hücceti ikame etmek lazımdır, dünyadaki tüm Şiiler kafirdir demeyiz bu sebeblerle.. Ayrıca sapık veya kafir de olsa, ihanet içinde olmayan bir kimse ile de bir savaşımız yoktur. Biz yazımızda sürekli Şiilerin tahrif ve ihaneti derken, şii ilim ve kanaat önderlerini kastediyoruz özellikle, cahil vatandaşı değil..

Dediğimiz gibi, her şii, Rafızi yani kafir gulat statüsünde olmayabileceği gibi,
her Rafızi de işgalcilerle birlik olan haindir diye bir kaide yok. Ama liderleri aynen böyledir, avamın da, bölge bölge değişse de bir ksımı bu durumdadır. Bizim tek isteğimiz, bizden uzak ve şersiz olmalarıdır. İşgalcilerle ve yerli tağutlarla birlik olup bize vurmamaları, ve işgali ve işgalci ve yerli tağutların; Ehli Sünnet alim ve emirlerini şehid, sürgün veya hapsederek etkisiz hale getirmesini fırsat bilip şii yayılmacılığı yapmamalarıdır!

Bu gün Afganistan’da işgali fırsat bilip gidip orada Misyonerlik yapan ve Taliban tarafından öldürülen çoğu Kore’li Protestan Hıristiyanlar ne ise, Irak’da ve diğer yerlerde, işgali fırsat bilip ve işgalci tağutlara veya yerli kukla tağutlara sırtını dayayıp şii yayılmacılığı yapan ve b sebeble El Kaide’nin kendilerine vurduğu Rafızi hainler aynıdır! Irak’da son on senedir yeni devletin polisleri itinayla Şiilerden seçilmektedir.. )






Akıncı Zülfikar


Zındıklara Batar..
 
M Çevrimdışı

mühür1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
1) yazdıklarından hz hüseyin dolduruşa gelecek birimiydi

2) cibril a.s vahiy getirirken şaşırdı demişsin bunu 12 imamdan bir tanesinin söylediği ispatlarmısın?
ispatlayamazsan senden şerefsiz adam yok. delili ile birlikte.

ama kıvurtma. yok bu şii söyledi, şu adam söyledide bu şiiydi diye



3) filistinde o kadar müslüman şehit oluyor, sen burda oturmuş yazı yazıyon seni şehit olmaktan alıkoyan nedir?
 
akıncı zülfikar Çevrimdışı

akıncı zülfikar

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
1) Hz İmam Hüseyin olsun hz İmam Zeyd olsun namussuz şiilerin dolduruş ve satışına gelen iki baş tacımız büyüğümüzdür, biz Osmanlılar her camiimizin içinde Hasan Hüseyin yazdık Yezid yazmadık, hatta çocuğuna hz Muaviye nin adını bile veren bulamazsın ehli sünnet tarihinde neredeyse..
Konudan konuya atlamaman için baştan bunların altını çiziyorum. Zira şii namussuzların işi gücü tahrifat çarpıtmadır..

"Hilafet ve hamisi Saltanat; Laiklik ve meyvesi Demokrasi" adlı eserimde de uzunca açıkladım, cemel sıffın kerbela harre vs birbirinden tamamen farklı hadiselerdirve kontrol dışı şeyler olmuş münafıkların ve avdetilerin dönmelerin fitnesi büyük olmuştur.

Hz İmam Ali radıyallahuanh ın da ordusu tertemiz değildir hz Aişe veya sonraki hz Muaviye radıyallahuanhum ların orduları da tertemiz değildir..
temiz olan sadece Hz Ali, Aişe, Talha, Zübeyr, Muaviye vs sahabeler ve yakın çevreleridir. Diğer adamlar içinde derin güçler var, iki taraf içinde de. tek farkla ki, hz Ali nin yanında her zaman kahir çoğunluk -çekirdek kadro sahabilerden- ve daha hakkaniyetliler var olmuştur. biz bu sebeble her zaman Ali, Hasan, Hüseyin, Zeyd ile beraberz onlara hak veririz ve onları üstün tutarız. Fakat mesele bu değil, bunların şiileri içinde de namussuz çok. onlar hem ümitlendirir h de satarlar.. kronik şii hastalığıdır bu.. malum eserimde daha fazlası var dileyen ordan baksın..

Hz Osman ı şehid edenler bir şekilde hz Ali radıyallahuanh ın ordusunda barınabilmiştir. ve yine hz Zübeyr ve hz Talha yı şehid edenler de bu ordudan çıkmıştır. Yine Hariciler de bu ordudan çıkmıştır. yine, hz İmam Hüseyin ve hz İmam Zeyd leri önce ümitlendirip sonra sanlar da yine sözde ehli beyt taraftarlarından çıkmıştır.. Tabi ki dolduruşa gelinşr, insan bunlar. Tabi sen su katılmamış bir rafızisin galiba, hani şu piyasaya çıkıp mehdilik idda eden katli vacipler falan.. Yani sana göre yerin ve göğün gaybını bilebilir imamlar, bu denli taarrufat ve malumat sahibi zatları nasıl kandırır iki tane hain dersin belki de.. onu bilemem..

Muhammed Aleyhisselatuvesselam der ki, "ben bana getirdiğimiz davaları anlattığınıza göre hüküm veririm, varsa benden gizledğiniz onun hesabını Allah'a verecektir" manasında bir hadisi vardır. İnsan o da.

İmamlar dolduruşa gelmez veya aldatılamaz kandırılamaz diye bir kaide yok ve bu onları küçültmez de. Hz Abdullah bin Zübeyr ve Abdullah İbni Ömer Hz İmam Hüseyin'e gitme dediler. Eğer şii namussuzların sözüne aldanmamış olsaydı Mekke de diğer o ashabla -ki onlar ehli beyte sadıktı- kalsa idi belki tüm ümmet birden bir başarılı darbe gerçekleştireceklerdi ilerde, güç dağılmamış olacaktı. Stratejik hata veya aldanma kanma da denebilir buna... Tabi yarı tanrı eski iran-mecusi ve pers tanrıarı ile karışmış bir imamlar prototipine uymaz bu anlattıklarım o başka..

2) 12 imam (yani bildik 11 imam, bir de caferilerin sevmedikleri üvey dede gibi gördükleri imam Zeyd i eklerim toplam 12. yoksa 12. imam dedikleri, yaşayıp yaşamadığı bile belirsiz olan sözde mehdi adlı çocuk ile 12 ya tamamlamıyorum ben) asla kuran veya sünnet veya ashab ile sıkıntıları en küçük bir sapmaları haşa olmamıştır. Biz onlardan ve ashablarından din aldık. Ben nerde kuran değişti derler dedim? ASıl şerefsiz ve müfteri senin. Ben şiiler böyle ianır dedim.

Bunun için de Kummi, Keşmiri, Tabersi gibi gulat şiileri, Tusi, Kuleyni, Kaşani, Humeyni gibileri okuman kafidir.
tabi İran konsolosluğu bazı gafları erk farketmiş çok kitabını hueyni dübürcüsünün, derhal piyasadan toplattırmıştır.
gerek akidevi gerek fıkhi-cinsel sapıklkları öğrenilmesin diye..
Amma aynı kitabları tahranda kumda bulur aslından okutursan anlarsın meseleyi..

bebekle cinsel ilişki fetvası humeyni de, ters dübür ilişki fetvas cevazı humeyni de, muta piçi olmaları teşviki humeyni de..
imamları enbiyadan üstün tutma humeyni de. daha neler var, başka makalelerimde geçer, gerkirse masaya yatırırız..

Keşmiri ve Tabersi ise HUmeyni ve hocalarının çok sevdiği eski elefleridir ve Kuran tahrif oldu derler..
Sünniler için EbuHanife veya Şafi ne ise şiiler için de Tabersi Kummi Kuleyni Kaşmiri Kuleyni odur.. onlardan din aldılar..

İstanbul da oturuyorsan, hemen guraba yayınlarına gidecek ve "senin ağzınd senin dinin ey şii" veya "aldanmalım" adlı rafızi deşifre eden kitabı isteyeceksin , bu kadar.. Sonra gel konuşalım. Bir de iranlı molla çağıralım.

3) Ben her gün Irak, Çeçen, Afgan, Türkistan, Keşmir, Yemen, Nijerya, Sudan, Somali, Burma, Patani, Moro, Açe ve daha nice yerlrde şehit olmaktayım zaten..Hamdolsun tüm sünni cepheler kaide adı altında birleşiyor ve kafir iran şimdiden en tehlikeli düşman olara sünni cihadı ilan etti bile..

ASıl şii rafızi kafir hainler; İsrail Gazze yi tuzla buz ettiğinde neden orada SÜNNİ lerle birlikte şehit olmadılar?
Neden Hizbullah seyretti ve BM ye bağlıyız dedi.. 1400 insan öldürüldü hizbullahın bir tek mermisi ateşlenmedi..
oysa 2006 daki sözde 33 gün savaşında daha 100 lerde iken ölü sayısı kuzeyden hizbullat girdi hemen savaşa.
şimdi ise 1400 müslüman öldü ve Gazze tuzala buz edildi amma kılını kıpırdatmadı, demek ki başka hesabı var din iman hikaye.

ve şiii bölgesi olan güneye sızan bir kaç el kade mücahidi 6 füze yolladılar İsrailin kuzeyine,
hizbullat bunları kınadı biz dedi karışmayız savaşa biz BM nin falan falan kanununa maddesine bağlıyız..
Mücahidler de biz de Allah ve Resulüne bağlıyız dedi vesselam..

bir şii, sünniler için savaşmaz. savaşırsa da anla ki başka hesabı var...
aha ,şte Hizbullat. 2006 da ne idi 2009 da ne oldu? hayır onlar hep aynı ..k idi. sadece takiyyeleri ile aldatırlar.
bizim sünnilerdn de bazısı balık hafızalıdır, çabuk unutur, şeytan şiiler gibi değildir saftır aldanır..
 
M Çevrimdışı

mühür1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
1) SEN DİYORSUN YA OSMANIN KATİLLERİ HZ ALİ NİN ORDUSUNDAYDI BEN SANA TARİHİ BURAYA YAZYIM OKU UYDURMA

2) BEN SANA ŞU DEDİ BU DEDİ DEME DİYE YAZDIM, SEN HUMEYNİ DEMİŞSİN ŞU DEMİŞSİN BU DEMİŞSİN

BENİ 12 İMAMIN DEDİĞİ VE GİTTİĞİ YOLDAN BAŞKASI İLGİLENDİRMEZ
O SENİN SAYDIKLARIN ÖNCE KENDİLERİNİ KURTARSINLAR ALLAH KATINDA

3) ONLAR SAVAŞMIYARAK YANLIŞ YAPIYOR OLABİLERLER, SEN ÜSTÜNE DÜŞENİ YAP

BU VATANDA MİLYONLARCA SUNNİSİNİZ NEDEN SEYREDİYORSUNUZ. TÜKÜRSENİZ ADAMLARI BOĞARSINIZ. SİZİ TUTANLARDA MI Şİİ LER,


GÖZ GÖRE GÖRE ONLARCA MASUM ÖLDÜRÜLÜYOR FİLİSTİNDE......................

BEN SÖYLEYİM ANCAK ÜFÜRÜYORSUNUZ...................
 
M Çevrimdışı

mühür1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
OKU MASKE DÜŞÜRECEKMİŞ SEN KALBİNDEKİ PİSLİĞİ TEMİZLE



CEMEL SAVAŞI
Cemel savaşının başlaması hakkında uydurma bir rivâyet de var:
Sahâbeden Ka'kaa' b. Amr-ı Temimi'yi Hz. Ali, işin savaşa dönüşmeden çözümlenmesi için Ayişe'ye göndermiş. Bu adam, Ayişe'ye, neden evini-barkını bırakıp çöllere düştüğünü sormuş. Ayişe, Osman'ın kanını almak, onu öldürenlerin kısâsını sağlamak, mü'minlerin işlerini düzene sokmak için bu işe giriştiğini söylemiş. Zübeyr ile Talha da aynı ağzı kullanmışlar. Ka'kaa, Basralıların da, kendilerinden öldürülenlerin kanını isteyeceklerini, doğru hareketin, bu işi bırakıp uzlaşmak olduğunu, uzlaşılınca, Osman'ın aleyhinde bulunanların yalnız kalacaklarını, o vakit şeriat hükmünün yerine getirilebileceğini söylemiş. Ayişe'yle Talha ve Zübeyr, bu re'yi beyenip kabûl etmişler. Ka'kaa', Hz. Ali'ye gelip bunu haber vermiş. Ali, memnûn olup orduya, yarın sabah Basra'ya hareket edeceğiz, yalnız Osman'ın aleyhinde kalkınanlar, o işe karışanlar bizimle-gelmesin buyurmuş.
İş bu kerteye gelince, Osman'ın aleyhine kıyâm edenleri bir düşüncedir, almış, İçlerinde bulunan ve İbnu Emet'is-Sevdâ (Kara halayığın oğlu) denen Abdullah b.
137
Sebâ' bu iş demiş, ancak savaşla düzelir, yoksa hepimiz yok oluruz. Onun re'yiyle, onun teşvikıyle, Osman'ın aleyhine kıyâm edenler, geceleyin, karşıdaki orduya saldırmışlar, savaş böyle başlamış.
Bunu rivâyet eden Seyf b. Ömer, yalanlar düzen, doğmamış, yaşamamış adamlar, kurulmamış şehirler icâd eden, söylenmemiş şiirler söyleten, akla gelmeyecek efsâneler uyduran, olayları tahrif eden müdhiş bir yalancıdır. Abdullah b. Sebâ' ve Ka'kaa' da bu adamın uydurduğu adamlardandır ve bu rivâyetin ne aslı vardır, ne fash.45
Zikaar'da Hz. Ali'nin, Kûfeden bin kişi gelip ölünceyedek düşmanla savaşmak üzere bana bey'at edecek; ne bir artık olacak, ne bir eksik dediği de rivâyet edilmiştir. Abbâs oğlu Abdullah, âdetimdi demiş, gelenleri sayardım. Tam dokuz yüz doksan dokuz kişi geldi. Eyvah dedim, sözü çıkmazsa. Derken uzun boylu, aba giyinmiş, zayıf bir kişi geldi, onunla gelenler bin oldu. Bu gelen zat, tâbiinin en büyüğü ve yücesi Üveys'ül-Karanı idi.46
Fakat doğru rivâyet Üveys'in, bu savaşta değil, Sıffîn savaşında gelip Hz. Ali'ye bey'at ettiği ve şehid olduğudur.
45- Murtazâ'l-Askeri'nin "Abdullah b. Seba" adlı kitabmm, "Abdullah b. Sabâ Masalı, Bir Yalancmm Düzmeleri" adıyla türkçeye çevirimize; 1st. Baha Matç 1974; ve aynı müdekkık allâmenin "Hamsûne ve mıeti Sahâbiyyu Muhtalak" (Yaşatılan, fakat olmayan yüzelli sahâbî) adlı değerli ve muhalled eserine bkz. 1. kısım; 2. basım, Bağdad 1389 H. 1969; s. 73 - 146).
46- Hz. Peygamber'i görmeyen, fakat sahâbeye ulaşanlara "Tâbiin" denir.
138
Hz. Ali, Basra'ya hareket etti. Yolda Abd'ül-Kays boyunun bulunduğu yere vannca onlar da orduya katıldılar. Beraberce Zâviye denen köye kondu, ordan Basra'ya yöneldi. Cemel ashâbı da ileri vardılar, Ziyâd oğlu Ubeydullah'ın köşkü yanında iki ordu karşılaştı.
Hz. Ali, daha once yanindakilere şu emirleri vermişti:
"Onlar savaşa başlamadan siz başlamayın. Hamdolsun Allah'a hak sizinledir, sizdedir. Savaşta yaralananları öldürmeyin. Onları bozguna uğrattınız mi, peşlerine düşüp kovalamayın. Kötülükte bulunmayın, ayıplarım öıtün. Evlere girmeyin, mallanndan bir habbe bile almayin. Kadinlara dokunmayin, ırza sövmeyin. Kadınlar, sözce, özce, düşünce bakımından zayıf olurlar. Onlar müşrikken bile onlara dokunmamamiz emredilirdi."
Gene bu sirada Vâil oğlu Bekr'in boyu da Abd'ül-Kays boyuyla haberleşmişti. Geldiler, Hz. Ali'nin ordusuna katıldılar.
Basra şeyhlerinden Kays oğlu Ahnef, Osman'in öldürüldüğü yıl hacca gitmişti. Medine'ye uğrayınca Osman'in evinin kuşatıldığını görmüş, işin sonunu düşünerek ayrı ayrı Hz. Ayişe'ye, Talha'ya, Zübeyr'e baş vurarak, Osman'dan sonra kime bey'at edeyim diye sormuş, her üçünden de Ali'ye cevabını almıştı.
Sonradan her üçü de Basra'ya gelip Ahnef i Hz. Ali'nin aleyhine kıyâma çağınnca şaşırmış, onlara söyledikleri sözü hatırlatmıştı. Evet demişlerdi, evvelce öyle demiştik amma şimdi iş değişti, Ali, durumunu değiştirdi.
Ahnef vallahi, demişti ben Ali'ye bey'at ettim, bey'atimden dönmem; fakat mü'minler anasıyla da savaşa
139
girişmem. Topluluktan çıkar, bir tarafa çekilirim. Öyle de yapmış, kendisine uyanlarla beraber Basra'ya iki saatlik bir yer olan Celcâ'ya çekilmişti.
Hz. Ali'nin geldiğini duyunca huzuruna vardı, bu olayı anlattı, dilersen ey Mü'minler Emiri, senin orduna katılayım, uğrunda savaşa girişeyim, dilersen gene yerime gideyim, on bin kılıcı savaştan alıkoyayım, dedi.
Hz. Ali, ikinci teklife râzı oldu, o da Temim ve Sa'd oğulları boylarıyle gidip tarafsız kaldı. Hz. Ali'nin bu hareketi, ya ondan tamamiyle emin olmadığı içindi, yahut onun tarafsız kalmak istediğini anlamıştı, ondandı, yahut da bu kuvveti, icap edince kullanmak üzere ihtiyat kuvveti olarak korumayı münasip gördüğündendi.
Hz. Ali, ordusuna, "Ey Allah kulları" dedi, "bunlar benim bey'atimden döndüler, vâli olarak tâyin ettiğim Huneyf oğlu'nu dövdüler, hakkında pek kötü muâmelede bulundular, Cebele oğlıı Hakim'i ve daha bir çok temiz kişileıi öldürdüler; beni kim seviyorsa onlaıa ulaştırdılar. Hangi duvar dibindeyse, hangi tümsek altındaysa, beni seveni bıılııp şehid ettiler, boyunlarım vurdular. Gönlünüz sağlam, haklı olduğunuza emin olarak bunlarla savaşın."
İki ordu karşılaşınca Zübeyr, bir ata binmiş olduğu halde meydana çıktı, Talha da saftan ayrılıp onun yanına geldi. Hz. Ali, bunu görünce atını mahmızladı, yanlarına vardı. Silâhlanıp adamlar toplamış, atlar toplamış, ordu kurmuş, savaşa çıkmışsınız amma Allah'a karşı bir özür buldunuz mu? Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah'tan çekinip, ipi iyice örüp büküp kuvvetli bir hâle getirdikten sonra çözen kişiye benzemeyin. Ben sizin din
140
kardeşiniz değil miyim? Kanım size haram değil mi, kanınız bana haram değil mi? Benim kanımı size helâl edecek bir şey mi, bir sebep mi var? dedi. Talha dedi ki: Halkı Osman aleyhine kışkırttın.
Hz. Ali, "Allah da bilir ki" buyurdu, "ben Osman'ın öldürülmesinden uzakım, Allah Osman'ı öldürenlere lânet etsin. Ey Talha, kendi haremini, evinde saklıyorsun, Rasûlullah'ın haremini buralara sürüklüyorsun; sen bana bey'at etmedin mi?"
Talha, ettim ama kılıç boynumdaydı dedi. Hz. Ali, Zübeyr'e dönüp "Ey Zübeyr" dedi, "benden Osman'ın kanını istiyorsun, halbuki onu âdeta sen öldürdün. Allah, onun hakkinda en fazla şiddet göstereni bana musallat etti bııgün. Hatirlar misin ey Ziibeyr, bir giin Rasûlullah sana, Sen buyurmuştu Ali ile savaşacaksın, fakat zâlim olarak, ona zulmederek savaşacaksın."
Ziibeyr, birden vallahi böyle dedi; eğer bunu evvelce hatırlasaydım buralara gelmezdim; vallahi seninle ebediyyen savaşmam, dedi.
Hz. Ali bundan sonra ordusuna döndü. Ziibeyr, adamlannin yanina vanp Hz. Ali'nin sözlerini söyleyince Ayişe, peki dedi, şimdi ne yapacaksın? Ziibeyr, çekilip gideceğim dedi. Oğlu Abdullah, iki fitneyi dedi, bir yere getirdin; tam savaşa başlanacağı sırada savuşmak istiyorsun. Onun sözünden değil, bayrakları altında toplanmış bulunan yiğitlerden korktun. Ziibeyr, savaşmamaya yemin ettim, ne yapabilirim dedi. Abdullah,
141
keffâret ver de gene savaş dedi; hâsılı babasını kandırdı; o da kölesi Mekhûl'ü âzâd edip savaşa girişti.47
Orduda Kûfelilerin Mudar boyuna mensup olanları, Basralıların Mudar boyuna karşı, Kûfelilerin Rabia boyu mensuplan, Basralıların Rabîa boyu mensuplarına karşı saf düzmüşlerdi. Ayişe'nin kardeşi Muhammed, Hz. Ali'nin yanındaydı, öbür kardeşi Abdurrahman kendi yanındaydı. Hz. Ali'nin ordusu yirmi bin kişiydi. Karşısındaki ordu, otuz bine vanyordu.
Savaş başlamıştı. Hz. Ayişe, Basra'da oturduğu evden çıkmış, devenin üstündeki zırhla kaplı hödüce binmiş, savaşı görebilecek bir yere gelmişti.
Zübeyr'in mânevi kuvveti tamamiyle bozulmuştu. Oğlu Abdullah'a, bugün ya zâlim olarak, ya mazlûm olarak mutlaka öldürüleceğim. Derdim borçlarımdan; mallarımı sat, borçlarımı ver demiş at sürmüştü.
Ammâr, kargıyla Zübeyr'e hücûm ediyor, fakat Zübeyr, Hz. Peygamber'in, Ammâr'ı, gerçek İmâma isyân edecek bir topluluk öldürecek dediğini bildiğinden pek ihtiyâr olan Ammâr'ın kargısını reddediyor, fakat ona hücum
47- Keffâre: yapılan suça tevbeden sonra çekilen mâli yahut bedeni bir cezâdır. Yemin eden yeminini bozarsa bir köle âzâd eder, yahut on yoksulu doyurur. Zübeyr'in bu hareketi üzerine Süleyman-At-Temimi oğlu Abdurrahman, "Bugiin olduğu gibi ne kardeşin kardeşe karşı durduğunu gördüm, ne de bu çeşit keffâret gördüm; Allah'a isyân ederek köle âzâd ediyor da yeminden kurtuluyor" meâlinde üç mısra'lık bir şiir söylemiş, diğer bir şâir de gene, "Dinini korumak, yeminine keffâre olmak üzere Mekhûl'ü âzâd eder; fakat bey'atinden dönüş, alnında görünür durur" meâlinde üç mısra'lık bir şiirle bunu tesbit etmişti.
142
etmiyordu. Hattâ bir aralık, Ey Ammâr demişti, beni öldürmek mi istiyorsun? Ammâr, hayır dedi, öldürmek istemem, hemen savuş, git burdan.
Zübeyr, bu söz üzerine savaşı bıraktı, yanında bulunan bir köleyle Medine'ye gitmek üzere yola düştü. Vâdi's-Sıbâ' denen yere geldi. Kaysoğlu Ahnef, kendisine uyanlarla buraya çekilmiş, tarafsız kalmıştı, Zübeyr'in bu hareketini görünce Müslümanların iki bölüğünü birbiriyle savaşa düşürdü, sonra kendisi evinin yolunu tuttu dedi ve ne yapiyor, nereye gidiyor, birisi gidip de bir haber getirse dedi.
Cürmûz oğlu Amr kalkıp dur dedi, ben gider, haber getiririm. Koşarak Zübeyr'e ulaştı. Zübeyr, namaz kılmak için hayvanından inmişti. Cürmûz oğlu da namaz kılacakmış gibi arkasına geçti; derken bir kılıç vurup Zübeyr'i öldürdü. Atını, kılıcını, yüzüğünü alıp Ahnefin yanına geldi, onu öldürdüm dedi. Köle, Zübeyr'i oraya gömdü.
Ahnef, Vallahi dedi, bilmem iyi mi yaptın, kötü mü? Sonra Cürmûzoğlu'yla beraber Hz. Ali'nin yanına gitti, işi haber verdi. Hz. Ali, Zübeyr'in kılıcını istedi. Cürmûzoğlu verince kılıcı alıp salladı. Bu bir kılıçtı ki buyurdu, Rasûlullah'ın uğradığı musibetleri, kederleri bu giderirdi. Sonra Cürmûzoğlu'ya dönüp Sen mi öldürdün diye sordu. O, evet deyince Vallâhi dedi, Safıyye'nin oğlu ne korkaktı, ne kötü kişi; fakat bu onulmaz bir çıban, kötü bir savaş.
Cürmûzoğlu, ey Mü'minler Emiri, câizemi ver dedi. Hz. Ali, Tanrı rahmet etsin ona da, soyuna da, Tanrı elçisinden duydum, Safıyye'nin oğlunu öldürene cehennemle müjde ver dedi buyurdu.
143
Cürmûzoğlu, câize umarken bu sözü duyunca öfkelendi. Homurdanarak ordan ayrıldı. Bu adam, sonradan nehrevan savaşında Hâricilere katılmış ve Hz. Ali'ye karşı savaşmıştır.
Her yönden olduğu gibi bu yönden de Hz. Ali'nin üstünlüğü meydanda. Zübeyr ona fı'len düşmanlıkta bulunmuş olduğu hâlde onun vaktiyle ettiği hizmetleri inkâr etmiyor, büyük bir müsamahayla onun haksız olduğu hâlde, evvelce iyi işlerde bulunduğunu söylüyor, iyiliklerini anlatıyor, ölümüne acınıyor.
Hz. Ali, Cemel günü ashâbına, onlar savaşa başlamadıkça siz onlara ok atmayın, mızrakla hücum etmeyin buyurdu.
Cemel ashâbıysa, Hz. Ali'nin ordusuna dolu gibi ok yağdırıyordu. Ey Mü'minler Emiri dediler, okları kökümüzü kurutacak.
Bu sırada şehid düşen birini getirip önüne koydular. Allah'ım dedi, şâhid ol. Sonra ordusuna biraz sabredin, mâzur görün buyurdu. Bir başka şehidi getirip önüne yatırdılar. Gene Allah'ım şâhid ol dedi, mâzur görün diye öğüt verdi. Derken sahâbeden Varkaa'il-Huzzâı oğlu Büdeyl'in oğlu Abdullah, kardeşi Abdürrahmân'ın naaşını getirip önüne serdi ve bu dedi, ey Mü'minler Emiri, kardeşim, okla şehid düştü.
Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Muhammed'in Zât'ül-Fuzûl adlı zırhını giyindi, sanğını yeniden sardı, uçlarını sağdan ve soldan, göğsüne doğru sarkıttı, Zü'1-Fekaar adlı kılıcını kuşandı. Hz. Peygamber'in Ukab diye anılan ve Sevdâ' adı verilen bayrağını oğlu Muhammed ibn'il-Hanefıyye'ye verdi, Hasan'la Huseyn'e, siz, Rasûlullah'a daha
144
yakınsınız, o bakımdan tehlikeden korumak için sancağı kardeşinize verdim buyurdu. Sonra eline bir Mushaf alip Kimdir bu Kur'ân'ı alıp onlara karşı gidecek, onlan, bu kitabın içindeki hükümlere dâvet edecek? Kim bu işi yaparsa cermet onundur, dedi.
Ordudan bir genç kalktı, benim ey Mü'minler Emiri dedi. Bu gencin adı Müslim'di, beyaz bir elbise giyinmişti. Hz. Ali, Alırsın ama sag elin kesilir, sol elinle tutarsin, onu da keserler, sonunda şehid olursun dedi. Genç, ben buna dayanamam dedi.
Hz. Ali, tekrar aynı sözü söyleyince gene o genç kalktı. Aralarında aynı sözler geçti. Nihayet genç, bu söylediklerin, Allah yolunda pek ehemmiyetsizdir deyip candan baştan geçerek Mushafı eline aldi, meydana çıktı. Ey kavim, bu sizinle bizim aramizdaki Allah kitabıdır diye bağırdı.
Hz. Ali'nin sözleri aynen çıktı. Sag elini kestiler, Mushafı yere düşürmeden sol eline aldi. Onu da kestiler, bağrına bastı. Üstüne saldırdılar, kılıçlarıyle paramparça ettiler.
Ümmü Zurah'il-Abdiyye, bu olayi, "Yarabbi, Muslim onlara Mushaf la karşı çıktı, İmâmı göndermişti onu. Onları adâlete, imâna dâvet ediyordu. Onlar da Allah kitabını okuyorlardı, fakat korkmuyorlardı Allah'dan. Onu kanına bulayıp öldürdüler, anaları da durmuştu da bakıyordu, görüyordu bu işi ve yapmayın demiyordu, isyan etmelerini buyuruyordu" meâlinde yedi mısra'lık bir şiirle tesbit etti. Taberî, bu olayı, biraz değişik olarak nakleder ve bu mersiyeyi anasının söylediğini bildirir.
145
Hz. Ayişe'nin bindiği deve o gün Basralıların sanki bir bayrağı olmuştu. Hz. Ayişe, onları savaşa teşvik etmekteydi. Basra kadısı kâ'b, devenin yularını tutmakta, Hz. Ayişe mushafını kaldınp halkı Kur'an'a dâvet etmekteydi. Bu sırada Kâ'b öldürüldü ve deve önünde öldürülenlerin ilki oldu Kâ'b.
Oğleye kadar savaştılar, derken Hz. Ayişe'nin askeri bozguna uğradı. Bozguna uğrayanlar Basra'ya doğru kaçmaya koyuldular, fakat devenin etrafının sanldığını görünce gene geri döndüler. O gün, sabahleyin bilhassa Talha ve Zübeyr'le savaşılmış, ondan sonra devenin çevresinde harp edilmişti.
İki taraf birbirine saldırmakta, korkunç nâralar duyulmakta, feryatlar işitilmekte, oklar, vızlaya vızlaya uçmakta, atların nallarından kıvılcımlar çıkmakta, tozdan göz gözü görmemekteydi.
O sırada Talha'ya bir ok geldi. Baldırına saplanan oktan akan kan, ayakkabısını doldurdu. Kölesine aman, dedi, beni öyle bir yere götür ki kimse beni tanımasın. Fakat kan bir türlü dinmiyordu. Nihayet fazla kan akmasından öldü.
İbn'ül-Esir'e göre Talha'ya ok atan Mervan'dı. Hattâ onu yaraladıktan sonra Osman'ın oğlu Ebân'ı bulup babanın kaatillerinden bir kısmını öldürdüm, artık öc alma sevdâsına düşmem diye müjdelemişti.
Gene bir rivâyete göre Talha, yaralı olduğu hâlde Basra'ya götürürlerken birine rastlamış, sen Mü'minlerin Emiri Ali'nin askerinden misin diye sormuş, asker evet deyince elini ver de onun adına sana bey'at edeyim deyip bey'at etmiştir.
146
Ayişe, Basralıların Mudar boyuna mensup olanlarını teşvik etmekde, onlar da Kûfelilerin Mudar boyu mensuplanna saldırmaktaydı.
Hz. Ali, oğlu Muhammed ibnil-Hanefıyye'yi savaşa sürmekteydi. Ona, baban ne diye seni savaşa sürüyor da Hasan'la Huseyn'i sürmüyor diyenler oldu. ibn'ül-Hanefıyye, onlar iki gözüdür, bense sağ eliyim, sağ eliyle gözlerine gelecek şeyleri def etmede diye cevap verdi.
Muhammed-ibn'il-Hanefıyye, o gün, pek büyük yiğitlikler göstermişti. Hattâ sahâbeden sâbit oğlu Huzeyme yedi beyitlik bir şiirle onu övmüştü.
En büyük savaş devenin önünde olmadaydı. Küfe büyüklerinden Sûvhân oğlu Zeyd'le kardeşi Seylân şehid düştü, kardeşleri Sa'saa yaralandı. Askerin okları bitti, mızraklarla saldırdılar, mızraklan kınldı, göğüs göğüse geldiler, kılıçlarını sıyırdılar, şiddetli bir kılıç savaşına giriştiler.
Devenin yularını tutan öldürülmekteydi, böylece devenin yulannı tutanlardan yalnız kırk tane Kureyş boyuna mensup olan adam öldürüldü. Mervan'la Zübeyr oğlu Abdullah da yaralılar arasındaydı.
Ezd boyundan Umeyret-ibni Yesri, devenin yularını tutmuş, recez okumakta, önüne geleni öldürmekteydi. Nihayet Mâlik'ül-Eşter onu yaraladı, yere düşürdü. Kaçmak isterken birisi üstüne çullandı, diğer birisi ayağından sürükleyerek Hz. Ali'nin yanına getirdi. O Ey Mü'minler Emiri dedi, senin bağışlaman meşhurdur, bağışlabeni. Hz. Ali, kalk dedi, dilediğin yere git. Umeyre kalkıp adamlarının yanına gitti, fakat kan ziyaından öldü. Kızı, ona düzdüğü mersiyede, Eşter tarafından
147
öldürülmeseydi kıyamete dek yanardım gibi beyitler söyledi.
Umeyr'den sonra Basralılardan bir ihtiyar çıktı, devenin yulannı tuttu, recez okumaya koyuldu. Eşter ona da bir kılıç vurdu, öldürdü. Birbiri ardınca Hz. Ali'nin ordusuna saldıran, Eşter'in kılıcından geçiyordu. Bu arada Talha'nın oğlu Muhammed de yaralanmıştı. Eşter, onu bağışlamış, fakat kan ziyaından vefât etmişti.
Zübeyr oğlu Abdullah'ı da yaralıyan Eşter'di. Abdullah, savaş için ortaya atılınca Eşter, ona karşı durmuş, Abdullah, Eşter'i hafıfçe başından yaralamıştı.
Yaralı aslana dönen Eşter, onun başına öyle bir kılıç vurmuştu ki Abdullah, şaşkınlıkla Eşter'e sarılmış, ikisi de beraberce yere düşmüşlerdi.
Hz. Ayişe bunu görünce kimdir abdullah'a hücum eden diye sormuş, Eşter olduğunu öğrenince feryada başlamış, ölümden kurtulduğunu müjdeleyene on bin dirhem vereceğini vaadetmişti.
Abdullah, yerde Mâlik'ül-Eşter'le savaşırken beni öldürün amma tek Mâlik'i de benimle öldürün, o da ölsün diye bağırmaktaydı. Fakat o kadar birbirlerine sarılmışlardı ki hangisi Mâlik, hangisi Abdullah, kimse ayırd edemiyordu.
Sonucu Eşter, onun işini bitirdiğini sanıp bırakmıştı. Ayişe, savaştan sonra Ammâr'ı görmüş, yanında birisi bulunduğunu da görerek bu kim diye sormuştu. Ammâr, Eşter deyince benim kız kardeşimin oğluna yapacağını yaptın değil mi diye kinaye yollu sözler söylemişti. Eşter, ihtiyar olmasaydım ve üç gündür aç bulunmasaydım, Muhammed ümmetini, onun elinden rahata kavuştururdum
148
demiş, Ayişe, Tanrı rahmet etsin, esenlikler versin, Rasûlullah bir Müslümanın kanı ancak üç halde helâldir. Müslüman olduktan sonra dönerse; kocalı bir kadınla zina ederse, yahut da haksız yere birini öldürürse buyurdu, bunu bilmiyor musun deyince de Eşter, Ana demişti, biz bu üç işten hangisini yapmıştık da bizimle savaştın?!
Cemel savaşında bir çok defalar Hz. Ali, sol eline sancağı alıp sağ elinde Zü'1-Fekaar olduğu halde bizzat harbe girmiş, saflar yarmış, erler öldürmüştü. Sahâbe, sana bir şey olursa Müslümanlık bozguna uğrar diye recalarla onu geri çevirebilmişlerdi. Hattâ devenin yularını tutanlardan kırk kişiyi kendisi öldürmüştü.
Halk devenin etrafında değirmen taşı gibi dönmedeydi. Nihayet Hz. Ali, deveyi, ayaklarının sinirlerini keserek çökertin diye emir vermeye mecbur oldu. Kendisi de Muhacir ve Ansardan bir bölükle deveye doğru yürüdü. Elinde bayrak, Muhammed-ibn'il-Hanefıyye Hasan ve Huseyn de yanındaydı.
Büceyr adlı biri, Devenin ayaklanndaki sinirleri kesti, deve, müthiş bir sûrette bağırarak yere çöktü, yıkıldı. Bunu gören Cemel ashâbı çekirge sürüleri gibi kaçışmaya başladı.
Ebû-Bekr oğlu Muhammed'le Ammâr, beraberce hövdücün iplerini kestiler. Ayişe, kimdir o diye bağırdı. Muhammed, yabancı değil, benim kardeşinim dedi. Hövdücü çıkarıp boş bir yere götürdüler. İsâbet eden oklarla kirpiye dönmüştü. Hz. Ali, ona bir çadır kurulmasını emretmişti, kurdular, kendisini çadıra götürdüler, geceleyin de Basra'nın en büyük evi olan Halef oğlu Abdullah'a ait bulunan eve konakladılar.
149
UMUMİ AF
Savaş bitip Cemel ashâbı kaçmaya başlayınca Hz. Ali, tellâllar çıkartıp bağırttı:
"Kaçanın ardına düşüp kovalamayın, yaralılara dokunmayın, evlere girmeyin, kimsenin silâhını, elbisesini, malını mülkünü almayın. Silâhını bırakan emindir. Evine girip kapısını kapayan emindir."
Hz. Ali, daha Ayişe, Basra'daki eve nakledilmeden yanına gitmiş, hâlini-hâtırını sormuştu. Sonradan bâzı kimseler ziyaretine varmışlar, onlara keşke demişti, bundan yirmi yıl önce ölseydim.
Geceleyin konak olarak gittiği evde kadınlar çığrışıp ağlaşmadaydı. Çünkü konak sahibi, Ayişe'nin tarafındaydı, kardeşi Hz. Ali tarafında savaşta öldürülmüştü.
Karanlık basınca yaralılardan yürüyebilenler kalkıp evlerine gitmişler, gidemeyecek kadar ağır yaralılar da nakledilmişlerdi.
Ertesi günü Hz. Ali, savaş meydanını gezmiş, ölülerden bâzılarını kaldırtıp ben, Rabbimin vaadettiğini elde ettim, sen de elde ettin mi demiş, Bedir kuyusuna atılan müşrikleri, Hz. Muhammed'in sözlerini nasıl duydularsa bunlar da benim sözlerimi duydular buyurmuştu.
Sonra da ölülerin gömülmesini emretmişti. Basralılar çıkıp ölülerini gömdüler. Hz. Ali taraftarlarıyle karşı tarafın ölüleri sayıldı, sayı, on bini buldu. Önce de üç bin kadar adam öldürüldüğüne göre öldürülenlerin tutarı on üç bine varmıştı.
150
Hz. Ali, askerin elindeki mallan toplatti, Basra mescidine gönderdi, üstlerinde beylik damgası bulunanlardan başka hepsini sâhiplerine verdi.
Bâzı kimseler, müşriklerin evlât ve ayalleri gibi esirlerin ve mallannin paylaşılacağını sanmışlar, bu hususta sözler söylemişlerdi. Hz. Ali, onlar bizim kardeşlerimizdi, bize isyân ettiler buyurup sizin sandığınız gibi olursa Ayişe kimin hissesine düşecek sorusunu sorup susturdu.
Cemel savaşı, Vâkıdî ve Mes'udi'ye göre Hicretin 36. yılı cümadelâhır ayının onuncu Perşembe günü olmuştu. Taberî'ye göre otuz altıncı yılın aynı ayının on beşinci günü, Basra ovasına konmuşlar, üç gün, aralarında savaş olmadan geçmiş, savaş da üç gün sürmüştür. En büyük savaşın bir günde olduğu, çeşitli savaşların, ondan iki gün önce vuku' bulduğu kabûl edilirse bu iki rivâyeti birleştirmek mümkündür.
Hz. Ali, savaştan üç gün sonra, Basra'ya girmiş, mescide gitmişti. Halk mescidde toplanmıştı. Hz. Ali, minbere çıkıp Allah'a hamdettikten, onu övdükten sonra buyurduki:
"Şüphe yok ki Allah'ın rahmeti, yarlıgaması pek geniştir, dâimidir, afvi boldur; fakat azâbı da çetindir. Rahmeti, yarlıgayışı, afvı, halkından itâat edenleredir ve doğru yolu bulanlar, oının hidâyetiyle bulur, böyle takdir edilmiştir bu. Azâbı, ikaabı da halkından isyân edenleredir, böyle takdir edilmiştir bu. Hidâyeti bulduktan, apaçık delilleri gördükten sonra sapanlar, artık sapmaz, aklı olan doğru yolıı bırakmaz.
151
Ey Basralılar, bey'atimden döndünüz, düşmanıma uydunuz, ona yardimda bulundunuz, size ne yapacağımı umuyorsunuz?"
Halktan biri ayağa kalkıp dedi ki:
Hayir ummadayiz senden. Bize üst oldun, kudret buldun. Cezâlandırırsan bu bizim hakkımız, fakat bağışlarsan bil ki bağışlamak, Ulu Tann'nin en çok sevdiği şeydir.
Hz. Ali, sözüne şöyle devâm etti:
"Sizi afvediyorum, fakat fîtneden sakının, Çünkü siz, bey'atten ilk dönen ve bu ümmetin arasını ilk olarak açan, bölen topluluksunuz."
Sonra minberden inip oturdu. Halk, birer birer bey'at etti. Kays oğlu Ahnef de Sa'd oğulları boyuyla gelip bey'ati yeniledi. Bu bey'atta savaşta yaralananlar bile bulundu.
Hz. Ali, sonra Ayişe'nin evine gitti. Hâris oğlu Safıyye ordaydı. Ali'yi görünce ey dostlan öldüren, ey topluluğu dağıtan, Abdullah'ın çocuklarını yetim bıraktığın gibi dilerim, senin çocuklann da yetim kalsın dedi.
Hz. Ali, bu sözlere hiç cevap vermedi. Hâl-hâtır sorup çıktı. Bâzı yaralılar, o eve sığınmışlardı. Odanın birinde, bir toplulukla Mervan, öbüründe Zübeyr oğlu Abdullah vardı. Birisi yolda, Hz. Ali'ye bunu söyleyince "Demedim mi" buyurdu, "Evlere girmeyin, ayıpları görmeyin, kadınlara dokunmayın. Onlar nıüşıik oldukları zamanlarda bile onlaıa dokunmamamız emredilmişti."
Hz. Ali, kendisine bey'at edildikten sonra beyt'ülmâli teftiş eti. Mevcud olanı beşer yüz, beşer yüz, bütün bu paralan kendisiyle beraber bulunanlara dağıttı. Orda
152
bulunanlardan biri, ey Mü'minler Emiri demişti, kalbimle seninle beraberdim, fakat bedenen beraber bulunamadim, bana da bir şey versene.
Hz. Ali, bu adama da kendisine düşeni verdi ve böylece kendisi birşey almadı.
Hz. Ali, Abbâs oğlu Abdullah'ı, Hz. Ayişe'ye gönderip Basra'da fazla kalmamasim, hemen Medine'ye hareket etmesini emretti. Hz. Ayişe, Abdullah'a bâzı sözler söyledi, aralarında tartışmalar oldu. Fakat nihayet gitmeyi kabul etti.
Yol azığını, bineğini hazırladılar, kardeşi Muhammed'le ve kirk tane Basrah kadınla yola çıkardılar. Recebin ilk günü olan Cumartesi günü Basra'dan hareket etti. Hz. Ali, oğullarıyla bir günlük yola kadar uğurladılar.
Hz. Ali, Basra'ya Abbâs oğlu Abdullah'ı vâli tâyin etti. Harac ve Beyt'ül-mâle de Ziyad'ı me'mur eyledi.
Kûfe'ye şu meâlde bir fetih-nâme gönderdi:
"Rahman ve Rahim olan Allah adiyle.
Allah kulu Mu'minler Emiri Ebû-Tâlib oğlu Ali'den Kiifelilere:
Esenlik size. Gerçekten de sizden dolayi, kendisinden başka tapacak olmayan Allah'a hamdederim. Şüphe yok ki Allah hiikiini ve hikmet sâhibidir, adâlet ıssıdır. Bir kavmin ahlâkını bozmadıkça onları yok etmez, bir kavme de cezâ vermeyi dilerse o dileği reddedecek yoktur, ondan başka sahip bulunamaz. Basralılarla aramızda geçenleri bildireyim:
Basrahlar ve Kureyş boyundan bâzı kimseler Talha ve Zübeyr'le birleştiler, bey'atlerinden döndüler,
153
Basra'ya geldiler. Orda tarafımdan vâli olan Huneyf oğlu Osman'a kötülükler yaptılar. Nihâyet Zikaar'a geldim, Hasan'la Ammâr'ı ve Sa'd oğlu Kays'ı gönderdim, öğütler verdim, Tanrı hakkina, Peygamberinin hakkina ve hakkıma riâyet etmelerini, uzlaşmalannı istedim, dinlemediler. Basra'ya yürüdüm, onlara deliller getirdim, fayda vermedi. Mutlaka benimle ve benimle beraber olanlarla savaşmakta ısrar ettiler, isyanlarında inâd edip durdular.
Sonucu savaştık, ölen öldü, Talha ve Zübeyr öldürüldü, gelen geçti, olan oldu. Sonra benden afiv dilediler. Kabul ettim, kihcimi kınına soktum, onlara hak ve sünnet dâiresinde muâmele ettim, memleketlerine, tarafımdan Abbâs oğlıı Abdullah'ı vâli yaptım. Tanrı izin verirse Kûfe'ye geleceğim. Şimdiden, tarafımızdan size ve sizden de bize haber vermesi için Kays oğlu Zecr'i gönderiyorum.
Esenlik, Tanri rahmeti ve bereketleri size."
Hz. Ali, Kûfe'ye hareket etti. O siralarda Abbas oğlu Abdullah, kendisine bir mektup yazarak Basra'daki bâzı olaylan bildirdi. Ali, "Sana bir kavimden haber vereyim ki, onlar, korkuyla ünıit arasındadır. Basrahlar, senden hayir umuyorlar, gazebinden korkuyorlar. İyilerinin gönüllerini adâletle, insafla elde et, onlara ihsanda bulun, yiireklerindeki korkuyu gider; hâsılı Allah'ın izin verdiği kadar onlara iyilikte bulun" meâlinde bir mektup yazdi.
Otuz altıncı yılın Zılkadesinde gene Abbâs oğlu Abdullah'la Ebû-Râfı' oğlu Abdullah'a, "Müslümanların
154
veıdikleıi paradan yanında bulunanlara ver, onlan tamamıyle doyur, zenginleştir, ondan sonra artanını bize gönder" meâlinde birer buyruk gönderdi.
Asker kumandanlarina da adâletle muâmelede bulunmalarına, çünkü kendilerinin, halktan fazla bir üstünlüğe sâhip olmadıklarına, ancak savaşta vazîfe gördükleri zaman liyâkatlerini göstereceklerine, bu bakımdan halkla aynı seviyede bulunduklarına dair bir emir gönderdi.
Haraç memurlarına da, "Acıyın, size de acısınlar, Allah'ın halkına eziyet etmeyin, vermeye kudretleri olmıyacak tekliflerde bulunmayın. Kendi nefîslerinizle kıyaslayın da onlaıa insaf edin. İhtiyaçları olan şeyleıi almayın. Çünkü halk, hükûmetin hazinesidir. Ancak işinizde ihmâl de göstermeyin, çünkü ihmâlin sonucu nedâmettir Kimsenin yerine bir başkasını tutmayın, ancak kefîl olmuşsa o başka" meâlinde emirnâmeler gönderdi.
Talha
Ubeydullah oğlu Talha, Ebû-Bekir'in dâvetiyle Müslüman olan beş kişinin biridir.
Uhud savaşında kendisini Hz. Peygamber'e siper etmiş, ona çekilen bir kılıca karşı elini tutmuştu. Bu yüzden başından yaralanmıştı, eli de çolak kalmıştı.
On oğlu, dört kızı vardı. Malı-mülkü pek çoktu. Gündelik geliri bin akçaydı.
155
Osman'ın hareketlerine şiddetle itiraz edenlerdenken ölümünden sonra kanını istemeye kalkıştı, anlattığımız gibi Mervan'ın attığı bir okla öldürüldü. Yaşı altmışı geçmişti.
Avvâm Oğlu Zübeyr
Babası Avvâm, Hz. Peygamber'in zevcesi Hadice'nin kardeşidir. Anası da Hz. Peygamber'in halası Abd'ül-Muttalib kızı Safıyye'dir.
Pek genç yaşında Ebû-Bekr'den sonra Müslüman olmuştu. Müslüman olanların dördüncüsü, yahut beşincisidir. Önce Habeş ülkesine, sonra da Medine'ye göçmüştü.
Müslümanlıkta ilk olarak din uğruna kılıç çekenlerdendi. Pek yiğitti. Ebû-Bekir'in kızı Esmâ'yi almıştı Ondan dört oğlu, bir kızı olmuştu.
Pek zengindi. Bin kölesi vardı. Onlar çalışırlar, ona para verirlerdi.
Mısır'da, Kûfe'de birer, Basra'da iki, Medine'de on bir tane evi, daha birçok mülkü ve arâzisi vardı. Borçlu olarak ölmüştü. Vaktiyle Medine civarında yüz yetmiş bin dirheme aldığı geniş arâzi, bir milyon altı yüz bin dirheme satılmış, parası borçlularına verilmişti.
Ölümünde yaşı yetmişi geçmişti.
Bu Yıl Ölenler
Mısır Vâliliğinde bulunan ve Osman'ın öldürülmesinden sonra Askalân'da münzevi yaşayan,
156
Ali'ye de, Muâviye'ye de bey'at etmeyen Ebi-Serh oğlu Sa'd oğlu Abdullah bu yıl öldü.
Râzılık bey'atinde bulunmuş olan ve Mısır'dan, Osman aleyhine gelenlerin reislerinden bulunan Udays oğlu Abdurrahman da bu yıl vefât etti.
Bedir savaşında bulunmuş olanlardan Maz'ün oğlu Kudâme'yle Dabbat-al-Fehri oğlu Ebû-Amr oğlu Amr da bu yıl vefat ettiler.
157
HZ. ALİ (AS) KUFE'DE
Hz. Ali, hicretin otuz altıncı yılı Receb'inin on ikinci pazartesi günü, Basra'nın ileri gelenleriyle Basra'dan Kûfe'ye hareket etti. Kûfe'nin ileri gelenleriyle halk, Hz. Ali'yi karşıladılar. Ey Mü'minlerin Emiri dediler, nereye ineceksin, hükûmet konağına mı?
Hz. Ali, hayir dedi, fesat ve zulüm yerine inmiyeceğim. Hubayrat-al-Mahzûmi oğlu Cu'de'nin evine indi. Bu zat, kız kardeşi Ümme Hâni'nin oğluydu. Ebû-Veheb oğlu Hubeyre, Ümme Hâni'yi almış, Cu'de dünyaya gelmişti.
Ruhbe adlı mahallede bir eve indiği hakkında da rivâyet vardır. Vefâtı, hükümet konağında olduğuna göre bu rivâyetleri şöylece birleştirmek mümkündür; Önce Cu'denin evine konuk olmuş, sonra Ruhbe mahallesinde bir evde oturmuş, sonra da hükûmet konağınayerleşmiştir.
Hz. Ali Kûfe'ye gelir gelmez büyük mescide gitmiş, orda iki rik'at namaz kılmış, sonra minbere çıkıp şu hutbeyi okumuştur:
"Allah'a hamdü senâlar. peygamberi Muhammed'e ve oının tertemiz soyuna rahmetler, esenlikler.
Ey Küfe'liler, gerçekten de Müslümanlıkta üstünlüğünüz var. Onu değiştirmediniz, bozmadınız
158
Sizi gerçeğe çağırdım, icâbet ettiniz, Kötü işleri terkedip iyiliğe koştunuz. Üstünlüğünüz, Allah'la sizin aranızda. Ancak hevâ ve hevesinize uymanızdan, ıızıın ıızıın isteklere kapılmanızdan korkuyorum. Hevâ ve hevese uymak, insanı doğruluktan, gerçekten saptırır. Uzun ıızıın, olmayacak isteklere kapılmak, âhireti unutturur. Bilin ki dünyâ, gittikçe elden çıkmadadır, âhiret, geldikçe öne gelmektedir; her ikisinin de evlâdı var, siz âhiret evlâdı olun.
Bugün iyi işler işlemeye fırsat var, soru-suâl yok. Yarınsa soru-suâl var, iyi işler işlemeye fırsat yok.
Hamdolsun Allah'a ki dostuna yardım etti, düşmanını altetti, gerçek yardımcılarını yüceltti, sözünden dönenleri aşağılattı.
Allah'tan çekinin, Peygamberinizin Ehlibeytinden olup Allah'a itâat edenlere itâat edin. Onlar Allah'a itâat ettikçe itâat edilmeye herkesten ziyade lâyıktır.
Ama bâzıları, bizim şereflmizle şeref buldukları hâlde emrimize karşı geldiler. Bize karşı ayaklandılar, cezalarını gördüler, daha da gorecekler.
İçinizde, bana yardımdan çekinenlerin sözlerini dinlemeyin, onlarla görüşmeyin. Görüşürseniz gerçeğe dâvet edin de Allah bölüğüne uysunlar."
Hutbenin burasında, Kûfe'de Emniyet âmiri olan Habib-al-Yarbûi oğlu Mâlik ayağa kalkıp Ey Mü'minler Emiri dedi, Bu çeşit adamlar zâten azlık, emredersen onlan da öldürtüvereyim.
Hz. Ali, Sübhânallâh dedi, Sınırı aştın.
Mâlik, bâzı zulüm vardır ki daha fazla işe yarar meâlinde bir beyit okudu.
159
Hz. Ali, "Ey Mâlik" buyurdu, "Zulümle ne işim var benim. Allah, kim zıılünı görerek öldürülürse vârisine, öldüreni öldürmek için hak ve kudret verdik, fakat öldürmede aşırı varmayın buyurmuştur. Öldürenden başkası öldürülemez, Allah bund an nehyetti bizi, bu zulmün tâ kendisidir."
Söz, buraya varınca, kendisine muhâlif olanlardan Avfül-Ezdi oğlu Ebû-Berde ayağa kalkıp Ey Mü'minler Emiri dedi. Ayişe, Zübeyr ve Talha'nın başına toplananlar ne diye öldürüldü?
Hz. Ali, Onlar benim dostlarımı, taraftarlanmı, memurlarımı öldürdüler. Allah rahmet etsin. Rabîat'ül-Abdî'nin kardeşini, bir bölük Müslümanla katlettiler. Onlar, biz sizin gibi bey'atimizden dönmeyiz, hîleye sapıp gadirde bulunmayız demişlerdi. Onlara saldırdılar, öldürdüler. Din kardeşlerimi öldürenleri istedim, kabûl etmediler. Onları Allah'ın kitâbına dâvet ettim, aramızda o hüküm versin dedim. Yanaşmadılar. Boyunlarında bey'atim varken benimle savaşa giriştiler. Taraftarlarımdan bin kişinin kanı onlann boynundaydı. Bu yüzden onları öldürdüm. Bunda şüphe var mı? dedi.
Ebû-Bedre, şüphem vardı ama şimdi gerçeği anladım, şüphem kalmadı, sen, insanlan doğru yola sevkeden bir imamsın, re'yin doğru dedi. Sard'al-Huzâi oğlu Süleyman, Kûfe'de Hz. Ali'nin huzûruna varınca Hz. Ali, ona gücenmiş bir hâlde buyurdu ki:
- Ne diye Peygamberinin Ehlibeytine yardım etmedin?
Süleyman, Ey Mü'minler Emiri dedi, geçen şeyleri anma, Önümüzde öyle zamanlar var ki dostunu, düşmanını anlarsın.
160
Süleyman, Hz. Ali'nin huzûrundan çıkınca İmam Hasan'a gitti, Hz. Ali'nin sözlerini söyledi. Hz. Hasan, O dedi, dostluğunu dilediği kişilere gücenir, o çeşit söz söyler.
Süleyman, önümüzde öyle işler var ki sözü kılıca düşecek. O zaman benim gibilere ihtiyaç var dedi.
Hz. Hasan, Allah sana rahmet etsin dedi, senin hakkında şüphemiz yok.
Süleym oğlu Muhnef de Hz. Ali'yi ziyârete gelmişti, yanında Mu'tem'il-Absi oğlu Abdullah, Rabîat'ül-Temîmi oğlu Hanzala, Avfül-Ezdî oğlu Ebû-Berde, Şurahbil'ül-Hemedâni oğlu Gârib de vardı.
Hz. Ali, onlara, siz kavminizin eşrafındansınız, ne diye bana yardım etmediniz? Eğer bu, niyetinizdeki noksandansa bir dereceye kadar bağışlanabilir, yok, eğer üstünlüğümde şüpheniz varsa ve benim aleyhimdeyseniz o vakit düşmansınız demektir dedi.
Onlar, hâşâ ey Mü'minler Emiri dediler ve kimisi başka bir yerde bulunduğunu söyledi, kimisi bir başka sûrette özür diledi, kimisi hastalıktan dem vurdu. Hz. Ali, yalnız Muhnef müstesnâ; o ve kavmi, hiç bir vakit bana karşı gelmedi buyurdu.
Hz. Ali, Kûfe'de yerleştikten sonra her tarafa memurlar tâyin etti. İdâreyi tamamiyle eline aldı. Irak, Fars, Horasan, Yemen, Yemâme, Hicaz ve Mısır vilâyetleri, ona tâbi oldu, yalnız Şam Vâlisi, Hz. Ali'nin halifeliğini kabûl etmemekte ısrar ediyordu.
161
CEMEL SAVAŞI DOLAYISIYLE BİRKAÇ SÖZ
Zübeyr, Ebû-Bekr'in halifeliği zamanında Hz. Ali taraftarlanndandı. Hattâ bu uğurda çektiği kılıç. Ömer'in emriyle kmlmıştı.
Osman'ın öldürülmesinden sonra Talha ile ona bey'at edenlerdendi. Sonradan her ikisi de, birer vâlilik istemişler, Hz. Ali, benim yanımda kalmanız daha iyidir, sizinle dâima danışmak isterim diyerek istediklerini vermemişti. Bunun üzerine umre etmek bahanesiyle Mekke'ye gitmişler, orda Ayişe'yle buluşup Hz. Ali aleyhine kıyâm etmişlerdi.
Acaba Hz. Ali, onlara istedikleri vâlilikleri verseydi bu olay meydana gelmez miydi? İnsanın aklına böyle bir soru geliyor. Fakat birbirine ekli olaylar da gösteriyor ki Hz. Ali, her ikisinden de emin değildi. Emin olmadığı için istediklerini yerine getirmedi. Onların dileklerini yapsaydı gittikleri yerlerde de ihtimâl aynı işi yapacaklardı. Her ikisi de Hz. Ali'nin üstünlüğünü inkâr etmiyorlar, hattâ kendi hareketlerini, sırası geldikçe kendileri de
162
beğenmiyorlardı. Hz. Ali de onların İslâmdaki hakkını inkâr etmiyordu, fakat hareketlerini de haksiz buluyordu.
Hz. Ayişe'nin Hz. Ali'ye karşı duygusuna gelince:
Mustalakoğullariyle savaşa gidilirken Hz. Ayişe de vardı. Savaştan Medine'ye dönülürken bir yerde konaklandi. Hz. Ayişe orda deveden indi, biraz eğlendi. Bu sırada gerdanlığını kaybetti. Ararken kafile Hz. Ayişe devesindeki hevdücün içindedir sanarak hareket etti.
Hz. Ayişe gerdanlığını bulduktan sonra kafilenin konduğu yere geldi. Orda oturdu, birisinin gelip kendini götürmesini beklerken uyuya kaldi. Kafilenin ardindan gel en Safvan, Hz. Ayişe'yi görünce devesine bindirdi, kervana ulaştırdı.
Münâfıkların başı Ubeyy oğlu Abdullah, bu olayı firsat bilerek Hz. Ayişe'nin aleyhine kötü sözler söylemeye başladı, münâfıklara bâzı mü'minler de uydular, dedikodu büyüdü. Hz. Peygamber, isteği üzerine Hz. Ayişe'yi babası Ebû-Bekr'in evine yolladı.
Hz. Muhammed, bu hususta Hz. Ali ve Üsâme'yle danıştı. Üsâme, Hz. Ayişe'nin lehinde bulundu. Hz. Ali ise kadınların hepsi bir, onun üstüne düşmende sebep yok dedi.
Altı ay sonra Kur'an'ın 24. sûresi olan Nûr sûresinin 11-26 âyetleriyle Ayişe'nin temizliği, böyle bir kötülükten beri olduğu bildirildi. Hz. Muhammed, bu âyetleri Hz. Ayişe'ye müjdeledi ve onu evine aldı. Fakat Hz. Ali'nin sözünü, Ayişe hiç bir zaman unutmadı. Bu sözün yarattığı iğbirar böyle kanlı olaylarayol açtı.
Cemel savaşından sonra Attâb oğlu Muske ve Fudayl oğlu İmran adlı iki kişi, başlarına topladıkları bâzı
163
adamlarla isyan edip Secistan'a gittiler, birkaç şehri zaptettiler.
Hz. Ali, bunların üstüne kuvvet gönderdiyse de bozdular, kumandani öldürdüler. Bunun üzerine Hz. Ali, Basra Vâlisi Abbâs oğlu Abdullah'a, o ülkeye bir vali göndermesini ve bu isyanı bastırmasını emretti. Abdullah, oraya birisini vâli tâyin edip dört bin askerle gönderdi. Savaşta Muske öldürüldü, adamları dağıldı, isyan bastınldı.
Nişabur'da başlayan isyan da Hz. Ali tarafindan gönderilen Kurra oğlu Huleyd tarafindan yatıştırıldı.
164
MISIR'DAKİ OLAYLAR
Mısırlılar, Osman aleyhine Medine'ye yürüdükleri vakit, ashâbın ululanndan olup Yemâme savaşında şehid düşen Ebû-Huzeyfe'nin oğlu Muhammed Mısır'da kalmış ve hükûmeti eline almıştı.
Muhammed, babasından pek küçük yetim kalmış, Osman tarafından büyütülmüştü.
Bir gün her nasılsa içki içmiş, Osman'ın emriyle kendisine şeriatin hükmü olan seksen sopa vurdurulmuştu. Bundan sonra Muhammed, bir daha böyle bir harekette bulunmamış, ibâdet yolunu tutmuştu.
Osman'dan vâlilik istedikçe senin kaabiliyetin yok cevabını aldı. Nihâyet savaşa katılmak üzere Mısır'a gitmek için izin aldı. Mısır'a gidip vâli Ebi-Serh oğlu Abdullah'la beraber deniz savaşlarında bulundu.
Vâlinin bâzı kötülükleri halk arasında dedikodu konusu olunca Muhammed, Ebû-Bekr'in oğlu Muhammed'le birleşerek bu dedikodulara katıldı. Vâli bunlardan şikâyet edince Osman, Ebû-Ebubekir'in oğlunu, babasına ve kız kardeşine bağışlamak gerek. Ebû-Huzeyfe'nin oğluysa benim oğlum demektir, o bir Kureyş yavrusudur diye
165
mektup göndermişti. Vâli, evet ama demişti, bu yavru tüylendi, bir uçması kaldı.
Osman'ın Muhammed'e, kendi aleyhinde bulunmaması için otuz bin dirhemle bir yük elbise göndermişti. Muhammed, bunları Mescide götürüp ortaya döktü, ey halk dedi, Osman, din işlerinde kayıtsızlıkta bulunmam için bana bunlan rüşvet olarak yollamış. Bu sözler halka pek fena te'sir etmiş, onların ayaklanmalarını hızlandırmıştı.
Hz. Ali Mısır'a Ubâda oğlu Sa'd'in oğlu Kays'ı vâli tâyin etti, maiyetine bir de ordu verdi. Kays, Medine'den götüreceğim askerle Mısır'a giremezsem bundan böyle giremem. Bu askeri sen, mühim işlerinde kullan deyip vidâ' ederek yedi adamıyla yola düştü, Mısır'a vardı.
Mescitte minbere çıkıp Hz. Ali'nin emrini okudu, Ey halk dedi, biz Peygamberimizden sonra en hayırlı bildiğimiz kişiye bey'at ettik, siz de ona, Allah'ın kitabı ve Rasûlullah'ın sünneti üzere bey'at edin.
Mısırlılar, hemen bu sözleri kabûl edip itâat ettiler. Kays, her tarafa memurlar göndererek Mısır ülkesine hâkim oldu. Ancak haribta nahiyesinde sahâbeden Hâris oğlu Yezid'le muhalled oğlu Mesleme, Osman'ın kanını istemekte ısrâr edip bey'at etmediler. Yezid, Bedir savaşında bulunmuş olan sahâbedendi. mesleme de Mısır fethinde bulunmuş, sonradan Muâviye tarafından Mısır ve Mağrip vâlisi tâyin edilmişti.
Kays, bunları bey'ate cebredersem gidip Muâviye'ye uyarlar, o da bunlann nüfûzundan faydalanir düşüncesiyle üstlerine düşmedi.
166
Muâviye, Hz. Ali Şam üzerine yürürse Kays da Mısır askerleriyle arkadan gelir diye korku içindeydi, mutlaka Kays'ın Mısır'dan ayrılmasına bir çare bulmak zorundaydı. Çünkü Kays, Ansâr'ın ulularından Ubâde oğlu Sa'd'in oğlu olduğu gibi, Hz. Peygamber zamanında savaşlarda Ansarın bayraktanydı, Hz. Peygamber'in hizmetinde bulunurdu, çok akıllıydı, idareci biz zattı, aynı zamanda cesâreti de vardı, gerçekten yiğitti.
Muâviye, ona mektuplar yazdı, vaadlerde bulundu, tehdid etti. Kays, aldanır göründü, onu aldatmaya çalıştı. Hâsılı bu iki zekâ, çarpışmaya başlamıştı, fakat birisi, öbürünü alt edemiyordu.
Muâviye, onu kandıramıyacağını anlayınca başka bir yola saptı, Şamlılara, Kays bizdendir, bizimledir. Haribta'dır Osman'ın kanını istiyenleri besliyor. Ayrıca bize gizli gizli mektup göndermekte demeye başladı. Hattâ Kays'ın ağzından, Osman'ın kanını ben de istemekteyim diye bir mektup da düzdü, Şamlılara okudu.
Bu sözler dalga dalga yayıldı. Ebû-Bekir'in oğlu Muhammed'le Ebû-Talib oğlu Ca'fer'in oğlu Muhammed'in kulaklarına kadar geldi. İkisi de kalkıp Hz. Ali'ye gittiler ve bu söylentileri haber verdiler.
Hz. Ali'ye, oğulları Hasan ve Huseyn'le Ca'fer oğlu Abdullah, ey Mü'minler Emiri dedi, şüpheli yolu bırak, şüphesiz yola, git; Kays'i Mısır'dan azlet. Hz. Ali, böyle söylentilere inanmam buyurdu. Fakat o sırada Kays'ın, Haribta'da bulunup bey'at etmiyenlerin ahvâlini bildiren ve onlara şimdilik dokunmadığını belirten bir mektubu geldi.
Ca'fer oğlu Abdullah, bu da korkanm Sa'd'in onlara bir müsâadesi olmasın, ey Mü'minler Emiri, Kays'e emret,
167
onlarla savaşsın dedi. Hz. Ali de bu söz üzerine Kays'e bir mektup yazıp savaşmasını emretti.
Kays, bu mektuba cevap olarak gönderdiği mektupta, sana zaran olmayanlarla savaşmamı emretmene şaştım. Onlarla savaşa girişirsek düşmanlarına yardım ederler. Çekilip kendi hâllerinde oturdukça onlan hâllerine bırakmak en doğru harekettir diyordu.
Hz. Ali, bu mektubu okuyunca Abdullah, gene Kays'in azlini tavsiye etti. Nihâyet Hz. Ali Kays'i azletti, yerine Ebû-Bekir'in oğlu Muhammed'i Mısır'a vâli tâyin etti.
Muhammed, Mısır'a gidince emirnameyi okudu. halka güzel sözler söyledi, hükûmeti ele aldı.
Kays Mısır'dan çıktı, Medine'ye gitti. Orda oturmak niyetindeydi, fakat Mervan, kendisine kötü muâmelede bulundu. Bu yüzden Huneyf oğlu Sehl'le Medine'den çıkıp Kûfe'ye gitti, Hz. Ali'ye ulaştı.
Muâviye, bunu haber alinca Mervan'a, Ali'ye yüz bin erle yardim etseydin bence Kays'in Ali'nin yanina gitmesinden ehvendi diye ağır bir mektup yolladi.
Kays, Hz. Ali ile görüşüp Mısır ahvâlini bir bir anlatti. Bundan sonraki olaylar da onun sözlerini, fıkirlerini gerçekleştirdi. Bu yüzden Hz. Ali'nin ona güvenci arttıkça arttı.
Muhammed, işe başlamasından bir ay sonra Haribta'da tarafsiz bir hâlde oturup duranlara, ya itâat edin, yahut burdan gidin diye haber yolladi. Onlar, hele durun, işin sonu nereye varacak, görelim dedilerse de Muhammed kabul etmedi. Bunun üzerine silâha sanldılar. Böylece Mısır'da, gitgide Muâviye'ye taraftar bir topluluk meydana gelmiş oldu.
168
AS OĞLU AMR MUAVIYE'YLE BİRLEŞİYOR
Arap dâhilerinden sayılan As oğlu Amr, Osman'in evi kuşatılınca işin nereye varacağını anlamış, oğulları Abdullah'la Muhammed'i alarak Filistin'e gitmişti. Ordaki evinde, hiç kimseyle görüşmeyerek bir yalmzhk hayati sürüyordu.
Osman'in ölümünü duyunca hüngür hüngür ağlamıştı. Talha'nın halifeliğini isterken Hz. Ali'nin halife olduğunu duyunca da pek cam sıkılmıştı, pek korkmuştu. Talha'yla Zübeyr'in isyânını duyunca sevinmişti, ümitlenmişti. Cemel savaşının sonucu, onu kederlere garketmişti. Nihâyet Muâviye'nin Hz. Ali'ye bey'at etmediğini duyunca ne yapalım diye oğlu Abdullah'a sormuştu.
Abdullah, babasından önce Müslüman olmuş bir zattı. Din hukuk bilgisini iyi bilirdi. Dedi ki: Ebu-Bekr ile Omer senden râzı olarak bu dünyâdan göçtüler. Halk, tek bir fikir etrafinda toplanincayadek evinden çıkma.
Öbür oğlu Muhammed, Arap yiğitlerindendi. Babasına sen dedi, bu kavmin ululanndansin, bu iş sensiz bitmez, bitmemesi de gerektir.
169
Amr, Abdullah dedi, sen bana âhiretimce hayirh olani tavsiye ettin, Muhammed'se dünyamca faydali olan yolu gösteriyor.
Fakat Abdullah da Hz. Ali'nin aleyhinde bulunanlardandi; bu tavsiyesi, zamâna göre bir siyâsetten başka bir şey değildi.
Sonra Şam'a gitmeye karar verdi. Abdullah, mutlaka bir yere gideceksen Kufe'ye gidelim dediyse de o, Ali'nin bizim gibilere ihtiyacı yok. Yiğitlikte, üstünlükte, ilk Müslüman oluşta, Hz. Peygambere yakınlıkta onun eşi bulunmaz. Bizim işimize Muâviye gelir. Oğlun babaya itâati de farzdır, haydi, kalkın, gidelim dedi.
İki oğluyla beraber Şam'a gelen Amr'a Muâviye büyük iltifatlarda bulundu, ona da, oğullarına da ihsanlar da bulundu.
Amr'in Şam'a gidişi, bir rivâyette Muâviye'nin mektubu üzerinedir. Muâviye ona, Abdullah'il-Becli oğlu, Ali'den mektup getirdi, ben onu oyalamaktayım. Sen gelinceyedek bu işe bir son vermeyeceğim. Hemen gel diye mektup göndermişti.
Amr'ın Verdan adlı bir kölesi vardı. Şam'a gidip gitmemek hususunda onunla görüşmüştü. Verdan, Ali'de âhiret var, dünyâ yok, Muâviye'de dünyâ var, âhiret yok; sense ikisinin arasında kalmışsın demiş ve evinde otur, din ehli üst olursa seni bağışlarlar, dünyâ ehli üst olursa zâten onlar sana muhtaçtır, ergeç başvururlar diye tavsiyede bulunmuştu.
Fakat Amr, bütün bunlara ehemmiyet vermeyerek Şam'a gitti ve Muâviye'nin fıkir ortağı oldu, üst olduğu
170
takdirde ölünceyedek Mısır vâliliğinde kalmasını da şart koşmuştu.
Amr, Muâviye'den hoşlanmaz, Muâviye de Amr'ı sevmezdi. Böyle olduğu hâlde menfaat, ikisini de Hz. Ali aleyhinde birleştirmişti. Amr, bir gün Muâviye'ye, ikimizi birleştiren, ne Osman'ın yakınlığıdır, ne ona olan sevgimiz; bizi, dünyâya bağlılığımız birleştirdi demişti.48
Muâviye, Şama gelen Amr'a iltifatlarda bulundu ve ondan üç şeyi nasıl başarabileceğini sordu. Bu üç işin birincisi, bundan önce Osman'ın son zamanlarında ve ondan sonra Mısır'da başına buyruk hüküm süren Huzeyfe oğlu Muhammed hakkında yapılması gereken işti.
Muhammed, bir aralık Muâviye tarafından tutturulmuş, hapsedilmişti. Fakat bir yolunu bulup kaçmıştı. Muâviye, ondan çekinmekteydi.
İkincisi, Hz. Ali ile savaşa giriştiği zaman Bizans İmparatorunun, Arap ülkesine, bilhâssa Suriye'ye saldıracağından korkuyordu.
Üçüncü ve en çetin mesele de Hz. Ali ile savaşmaktı. Amr, birinci müşkül, pek kolay halledilir dedi, onun ardından adamlar yolla, tutulursa ne âlâ, fakat tutulmazsa da o bir şey yapamaz. İmparatordan da korkma. Suriye'de ne kadar Hristiyan esir varsa hepsini âzâd edip memleketlerine yollamak vaadiyle onunla bir uzlaşma yap Asıl güç olan, Ali ile savaşmaktır. Çünkü o, ilk Müslümandır. Hz. Peygamberle yakınlığı vardır. Üstünlüğü, bilgisi, temizliği, olağanüstü yiğitliği herkesce
48- İbnü'l-Esir: Al-Kâmil, Kahire, 1290, c.3, s. 118.
171
malümdur halkın çoğu, onu senden üstün bulur. Onun için düzene baş vurarak çareler aramak gerek.
Muâviye, peki, ne yapalım deyince Amr, Sımt'al-Kındı oğlu Şurhabil'i buraya çağır, bu işte onu kullanırız demişti.
Şurhabil, Hz. Peygamber'e ulaşmıştı. Muâviye, onu Humus diyârına vâli tâyin etmişti. Hz. Ali'nin elçisi Cerir'le arası açıktı.
Muâviye, Amr'ın tavsiyesine uydu. Şurhabil'i çağırdı, gene onun tavsiyesiyle muhtelif yerlere sekiz on adam dizdi. Şurhabil gelirken bunlar, birer birer karşısına çıkıyor, Hz. Ali'nin, Osman'ı öldürttüğüne dair türlü türlü sözler söylüyorlardı. Ancak birinin sözü, öbürünün sözünü tutmamakta, fakat hepsi de Osman'ın ölümünden Hz. Ali'yi suçlu bulmaktaydı.
Şurhabıl, tevatür derecesine varan bu rivâyete tamamiyle inanmıştı. Şam'a gelince Muâviye'nin huzûrunda da bir çok adam, Osman'ı Ali'nin öldürttüğüne şehâdet etti. Bunun üzerine Şurhabil, bu hususta hiçbir şüphem kalmadı dedi, eminim artık, Osman'ı Ali öldürtmüş. Sonra Muâviye'ye dönerek eğer dedi, ona bey'at edersen seni Şam'dan çıkannz.49
Muâviye, nasıl olur da ben size karşı gelebilirim? Ben de sizdenim, siz benim elim, ayağımsınız dedi. Şurhabil, o halde dedi, Cerir'i Şam'dan çıkar. Muâviye, acele etme dedi, hele bir Şam ülkesini dolaş, herkes bize uysun, ondan sonra Cerir'i göndeririz.
Bunun üzerine şair bir zât olan Şurhabil, Şam ülkesindeki şehirleri, köyleri, obaları birer birer dolaştı.
49- Şurhabil için Al-İstiâb'a bakınız, c.2, s. 605.
172
Her gittiği yerde, Ali, Osman'ı mazlûm olarak öldürtmüş, bütün İslâm ülkesini zaptetmiş, şimdi de asker toplamakta, gelip bütün Şam halkını kesecekmiş. Ona Muâviye'den başka kimse karşı duramaz. Hepiniz birleşin, ona uyun meâlinde sözler söylüyor, şiirler okuyordu.
Evvelce de söylediğimiz gibi Beşir oğlu Nu'man Osman'ın kanlı gömleğini ve zevcesi Naile'nin kesik parmaklarını Şam'a götürmüştü. Muâviye onları ulu camiin minberi üstüne koymuştu. Cuma günleri ağlaya-ağlaya halka göstermekte, ziyâret ettirmekteydi.
Amr, bunlan dâima gözönünde bulundurma, sakla. Savaş vakti halka göster de hiddetleri, heyecanları yeni baştan artsın dedi. O da Amr'ın bu husustaki tavsiyesini tuttu.
Bu sıralarda Muâviye'nin gönderdiği adamlar, Havran tarafında Huzeyfe oğlu Muhammed'i tutup öldürdüler. Muâviye, bir derrten kurtuldu.
Bizans İmparatorunun Şam ülkesine hücum edeceği haberini alınca da ona: "Eğer Şam'a geleceğine dair duyduğum haber doğru çıkarsa arkadaşımla (Hz. Ali ile) uzlaşırım, onun ordusuna kumandan olurum, and olsun Tann'ya, senin üstüne öyle bir gelirim ki, hükûmetinin merkezi olan İstanbul'u yıkıp yakar, kapkara kömür ederim. Seni de yerden havuç söker gibi tutup ülkenden çeker çıkanrım, domuz çobanı yapanm meâlinde bir mektup gönderip sindirdi. Savaş tedârikine koyuldu.
173
ÖMER'İN OĞLU UBEYDULLAH'IN ŞAM'A GİDİŞİ
Ömer vurulduktan ve öldükten sonra oğlu Ubeydullah, Ömer'in öldürülmesinde suçu olmayan İranlı Hürmüzân'ı ve Ebû-Lü'lü'e'nin küçük kızı Cüheyne'yi öldürmüştü. Hz. Ali, kısas edilmesini, yâni Ubeydullah'ın da öldürülerek cezâsının verilmesini istemiş, fakat Asoğlu Amr, dün babası öldürüldü, bugün de oğlunu mu öldürelim demiş, Osman, diyet vererek Ubeydullah'ı kurtarmıştı.
Ubeydullah bu yüzden, Hz. Ali'den çekinerek Kûfe'ye gitmedi, Şam'a vardı. Muâviye, pek memnun oldu. Osman'ın zulümle öldürüldüğüne dair bir hutbe okumasını ve bu arada Hz. Ali'nin aleyhinde bulunmasını istedi. Ubeydullah, onun gibi insanlık vasıflannı kendisinde toplamış, kadri yüce bir zâtı nasıl töhmet altına alabilirim, nasıl olur da Osman'in katlinde onu da kaatillerle eş olarak gösterebilirim? Hâtırın için yalan mı söyliyeyim demiş, bu dileği kabûl etmemişti.
Bunun üzerine Amr, maksat, yüreklerden Ali sevgisinin çıkmasıdır; bu yolda birkaç söz ediver demiş, Ubeydullah
174
pek âlâ deyip minbere çıkmış, bir hutbe okumuştu; fakat hubesinde ne Ali'den bahsetmisti, ne Osman'dan.
Muâviye, minberden inen Ubeydullah'a, vaadini tutmadın demiş, o da, halka karşı apaçık yalan söylemekten çekindim, Allah'tan korktum demişti. Bu söze Muâviye gücenmiş, fakat birkaç gün sonra Ubeydullah, Osman'in mazlûm olarak öldürüldüğüne dair bir mersiye söylediğinden gene ona iltifatta bulunmaya başlamıştı.
175
SIFFIN SAVAŞININ BAŞLANGICI
Hz. Ali, Cemel savaşından Kûfe'ye dönüp Muâviye'nin bey'at etmemekte inâd ettiğini anlayınca yakınlariyle danışmıştı. Mâlik'ül-Eşter, derhal Şam'a gidilmesi re'yindeydi. İleri gelenlerin çoğu da bu fıkri benimsemişti. Ancak Hz. Ali, dâima savaşın, karşı taraftan başlamasını bekler, sonradan karşı tarafın, herhangi bir hususta haklı olduğunu iddiaya kalkışmaması için bütün delilleri gösterirdi.
Bu bakımdan Muâviye'ye bir elçi göndermek ve bir mektup yollamak istedi. Bu fıkrini söyleyince evvelce Osman tarafindan Hemedan vâlisi olan ve gene Osman'in Azerbaycan vâlisi bulunan Kays oğlu Eş'as'la beraber Hz. Ali tarafindan dâvet edilerek Kûfe'ye getirtilen Abdullah'ül-Becli oğlu Cerir, Ey Mü'minler emiri dedi, Muâviye'ye beni gönder. O beni sever, sayar; belki bu işi başarırım, sözümü dinletirim.
Cerîr, Hz. Peygamber'in vefâtından kırk gün önce Medine'ye gelmiş, Müslüman olmuştu. Irak savaşlarında çok işe yaramıştı. Sonradan Kûfe'ye yerleşmişti. Kûfe'de bir evi vardı, hatırı sayılırdı. Nitekim Eş'as da kinde kabilesi şeyhlerindendi. Hicretin onuncu yılında altmış
176
kişiyle Medine'ye gelmiş, Müslüman olmuş, Ebû-Bekr'in kız kardeşini almış, Irak ve İran savaşlarında bulunmuş, sonra Kûfe'de yerleşmişti.50
Mâlik'ül-Eşter, Ey Mü'minler Emiri dedi, Cerir'i yollama. And olsun Allah'a, onun dileği sanıyorum ki onlann dileğine uygun niyeti, onların niyetinin aynı.
Hz. Ali, Bırak yâ Eşter dedi. Gitsin, bakalım ne cevap getirecek?
Hz. Ali, Muâviye'ye şu mektubu gönderdi.
"Rahmân ve Rahim Allah adiyle.
Allah kulu, Mü'minler Emiri Ebû-Tâlib oğlu Ali'den Ebû-Süfyân oğlu Muâviye'ye.
Senin de bilmen gerektir ki Medine'de edilen bey'ate, Şam'da bulunduğun hâlde senin de itâat etmen lâzımdır. Çünkü Ebû-Bekr'e, Ömer'e, Osman'a bey'at edenler, bana da etmişlerdir. Artık burda bulunanlara bir başkasını seçmek, bulunmayanlara da olııp biteni kabûl etmemek mümkün değildir. Bu işe ehil olan ve salâhiyeti bulunan Muhâcirlerle Ansânn birleşmesinden sonra İmâm olan kişiye itâat etmek farzdır, birlikten ayrılanı râzı etmek, kabûl etmezse onunla savaşmak icâb eder. Allah da, Müslümanların doğııı yolundan sapanları çetin bir azapla azaplandırır.
Ömrüme and olsun ey Muâviye, dileğini bırakır da aklınla dikkat eder, bakarsan görürsün ki ben, Osman'ın kanından, halkın en uzağıyım, o kanla benim hiçbir ilginı yok; ben ondan tamamiyle ayrılmış
50-Al-İstiâb, c.l, s. 90-91, 51-52.
177
bir haldeydim; fakat sen, nâil olmak istediğin şeyi gizlemek için suçum olmadığı hâlde beni bu işle töhmet altına alıyorsun."51
Muzâhım oğlu Nasr'ın kitabında, bu mektupta şunların da yazılı olduğu kayıtlıdır.
"Biliyorsun ki Talha'yla Zübeyr, bana bey'at ettiler, sonra bey'atlerinden döndüler. Onlarla savaştım, hak zuhûr etti, dilemeseler de Allah'ın emri yerine geldi.
Bil ki bence en sevilir, istenir şey, senin bozgunculuktan vazgeçmen, fîtneye sebep olmamandır; oının için Müslümanların kabûl ettiklerini sen de kabûl et. Aksi takdirde seninle savaşa girişmek zorunda kalır, aleyhinde Allah'tan yardım dilerim.
Osman'ı öldürenler hakkındaki sözleri uzattıkça uzattın. Halkın kabûl ettikleri şeyi kabûl et de ondan sonra kavmine hükmet, böylece de Allah'ın kitabına
«y-
Senin dilediğin şey, çocukların süt emmek için baş vurdukları düzene benziyor. Gerçekten de dileğini bırakıp aklını başına alarak bir dikkat etsen görürsün ki bütün Kureyş içinde Osman'ın kanından tamamiyle ıızak olan kişi benim. Bir de bil ki sen Mekke fethedilince kanı bağışlanan ve âzâd edilen esirlerdensin. Bunlarınsa halifeliğe hakları şöyle dursun, meşverete bile alınmaları câiz değildir.
51-Nehc'ül-Belâga, 2, s. 161.
178
Sana ve yanındakilere Abdullah oğlu Cerir'i gönderiyorum; o, İnıan ve hicret ehlindendir, adima ona bey'at et; kuvvet ve tasarruf, ancak Allah'ındır."
Cerir, bu mektupla Şam'a gitti, mektubu Muâviye'ye sundu. Muâviye mektubu okuyunca Cerîr kalkıp bir hutbe okudu, sonunda dedi ki:
"Ey halk, Osman'in öldürülmesinde hâzır bulunanlar bile öldürenler hakkında doğııı diizen bir şey bilmezlerken orda bulunmayanlann bir şey bilmesine imkân olur mu? Halk, tamamiyle Ali'ye bey'at etti. Talha'yla Ziibeyr de bunlarin arasındaydı. Sonra bey'atlerinden döndüler, bu dönüşleri de bir sebebe dayanmiyordu.
Bu din, fîtneye tahammül etmez. Arap da kilica dayanmaz. Basra, diin, misli görülmemiş bir savaş yeri olmuştu. Aynı hâlın gene olmasi hie de doğru değildir. Halkın Ali'ye bey'ati umumi bir bey'attir. Ey Muâviye, sen de halkın kabûl ettiğini kabûl et.
Osman beni vâli yaptı ve azletmeden öldü dersen bu da doğru bir düşünce değildir. Eğer bu re'y doğru olsa diizen kalmaz. Her âmir, birisini memur olarak kullanır. Birisinin tâyin ettiği memûru yerine gelen biri, azledebilir."
Muâviye, Sabret dedi, bakalim Şam halkı ne diyor? Muâviye emretti, halki camie topladı. Cerîr'le beraber kendisi de camie gitti. Minbere çıkıp Tanrı'ya hamdetti, Şamlıları övdü, sonra dedi ki:
"Ey halk, bilirsiniz ki ben, mii'minler emiii Hattâb oğlu Ömer'in ve Affân oğlu Osman'in halifesiyim size, içinizden hiç kimseye kötülük etmedim. Ben mazlûm
179
olarak öldürülen Osman'ın velisiyim. Allah, mazlûm olarak öldürülen kişiye, öldürene karşı hak ve kudret verdim; ancak öldürmede aşırı varmayin; gerçekten de ona yardim edilmiştir der. Bu hususta fikriniz nedir?"
Şamlılar hep birden biz dediler. Osman'in kanini isteriz ve sana tâbiiz. Muâviye, bunun üzerine Cerîr'e, hâli görüyorsun dedi, ancak biraz bekle, bakalım sonu ne olur.
180
MEKTUPLAR
Cerir'in Şam'da kalışı uzadıkça uzadı. Hattâ Hz. Ali taraftarlanndan onu töhmet altına alanlar bile bulundu. Sonucu Hz. Ali, Onunla son olarak konuş, "ya savaşa yanaşsın, yahut da bey'at etsin" diye bir mektup gönderdi. Cerir, bunu Muâviye'ye söyleyince Muâviye, Hz. Ali'ye şu mektubuyolladı:
"Rahmân ve rahîm Allah adiyle."
Dahr oğlu Muâviye'den Ebû-Tâlib oğlu Ali'ye:
Ömrüme and ederim ki sen, Osman'ın kamndan ıızak olsaydın da sana bey'at etselerdi sen de Ebû-Bekr ve Ömer gibi olurdun. Fakat sen Muhâcirleri Osman aleyhine kışkırttın, Ansarı ona yardımdan men'ettin. Bilgisiz kişi sana itâat etti, zayıf kişi, seninle kuwet bııldıı. Şamhlar, Osman'ı öldürenleri kendilerine vermedikçe seninle savaşı göze aldılar. Kaatillerini teslim edersen halifelik, Müslümanlar arasındaki meşveretle halledilir, kimi dilerlerse o, halife olur.
Hicaz halkının, insanlar üzerinde hükmü ve halife seçnıe hakkı vardı. Fakat seni seçtiklerinden dolayı bu hak onlarda kalmadı, halka Şamlılar hâkim oldıı.
181
Ömrüme and olsıın ki bana karşı göstereceğin delil, Talha'yla Zübeyr'e gösterdiğin delile benzemez. Çünkü onlar sana bey'at etmişlerdi, ben etmedim. Şamhlara göstereceğin delil de Basralılara gösterdiğin delile benzemez. Çünkü Basrahlar sana itâat ettiler, hâlbuki Şamhlar itâat etmediler.
Müslümanhktaki yüceliğine, peygamber'e
yakınhğına, Kureyş arasındaki mevkiine gelince biz, zâten onu inkâr etmiyoruz ki."
Hz. Ali, bu mektuba şu cevabı gönderdi:
"Rahmân ve Rahîm Allah adiyle.
Ebû-Tâlib oğlu Ali'den Dahr oğlu Muâviye'ye:
Derip devşirdiğin lâf yığınından meydana gelen mektubunu aldım. Zorlamaca süslü lâflarla dolıı. Anlaşılıyor ki doğru yolu görecek gözün, seni doğru yola götürecek bir kılavuzun yok. Kendi dileğine uymuşsun, sapıklığa düşmüşsün.
Osman hakkındaki hâlinı, bey'ati bozdu sanıyorsun. Hâlbuki ben Muhâcirler arasında bir tek kişiyim. Onlar kadar ben de geyret ettim, onlar gibi ben de geri döndüm. Bil ki Allah onlaıı sapiklikta toplamaz, onlaıı gözsüz bırakmaz. Ben güç kuvvet sahibi bir âmir değildim ki olaylardan sorumlu olayım, ne de onu öldürdüm ki kısastan korkayım.
Şamhların Hicazhlara hâkim olduğuna dâir olan sözüne karşı derim ki:
Şam'da Kureyş boyuna mensup olanlardan damşılacak, halifeliğe lâyık olacak bir kişiyi gösterebilsen bile Muhâcirlerle Ansar, bu dâvanı
182
yalanlamaya, inkâr etnıeye hazırdır, halifeliğe lâyık olan da işte burda seni beklemektedir.
Osman'in kaatillerini gönder diye ettiğin teklifle senin ne münâsebetin var? Onun evlâdı burda ve bu dâvada senden daha hakli. Osman'in kanim istemekte onlardan kuwetli olduğunu sanıyorsan once bey'at et, hükmettiklerini bana itâat ettir.
Şamlılarla Basralıların ve seninle Talha ve Zübeyr'in arasında hiçbir fark yok. Umumi bey'atten sonra bu hususta gecikme doğru değildir ve insanlann hayırlıları bundan kaçınmaz.
Allah, kendisine ve soyuna rahmetler etsin. Rasûlullah'a olan yakınlığımı, ilk Müslüman oluşumu tasdiyk ediyorsun, fakat bunlan da inkâr edebilseydin inkâr ederdin." 52
Bunun üzerine Muâviye şu mektubuyolladı:
"Ebû-Süfyân oğlu Müâviye'den Ebû-Tâlib oğlu Ali'ye:
Esenlik sana: Gerçekten de kendisinden başka tapacak bir var, bir varlık olmayan Allahım, sana hamdederim. Sonıa Allah, bilgisiyle Muhammed'i, kulları arasından seçti, onu vahyine emin etti, halkına elçi olarak gönderdi. Müslümanlardan, ona yardımcılar ihsân etti, onlarla onu kuvvetlendirdi. Onların Allah indindeki dereceleri, Müslümanhktaki üstünlükleri kadardır. Onların üstünü ve Allah'la Peygamber'i yanında en şereflisi, peygamber'den sonra halifesidir. Ondan sonra halifesinin halifesidir.
52-Nehc'ül-Belâga, 2, 161-162.
183
Ondan sonra da üçüncü halife olan, zulme uğramış bulunan Osman'dir.
Sen bunlann hepsine hased ettin, hepsine isyanda bulundun. Bunu, öfkeyle göz ucuyla bakışından, dargın sözlerinden, hiddetle solumandan, halifeler zamanında onlarla görüşüp kanşmamandan bildik, anladık. Sen onlara, isteyerek değil, devenin zorla boyun uzatışı gibi zorla boyun verdin, bey'at ettin. Yalniz hepsinden ziyâde amcanin oğlıı Osman'a hased ettin, hâlbuki yakinlik bakimmdan hepsinden ziyade ona sen, bunu yapmiyacaktin.
Yakınhğı inkâr ettin, iyiliklerini kötüledin, halkı aleyhine kışkırttın, nihâyet deve çobanları ona saldırdılar. Rasûlullah'ın haremine silâh çekip üstüne hücûm ettiler. Seninle birlikte oturduğu mahallede, feryâdını duyduğun hâlde sözle, işle ona yardımda bulunmadın. Dosdoğru and içerim ki insanlan men'etseydin Osman'a yardım etmedi diye seni hiç kimse töhmet altına almazdı. Bu men'ediş şöyle dursun, sen Osman'ın kaatillerini yamna aldın, kendine yardımcı edindin.
Osman'ın kamndan uzağım diyorsun, doğııı söylüyorsan kaatillerini bize gönder, onları öldürelim; biz de halkın sana uymasını temine çalışahm. Yoksa seninle ve yanindakilerle aramizda ancak kılıç vardir; kendisinden başka tapacak bir kimse bulunmayan Allah'a and olsun ki ya Osman'ı öldürenleri dağlarda, çöllerde, denizde, karada, nerde olurlarsa olsunlar,
184
bulup öldüreceğiz, yahut da ruhlarımız Tanrı'ya ulaşır vesselâm."53
Bu mektubu Ebû-Müslim'ül-Havlânı getirdi. Hz. Ali, bu mektuba şu cevabı yolladı.
"Allah kulu, Mii'minler Emiri Ali'den Ebû-Süfyân oğlu Muâviye'ye:
Ebû-Müslim'ül-Havlâni ile gönderdiğin mektubu aldım, Allah kendisine ve soyuna rahmet etsin. Hz. Muhammed'i anmada, Allah'ın onunla doğru yolıı gösterdiğini, insanları doğru yola götürdüğünü söylemedesin. Hamdolsun Allah'a ki vaadini gerçekledi, ona yardim etti de kuwetlendirdi.
Kavminden olııp ona düşmanhk edenlere, peygamberliğini tammayanlara, onu ve arkadaşlarını memleketinden çıkarmaya kalkışanlara, işi güçleştirip bozmaya çahşanlara karşı Allah, şehirleri O'na ihsân etti; sonucu, onların rağmine Allah'ın dini yüceldi, yayıldı.
İnsanlar arasında O'na en fazla düşmanlık edenler, O'nun kavmiydi, sonra yakınhk cihetiyle kademe kademe O'na düşmanhk edenler oldıı, ancak Allah'ın koruduğu kişiler başka.
Ulu Allah'ın, Müslümanlardan O'na yardımcılar ihsân ettiğini, O'nu, onlarla kuvvetlendirdiğini, Allah indinde onların derecelerinin, Müslümanhktaki üstünlükleri kadar bulunduğunu söylüyor, en üstünlerinin de O'ının halifesi ve halifesinin halifesi olduğunu samyorsun. Ömrüme and olsıın ki onların
53-Nec'ül-Belâga, 2, 219.
185
Müslümanlıktaki dereceleri pek büyüktür. Müslümanlığın, onların yokluğuyla uğradığı elem pek çetindir. Allah onlara rahmet etsin, onlaıı yarlıgasın.
Üstünlükte, Osman'ın onlardan sonra geldiğini yazıyorsun. Osman iyiyse Allah ona ihsanda bulunur, suçluysa yarhgar.
Ömrüme and olsıın ki eğer insanların dereceleri, Müslümanhktaki üstünlükleri ve Rasûlullah'a fazla öğüt vereniyse bunda bizim payımız daha fazladır. Çünkü Tanrı o'na ve soyuna rahmet etsin, Muhammed, halkı Alllah'a inanmaya ve o'nu tek tanımaya çağırdığı zaman biz Ehl-i Beyt, O'na ilk inananlariz. O'nu ilk gerçekleyen biziz. O siralarda yer yüzünde Allah'a ibâdet eden yalnız bizdik.
Kavmimiz, Peygamberini öldürmek, bizi kökümüzden yok etmek istedikleri, bizimle alış verişi kestikleri, bize eziyetler ettikleri zaman kıhçlarımızla onları biz defettik. Sonra Allah, Peygamberine Mekke'den göçmesini emretti, göçtü, biz de göçtük.
Müşriklerle savaştık, onun sahâbesi bile biz Ehlibeytin kıhçlarımızla korundu. Bedir'de bizden Ebû-Ubeyde, Uhud'da Hamza, Mûte'de Ca'fer'le Zeyd şehid oldu.
Diğer Muhâcirlerin de hayırları çoktur, Allah onlara da iyiliklerine karşıhk ecirler vermiştir.
Halifelere hased ettiğimi, onlarla görüşüp konuşmadığımı, isyân ettiğimi söylüyorsun. İsyân etmekten Allah'a sığınırım; fakat onlarla uzlaşmadığım ve istemiyerek onlara bey'at ettiğim
186
husûsunda da insanlara özür getirmeye lüzıını görmem.
Allah, Peygamberinin rûhunu kabzedince Kureyş, emir bizden olacak, Ansar da bizden olacak dedi. Kureyş, Hz. Muhammed bizdendir, bu bakımdan emir olmaya bizim daha fazla hakkımız var dediler. Ansar bunu anlayınca hakkı teslim ettiler. Onlar, Hz. Muhammed'e yakınlık dolayısıyle Ansardan üstünse biz, onlardan daha üstünüz. Yok, iş böyle değilse Ansar, Arabın çoğunluğudur, onların da bu işte payı olmalıydı. Hâsılı olan oldıı, ben hakkımı terkettim, Allah da onların kusurlarından geçsin.
Osman'a ait sözlerine gelince: Osman'ın yaptığını da bilirsin, halkın ona yaptığım da. Gene benim, ona hiçbir şey yapmadığımı sen iyiden iyiye bilirsin ama gene de bana iftirâdan çekinmez, sözler örer, lâflar dokursun.
Osman'ın kaatillerini sana teslim etmemi istiyorsun. Sen de bilirsin ki buna imkân yok. Ancak sunn da bil ki, bu azgınlığından vazgeçmezsen ömrüme and olsun yakinda sana gösterirler, karada, denizde, ovada, dağda seni mutlaka bulurlar.
Ebû-Bekr hAlife olunca baban bana gelmişti de Muhammed'in ye line sen daha lâyıksın, uzat elini, sana bey'at edeyim demişti. Ben kabûl etmedim. Babamn bu sözünü sen de bilirsin, hattâ bu sözle ne yapmak istediğini de bilirsin. Ben, insanlarin kiifre yakin bir zamamnda Müslümanların arasını bozmamak için bund an çekinmiştim. Baban, benim hakkımı senden iyi biliyordu. Sen de bilmez değilsin
187
ama bilmezlikten gelirsen aleyhine girişeceğim savaşta Allah'tan yardım isterim vesselâm." 54
Bundan sonra Muâviye Hz. Ali'ye şu mektubu gönderdi:
"Ya Ali, sen arkadaşını öldürdün, öldüıenleıe yardımda bulundun. Tann'ya and olsun, seni öylesine bir ateşle yakacağım ki onu ne yel söndürür, ne su. Düştüğü yeri deler, dediliğini yakar. Beni gaybden haber verenlerden sanma."
Hz. Ali de ona şu cevabı göndermişti:
"Allah'a and olsun, amcanin oğlunıı senden başka kimse öldürmemiştir, gerçek kaatil sensin. Osman'a karşı giriştiğin hareket yüzünden senin de ona ulaşacağını umanm. Babanla yakinlanni öldürdüğüm kılıc yammda. Ne bir sue işledim, ne de inandığım Peygamber'i değiştirdim. Ben, bııgün dileyerek bıraktığın, vaktiyle istemiyerek girdiğin hidâyet yolundayım."
Hz. Ali'nin bu mektuplardan başka Muâviye'ye yazdığı mektuplann tercemelerini veriyoruz:
"Sen, diinya ziynetleriyle bezendin, lezzetleriyle aldandin. Diinya seni çağırdı, koştıın. Seni süıüp götürdü, gittin. Emretti sana, itâat ettin ona. Dünyânın süslü elbiselerini soyununca ne yapacaksin?
Saninm ki kurtuluşu olmayan helâk yoluna gitmedesin. Bırak bu işi, sorudan hesaptan kork. Uğradığın hâlı terket, isyân edenlere baş olma. Aksi takdirde gaflet ettiğin, bilmek istemediğin şeyi sana
54-Nehc'ül-Belâga, 2, s. 219-220.
188
bildiririm. Şeytan sana hâkim olnııış, dilediğini yaptırmada, canında, kanında dolaşıp durmada.
Ey Muâviye, senin ne geçmişte, ne şimdi, hiçbir yüceliğin yokken sen nerdesin, halka baş olnıak, iş başına geçnıek nerde? Allah'a sığınırım azgınlığa düşmekten. Sana da, dâima umduğuna aldanıp guııııa düşmekten ve gizli, açık, ayıılığa uymaktan çekinmeni tavsiye ederim.
Beni savaşa çağırıyorsun; pekâlâ. Valnız halkı bırak, iki taraf da kanlarından, canlarından emin olsunlar. Tek başına bana kaışı çık da hangimizin yüreğinde korku var, belli olsıın.
Ben, ananın atasını, dayını ve kardeşini Bedir savaşında öldüren Ebü'l-Hasan'ım; o kılıç, gene bende, yanımda. Bu yürekle düşmanıma kaışı durmadayım. Ne dinimi değiştirdim, ne Peygamberimi. Ben, sizin dileyerek vazgeçtiğiniz, vaktiyle de zorla girdiğiniz hidâyet yolundayım."55
"Bundan sonra mektubun geldi. Allah ona ve soyuna rahmet etsin, Allah'ın, dinini tebliğ için Muhammed'i seçtiğini, sahabeyle onu
kuvvetlleiHİiıdiğini anıyorsun. Bu sözlerine şaştını, Allah'ın bize lûtfettiğini, Peygamberiyle bizi nimetlendirdiğini söylemen, Bahreyn'deki hurmalığı bol Hecer şehrine hurma götürmeye, yahut ok atan nişancıya atış öğretmeye benzer.
Falanın, fllânın şerefinden bahsediyorsun. Üstün olanla, olmayanla, başlık edenle, emre uyanla senin ne
55- Nehc'ül-Belâga, 2, s. 220.
189
işin var? Esirken âzâd edilenlerle tutsak oğullarına, ilk Muhacirlerin derecelerini tesbît etmek, üstünlüklerini tâyin eylemek düşmez. Bu, onlardan olmayan birisisin, onlarla övünmesidir. Sen haddini bil be adanı.
Sen çöllerde dönüp dolaşan, doğııı yoldan sapıp giden birisin. Görmez misin, Allah nimetini anarak söyliyeyim; Muhâcirlerden olup Allah yolunda savaşanların her birinin Allah indinde üstünlüğü var. Şehidimiz dünyâdan göçünce şehidler ulıısıı dendi ve Allah ona vve soyuna rahmet etsin, Rasûlullah, oının namazını yetmiş tekbirle kıldı.56
"Görmez misin, bu kavmin Allah yolunda elleri kesildi. Hepsinin de üstünlüğü var, evet, birimizin elleri kesildi, hakkında cennette uçuyor dendi, iki kanatlı diye anıldı."57
Allah, bir kişinin kendisini övmesini nehyetmemiş olsaydı bu hususta da üstünlükler söylerdim; fakat inananların yürekleri bunu tanır, bilir, duyanlar inkâr etmez.
Şüphe yok ki biz, Allah'ın yarattığı kullarız, insanlar, bizim için yaratılmıştır. Amma sen diyeceksin ki hepimiz insanız. İyi ama bu birlik nasıl olabilir ki Peygamber bizden; yalanhyan sizden.58
Allah Arslanı bizden59 Peygamber'i yok etmek için and içenlerin arslanı sizden60 cennet gençlerinin uluları
56- Hz. Peygamber'in amcası Abdül-Muttalib oğlu Hamza.
57- Hz. Ali'nin kardeşi Ca'fer.
58- Ebu-Cehl.
59- Hz. Hamza.
190
bizden61cehennem ehlinin kız çocuğu sizden62 dünyâ kadınlarının ulusu bizden,' odun hammali kadin sizden,64 aramizda buna benzer daha çok fark var.
Müslümanlığımız duyulmuştur, önceki
üstünlüğümüz reddedilmemiştir. Allah'ın kitâbı, hâlimizi anlatırken "Allah'ın takdirinde sâbit olduğıı veçhile bir kısını akraba, bâzı akrabanın mirasında daha ileri bir hakka sâhiptir"65 ve "İbrahim'e gerçekten de en yakın olan, ona inananlarla bu Peygamber'dir ve îman edenlerdir. Allah, inananların dostu ve yardımcısıdır" demiştir .66
Bizim önce, Peygamber'e yakınhğımız var, sonra da itâatimiz var. Muhâcirler, Sakıyfe günü, Allah ona ve soyuna rahmet etsin, Rasûlullah'a yakın olduklarını söyliyerek delil getirdiler. Bu, böyleyse hak bizdedir, değilse Ansar da dâvasında haklıdır.
Bütün halifelere hased ettiğimi, hepsine karşı aleyhte bir durum aldığımı söylüyorsun. Doğruysa suç sana ait değil, ben de bundan dolayı sana özür serdedecek değilim.
Deve gibi zorla bey'ate sürüklendiğimi söylüyorsun ama senin bu işte hiç bir hakkın yok. Sonıa Osman
60- Ebû-Süfyan.
61- Hz. Hasan, Hz. Huseyn.
62- Mervan'm evlâdı.
63- Hz. Fâtıma.
64- Muâviye'nin halası ve Ebû-Leheb'in karısı Ümmü-Cemil.
65- Kur'ân-ı Kerim, Enfal/ 75.
66- Kur'an-ı Kerim, Al-i İmran/ 68.
191
işini ortaya sürüyorsun. Bir bakalım, hangimiz ona daha fazla düşmanlıkta bulunduk? Ona yardım eden mi, yoksa birakıp giden mi? O sizden yardım istedi, aldırmadınız bile. Gelin bana dedi, gelen olmadı gitti.
Ne desem fayda verir bilmem. Ancak ben, halkın arasını bulmak, gücünı yettikçe onlaıı düzene sokmak isterim, başarım ancak Allah'a dayanmakladır ve O'na dayandım ben.
Benimle ve yanımdakilerle aramızı ancak kılıç düzene kor demişsin. Bu sözlerle beni ağlarken güldürdün. Abdül-Muttalib oğullaıının düşmana karşı varmakta geciktiği ne vakit görülmüştür, kılıçla korkutuldukları ne zanıan duyulmuştur? Büyük bir orduyla geliyorum, yanımda da Muhâcirlerle Ansar ve hayırda onlaıa uyanlar var. Hepsi de kefenlerini giyinmişler, Rableıine ulaşmayı istiyorlar. Hepsi de Bedir savaşında bulunanların soyıı. Kardeşinin, dayının, Atanın, soyunun sopunun öldürülüşünde Hâşimoğulları kılıcını da bilirsin sen "Ve onlar, şimdi de zâlimlerden ıızak değil."67
Hz. Ali'nin Muâviye'ye yazdığı daha birçok mektup var. Hepsinde de delilerle üstünlüğünü söylemede. Hepsinde de Müslümanlar arasında kan dökülmemesini istediği açıkça anlaşılmada.
61 - Kur'ân-ı Kerim, Hud/83.
Bu mektup Ebû-Müslim'il-Havlâni'nin mektubuna verilen cevabm diğer bir rivâyetidir. (Nehc'ül-Belâga, 2, 237-238).
192
SIFFIN SAVAŞI
En az yetmiş bin, en çok yüz on bin kişinin ölümüyle sonuçlanan bu savaşta Mes'ûdi'ye göre Hz. Ali'nin ordusu doksan bin, Muâviye'nin ordusu seksen beş bin kişiden meydana gelmişti.
CERİR 'İN DÖNÜŞÜ
Cerir, Şam'da dört ay kalmıştı. Muâviye, sonunda, uzlaşmaya râzı olmadığına dâir bir mektupla Cerir'i Hz. Ali'ye gönderdi.
Cerir, Hz. Ali'ye ulaşınca Eşter, Ey Mü'minler Emiri dedi, Muâviye'ye beni gönderseydin daha hayırlı olurdu; bu adam gitti; orda eğlenip kadlı, Muâviye'ye vakit kazandırdı.
Cerir, and olsun Allah'a dedi, eğer sen gitseydin seni mutlaka öldürürlerdi; çünkü seni de Osman'ın kaatillerinden sanıyorlar.
Eşter, Vallâhi dedi, yeryüzünde diri olarak gezip yürümen lâyık değil. Gittin, orda eğlendin, onlara fırsat verdin. Mü'minlerin Emiri, senin hakkında benim re'yimi kabûl etseydi seni de, senin gibileri de hapse atar, bu işin sonu gelinceye, Allah zâlimleri helâk edinceyedek ordan çıkarmazdı.
Cerir, kızgın bir halde kalkıp gitti. Fakat Eşter'den korktuğu için bâzı adamlariyle kaçıp Muâviye'ye sığındı. Hz. Ali bunu duyunca onun ve onunla beraber kaçanların evlerini yıktırdı, eşyalannı yaktırdı.
193
Cerir'in Hz. Ali'ye bu tarzda gelişi, artık uzlaşma imkânının kalmadığını kesin olarak göstermişti.
Bunun üzerine Hz. Ali, Hicretin otuz altıncı yılı Recebi'nin on ikinci günü Basra'dan Kufe'ye hareket etti. (7.1.656) memurlara mektuplar gönderdi. Kays oğlu Ahnef, Kudâme oğlu Câriye, Bedr oğlu Hârise, Cebele oğlu Zeyd, Dubay'a oğlu A'yen, Hz. Ali'nin emriyle Kûfe'ye geldiler.
Ahnef, Ey Mü'minler Emiri dedi, müsâade edersen mensup olduğum boyu da çağırayım. Hz. Ali müsâade verdi. Ahnef Sa'd oğullarına bir mektup yazdı. Onlar mektubu alinca hemen hareket edip Kûfe'ye geldiler.
Hz. Ali, Şam'a hareketi kararlaştırınca tedarike başladı. Mes'ûdi'ye göre Hz. Ali'nin maiyyetinde Bedir savaşında bulunan sahâbeden seksen yedi kişi vardı. Bunlann on yedi tanesi Muhâcirlerdendi, yetmiş tanesi Ansardan. Râzılık ağacının dibinde Hz. Peygamber'e bey'at edenlerden dokuz yüz kişi de maiyyetindeydi. Ordusunda sahâbeden iki bin sekiz yüz kişi vardı.
Hz. Ali, kendisine tâbi olanlan toplayip bir hutbe okudu, Allah'a hamdettikten sonra dedi ki:
"Gerçekten de sizin re'yiniz kutludur, hilim sâhibisiniz, sözünüz doğrudur, işiniz mübârektir. Düşmanımıza ve düşmanınıza karşı hareket etmeyi kararlaştırdık, bu hususta flkriniz nedir?"
Ebû-Vakkas oğlu Utbe'nin oğlu Hâşim ayağa kalktı, Tann'yı övdü, sonra şu sözleri söyledi:
"Ey Mü'minler Emiri, biz öyle bir kavimle karşı karşıya gelmişiz ki onlar sana ve taraftarlarına düşmandır kim dünyâyı diliyorsa onların dostu. Onlar,
194
seninle savaşmada. Onlar ancak hileye baş vurup Osman'in kamm istiyorlar, fakat yalan söylüyorlar. Onlar ancak dünyâyı istemekteler. Bizimle onlara karşı hareket et. Gerçeği kabûl ederlerse ne âlâ, etmezlerse gerçekten sonra ancak sapiklik vardir. İtâat etmezlerse onlarla savaşırız. Zâten itâat etmiyeceklerini, bey'ate girmiyeceklerini samyorum." Yâsir oğlu Ammâr ayağa kalktı, Tanrı'yı övdü, dedi ki: "Ey Mü'minler Emiri, mümkünse bir gün bile dıı rnı a, bizimle beraber hemen harekete gee, suçluların ateşi alevlenmeden, dileklerinde bir birlik meydana gelmeden üstlerine varalım. Onları gerçeğe çağır. Kabul ederlerse kutluluğa kavuşurlar, kabûl etmezlerse savaşırız. Onların kamm dökmek, onlarla savaşmak Allah'a yaklaşmaktır, bu Allah'in bir lûtfudur bize."
Ammar'dan sonra Ubâde oğlu Sa'd'in oğlu Kays ayağa kalktı. Tann'ya hamdetti, sonra Ey Mü'minler Emiri dedi.
Beraberce düşmammıza gidelim. And olsun Allah'a, onlarla savaşmak, bence müşriklerle savaşmaktan daha güzel, daha sevgili, ciinkii onlar, Allah dostlarim aşağılattılar. Hz. Muhammed'in sahâbesinden olan Muhâcirlerle Ansarı ve iyilikte onlara uyanlan zelil ettiler. Birisine kizdilar mi hapse atiyorlar, dövüyorlar, sürüyorlar, bunu helâl sayıyorlar."
Huneyf oğlu Sehl, Ey Mü'minler Emiri dedi: "Biz seninle sulh edenle sulh ederiz, harp edenle harp ederiz. Re'yimiz senin re'ym. Sana hie bir sûretle muhalefette bulunmayiz. Bizi çağırdın mı icâbet ederiz, emrettin mi itâat ederiz."
195
Hz. Ali, Kûfelileri mescide toplayıp onları savaşa teşvik etti. Sıffıyn'e hareket etmelerini buyurdu. Yürüyün dedi, siinnet ve Kur'an düşmanlarına, yürüyün Ahzâbın arda kalanlanna68 yürüyün Muhâcirlerle Ansarın kaatillerine.
Bu sirada Fezâre oğullarından Erbed adli birisi ayağa kalktı. Bize dedi, Şamlı kardeşlerimizle vuruşup onları öldürmemizi mi emrediyorsun? Hani Basrah kardeşlerimize karşı da götürdün, onları da öldürttün. Allah göstermesin, bu işi yapmayacağız.
Bu sözü duyan Eşter, derhal ayağa kalkıp kim bu herif diye bağırdı. Erbed, Eşter'i görür görmez ödü koptu, kaçmaya başladı. Halk peşine düştü. At pazarında adamı yakaladılar, vura vura, tekmeleye tekmeleye linç ettiler.
Hz. Ali, bu sirada mescitteydi. O adamı öldürdüler diye haber verdiler. Kim öldürdü diye sordu. Hemdan kabilesi ve bir bölük halk dediler. Öldüren belli olmadığı için vârislerine, "beyt'ül-mâl"den, yâni devlet hazinesinden diyetini verdi.
Eşter ayağa kalkıp Ey Mü'minler Emiri dedi, şu kötü kişinin hareketi seni sıkmasın, sana yardımda ihmâl göstereceğimizi sanma. Şu gördüklerinin hepsi de senin taraftarındır. Kendilerini sana fedâ etmeye hazırdır, senden sonra yaşamayı sevmezler. Dilersen bizimle beraber düşmanına yürü. And olsun Allah'a, ölümden korkmak adamı ölümden kurtarmaz. Yaşayışı sevmek,
68- Bölükler anlamma gelen "ahzâb" sözü, Handak savaşmda, Medine'yi zaptedip Müslümanlığı yok etmeye gelen Arap boylarına verilen addır.
196
adamı yaşatmaz. Olmayacak dileklerle yaşayan, kötü kişidir ancak. Gerçekten de biz, Rabbimizden apaydın bir delile sâhibiz, biliyoruz ki insan, ancak eceli gelince ölür. Bu toplulukla nasil olur da savaşmayız ki onlar, Mü'minler Emirinin söylediği gibi doğru yoldan sapmışlardır. Onların bir kısmı, inananlann aleyhine harekete geçmiştir. Yeryüzü, onların yaptıkları işlerle karanlıklara düşmüştür.
Hz. Ali, bu sözleri duyunca Yol bir dedi, insanlar, gerçekte aynı fıkirdedir; kim halka öğüt verirse, halkın iyiliğine çalışırsa ecrini bulur.
Bu sırada Hâtem'üt-Tâi oğlu Adiyy ayağa kalkıp dedi ki:
Ey Mü'minler Emiri, ne dediysen bilgiyle dedin, halkı ancak gerçeğe çağırdın, doğru yola gitmeyi emrettin.
Husayn'üt-Tâi oğlu Zeyd, Vallahi dedi, bizimle muhâlefette bulunanlarin savaşına gitmekte bir şüphemiz olsaydı, niyetimiz gerçek olmazdı. Müslümanlıkta kalpleri karanp katılaşanlarla, zulme yardım edenlerle, cevir ve düşmanlık yapısını kuranlarla savaşmakta hiç şüphemiz yok. Onlar ne Muhâcirlerden, ne Ansardan, hattâ ne de iyilikte onlara uyanlardan.
Varkaa'ül-Huzai oğlu Budeyl oğlu Abdullah, Ey Mü'minler Emiri dedi, eğer bu kavim Allah'ı dileseydi, yaptıklarını Allah için yapsalardı, biz onlara karşı durmazdık. Fakat onlar iyilikten kaçmak, kötülüğe bağlanmak, ellerinde bulunan dünyâlıklannı elden çıkarmamak, gönüllerindeki kini gütmek için savaşıyorlar.
Ey Mü'minler Emiri, onlara sen öyle işler yaptın ki unutmalarına imkân yok.
197
Sonra halka dönüp Muâviye dedi, Ali'ye nasıl bey'at eder ki, Ali, onun kardeşi Hanzala'yı, dayısı Velidi, ceddi Utbe'yi bir günde öldürdü. Vallâhi onların üstüne varmadan, kılıçlarımızı kafa taslarına vurmadan, başlarını ezmeden bu iş düzelmez.
Bu söz üzerine Hamık oğlu Amr, and olsun Allah'a ey Mü'minlerin Emiri, ben, seninle benim aramda yakinhk var diye, yahut senden bir mal, bir mevki elde ederim diye bey'at etmedim sana. Sana ancak beş şeyden dolayı bey"at ettim, seni bu yüzden sevdim:
Sen, Rasûlullah'ın amcasının oğlusun. O'na ilk inanansin. Bu ümmetin kadinlannin ulusu ve Muhammed'in kızı Fâtıma'nın zevcisin. Aramizda, Rasûlullah'tan kalan zürriyetin atasısın. Savaşta, Muhâcirlerden ulu bir ersin. Dostunu kuvvetlendirmek, düşmanını altetmek için bana koskoca dağları yerinden kaldırmamı, uçsuz bucaksız denizlerin sulannı çekmemi emretsen tereddüt etmem, yapanm. Fakat bütün bunları yapsam bile gene üstümdeki hakkını ödemiş saymam kendimi dedi.
Hz. Ali, Allâhım dedi, temizlikle sen kalbini nurlandir bunun. Sen ona doğru yolunda yürümeye başarı ver. Sonra şu sözleri de sözlerine ekledi:
Keşke askerimin arasında senin gibi yüz kişi olsaydı.
Hz. Ali'nin adamlarindan daha birçokları, sadâkatlerini sözleriyle, özleriyle belirttiler.
Kays oğlu Yezid, Ey Mü'minler Emiri dedi, hazırlığımız tamam, kuvvetimiz yerinde, içimizde ürkek, hasta, zayıf kişi yok. Tellâllara emret, ordu Nuhayle'de toplansın.
198
Bu siralarda Hz. Ali'nin huzurundan çıkan Adiyy oğlu Hucr'la Hamık oğlu Amr'ın, Şamlılara lânet etmekte olduğunu haber verdiler. Hz. Ali, ikisini çağırıp bu işi bırakın dedi. Onlar, peki dediler, biz haksız mıyız, hak bizde değil mi?
Hz Ali, "Evet" dedi, "Biz haklıyız, fakat lânet edici, sövüp sayıcı olmaniz, hoşuma gitmiyor. Yaptıkları kötülükleri söylerseniz daha doğııı söz söylemiş olursunuz. Onlaıa lânet edeceğinize Yârabbi deyin, bizim de, onların da kanlarını döktürme; aramızı bııl, onlaıı sapikliklanndan vazgeçir de doğııı yolıı buldur. Bu sözler, bana daha sevimlidir, sizin için de daha hayırlıdır."
Her ikisi de Ey Mü'minler Emiri dediler, öğütünü kabûl ettik, edebinle edeplendik.
Bu sırada Mu'temm'ül-Absı oğlu Abdullah'la Rabîat'üt-Temimi oğlu Hanzala, Hz. Ali'nin yanına geldiler. Temimi, hemen harekete geçme, otur, Muâviye'ye bir mektup daha gönder, acele etme; çünkü iki taraf karşılaşınca hangi taraf üst olacak, hangi taraf alt olacak, bence belli değil dedi. Öbürü de bu çeşit lâflar etti.
Hz. Ali, muzaffer olsalar da, mağlûb olsalar da alt olmak, âsilerin sonucudur. Fakat and olsun Allah'a ben zâten ara bulmayı istiyorum dedi.
Kays'ür-Riyâhı oğlu Mı'kal bunlar öğüt verir görünüyorlar, fakat hile yapıyorlar, çekin bunlardan dedi. Habib oğlu Mâlik, bu Hanzala'nın Muâviye'yle mektuplaştığını duydum, onu bize teslim et, savaşın sonuna dek hapsedelim dedi. Mektuplaştığını duyan iki kişi daha aynı tarzda sözler söyledi.
199
Hz. Ali, onlara, Vazgeçin bu işten dedi. Sonra ikisine dönüp dedi ki:
Sizinle benim aramda Allah var, Gidin, ne isterseniz onu yapin.
Mu'tem oğlu, sonradan, mensuplanndan onbir kişiyle Şam'a gidip Muâviye'ye uydu.
Hanzala, sâhâbedendi. Hz. Ali, ona birisini yollayip benimle misin, aleyhimde misin diye sordu. O, ne aleyhindeyim, ne de sana tâbiim diye haber gönderdi. Sonradan boyundan yirmi üç kişiyle Muâviye'ye kaçtı, fakat savaşa katılmadı.
Hz. Ali, Müslümanlar arasında kan dökülmemesini sağlamak ümidiyle Muâviye'ye bir mektup daha gönderdi. Mektup şuydu:
"Rahmân ve Rahim Allah adıyla.
Mü'minler Emiri, Allah'ın kulu Ali'den Muâviye'ye ve kureyş boyundan olup yanında bulunanlara:
Esenlik size. Ben, gerçekten de, kendisinden başka tapacak bulunmayan Allah'a hamdederim. Şüphe yok ki Allah'ın kulları vardır, indirdiği kitaba inanırlar, mânasını yararlar, dinde hüküm çıkarmak kudretini elde ederler. Allah, hüküm ve hikmetle dolıı olan Kur'ân'ında bunların üstünlüğünü apaçık bildirmiştir.
Size gelince, önceleri Rasûlullah'a düşmandınız, Kitâbı yalanlıyordunuz. Müslümanlarla savaşa girişmiştiniz. Onlardan bulduğunuzu hapsediyorsunuz, işkenceler yapıyordunuz, yahut da öldürüyordunuz. Sonucu Allah, dinini yüceltmek, Peygamberini üstetmek diledi. Arap, bölük-bölük oının dinine girdi. Bu ümmet, istiyerek, istemiyerek Müslüman oldıı.
200
İlk Müslüman olanların, Medine'ye göçenlerin elbette diğerlerine üstünlüğü var. Onlaıın üstünlüğüne sâhip olmayanların, onların ehil olduklari işte onlarla kavgaya girişmeleri yaraşmaz, doğru bir şey değildir bu.
Sonıa şu da mâlûmdur ki bu ümmete emretme husûsunda, eskiden de, şimdi de, Allah ona ve soyuna rahmet etsin, Rasûlullah'a en yakın olandan, kitâbı en iyi bilenden, dinde en doğııı hükmedenden, ilk Müslüman olandan, savaşta en üst bulunandan, halkın işlerini en fazla yüklenenden daha ileriye hiç kimse geçemez, herkesten ziyâde hükmetme salâhiyetine, o lâyıktır.
Sonucu dönüp gideceğiniz Allah'tan korkun, çekinin, hakkı bâtılla örtmeyin, geıçeği bile-bile gizlemeyin. Bilin ki Allah kullarının en hayırhları kendilerine lûtfedilen şeyi kabûl edip onunla amel edenleridir; en kötüleri de bilgisizliklerinden, bilginlerle çekişen bilgisizlerdir. Bilginin, bilgisi yüzünden câhile üstünlüğü vardır. Câhilse ancak bilgisi olmadığından bilginle çekişir dııııır.
Ben sizi Allâh'ın kitâbına, Peygamberinin sünnetine ve şu ümmetin kanını dökmemeye çağırıyorum. Kabûl ederseniz doğııı yolıı bulursunuz; kabûl etmezseniz şu ümmetin arasını açarsınız, aykırıhklar meydana getirmiş olursunuz ve ancak Allah'tan uzaklaşırsınız vesselâm."
Muâviye, bu mektuba, "Onunla benim aramda beline vurmaktan, başını kesmekten başka bir söz kalmamıştır" meâlinde bir beyitle cevap verdi.
201
Hz. Ali, bu cevabı alınca, "Şüphe yok ki sen sevdiğini doğru yola götüremezsin, fakat Allah, dilediğini doğru yola götürür" meâlindeki âyet-i kerime'yi okudu.
Hz. Ali, harekete karar verince vâlilerine, askerle kendisine ulaşmalannı, yerlerine de inandıkları, güvendikleri adamları bırakmalarını emretti.
Isfahan ve Hemedan'da vâli bulunan Muhnef, kavminden iki kişiyi yerine bırakıp geldi.
Basra Vâlisi Abbâs oğlu Abdullah'a gönderilen emirnâmede "Olayı anlat, afvımı hatırlat, cihâda teşvik et, cihaddaki sevâbı bildir, askerinle gel" diyordu.
Abdullah, Mescitte mektubu okuyup dedi ki:
"Ey insanlar, imâmımızın emrine uyup yürüyün. Allah yolunda mallannizla, canlannizla savaşın. Bilin ki gerçekten ayrılanlarla savaşacaksınız. Doğruluğu emreden, kötülükten nehyeden ve Peygamberinizin amcasinin oğlu olup gerçekle hükmeyleyen, hiçbir kötü kişiye karşı müdâhenede bulunmayan, Allah yolunda kınanmadan korkmayan imâma uyacak, kitâbın hükmünü bilmeyenlere karşı duracaksımz."
Kays oglu Ahnef, yerinden kalkıp "Evet" dedi, "And olsun Allah'a, emrine icâbet edeceğiz ve seninle beraber hareket edip güçlükte, kolayhkta, iyilikte, kötülükte ona uyacağız ve bu hareketimizle de hayır işlenıiş olacağız. Allah'tan pek büyük bir sevap umacağız."
Hâlid isminde birisi, "Duyduk dedi ve itâat ettik. Nereye çağırırsanız varacağız."
Mercûmoğlu Amr, "Allah Mü'minler Emirine başarılar versin ve oının çevresinde, Müslümanları
202
birleştirsin, gerçekten ayrılanlara lânet olsıın. And olsıın Allah'a onlarla savaşacağız" dedi.
Halk emre uydu. Abdullah, Ebül-Esved'üd-Düeli'yi yerine bıraktı, ordusuyla hareket edip Nuhayle'ye geldi.
Hz. Ali, Nuhayle'ye, hicretin otuz altıncı yılının Ramazan ayi sonlarinda, yahut Şevval'in ilk günü gelmişti (22.3.657, yahut 23.3.657).
Ordu toplandıktan sonra Hz. Ali'nin adamlarından Nadr oğlu Ziyâd, yanında bulunan Budeyl oğlu Abdullah'a, "Bugünümüz" demişti, "Öyle bir gün kü yüreği sağlam, niyeti gerçek olandan başka kimsecikler böyle bir güne dayanamaz. And olsun Allah'a sanıyorum ki bizden de ancak işe yaramaz kişiler kalacak, onlardan da."
Abdullah, "Vallahi" demişti, "Ben de öyle sanıyorum."
Bu sözleri duyan Hz. Ali, "Bu söz, hüzne düşenlerin sözü. Böyle şeyler söylemeyin, bu sözünüzü kimse duymasın. Allah kimi kulunun öldürülmesini, kimi kulunun da eceliyle ölmesini takdir etmiştir. Her gelen musibet Allah'ın takdiriyle gelir. Ne nıutlıı Allah yolunda savaşanlara ve ona itâat ederek şehid olanlara" dedi.
Utbe oğlu Hâşim bu sözü duyunca dedi ki:
Ey Mü'minler Emiri, şu kalbleri körleşip kararan, katılaşıp taş kesilen, şu Allah kitâbını ardına atan, Allah'ın kullanna kötülüklerde bulunan, harâm ettiğini helâl sayan, helâl ettiğini haram yapan kavme karşı yürüyelim. Şeytan onlara sâhib olmuş, saçma vaadlerde bulunmuş, olmayacak isteklere salmış onları. Böyle böyle de onları doğru yoldan saptırdı, kötülüğe sevketti. Dünyâyı onlara
203
sevdirdi. Onlar dünyâyı elde etmek için savaşıyorlar, biz ise âhiret için savaşıyoruz.
Ey Mü'minler Emiri, sen insanlann Rasûlullah'a en yakın olanısın, Müslümanlıkta en üstünüsün, ilk Müslüman olansın. Biz bunu nasil biliyorsak onlar da biliyorlar. Fakat yüreklerinde kin var, zâlim bir kavim onlar. Ellerimiz, emrine karşı muti, kalblerimiz öğütlerinle ferah, yüreğimiz nûrunla aydın. Sana karşı durana karşı duracağız. And olsun Allah'a, senin bir düşmanına dost olsam, yahut bir dostuna düşmanlık etsem de bütün dünyâ benim olsa râzı değilim, böyle bir şey istemem."
Hz. Ali bu sözlere pek memnûn oldu, "Allah'im" dedi, "Sen buna, yolunda şehid olmayı, Peygamberine arkadaş olmayı nasib et."
Hz. Ali, halki mescide toplayip minbere çıktı, bir hutbe okudu, savaşateşvik etti, dedi ki:
"Bilin ki Allah Müslümanlığın iplerini sağlam, binâsını kuvvetli bir halde halketmiştir. Biz, nefsine zulmedenlere karşı, Allah izin verirse, hareket edeceğiz. Onlar, kendilerinin olmayan bir şeyi istiyorlar, elde edemiyecekleri bir şeyi elde etmek hevesine düşmüşler.
Muâviye ve askeri, isyan etnıiş, azmış bir bölük, onları şeytan sevketmede, azdırmada.
İşe iyi sarilmanizi, Allah yolunda savaşmanızı, Allah izin verirse tezce iist olmayi Allah'tan beklemenizi emrediyorum."
Bundan sonra oğlu Hz. Hasan kalkti, "Allah" dedi, "Size o kadar nimetler vermiştir ki sayısı yoktur, ne övülebilir, ne anlatilabilir. Bilin ki bir topluluk, aym
204
fîkirde, aynı dilekte birleşti mi işler kuwetlenir, bağları sağlamlaştırır. Düşmanınız Muâviye'ye ve ordusuna karşı koyıın, savaşın. Zayıf olmayın. Mânevi zayıflık kalblerdeki niyeti bozar, kudreti kırar, Kılıçlara karşı koymak, göğüs germek, kudrettir, kurtuluştur. Dayanan topluluğu Allah yüceltir, aşağıhk bir hâle gelmekten korur, doğru yola sevkeder."
Hz. Hasan'dan sonra kardeşi Hz. Huseyn kalktı, "Ey Kûfeliler" dedi, "Siz büyük, iyi dostlarsınız. Dininizin esaslarını diriltin. Düşmanlarınızla savaşın. Savaş acıdır, fakat üst olnıak tatlıdır. Savaşta dayanan yücelir, Allah sizin savaşınızla Müslümanların biıliğini sağlayacaktır."
Bu sözler, orduyu galeyana getirdi. Herkes savaşa hazırlandı. Ancak bâzı kimseler, tereddüde düşmüşlerdi.
Sahâbeden Mes'üd oğlu Abdullah'la içlerinde Ubeydet'üs-Selmani'nin de bulunduğu adamları, Hz. Aliye gelip, Ey Mü'minler Emiri dediler, biz de seninle beraber hareket edeceğiz, fakat orduna katılmayacağımız gibi başka bir kimseye de tâbi olmayacağız. Bir yana çekilip gideceğiz. Helâl olmayan bir şeyi hangi taraf yaparsa, yahut hangi tarafın gerçekten aynldığı bizce kesin olarak bilinirse o vakit o tarafin aleyhine yürüyeceğiz.
Gene Mes'ud oğlu Abdullah'ın adamlanndan Has'am oğlu Rabi', Hz. Ali'ye gelip "Ey Mü'minler Emiri" dedi, "Senin üstünlüğünü bilmekle beraber bu savaşa girişmenin, namaz kilanlarla muhârebe etmenin helâl olup olmadığında şüphemiz var. Senin de, bizim de, bütün Müslümanlann da sınırlarda askere ihtiyacı var; bizi
205
sınırlara gönder, oralarda kâfırlerle, müşriklerle savaşalım."
Hz. Ali, bunların savaşa girmelerinde ısrâr etmedi, dileklerini kabûl etti. Has'am oğlu Rabi'a bir sancak verdi. Rey taraflarına gönderdi. Kûfe'den gönderilen ilk ordu buydu, verilen ilk sancaktı. Bunlar dört yüz kişiydiler.
Merret'ül-Hemdâni ile Mesruk da gelip Beyt'ül-mâlden paylarını alıp Hz. Ali'ye vidâ' ederek Rebi'le beraber gittiler.
Hz. Ali, Bâhile boyunda da "Biliyorum" dedi, "Siz de beni sevmezsiniz, ben de sizi sevmem. Allah için hemen payınıza düşeni alın, Deylem taraflarına gidin."
Bu emir üzerine onlar da paylarını aldılar, Deylem sınırlarına gittiler.
Bu sırada bâzı kimseler, Hz. Ali ile beraber bulunan Ebû-Eyyûb'ül-Ensâri'ye, Sen Rasûlullah ile beraber müşriklerle savaştın. Şimdi Müslümanlarla savaşmak için buraya geldin, bu ne iş dediler. Ebû-Eyyûb'ül-Ensâri, "Ahdini bozan, zulmeden, doğru yoldan çıkan, topluluktan ayrılan zâlimlerle savaşmamı bizzat Rasûlullah bana emretti" diye cevap verip bunları kovdu.
Bu sıralarda Ebû-Bekr'in oğlu Muhammed, Muâviye'ye şöyle bir mektup gönderdi:
"Ebû-Bekr oğlu Muhammed'den azgın Muâviye'ye:
Esenlik Allah'a itâat edenlere. Ulu Allah mahlûkatı yarattı, içlerinden Muhammed'i seçti, peygamberliği ona ihsân etti. O da, Rabbinin yoluna kulları, hikmetle, güzel öğütle çağırdı. Oının dâvetine ilk olarak, kardeşi ve amcasının oğlu Ebû-Tâlib oğlu Ali icâbet etti. O,
206
Peygamber'i her korkulu yerde korudu, kendisini O'na fedâ etti, savaşlarında berâber bulundu, baıışlaıında berâber oldu. Sen sensin, o da o. O, her hayirda insanlarin en ileri gidenidir. Hal kin ilk Müslüman olanıdır, niyette en doğııı bulunanıdır.
Sana ve Babana gelince: Allah dininde gaaileler çıkaran, Allah nûrunu söndürmeye uğraşan kişilersiniz. Bu topluluğu başına topladın, onları mallar verip kandırdın. Baban öldü, sen oının yerine geçtin. Yazıklar olsıın sana, nasıl oluyor da kendini Ali ile bir tutuyorsun? O, Rasûlullah'ın vârisi, evlâdının babası; ona uymakta halkın ilki, ettiği ahde riâyette sonuncusu. Peygamber, sırrını ona haber verir, işine onu ortak edinirdi.
Babanla sen ise oının düşmanlarısınız. Bâtıl işinle bir müddet faydalan bakalım. As oğlıı da azgınhğında yard ını etsin sana. Vaktin bitmek üzere, hilen bozulmak üzere. Esenlik doğru yola uyanlara."
Muâviye, bu mektuba, Muhammed'i babasına isyân etmekle töhmet altına alan ifâdelerle dolu bir cevap gönderdi.69
Geçimi ancak alış verişle sağlanan Hicaz ülkesinde Kâ'be, Müslümanlıktan önce de mukaddes bir mâbed idi. Hacc töreni, Mekke'de bir panaymn kurulmasını temin ediyordu. Her yandan gelen halk, Kâ'be'de, kendilerince mukaddes olan putu buluyordu. Bu sûretle Kâ'be hemen bütün Arap boylarının umumi mâbedi olmuştu.
69- Muzâhım oğluNars: Kitâb'üs-Sıffin.
207
Bu iktisadi ehemmiyet, Arap boylan arasında Kâ'be'ye ait hizmetleri elde etmek için bir rekabet doğurmuştu. Bütün işler, "Dâr'ün-Nedve" deki toplantıda verilen kararlarla başarılır, orda geçen söz de, Kâ'be hizmetlerinin en mühimlerini elde eden boy beylerinin sözü olurdu.
Hâşim oğullarının elinde yalnız zemzem kuyusundan su çekip hacılara verme hizmeti vardı. Ümeyye oğullarından bulunan ve bu boyun reisi olan Ebû-Süfyan, Bedir savaşında boylann reisleri ölünce Kureyş kabilesinin reisi olmuş, Mekke'nin fethine kadar bu reisliği muhâfaza etmişti.
Fetihten sonra Müslüman olup oğullarıyla Medine'ye geldi, orda yerleşti. Büyük oğlu Yezid, Şam'da vâli iken ölmüş, Ömer, küçük kardeşi Muâviye'yi Şam'a vâli tâyin etmişti.
Müslümanlığın zuhûriyle bütün nüfuz ve kudretlerini kaybeden, hattâ Mekke fethinden sonra "Tuleka", yâni tutsakken âzâd edilenler arasına katılan, çoğu, "Müellefe-tül kulûb"dan olan, yâni yürekleri Müslümanlıkla uzlaşsın diye kendilerine zekât verilen, hâsılı başbuğluktan bu hâle düşen Ümeyye oğulları, kendilerini bu çeşit vâliliklerle tatmin etmeye uğraşıyorlardı. Muâviye, debdebeyi, tantanayı seven bir zâttı. Hattâ Şam'da kendisine mukellef bir saray yaptırmıştı. Kapısına silâhlı kapıcılar dikmişti.
Evvelce halifelerin yanına herkes, serbestçe girebilirken onun huzûruna izin almadan girilemezdi. Bu yüzden Şam'da kaadilik eden Eb'üd-Derdâ bile kendisine itirazda bulunmuş, sahâbeden Ebû-Şemmâh'ül-Ezdi'nin amcası, yüzüne karşı, halkın işlerinden herhangi bir işe memur olan, sonra da yoksula, zulüm görene, ihtiyacı
208
bulunana kapısını kapayan kişiye Allah, onun en yoksul zamaninda rahmet kapılarını kapar meâlindeki hadisi okumuş, gene sahâbeden Merret'ül-Cuheni oğlu Amr'da kendisine aynı hadisle ihtarda bulunmuştu.70
Haremde, müslümanlıkta nehyedilmiş olduğu hâlde harem ağaları kullanan da odur.71
Ömer, onun debdebeye düşkünlüğünü görünce bu adam Araplann Kisrasıdır, demişti. As oğlu Amr da onu bu lâkap ile anardı ,72
Osman'ın ölümünden sonra Hz. Ali'nin halifeliği, Muâviye'nin ve Ümeyye oğullannın hiç işine gelmedi. Ali, riyâ bilmeyen, hileye sapmayan, zulme göz açtırmayan, özü sözü bir ve doğru bir erdi. Aynı zamanda onun halifeliği, artık Ümeyye oğullarının bir daha o makama gelememesi, belki de halifeliğin, artık Hz. Peygamber'in mensup olduğu Hâşim oğullarında istikrân demekti.
Muâviyye, Ömer zamanında Şam'ı iyi idare etmişti. Osman, Sûriye'nin diğer taraflannı da onun idâresine verdi. Böylece Muâviye, Mısır'dan Firat nehri kıyılarına kadar uzanan ülkede vâli olmuş, Bizans'a seferler açmış, birçok memleketleri zaptetmişti.
Osman öldürülünce onun kanını bahane etmiş, Hz. Ali'den kan dâvasına kalkışmıştı. Hâlbuki Osman'ın oğulları vardı ve bu dâvada bulunmak, onlar varken Muâviye'ye düşmezdi. Osman'ı kimin öldürdüğü hakkında rivâyetler de biribirini tutmuyordu. Şahit, yalnız
70- Usd'ül-Gaabe ve Mürûc'üz-Zeheb'e bakınız.
71 - Sûyûti: Evail.
72- Kısrâ, eski İran şahlarma verilen umumi addır.
209
zevcesiydi. O da fılân öldürdü dedikten sonra bu şehâdeti nakzetmiş, bir başkası öldürdü demişti. Bu takdirde şeriatın hükmü velisine kan bahası verilmekten ibaretti. Kaldı ki Muâviye de Osman'ın kanında Hz. Ali'nin hiç dahli olmadığını biliyordu. Fakat bu dâva, elindeki tek silâhtı.
Muâviye, aynı zamanda cahil değildi. Sahâbenin derecelerini bilmesi, halifelikte hiçbir hakkı olmadığını teslim etmesi gerekirdi.73
Muâviye, uyandırdığı heyecanı, sahâbeden olup Hz. Ali tarafını gütmeyenleri yanına alarak büsbütün
73- Sahâbenin üstünlük derecelerine "Tabakat-ı Ashâb" denir. Derece bakımmdan en üst olanlar; ilk Müslüman olanlar ve Arkam'm, Mekke'deki Safâ'da bulunan evinde toplananlardır ki bunlar, Hz. Hadice dahil olduğu halde otuz dokuz kişidir. Bunlardan sonra, Ömer'in Müslüman oluşundan itibâren Hicretten önce Müslüman olanlar gelir. Üçüncü ve dördüncü dereceler, birinci ve ikinci Akabe bey'atinde bulunan Ansardır. Beşinci tabaka, Hz. Peygamber'in hicretinde, henüz Medinne'ye varmadan hicret edip kendisine kavuşanlardır. Altıncı tabaka Bedir savaşmda bulunanlardır. Yedincisi Bedir savaşiyle Hudeybiyye uzlaşması arasında hicret edenlerdir. Sekizincisi, ağaç altmda bey'at edenlerdir. Dokuzuncusu Hudeybiyye uzlaşmasmdan sonra Medine'ye göçenlerdir.
Tulaka ve Müellefet'ül-Kulûb, bu tabakalardan sonra gelir. Muâviye'nin babası, Müellefet'ül-Kulûb'dandır.
Şia-i İmâmiyye'ye göre Sahâbe'nin en üstünleri, Hz. Peygamber'den sonra. Hz. Ali'yi halife tanıyan, Gadiru Humm'da, Hz. Rasûl'ün tebliyğlerine uyan Selmân, Ammâr, Ebû-Zerr ve Mıkdâd'dır. Onlardan sonra, Hz. Ali'nin Vasıy ve Halife olduğunu anlayıp tekrar O'na dönenlerdir. Fakat Kerbelâ Şehidleri, bunlardan da efdaldir. Ehlibeyt ise hiçbiriyle kıyaslanamaz.
210
kuvvetlendirmek için onlara mektup yazmak, hattâ Hz. Ali taraftarlanni da mektuplarla,, vaadlerle kandırmak fıkrine düşmüştü.
Bu fikrini As oğlu Amr'a açtı. Amr, mektup yazacağın adamlar üç kisma aynhr dedi, birinci kisim, Ali'nin halifeliğini kabûl edenlerdir. Bunlara hiçbir şey yapamazsın. Yazacağın mektup, Ali'ye taraftarhklanni arttinr. İkinci kısım, sana uyanlardir ki bunlara zâten söz söylemeye, mektup yazmaya lüzum yok. Üçüncü kısım, ne sana, ne Ali'ye taraftar olanlardir ki bunlar, senin sözünle bir işe girişmezler ama madem ki istiyorsun, bunlara yaz; faydasi olmazsa zaran da olmaz.
Bunun üzerine Muâviye, Medine'lilere, fitne zamaninda Medine'de bulunmadığım için işin gerçeğini kesin olarak bilmiyorsam da şunu biliyorum ki Ali, Osman'ı öldürenlerle birliktir. Osman'ı öldürenler, onun yanındadır. Ben Osman'ın velisiyim, onun kanını istiyorum. Osman'ı öldürenleri bize teslim ederse ne âlâ. Kısas hükmünü yerine getirdikten sonra Ömer'in yaptığı gibi halifeliği bir Şûraya vereceğim. Fakat teslim etmezse onunla savaşacağım. Onun için bana yardımda bulunmanız lâzımdır. Osman'ı sevenler tez buraya gelsinler meâlinde bir mektup yazdı, gönderdi.
Muâviye'nin maksadı, bu mektuptan açıkça anlaşılıyordu. Hz. Ali'ye, yapamıyacağı bir şeyi teklif ediyor, fakat bu olmayacak teklifı kabûl etse bile onun halifeliğini kabûl etmiyordu. Teşkil edeceği Şûrâ, şüphe yok ki halifeliğe kendisini getirecekti.
Medine'liler, bu mektubu alınca pek kızdılar. Kendisine şiddetli bir tekdir mektubu gönderdiler. Muâviye bu
211
cevâbı alınca, Medine'de sahâbeden büyük zâtlar varken halka mektup yazdık, yanlış iş gördük dedi ve Ömer'in oğlu Abdullah'a bir mektup yazdı. Mektup, kendisiyle Amr'ın imzalarını taşıyordu.
Abdullah, bu mektuba şu cevabı verdi:
"Ey Muâviye ve Amr, siz nerdesiniz, halifelik nerde? Sen, ey Muâviye, âzâd edilenlerden birisin. Sana gelince ey Amr, iyi bil ki pek şüpheli bir adamsın. Beni, size uymaya, Muhâcirlerle Ansâra karşı savaşmaya teşvik ediyorsun. Adamakıllı anladım ki Osman'ın kanını istemekteki kastin, mevki istemekten, halifeliği elde etmekten başka bir şey değil. Ali'nin hükmünden çıkarım da senin hükmüne girerim mi sanıyorsun? Bu, yanlış mı, yanlış. Sanıyorsun ki Ali'yi beğenmiyorum da o yüzden halktan çekilmişim, bu zan da başka bir hatâ.
Ali'ye karşı gelmekten Allah'a sığınırım. Ben, Müslümanlarla savaşmak istemiyorsam bu flkrimde Ali ile birim. İki taraftan birini benimsersem mutlaka Ali'ye uyarım. Oının Müslümanlıktaki derecesi üstündür, halifeliğe lâyıktır, Allah katında da büyük bir derecesi vardır, Sahâbenin üstünüdür, Hz. Peygamber'in en yakınıdır. Yalnız ben, Müslümanlara kılıç çekmeyi hoş görmüyorum, bu yüzden bir yana çekilmişim.
Sana nasıl uyabilirim ki ben senden üstünüm, babamla ananı, senin babanla anandan üstündür. Evimi ibâdet yurdu hâline soktum, Tanrı'ya kulluk etmedeyim. Ne olurdu bu zamanda yaşıyanlarla büsbütün konuşup görüşmeseydim.
212
Dünyâda vefâ yok. Ceylânlar ne giizel hayvanlar; yapılı yerlere gelmezler, dağlarda ovalarda yaşarlar."74
Ebû-Vakkas oğlu Sa'd'ın cevâbı, büsbütün canlıydı. Diyorduki:
"Sen beni olmayacak bir şeye, temelsiz bir yola çağırıyorsun. Ömer Şûraya ancak halifeliğe layık olanları aldı; fakat Ali'de öyle üstünlükler var ki bizde yoktur. Talha'yla Zübeyr'e gelince; evlerinde otursalardı haklarında daha hayırlı olurdu. Allah Mü'minler Anası'nın suçunu bağışlasın."
Ebû-Vakkas oğlu Sa'd mektubunu şu meâldeki beyitlerle bitirmişti:
"Ey Muâviye, sen onulmaz bir derde düşmüşsün, ilâç yok o derde. Beni Eb'ül-Hasan çağırdı da icâbet etmedim, dostlukla düşmanlığı kesin olarak ayırdeden bir kılıç ver bana dedim. Sen, Ali'nin elde edemediği birşeyi mi istiyorsun. Hâlbuki ben, beni afvetmesini istemiştim ondan. Sana gelince: Ali'nin hayâtındaki bir gün bile senin bütün ömründen, ölümünden sonra yerde yatmandan hayırhdır; kurban ol Ali'ye sen."
Mesleme oğlu Muhammed de, yazdığı mektupta, "Mektubunu aldım" diyordu, "Anladım ki maksadın Osman'ı öldürenlerden öc almak değil, Pâdişahlığı elde etmek. Şıınıı bil ki ben seni Ali'den üstün görmem, senin hâtırın için de oının aleyhinde bulunmam.
Osman'ın zamamnda bir fltnedir koptu, gördüm ki onu gidermeye gücüm yetmiyor, benim gibi adamların
74- Kısas-ı Enbiyâ, c. 7, s. 70-71, A'yân-al-Şia.
213
öğütleıi fayda etmiyor. Kılıcımı kırdım, yalnızlık bucağına çekildim. Sahâbeden bâzıları da benim gibi yaptılar.
Fakat Osman kuşatılmışken senden defalarca yard ını istemişti, elindeydi, yardım etmedin. Düşmanları onu öldürür de meydan bana kalır sandın. Şimdi de tutıııuş, kanını istemek bahânesiyle Müslümanlara baş olnıak istiyorsun."
O sıralarda sahâbeden Sâmit oğlu Ubâde Şam'daydı. Muâviye, onu da kendisine uydurmak için çağırmıştı. Ubâde, Muâviye'nin yanına girince Amr da oradaydı. Ubâde, Mecliste başka yer varken gitti, ikisinin arasına oturdu.
Muâviye, Osman'ın ölümünden tutturup birçok sözler söyleyerek Ubâde'yi kandırmaya çalışırken Ubâde, "Dur" dedi. "Odada bu kadar boş yer varken neden geldinı de aranıza oturdum, buııuıı sebebini anladın mı?"
Muâviye, Müslümanlıkta bizden daha eskisin, bizden üstünsün, herhâlde ondan dedi. Ubâde, "Hayır" dedi; "Tebük savaşına gidiyorduk. İkiniz de yanyana konuşarak gidiyordunuz. Hz. Peygamber, bize sizi gösterdi de bunların ikisini bir arada gördünüz mü aıalaıını ayırın, çünkü bıınlar ebediyyen bir hayırlı şey için birleşmezler buyurdu. İşte oıııın için aranıza girdim. Düşmanınız, gördüğünüz, bildiğiniz düşmanlardan çok daha çetindir. Biıleştiğiniz uygunsuz işe engel olur da sizi bu yoldan çevirir,
214
böylece de Müslümanlığa hizmet edebilirsem sevinirim."75
Görülüyor ki bu savaşlarda tarafsız kalanlar da Hz. Ali'nin üstünlüğünü ıkrarda müttefıkti. Bu söylediğimiz zatlardan başka Sâbit oğlu Zeyd, Zeyd oğlu Üsâme ve Ebû-Mûsâ'1-Eş'ari de tarafsız kalmışlardı. Fakat bunlar da Müslümanlara kılıç çekmeyi doğru bulmuyorlar, fakat Hz. Ali'nin faziletini tasdıyk ediyorlardı. Hattâ Muâviye'yle berâber Sıffın'de bulunan Ebû-Hüreyre bile namazda, Hz. Ali tarafına geçer, ona uyar, savaştaysa yüksek bir yere çekilir, hiç bir tarafa karışmazdı. Neden namaz kılacağın vakit o tarafa geçiyorsun diye soranlara "Muâviye'nin yemeği daha yağlı, Ali'nin arkasında kılınan namaz daha tarn, bir tarafa çekilip savaşa katılmamak daha iyi" diye cevap vermişti.
Muâviye, sahâbenin kendi tarafını tutmadığını anlayınca Amr'a hakkın varmış dedi, bunlardan bize fayda yok; biz kendi başımızın çâresine bakalım.
Amr'ın tavsiyesiyle lüzumunda halka göstermek üzere saklattığı Osman'ın kanlı gömleğini ve zevcesinin parmaklarını çıkartıp mescidin minberine koydurdu. Halkı mescide toplayıp bir hutbe okudu. "Osman, Ömer'e uydu, beni Şam Vâlisi tanıdı, ölümüne kadar beni bu vazifeden almadı. Bana uymayan, isyan eden doğııı yoldan sapmıştır. Asiler, Osman'ı mazlûm olarak öldürdüler. Ali halife olunca onu öldüıenleıi yanına
75- İbn'ül-Esir, Ubâde'nin hicretin otuz dördüncü yılmda öldüğünü yazmışsa da diğer kaynaklarm hepsi Sıffm savaşmda sağ olduğunu yazarlar ve bu olayı kaydederler.
215
aldı, büyük bir ordu hazırladı, bizimle savaşmak istiyor. Ben Osman'in velisiyim, onun kanini istiyorum. Iraklilann cesâreti vardır, fakat sizin sabnniza, sadâkatınıza güveniyorum" dedi.
Şam emirlerinden Ebû-A'ver ayağa kalkıp, sen dedi, Osman'in velisisin, Osman'in bey'ati omuzundayken onu zulümle öldürdüler. Ali ona yardim etmedi, onu öldürenler, Ali'nin yaninda. Ne vakit emredersen o vakit, hemen onunla savaşa hazmz.
Himyer boyunun ululanndan Zü'1-Kelâ' da "Yâ Muâviye" dedi, "Osman seni bütün Şam ülkesine vâli yapmıştı. Öldürülürken ona yardim edemedin, şinıdi kanini istemek hakkın ve vazıfendir. Biitiin Arap boylan senden yüz çevirse biz senden ayrılmayız."76
Halk heyecana gelmişken Himyer boyundan bir adam ayağa kalkıp dedi ki:
"Ey Şamlılar, Allah için, içinizde doğru söyleyen bir adam olsun yok mu? Ali'nin Rasûlullah'a yakınlığı, ümmet içinde bilgisi, yiğitliği, doğruluğu, üstünlüğü, sayıya sığmaz büyüklüğü var. Bu yüzden elbette o, halifeliğe herkesten ziyâde lâyık. Bu ülkeyi alsa bile
76- Bu adam, Sıffin'de, Muâviye tarafmda bulunmuş, savaşta öldürülmüştür. Muâviye, onun katline pek sevinmişti, çünkü "Ammâr-ı, gerçeğe isyân eden fırka öldürecek" hadisini Muâviye'ye söylemiş ve Ammâr'in, Hz. Ali tarafmda olduğunu ihtâr etmişti. Ona, "Ammâr, bizim tarafdârımız, bize katılacak" demişler, teskin etmişlerdi. Bu sırada öldürülünce Muâviye, rahatlaşmış, Ammâr'm şehâdetinden sonra da, Şimdi Zü'1-Kelâ sağ olsaydı demişti, ordunun yarısını Ali tarafma döndürürdü! (Tenkıyh'ul-Makkal; c.3, s. 64).
216
ondan kimseye zarar gelmez. Herkes umduğunu bulur, Müslümanlar da rahat ederler, aralannda aynhk kalmaz."
Bu söz, Muâviye'ye yıldınm gibi te'sir etti. Tutun şunu dedi. Şamlılar, adamcağızın üstüne çullandılar, az kaldı öldüreceklerdi. Fakat hısımı-akrabâsı adamı kurtardılar. O da bir yol bularak, Hz. Ali'nin tarafına kaçtı, onun ordusuna katıldı.
İFTİRALAR
Muâviye, maksadına nâil olmak için herşeye başvuruyordu. Bu arada Osman'ın zevcesi Nâile'den Muâviye'ye şöyle bir mektup geldiğini yaydı ve bu düzme mektubu Şamlılara okudu:
"Size nimetler ihsân eden, Müslümanlığı öğreten, sizi sapıklıktan doğııı yola getiren, küfurden kurtaran, düşmana karşı size yardım eden, nimetlerini lutfeden Allah'ı anıyor, oının ve yardım görmeyen halifenin hakkına Allah'a and vererek söylüyorum; Allah, mü'minlerden iki bölük birbirleriyle savaşırlarsa aralarını bıılıın, onlaıı uzlaştırın, bir bölüğü öbür bölüğe karşı ayaklanırsa Allah'ın emrini kabûl edinceyedek o bölükle savaşın buyurmuştur. Mü'minler Emiri Osman'ın aleyhine isyân edildi. Oının sizin üzerinizde bir hakkı bulunmasa bile vilâyet hakkı vardır. Onun başına ne gelecekse geldi. Her Müslüman olan, onıııı Müslümanlıktaki kıdemi, uğradığı musibet dolayısiyle hakkının alındığı günü mutlaka ister, ıınıar, O, Allah'ın dâvetine icâbet etti,
217
Rasûlü de onu gerçekledi. Allah onu seçtiği zaman dünyâ şerefini de vermişti ona, âhıret şerefini de.
Nasıl öldürüldüğünü size anlatayım; çünkü önden sonadek başına gelenlerin şâhidiyim. Medineliler onu kuşattılar. Kapısında silâhlı olarak gece gündüz onu koruyanlar bulunduysa da Medine halkı onu dışarı çıkarmamakta, ihtiyâcı olan şeyleri içeriye sokmamaktaydı. Bir dereceye kadar ki suyu bile ondan men'ettiler. Ona eziyetler ettiler, iftirâlarda bulundular. O ve onunla berâber bulunanlar elli gece muhâsarada kaldı.
Mısırlılar, Ebû-Bekr oğlu Muhammed'le Yâsir oğlu Ammâr'a dayanıyorlardı. Ali, Medinelilerle berâberdi. Mü'minler Emiri Osman'ı korumak için savaşmadı, ona yardını etmedi. Ulu ve ayıplardan münezzeh kııtlıı Tanrı'nın emrettiği adâleti emreylemedi.
Dırâa, Bekroğlu Sa'd, Hüzeyl ve adını bilmediğim diğer boylar, ona karşı pek çetin davrandılar. Onu taşladılar, evdekilerden üç kişiyi öldürdüler. Sonra evin kapısını yaktılar. Halk mescitte bekliyor diye onu çağırdılar. Mescide götürdüler. Kendi adamlarına savaşmamalarını emretti. Zırhını giydi, onlaıa, siz olmasaydımz zırhımı giymezdim dedi.
Eve geldikten bir müddet sonra halk, ona saldirdi. Eve girenlerin başında Ebû-Bekr oğlu Muhammed vardı. Sakahndan tuttu, ona ad ıvia değil, kötü bir lâkapla hitâb etti. Osman, ben Allah'in kuluyum ve Rasûlullah'ın halifesiyim dedi. Başına üç kılıç, göğsüne üç yumruk vurdular. Burnunun üst kısmına vurulan kılıç kemiğe işledi. Yere düştü, henüz sağdı. Başını
218
kesmek istediler. Rabia oğlıı Şeybe'nin kızıyla üstüne kapandık, nıâni olduk. Hattâ başımızı açtık; çünkü Mü'minler Emirinin hürmeti, bu işten daha ileriydi. Hâsılı onu, evinde, yatağında öldürdüler; Tanrı rahmet etsin.
Size kanlı elbisesini gönderiyorum. Şikâyetçiyim zâlimlerden, onlaıa karşı yardım istiyorum. Allah Osman'a rahmet, onu öldürene lânet etsin, öldürenleri şu dünyâdayken aşağılatsın; gönüllerimize su serpilsin.
Bunlardan başka Ebû-Vakkas oğlu Sa'd'in, Osman'ı, Ayişe'nin demirini hazırlayıp su verdiği, Talha'nın bilediği, Hz. Ali'nin zehirlediği kılıçla öldürdüler dediğini yaydırıyor, Sâbit oğlu Hassân'ın ağzından, Osman'ı Ali öldürmediyse, öldürülmesini emretmediyse bile halkı, ona yardımdan men'etmiştir; bu bakımdan öldürenlerle ortaktır meâlinde şiirler düzüp halk arasında söyletiyordu.
Ümeyye oğullan, şâirleri de Hz. Ali aleyhine durmadan şiirler düzerek onu, Osman'in katliyle suçluyorlardı.
Hâlbuki Osman'la Ümeyye oğulları, bu olayda, Muâviye'den yardım istemişler, Muâviye, Medine'ye dört bin kişilik bir ordu göndermiş, fakat kumandana, yavaş gitmesini emretmişti. Maksadı Osman'in öldürülmesi, ondan sonra da nasil olursa, bir yolunu bulup halifeliği kendisinin elde etmesiydi.77
77- Al-Agaam, c. 19, s. 55.
219
SON HAZIRLIKLAR
Muâviye, Hz. Ali'nin yiğitliğini bildiği için Şam'da bir savunma savaşı yapmayı kuruyordu.
As oğlu Amr, Ali'nin askeri azdır, Basralılar ona tamamiyle tâbi değildir. Kûfeliler de Cemel savaşında yorulmuşlardır diye onu teşvik etti. Bunun üzerine Muâviye, ordusunu düzene koyup Şam'dan hareket etti. Yavaş yavaş Fırat kıyılarına doğru gelmeye başladı. Önden kuvvetli bir orduyla Ebü'l-A'ver'i yolladi. Kendisi de asıl orduyla arkadan geldi. Sıffın'e doğru yürüdü.
Kûfeliler, Muâviye'nin Sıffın'e gelmekte olduğunu duyunca sevindiler. Ancak bu sırada bir hâdise oldu. Kinde boyuyla Rabia boyunun ulusu Kays oğlu Eş'as'tı. Hz.Ali, Kays'ı reislikten aldı, Hassan adlı birini reis yaptı. İçlerinde Mâlik de olduğu hâlde bâzı kimseler, Hz. Ali'ye, Rabia boyu, bu işten hoşnut olmadı dediler.
Gerçekten de Kays'la Hassân'ın arası açılır gibi oldu. Muktedir casuslar kullanan Muâviye, bunu haber alır almaz bir şâire bu işi kınar mâhiyette bir şiir söyletti, yazdırıp Eş'as'a göndertti. Eş'as, böyle şeyler beni, Mü'minler Emirinden ayıramaz dedi. Hz. Ali, Eş'as'ı Iraklıların sağ koluna kumandan tâyin etti ve iş kapandı.
Hz. Ali, Hâris'ül-A'ver'e halkın ordugâha gelmesi için nidâ etmesini emretti, inzibat âmiri Habib'ül-Yarbûi oğlu Mâlik'e de halkı ordugâha toplamasını söyledi.
Nuhayle'ye hareket edeceği vakit Nadr oğlu Ziyâd'la Hâni oğlu Şurayh'ı on iki bin askerle öncü olarak gönderdi, ikisine de aynı istekle aynı yola yürümelerini, birbirlerinden aynlmamalarını emretti. Şurayh'ı bu
220
ordunun bir kısmına kumandan tâyin etti, Ziyâd'ı da öncü kumandani yapti.
ALİ ORDUSUNDA AYRILIK VE AYKIRILIK
Şurayh kendisine tâbi olan askerlerle ayn bir yoldan hareket etmeyi uygun buldu. Ziyâd'dan ayrıldı. Ziyâd, adamlarından biriyle Şurayh bana itâat etmedi diye bir mektup gönderdi. Şurayh da Ziyâd bana uymaktan çekindi, ululandı, fakat yerine başka birini tâyin edersen halk onu kabûl etmez meâlinde bir yazı yazdı.
Bütün bunlardan, Hz. Ali'nin yanındakilerin nasıl birbirleri aleyhinde oldukları anlaşılır ve sonuç, şimdiden belirir.
Hz. Ali, bu mektuplara karşılık her ikisine de şu emirnâmeyi gönderdi:
"Her biriniz, tâyin edildiğiniz kısımlara kumandansınız. İyi bilin ki ordunun öncüsü, âdeta ordunun gözüdür. Öncülerin gözleri de onlaıın önünden gidenlerdir.
Memleketlerinizden çıkınca her yana öncü ve keşifçiler yollamayı ihmâl etmeyin. Yolları açtırın, ağaçlık yerleri teftiş ettirin. Olabilir ki düşman bir pıısıı kurabilir.
Askeri, tâbiyeye uygun olarak yürütün. Düşmanla karşılaşınca ordugâhınızı onların yan tarafına, yahut dağ eteğine, yahut da ırmak kıyısına kııııın ki korunabilesiniz, bir taraftan, yahut iki taraftan savaşabilesiniz.
221
Düşmanı gözetlemek için gözcülerinizi dağ tepelerine, yüksek yerlere, ırmakların geçit yerlerine ve geçilemiyecek taraflarına yerleştirin. Çünkü düşman ya en umulmadık ve tehlikeli yerden gelir, yahut da tamamiyle emin olduğunuz yerden.
Dağınık hareketten sakının. Bir yere kondunuz mu, beraber konun, göçtünüz mü beraber göçün. Geceleyin askeri silâhlı yatırın. Gaflet etmeyin, kendinize güvenmeyin. Asker gece gündüz silâhlı bulunsun. Askeri, kendinizi korur gibi koruyun. Amanın, bilhassa geceleri uykuya dalmayın.
Her gün bana haber yollayın. Allah izin verirse ben de izinizden geliyorum. Bir de acele etmekten sakının; onlarla buluşunca delil ve huccetle ilzâma uğraşın, onlar savaşa başlamadan siz savaşa başlamayın."
Asker kumandanlarına da şu emri gönderdi:
"Mü'minler Emiri, Allah kulu Ali'den:
Halka zıılünı etmeyin, düşmanlıkta bulunmayın, içinizde de akılsız kişilerin ellerine iş vermeyin, Allah'ın râzı olmıyacağı işlerden sakının, çünkü zıılnıü sevmez."
Askerine gönderdiği emirname de şuydu:
"Mü'minler Emiri, Allah kulu Ali'den:
Allah, hak-hukuk bakımından hepinizi bir yaratmıştır. Siyah deriliniz de birdir, beyaz deriliniz de. Emirinizle siz, babayla oğııl mesâbesindesiniz. Emir babamzdır, siz oğullarısınız âdeta. Size insafla muâmele eder, ad âlette bulunur, hakkınızı verirse ona, hakka uygun olarak gördüğü işlerde itâat etmek, ona yardımda bulunmak, size vâciptir. Bilin ki siz, Allah'in
222
yeryüzünde zıılnıü gidermesine sebep ve vâsita olan kişilersiniz. Ona yardımcı olıın, dinine yardım edin; yeryüzü düzene girdikten sonra orda bozgunculuk etmeyin, gerçekten de Allah, bozgunculan sevmez."
Hz. Ali'nin Nuhayle'den ordusuyla hareketi, hicretin otuzaltıncı yılı Şevvalinin altıncı Çarşamba günüydü (29.3.657)
Bâbül harâbesi civârından geçip Sâbât'a vardı. Geceyi orda geçirdi. Ertesi günü hareket etti.
Musul askerini sevketmek için üç bin atliyla Kays oğlu Mı'kal'i Musul'a yolladı, Rakka'da kendisine ulaşmasını tenbih etti. Mes'ûd'üs-Sakafı oğlu Sa'd'i Medayin'de kaymakam bıraktı. O civarın askerini de alıp Rakka'ya hareket etti.
Sâbât'ta köylüler, Hz. Ali'ye ve ordusuna yemek teklif ettiler. Hz. Ali, Sizin ihtiyacınız bizden fazladır dedi, kabûl etmedi.
Yolda Anbar köylüleri karşı çıkıp koyunlar kesmek, orduyu doyurmak istediler. Ne yapmak istiyorsunuz diye sordu. Köylüler, âdetimizdir, büyükleri kurban keserek ağırlarız dediler, orduya eğer takımları, eğerler hediye etmek istediler. Hayvanlara da ot getirmişlerdi.
Hz. Ali, Allah'a and olsun dedi, bu işten, büyüklere bir fayda gelmez, siz kendinizi zahmete, sıkıntıya düşürürsünüz. Bu âdeti terkedin. Yalnız eğer size lâzım değilse bu hayvanları bize verin, parasını verginizden düşelim. Sunduğunuz yemekleri de ancak parasim vermek şartiyle yiyebiliriz, parasını almazsanız yemeyiz.
Ey Mü'minler Emiri dediler, bizim hediyemizi kabûl et. Hz. Ali, hayır dedi, siz de bilirsiniz ki biz sizden zenginiz.
223
Köylüler, Hz. Ali'nin teklifıni kabûl ederek hayvanları orduya teslim edip gittiler.
Öncü olarak giden Şurayh'la Ziyâd, Fırat kıyısından yukarı doğru giderek Ane'ye geldikleri zaman Muâviye'nin büyük bir orduyla o tarafa doğru gelmekte olduğunu gördüler. Birbirlerine danıştılar. Hz. Ali'nin ordusuyla aramızda bu ırmak var, ileri gider de bu cüz'i kuvvetle Muâviye'nin ordusuna rastlarsak iyi olmaz dediler. Fırat'ın doğu kıyısına geçmek istediler. Fakat ordakiler mâni olduğundan geri döndüler. Hit karyesinde ırmağı geçip Karkısa yanında Hz. Ali'nin ordusuna ulaştılar.
Hz. Ali, bunları görünce benim öncülerim arkamdan geliyor dedi. Şurayh'la Ziyâd işi anlattılar. İsabet etmişsiniz dedi.
Rakka'ya gelince Fırat üstüne köprü kurulmasını emretti. Rakkalılar bu emri dinlemediler. Bunun üzerine Mâlik'ül-Eşter, onların büyüklerine Vallahi dedi, Mü'minler Emirinin ordusunun geçeceği bir köprü kurmazsanız sizi kılıçtan geçiririm, sizinle savaşırım, yerinizi yurdunuzu yıkanm, mallannızı zaptederim.
Bu söz, onları ürküttü. Eşter sözünün eridir, yapar mı yapar, dediler. menbic denilen yerde, Fırat üstüne büyük bir köprü kurdular. Önce ağırlıklarla hayvanlar geçirildi. Sonra asker geçti. Eşter, üç bin atlıyla durmuş, herkesin tamamiyle geçmesini bekliyordu. Hepsi geçince yanındakileri de geçirdi, en sonra kendisi geçti.
Menbic köprüsünden geçildikten sonra öncüleri gene ileri yolladı.
224
Muâviye, Şam'dan hareket etmeden yanında sahâbenin ileri gelenlerinden birkaç kişinin bulunmasını, bu sûretle de haklı görünmeyi istiyordu. Şam'da kadılık eden ve fetva veren Ubeydoğlu Fadâlet'ül-Ansari'yi kandınp beraber götürmek istedi. Fadâle, cehenneme gitmek istemezsen bu işten vazgeç dedi. Muâviye, maksadım seninle cehennem ateşinden korunmaktı dedi, fakat artık Fadâle'nin Şam'da kalmasını tehlikeli gördüğünden, onu, sınıra yolladı. Fadâle, Romalılara esir düştü.78
Muâviye, askerine As oğlu Amr'la iki oğlunu ve kölesi Verdan'ı kumandan tâyin etti. Başkumandanlığı da Kays oğlu Dahhâk'e verdi. Eb'ül-A'ver'i de öncü yaptı.
Hz. Ali'nin öncüleri, Eb'ül-A'ver'e rastladılar. Eb'ül-A'ver'in kuvveti kendi kuvvetlerinden çoktu. Hz. Ali'ye haber gönderip imdat istediler. Hz. Ali, Mâlik'ül-Eşter'i çağırıp onlara seni kumandan tâyin ettim. Eb'ül-A'ver savaşa başlamadan sen başlama. Önce, elinden geldiği kadar onlan itâate dâvet et, bu dâveti defalarca tekrarla. Sağ kola Ziyâd'ı, sol kola Şurayh'ı kumandan yap, sen merkezde bulun, ben de Allah izin verirse gelir, sana ulaşınm. Mümkün olursa ben gelinceyedek onlari oyala, ihtiyatla hareket et, acele etme dedi. Ziyâd'la Şurayh'a da bu hususta bir emirname yazdi.
Mâlik'ül-Eşter, yanindaki askerle hareket edip öncülere kavuştu. Eb'ül-A'ver'in ordusundan uzak bir yere kondu. Akşama kadar bekledi.
78- Al-İstiâb, c.2, s. 531-532. Şam'da öldüğüne göre sonradan esirlikten kurtulduğu anlaşılmaktadır.
225
Akşam karanlığı basınca Eb'ül-A'ver, birden saldırdı. Eşter de savaşmaya mecbûr oldu. Bir saat kadar savaştıktan sonra Şamlılar çekilmeye mecbur oldular.
Ertesi günü Eşter, Utbe oğlu Hâşim'e, çıkıp onlarla savaşmayı emretti. Hâşim, yanına aldığı erlerle meydana çıktı, onlarla savaştı. Sonra dönüp orduya geldi. Bu savaşta, pek genç bir yiğit olan Ammâret'üt-Temimi oğlu Zübyân, Şamlılann en meşhur yiğitlerinden Münzir oğlu Abdullah'ı öldürmüştü.
Üçüncü günü bizzat Eşter savaşa girmişti. Hem hücum ediyor, hem de bana Eb'ül-A'ver'i gösterin diye bağmyordu. Eb'ül-A'ver, meydan çekilmiş, bir tepenin ardına sığınmıştı.
Eşter, geriye çekilip Mâlik'ün-Nahaı oğlu Sinân'ı çağırdı, git dedi, bizzat Ebü'l-A'ver'i meydana çağır. Sinân, benimle savaşması için mi, seninle savaşması için mi, diye sordu. Eşter, benimle dedi; çünkü o, yücelikte ve yaşta kendisiyle eşit olmayanla savaşmaz. Yücelik bakımından hamdolsun ona eşitsin ama yaşın küçük. Seninle savaşması için çağır deseydim savaşır mıydın?
Sinân, vallahi dedi, yalnız onunla savaşmak şöyle dursun, şu kılıçla saflarına öyle bir dalardım ki. Eşter bu sözden çok memnun oldu, kardeş oğlu dedi, Allah sana uzun ömür versin, hadi git.
Sinan meydana çıkıp elçiyim ben diye bağırdı. Sonra Ebü'l-A'ver'i çağırarak Eşter seni, kendisiyle savaşa dâvet ediyor dedi. Ebü'l-A'ver, uzun bir müddet sustu. Sonra Sinân'a dedi ki:
Eşter, Osman'ın vâlilerini Irak'tan sürmek istedi, Medine'ye gidip onun katilleriyle birleşti, onu
226
öldürenlerden biri de Eşter'dir. Bu bakımdan ne sesini duymak isterim, ne yüzünü görmek. Dediğine uymuyorum, cevap da vermiyorum.
Ebü'l-A'ver, bunları söylerken Şamlılar da Sinân'a git git, diye bağırıyorlardı. Sinân dönüp hâli Eşter'e anlattı.
HZ. ALİ (AS) GELİYOR
Ertesi günü Hz. Ali, ordusuyla gelip Eşter'le buluştu. Ordu, Urfa'nın yüz otuz kilometre doğu kuzeyinde ve Fırat kıyısında bulunan Sıffîn'e kondu. Ali tarafından bir genç su almak için gitmek istemiş, Şamlılar müsâade etmemişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali, Sûhân oğlu Sa'saa'yı, su almalarına müsâade etmesi için elçi olarak Muâviye'ye gönderdi.
Sa'saa gidip Hz. Ali'nin emriyle Muâviye'ye, biz dedi, sizinle görüşüp konuşmadan, sizi doğru yola dâvet etmeden savaşmak istemiyoruz. Halbuki siz önce savaşa başladınız. Bu bir yana kalsın, şimdi de tuttunuz, su almamıza mâni oluyorsunuz. Isrâr ederseniz asıl savaş bu su yüzünden kopacak, günâhı da size.
Muâviye, yanındakilere ne dersiniz dedi. Ukbe oğlu Velid, onlar dedi, Osman'ı kırk gün kuşattılar, ona su vermediler, yemek vermediler, biz de onlara su vermeyelim, o kahrolasıcaları susuz öldürelim.
As oğlu Amr, bu doğru değil, dedi, biz su içelim, onlar susuz kalsınlar; bu nasıl olur? Su verelim. ondan sonrasını da sonra düşünürüz.
Muâviye, buraya daha önce gelmiş ve nehir kıyısına konmuştu. Bu sûretle su, Şamlılann elindeydi.
227
Velid, ilk fıkrinde ısrâr etti. Ebû-Serh oğlu Sa'd'in oğlu Abdullah, geceyedek su vermeyelim dedi; onlar susuzluktan bunalırlar, geri dönerler. Bu da ilk bozgunlan olur. Su vermeyelim, Allah da kıyâmet günü susuz bıraksın onlan.
Sa'saa bu söze kızdı. Velid'i İşâret ederek Allah, kıyâmet günü suyu kâfırlerden men'edecek, bizden değil; bunun gibi kötü kişilerden, dedi.
Şamlılar, Sa'saa'yı sövmeye ve tehdide başladılar. Muâviye, bırakın bu adami dedi, o elçi. Sa'saa, Hz. Ali'ye ne diyeyim diye sordu. Muâviye cevap göndereceğim, sen git dedi.
SUSUZLUK
Sa'saa dönüp Hz. Ali'ye olup bitenleri anlatti. Muâviye'nin cevabı da gerçekten geldi; Ebü'l-A'ver'i, bir firkayla, suyu zaptetmek, Hz. Ali ordusundan bir tek kişiye bile su vermemek üzere Fırat kıyısına gönderdi.
Hz. Ali'nin ordusu bir gun, bir gece susuz kaldi. Muâviye'nin adamlanndan Akbal-al-Hemdânî oğlu Maari adlı birisi, ey Muâviye dedi, şaşılacak şey bu. Önce geldiniz, Fırat'ı zaptettiniz, onlara su vermiyorsunuz. Eğer onlar önce gelselerdi vallâhi size bunu yapmazlardi. Bilmiyormusun ki onların içinde de kul var, câriye var, ücretli adamlar var, zayıflar var, suçsuzlar var. Vallâhi bu, cengin başlangıcı. Bu iş böyle giderse içlerindeki korkaklar bile yüreklenir, savaşmak istemeyenler bile savaşa kalkar.
228
Muâviye, bu sözlere pek kızdı, ileri-geri söylendi. Adamcağız da o akşam Hz. Ali tarafına geçti.
Ebû-Hâni, o gece der, Eşter'le beraberdim, susuzluktan bunaldığını gördüm. Amcamın oğullanndan birine, Emir susuz dedim. O, bütün erler susuz dedi. Kendime biraz su saklamıştım, Eşter'e götürdüm, sundum. Halk içmedikçe dünyada içmem dedi.
Bu sıralarda bir çocuk, "Bu kavim bizden nasıl suyu kesebilir ki kılıçlarımız da var, kalkanlarımız da. Aramızda, düşmana şiddetle saldıran, düşmandan hiç korkmayan Ali de var. Biz, Talha'yla, Züberyie savaşan erleriz. Arslan gibi erleriz biz; dün, rahat, korkusuz bir halde yatağımızdaydık, bııgün de aynı yürekle oklara karşı durmadayız. Fırat yolunu açmazsanız bizden de, sizden de çok kişi ölür. Leşleıi yerlere serilir. Fakat gerçeğe itaat ederek ölen cennetlere gider, şereflere erer" meâlinde bir şiir okuyordu. Hz. Ali (a.s), ordusunun içinde gezerken bu şiiri duydu.
Ordan Kinde boyunun bulunduğu tarafa gitti.Orda da birisi şu şiiri okuyordu:
"Eğer Eş'as bııgün bu sıkıntıdan bizi kurtarmazsa ölümden kırılacağız. Biz ancak oının kılıcıyla Fırat'tan su içebiliriz. Fakat içmeden öleceğe de benziyoruz. İşimizi bııgün bir yola koymazsan dağılabiliriz. Bir gün bir gecedir susuzuz, düşmansa bizi kınayıp durmada; bund an sonra hayat mı var bize?"
Eş'as bu şiiri duyunca kalktı, Hz. Ali'nin huzuruna geldi, dedi ki:
229
Ey mü'minler Emiri, sen içimizde olasın, kılıçlarımız da yanlarımızda bulusun da sonra bu kavim bize firat suyunu kessin, bu olur mu? İzin ver bize, vallah suyu zapt etmedikçe geri dönmeyiz, yahut da ÖLÜRÜZ.
Bu sirada Ester de huzura geldi; Ey Mü'minler Emiri dedi, ne kadar mümkünse o kadar çekindik, ne kadar mümkünse o kadar öğüt verdik. Bir kırba su üç dirheme satılıyor. lütfet, savaşa izin ver.
Hz. Ali, pekâlâ dedi, yarın savaşın, hakkettiler artık. Eşter bunun üzerine sevinçle bağırdı:
Ey halk, ölüm isteyen bilsin, yann sabah onunla karşı karşıyayız; yann Fırat'a gidiyorum.
O gece on iki bin kişi ertesi sabah savaşmaya hazırlandı. Ester hem silahlanni kuşanıyordu, hem de şu şiiri okuyordu:
"Vâdemiz sabah vakti, ortalık ağarınca. Tuz olmayinca bir şey lezzetle yenir mi? Hayır hayır, öğüt vermeden hiç bir iş yapilmaz. Bu kavma öğüt vererek yürüyün. Ancak uzlaşmanın imkânı yok, uzlaşma nerde? Oklarımız yeter bize."
Sabah olunca Eş'as, halkı savaşa teşvik etti. Anam babam size fedâ olsun, yürüyün ardımdan dedi, at sürdü.
Düşmanın karşısına gelince bağırdı:
- Ben Kays oğlu Eş'as'ım, sudan geri çekilin.
Ebü'l-A'ver, vallâhi olamaz, biz ölmedikçe size su yok, sakının kılıçlarımızdan dedi. Eş'as, Eşter'le beraber saflara saldırdı. Erler, birbirlerine karıştılar.
Bu sirada Eşter, Ebü'l-A'ver'i meydana çağırdı. AVer, yanındakilerden utanarak çıktı. Altınlarla bezenmiş bir
230
zırh giyinmişti. Eşter, beni bildin mi ey Ebe'l-A'ver, kaç kere seni savaşa çağırdım, gelmedin, benimle savaşa çıksaydın seni ölüm havuzlarina götürecektim, korktuğun suyu içirecektim sana dedi. Ebü'l-A'ver, beni tehdit mi ediyorsun dedi; ben nice yiğitler öldürmüşüm, nice canlar yakmışım. Hücûm et de erlerin saldırışını gör.
Birbirlerine hücûm ettiler, Amr da bu savaşı uzaktan seyrediyordu. Eşter, Ebü'l-A'ver'in miğferine bir kılıç indirdi, siperi kesildi, kılıç yüzüne geldi. Ebü'l-A'ver hemen koşa-koşa ordusuna kaçtı. Eşter ardından geliyor ve "Bugün koruma günü, ağzı köpürmüş kırmızı donlu atlar arasında. Savaşacağız, oklanmız uçuşacak" diye recez okuyordu. Eşter bu savaşta yedi kişi öldürmüştü. İlk öldürdüğü Firûz oğlu Sâlih adında bir Şamlıydı.
Öbür taraftan Eş'as hücûm etmişti. Muâviye, yardımcı olarak, Amr'la bir çok er göndermişti. Eş'as, yazıklar olsun ey Amr diye bağırdı; anan oğulsuz kalsın, suyu size bırakacağız mı sanıyorsun? Ne büyük işe atıldın. Eşter de vallâhi bu fırsat güç ele geçer; bu topluluk can gözleri açık olarak dinleri için savaşmak istiyorlar diye bağırıp tekbir getirerek Amr'la gelenlere hücûm etti. Maiyetindekiler de hep birden hücûm ettiler. Eşter, hem savaşıyor, hem recez okuyordu:
"Yazıklar olsun sana As oğlıı, uzaklara git, uzaklara. Bugiin sahralardaki kaleleıe sığın. Düşmana ait olmıyacağız, ensesinde yakalıyacağız. Biz karnı şiş adamlar değiliz, biz suçlara yaklaşmayız. Biz ince zırhlara bürünmüşüz, biz en güzel yere gelmişiz."
231
Eşter, Hemmâm'ün-Nahaî oğlu Hâris'i çağırdı, bayrağı ona teslim ederek vallaâhi dedi, ölüme dayanacağını bilmeseydim bayrağı sana vermezdim.
Hâris, şu recezi okuyarak düşmana saldırdı:
"Ey hayırlı eşter, ey Naha' boyunun en hayırlısı. ey sıkıntı zamanında yardıma koşan. Ey tehlikeli anda tehlikeyi gideren. Savaşta tecrübesiz değilsin, durur-dıııur saldırırsın. Düşman feryâda başladı, feryâd umumileşti; kızgınlığı yudum-yudum içtiler. Ya suyu içeceğiz; zaten bu görülmemiş bir şey değil; yahut da susuzluktan öleceğiz. İster bunu kabul et, ister onu."
Eşter, Hâris'in yiğitliğinden pek memnun oldu, yaklaş bana dedi. Hâris yaklaşınca onun başını öptü, sonra bugün dedi, ancak hayra, gerçeğe uymaktasın, emin ol. Askerine döndü, kurban olayım size dedi, hücûm edin.
Eşter o gün kuyruğu kesilmiş siyah bir ata binmişti. Ordusunun içinde dönüp dolaşmada, savaş bilmeyenlere tehlikeli anlarda nasıl korunulacağını, nasıl hücum edileceğini anlatmadaydı.
Eş'as da o gün büyük yararlıklar göstermiş, Şamlılardan beşini öldürmüştü. Muâviye, Fırat muhâfızlanna tekrar yardımcı olarak Esed'ül-Becli oğlu Yezid'i yollamış, Hz. Ali de Rıb'i oğlu Şebes'i bir miktar askerle Eşter'e göndermişti.
Oklar uçuşmada, kılıçlar inmede, kargılar işlemedeydi. Nihayet Şamlılar bozguna uğrayıp kaçışmaya başladılar. Fırat, Hz. Ali ordusunun eline geçti, herkes suya kavuştu.
232
KÖTÜLÜĞE KARŞI İYİLİK
Fırat'ın Hz. Ali tarafından zaptı, Muâviye'yi pek üzdü. Amr da beni dinlemedin, bu olmayacak işi yaptın. Ali de dün ona yaptığını bugün sana yaparsa ne yaparsın deyip onu büsbütün kederlendirdi. Muâviye, geçen geçti, bırak bu sözü, yalnız ne dersin, Ali bize su verir mi acaba dedi. Amr, bu soruyu, senin helal gördüğünü Ali helâl görmez sözüyle cevaplandırdı.
Eş'as, Hz. Ali'nin huzuruna gelip Ey Mü'minler Emiri dedi, Allah'ın lütfuyla üst olduk, nehri zaptettik.
Hz. Ali, bu müjdeyi alır almaz Muâviye'ye birisini gönderdi, ben senin yaptığını yapamam. Su herkese mübahtır, siz de, biz de suya muhtacız, bu ihtiyaçta biriniz gelin, istediğiniz kadar su alın diye haber yolladı.
Muâviye'nin erleri gelip bol bol ve istedikleri kadar su almaya başladılar. Muâviye, Amr ne de doğru söylermiş dedi, şimdiye kadar hangi işte onu dinlemediysem hata ettiğimi sonradan anladım.79
Bu suyu, insanlardan menetmek seyyiesi, bu İslam'a ve insanlığa sığmaz bid'at ve cinayet, Şam valisi tarafından konmuş, oğlu Yezid-i Pelid aynı cinayeti, Küfe valisi Ziyad oğlu Ubeydullah'a verdiği menhus emirle İmam Hüseyn'e (a.s) ve etbaına karşı icra ettirmişti.
79- Bu bahiste adları geçen Şebes'le Eş'as, sonradan Hâricilere katılmışlar, Eş'as, ileride göreceğimiz gibi Hz. Emir'ül-Müminin'in şehadetinde de rol sahibi olmuştur. Allah kötü sondan cümlemizi saklasm (Tenkıyh'ul-Makaal'e de bk. c.l, s.149; c. 2, s.80.
233
HZ. ALİ (AS) MUAVIYE'YE TEKRAR ÖGÜT VERİYOR
Hz. Ali, bu zaferden sonra iki gun bekledi. Muâviye'den ne bir elçi geldi, ne bir haber. Bunun üzerine Muhsın'ül-Ansari oğlu Amr'ın oğlu Beşir'i Kays'ül-Hemdani oğlu Said'i, nb'i oğlu Şebes'i çağırarak gidin, bu adamı ulu ve üstün Allah'a itaate, birliğe, ulu Allah'ın emrine uymaya dâvet edin dedi.
Hz. Ali'nin emri üzerine Muâviye'ye gittiler. Önce Beşir söze başladı. Allah'a hamd ettikten sonra dedi ki:
- Ey Muâviye, dünya geçicidir, Allah yaptıklarına göre mücazat ve mükâfat verecektir. Allah'a and veriyorum sana, şu ümmetin arasını açma, kanını dökme.
Muâviye, Beşir'in sözünü keserek bu sözleri dedi, emirine de söyledin mi? Beşir, Allah Allah dedi, emirim senin eşitin değil ki. O, bütün insanlar için üstünlük, din, Müslümanlıktaki kıdem, Peygamber'e yakınlık bakımından halifeliğe en lâyık olan insan.
Muâviye peki, dedi, ne diyorsun bana, söyle sözünü.
Beşir, seni Rabbinden korkup çekinmeye, Ali'ye itaate davet ediyorum. Bil ki bu, din bakimindan daha hayırlıdır dedi.
Muâviye, Osman'ın kanı dururken ona itaat edeyim, öylemi, Allah'a and olsun, buna imkân yok dedi.
Said söze başlamışken Şebes, sözünü keserek Tanrı'ya hamdetti, ey Muâviye dedi, senin ne istediğin gizli değil bize. Sen ancak kendi hevana uymuşsun. Halka, imamınız mazlum olarak öldürüldü, haydın, kanını istiyelim diye bir velveledir saldın, aşağılık kişiler de sana uydular, işi bu
234
hale getirdin. Halbuki ona yardim etmedin, halifeliği elde etmek için öldürülmesini istedin. Zaten sen Arabin en kötüsüsün. Allah'tan kork da halifelik hususunda, ona ehil olanla çekişmeye kalkma.
Muâviye, bu sözlere pek kızdı. Zaten dedi, senin akh az, hilmi kit bir adam olduğunu, soyca-boyca şerefli olan ve söz bakimindan da kavminin ileride geleni bulunan şu arkadaşının sözünü kesmenden anladım. Ne dediysen yalan. Çıkın, benim yanimdan, gidin; aramizda kılıçtan başka bir şey yok.
Gidenler geri gelip Hz. Ali'ye Muâviye'nin inadını, isranni haber verdiler.
Bunun üzerine savaş başladı, Ancak iki ordu, birden, birbirine hücum etmedi. Her gun iki taraftan erler meydana çıkıyor, savaşıyorlardı.
Hz. Ali tarafından Şebes, Muammer oğlu Hâlid, Nadr'ül-Hârisi oğlu Ziyâd, Ca'fer'ül-Kindi oğlu Ziyâd, Kays'ül Hemdâni oğlu Said, Kays'al-Riyahi oğlu Mı'kal Ubade oğlu Sa'din oğlu Kays ve Malik'ül-Eşter çıkıyor, Muâviye tarafından da Velid oğlu Halid'in oğlu abdurrahman, Eb'ül AVer, mesleme oğlu Habib, Zü'l-Kela' oğlu, Ömer oğlu Ubeydullah, Şurhabil, Hamza çıkıyor, birbirleriyle savaşıyorlardı. En fazla çıkan ve savaşan da Eşter'di.
Zilhıcce ayı böyle geçti.
235
HZ. ALİ (AS) TEKRAR UZLAŞMA YOLLARI ARIYOR
Hz. Ali, Müslümanlar arasında birlik istiyor, kan dökülmesinden nefret ediyordu. Hatem oğlu Adiyy, Rib'i oğlu Şebes, Kays oğlu Yezid ve Hasfat'üt-Temimi oğlu Ziyad'ı elçi olarak Muâviye'ye gönderdi.
Elçiler, Muâviye'nin yanına gittiler. Once Hatem oğlu Adiyy söze başladı. Allah'a hamdettikten sonra dedi ki:
Seni, ümmetimizi aynı fıkir etrafında toplayacak ve Müslümanlann kanını döktürmeyecek bir işe çağırmaya geldik. İnsanların, üstünlük bakımından en ileri gidenine, Müslünmanlık bakımından en doğrusuna çağırıyoruz. Bütün insanlar ona uydu, ancak sen ve seninle beraber olanlar kaldı. Ey Muâviye, Cemel ashabının başına gelenler başına gelmeden vazgeç bu işten.
Muâviye, sen uzlaşma çarelerini aramaya değil, beni tehdide gelmişsin. İmkânı yok, ey Adiyy, and olsun Tann'ya ki ben Harb oğluyum; sen de Affanoğlu'nun aleyhine kalkışanlardansın, sen de onu öldürenlerdensin.
Diğerleri de Muâviye'ye dokunaklı sözler söylediler. Fakat hiçbir söz ona te'sir etmiyordu. Muharrem ayı, böylece geçti. Hicretin otuz yedinci yılının safer ayı girince (19.7.656) tekrar savaş başladı.
HZ. ALİ'NİN (AS) ASKERE VERDİĞİ EMİR
Hz. Ali, askerine şu emri verdi:
"Düşman savaşa başlamadan siz başlamayın. Siz gerçek ve doğru yoldasınız; elinizden geldiği kadar
236
onları da doğııı yola çağırın. Savaşıp üst geldiniz mi kaçanı öldürmeyin, yaralıya dokunmayın, ölenlerin edep yerlerini açmayın. Öldürürken eziyet etmeyin, işkenceden sakının. Şehirlere girerseniz yağmada bulunmayın, evlere girmeyin, girmek iktiza ederse ev sahibinden izin alın. Ordugahta bulunduğunuz şeylerden başka onların mallarını almayın. Kadınlara sakın dokunmayın. Hatta onlar sizi söverlerse bile hoş görün; çünkü onlar, duygularına uyarlar, zayıftırlar. Müşrik oldukları zamanlarda bile onlaıa dokunmamamız emredilmişti."
Bundan sonra bir münadi, meydana çıkıp bağırdı: Şamlılar, Mü'minler Emiri diyor ki: Doğru yola gelirsiniz diye acele etmedim, bekledim; fakat siz doğru yola gelmediniz, gerçeği kabul etmediniz. Mütareke zamanı geçti, savaşa hazır olun.
SAVAŞ BAŞLIYOR
Ertesi günü Hz. Ali, Kûfe atlılarına Mâlik'ül-Eşter'i, piyadesine Yâsir oğlu Ammar'ı, Basra atlılanna Huneyf oğlu Sehl'i, piyadesi ne Varkaa oğlu Budeyl'in oğlu Abdullah'ı, Ubâde oğlu Sa'd'in oğlu Kays'i kumandan tayin etti. Bayrağı Ebû-Vakkas oğlu Utbe'nin oğlu Hâşim'e verdi. Yemen askerini sağa aldı, Kays oğlu Eş'as'ı onlara kumandan dikti, piyâdeleri Surad-al-Huzzâi oğlu Süleyman'ın kumandasına verdi. Rabia boyunu sola aldı, Abbâs oğlu Abdullah'ı onlara kumandan dikti, piyadelerini Hâris'in emrine verdi. Boylann her birini bir emirin kumandasına bıraktı. Bütün bunlara bayraklar verdi.
237
Bu savaşta Hz. Ali'nin bayrağı kırmızıydı, Muâviye'nin bayrağı siyahtı.80
Muâviye de askerine düzen verdi. Sag kola Zü'1-Kela'ı, sol kola Meslemet'ül-Fehri oğlu Habib'i memur etti. Öncülerin kumandani Eb'ül-A'verdi. Şam atlilanna As oğlu Amr, piyadelerine Ukbe oğlu Muslim kumanda ediyordu. Kays oğlu Dahhâk umumi kumandandı. Aynca Şamlıların bir kismi ölüme ahdetmişler, sanklariyle birbirlerini bağlamışlar, beş saf teşkil etmişlerdi. Bunlar fedailerdi.
Irakhlar, birbirlerini tanimak için başlarına, omuzlarına beyaz yün kumaşlar dikmişlerdi. Parolalan, "Yâ Allahu yâ Ahadu yâ Samedu yâ Rabbi Muhammedin yâ Rahmanu yâ Rahim" sözleriydi.
Şamlılar da birbirlerini tanimak için başlarıyla omuzlanna beyaz bezler dikmişlerdi. Parolaları, "Gerçekten de biz Tann kullanyiz. Ey Osman'in kanını istiyenler" anlamina gelen "Nahnu ibâdullahi hâkkan hakka, yâ lisârâti Osman" sözleriydi.
SAVAŞ
Safer ayı'nın ilk günü çarşambaydı. O gün sabahleyin Şamlılardan bir bölük, Mesleme oğlu Habib'le meydana çıktı. Hz. Ali tarafından Mâlik'ül-Eşter karşı durdu. Akşama kadar savaştılar.
İkinci günü Hâşim, atlılarla, yayalarla meydana girdi. Ebü'-A'ver karşısına çıktı. akşamadek savaştılar.
80- Tâc-ül-Arûs, c.7, s.85.
238
Üçüncü günü Ammâr meydana çıktı. Amr'la savaştı. Ammar'ın yanında süvarilerle Nadr oğlu Ziyad vardı. Ammâr, atlılara hücûm etmelerini emretti. Kendisi de piyadelere saldırdı, Amr'ın fırkası geri çekilmeye mecbur oldu. Bu savaşta Amr, bir mızrağın ucuna siyah bir bez bağlamış, savaşanlara onu uzatmadaydı. Halk arasında bu, Rasulullah'ın ona verdiği bayrak diye bir söylenti oldu. Hz. Ali bunu duyunca Biliyor musunuz, Rasulullah ona bu bayrağı verirken ne emretmişti dedi. Ne emretmişti dediler. Hiçbir Müslümanla savaşmamayı ve hiçbir kâfırden kaçmamayı emretmişti, fakat and olsun Allah'a o müşriklerden kaçtı, bugün ise Müslümanlarla savaşıyor.
O gün Nadr oğlu Ziyâd, ana bir kardeşi olan Amr oğlu Muâviye'yle karşılaştı. Birbirlerini tanıyıp savaşmadılar.
Dördüncü günü Hz. Ali'nin küçük oğlu Muhammed ibn-i Hanefıyye meydana çıktı. Ömer'in oğlu Ubeydullah, büyük bir kuvvetle karşısına geldi. Her iki taraf şiddetle savaştılar. Ubeydullah, bizzat savaşmak için Muhammed ibn-i Hanefıyye'yi çağırdı, o da kabul etti. Karşı karşıya geldikleri zaman Hz. Ali, bunlar kim diye sordu. Söylediler. Derhal meydana at sürdü, oğlunu geri çevirdi, Ubeydullah'la karşılaştı. Ubeydullah, Hz. Ali'yi görünce geri döndü. Muhammed, Ey Mü'minler Emiri dedi, beni bıraksaydın onu öldüreceğimi umuyordum, ne diye beni men'ettin? Hz. Ali, benimle savaşsaydı onu mutlaka öldürürdüm. Fakat sen savaşsaydın belki öldürürdün, yalnız onun seni öldürmeyeceğinden de emin değildim dedi.
239
Beşinci günü Abbas oğlu Abdullah'la Ukbe oğlu Velid şiddetle savaştı. Bir aralık Velid, Abdülmuttalib81 oğullarına sövdü. Abdullah, onu bizzat kendisiyle savaşmak için meydana çağırdı. Fakat o kabul etmedi.
Bu sırada Muâviye, ordugâha bir minber kurdurdu. Üstüne çıkıp Allah'a hamd ettikten sonra Ey insanlar dedi, topluluğunuzu bozmayın, dayanın; çünkü bugün, gerçeğin meydana çıkacağı gündür. Siz gerçeksiniz, doğruluğa çalışıyorsunuz. Siz, bey'ati bozan ve haram olarak kan dökenle savaşıyorsunuz.
Arkasından Amr, minberin ikinci basamağına çıkıp Tann'ya hamdettikten sonra halki sebata ve savaşa teşvik etti.
Hz. Ali, bunu duyunca yanındakileri topladı, yayına dayanarak dedi ki:
"Ey insanlar, sözümü duyun, dediklerimi belleyin. ululanmak benlikten ileri gelir, büyüklenmek kibirden. Şeytan, ortadaki hazır düşmandır, sizi bâtıla çağırıp dıırıır. Bilin ki Müslüman, Müslümanın kerdeşidir. Birbirinizle çekişmeyin, birbirinizi aşağılamayın; bilin ki dînin kaynakları birdir, yolları maydandadır. Kim onlarla amel ederse gerçeğe ulaşır, kim onları terkederse yoldan çıkar, kim Müslümanları birbirinden ayırırsa mahvolur gider. Emânete hıyânet eden, vaadinden dönen, söyleyince yalan söyleyen kişi, Müslüman değildir. Biz rahmet Ehlibeytiyiz; sözümüz gerçektir, işimiz doğrudur. Peygamberlerin sonuncusu bizdendir. Müslümanların emîrleri bizdedir. Kitâb'ı
81- Abdül-Muttalib, Hz. Peygamber'in atasıdır.
240
okuyanlar bizdedir. Sizi Allah'a ve Resuliine, düşmanıyla savaşmaya, emrine yapışmaya, rızâsını kazanmaya, namaz kılmaya, zekât vermeye, haccetmeye, Ramazan ayında oruç tutmaya, sadakalan ehli olanlara vermeye çağırıyoruz.
Şaşılacak şeylerin en şaşılacağı şu ki bııgün Ümeyyeoğullarından Ebû-Süfyan oğlu Muâviye'yle As oğlu Amr, halkı, dinlerini korumaya teşvik etmişler. Halbuki siz de bilirsiniz, ben ömrümde Rasulullah'a karşı durmadım, hiçbir işte ona isyan etmedim. Kahramanların bile sürçtükleri, tirtir titredikleri tehlikeli zamanlarda O'nu cammla-başımla korudum, hamdolsun Allah'a ki bana bu lutufta bulundu.
And olsıın ki Rasulullah vefat ettiği zaman başı, kucağımdaydı. Onu ellerimle yalnız başıma yıkadım. sağdan sola, soldan sağa döndüren melekler yammdaydı. Allah'a yemin ederim, Peygamber'den sonra ümmet arasına hiç bir ayrılık sokmadım, ancak batıla uyanlar, bııgün hakka uyanlardan ayrıldı."
Ammar da sözlerini gerçekleyip halkı savaşa teşvik etti.
Ertesi günü Kays'la Zü'1-Kela'ul-Hımyeri fırkaları savaştılar. Yedinci salı günü Eşter'le Habib fırkalan harb etti.
Hz. Ali, Salı günü akşamı, çarşamba gecesi, niceye bir-bu asilerle firka fırka savaşacağız? Ne diye hep birden hücûm etmiyoruz dedi. Bir hutbe okudu, sonunda Allah izin verirse dedi, "yarın sabah hep birden düşmana hücûm edeceğiz. Bu geceyi namazla geçirin, çok Kur'an okuyun, Allah'tan sabır ve yardım isteyin,
241
ihtiyatla, fakat sağlam bir yürekle onlara yürüyün, doğru olun."
Asker o geceyi silahlanni hazirlamakla, namaz kilmakla, Kur'an okumakla, dua etmekle geçirdi. Ertesi Çarşamba günü Şamlıların kabilelerini sordu, yerlerini öğrendi, her kabileye kendi tarafindan bulunan ayni kabileyi karşı koydu. Buceyle gibi Şamlılarda bulunmayan kabileyi de Lahm kabilesine karşı dikti, orduyla harekete geçti.
Mâviye de ordusuyla yürüdü, o gün akşama kadar savaştılar. İki taraftan biri üst olmadan akşam karanlığı bastı, ordular, ordugahlarına çekildi.
O gün ilk karşılaşanlar, Adiyy oğlu Hucr'la amcasimn oğlu olan ve Muâviye'ye tabi bulunan Yezid oğlu Hucr'du. Her ikisi de Kinde boyundandi. Yezid oğlu Hucr, Adiyy oğlu Hucr'u savaşmaya çağırmış, o da icabet etmişti. Savaşta Yezid oğlu Hucr mağlup olup kaçmış, Hz. Ali tarafindan Rafâa adlı birisi koşup onu öldürmüştü.
Ertesi Perşembe günü Hz. Ali, alaca karanhkta sabah namazini kılmış, ordusuyla Şamlılara hücûm etmişti. Sağ kolda Huzâa kabilesinin ulusu Varka'ul-Huzaî oğlu Budayl'in oğlu Abdullah, sol kolda Abbas oğlu Abdullah vardi. Hafizlar, Ammar, Kays ve Buday'la oğlu Abdullah'ın maiyetinde üç kısım olmuşlardı.
Hz. Ali, Medinelilerle merkezde, Küfelilerle Basrahlann arasındaydı. Medinelilerin çoğu Ansardandı, biraz da Huzâa ve Kinane boylanna mensup olanlar vardi.
Muâviye de kendisine kubbe gibi bir çadır kurdurmuş, etrafını Şam suvarileri almıştı. Şamlıların çoğu, ölüm üzerine and içmişlerdi.
242
Budayl oğlu Abdullah, Muâviye'nin sol kolunu idare eden Mesleme oğlu Habib'in fırkasına şiddetle hücûm etti, öğleye kadar şiddetle savaştı, süvarileri bozdu. Atlar, Muâviye'nin çadırına kadar kaçtılar. Muâviye, yanındaki fedaileri Habib'in imdadına koşturdu. Kuvvetlenen Habib, tekrar savaşa başladı, Budayl oğlu Abdullah'ın fırkasını bozdu. Abdullah'ın yanında iki üç yüz kişi kaldı. Bozulan askerin bir ucu Hz.Ali'nin yanına kadar geldi. Hz. Ali imdat için Medinelilerle Huneyf oğlu Sehl'i gönderdi. Fakat Şamlılar karşı çıkarak hareketlerine mani oldular.
Bu sırada sol kolda bulunan Mudar kabilesinde bozgunluk eseri görüldü, fakat Rabia kabilesi ayak diredi. Hz.Ali, onları gayrete getirmek için Huseyn, Hasan ve İbni Hanefiyye'yle yaya olarak yanlarina giderken Ebû-Süfyan'ın azadlı kölesi ahmer karşılarına çıktı. Hz. Ali'ye hücûm edeceği sırada Hz. Ali'nin azadlı kölesi keysan araya girdi. Ahmer onu öldürünce Hz. Ali, onu kemerinden tutup yere çarptı. Ahmer'in kolları ve omuz kemiği kırıldı. Hz. Huseyn'le İbn-i Hanefıyye kılıçlarını çekerek işini bitirdiler.
Hz. Ali sebat eden Rabia boyuna yetişti, onları teşvik etti. Onlar da birbirlerine Mü'minler Emiri aramızda; içimizdeyken ona birşey olursa, Araplar arasında rüsvay oluruz diyerek şiddetle savaşmaya başladılar.
Hz. Ali, sol kola giderken Eşter'e rastlamış, sağ koldaki feryadı duymuş, atını o tarafa sürerken eşter'e ey Eşter demişti, git, onlara sor, ölümden nereye kaçıyorlar? Ölümden kurtulmanın çaresi var mı?
Eşter, hemen o tarafa at sürüp Ben Haris oğlu Malik'im, yanıma gelin diye bağırdı, ondan sonra da sünneti
243
söndürmeye, bid'ati diriltmeye savaşan kavimle savaşın. Kaçmak, dünyada da ayıptır, ahirette de dedi, onlara te'sirli sözler söyledi. Bozguna uğrayan asker, Eşter'in başına toplandı.
Eşter, onlarla beraber Şamlılara şiddetle hücûm ederek Muâviye'nin yanına kadar sürdü. Kendisi de Budayl oğlu Abdullah'ın yanına vardı.
Abdullah, yanındakilerle ayak diremiş, yerinden kıpırdamamış, Şamlılar da onun sebatını görerek üstüne varamamışlardı. Eşter'e, Mü'minler Emiri ne halde diye sordu. Eşter sol kolda harbediyor diye cevap verdi.
Abdullah, haydi dedi, doğruca Muâviye'nin üstüne hücûm edelim. Eşter buna razı olmadı, yanında fedailer bulunduğunu söyledi. Fakat Abdullah dinlemeyip arkadaşlarıyla çadıra doğru hücûm etti. Önüne gelenleri kesip biçerek ta Muâviye'nin yanına kadar yaklaştı. Fakat yanındakiler, Abdullah'ı yaklaştırmadılar. Arkadaşlarından bir kısmını şehid ettiler. Geri kalanları da yaralandılar. Muâviye'nin yanında bulunanlar, Abdullah'a dolu gibi taş yağdırmaya başladılar. Nihayet yere yıkıldı, şehid ettiler. Muâviye'nin yanında bulunan İbn-i Amir, merhamete geldi, başından sarığını çıkararak yüzüne örttü. Muâviye, yüzünü aç dedi, Kâ'be'nin Rabbine and olsun, bu adam kavmin ulusu; Allah'ım, Eşter'le Eş'as'ı da bana bu halde göster.82 Ondan sonra da vallahi dedi, Huzâa kabilesinin kadınları bile bizimle savaşabilir.
82- Budayla oğlu Abdullah, Mekke fethinden önce babasıyla beraber Müslüman olmuş, Huneyn, Tâif ve Tebük savaşlarmda ve diğer savaşlarda bulunmuştu. Huzâa kabilesinin büyüğüydü. Kardeşi
244
Eşter, Abdullah'ın adamlarından sag kalanlan, bir firka asker göndererek kurtardı. Sonra Hemdan kabilesi yiğitleriyle diğer erleri toplayıp hep birden hücûm etti. Muâviye'nin yaninda bulunan ve sanklanyle birbirlerine bağlanmış olan beş saflık fedailere kadar yürüdü, safların dördünü yardı.
Muâviye, bu hali görünce kısrağını istedi, kaçmaya hazırlandı. Kısrağa bindi, fakat kaçmayı da nefsine yeremiyordu. Bu sirada, Amr, biraz daha sabir, sonunda galebe bizim diye onu biraz yüreklendirdi.
Savaş iyice şiddetlenmişti. Ebü'1-Husayn'il-Ezdi oğlu Abdullah, Ammar'ın yanındaki hafızlarla Şamlılara saldırmış, safları birbirine katmıştı.
Buceyle kabilesinin sancağını taşıyan Mekşuh oğlu Kays kabilesinin önüne düştü, şehid oluncaya kadar dövüştü. Sancağı amcasının oğullarından biri aldı, o da
Abdurrahman da Sıffin'de şehid olmuştur. Savaş günü, adamlarma şu hutbeyi okumuştu:
"Hamd Allah'a, rahmet ve esenlik Muhammed'e ve tertemiz soyuna. Bilin ki, Muâviye, ehil olmadığı bir davaya kalkışmış, bu işi ehlinden almaya girişmiştir. Batıl bir yolda mücadeleye kalkmış, hakkı inkâr etmiştir. O size bölüklerle, fırkalarla saldırıyor. Yanındakilere sapıklığı bezemiş, yüreklerine fltne sevgisi tohumunu ekmişti. Vallâhi siz hakka uymuşsunuz. Rabbinizden nur'a, apaçık delile sahipsiniz. Şu zulmeden asilerle savaşın, Allah sizin ellerinizle onları azaplandırsın. Savaşın isyan edenlerle, işi ehline verin. Siz, Resulullah'ın maiyyetinde de düşmanlarla savaştınız. Andolsun Allah'a onlar bu lııısıısta da sizden daha temiz, daha hayırlı, daha çekingen değillerdir. Kalkın Allah düşmanına ve düşmanınıza. Allah rahmet etsin size."
Budayloğlu Abdullah için "al-İstiab"a bakınız. c.l, s.351.
245
şehid düştü. Bu kabileden ve sahabeden Ebu-Hazim'le oğlu da şehid oldular.
Tay ve Naha' kabileleri şiddetle dövüşmekle, birçok erler şehid düşmekteydi.
Şamlıların sağ kolunda bulunan Hımyer kabilesiyle Zü'l-Kela' ve Ömer'in oğlu Ubeydullah da Hz. Ali'nin sol koluna hücum etmişlerdi. Rabia boyu sebat etmiş, kaçanları geriye gelmiş, Abd'ül-Kays kabilesi de imdada yetişmişti. Kanlı bir savaş başladı ve Zü'1-Kela'la Ubeydullah maktul düştüler. Zü'l-Kela', son zamanlarda Muâviye'nin haklı olup olmadığında tereddüde düşmüştü. Hz. Peygamber'in Ammar'ı asi bir taifenin öldüreceğini söylediğini duymuş, bu yüzden cam sıkılmış, inancı sarsılmıştı. Hatta bu yüzden, Ammar şehid edilince As oğlu Amr, Muâviye'ye bilmem demişti, Ammar'ın ölümüne mi daha fazla sevinmeli, Zü'1-Kela'ın ölümüne mi? Zü'l-Kela' şimdi sağ olsaydı mutlaka senin aleyhine kalkar, halkı da birbirine katardı.
Hımyer kabilesinden Sabbah oğlu Kerib isminde biri ortaya atılmış kendisiyle tek başına savaşacak bir er istemektedi. Şamlılar arasında yiğitlikçe ona eş yoktu. Karşısında çıkan Mustafa, Haris, Aiz adlı üç eri birer birer öldürdü. Tekrar er istedi. Hz. Ali, Kerib'in karşısına çıkıp yazıklar olsun sana dedi, çekin, seni Allah'ın ve Peygamber'in sünnetine çağırıyorum, sakın seni ciğerler yiyenin oğlu cehenneme atmasın. Kerib, bu sözleri çok duyduk dedi, istiyorsan gel de kılıcımı gör.
Hz. Ali, kuvvet ve tasarruf sahibi ancak Allah'tır deyip ileri atıldı, bir vuruşta herifı kanlar içinde yere yıktı. Sonra er istedi. Hımyer kabilesinden Haris karşısına geldi. Hz.
246
Ali, onu ve ondan sonra meydana çıkan Muta'ı da ona ulaştırdı. Tekrar er istedi, karşısına kimse çıkmadı.
HAZRET-İ ALİ MUÂVİYE'Yİ SAVAŞA ÇAĞIRIYOR
Hz. Ali, bu sefer Şamlıların ordusuna dönüp bağırdı:
- Ya Muâviye!
Ordudan hiçbir ses gelmedi. Tekrar bağırdı, tekrar bağırdı:
- Ya Muâviye, ya Muâviye! Nihayet Muâviye dile geldi:
- Ne istiyorsun? söyle.
Hz. Ali, sana bir tek söz söyliyeceğim. Ne diye bu iki ordu birbirini kırsın, ne diye bu kadar kan dökülsün? Karşıma çık, benimle savaş. Hangimiz hangimizi öldürürse öldürsün, hüküm sağ kalanın olsun dedi.
Amr, Muâviye'nin yanındaydı. Doğru söylüyor dedi, hadi çık.Muâviye, galiba dedi, benim mevkiimde gözün var. Var git işine, benden başkasını kandırmaya bak. Ebu Talib oğluyla şimdiye kadar kim savaşmış da üst olmuş, kanı yerleri sulamamış?
Bu sözleri söyleyen Muâviye, derhal safların ta gerisine gitti ve Hz. Ali ile bizzat savaşmazsa Amr'la banşmamaya yemin etti.
Amr, yemininin yerine gelmesi için bir aralık meydana girip "Ey Kufeliler, ey fitne ehli, Ebü'l-Hasan nerde, onu göremiyorum" diye recez okurken Hz. Ali, "Evet, iyi bil ki hem Ebü'l-Hasan, hem de Ebü'l-Huseyn
247
burda, karşında" diyerek üstüne hücûm etmiş, bir kılıçta zırhını yanp kendisini atından düşürdü. Amr kurtuluş çaresi kalmadığını görünce bir garip harekette bulunmuş, Hz. Ali, utancından onu bırakıp geriye dönmüştü.83
AMMAR'IN (RA) ŞEHADETİ
Ammar, maiyyetindeki fırkayla düşmana saldırdı. uzaktan gözüne ilişen Amr'a bağırdı:
- Ey Amr, dinini sattın, Mısır'ı aldın.
Sonra hücûm etti. Aynı zamanda şu recezi okumaktaydı:
"Allah gerçektir, gerçek söylemiştir. Uludur Rabbim, yücedir. Rabbim, sen benim şehid olmamı yaklaştır, şehid olarak ölmeyi çok isterim, severim. Geriye dönmeden hücûm ederken ölnıek, bütün ölümlerden üstündür. Bu çeşit ölen kişiler, cennetlerde Rablerinin indinde cennet ırmaklannın sularından içerler. Zencefîl kokan miskle karışık şerbetle susuzluklarını giderirler."
Sonra dedi ki:
"Allah'ım, sen de bilirsin ki razılığın şu denize atılmamda olsa, bunu bilsem çekinmeden kendimi atarım. Allah'ım, bilsem ki razılığın, kılıcımı yere dayayıp karnımı kılıca vererek ucu sırtımdan çıkıncaya dek üstüne abanmaktadır, hiç çekinmeden, bu işi yaparım. Bııgün şu kötü kişilerle savaştan daha
83- Nur'ül-Absar, fi Menakıbı Alü - Beyt'in - Nebiyy'il-Muhtar, Mısır - Matbaat'al-Maymaniyya, 1308, s.91.
248
ziyade razı olacağın bir iş olduğunu bilseydim o işle uğraşırdım."
Ammar, o gün "Nerde Rabbinin razılığını isteyen, nerde malından, oğlundan geçip Allah rızasını ede etmeyi dileyen" diye bağmyor, yanındakilere, Ey halk diyordu. Osman'in kanını almak isteyen şu kavma saldırın.
Savaşırken Utbe oğlu Haşim'e rastladı. Ona yaklaşıp, "Hücûnı, anam-babam sana feda olsun ey Haşinı hücûm" diye bağırdı ve "Ey Haşinı, cennet kılıçlaıın gölgesi altında, ölünı mızrakların ucunda. Gök kapıları açıldı, kara gözlü hüriler bezendi" dedi.
Ammar, doksanı aşmış bir ihtiyardı. Öyle olduğu halde hem hücûm ediyor, hem de "Ey halk, cennete yürüyüş" diye bağırıyordu.
Bir arahk As oğlu Amr'ın sancağını gördü, Vallahi dedi bu sancak, Rasulullah'a karşı da üç kere savaşmıştı; bu seferki savaşı da onlardan hayırlı değil. Sonra şu recezi okudu:
"Biz, sizinle Kur'an'ın tenzili için savaşmıştık, bııgün de te'vili için savaşıyoruz. Kıhçlarımızla başlarını, gözlerini yaracağız. Bugiin ya dost dostundan ayrılır, ya hak, yoluna girer, yücelir."
Bu sırada susadı. Kolları uzun bir kadın kendisine bir kırba sundu. Kırbada su karıştırılmış süt vardı. Ammar bunu içince dedi ki:
"Cennet kıhçların altında. Bugün sevgililerime, Muhammed'e ve ona uyanlara kavuşacağım. Vallahi başımızı yarsalar, canımızı alsalar gene iyiden iyiye biliyoruz ki biz haklıyız, onlar batıla tabi."
249
Bir rivayette süt sunan Raşid adlı bir köleydi. Ammar sonra gene savaşa başladı.
Bu sırada ibnü Cevn'al-Sekseki ve Ebül-Gaadiyetal Fizari adh iki adam, Ammar'a hücûm ettiler. Ebii'l-Gaadiye, bir firsatini bulup Ammar'i yaraladı. İbnü Cevn de başını bedeninden ayırdı.
AMMAR'IN ŞEHADETİ BİR BURHAN OLDU
İbnü Cevn Ammar'in başını alıp Muâviye'ye koştu, Ebü'l-Gaadiye de peşinden seğirtti. Her ikisi de Ammar'i ben öldürdüm diyordu.
Amr ordaydi, son söylediği söz neydi diye sordu. İbnü Cevn, bugiin sevgililerime, Muhammed'e ve ona uyanlara kavuşacağım diyordu dedi. Amr doğru söylemiş, sen de onu ben öldürdüm diyorsun ya, sözün doğru. Fakat bil ki Rabbinin gazebine uğradın, dedi.
Tabiinden Cuveyn'ül-Urani oğlu Habbe demiştir ki:
"Sahabeden olup Hz. Peygamber tarafindan kendisine münafıklar ve kendisinden sonra kopacak fitneler haber verilmiş bulunan Hz. Huzeyfe'den fitneyi sormuştum. İçinde Sumeyyeoğlu'nun bulunduğu fıtneden sakınınız; çünkü ben, Allah ona ve soyuna rahmet etsin, esenlikler versin, Rasulullah'tan duydum; dedi ki: Ammar'i azgın ve zalim bir topluluk öldürecek, dünyadan son rızkı da suyla karışık süt olacak. Ammar-ı şehid edildiği gün gördüm, bana son rızkımı getirin dedi. Kendisine sulu süt verildi. Sütün bulunduğu kap, kenarında çepe çevre kırmızı boyadan bir çizgi bulunan geniş bir kaptı. Sütü içti, bugün
250
sevgililerime, Muhammed'e ve ona uyanlara kavuşacağım dedi. Huzeyfe kil kadar bile hata etmedi."84
Buhari, bu hadisi Ebu-Said'ül-Hudri'den şu süretle tahric eder:
"Bir gün konuşulurken söz mescidin yapılmasına geldi. Ebu-Said dedi ki:
Biz birer kerpiç taşıyorduk. Ammar ikişer-ikişer taşımaktaydı. Rasulullah, onun yüzündeki toprağı arıttı da yazık Ammar'a, onu azgin, zalim bir topluluk öldürecek. O, onları cennete çağıracak, onlarsa onu cehenneme çağıracak dedi. Ammar, fitnelerden Allah'a sığınınm derdi.85
Birçok kişiler Ammar'ı ben öldürdüm diyor, Muâviye'yle Amr'ın huzurunda çekişiyordu. Nihayet Ebü'l-Gaadiye'yle ibnü Cevn'in öldürdüğü anlaşılınca Amr, müjde olsun dedi, ikiniz de cehennemliksiniz. Adamlar gidince Muâviye, Adamlar bizim için canlarını feda ediyorlar, ne diye bu lafi edersin diyince amr, vallahi öğledir, sen de bunu bilirsin, keşke bundan yirmi yıl önce ölseydim de bu hali görmeseydim dedi.
Amr'in oğlu Abdullah da bu adamlara, Defolun, Rasulullah'ın Kureyş boyu ne ister Ammar'dan, onunla ne alacaklan - verecekleri var? ammar onlan cennete çağırır; onlarsa onu cehenneme; onu öldüren de, elbisesini alan da cehennemliktir, dediğini duydum demiştir.
84- Al-Kamil, Mısır, 1290, 3, s.133.
85- Al-Tecrid'us-Sarih li Ahadis'il-Cami'is-Sahih, Mısır, 1323, 1, s.44.
251
Muâviye'yse onu biz öldrümedik ki; onu bu savaşa getiren öldürdü diye hadisi te'vile kalkıştı.
AMMAR KİMDİR?
Ammâr, Yasir oğludur. Muzhac kabîlesindendir. Babası Yemen'den gelmiş. Ebü- Huzeyfe onu evlendirmiştir.
Oğlu Ammâr'la berâber Ebü- Huzeyfe'nin evinde kalırdı. Hz. Muhammed (s.a.a) Müslümanlığı yaymaya başlar başlamaz Yâsir, kansı Sümeyye, oğulları Ammâr ve Abdullah'la birlikte müslüman olmuştur. Müşrikler Mekke'de koruyacak kimseleri bulunmayan Yâsir âilesine çeşitli işkenceler yaparlar, Hz. Muhammed gerçekten görür, üzülür, "Sabredin ey Yâsir âilesi" diye onlara gayret verir, "Allah'ım, sen Yâsir soyunu yarlığa" diye duâ ederdi. Bir gün gene işkence çektilerini görmüş, "Sabredin ey Yasir soyu, şüphe yok ki size vaadedilen yer, cennettir" buyurmuştu.86
Müslümanların ilk şehidi Yâsir'le zevcesi Sümeyye'dir 87. Ammâr, kendisine edilen ezaya tahammül edememiş, söylemesini istedikleri sözü söylemişti. Bunu, Ammâr dîninden döndü tarzında Hz. Muhammed'e haber verdikleri zaman Hz. Muhammed, "Nasıl olabilir ki o, tepesinden tırnağına kadar imanla doludur" demiş, 16. suresinin 106. âyet-i kerimeleriyle Hz. Peygamber, tasdik edilmişti.
86-Al-İstîab, 2, 635-636. 87- Al-İstîab, 2, 758-759.
252
Ammâr, Habeş iline hicret etmiş, iki kabileye namaz kıldırmış, Bedir savaşında bulunmuş sahabedendir. Bütün savaşlarda bulunmuş, Uhud savaşındaki sebat ve gayreti yüzünden Hz. Peygamber. "Cehennem Ammâr'a haramdır" buyurmuştur.
Tebük savaşında münafıklardan on iki kişi Hz. Peygamber'e bir pusu kurup beklerken Ammâr, Hz. Peygamber'in devesinin yularını tutup çeker, Huzeyfe ye derken silah seslerini duyunca "kötülük size, size ey Allah'ın düşmanları" diye bağırmış, münafıklar korkup kaçmışlardı.
Velid oğlu Halid, "Ammar'a buğzeden Allah'a buğzeder" hadisini, Enes, "Cennet Ali'ye, Ammar'a, Selman'a iştiyak çeker" hadisini rivayet etmiştir.
Hz. Ali, Ammar'ın bir gün huzura girmek için izin istediğini, Hz. Peygamber'in, "Merhaba ey tertemiz arınmış kişi" diye O'na izin verdiğini söyler.
Hz. Ayişe, Hz. Muhammed'in, "Ammar, iki iş arasında kalsa, hayırlısını seçer" dediğini rivayet etmiş, Tirmizi, "Müjdelerim seni ey Ammar, azgın, zalinı bir topluluk tarafından öldürüleceksin" hadisini Ebü-Hüreyre'den tahric eylemiştir.
Ehlibeyt yoluyla gelen hadisler de hadden ziyadedir ve Selman, Mikdad ve Ebü-Zerr'le beraber Ammar, dört direk anlamına "Evtad-ı Erbaa, Erkan-ı Erbaa" diye anılagelmiştir.
Ömer, Ammar'ı bir aralık Kufe'ye vali olarak göndermişti. Künyesi Ebü'l-Yakzan olan Ammar, şehadetinde doksan, yahut doksan üç yaşındaydı. Hz. Ali,
253
namazını kılmış, yıkamadan kanlı elbisesiyle bizzat defhetmiştir.88
AMMAR'IN ŞEHADETİNDEN SONRA
Bedir savaşında bulunmuş olan ve Hz. Muhammed tarafindan şehadeti, iki tanık yerine kabul edildiği için "Zü'ş-Şehadeteyn" diye anılan Huzeymet'al- ansari, Siffin'de Ali tarafinda bulunmakla beraber savaşa katılmaktan çekiniyordu.
Ammar şehid olunca, karşımızdakilerin azgınlar, zalimler olduğunda hiçbir şüphem kalmadı deyip kılıcını kinindan sıyırmış, şehid oluncaya dek şavaşmıştır.
Ammar'ın şehadetinden sonra Hz. Ali, Rabia ve Hemdan boylanna siz benim zirhimsiniz, silahimsiniz demiş, yanına toplanan on iki bin erle şiddetle şamlılara hücum etmiştir.
HAŞİM'İN ŞEHADETİ
Hz. Ali'nin sancağı Ebu-Vakkas oğlu Utbe'nin oğlu Haşim'deydi. Haşim, Ammar'la beraber savaşa girmişti. Allah'ı ve ahireti seven yanıma gelsin deyip akşam üstü tekrar tekrar şamlılara hücum ediyordu. Bu sırada şamlılardan bir genç, Haşim'in karşısına çıkıp "Ben Gassan Padişahlarının evladındanım. Osman'ın kanını istiyorum. Ali, Osman'ı öldürmüştür. O da siz de
88- Üsd'ül-Gaabe; Mısır, 1286, 4, 43-47, al-İstiab, 2, 434-436.
254
namaz kılmayan adamlarsınız" gibi laflar etti. Haşim, Dur da dinle dedi; Osman'i Hz. Muhammed'in sahabesi mi öldürdü? senin bu işle ne ilgin var. Onlar din ve bilgi ehlidir, Müslümanlarla yapacakları işi çok daha iyi bilirler. Bir an bile din hususunda ihmalleri görülmemiştir.
Genç, azıcık dur, azıcık dur dedi, çünkü ben vallahi yalan söz söylemem, yalan adama zarar verir, fayda vermez. İnsanı kötü kişi eder, bezemez.
Haşim, Bu işte dedi, senin hiçbir ilgin yok, Bu işi ehline bırak. Genç, and olsun Allah'a, saniyorum ki bana öğüt vermedesin dedi. Haşim, Evet dedi, Emirimizi namaz kılmamakla töhmetlendiriyorsun, halbuki o, Resülullah'la ilk namaz kılan adamdır. Allah dininde en doğru hüküm verendir, halkın Resülullah'a en yakınıdır. Onunla beraber olan şu gördüğün kişilerin hepsi de Kur'an okurlar, geceleri teheccüd manazını kılmadan uyumazlar, kötü kişiler din hususunda seni aldatmasinlar.
Genç, sen temiz bir kişisin dedi, tevbe edersem Allah tevbemi kabul eder mi? Haşim, evet, dedi, tevbe et, Allah kabul eder, kötülükleri bağışlar.
Genç tevbe edip geri döndü. Şamlılardan biri, seni o Iraklı kandırdı deyince, hayir dedi, o bana öğüt verdi.
Haşim, Şamlıların sebatını görünce askerine, onların sebati, Araplann adeti olan hamiyettendir, yoksa onlar sapıktır, azgındır, hak sizde dedi. Yanindakilerle gene şiddetle hücum etti. Artık zafer nişaneleri belirmek üzereydi. Güneş batarken Münzir'üt-Tenuhi oğlu Haris, Haşim'i yaralayıp yere düşürdü, şehid etti.
Sancağı Haşim'in oğlu Abdullah aldı ve yanındakilere şu sözleri söyledi.:
255
"İnsanlar! Haşinı Allah kullarından bir kuldu. kullann liziklarini takdir eden, yaptıklarını hisab eyleyen ecellerini tayin buyuran Allah'tir. Rabbi onu çağırdı, o da hiç isyan etmediği Rabbinin davetine icabet etti. Allah'in em line uymuştu, Resülullah'ın amıcasının oğlıına, ilk inanana, dinde en iyi hiikiini verene, Allah'in haiani ettiğini helal ederek şehirlerde cevir ve fesat eden Allah düşmanlarına karşı durana itaat ederek savaştı. Şeytan onları azdırmış, sııçıı, düşmanhğı onlara güzel göstermiştir. Allah'in çizdiği sınırları bozanlarla, Resülullah'ın sünnetini değiştirenlerle, Allah dostlarına karşı gelenlerle savaşın."
Hz. Ali, Haşim'in şehadetine pek üzüldü, ona bir mersiye söyledi. Ammar'ın şehadetine de pek yanmış, hatta "Ammarın şehadetine üzülmeyen kişinin Müslümanhk zevkinden behresi yokur" demişti. Muaviye ise, Hz. Ammar'ın şehadetine, fetihlerin fethi demiş, pek sevinmişti. Budayl oğlu Abdullah'la Ammar, Ali'inin sağ ve sol kollarıydı, ikisini de kestik sözü de onun sözlerindendir.
Şamlılar, Haşim'in şehadetinden de pek memnun olmuşlardı. Hatta Ammar'ın şehadeti üzerine Muaviye'ye doğruyu söyleyen, Muaviye'nin, onu biz öldürmedik, buraya getiren öldürdü diye hadisi te'vil etmesine karşı, o halde Hamza'yı da Vahşi öldürmedi, onu Uhud'a götüren Hz. Peygamber öldürdü diyecek kadar ileriye varan Amr bile, "Biz Haşim'i de, Yasir oğlu'nu da zorla öldürdük, Budeyl'in de iki oğlıınu katlettik" diye bir beyit söyledi.
256
Hz. Ali, ileriye gidince Şamlılardan Gassan kabilesinin ayak dirediğini gördü. Oğlu Muhammed ibni Hanefıyye'yi bir firka ile üstlerine gönderdi. Şiddetle hücum edip bir kısmını kılıçtan geçirdiler. Sağ kalanlar geriye çekilmeye mecbur oldular.
Cuma gecesi savaş sabahadek sürdü. Oklar bitmişti, mızraklar kırılmıştı ses seda kesilmişti karanlık basmıştı göz gözü görmez olmuştu. Duyulan yalnız kılıç sesleri, insan mırıltılan, erlerin ve atların solukları ve nal şakırtılanydı. Hz. Ali, sağa sola yetişiyor, gereken emirleri veriyordu.
Eşter, çok defa onunla atbaşı beraber gitmede, önüne geleni silip süpürmedeydi. Arada bir, Hz. Ali'nin bizzat savaşmamasını reca eder, onu canıyla korurdu. Perşembe günü akşamı sağ kola me'mur olmuş, Cuma sabahınadek şiddetle savaşıp adım- adım ilerlemişti.
Savaş üç gün, üç gecedir devam ediyordu. Namaz kilmaya bile vakit yoktu. İma ile namaz kilinmadaydi.
Gecelerden bir gece, Muaviye pek sıkışmıştı. Mervan'ı çağırıp, Eşter'le savaşır, onu ortadan kaldırabilirmisin dedi. Mervan biraz düşündükten sonra Amr'ı çağır, bu işi ona buyur dedi. Muaviye neden diye sorunca Mervan, o senin sırdaşın, haldaşın dedi. Muaviye, ne demek dedi, sen canim -ciğerimsin. Mervan, öyle olsaydım beni mahrum birakip da ona lütufta bulunmazdin dedi.
Muaviye, birisine git dedi, Amr'ı çağır. Adam gitti, Amr'a seni emir istiyor dedi. Amr gelince Hayrola dedi, yeni bir şey mi var? Muaviye dedi ki: Bir şey yok; yalniz Eşter'in savaşı beni bitiriyor. Mervan'ı çağırdım, git, ona
257
karşı dur dedim, Amr'ı çağır, dedi, o senin sırdaşın, haldaşın.
Amr, zor durumda kaldı. Mısır valiliğinin gitmesinden korktu. Pekâlâ dedi, yarın Eşter'le çarpışırım.
Sabahleyin meydana çıkıp recez okudu. Eşter'i çarpışmaya çağırdı. Eşter derhal Amr'ın karşısına çıktı, Yüzüne bir mızrak vurdu. Fakat mızrak zırhtan kaydı, Amr'a bir şey olmadı. Amr hemen kaçıp ordusuna katıldı. Kendisiyle alaya başladılar.
Bir genç bu hale dayanamadı, Eşter'in karşısına çıktı. Eşter, Şamlının gençliğine acıdı, oğlu İbrahim'i çağırdı. Sen de gençsin, bu da genç; siz çarpışın, ben seyredeyim dedi.
İbrahim Şamlı gence hücûm etti ve bir hamlede genci öldürüp yere yıktı.
Erler yorulmuşlardı. Eşter bunu görüp Ey Iraklılar, canını Allah'a satan yok mu diye bağırdı, halkı savaşa teşviyk etti. Erler, tekrar düşmana saldırdılar.
Eşter, Hz. Ali ile ta Muâviye'nin bulunduğu yere kadar vardı. Bu sırada Ertat oğlu Büşr karşılanna çıktı, ey Ebe'l-Hasan, gel karşıma diye bağırdı. Eşter yerinde durdu, Hz. Ali, Büşr'ün karşısına çıktı. Mızrağıyla hamle etti. Büşr zırhlı olduğu için yaralanmadıysa da hamlenin şiddetinden yere düştü, ne yapacağını şaşırdı, o da Amr'ın yaptığını yaptı. Hz. Ali, yüzünü çevirdi, onu bırakıp yerine döndü. Eşter, Ey Müminler Emiri, bu Allah'ın da, senin de düşmanın Büşr diye bağırdı. Hz. Ali, bırak ey Eşter dedi, Allah lanet etsin ona.
258
Büşr'ün Şamlılar arasında bir amca oğlu vardı. Bu olayı görünce hiddetle meydana çıktı. Eşter hücüm edip adamı öldürdü.
Savaşın şiddetli zamanlarında Dırar'ül-Ezdi oğlu Eşter'le savaştı. Eşter onu esir edip ordugaha getirdi. Asbag şairdi. Geceleyin şu şiiri söylemeye koyuldu:
"Keşke bu gece sürüp gitseydi, halk sabahı bulmasaydı, gün gelip çatmasaydı; bu gece, kıyametedek sürseydi; çünkü yarınki gün, helak günüm olacak sanıyorum. Ey gece, uzadıkça uza; geceleyin rahattayım, sabah ya öldürüleceğim, ya bağışlanacağım, tutsaklıktan kurtulacağım. Yer, altımda altnıış kat olsaydı da ben orda gizlenseydim gene korktuğuma uğramamak imkânı yoktu. Ey nefls, azıcık sabret; ey Dırar oğlu, dayan; ölünıe daha vakit var; belki de bu kavim bana acır. Eşter, belki de bana kıymaz. Bıınlar da benim kavmimdir, ben onlaıı öldürmedim, onlar da beni bağışlarlar, aybımı örterler."
Sabah olunca Eşter, bu adamı alıp Hz. Ali'nin huzuruna götürdü; Ey Mü'minler Emiri dedi, dün bu adamı esir ettim. Ölümü hak etseydi öldürürdüm. Gece bir şiir söyledi, bizi heyecanlandırdı. Dilersen öldürt, dilersen bize bağışla.
Hz. Ali, sana bağışladım dedi, Eşter adamı koyverdi.
Sabah vakti Adiyy'ün-Nahai oğlu Amr, Şamlılardan er istedi. Şamlılardan Ebü-Cündeb adlı birisi çıktı. Pek yiğitti, Amr'ı öldürdü. Ondan sonra çıkanı da şehid etti. Eşter pek kızdı, yanında bulunan birisine, Beni tanırsa belki çarpışmaz, zırhlanmızı değiştirelim dedi. Kendi
259
zırhını ona verdi, onun zırhını giyip karşısına dikildi. Allah seni öldürsün dedi; Naha' boyunun ululanni öldürdün. Adam, onları öldürmek vacipti, çünkü onlar İmam Osman'la Muâviye'ye isyan ettiler dedi. Ester, Ey Şamlılar dedi, ne de ahmaksiniz; Muâviye hileyle sizi aldatmış. İnsanların, mahluka en fazla itaat edenleri, yaradana en fazla isyan edenleri gerçekten de sizsiniz.
Adam kızdı, Eşter'e hücum etti. Eşter adamin hamlesini reddetti, bir hamlede işini bitirip yere serdi. Karşısına geleni öldürdü, geleni öldürdü, böylece tarn on iki kişiyi katletti, döndü, orduya katıldı.
Tarn bu sırada Şamlılardan biri çıkıp, kimdir bizden on iki kişiyi öldüren? Karşıma çıksın diye bağırdı. Eşter hemen geri dönüp, Dur dedi, Allah izin verirse seni de onlara kavuşturayım. Bir hamlede, dediği gibi onu da öbürlerine kavuşturdu.
Sonra Şamlılara karşı bağırdı:
- Muâviye'yi istiyorum, o çıksın karşıma.
Muâviye, Eşter'i tanımıştı. Sen benim dengim değilsin, seninle savaşmam diye bağırdı. Eşter doğru söylüyorsan sahibimle savaş, o Arapların seyyididir dedi. Muâviye bu söze cevap vermedi. Yalnız Rabia oğlu Cündeb'i çağırdı, Eşter'le savaşmasını emretti.
Bu adam, Muâviye'nin kızını istemişti de vermemeişti. Amr, Eşter'i öldürürsen Muâviye kızını verir sana diye onu kandırdı, meydana gönderdi.
Adam meydana çıkınca Eşter, ne cesaretle, ne fıkirle karşıma çıktın dedi. O, kızını bana verecek deyince Eşter bir hayli güldü. Adam mızrağıyla hücûma kalkışınca
260
mızrağını yakaladı. Cündeb uğraştı, çabaladı, mızrağı kurtaramadı.
Eşter mızrağa bir kılıç vurdu, ikiye bölündü. Adam korkup kaçmaya başladı. Eşter koşup herifı öbür dünyaya yolladı. Tekrar er istedi. Fakat kimse meydana çıkmadı. Hz. Ali, Eşter'i yanına çağırdı, benimle de kimse savaşmıyor, seninle de dedi ve ilave etti:
"Ben sağ kola hücûm edeyim, sen sol kola hücûm et."
İkisi de hücûm ettiler, asker de ardlanndan yürüdü. İki takım birbirine girdi. Gece yarısından kuşluk çağınadek savaştılar. Eşter, erlere, Dayanın ey mü'minler, şimdi tandır kızdı diye bağırdı.
Hz. Ali, askerin kalbinde, Ester sag kolda, Abbas oğlu Abdullah sol kolda bulunduğu halde savaş meydanını geçtiklerini, meydanın arkada kaldığını gördüler ki bu zaferin artik tamamiyle kazanılmış olduğunu gösteriyordu.
Eşter, son bir hücumla, işi bitirmek için askere, Canini Allah'a satan kimdir? Hücûm edin, amcam, dayim fada olsun size, savaşın, Allah bu savaş yüzünden sizden razı olacak, din onunla yücelecek diye bağırdı, Alemdara da Çek sancağı dedi, Şamlılara hücûm etti. Hz. Ali de imdad için Eşter'e bir fırka gönderdi.
MUSHAFLAR MIZRAK UÇLARINDA
Muâviye şaşkın bir halde Amr'i çağırdı, ne yapacağız dedi. Amr, senin adamlarin onun adamlanna dayanamaz. Sen de ona denk ve eşit değilsin. O seninle Allah için savaşıyor, sen bambaşka maksatla savaşıyorsun. Sen
261
yaşamak istiyorsun, o şehadet istiyor. Iraklılar, üstün olursan onları yok edersin diye senden korkuyorlar, Şamlılar, Ali üst olursa bize zulmeder demiyorlar, ondan korkmuyorlar. Onları Allah kitabına çağır, sizinle aramızda bu kitap hakem olsun de. Zaten ben, en son bu tedbiri düşünmüştüm dedi.
Muâviye pek doğru dedi. Mızraklara mushafların bağlanmasını emretti. Beş yüz mushaf bağladılar. Üç mızrağı biribirine bağlayıp uçlarına Rakka yakınlarında bulunan Miske şehrinin Ulu camiinin büyük mushafını bağlamışlardı.
Mızrakları taşıyanlar aldıkları emre uyup Ey Iraklılar, sizinle bizim aramızda Allah'ın kitabı var; Ey Arap topluluğu, kadınlannızı, kızlarınızı düşünün, Allah için olsun düşünün, siz yok oldunuz mu onlar kâfırlere esir olurlar diye bağırıyorlardı.
Hz. Ali, "Allah'ım dedi, sen de bilirsin ki onların maksatları kitap değil, sen onlarla aramızda hükmet, sensin hüküm ve hikmet sabihi gerçek Tanrı."
Ebü'l-A'ver de ak bir ata binmişti. Başına bir mushaf koymuş, "Iraklılar, aramızda Allah kitabı bu" diye bağırmadaydı. Edhem oğlu Eb'üt Tufayl sağ kola, Ebü-Şurhabil sol kola karşı çıkmış, Ey Iraklılar, Allah için olsun, Allah için olsun, kadınlarınıza, kızlannıza acıyın; ölür giderseniz kâfırlere esir olacaklar diye bağrışıyorlardı. İkisinin de başlarında Kur'an vardı.
262
HZ. ALİ'NİN (AS) ORDUSUNDAKİ KARGAŞALIK
Mushafları gören Iraklılar durdular, her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Kimisi savaşa devam edelim diyordu, kimisi Allah kitabındaki hükme uyahm diye bağırıyordu.
Hz. Ali, "Allah kullan" dedi, "ben Allah'ın kitabına uymak hususunda herkesten ileriyim. Fakat Muâviye, Amr, İbnu Emi-Muayt, Dahhak gibi adamlar Kur'an ehli değillerdir. Onların ahvalini sizden iyi bilirim, Allah'in kitabının hükmünü de hepinizden iyi bilir, anlanm, Onlann mushaflan kaldirmalan, size karşı tutmalan bir hileden ibaret. Birazcık dayanın, iş bitecek" dediyse de fayda etmedi. Orduda fazla ibadetle zayıflamış, fazla secde etmekten alınları nasırlaşıp kararmış bulunan bir hafızlar topluluğu vardı. Kur'an'daki hükümleri düşünmeden boyuna Kur'an okuyan,vakitlerini ancak namaz kılmakla geçiren bu yobazlar, geldiler ve Mü'minler Emiri lakabını kullanmadan Ya Ali dediler, Allah'in kitabina icabet etmezsen Affanoğlu'nu öldürdüğümüz gibi seni de öldürürüz, yahut da tutar, düşmanına teslim ederiz seni.
Hz Ali, "Yaziklar olsun size" dedi, "Allah'in kitabina halki ilk davet eden ve ona ilk icabet eden benim. Ben onlarla Kur'an'ın hükümlerini ihya etmek içiıı savaşıyorum. Çünkü onlar Allah'in emrine isyan ettiler, ahdini bozdular kitabını ardlarına attılar. Size söylüyorum, bu hareketleri, Kur'an'la amel etmek değil, sizi kandırmak için bir hile ancak."
263
Fakat iş işten geçmişti, söz ayağa düşmüştü. Eşter'e haber yolla, savaşı bırakıp gelsin diye ısrara başladılar. Eşter, savaşı bırakmamıştı, zaferi elde etmek üzereydi.
Hz. Ali, Hani oğlu Yezid'i Eşter'e yolladı, git dedi, haber ver, fıtne koptu, buraya gelsin.
Hani oğlu Yezid koşa-koşa Eşter'e ulaştı, Mü'miler Emiri, fıtne koptu, buraya gelsin diyor dedi. Eşter, mushaflann kaldırılışından değil mi diye sordu. Yezid evet deyince, Vallahi dedi, görünce korkmuştum ve işin böyle olacağını sanmıştım. Bu işi Nabiga'nın oğlu (Amr) meydana getirdi, mutlaka, bu, onun işi. Git, Mü'minler Emirine söyle, işi bırakacak zaman değil, fetih ve zafere ulaşmak üzereyiz.
Yezid dönüp geldi, Fetih ve zafere ulaşmak üzere dedi. Bu sözü duyan topluluk, gürültüye başladı. Vallahi dediler, o gelmezse senden aynlır, seni yalnız bırakırız. Hz. Ali, Yezid'i tekrar gönderdi. Eşter, zaferi elde etmeğe ne kaldı ki diye sözü başlarken Yezid, sen burada muzaffer ol, Mü'minler Emirini orda öldürsünler, yahut düşmanına teslim etsinler, sence daha mı hoş dedi.
Eşter, Subhanallah, vallahi hoş değil deyip savaşı bıraktı. Hz. Ali'nin yanına gelince kargaşalık çıkaranlara karşı bağırmaya başladı:
Ey aşağılık, ey korkak, ey battal kişiler, tarn zafere ulaşacağımız, onları kahredeceğimiz zamanda nedir bu yaptığınız? Sanıyor musunuz ki onlar mushafları kaldırdılar da içindeki hükümlere çağırıyorlar? Vallahi Kur'an'daki emirleri terkettiler, kendisine Kur'an indirilenin sünnetlerini bıraktılar, aldanmayın, beni bir at
264
koşturacak kadar bırakın, çünkü fethi zaferi duydum, elde etmek üzereyim.
Hayır dediler, imkânı yok. Seni bırakırsak yaptığın hataya iştirak etmiş oluruz. Eşter, Zaten dedi, iyileriniz şehid oldu, rezilleriniz kaldı. Ne vakit Hakka uydunuz ki?
Onlar, biz Allah için harb ettik, şimdi de Allah için savaşı bıraktık dediler. Eşter, yazıklar olsun size dedi; aldandınız, hilelerine kandınız. Ey alınları secdeden katılaşıp kararmış kişiler, dünyada zahidlik etmek, Allah'a kavuşmayı özlemek yüzünden namaz kılıyorsunuz sanıyorduk. Halbuki sizin namazlarınız gösterişten ibaretmiş, meramınız dünyayı elde etmekmiş. Bugün dünyaya kaçıyorsunuz, ölümden korkuyorsunuz. Bundan böyle ebedi olarak ne yücelik bulabilirsiniz, ne şerefe erebilirsiniz. O zalimler bizden nasıl uzak oldularsa siz de uzak olun.
Bu sözleri duyunca Eşter'e sövmeye başladılar. Hz. Ali, susun diye emredip gürültüyü kesti.
HZ. ALİ'NİN (AS) ADAMLARI
Hz. Ali'nin adamları, bütün bu olaylardan anlaşıldığına göre dört bölüktü:
Birinci bölük, can gözleri açık, ihlasları tam, inançları sarsılmaz, sözleri ölzeriyle bir, onun derecesini ve hakkını adamakıllı bilir, onun için can vermeyi canlarına minnet sayar kişilerdi. Fakat bunlar azdı. Eşter bunların başındaydı. Adiyy oğlu Hucr, Hamık oğlu Amr, Ebü-Eyyüb'ül-Ansari, ona uyan diğer ashab, bilhassa Ammar, bu birinci bölüğün seçilmiş örnekleriydi.
265
İkinci bölük, yürekten ona bağlı olan, fakat hiyleye kanan, yaşayışa bağlanan, ölümden korkan bölüktü. Cabir oğlu Hurays, Şeddad oğlu Rıfâa bunlardandı.
Üçüncü bölük, yüreklerinde ona karşı ihlas ve sevgi taşımayan, yalnız kalabalığa katılan, hileye kapılan kısımdı, Hafızlar bu kısımdandı. Onlar Kur'an okuyorlar, fakat hükmünü tutmuyorlar, bilmiyorlardı. İbadet ediyorlardı, fakat yürekleri kararmıştı, maksatları gösterişti. Bu bölük, yalnız Hz. Ali'nin zamanında değil, her zamanda Müslümanlığa ve insanlığa en büyük kötülükleri yapan taifedir. Bunlar, apaçık kötülükte bulunanlardan, hatta dine inanmadiklarini söyleyenlerden daha zararlıdır, çünkü din adına, iman perdesi ardında en büyük kötülükleri işlerler, akılsızlar, bilgisizler, ibadetlerine kanarak bunlara inanır.
Dördüncü bölük münafıklardı, Eş'as gibi. Bunlar Hz. Ali'ye, zorla uymuşlardı, içlerindeyse ona karşı büyük bir kin vardı.
Halbuki Muâviye'ye uyanlar, tamamiyle bilgisiz kişilerdi. Hz. Ali'nin Osman'ı öldürdüğüne, yahut öldürttüğüne inanmışlardı. Muâviye, parayla, vaadle onları avlamış, bir fıkre bağlamıştı. Doğruyu bilen olsa bile birşey söylemiyordu, zaten söyleyen, aralarında yaşıyamıyordu.
266
HAKEMEYN
Eşter, Ey Mü'minler Emiri dedi, emret, savaşalım.
Halk, Mü'minler Emiri, Kur'an'ın hükmüne razı oldu diye bağrıştı. Eşter, Mü'minler Emirinin razı olduğuna ben de raziyim dedi. Halbuki Hz. Ali, hiç birşey söylemiyordu. Halk gene Kur'an'ın aramizda hakem olmasına razıyız, dediler.
MUAVİYE'NİN MEKTUBU
Bu sirada Muaviye 'den bir mektup geldi. Mektupta deniyordu, "bu iş aramizda sürüp gitti. İkimiz de kendimizi haklı görüyoruz. Birçok kişi öldü. Bundan sonra olacakları, bundan ewel olup bitenlerden daha korkunç görüyorum. Daha fazla kan dökülmemesi için ben, adamlarimdan birini hakem tâyin edeyim, sen de adamlarindan birini hakem tâyin et, aramızdaki Allah kitabına göre hiikmetsinler. Seni dâvet ettiğim şeyde Tanr'ıdan çekin, Kur'an ehliysen Kur'an'in hükmüne râzı ol vesselam."
267
Hz. Ali, bu muktuba verdiği cevapda "sen, beni Kur'an'ın hükmüne dâvet ediyorsun, Allah'a and olsun ki ben senin ne olduğunu biliyorum, Kur'an'ın hiikniii değil maksadın. Allah, yardımı dilenen Tanrı'dır. Kur'an'ın hükmüne icabet ediyorum sana değil ve kim Kur'an'ın hükmüne râzı olmazsa gerçekten pek uzaklaşmış, pek sapmıştır" diyordu.
Bu sirada Kays oğlu Eş'as, Hz. Ali'nın yanına gelmiş, halk Muaviye'nin dâvetine icabet etmek fıkrinde. İstersen yanına gideyim de meramini anlayayim demişti.
Hz. Ali, çaresiz kaldı, git dedi. Eş'as, hemen kalkip Muaviye'nin yanina gitti. Bu mushaflan mirzaklara bağlayıp bize karşı tutmaktaki maksadin nedir dedi. O, Siz de, biz de, Allah, kitabinda neyi emrediyorsa ona uyahm. Siz razı olduğunuz birisini yollayin bizde birisini yollayalim onlar oturup konuşsunlar, bir karara varsinlar. onlann karanna tabi olalim dedi. Eş'as bu doğru bir şey deyip döndü, gelip Hz. Ali'ye haber verdi. Halk, razi olduk, kabul ettik, dedi.
Sonradan Harici olan Eş'as'la hafızlar, biz, Ebu-Musa'yi tâyin ettik dediler. Hz. Ali Ben onun hakem olmasina razi değilim. O benim lehimde değildir. Benden ayrılmıştı, halkı, bana yardim etmemeye teşvik etmişti. Sonra kaçtı, birkaç ay sonra emin oldu da geldi. Abbas oğlu Abdullah, bu işe ehildir, dedi.
Mıs'ır, Yezid, Eş'as ve hafizlar, biz dediler, onun hakem olmasina razi değiliz. O senin akraban, halbuki biz tarafsiz bir adam istiyoruz. Ebu-Musa, bize öğütte bulundu, bu beladan korumak istedi, onun hakem olmasini istiyoruz.
268
Hz. Ali, Eşter'i gönderelim dedi. Eş'as, zaten bizi bu eteşe atan o değil mi? Hep mi onun hükmü altında kalacağız.dedi. Hz. Ali, Onun hükmü nedir deyince bizi birbirimize kırdırmak, böylece senin de dileğin yerine geliyor, onun da dileği diyecek kadar ileri gitti.
Kays oğlu Ahnef, Hz. Ali'nin huzuruna gelip, Ey Müminler Emiri dedi: Ebü-Musa bu işin ehli değildir. Kavmi Muaviye'nin yanında. Beni gönder, hiç olmazsa ikinci, hatta üçüncü kişi olarak gideyim.
Eş'as ve hafizlar buna da itiraz ettiler. Ebu-Musa'dan başkasını kabul etmeyiz dediler. Bunun üzerine Hz. Ali, Ebu-Musa'dan başkasını istemiyor musunuz dedi, Evet dediler. O halde istediğinizi yapın buyurdu.
Derhal Ebu-Musa'ya haber gönderdiler. O, Şam köylerinden birine çekilmişti. Giden adam, Müslümanlar uzlaştılar deyince, El-hamdü lillah dedi, bir karara varmak üzere seni hakem yaptilar deyince "Biz Allah'ınız genede gerisin geriye ona döneceğiz" dedi89, kalkip Ali'nin ordugahina geldi.
SULH ANDLAŞMASI
Şamlılar, Muaviye'nin dileğine uyup As oğlu Amr'ı hakem tâyin ettiler.
Sulh andlaşmasının yazılması için Amr, Hz. Ali,nin ordusuna geldi. Ebu-Musa ile buluştu. "Mü'minler Emiri Ali ile Muaviye arasındaki" diye yazılmaya başlanınca
89- Bakara suresi, 156. Ayetten de anlaşıldığı gibi bu söz, kötü bir olayda söylenir.
269
Amr, nasıl olur dedi, o sizin emiriniz, bizim değil. Kendi adiyla babasinin adını yaz. Kays oğlu Ahnef, Mü'minler Emiri lakabını silme, halk birbirini kirsa bile bu lakap kalsin, silersen bir daha anilmaz diye korkuyorum dedi.
Bu sırada Eş'as geldi, şu adı sil dedi Hz. Ali, Allahtan başka yoktur tapacak ve uludur, tıpkısı tıpkısına. Hudeybiye barışının andlaşma yazısını yazarken "Bu, Resiilullah Muhammed 'le Amr oğlıı Suheyl arasmdaki uzlaşmadır" ibaresini yazmıştım. Suheyl, senin Tann elçisi olduğunu kabül etsek, seninle savaşır mıydık? Abdullah oğlu Muhammed yaz dedi. Ben bu adi silemedim. Hz. Muhammed, Yâ Ali dedi, elbette Allah Resülüyüm ve ayni zamanda Abdullah oğluyum. Onların dileği bendeki peygamberliği gidermez ki. Bugün o müşriklerin oğullarıyla bir andlaşma yazıyorum, nitekim dun de babalarıyla bağlanan andlaşmayı yazmıştım. Onda da böyle oldu, bunda da dedi.
Amr, Subhanallah dedi, bizi kafirlere benzettin, halbuki biz iman ehliyiz. Hz. Ali, Ey Nabigan'ın oğlu, dedi, sen ne vakit kafirlere dost olmadin, inananlara düşmanlık etmedin? Amr, bugünden sonra ebediyyen seninle bir mecliste bulunmam dedi. Hz. Ali de Ben Allah'tan dilerim, meclisimi senden ve senin adamlanndan temizlesin buyurdu.
Andlaşma yazıldı. Üstüne Hz. Ali'nin, altina Muaviye'nin mühürleri basıldı. Her iki mühürdeki yazı da "Muhammediir Resiilulllah" yazısıydı.
270
ANDLAŞMA SURETİ
"Rahman ve Rahim olan Allah adıyla Ebu-Talib oğlu Ali ile Ebu-Süfyan oğlu Muaviye ve ikisinin taraftarlan arasında verilen kararnamedir: Ali, Iraklılarla onlarla ayni flkirde bulunalar için, Muaviye, Şamhlarla onlarla ayni flkirde güdenler için Allah'ın hükmüne ve kitabına razı olarak, neyi ihya ederse ihya etmeyi, neyi imha ederse imha etmeyi taahüd ettiler. Hakem olan Ebu-Musa ile As oğlu Amr buluşup Allah'ın kitabında buldukları hükümle amel edecekler, kitapta bulamazlarsa Peygamber'in sünnetine uyacaklardır. verecekleri karar için canları, malları, ehilleri emniyet altındadır. Onlar ad ale tie ve haküzere hüküm verdikleri takdirde ümmet de onlaıa yardımcıdır. Hükünı vermeden önce birisi ölürse o tarafın emiri ve taraftarlan bir başkasını hakem tayin edecektir. İki emirden biri, hakemlerin kararından önce ölürse o taraf, oının yerine birsini ikaame eyliyecektir. Hakemler bir karara varıncaya dek yollar açıktır, silahlar bırakılmıştır; bu hususta hazır olanlar burda bulunmıyan müsavidir. Karar, Ramazan ayı çıkıncaya kadar verilecektir. Ancak hakemler dilerlerse kararı evvele alabilirler, dilerlerse Ramazan'dan sonraya atabilirler. Allah'ın kitabıyla Peygamber'in sünnetine uygun olarak bir hükme varmazlarsa savaş hususunda her iki taraf da ewelki haline döner. Ümmet, bu hükme, bu uzlaşmaya Allah'la ahdü misak etnıiş ve hiikniii itmama ve ona vefa göstermeye karar vermiştir. Bu uzlaşma umeyre
271
tarafından Hicretin otuz yedinci yılı sefer ayının on üçüncü çarşamba günü yazıldı.....(12-8-675)
Mühürlendikten sonra Hz. Ali tarafından, içlerinde sahabeden bazi kimselerin Abbas oğlu Abdullah'ın da bulunduğu yirmi üç kişi, Muaviye tarafından içlerinde, Mervan, Amr, Utbe ebü'1-A'ver, velid de bulunan otuz iki kişi tarafindan imzalandi. Bunlar, şahit mevkiinde idiler. Askerden de hakemlerin verecekleri hükme uyulacağına dair ahit alındı. Küfe şehriyle Şam arasında, orta yerde bulunan bir mahalde toplanmaya da karar verildi.
Hakemler, Şam civanndaki Ezruh şehrinde bir araya geldiler. Hz. Ali, adamlanndan dört yüz, Muaviye de dört yüz kişiyi bu kararda bulunup tanikhk etmek üzere oraya gönderdi.
Uzlaşma andlaşması yazıldıktan sonra Eş'as, bu andlaşmayı Eşter'e de imzalatmak istedi. Ester, sag elimin yazdığını sol elim bozamaz... Rabbimden apaçık delile sahip değil miyim, düşmanımın sapıklığını açıkça bilmiyor muyum; siz de sıkıntıdan sonra üst gelmediniz mi, bunu bilmiyor musunuz, dedi. Eş'as, Vallahi dedi sen ne üst olmayı gördün, ne sıkıntı çektin... Gel de şu kağıda imza et. Zaten halk, senin bu işe karışmanı pek istemiyor ama imza edersen iyi olur.
Eşter, Doğru söyledin dedi, fakat bil ki benim, ne dünya için şu dünyada sana bir meylim var, ne ahiret için ahirette senden bir şey ummadayim.. And olsun ki Allah şu kihcimla birçok adamın kanını döktü, sen o geberenlerden hayırlı değilsin ve senin kanını dökmeyi hiç de haram bilmem.
272
Bu sözlerden sonra Eşter, Ancak dedi bu işe razı olmuşum, Mü'minler Emirinin razı oluşundandır; çünkü onun kabul ettiğini kabul etmişim, redettiğini redetmişim; elbette o, ancak doğru yola, gerçeğe tabi olur.
Sıffın savaşında Hz. Ali tarafindan yirmi beş bin er şehid olmuştu, Muaviye tarafindan da kirk beş bin adam öldürülmüştü.
Hz. Ali tarafindan şehid olanlar arasında Bedir savaşında, Hz Peygamber'in başka savaşlannda, Razılık Bey'atinde bulunanlar vardı. Sahabenin başında da en seçkini, evvelce de söylediğimiz gibi, Ammar'di. Tanıklığı iki tanik yerine kabul edilen sabit oğlu Huzeyme, Amr'-ul-Ansari oğlu Süheyl, Ebu-Umret'il-Ansari, Bedir savaşında bulunanlardan Ebu-Fadalet'-ül-Ansari, Akabe beyatinde bulunanlardan ve Bedir savaşına katılanlardan Teyyehan oğlu Ebu'l-Heysem, onun kardeşi olan ve Uhud savaşında bulunan Ubeydullah ve tabiinin üstünü Üveys'ül-Karani, bu savaşta şehid olanlann başında gelenlerdendir.
Cemel savaşında Hz. Ali'ye karşı savaşanlarla beraber bulunan Müneyye, yahut Ümeyyet'üt-Temim oğlu Ya'la da bu savaşta Hz. Ali tarafına katılmış ve onun maiyetinde şehid olmuştur.
Bu sahabi, Mekke'nin alındığı gün Müslüman olmuş, Huneyn, Taif ve Tebük savaşlannda bulunmuştur. Ebu-Bekr onu Halvan'a emir tayin etmişti. Ömer, Yemen ülkesinin bazı yerlerine yollamış, orda bazi yolsuz hareketlerini duyunca yaya olarak Medine'ye gemelsini emretmiş, beş, yahut altı gun yaya yol yürümüş, Ömer'in ölümünden sonra Medine'ye varmıştı. Osman zamanında San'a valiliğinde bulunmuş, Osman aleyhine vuku' bulan
273
ayaklanmayı duyunca ordan Medine'ye hareket etmiş, fakat yolda Osman'in öldürüldüğünü duymuştu. Bu sırada yolda deveden düşmüş, iki ayağı, kalçasından kmlmıştı.
Cemel savaşında bir sedir üstünde yürütülmedeydi. Aişe'nin meşhur devesini o almış, çeyizlenmişti.
Sıffın'de gerçeği bulmuş, Hz. Ali'ye uymuş, onun yolunda can vermişti.
Bu savaşta Muaviye tarafdan olarak maktul düşenler arasında Ömer'in küçük oğlu Ubeydüllah'la sahabeden sa'düt-Tai oğlu Habis ve Zü'1-Kela'il -Himyeri en meşhurlardandır.
Ubeydullah, Ömer'in ölümünden sonra babasını öldüren Ebu-Lü'lü'ün arkadaşlarından İran'lı Hurmuzan'la kızı Cuheyne'yi öldürmüştü. Halbuki bunlann ikisi de Müslümandı ve öldürme olayıyla bir ilişkileri yoktu.
Osman halife oluncaya dek halka namaz kıldıran Suheyb,kendisini hapsetmiş, Osman halife olunca ona teslim eylemişti. Osman, kısas için bazı kimselere danışmış, Başta Hz. Ali olduğu halde Muhacirlerin çoğu kısas yapılmasını, Yani Ubeydullah'ın öldürülmesini istemişler, buna karşılık Amr, dün babası öldürüldü, bugün de oğlunu mu öldürelim diye itiraz etmiş, Osman, Hurmuzanla Cuheyne'nin velilerini diyete razı etmiş, bu suretle diyet verilerek Ubeydullah kurtulmuştu.
Hz. Ali halife olunca Ubeydullah ürkmüş, Muaviyenin yanına kaçmıştı. Sıffın'de maktul düştükten sonra savaş bitince zevcesi, cesedini bulmuş, bir katıra yüklemişti, boyu pek uzun olduğu için elleriyle ayakları yerde
274
sürünüyordu. Muaviye, kılıcını satın alıp kardeşi Abdullah'a vermişti.90
Habis, Ömer zamanında bir müddet Humus'ta me'muriyet görmüştü. Sahabeden Hatem'üt-Tâî oğlu Adiyy'in kızını almıştı. Adiyy, Hz. Ali tarafındaydı. Habis, Muaviye'ye uymuş ve bu savaşta maktul düşmüştür.91
Asıl adı Eyfa' olan Zü'l-Kela', Ammar'ın azgın ve sapık bir topluluk tarafindan öldürüleceğine dair rivayet edilen hadisi bilir, Sıffın'de Ammar'in Hz. Ali tarafinda bulunduğunu gördükçe müteessir olur, Amr de onu, göreceksin, yakinda Ammar bizim tarafa geçecektir diye kandırırdı. Ammar'dan önce maktul düşmüş, Amr bu yüzden Muaviye'yi kutlamıştı92.
90-Al-İstiab, 2, 416-417. 91-Al-İstiab, 1, 138-139. 92-Aljstiab, 1, 175- 176.
 
S Çevrimdışı

suskun-

Üyeliği İptal Edildi
Banned
YA ARKADAŞ SEN BURADA BUNA BOŞA TARİH YAZIYORSUN, BU NE DEDİĞİNİ BİLMİYOR
 
akıncı zülfikar Çevrimdışı

akıncı zülfikar

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
bir anda bazı yeni üye ler arkadaş olmuş..
yoksa şıracı gidip gel bana destek çık di bozacıyı mı davet etti bu "yeni"
üyeler birden girdi siteye sırf bu cedel için mi?..

yazdığın tarihte, vaktim yok okuyamam kabaca baktım, şii kaynakrın hiç birisi
bizi bağlamaz. sizi bağlar. Muharref Tevratın yahudileri bağladığı gibi..

ve başlıktaki çalışmamın bir satırına bile reddiye olmamış sadece konuyu boğmak istemişsin vesselam..

Bana kısaca ve erce söyle,

Hz Halife İmam Ali Radıyallahuanh Sebeileri yaktı,
hz Halife Ömer Bin Abdulaziz Rahmetullahialeyh rafızi isyancılarla savaştı,
Halife Harun Reşid hz yine öyle,
Tuğrul Bey hz Büveyhi şiilerin kafasını kopardı ,
Salahaddin Eyyubi hz haçlı işbirlikçisi Fatımileri yok etti,
Zahir Baybars İsmaili şiilerin ve Nuseyrilerin kellesini aldı,
Halife Sultan Yavuz Selim in 1
Halife Sultan Süleyman hz nin 2
Halife Sultan 4. Murad hz nin 2 Safevi üstüne seferi vardır..
Şehid Emir Ebu Musab Zerkavi hz işbirlikçi İrancı Irak şiileri ile savaştı..

BUnları reddedebilir misin?.........

HUmeyni tağutu, Hakkın egemenliğini ilan için halkdan izin istedi demokratik bir devlet kurdu şeri değil.
Humeyni tağutu biz Allah ın haşa zatını düşünürüz dedi.
Humeyni tağutu su katılmamış bir vahdetivücutçu hulul sudur vs galiz küfür akidesine sahiptir.
Humeyni tağutu İmamlarını nebilerden üstün tutar.
Humeyni tağutu Sahabelere hakaret ve onları tekfir eder.
Humeyni tağutu bebek ile cinsi münasebete cevaz verir
Humeyni tağutu mutacıdır.
Humeyni tağutu ters-dübür ilişkisine cevaz verir.
Humeyni tağutu dübürcü olmakla birlikte ihanet içinde de olmuştur, Hama yı sattı
Humeyni ve İran tağutu Çeçenistanı Ruslara, Türkistanı Çine, Hamayı dindaşları yani şii olan Nuseyri Suriye devletine; ülkesinin kadim cahiliyye bayramlarını nevruzları veya 1 masıy solcu işçi bayramlarını bile tebrik eden beyanat veren humeni Hama için bir kınama bile lutfetmemiştir(?) tıpkı Ali Şeriati öldüğünde taziye vermeyi unuttuğu (?) gibi.. Keşmiri Hindulara, ve tüm ümmeti de yerli ve yabancı tağutlara sattı. Sünni ümmete destek vermek bir yana aksine
düşman Tağutlarla anlaşmalar yaptı mücahidlere de terörist dediler..

Bunları red edebilir misin?


destan yazma, adam ol kısa ve öz bir şekilde hadi olmadı ben yazım bir sayfa sen beş sayfada cevapla amma destan masal olmasın..
kalbime gelince, sen kalpleri yarmakla emrolundun galibe, veya kendini görüyorsun herkeste.. yoksa her şeye kadir, yarı tanrı yarı insan pers kahramanları gibi gördüğünüz önderleriniz gibi güya sizde gaybı mı bilirsiniz?..
 
M Çevrimdışı

mühür1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
O GÖZLÜĞÜNÜ ÇIKAR İYİ BAK, TİRMİZİ, EBU HUREYRE SİZİN HADİ NAKLETTİKLERİNİZ DEĞİL Mİ?

YOKSA BEN Mİ ŞAŞIRDIM?

BU TARAFLI BİR YAZI DEĞİL AMA SEN NERDEN ANLIYACAKSIN.


BEN SANA YAZIMIN TA BAŞINDAN BERİ HUMEYNI VEYA BİR BAŞKASININ YAPTIĞI DEDİĞİ BENİ İLGİLENDİRMEZ.

ONUN DEDİKLERİ VE YAPTIKLARI BENİ BAĞLAMAZ.

BİZİ HZ MUHAMMED (S.A.A) 12 İMAMIN DEDİKLERİ VE YAPTIKLARI ÖNEMLİDİR.

TUTURMUŞUN BİR HUMEYNİ GİDİYOR,

O ALLAH KATINDA KENDİNİ TEMİZLESİN. ONU VEYA BİR BAŞKASINI BANA ÖRNEK GÖSTERME.

YUKARIDA HZ ALİ SEBEİLERİ YAKTI DEMİŞSİN BANA BU YAZININ KAYNAĞINI VE TARİHİNİ YAZ DOĞRUYSA OKUYUM
 
M Çevrimdışı

MuhenneD

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Selam Hidayete Tabi olup Muhammed sav ve YÜCE ASHABININ-EHLİ BEYTİNİN raşid halifelerinin, selefi salihinin akide menhecinde olanlara, ve bu akideye düşmanlık yapan kafirlere düşman olanlara olsun...

Alınılar okunamıycak kadar uzun oldugu için sadece kısa yazıları okudum ve gördüm ki, kendilerine ehli sünnet diyip mezhep imamlarını ve alimlerimizi red edenler sapık modernist bidat akidesi rafizilerin içine de sıçramış...Bana 12 imamdan delil getir başkalarını almam diyen arkadaş bu sözüyle iki şeyden biribi kast etmiş olmalı-ki bunun bir üçüncüsü yoktur-;

1-12 imam denilen kişilerin-Allah hepsine rahmet etsin- sözlerini derleyip toparladıgını iddia eden şia belamlarının kitaplarından getir..diyebilir..
2-Yada ben imamlarla görüşüyorum, sen onlardan nakil yap ben kendilerine sorarım..diyebilir ki-biz böyle bir cevabı rafizi akidesindeki sapıklıklara bakarak bekleyebiliriz...,

Ancak 2. iddida bulundugu takdirde meseleyi ilmi olmaktan çok akli selim ve akıl noksanlığı noktasında tartışmamız gerekir ki, ben arkadaşın böyle bir iddia da bulunacağını sanmıyorum..

Elimizde tek kalan şey şudur; Şia alimlerinin kitaplarından nakil yaparak bu arkadaşımızın sorusuna cevap vereyim.HAKKI ARAYAN, CENNETİ İSTEYEN, PEYGAMBERE VE ASHAB-EHLİ BEYTE GERÇEKTEN TABİ OLMAK ONLARIN YOLUNUN HİZMETKARI OLMAK İSTEYEN kişiye bir cevap yeter..

Hocaları el-müfid lakaplı muhammed b. en-numan, el irşad kitabında, sayfa;365 de (muessesetul alemi-beyrut-1979-3. baskı) EBU CAFER aleyhısselamdan şöyle dediğini nakleder;

MUHAMMED AİLESİNİN KAİMİ(MEHDİ) ORTAYA ÇIKTIĞI ZAMAN KURANIN İNDİRİLDİĞİ GİBİ ÖĞRETİLECEĞİ ÇADIRLAR KURAR.BUGÜNÜN HAFIZLARI İÇİN ÇOK ZORLU BİR ŞEYDİR..ÇÜNKÜ O KURANIN TELİFİ BUNDAN FARKLIDIR ...(ayrıca bu rivayeti kamil Suleyman yevmul Halas adlı kitabının 372. sayfasında zikretmiştir)

Bu rafizilerin hocalarından Muhammed Bakır El meclisi, Miratul-ukul fi şerhi ahbari alir rasul, 12/525-526 da (darul kutubil islamiiye, TAHRAN BASKISI-dikkat hilafet merkezinde basılmış :)
EBU ABDİLLAH ALEYHİSSELAMIN ŞÖYLE DEDİĞİNİ NAKLETMİŞTİR; CEBRAİL ALEYHİSSELAMIN MUHAMMED sallallahu aleyhi ve selleme getirmiş oldugu KURAN 17.000 AYETTİR..

Allahtan korkan bir insanın asla kabul edemiyeceği bu batıl akideleri kim hangi mantık ve akılla kabul ve ikrar edebilir..Bu sapıklıklardan Allaha sığınırız..Ancak şunu hemen belirteyim ki; YUKARIYA YAPTIĞIM ALINTILARIN HEPSİ, RAFİZİ ZINDIKLARININ EHLİ BEYTİN SOYUNDAN GELEN PAK İMAMLARINA ATTIKLARI İFTİRADAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR..BU ALINTILARI İMAMLARA İSNAD ETMEKTEN ALLAHA SIĞINIR, ONLARA BU İFTİRAYI YAPANLARA DA ALLAHIN LANET EDİP İMAMLARIN İNTİKAMINI ALMASINI DİLERİZ...
Bunları özellikle yazıyorum ki, kalkıkpta bize imamları savunmasınlar bizler biliyoruz ki, ONLAR SALİH İNSANLARDIR..VE ASLA BU AKİDELERDE DEĞİLLER, TERTEMİZ BİR EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT AKİDESİNDEDİRLER..
Bu yazdıklarımın kabul edilmeyeceğini biliyorum.kabul edilse bile İLGİLENMİYORUM..ÇÜNKÜ BİLİYORUM Kİ ;TAKIYYE BU RAFİZİLİK PİSLİĞİNİN TEMELİDİR..
Selam Hidayete Tabi olup Muhammed sav ve YÜCE ASHABININ-EHLİ BEYTİNİN raşid halifelerinin, selefi salihinin akide menhecinde olanlara, ve bu akideye düşmanlık yapan kafirlere düşman olanlara olsun...
 
R Çevrimdışı

ramazanusta

Üye
İslam-TR Üyesi
hakikaten şii olmakda zor arkadaş. vahdeti vücud var batını ilim var cezbe keramet gibi çok şey var ama ortada sahih delil yok. hani bir bilgi ortaya atsan delil bulamayacaksın ne kadar zor. delili olmayan şeylere kalben inanıp ölene kadar şüphe içinde olmakda çok zor. Allah azze ayrılıklar arasındaki hesap görme işi için toplanma gününe söz veriyor.
 
akıncı zülfikar Çevrimdışı

akıncı zülfikar

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
yahudilik ve rafızlik adlı bu çalışmamız yenilenmiş genişletilmiştir. tekrar okunmasında fayda var. selametle
 
A Çevrimdışı

ahmetelhanefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Şiilerin Sembolü Fatımanın Eli
Hz-Fatma-nin-eli-Hamsa-925-gumus-Kolye-ucu-1__58892700_0.jpg
Yahudilerdeki versiyonu
hamsa.jpg

Hz-Fatma-nin-eli-Hamsa-925-gumus-Kolye-ucu-1__58892700_0.jpg


hamsa.jpg
 
Üst Ana Sayfa Alt