Müslümanların meşhûr ve gözde âlimlerinin kahir ekseriyyeti, ya 'azîmet ehli' kimselerden olup, Allah için sultânlarla emirlerin karşısında durmuş, onlara marufu emretmiş ve onları münkerden sakındırmişlardır. Târîhin -bu minvålde- kaydettiği öyle hikâyeler vardır ki bunların her biri altın suyuyla ve nûrdan harflerle yazılmaya değerdir. Ümeyye Oğulları döneminde saltanatın yüz gösterdiği ilk günden itibâren ve yakın dönemlere kadar bu hâl, böylece devâm edip gelmiştir. Azîmet ehli o "Selef-i Sâlih"in isim listesi bir hayli uzundur ve hayâtları pek çok kahramanlıklarla doludur. Yahut o âlimler, azîmet ehlinden olmayıp saraylardan ve bu sarayların içindeki adamlardan tamâmen uzak durmuş; yöneticilerin meselelerinden ellerini çekip kendilerini ilme, zühde adamışlardır. Ayrıca sultânlara dalkavukluk batağına saplanmamışlardır. Gözde âlimlerden olup da bu kâidenin dışina çıkanlar, dünyalık batağına saplanan çok az sayıda bazı kimseler veyahut kendilerini ilim ve âlimler dünyasına nisbet eden birtakım kendini bilmezlerdir. O uzun târîhimiz boyunca -şu günümüzde olduğu gibi- âlimlerin toplu fesâdı diye bir belâya dûçâr olduğumuz vaki değildir. Böyle bir şey ancak çok geç dönemlerde vuků bulmuştur. Aynı şekilde âlimler, özellikle büyük felâketlerle belâların varlık gösterdiği dönemlerde, hep cihâd öncüleri olmuşlardır. Hem taarruz hem de müdâfaa cihetiyle, Müslümanların berr (sâlih) veya fâcir (günahkår) imâmları/idarecileriyle birlikte gazveye çıkmış ve kâfir düşmana karşi cihâd etmişlerdir. Amma ve lâkin bu hâl, bizi kuşatan şu zamanların öncesinde, çanakların yayıldığı, göbeklerin salındığı, sarık ile sakalın izzetinin para ile arpalığın ardına takıldığı şu târîhlerden önce yaşanmıştır!
(Şeyh Ebu musab-El Mukaveme)
(Şeyh Ebu musab-El Mukaveme)