YÜREK DEVLETİ
Sevgi öğretilebilir mi? Ne münasebet, elbette öğretilemez, fakat yaşanır. Ancak insanın sevme yeteneğini keşfetmesi, bu gizli hazineyi ortaya çıkarması için, içinde yaşadığı mükemmel donanımı görmesi, belki eğitimle sağlanabilir.
Sevgiyi öğretmenin en garantili yöntemi sevmek ve sevgi temelleri üzerinde yükselen model bir toplum oluşturmaktır.
Kur’an sevgiden bu kadar çok söz ederken sevgi bizim hayatımızda ne kadar yer tutmakta? Sevebilecek yerlerimizi ellerimizle hala yok etmemişsek haydi hep birlikte sevgi oluğunun altına tutalım başlarımızı. Bilelim ki, İslam’ın ve insanın ortak düşmanları önce sevgiyi katlettiler ve yerine nefret tohumları saçtılar. Bombalarını coğrafyamızdan önce yüreklerine attılar ve oradan başladılar işgale.
Yaşadığımız bu diz boyu sefalet neyin sonucudur sanıyorsunuz. Sevginin kanı dökülmüşse bir yüreğe, o yüreğe bir daha bahar gelir mi hiç? Sevgi güllerini yolan eller kurumaz mı hiç? Ondan geriye buğz, hased, kin, suizan, kapris, ihtiras kalacaktır. Sevginin yerini bu sayılanlar aldığı zaman gelsin gıybetler, gelsin iftiralar, dahası gelsin hamaketten kaynaklanan ihanetler ve acımasızca kıyımlar.
Evet yakıtı tükenmiş bir yürekle bu dünyanın en zor yokuşunda nereye kadar çıkabilirsiniz ki? Kalp öyle bir taşıyıcı ki, taşıdıkları arasında iman var, Kur’an var, basiret var, feraset var, cemaat var –kırılıp bitmemişse tabi- ümmet var. Nüfusu milyarları bulan bu ülkenin yüzölçümü henüz hesaplanabilmiş değil.
Bütün bunlar bir yana, orası Mekansız’a mekan olacak kadar, O’nu orada ağırlayacak kadar büyük. Bu sınırsız coğrafyada bu sınırsız yükü çekebilecek taşıtın yakıtı da sınırsız olmak gerek. İşte o yakıt ‘sevgi’dir. Değilse, o muazzam yüke yürekten başka hangi araç, sevgiden başka hangi yakıt dayanabilir.
Bir Sonsuz’u taşıyan sonsuz bir araca, sonsuz bir yakıttır sevgi…
Onun için diyoruz ki “önce sev…” kardeşini sevdin mi bir kez, kötülük yapmasın ona. Eğer mü’minler elimizden dilimizden emin olamıyorlarsa, ‘sevgisizlik’ yüzündendir. Sevginin ‘cennet’ demeye geldiğini, sevginin ‘iman’ demeye geldiğini bir daha dinleyelim Rasul’un dilinden:
“Vallahi birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz.”
İnsanın insana sunabileceği en ölümsüz şeydir sevgi. Bir asrı ‘asr-ı saadet’ yapan işte budur. Onlar aşkı öyle yüksek dozda yaşadılar ki, sonraki nesiller onların bu sevgi stoğunu harcaya harcaya bitiremedi. Buyurun, kuşağımızla biz bu sevgiyi tüketen değil, üreten olalım. Öyle üretelim ki sonraki kuşaklara bile yetsin bu sevgi.
Bilelim ki, Medine önce yüreklerde kuruldu, ona mekke’de hamile kalmıştı mü’minler. Göğüslerinde bir muştu gibi besleyip büyüttükleri bu nurtopu gibi çocuğun doğuşunun adıdır Medine devleti.
İçimizde ki devletten habersiz yaşayan bizlerin, dahası yürek devletini olumsuz davranışlarla kıyasıya tarumar eden bizlerin, devletten söz etmesi şov yapmaktır.
Eğer bu dünyadaki insana ve insandaki dünyaya varlığın harcadıkça çoğalan sermayesi sevgi hakim olmayacaksa, nasıl sağlanacaktır “insanın mutluluğu”? ve yüreklerin işgal altında olduğu bir toplumda sevmeyi neyle, nasıl becerecektir insanlar?... -alıntı-
Sevgi öğretilebilir mi? Ne münasebet, elbette öğretilemez, fakat yaşanır. Ancak insanın sevme yeteneğini keşfetmesi, bu gizli hazineyi ortaya çıkarması için, içinde yaşadığı mükemmel donanımı görmesi, belki eğitimle sağlanabilir.
Sevgiyi öğretmenin en garantili yöntemi sevmek ve sevgi temelleri üzerinde yükselen model bir toplum oluşturmaktır.
Kur’an sevgiden bu kadar çok söz ederken sevgi bizim hayatımızda ne kadar yer tutmakta? Sevebilecek yerlerimizi ellerimizle hala yok etmemişsek haydi hep birlikte sevgi oluğunun altına tutalım başlarımızı. Bilelim ki, İslam’ın ve insanın ortak düşmanları önce sevgiyi katlettiler ve yerine nefret tohumları saçtılar. Bombalarını coğrafyamızdan önce yüreklerine attılar ve oradan başladılar işgale.
Yaşadığımız bu diz boyu sefalet neyin sonucudur sanıyorsunuz. Sevginin kanı dökülmüşse bir yüreğe, o yüreğe bir daha bahar gelir mi hiç? Sevgi güllerini yolan eller kurumaz mı hiç? Ondan geriye buğz, hased, kin, suizan, kapris, ihtiras kalacaktır. Sevginin yerini bu sayılanlar aldığı zaman gelsin gıybetler, gelsin iftiralar, dahası gelsin hamaketten kaynaklanan ihanetler ve acımasızca kıyımlar.
Evet yakıtı tükenmiş bir yürekle bu dünyanın en zor yokuşunda nereye kadar çıkabilirsiniz ki? Kalp öyle bir taşıyıcı ki, taşıdıkları arasında iman var, Kur’an var, basiret var, feraset var, cemaat var –kırılıp bitmemişse tabi- ümmet var. Nüfusu milyarları bulan bu ülkenin yüzölçümü henüz hesaplanabilmiş değil.
Bütün bunlar bir yana, orası Mekansız’a mekan olacak kadar, O’nu orada ağırlayacak kadar büyük. Bu sınırsız coğrafyada bu sınırsız yükü çekebilecek taşıtın yakıtı da sınırsız olmak gerek. İşte o yakıt ‘sevgi’dir. Değilse, o muazzam yüke yürekten başka hangi araç, sevgiden başka hangi yakıt dayanabilir.
Bir Sonsuz’u taşıyan sonsuz bir araca, sonsuz bir yakıttır sevgi…
Onun için diyoruz ki “önce sev…” kardeşini sevdin mi bir kez, kötülük yapmasın ona. Eğer mü’minler elimizden dilimizden emin olamıyorlarsa, ‘sevgisizlik’ yüzündendir. Sevginin ‘cennet’ demeye geldiğini, sevginin ‘iman’ demeye geldiğini bir daha dinleyelim Rasul’un dilinden:
“Vallahi birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz.”
İnsanın insana sunabileceği en ölümsüz şeydir sevgi. Bir asrı ‘asr-ı saadet’ yapan işte budur. Onlar aşkı öyle yüksek dozda yaşadılar ki, sonraki nesiller onların bu sevgi stoğunu harcaya harcaya bitiremedi. Buyurun, kuşağımızla biz bu sevgiyi tüketen değil, üreten olalım. Öyle üretelim ki sonraki kuşaklara bile yetsin bu sevgi.
Bilelim ki, Medine önce yüreklerde kuruldu, ona mekke’de hamile kalmıştı mü’minler. Göğüslerinde bir muştu gibi besleyip büyüttükleri bu nurtopu gibi çocuğun doğuşunun adıdır Medine devleti.
İçimizde ki devletten habersiz yaşayan bizlerin, dahası yürek devletini olumsuz davranışlarla kıyasıya tarumar eden bizlerin, devletten söz etmesi şov yapmaktır.
Eğer bu dünyadaki insana ve insandaki dünyaya varlığın harcadıkça çoğalan sermayesi sevgi hakim olmayacaksa, nasıl sağlanacaktır “insanın mutluluğu”? ve yüreklerin işgal altında olduğu bir toplumda sevmeyi neyle, nasıl becerecektir insanlar?... -alıntı-