ARAPÇA OLMASA KONUŞAMAYIZ!
Geçenlerde bu “mecra”da, Arapçadan daha çok Farsçaya borçlu olduğumuza "dair" bir yazı gördüm.
Oturdum, düşündüm; gerçekten öyle midir?
“Hayalî” bir kurgu içinde Arapça kelimeleri tırnak içine alarak “sırf” “muhabbet” olsun diye ) “akl”ıma gelenleri yazdım. “Karar”, sizindir.
Biz Türkler ne ilginç bir “kavim”iz! “Eyvallah”, Arapça “Evet, yemin olsun!” anlamındaki “Î, vallah”dan; “Yallah”, “Yâ Allah”dan bozmadır. Elveda, “el-Vedâ‘”dır. “Vallahi” de “billahi” de öyledir. Ama, fakat, lakin! mi? “Ama”, “Emmâ”dan bozma; “fakat”, “lakin” ise Arapçadır.
“Acele” edip, “Asla ve kat’a!” mı diyeceksiniz. Acele ile kat’a, Arapça; “Asla” ise “Aslen”den bozmadır. Sahi, Türkler “aslen” nerelidir ) “Millet” oluşumuz bile “din” kokar. Millet, “din” anlamındadır çünkü. Bu arada birisi bana “Tarihte Türkler” mi dedi ) Ne “alaka!” mı )
Buyurun, ön“kabul”lerinizle “hareket” etmeyin, “mesele”ye bir de bu “zaviye”den “nazar” edin "lütfen". Arapça olmasa “hayat” olmaz; “teneffüs” edemez, “nefes” alıp veremezsiniz ) “Ruh” olmadan “beden”, “kalp” olmadan “kalıp” olur mu? “Vücut”, “uzuv-a’zâ”, “cesed”... Arapçadır.
“İnsan-hayvan”, “zaman-mekân”, “eşya-tabiat”, “halk-mahlûkat”, “kâinat-mevcudat”, “sema-ecram”, “cisim-ecsam”… hepsi Arapçadır. Arapça olmasa ne “dünya”mız olur ne “ahiret”imiz; ne “günah” kalır ne “sevap”; ne “hata” ne “savap”; ne “hayır” ne “şer”, ne “ceza” ne de “mükâfat”.
“Hukuk”unuz işlemez, “adalet”i “tesis” edemez, ülkeyi “idare” edemez duruma düşersiniz. Ne “devlet” kalır elinizde ne de “hükümet”. Ne “nüfuz”unuz kalır; ne “kuvvet” ve “kudret”iniz. Arapça olmasa “emniyet” duygusunu gönüllere yerleştiremez, “sulh” u “sükûn”ü sağlayamazsınız.
Ne “suikast” yapan “katil”in “eşkâl”ini “tespit” edebilir ne de “cinayet”i çözüp “cânî”yi adalete “teslim” edebilirsiniz. İş bu raddeye vardığında ne “mahkeme” ve “hapis”haneler çözüm olur ne “hâkim”, “vali”, “kaymakam”, emniyet "müdürü”, “muhtarın” "müspet" bir “tesir”i olur.
“Müessese”leriniz çöker, “iktisad”ınız “sekte”ye uğrar, “cârî” açık artar, “ithalat-ihracat” yapamazsınız! İş, “iflas”a “kadar” varır ) Ne “arsa-arazi”niz para eder ne de “menkul-gayr-i menkul” “emlak”iniz. Bütün “mal”ını, “haraç-mezat” elden çıkarsan bile “kıymet”i olmaz.
“Sene”ler geçer gider, “saat”ler, “dakika”lar, “saniye”ler, “salise”ler tükenir; geçen “zaman”ı, “zayi” olan “vakt”i geri getiremezsiniz. Bir eksiğiniz olsa “tedarik” edemez, bir yanlış yapsanız “telafi” edemezsiniz. Arapça olmasa “özür” dileyemez, bir “mazeret” sunamazsınız.
Birisi öfkelenip parlasa “teskin” edemezsiniz ) “Vaaz-nasihat” “fayda” vermez. “Takdir”, “tekdir” de her zaman iş görmez. Bir defa Arapça olmasa “Efenim, şey...” diye bile kekeleyemezsiniz ) Zira “şey” Arapçadır! Bir isteğiniz olsa “recâ”, “istirham” ederim ) diyemezsiniz.
Birbirinizi “teselli” edemez, “kader-i İlahi”dir, “mahzun-mükedder” olma, “sabr”et, “akıbet”i “hayr”olur, “vakt-i şâdî” de gelir, “mevsim-i mihnet” de geçer diyemezsiniz. “Nüfus” cüzdanınız “kayb”olsa “ilan” veremez, şöyle “lezzet”li bir yemeği “iştah”la “mide”ye indiremezsiniz.
Canım sıkıldı, açıp “haber”lere bakayım. Yok. Oturup bir “kitab”a sardırayım. Olmaz. Kendimi “sokağa”, “cadde”ye, “meydan”a atayım. “Mümkün” değil. Çıkıp “etraf”a bakayım, “mahalle”de, şu “civar”da bir turlayıp geleyim; yemez! Köyüme gideyim, bi “hava” değiştireyim! Yapamazsınız.
Köy değil ama köyün bağlı olduğu “kasaba”, “nahiye”, “belde”, “vilayet” Arapçadır. Ülke değil ama “vatan”, “memleket” Arapçadır. Beyler, işi “ciddi”ye alın. Kişinin “hadd”ini bilmesi büyük “fazilet”tir. “Talip” ne der: Kişi “noksan”ını bilmek gibi “irfan” olmaz. “İnsaf”, “Ya hu”!
“Din”, “iman”, “vicdan”, “ar”, “namus”, “haya”, “iffet”, “izzet”, “şeref”, “akıl”, “iz’an”, "irfan".. Hepsi Arapçadır. Ama bakıyorum da tatsız bir durumumuz var. “Haysiyet” “cellat”ları, “eyyam”cılar köşeleri tutmuş. Nereden türedi bu kadar “asıl”sız, “nur”suz şu güzelim ülkede..
Bu “tayfa”da “ahlak”, “edep” yok. Allah korkusu, ahiret endişesi, “helal-haram” ölçüsü yok. Yüzlerine tükürsen “iltifat” sayacaklar! “Rezalet” diz boyu. Her yol “mubah” sayılır olmuş. Kepazelik "arş"a çıkmış. Bir süredir hayasızlık, “cesaret” adı altında “arz”-ı endam eder olmuş.
“Samimiyet” yok. “Münafık” ağızlar, sahte “surat”lar, iğreti “tebessüm”ler, “muzdarib” görünen “müstehzi” çehreler, "zahmet"siz "dimağ"lar… “Kader” mi diyeceğiz? “Şüphe”siz öyle de bu “adam”ların (âdemlerin ) bizim hiç mi “kabahat”imiz yok. Ne diyelim. Allah “ıslah” etsin.
İnsanların iç “huzur”u yok. “Kanaat” duygusu kaybolmuş. “Nasib”ine “razı” olan yok. Büyük bir “hırs”, “tamah” var insanlarda. Toplum, "tehlike"li bir "şekil"de “kutup”lara ayrılmış; birbirlerine “nefret” gözüyle bakıp “husumet” besler olmuşlar. “Hakaret”, “küfür” bini bir para!
Hadi “aşk-meşk”i, “ahbap”lığı bir “taraf”a bırakalım; içtenlikle “hasbihal” edemez, “makul” bir zeminde bir araya gelip meselelerimizi konuşamaz, en azından birbirimize “selam” verip bir “merhaba” diyemez miyiz? Ne ara bu kadar “nezahet”ten, “nezaket”ten, “zarafet”ten uzaklaştık!
“Fakir-fukara”nın “hatr”ını sormak, “yetim-miskin”i arayıp bulmak, “mazlum-mağdur”un elinden tutmak, “hamal”ın, “hademe”nin “hakk”ını gözetmek, “rahmet, merhamet, şefkat” gibi “ulvî haslet”ler “müşteri”si az olan “meta” “sınıf”ına girdi. “Zayıf”ın “ızdırab”ını “hiss”etmez olduk.
Meğer ne çok şey borçluymuşuz şu Arapçaya.. “Hayat” da Arapçadır “vücud” (varlık) da.. “Ebediyet” de “saadet” de; “bereket” de “huzur” da.. “İstikbal”e dair “emel”lerimiz de Arapçadır; “mazi”ye “ait” “tahassür/tahassüs”lerimiz de.. “Ân”a “ait” “efkâr” ve "buhran"ımız da ..
Arapça olmasa “ilim”, “fen, “sanat” olmaz Efendiler! Hatta sizi “temin” ederim ki, hiçbir “faaliyet” yapılamaz. "Nokta!" (Nokta da Arapça ) O olmasa, ne “mütefekkir”imiz ne “ilim”, “edebiyat”, “tarih” adamımız olur. Ne “mefküre sahibi” idealist “siyaset”çi ne “dava” adamı kalır.
Ne “sanayi” ve “zenaat”kâr, ne “esnaf/ticaret erbabı”, ne “hizmet”li sınıfı, ne “amele”, ne de "maharet" ve "kabiliyet" sahibi "şahıs"lar kalır. Çocuklarımızın “mürüvvet”ini göremez, "nikah" yapamaz, onları “zifaf”a sokamayız. Böylece ne “aile” olur; ne “sülale” ne “nesep”.
Sahi, Türkler mi dediniz?! “Defter”ini, “kalem”ini, “kitab”ını bile Araplardan almış bu insanları ben “hesab”a katmıyorum )) “Ali-Veli, Ahmet-Mehmet, Hasan-Hüseyin, Ayşe-Fatma, Hatçe-Zehra”dan başka isim mi kalmadı memlekette, yahu! “Recep, Şaban, Ramazan"?! Pes, “yani”!
“İsim”, “fiil”, “harf”, “kelime” hepsi Arapça dostlar! Arapça olmasa iki “kelam” edemez, halleşip “sohbet” edemeyiz şurada! Bu kadarı da “fazla” mı diyorsunuz. Eh, size “sıhhat”ler olsun, “hüzün, keder” erişmesin o zaman. Her ne demiş de bir “kusur”, "hata" etmişsek affola )
Bir İsmet Özel fıkrasıyla bitirelim. Türkün biri “hac”dan gelmiş. Etrafına toplananlara "heyecan"la başından geçenleri anlatıyormuş. “Yahu, bu Araplar "tuhaf" insanlar”, demiş. “Ezanı Türkçe okuyorlar, namazı Türkçe kılıyorlar ama iş konuşmaya gelince sapıtıyorlar!” )
(Mehmet Fatih Kaya Hoca)