Bismillahirrahmanirrahim ve bihi nestein, Allahım bizlere salih ve sadık niyetler ihsan eyle amin...
Değerli kardeşlerim şu zamana kadar burada paylaştıklarımdan çok daha mühim gördüğüm bir husus var. İtiraf etmeliyim ki bu niyet konusunda cehaletimden veya gafletimden ötürü her zaman hüsrana uğradığımı söyleyebilirim. Dinimizde niyet denen kavramın ehemiyyetini hepimiz iyi biliriz. İlim öğrenme, amel yapma, işe girip çalışma, birini sevip-sevmeme gibi fiillerimizde Allah her daim niyetlerimizi gözetir ve niyetlerimize göre bu dünyada ve ahirette karşılık verir.
Başlığa da ''Niyet İlmi'' ismini verdim çünkü -en başta ben- Allahın dilediği kadar ilim yolunda muvakkaten talebimi ortaya koyduğum sıralarda bu meseleyi çoğunlukla ya önemsememiş veya niyet denen mefhumun ilmi hakikatini bilmediğim için her zaman niyet konusunda noksanlıklarım hatta hüsranlarım vaki bulmuştur. Bu meselede en tafsilatlı açıklamayı İmam Gazalinin (rahimehullah) İhya adlı eserinde gördüm. Elimden geldiğince sizlere onun niyet kavramı hususunda talim ettiği hakikatleri aktarmaya meyyalim. Rabbimden tek bir şey istiyorum. Rabbim hepimizi sadık, muhlis-muhles (ihlası kesbetmiş veya ilahi bir tevfikle ihlasa nail olmuş) kişilerden eylesin. Allahumme amin. Elfu amin.
Meselemize yukarıdaki mukaddimeye vesile olacak şu iki rivayeti Gazaliden aktarmak istiyorum;
Süfyanı Sevri (rahimehullah) demiştir ki;
Gazali bu rivayetin akabinde bazı ilim ehlinin şöyle dediğini bizlere belirtiyor;
Sonrasında Hasenu'l-Basrinin (rahimehullah) niyetle alakalı şu çarpıcı ifadesini bizlere naklediyor;
NİYETİN HAKİKATİNİ, İLMİNİ BİLMEYEN ALLAH İÇİN NASIL AMEL YAPSIN?
Gazali bu manada şunları bu rivayetlerden önce söylemiştir;
''Bir kişi niyetin hakikatini bilmedikten sonra niyetini nasıl düzeltecek şaşarım! İhlasın hakikatine dair ilme sahip olmayıpta niyetini düzeltecek olan kişi nasıl amellerinde ihlaslı olabilir ki? Hakeza bu kavramın manasını idrak etmemiş birisi nefsinden nasıl ihlası olmasını taleb edebilir ki?
Bu hususta evvela vazifemiz, Kim Allaha itaat etmeyi irade eyliyorsa, ilk başta niyet(in ilmini) öğrenmelidir ki böylece marifeti tahsil edebile... Akabinde kurtuluşuna vesile olacak sıdk ve ihlasın hakikatini anlamalı ki niyet ilmini tahsil edip marifet yolunda muvaffak olabile...''
NİYETİN HAKİKATİ
İmam Gazali bu rivayetleri aktardıktan sonra, niyetin hakikati diye başlık açmıştır burada söylediklerini aynen tercüme etmeye başlıyayım;
İlim, irade ve kudret... Çünkü insan bilmediği bir şeyi istemez ki kaçınılmaz olarak isteyebilmesi için o şeyi bilmesi lazımdır. Yine kişi istemediği bir işi(ameli) yapmaz zira bunun için ona bu hususta irade(arzu) lazımdır.
'' İRADE sözcüğünün anlamı; Kalbin, gördüğü şeyi kendisine münasip sayıp o şeyi derhal arzulaması/meyletmesi/o şeye istek duymasıdır.
İnsan öyle bir yaratılmıştır ki, kendisine uygun işleri görünce derhal onu maksad/gaye edinir. Eğer sevmediği işlerle karşılaşırsa, nefsinin uygun gördüğü ve ona meylettiği şeyleri didiklemeye ihtiyaç duyar hakeza, nefsinin istemediği zararları da defetmeyi arzular. Böylelikle zaruret icabı, fayda veya zarar veren şeylerin bilmek ve idrak etmek ister böylelikle faydalı olanı elde etmeye, zarar verenden de kaçmaya gayret gösterir.
Bu anlattıklarımızı bir misallenderilim ki iyice konu anlaşılsın;
Bir kimse yemek denen şeyi hiç görmemişse ve yemek denen şeyin ne olduğunu bilmiyorsa o yemekle gıdalanma(yı istemek) onun için asla mümkün olmaz.
Hakeza, bir kimse ateşi hiç görmemiş (ve ateşin ne olduğuna dair en ufak bir fikri yoksa) ateşten kaçması normal şartlarda olanaksızdır.
Allah Teala da hidayet ile marifeti yaratıp bu ikisine vasıl olmak için sebebler yaratmıştır. Bu sebepler; Batıni ve zahiri duyu organlarıdır.
Sonra, bir kimse yemek denen şeyi görse ve o yemeği kendisine uygun telakki etse bu durumda o kişinin yemeği yemesi için illaki o yemeği şehevi surette arzulaması/yemeğe kalbin istekle meyletmesi gerekir. Biliriz ki hasta bir kimse, yemeğin nasıl birşey olduğunu hatta kendisi için gerekli olduğunu ilmen bilir ama yemeğe karşı bir rağbet/meyl/arzu hissetmediği için o yemeği yemesi mümkün olmaz.
İşte tam bu noktada Allah (kişi yemeğini yemesi için) o kişide; Meyl, Rağbet ve irade hislerini kendisinde yaratır. Bu hislerden kasıt nefsinden kopan bir istek ve kalbin yemeğe teveccüh eylemesi murad edilmiştir.
''Ne var ki, bu kadarı da o yemekle gıdalanmaya kafi değildir. Zira nice yemekler gören kimseler vardır ki, kudretten düşmüş aciz kimseler oldukları için o yemeği yiyemezler. Allah da bunun için kullarında (o yemeği yemesi için) kudret/güç, hareketli organlar yaratmıştır ki o yemeği yesin. Bedenin organları ancak kudretle hareket eder. Kudret ise o yemeği elde etmeye yönelik içsel dürtüyü, bu içsel dürtü de, ilim, marifet, zan veya kişinin kendisine o yemeği uygun görmesi gibi bir itikadın filizlenip kuvvetlenmesini bekler.
Eğer bilirse ki bu yemek kendisi için uygun olandır, kesinlikle o yemeği yeme eylemini icra edecektir. İşte burada irade(bir şeyi elde etmeye can atma/inbias/dürtü) devreye girmiş ve o yemeğe meyalanı/meyyalliği vuku bulmuştur. Eğer irade vuku bulur ve organları, azaları hareket ettirmeye yönelik kudrette kişinin derununda mudahil olursa bu yemek yeme işlemiş illaki gerçekleşir.
Çünkü kudret, iradenin hizmetkarı ayrıca irade de inancın ve marifetin hükmüne tabidir.''
''NİYET: İrade, nefsin kendisine uygun gördüğü birşeye rağbet ve meylle can atmasından ibarettir.''
NİYETİN AMELLER HUSUSUNDA SEÇİM YAPMA KABİLİYETİNE (İHTİYAR EYLEMESİNE) DAHİL OLMAMASI
''Biliniz ki, cahil bir kimse niyeti güzelleştirmeyle alakalı bahislerimize göz atarak ve Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) ''Ameller niyetlere göre değer kazanır'' hadisini çokça zikrederek; kendi nefsine ilim öğretirken veya ticaret yaparken; Allah için ders vermeye niyet ettim, Allah için yemek yemeye niyet ettim gibisinden sözler sarfederek niyetini tamamladığını zanneder.
Heyhat ki heyhat! Bu niyet adını verdiği dille telaffuzu ancak nefsin kendisiyle konuşmasından ibarettir. Niyet ancak, canın(nefsin) adeta can atarak birşeyi istemesi, o şeye yönelimi, meylidir ki o istediği şeyde eninde sonunda elde etmek istediği bir maksadı vardır.
Eğer böyle bir meyl yoksa o şeyi elde etmesi için sadece o şeyi istiyorum demesi de yeterli gelmez. Tıpkı karnı tok bir kimse, acıkmaya niyet edip, acıkmaya meylediyor ya da boşta olan bir kimsenin, ben falancaya aşık olup, onu sevmeye, onun sevgisini kalbimde beslemeye niyet ediyorum demesi de aynı şeydir. Bu şekilde bir niyet(arzu) meydana getirmek imkansızdır zira bir kalbi bir şeye meylettirmek(niyetlendirmek) ancak o şeye dair sebebleri kesbetmekle mümkün olur. Dediğimiz gibi de bu işe kişi bazen gücü yeter bazen de aciz kalır.
فإذا غلبت شهوة النكاح مثلاً ولم يعتقد غرضاً صحيحاً في الولد ديناً ولا دنيا لا يمكنه أن يواقع على نية الولد بل لا يمكن إلا على نية قضاء الشهوة إذ النية هي إجابة الباعث ولا باعث إلا الشهوة فكيف ينوي الولد وإذا لم يغلب على قلبه أن إقامة سنة النكاح (١) اتباعا لرسول الله صلى الله عليه وسلم يعظم فضلها لا يمكن أن ينوى بالنكاح إتباع السنة إلا أن يقول ذلك بلسانه وقلبه وهو حديث محض ليس بنية نعم طريق اكتساب هذه النية مثلاً أن يقوي أولاً إيمانه بالشرع ويقوي إيمانه بعظم ثواب من سعى في تكثير أمة محمد صلى الله عليه وسلم ويدفع عن نفسه جميع المنفرات عن الولد من ثقل المؤنة وطول التعب وغيره فإذا فعل ذلك ربما انبعث من قلبه رغبة إلى تحصيل الولد للثواب -
ولهذا امتنع جماعة من السلف من جملة من الطاعات إذ لم تحضرهم النية وكانوا يقولون ليس تحضرنا فيه نية حتى إن ابن سيرين لم يصل على جنازة الحسن البصري وقال ليس تحضرني نية
''Eğer kişiye cinselliğe dair bir şehvet galebe çalsa (bu yüzden evlenmek arzusunda olsa) ve maksadı dini-bütün çocuk dünyaya getirmek olması buradaki niyeti ancak şehvetini gidermek olur. Zira niyet dürtünün gereğini yapmaya icabet etmektir ve bu dürtüde ancak cinsi şehvetten ibarettir. Eğer bu kimsenin kalbine Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetine ittiba etmek ve bu sünneti yerine getirmek maksadıyla çocuk yapmamaya dair bir arzu galebe çalmamışsa bu kimsenin sünnete tabi olma niyetinde olması düşünülemez ancak niyet ettiğini sadece diliyle veya kalbiyle telaffuz eder. Bu ise niyet değil sadece nefsane bir cümle telaffuzundan ibarettir.
Burada sünnete tabi olma niyetini kalbe yerleştirmenin yolu ise, misalen; İlk başta şeriata tabi olup imanını kuvvetlendirmesi, bu niyetle evlenmenin ilahi mükafatını tefekkür etmesi ayrıca çocuk yapmanın meşakkatlarini düşünmesidir. Eğer böyle yaprsa belki kalbi (niyet olarak) sevap maksadıyla çocuk yapmaya meyleder.
İşte bu hakikati selef bildiği için niyetleri kalpte hazır olmadıktan sonra taate yönelmezlerdi ve derlerdi ki; O işte daha niyet kalbime yerleşmedi.
Mesela İbn Sirin, Hasenu'l-Basrinin cenazesine katılmamıştı ve bunun sebebi olarak; Niyetim kalbime yerleşmedi sözünü zikretmesiydi.''
ومات حماد بن سليمان وكان أحد علماء أهل الكوفة فقيل للثوري ألا تشهد جنازته فقال لو كان لي نية لفعلت وكان أحدهم إذا سئل عملاً من أعمال البر يقول إن رزقني الله تعالى نية فعلت
وكان طاوس لا يحدث إلا بنية وكان يسئل أن يحدث فلا يحدث ولا يسئل فيبتدئ فقيل له في ذلك قال
أفتحبون أن أحدث بغير نية إذا حضرتني نية فعلت
''Küfenin sayılı alimlerinden biri olan Hammad bin Süleyman vefat edince, Süfyan es-Sevriye, cenazesine gitmeyecek misin diye soruldu. Bunu üzerine es-Sevri; Eğer niyetim (kalbimde hazır) bulunsaydı kesinlikle giderdim.
Yine seleften birine iyi bir amel yapılması için ricada bulunulduğunda kendisi; Eğer Allah beni bir (güzel) niyetle rızıklandırırsa o zaman o iyi ameli yaparım demiştir.
Tavus ise niyeti (kalbinde hazır) olmadan asla hadis aktarmazdı ve kendisinden hadis anlatması istenildiğinde o sırada hadis aktarmaz ama başka zaman taleb olmadan hadis anlatınca kendisine bu durum soruldu ve kendisi de şöyle cevap verdi; Niyet etmeden hadis aktarmam hoşunuza mı gidiyor? Eğer niyet kalbimde hazır olursa tabii ki size hadis aktarırım.''
وقيل لطاوس ادع لنا فقال حتى أجد له نية
وقال بعضهم أنا في طلب نية لعيادة رجل منذ شهر فما صحت لي بعد
''Tavustan birileri dua talebinde bulununca kendisi, niyetim gelsin o zaman ederim demiştir.
Onlardan bazıları da; Ben bir kişinin bakımına dair bir niyeti kalbimde hazır olması için taleb ediyordum ama bir aydan beri o niyete nail olamadım.''
NİYET İLE ALAKALI SAİR MALUMATLAR
''İlk başta kişiyi tahrik eden(o şeyi elde etmek için arzulatan şey) matlub olan gayedir/herhangi bir nesnedir. İşte buna kişinin o nesneye elde etmesine yönelik dürtü deriz. Elde etmek istediği nesneye de niyet edilen maksad ismini veririz.
İşte bu dürtüsel hisse de kasıt veya irade deriz.
Bu iradeye hizmet namına kudretin de vaki olmasına binaende azalar harekete geçer ve buna da amel deriz. Ayrıca (nesneyi elde etmek için) ortaya konan amel/eylem içinde bazen bir veya birden fazla dürtü(irade,arzu) meydana gelebilir. Bu iki iradenin her biri -eğer birisi diğerinden gayrı tek başına kalsa- o ameli gerçekleştirecek kudreti ikame etmekten geri kalabilir bu yüzden o kudretin gerçekleşmesi için o iki dürtünün de aynı anda kişide var olması gerekir. Bazende bu iki iradeden sadece biri ameli gerçekleştirecek kudretin ortaya çıkmasına tek başına da vesile olabilir ama diğerinin varlığı da arka planda adeta bir destekliyici mahiyet kesbeder.''
''Bu anlatılanlar dört kısma ayrılır ve bu her bir kısmı örneklendirerek anlatacağız.''
''Birincisi; Tek bir dürtünün(niyet ve irade) eylemi gerçekleştirmek için yeterli gelmesidir. Örneğin, bir insana yırtıcı bir hayvan saldırır ve o insan o hayvanı ne zaman görse (ondan sakınabilmek için) sürekli yer değiştirmeye gayret gösterir. Buradaki gayesi ancak o yırtıcıdan rahatsızlık duyup kaçmasıdır. Zira o insan o yırtıcıyı görmüş ve onun zarar verici olduğuna dair ilme sahip olmuştur. Bu ilmin akabinde nefis dürtüsel olarak kaçmaya rağbet eder tam da bu sırada o dürtüye, rağbete, iradeye bağlı olarak kaçma fiiline dair kudret şahsında peyda olur.
İşte burada o kişinin niyeti ancak o yırtıcıdan kaçmaktır deriz. Zira o kişi kaçarken sadece o yırtıcıdan kaçmayı istemiştir.
İşte bu çeşit niyete halis bir niyet deriz. Bu kaçma eylemi icabı bu amele de ihlaslı amel deriz. Zira kişinin kaçma maksadına dair niyet ancak o yırtıcıdan teşekkül etmiştir başka bir şeyden kaçmayı asla irade eylememiştir.''
''İkincisi; Bir nesneyi elde etmeye dair amele vesile olan iki dürtünün varlığıdır ki bunların her biri bir fiilin gerçekleşmesi adına tek başına yeterli birer arzudan ibarettir.
Bunun örneği hislere dayalıdır ki, iki kişinin bir şeyi bir mikdar kuvvetle taşımada yardımlaşmalarıdır ki bu iki kişi tek başına da bu bu şeyi taşımaya kadirdir. Başka bir örnek de şudur; Bir kişiden fakir bir akrabısının hacet dilemesi ve neticede o kimse hacet dileyen kişinin hacetini ya akrabalığı ya da fakirliği sebebiyle gidermesidir. Bu kişi bilir ki, eğer bu akrabası fakir olmasaydı akrabalığı gereği yine ona yardım edecekti ve yine akraba olmasalar bile sırf muhtaç olduğu için ona ayrıca yardım edecekti.
Yine kişi kendinden bilir ki, eğer kendisine zengin bir kimse haceti için ona gelseydi veya yabancı bir fakir aynı sebeble ona gelseydi yine nezdinde durum eşitti.''
وكذلك من أمره الطبيب بترك الطعام ودخل عليه يوم عرفة فصام وهو يعلم أنه لو لم يكن يوم عرفة لكان يترك الطعام حمية ولولا الحمية لكان يتركه لأجل أنه يوم عرفة وقد اجتمعا جميعاً فأقدم على الفعل وكان الباعث الثاني رفيق الأول
''Hakeza, bir doktorun kişiyi yemekten menetmesine mukabil kişi arefe gününde oruç tutsa kendisi de bilir ki o gün arefe günü olmasa da doktorun talebi üzerine kendini korumak için yemek yemekten uzak duracaktı ama o günün arefe günü olduğunu bildiği için yemek yemekten sakınmaktadır. İşte burada bu iki niyette birlikte devreye girmiştir ve burada ikinci niyet birincisine eşlik etmektedir.
والثالث أن لا يستقل كل واحد لو انفرد ولكل قوى مجموعهما على إنهاض القدرة
ومثاله في المحسوس أن يتعاون ضعيفان على حمل مالا ينفرد أحدهما به
ومثاله في غرضنا أن يقصده قريبه الغني فيطلب درهماً فلا يعطيه ويقصده الأجنبي الفقير فيطلب درهماً فلا يعطيه ثم يقصده القريب الفقير فيعطيه فيكون انبعاث داعيته المجموع الباعثين وهو القرابة والفقر
وكذلك الرجل يتصدق بين يدي الناس لغرض الثواب ولغرض الثناء ويكون بحيث لو كان منفرداً لكان لا يبعثه مجرد قصد الثواب على العطاء ولو كان الطالب فاسقاً لا ثواب في التصدق عليه لكان لا يبعثه مجرد الرياء على العطاء ولو اجتمعا أورثا بمجموعهما تحريك القلب
ولنسم هذا الجنس مشاركة
''Üçüncüsü, birden fazla niyet her ne kadar tek başına bir fiile vesile olacak kıvamda olmasalar bile bütün bu niyetler bir araya gelip fiili gerçekleştiren kudrete vesile olmalarıdır. Örneğin; Bir kimse zengin akrabasına gidip ondan bir dirhem talep edipte o akrabası ona o dirhemi vermese sonra fakir bir yabancıya gidip ondan da bir dirhem talep etse ama o kimse yine ona bir dirhem vermese sonra fakir bir akrabasına gidipte ondan istemesine mukabil o kimse ona bir dirhem verse, işte burada iki niyet(dürtü) ortaklaşa hareket edip o dirhem talebi eylemine vesile olacaklardır; Bu ikisi akrabalık ve fakirliktir.
Hakeza bir adam hem övülmek için hem de sevap kazanmak için insanlara sadaka dağıtmaya kalksa burda durum şöyle olur ki, sadece sevap kazanma niyeti o eyleme vesile olmayacak çünkü sadaka isteyen fasık biri olsa ona sadaka vermekle sevaba nail olmayacak. Hakeza övülme niyetine bağlı riyada onun bu eylemini gerçekleştirmesi için yeterli olmayacaktı. Eğer bu iki niyet bir araya gelirse bu ikisi kalbi o eylem için tahrik edecek/meylettirecek işte burada bu tarz duruma niyetlerin müşterek olması ismini veririz.''
والرابع أن يكون أحد الباعثين مستقلاً لو انفرد بنفسه والثاني لا يستقل
ولكن لما انضاف إليه لم ينفك عن تأثير بالإعانة والتسهيل
ومثاله في المحسوس أن يعاون الضعيف الرجل القوي على الحمل ولو انفرد القوي لاستقل ولو انفرد الضعيف لم يستقل فإن ذلك بالجملة يسهل العمل ويؤثر في تخفيفه
ومثاله في غرضنا أن يكون للإنسان ورد في الصلاة وعادة في الصدقات فاتفق أن حضر في وقتها جماعة من الناس فصار الفعل أخف علة بسبب مشاهدتهم وعلم من نفسه أنه لو كان منفرداً خالياً لم يفتر عن عمله وعلم أن عمله لو لم يكن طاعة لم يكن مجرد الرياء يحمله عليه فهو شوب تطرق إلى النية
ولنسم هذا الجنس المعاونة
''Dördüncüsü, eğer iki niyet-dürtüden biri tek başına eylemi gerçekleştirmeye yeterli olsada ikincisi burada bu özelliğe sahip değildir. Lakin bu ikinci niyet ilkine katılırsa eylemi gerçekleştirme hususunda bir kolaylık veya yardım vazifesi görecektir.
Bu dediğimize dair örnek yine duygularla ve hislerle alakadardır. Yani, zayıf bir kimse güçlü bir kimseye taşımaya yardım etse ama güçlü kimse bu işte tek başına muktedirken zayıf kimse tek başına bu taşıma işine güç yetiremez. İşte burada amelin kolaylaşması söz konusu olup kişinin işini hafifletici bir etkisi vardır.
فمن قال الخبز خير من الفاكهة فإنما يعني به أنه خير بالإضافة إلى مقصود القوت والاغتذاء ولا يفهم ذلك إلا من فهم أن للغذاء مقصداً وهو الصحة والبقاء وأن الأغذية مختلفة الآثار فيها وفهم أثر كل واحد وقاس بعضها بالبعض فالطاعات غذاء للقلوب والمقصود شفاؤها وبقاؤها وسلامتها في الآخرة وسعادتها وتنعمها بلقاء الله تعالى فالمقصد لذة السعادة بلقاء الله فقط ولن يتنعم بلقاء الله إلا من مات محباً لله تعالى عارفاً بالله ولن يحبه إلا من عرفه ولن يأنس بربه إلا من طال ذكره له
فالآنس يحصل بدوام الذكر والمعرفة تحصل بدوام الفكر والمحبة تتبع المعرفة بالضرورة ولن يتفرغ القلب لدوام الذكر والفكر إلا إذا فرغ من شواغل الدنيا ولن يتفرغ من شواغلها إلا إذا انقطع عنه شهواتها حتى يصير مائلاً إلى الخير مريداً له نافراً عن الشر مبغضاً له وإنما يميل إلى الخيرات والطاعات إذا علم أن سعادته في الآخرة منوطة بها كما يميل العاقل إلى القصد والحجامة لعلمه بأن سلامته فيهما
''Kim ekmek meyveden daha hayırlı derse burada ekmeğin doyurucu yönünü kastetmiş olur ve ancak ekmeğin doyuruculuğunun burada maksat oluşunu kişi anlar. İtaat dahi kalbin gıdası olup, ahiretteki selameti, Allaha kavuşmanın lezzeti ve şifası kastedilir. Allahla kavuşmayı nimet sayan bir kimse de ancak Allahı seven Allahı tanıyan kimsedir. Zira bir kimse Allahı ancak tanıyınca sevebilir ve onu sürekli zikretmekle ona karşı ülfet kesbeder.''
وإذا حصل أصل الميل بالمعرفة فإنما يقوى بالعمل بمقتضى الميل والمواظبة عليه فإن المواظبة على مقتضى صفات القلب
''Kişinin kalben meyli ve arzusu da ancak marifete(tanımaya) dayalı olunca, bu meyl gereği amelini arttırır ve kalbiyle iradesinin gereği salih amellere devamlılık gösterir.
فالمائل إلى طلب العلم او طلب الرياسة لا يكون ميله في الابتداء إلا ضعيفاً فإن اتبع بمقتضى الميل واشتغل بالعلم وتربية الرياسة والأعمال المطلوبة لذلك تأكيد ميله ورسخ وعسر عليه النزوع وإن خالف مقتضى ميله ضعف ميله وانكسر وربما زال والمحق
''İlim talebine veya reisliğe (kalben) meyleden bir kimsenin meyli başlangıçta zayıf olur. Eğer meylinin gereği ilimle meşgul olur veya önderlik için gerekenleri tahsil ederse meyli, arzusu derinleşir ve o arzudan kopabilmek kişiye zor gelir. Eğer meylinin gereğini yapmaz ve gerekliliklerine muhalefet ederse meyli zayıflar en sonunda da yok olur.
بل الذي ينظر إلى وجه حسن مثلاً فيميل إليه طبعا لا ضعفا لو تبعه وعمل بمقتضاه فداوم على النظر والمجالسة والمخالطة والمحاورة تأكد ميله حتى يخرج أمره عن اختياره فلا يقدر على النزوع عنه ولو فطم نفسه ابتداء وخالف مقتضى ميله لكان ذلك كقطع القوت والغذاء عن صفة الميل ويكون ذلك زبراً ودفعاً في وجهه حتى يضعف وينكسر بسببه وينقمع وينمحي
''Örneğin, güzel yüzlü birine bakılınca kişi doğası gereği ona meyleder. Eğer o meylin ve arzunun peşine düşer ve o arzuyla iştiğal edip o güzel yüze bakmaya ve o güzel yüz sahibiyle arkadaşlık ederse o meyl ve arzu yürekte perçinleşir ve durum kendi ihtiyarı altından çıkar böylelikle o meylin ve arzunun etkisinden kendisini kişi kurtaramaz. Eğer nefsini ilk başta sakındırıp o arzunun ve meylin gerektirdikelerine muhalefet ederse, nefsinin o güzel yüze dair gıdasını kesmiş olur böylelikle bu arzu da yok olur gider.''
Değerli kardeşlerim şu zamana kadar burada paylaştıklarımdan çok daha mühim gördüğüm bir husus var. İtiraf etmeliyim ki bu niyet konusunda cehaletimden veya gafletimden ötürü her zaman hüsrana uğradığımı söyleyebilirim. Dinimizde niyet denen kavramın ehemiyyetini hepimiz iyi biliriz. İlim öğrenme, amel yapma, işe girip çalışma, birini sevip-sevmeme gibi fiillerimizde Allah her daim niyetlerimizi gözetir ve niyetlerimize göre bu dünyada ve ahirette karşılık verir.
Başlığa da ''Niyet İlmi'' ismini verdim çünkü -en başta ben- Allahın dilediği kadar ilim yolunda muvakkaten talebimi ortaya koyduğum sıralarda bu meseleyi çoğunlukla ya önemsememiş veya niyet denen mefhumun ilmi hakikatini bilmediğim için her zaman niyet konusunda noksanlıklarım hatta hüsranlarım vaki bulmuştur. Bu meselede en tafsilatlı açıklamayı İmam Gazalinin (rahimehullah) İhya adlı eserinde gördüm. Elimden geldiğince sizlere onun niyet kavramı hususunda talim ettiği hakikatleri aktarmaya meyyalim. Rabbimden tek bir şey istiyorum. Rabbim hepimizi sadık, muhlis-muhles (ihlası kesbetmiş veya ilahi bir tevfikle ihlasa nail olmuş) kişilerden eylesin. Allahumme amin. Elfu amin.
Meselemize yukarıdaki mukaddimeye vesile olacak şu iki rivayeti Gazaliden aktarmak istiyorum;
Süfyanı Sevri (rahimehullah) demiştir ki;
وقال الثوري كانوا يتعلمون النية للعمل كما تتعلمون العمل
''(Sahabe ve Tabiin) amel yapmak için önce niyeti(n hakikatini ve mahiyetini) öğreniyorlardı. Tıpkı siz amel etmeyi öğrenmeniz gibi..''
Gazali bu rivayetin akabinde bazı ilim ehlinin şöyle dediğini bizlere belirtiyor;
اطلب النية للعمل قبل العمل وما دمت تنوي الخير فأنت بخير
''Amel etmeden önce amel için niyeti taleb edin(öğrenin) zira iyiliğe, hayra niyet ettiğiniz sürece siz hayr içersindesiniz.''
Sonrasında Hasenu'l-Basrinin (rahimehullah) niyetle alakalı şu çarpıcı ifadesini bizlere naklediyor;
إنما خلد أهل الجنة في الجنة وأهل النار في النار بالنيات
''Cennetlikler ve ateş ehli, cennette veya cehennemde ancak niyetleri sebebiyle kalıcıdırlar/ebedidirler.''
NİYETİN HAKİKATİNİ, İLMİNİ BİLMEYEN ALLAH İÇİN NASIL AMEL YAPSIN?
Gazali bu manada şunları bu rivayetlerden önce söylemiştir;
وليت شعري كيف يصحح نيته من لا يعرف حقيقة النية أو كيف يخلص من صحح النية إذا لم يعرف حقيقة الإخلاص أو كيف تطالب المخلص نفسه بالصدق إذا لم يتحقق معناه فالوظيفة الأولى على كل عبد أراد طاعة الله تعالى أن يتعلم النية أولاً لتحصل المعرفة ثم يصححها بالعمل بعد فهم حقيقة الصدق والإخلاص اللذين هما وسيلتنا العبد إلى النجاة والخلاص
''Bir kişi niyetin hakikatini bilmedikten sonra niyetini nasıl düzeltecek şaşarım! İhlasın hakikatine dair ilme sahip olmayıpta niyetini düzeltecek olan kişi nasıl amellerinde ihlaslı olabilir ki? Hakeza bu kavramın manasını idrak etmemiş birisi nefsinden nasıl ihlası olmasını taleb edebilir ki?
Bu hususta evvela vazifemiz, Kim Allaha itaat etmeyi irade eyliyorsa, ilk başta niyet(in ilmini) öğrenmelidir ki böylece marifeti tahsil edebile... Akabinde kurtuluşuna vesile olacak sıdk ve ihlasın hakikatini anlamalı ki niyet ilmini tahsil edip marifet yolunda muvaffak olabile...''
NİYETİN HAKİKATİ
İmam Gazali bu rivayetleri aktardıktan sonra, niyetin hakikati diye başlık açmıştır burada söylediklerini aynen tercüme etmeye başlıyayım;
اعلم أن النية والإرادة والقصد عبارات على متوارده معنى واحد وهو حالة وصفة للقلب يكتنفها أمران علم وعمل {العلم} يقدمه لأنه أصله وشرطه {والعمل} يتبعه لأنه ثمرته وفرعه وذلك لأن كل عمل أعني كل حركة وسكون اختياري فإنه لا يتم إلا بثلاثة أمور علم وإرادة وقدرة لأنه لا يريد الإنسان مالا يعلمه فلابد وأن يعلم ولا يعمل ما لم يرد فلا بد من إرادة
''Bilesin ki 'NİYET' , 'İRADE' , 'KASD' sözcükleri bizlere ulaştığı üzere tek bir anlama sahiptirler. Bunlar kalbin sıfatı ve hali olup ameli ve ilmi içine alır. İlim amelden de önce gelir zira amelin aslı ve şartıdır. Amel de ilme tabi olur çünkü amel ilmin semeresi ve furuudur. Binaenaleyh kişinin seçiminden ortaya çıkan her türlü durağanlık ve hareketlerden müteşekkil amel dediğimi kavram ancak üç şeyle meydana gelir;
İlim, irade ve kudret... Çünkü insan bilmediği bir şeyi istemez ki kaçınılmaz olarak isteyebilmesi için o şeyi bilmesi lazımdır. Yine kişi istemediği bir işi(ameli) yapmaz zira bunun için ona bu hususta irade(arzu) lazımdır.
ومعنى الإرادة انبعاث القلب إلى ما يراه موافقاً للغرض إما في الحال أو في المآل فقد خلق الإنسان بحيث يوافقه بعض الأمور ويلائم غرضه ويخالفه بعض الأمور فيحتاج إلى جلب الملائم الموافق إلى نفسه ودفع الضار المنافي عن نفسه فافتقر بالضرورة إلى معرفة وإدراك للشيء المضر والنافع حتى يجلب هذا ويهرب من هذا فإن من لا يبصر الغذاء ولا يعرفه لا يمكنه أن بتناول ومن لا يبصر النار لا يمكنه الهرب منها فخلق الله الهداية والمعرفة وجعل لها أسباباً وهي الحواس الظاهرة والباطنة وليس ذلك من غرضنا ثم لو أبصر الغذاء وعرف أنه موافق له فلا يكفيه ذلك للتناول ما لم يكن فيه ميل إليه ورغبة فيه وشهوة له باعثة عليه إذا المريض يرى الغذاء ويعلم أنه موافق ولا يمكنه التناول لعدم الرغبة والميل ولفقد الداعية المحركة إليه فخلق الله تعالى له الميل والرغبة والإرادة وأعني به نزوعاً في نفسه إليه وتوجهاً في قلبه إليه
'' İRADE sözcüğünün anlamı; Kalbin, gördüğü şeyi kendisine münasip sayıp o şeyi derhal arzulaması/meyletmesi/o şeye istek duymasıdır.
İnsan öyle bir yaratılmıştır ki, kendisine uygun işleri görünce derhal onu maksad/gaye edinir. Eğer sevmediği işlerle karşılaşırsa, nefsinin uygun gördüğü ve ona meylettiği şeyleri didiklemeye ihtiyaç duyar hakeza, nefsinin istemediği zararları da defetmeyi arzular. Böylelikle zaruret icabı, fayda veya zarar veren şeylerin bilmek ve idrak etmek ister böylelikle faydalı olanı elde etmeye, zarar verenden de kaçmaya gayret gösterir.
Bu anlattıklarımızı bir misallenderilim ki iyice konu anlaşılsın;
Bir kimse yemek denen şeyi hiç görmemişse ve yemek denen şeyin ne olduğunu bilmiyorsa o yemekle gıdalanma(yı istemek) onun için asla mümkün olmaz.
Hakeza, bir kimse ateşi hiç görmemiş (ve ateşin ne olduğuna dair en ufak bir fikri yoksa) ateşten kaçması normal şartlarda olanaksızdır.
Allah Teala da hidayet ile marifeti yaratıp bu ikisine vasıl olmak için sebebler yaratmıştır. Bu sebepler; Batıni ve zahiri duyu organlarıdır.
Sonra, bir kimse yemek denen şeyi görse ve o yemeği kendisine uygun telakki etse bu durumda o kişinin yemeği yemesi için illaki o yemeği şehevi surette arzulaması/yemeğe kalbin istekle meyletmesi gerekir. Biliriz ki hasta bir kimse, yemeğin nasıl birşey olduğunu hatta kendisi için gerekli olduğunu ilmen bilir ama yemeğe karşı bir rağbet/meyl/arzu hissetmediği için o yemeği yemesi mümkün olmaz.
İşte tam bu noktada Allah (kişi yemeğini yemesi için) o kişide; Meyl, Rağbet ve irade hislerini kendisinde yaratır. Bu hislerden kasıt nefsinden kopan bir istek ve kalbin yemeğe teveccüh eylemesi murad edilmiştir.
ثم ذلك لايكفيه فكم من مشاهد طعاماً راغب فيه مريد تناوله عاجز عنه لكونه زمناً فخلقت له القدرة والأعضاء المتحركة حتى يتم به التناول والعضو لا يتحرك إلا بالقدرة والقدرة تنتظر الداعية الباعثة والداعية تنتظر العلم والمعرفة أو الظن والاعتقاد وهو أن يقوى في نفسه كون الشيء موافقاً له فإذا جزمت المعرفة بأن الشيء موافق ولا بد وأن يفعل وسمت عن معارضة باعث آخر صارف عنه انبعثت الإرادة وتحقق الميل فإذا انبعثت الإرادة انتهضت القدرة لتحريك الأعضاء لأن القدرة خادمة للإردة والإرادة تابعة لحكم الاعتقاد والمعرفة
''Ne var ki, bu kadarı da o yemekle gıdalanmaya kafi değildir. Zira nice yemekler gören kimseler vardır ki, kudretten düşmüş aciz kimseler oldukları için o yemeği yiyemezler. Allah da bunun için kullarında (o yemeği yemesi için) kudret/güç, hareketli organlar yaratmıştır ki o yemeği yesin. Bedenin organları ancak kudretle hareket eder. Kudret ise o yemeği elde etmeye yönelik içsel dürtüyü, bu içsel dürtü de, ilim, marifet, zan veya kişinin kendisine o yemeği uygun görmesi gibi bir itikadın filizlenip kuvvetlenmesini bekler.
Eğer bilirse ki bu yemek kendisi için uygun olandır, kesinlikle o yemeği yeme eylemini icra edecektir. İşte burada irade(bir şeyi elde etmeye can atma/inbias/dürtü) devreye girmiş ve o yemeğe meyalanı/meyyalliği vuku bulmuştur. Eğer irade vuku bulur ve organları, azaları hareket ettirmeye yönelik kudrette kişinin derununda mudahil olursa bu yemek yeme işlemiş illaki gerçekleşir.
Çünkü kudret, iradenin hizmetkarı ayrıca irade de inancın ve marifetin hükmüne tabidir.''
فالنية عبارة عن الصفة المتوسطة وهي الإرادة وانبعاث النفس بحكم الرغبة والميل إلى ما هو موافق للغرض إما في الحال وإما في المآل
''NİYET: İrade, nefsin kendisine uygun gördüğü birşeye rağbet ve meylle can atmasından ibarettir.''
NİYETİN AMELLER HUSUSUNDA SEÇİM YAPMA KABİLİYETİNE (İHTİYAR EYLEMESİNE) DAHİL OLMAMASI
اعلم أن الجاهل يسمع ما ذكرناه من الوصية بتحسين النية وتكثيرها مع قوله صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ فيقول في نفسه عند تدريسه أو تجارته أو أكله نويت أن أدرس لله أو آكل لله
ويظن ذلك نية وهيهات فذلك حديث نفس وحديث لسان وفكر أو انتقال من خاطر إلى خاطر والنية بمعزل من جميع ذلك وإنما النية انبعاث النفس وتوجهها وميلها إلى ما ظهر لها أن فيه غرضها إما عاجلاً وإما آجلاً
والميل إذا لم يكن لا يمكن اختراعه واكتسابه بمجرد الإرادة بل ذلك كقول الشبعان نويت أن أشتهي الطعام وأميل إليه أو قول الفارغ نويت أن أعشق فلاناً وأحبه وأعظمه بقلبي فذلك محال
بل لا طريق إلى اكتساب
ويظن ذلك نية وهيهات فذلك حديث نفس وحديث لسان وفكر أو انتقال من خاطر إلى خاطر والنية بمعزل من جميع ذلك وإنما النية انبعاث النفس وتوجهها وميلها إلى ما ظهر لها أن فيه غرضها إما عاجلاً وإما آجلاً
والميل إذا لم يكن لا يمكن اختراعه واكتسابه بمجرد الإرادة بل ذلك كقول الشبعان نويت أن أشتهي الطعام وأميل إليه أو قول الفارغ نويت أن أعشق فلاناً وأحبه وأعظمه بقلبي فذلك محال
بل لا طريق إلى اكتساب
''Biliniz ki, cahil bir kimse niyeti güzelleştirmeyle alakalı bahislerimize göz atarak ve Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) ''Ameller niyetlere göre değer kazanır'' hadisini çokça zikrederek; kendi nefsine ilim öğretirken veya ticaret yaparken; Allah için ders vermeye niyet ettim, Allah için yemek yemeye niyet ettim gibisinden sözler sarfederek niyetini tamamladığını zanneder.
Heyhat ki heyhat! Bu niyet adını verdiği dille telaffuzu ancak nefsin kendisiyle konuşmasından ibarettir. Niyet ancak, canın(nefsin) adeta can atarak birşeyi istemesi, o şeye yönelimi, meylidir ki o istediği şeyde eninde sonunda elde etmek istediği bir maksadı vardır.
Eğer böyle bir meyl yoksa o şeyi elde etmesi için sadece o şeyi istiyorum demesi de yeterli gelmez. Tıpkı karnı tok bir kimse, acıkmaya niyet edip, acıkmaya meylediyor ya da boşta olan bir kimsenin, ben falancaya aşık olup, onu sevmeye, onun sevgisini kalbimde beslemeye niyet ediyorum demesi de aynı şeydir. Bu şekilde bir niyet(arzu) meydana getirmek imkansızdır zira bir kalbi bir şeye meylettirmek(niyetlendirmek) ancak o şeye dair sebebleri kesbetmekle mümkün olur. Dediğimiz gibi de bu işe kişi bazen gücü yeter bazen de aciz kalır.
فإذا غلبت شهوة النكاح مثلاً ولم يعتقد غرضاً صحيحاً في الولد ديناً ولا دنيا لا يمكنه أن يواقع على نية الولد بل لا يمكن إلا على نية قضاء الشهوة إذ النية هي إجابة الباعث ولا باعث إلا الشهوة فكيف ينوي الولد وإذا لم يغلب على قلبه أن إقامة سنة النكاح (١) اتباعا لرسول الله صلى الله عليه وسلم يعظم فضلها لا يمكن أن ينوى بالنكاح إتباع السنة إلا أن يقول ذلك بلسانه وقلبه وهو حديث محض ليس بنية نعم طريق اكتساب هذه النية مثلاً أن يقوي أولاً إيمانه بالشرع ويقوي إيمانه بعظم ثواب من سعى في تكثير أمة محمد صلى الله عليه وسلم ويدفع عن نفسه جميع المنفرات عن الولد من ثقل المؤنة وطول التعب وغيره فإذا فعل ذلك ربما انبعث من قلبه رغبة إلى تحصيل الولد للثواب -
ولهذا امتنع جماعة من السلف من جملة من الطاعات إذ لم تحضرهم النية وكانوا يقولون ليس تحضرنا فيه نية حتى إن ابن سيرين لم يصل على جنازة الحسن البصري وقال ليس تحضرني نية
Burada sünnete tabi olma niyetini kalbe yerleştirmenin yolu ise, misalen; İlk başta şeriata tabi olup imanını kuvvetlendirmesi, bu niyetle evlenmenin ilahi mükafatını tefekkür etmesi ayrıca çocuk yapmanın meşakkatlarini düşünmesidir. Eğer böyle yaprsa belki kalbi (niyet olarak) sevap maksadıyla çocuk yapmaya meyleder.
İşte bu hakikati selef bildiği için niyetleri kalpte hazır olmadıktan sonra taate yönelmezlerdi ve derlerdi ki; O işte daha niyet kalbime yerleşmedi.
Mesela İbn Sirin, Hasenu'l-Basrinin cenazesine katılmamıştı ve bunun sebebi olarak; Niyetim kalbime yerleşmedi sözünü zikretmesiydi.''
ومات حماد بن سليمان وكان أحد علماء أهل الكوفة فقيل للثوري ألا تشهد جنازته فقال لو كان لي نية لفعلت وكان أحدهم إذا سئل عملاً من أعمال البر يقول إن رزقني الله تعالى نية فعلت
وكان طاوس لا يحدث إلا بنية وكان يسئل أن يحدث فلا يحدث ولا يسئل فيبتدئ فقيل له في ذلك قال
أفتحبون أن أحدث بغير نية إذا حضرتني نية فعلت
Yine seleften birine iyi bir amel yapılması için ricada bulunulduğunda kendisi; Eğer Allah beni bir (güzel) niyetle rızıklandırırsa o zaman o iyi ameli yaparım demiştir.
Tavus ise niyeti (kalbinde hazır) olmadan asla hadis aktarmazdı ve kendisinden hadis anlatması istenildiğinde o sırada hadis aktarmaz ama başka zaman taleb olmadan hadis anlatınca kendisine bu durum soruldu ve kendisi de şöyle cevap verdi; Niyet etmeden hadis aktarmam hoşunuza mı gidiyor? Eğer niyet kalbimde hazır olursa tabii ki size hadis aktarırım.''
وقيل لطاوس ادع لنا فقال حتى أجد له نية
وقال بعضهم أنا في طلب نية لعيادة رجل منذ شهر فما صحت لي بعد
Onlardan bazıları da; Ben bir kişinin bakımına dair bir niyeti kalbimde hazır olması için taleb ediyordum ama bir aydan beri o niyete nail olamadım.''
فالمحرك الأول هو الغرض المطلوب وهو الباعث والغرض الباعث هو المقصد المنوي والانبعاث هو القصد والنية وانتهاض القدرة لخدمة الإرادة بتحريك الأعضاء هو العمل إلا أن انتهاض القدرة للعمل قد يكون بباعث واحد وقد يكون بباعثين اجتمعا في فعل واحد وإذا كان بباعثين فقد يكون كل واحد بحيث لو انفرد لكان ملياً بإنهاض القدرة وقد يكون كل واحد قاصراً عنه إلا بالاجتماع وقد يكون أحدهما كافياً لولا الآخر لكن الآخر انتهض عاضداً له ومعاوناً
''İlk başta kişiyi tahrik eden(o şeyi elde etmek için arzulatan şey) matlub olan gayedir/herhangi bir nesnedir. İşte buna kişinin o nesneye elde etmesine yönelik dürtü deriz. Elde etmek istediği nesneye de niyet edilen maksad ismini veririz.
İşte bu dürtüsel hisse de kasıt veya irade deriz.
Bu iradeye hizmet namına kudretin de vaki olmasına binaende azalar harekete geçer ve buna da amel deriz. Ayrıca (nesneyi elde etmek için) ortaya konan amel/eylem içinde bazen bir veya birden fazla dürtü(irade,arzu) meydana gelebilir. Bu iki iradenin her biri -eğer birisi diğerinden gayrı tek başına kalsa- o ameli gerçekleştirecek kudreti ikame etmekten geri kalabilir bu yüzden o kudretin gerçekleşmesi için o iki dürtünün de aynı anda kişide var olması gerekir. Bazende bu iki iradeden sadece biri ameli gerçekleştirecek kudretin ortaya çıkmasına tek başına da vesile olabilir ama diğerinin varlığı da arka planda adeta bir destekliyici mahiyet kesbeder.''
فيخرج من هذا القسم أربعة أقسام فلنذكر لكل واحد مثالاً واسماً
''Bu anlatılanlar dört kısma ayrılır ve bu her bir kısmı örneklendirerek anlatacağız.''
أما الأول فهو أن ينفرد الباعث الواحد يتجرد كما إذا هجم على الإنسان سبع فكلما رآه قام من موضعه فلا مزعج له إلا غرض الهرب من السبع فإنه رأى السبع وعرفه ضاراً فانبعثت نفسه إلى الهرب ورغبت فيه فانتهضت القدرة عاملة بمقتضى الانبعاث فيقال نيته للفرار من السبع لا نية له في القيام لغيره وهذه النية تسمى خالصة ويسمى العمل بموجبها إخلاصاً بالإضافة إلى الغرض الباعث ومعناه أنه خلص عن مشاركة غيره وممازجته
''Birincisi; Tek bir dürtünün(niyet ve irade) eylemi gerçekleştirmek için yeterli gelmesidir. Örneğin, bir insana yırtıcı bir hayvan saldırır ve o insan o hayvanı ne zaman görse (ondan sakınabilmek için) sürekli yer değiştirmeye gayret gösterir. Buradaki gayesi ancak o yırtıcıdan rahatsızlık duyup kaçmasıdır. Zira o insan o yırtıcıyı görmüş ve onun zarar verici olduğuna dair ilme sahip olmuştur. Bu ilmin akabinde nefis dürtüsel olarak kaçmaya rağbet eder tam da bu sırada o dürtüye, rağbete, iradeye bağlı olarak kaçma fiiline dair kudret şahsında peyda olur.
İşte burada o kişinin niyeti ancak o yırtıcıdan kaçmaktır deriz. Zira o kişi kaçarken sadece o yırtıcıdan kaçmayı istemiştir.
İşte bu çeşit niyete halis bir niyet deriz. Bu kaçma eylemi icabı bu amele de ihlaslı amel deriz. Zira kişinin kaçma maksadına dair niyet ancak o yırtıcıdan teşekkül etmiştir başka bir şeyden kaçmayı asla irade eylememiştir.''
وأما الثاني فهو أن يجتمع باعثان كل واحد مستقل بالإنهاض لو انفرد
ومثاله من المحسوس أن يتعاون رجلان على حمل شيء بمقدار من القوة كان كافياً في الحمل لو انفرد ومثاله في غرضنا أن يسأله قريبه الفقير حاجة
فيقضيها لفقره وقرابته وعلم أنه لولا فقره لكان يقضيها بمجرد القرابة وأنه لولا قرابته لكان يقضيها بمجرد القرابة وأنه لولا قرابته لكان يقضيها بمجرد الفقر وعلم ذلك من نفسه بأنه يحضره قريب غني فيرغب في قضاء حاجته وفقير أجنبي فيرغب أيضاً فيه
ومثاله من المحسوس أن يتعاون رجلان على حمل شيء بمقدار من القوة كان كافياً في الحمل لو انفرد ومثاله في غرضنا أن يسأله قريبه الفقير حاجة
فيقضيها لفقره وقرابته وعلم أنه لولا فقره لكان يقضيها بمجرد القرابة وأنه لولا قرابته لكان يقضيها بمجرد القرابة وأنه لولا قرابته لكان يقضيها بمجرد الفقر وعلم ذلك من نفسه بأنه يحضره قريب غني فيرغب في قضاء حاجته وفقير أجنبي فيرغب أيضاً فيه
''İkincisi; Bir nesneyi elde etmeye dair amele vesile olan iki dürtünün varlığıdır ki bunların her biri bir fiilin gerçekleşmesi adına tek başına yeterli birer arzudan ibarettir.
Bunun örneği hislere dayalıdır ki, iki kişinin bir şeyi bir mikdar kuvvetle taşımada yardımlaşmalarıdır ki bu iki kişi tek başına da bu bu şeyi taşımaya kadirdir. Başka bir örnek de şudur; Bir kişiden fakir bir akrabısının hacet dilemesi ve neticede o kimse hacet dileyen kişinin hacetini ya akrabalığı ya da fakirliği sebebiyle gidermesidir. Bu kişi bilir ki, eğer bu akrabası fakir olmasaydı akrabalığı gereği yine ona yardım edecekti ve yine akraba olmasalar bile sırf muhtaç olduğu için ona ayrıca yardım edecekti.
Yine kişi kendinden bilir ki, eğer kendisine zengin bir kimse haceti için ona gelseydi veya yabancı bir fakir aynı sebeble ona gelseydi yine nezdinde durum eşitti.''
وكذلك من أمره الطبيب بترك الطعام ودخل عليه يوم عرفة فصام وهو يعلم أنه لو لم يكن يوم عرفة لكان يترك الطعام حمية ولولا الحمية لكان يتركه لأجل أنه يوم عرفة وقد اجتمعا جميعاً فأقدم على الفعل وكان الباعث الثاني رفيق الأول
والثالث أن لا يستقل كل واحد لو انفرد ولكل قوى مجموعهما على إنهاض القدرة
ومثاله في المحسوس أن يتعاون ضعيفان على حمل مالا ينفرد أحدهما به
ومثاله في غرضنا أن يقصده قريبه الغني فيطلب درهماً فلا يعطيه ويقصده الأجنبي الفقير فيطلب درهماً فلا يعطيه ثم يقصده القريب الفقير فيعطيه فيكون انبعاث داعيته المجموع الباعثين وهو القرابة والفقر
وكذلك الرجل يتصدق بين يدي الناس لغرض الثواب ولغرض الثناء ويكون بحيث لو كان منفرداً لكان لا يبعثه مجرد قصد الثواب على العطاء ولو كان الطالب فاسقاً لا ثواب في التصدق عليه لكان لا يبعثه مجرد الرياء على العطاء ولو اجتمعا أورثا بمجموعهما تحريك القلب
ولنسم هذا الجنس مشاركة
Hakeza bir adam hem övülmek için hem de sevap kazanmak için insanlara sadaka dağıtmaya kalksa burda durum şöyle olur ki, sadece sevap kazanma niyeti o eyleme vesile olmayacak çünkü sadaka isteyen fasık biri olsa ona sadaka vermekle sevaba nail olmayacak. Hakeza övülme niyetine bağlı riyada onun bu eylemini gerçekleştirmesi için yeterli olmayacaktı. Eğer bu iki niyet bir araya gelirse bu ikisi kalbi o eylem için tahrik edecek/meylettirecek işte burada bu tarz duruma niyetlerin müşterek olması ismini veririz.''
والرابع أن يكون أحد الباعثين مستقلاً لو انفرد بنفسه والثاني لا يستقل
ولكن لما انضاف إليه لم ينفك عن تأثير بالإعانة والتسهيل
ومثاله في المحسوس أن يعاون الضعيف الرجل القوي على الحمل ولو انفرد القوي لاستقل ولو انفرد الضعيف لم يستقل فإن ذلك بالجملة يسهل العمل ويؤثر في تخفيفه
ومثاله في غرضنا أن يكون للإنسان ورد في الصلاة وعادة في الصدقات فاتفق أن حضر في وقتها جماعة من الناس فصار الفعل أخف علة بسبب مشاهدتهم وعلم من نفسه أنه لو كان منفرداً خالياً لم يفتر عن عمله وعلم أن عمله لو لم يكن طاعة لم يكن مجرد الرياء يحمله عليه فهو شوب تطرق إلى النية
ولنسم هذا الجنس المعاونة
Bu dediğimize dair örnek yine duygularla ve hislerle alakadardır. Yani, zayıf bir kimse güçlü bir kimseye taşımaya yardım etse ama güçlü kimse bu işte tek başına muktedirken zayıf kimse tek başına bu taşıma işine güç yetiremez. İşte burada amelin kolaylaşması söz konusu olup kişinin işini hafifletici bir etkisi vardır.
فمن قال الخبز خير من الفاكهة فإنما يعني به أنه خير بالإضافة إلى مقصود القوت والاغتذاء ولا يفهم ذلك إلا من فهم أن للغذاء مقصداً وهو الصحة والبقاء وأن الأغذية مختلفة الآثار فيها وفهم أثر كل واحد وقاس بعضها بالبعض فالطاعات غذاء للقلوب والمقصود شفاؤها وبقاؤها وسلامتها في الآخرة وسعادتها وتنعمها بلقاء الله تعالى فالمقصد لذة السعادة بلقاء الله فقط ولن يتنعم بلقاء الله إلا من مات محباً لله تعالى عارفاً بالله ولن يحبه إلا من عرفه ولن يأنس بربه إلا من طال ذكره له
فالآنس يحصل بدوام الذكر والمعرفة تحصل بدوام الفكر والمحبة تتبع المعرفة بالضرورة ولن يتفرغ القلب لدوام الذكر والفكر إلا إذا فرغ من شواغل الدنيا ولن يتفرغ من شواغلها إلا إذا انقطع عنه شهواتها حتى يصير مائلاً إلى الخير مريداً له نافراً عن الشر مبغضاً له وإنما يميل إلى الخيرات والطاعات إذا علم أن سعادته في الآخرة منوطة بها كما يميل العاقل إلى القصد والحجامة لعلمه بأن سلامته فيهما
وإذا حصل أصل الميل بالمعرفة فإنما يقوى بالعمل بمقتضى الميل والمواظبة عليه فإن المواظبة على مقتضى صفات القلب
فالمائل إلى طلب العلم او طلب الرياسة لا يكون ميله في الابتداء إلا ضعيفاً فإن اتبع بمقتضى الميل واشتغل بالعلم وتربية الرياسة والأعمال المطلوبة لذلك تأكيد ميله ورسخ وعسر عليه النزوع وإن خالف مقتضى ميله ضعف ميله وانكسر وربما زال والمحق
بل الذي ينظر إلى وجه حسن مثلاً فيميل إليه طبعا لا ضعفا لو تبعه وعمل بمقتضاه فداوم على النظر والمجالسة والمخالطة والمحاورة تأكد ميله حتى يخرج أمره عن اختياره فلا يقدر على النزوع عنه ولو فطم نفسه ابتداء وخالف مقتضى ميله لكان ذلك كقطع القوت والغذاء عن صفة الميل ويكون ذلك زبراً ودفعاً في وجهه حتى يضعف وينكسر بسببه وينقمع وينمحي