Hamd, alemlerin Rabbi Allah içindir. Salat ve selam peygamberimiz Muhammed’e (sav), onun ali’ne, ashabına ve kıyamete kadar onun yolunu takip eden şehidler, sıddıklar ve salihlerin üzerine olsun. Rabbim bizleri de salih kullar zümresine katsın. (Amin)
Her insanın Müslüman olabilmesi için, Kelime-i Tevhidi tam olarak bilip ve söylemesi gerekir. Kelime-i Tevhidi anlamak için de Kur’an'ı anlamak gerekir, bu bağlamda, Kur’an'ın anası olan Fatiha suresini anlayalım.
Günlük beş vakit namazın her rekatında, Fatiha okunması emredilmiştir. Üzerinde düşünelim, acaba niçin başka sure değil de Fatiha? Allah-u Alem, bunun hikmeti, Kur’an'ın özünün bu surede gizli oluşudur. Bir başka yönüyle geçmişte sapıtan insanların sapıklık noktalarına Muhammed (sav) ümmetinin dikkatini çekmektir.
İşte, eğer geçmiş sapıklar türünden birileri bizim zamanımızda karşımıza çıkarsa, günlük beş vakit okuduğumuz Fatiha ile onlara karşı duralım, bakalım Fatiha'da ne diyoruz;
. Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla. 2. Hamd(övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.3. O, rahmândır ve rahîmdir. 4.Ceza gününün mâlikidir. 5.(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. 6. Bize doğru yolu göster. 7. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!
"Hamd, tüm alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur."Neden alemlerin Rabbi diyoruz da yaratıcısı demiyoruz? Çünkü, geçmiş sapık kavimler çoğunlukla Allah (cc)'ın yaratıcı olduğunu kabul etmişlerdir. Fakat Rab oluşuna itirazları olmuştur. Çünkü Rab kelimesi Arapça'da şu anlama gelir; melik ve malik, kefil olan, rızık veren, ihtiyaçları karşılayan, koruyucu hükümran, kanun koyan, yöneten ve düzenleyen.
İşte geçmiş kavimlerin kafir olanları, Allah'tan başka kanun koyucu, rızık verici kabul ediyorlardı. Böylece Allah'tan başka Rab ediniyorlardı. Tağutlaşıp azanlar hep bu noktada haddi aşıyorlardı. Bakın, firavun; “Ben sizin en büyük Rabbinizim” diyordu. İşte Firavun kendisinin yaratıcı olduğunu değil, kanun koyan, terbiye eden, rızık veren olduğunu iddia ediyordu. Firavun'a göre Mısır'ın maliki kendisiydi. İnsanlar da orada rızıklanıyorlardı. Yine kanun koyarak insanları itaat ettirip terbiye ediyordu ve böylece de sahte ilah oluyordu.
İşte Fatiha'da bu noktaya dikkat çekiliyor. Yani bir gün Muhammed (sav) ümmetinin başına Allah'ın kanunlarından başka kanun koyan gelirse; "Ben Fatiha'da Rab olarak Allah'ı kabul ettim, Firavun ve onun gibi sahte ilahları reddettim. Dolayısı ile sizin gibilere itaat etmiyorum, düşman oluyorum, yoksa günde beş vakit namazın her rekatında okuduğum Fatiha'ya ters düşmüş olurum."diyebilsin.
Bakın Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, özellikle Rab kelimesi kullanılmıştır. Allah Teala şöyle buyuruyor;
“Hani Rabbin Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutup ' Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' diye buyurmuştu, onlar da; 'Evet, şahit olduk.' demişlerdi. Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz diye. Yahut,' daha önce sadece atalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen kuşaktık. Şimdi o batıla sapanların işledikleri yüzünden bizleri helak mı edeceksin? demeyesiniz diye. İşte biz ayetlerimizi böyle açıklarız.” (A’raf 174)
Bakınız dikkat edilirse, Allah Teala ruhlar aleminde bize, yaratıcınız kim diye sormuyor da, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diyor. Çünkü Allah Teala ezeli ilmi ile biliyordu. Kendisinin Rab sıfatına göz diken bazı tağutlar olacak. Yine ezeli ilmi ile biliyordu ki, böylesi tağutlara itaat ederek, Allah'ı değil de başkasını Rab edinenler ortaya çıkacak. İşte kullar mazeret göstermesinler, itiraz hakları olmasın diye Allah, ruhlar aleminde, bizden söz almıştır.
Yine bir başka ayette Allah Teala şöyle buyuruyor;
“De ki, şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur.Ben bununla emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim.(En’am 162-163)
…. Ruhlar aleminde verdiğimiz sözden sonra, tekrar bir daha bütün varlığımızla, Allah Teala'nın Rab olduğunu kabul edip, teslim oluyoruz . Bakınız, Allah Teala'dan başkasını Rab edinenlerin müşrik olduğunu Allah (c.c) bize şöyle haber veriyor;
"Onlar, Allah'ı bırakıp alimlerini, rahiplerini, Meryem oğlu Mesihi Rab edindiler. Halbuki onlar bir tek, ilaha ibadet etmekten başkasıyla emrolunmamışlardı. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları her şeyden münezzehtir.”(Tevbe 31)
Bu ayetin tefsirinde hemen hemen bütün tefsirciler, Tirmizi'den rivayet olunan şu hadisi naklederler; Adiyy b. Hatem'den şöyle dediği rivayet edilir. Boynumda altın bir haç olduğu halde Peygamber (sav)'in huzuruna vardım. Şöyle buyurdu;“Bu da ne oluyor Ey Adiyy? Şu putu üzerinden at.” O'nu Tevbe Suresi'nde, “Onlar, Allah'ı bırakıp alimlerini, rahiplerini, Meryem oğlu Mesih'i Rabler edindiler.” buyruğunu okurken dinledim. Sonra şöyle dedi;“Onlar bunlara ibadet etmiyorlardı, fakat kendilerine bir şey helal kıldıkları vakit, onu helal belliyorlar. Haram kıldıkları vakit haram belliyorlardı."(Kurtubi Tefsiri C.8 s.198)
Ayette geçen ahbar, yahudi alimlerinin adıdır. ruhban ise, hıristiyan alimlerin adıdır. Bunları ne şekilde Rab edindiklerini Elmalılı anlattıktan sonra; "şimdi günümüzde o Rab edinilenlerin yerini, parlamentonun aldığını"söylüyor. Demek oluyor ki, parlamentoya itaat etmek, onları Rab edinmektir.
İşte bu gerçeğe parmak bastıktan sonra yine bakıyoruz, öldükten sonra kabirde sorulan ilk soru, Rabbin kim?, Nebi’n kim ? sorusu, neden? Çünkü kişi, parlamentoya itaat ettiyse orada Rabbim Allah diyemeyecek,rabbim parlamento diyecek. Rab olarak, yani kanun koyucu, terbiye edici olarak Allah’ı (c.c) tanıdıysa işte o zaman Rabbim Allah(c.c) diyecek.
"Errahmanirrahim" : Yüce Allah, alemlerin Rabbi olmakla kendi zatını nitelendirdikten sonra, Rahman ve Rahim olmakla da nitelendirmesinde korkutma anlamı bulunduğundan dolayı, hemen akabinde “Rahman, Rahim” ile nitelendirmiştir. Çünkü bu da, korkutmanın aksi olan, teşviki ihtiva etmektedir. Böylece yüce Allah, hem kendisinden korkmayı, hem de nimetlerine ümit beslemeyi ifade eden niteliklerini bir arada zikretmiş olur. Bu ona itaatte daha çok yardımcı olsun, isyandan daha çok uzaklaştırıcı olsun diye böyle gelmiştir. Tıpkı yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi;
“Kullarıma haber ver ki; Ben gerçekten mağfireti bol ve Rahim olanım. Benim azabımda elbette en acıklı azaptır.”(Hicr 49-50)
(O, yüce Allah)günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı şiddetli olan ve nimeti geniş olandır.”(Mü’min 3)(Kurtubi Tefsiri c.1 s. 372)
Allah Teala, Rahman sıfatı ile kafir Müslüman ayırt etmeksizin bu dünya da bütün canlılara merhamet eder. Rahim sıfatıyla ahirette sadece Müslümanlara merhamet eder. (Bu mana da ki ifadeler için Bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır)
" O, Din gününün maliki(sahibi)dir": Din gününün sahibi buyrulmuştur ve burada, uyarı ve korkutma biraz açıkça ortaya konmuştur. Çünkü din kelimesi Arapça'da ceza, hesap, kaza, siyaset, itaat, adet, hal, kahır, nihayet bütün bunlarla ilgili ve hepsinin binası ve ölçüsü olan millet ve şeriat manalarına gelir. Bu, doğrudan doğruya kıyamet manalarına gelmez. (Hak Dini Kur’an Dili)
Kur’an'ın çeşitli ayetlerinden Din kelimesinin kanun manasında olduğunu görüyoruz. Allah Teala şöyle buyuruyor;
"İşte biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik, yoksa hükümdarın dinine(yürürlükteki kanuna) göre kardeşini(yanında)alıkoyamazdı.”(Yusuf 76) Net bir şekilde görüyoruz ki, kralın dininden kasıt, kralın kanunudur. İşte böylece şunu anlıyoruz; Allah Teala'nın Rab, Rahman ve Rahim oluşu Fatiha'da bize öğretildikten sonra kanun koyuculuğu da öğretiliyor. Çünkü Rab olarak kralı kabul edenler, kralın kanununa itaat eder. Allah Teala şöyle buyuruyor;
“Muhakkak Allah katında din İslam'dır.”( Ali-İmran 19)
Kralın, yani tağutların kanunlarının Allah nezdinde hiçbir geçerliliği olmadığı gibi, böyle kanunlara itaat edenlerinde Allah (c.c)'ın dini ile bağlantısı yoktur. Allah Teala şöyle buyuruyor;
"Kim İslam'dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul olunmaz ve ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.”( Al-i İmran 85)
Fatiha suresinde din ifadesiyle, Allah Teala'nın, kanun koyucu olduğunu, bu kanunların aksinin Allah (c.c) nezdinde hiçbir geçerliliğinin olmadığını ve İslam'dan başka din, (kanun) arayanın da büyük bir azaba çarptırılacağını ilgili ayetlerde görüyoruz.
Öğreniyoruz ki, geçmiş ümmetlerin düşmüş olduğu sapıklıklara düşmeyelim. Çağımızın Firavun ve Nemrutlarını, tereddütsüz reddedelim. Böylesi tağutların, Allah'(c.c)'ın emirlerine muhalif olan kanunlarına İslam'ın hiçbir ihtiyacının olmadığını bilelim. Çünkü İslam'da hiçbir eksiklik yoktur.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor;
“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı beğenip seçtim.”(Maide 3) İşte bu ayette de görüyoruz ki, din, kemale ermiştir. (tamamlanmıştır) Hiçbir eksiği, gediği yoktur. Allah'ın kanunundan başka kanun arayan veya Allah'ın şeriatının dışında şeriatlara uyan kimse Allah'ın bu ayetine muhalif olur ve hangi şeriata uymuş ise, o şeriatın sahibinin dinine girmiş, ona ibadet etmiş olur. İşte biz böylelerini reddederek Fatiha da şunu söylüyoruz;
“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.”İbadet ederiz anlamı, itaat ederizdir. İbadet, itaat ve zilletle boyun eğmek demektir. (Kurtubi c.1 s.380)
Yani başkalarına itaat etmeyiz. Rab olarak Allah'ı kabul ettik, O'ndan başka Rab, ilah yoktur. Çağdaş Firavunların kanun ve hükümlerini hiçe sayarız. Tağutların baskı ve zulümlerine karşı Allah’tan yardım dileriz. Mekke müşriklerinin yaptığı gibi sahte ilahlardan yardım dilenmeyiz. Bu arada çağdaş müşrikler gibi; türbeden, ağaçtan, yatırdan, şeyhlerden ve benzerlerinden, yardım dileyerek, Allah’tan gayrı ilah edinmeyiz. Çünkü iman edenlerin velisi, sahibi, yardımcısı, Allah’tır. Allah’tan gayrı ilah edinerek, onlardan yardım dileyen kafirlerin yardımcısı ise tağuttur.
Allah Teala şöyle buyuruyor;
“Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çıkarır. İnkar edenlerin velileri ise tağuttur. Onları nurdan karanlıklara çıkartır. İşte onlar ateştedirler onlar orada ebedi kalıcıdırlar.”(Bakara 257) İşte Allah’tan başkasını veli, sahip edinerek ondan yardım isteyenin sonu imansızlık ve ebedi cehennemdir. Bu sebeple yalnız Allah’a ibadet eder ve ondan yardım dileriz. Zaten bizlerin yaratılma gayesi, Allah’a kulluktur. Allah Teala şöyle buyuruyor;
“Ben cinleri de insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”(Zariyat 56) Bakınız Allah (c.c), bizleri sadece emir ve kanunlarına itaat edip, ibadet edelim diye yaratmıştır. Mücahid’den gelen rivayette bu ayetin manası, ben onlara emirler vermek, yasaklar koymak için yarattım demektir. (Kurtubi c.16 s. 385)
Yine itaatin ibadet manasına geldiğine dair açıklamalar için, Elmalılı, Fi zilal, Mevdudi, Said Havva, Ö.N.Bilmen tefsirlerine bakınız.
Buraya kadar anladık ki, din kanundur. Din vaz’eden de, yani kanun koyan da Rab’dir. İtaat ise ibadettir. Kişi kimin kanununa itaat ederse ona ibadet etmiş ve Rab edinmiştir. Bu gerçeği öğrendikten sonra, Allah tan başka Rab edinme fitnesinden Allah’a sığınıyor ve diyoruz ki;
"Bizi dosdoğru yola ilet" : Yani İslam yoluna, İslam şeriatına. İmam Ahmed en Nevvas b. Sem’andan, o da Resulullah (s.a)'dan şöyle söylediğini rivayet eder; "Allah (c.c) şöyle bir misal getirdi: "Bir sırat-ı müstakim vardır. Bunun her iki yanında yüksekçe iki duvar, bu duvarlar da açık kapılar, kapıların üzerinde sarkıtılmış perdeler ve sıratın kapısında şöyle diyen bir davetçi, Ey insanlar, hepiniz bu sırat’a(dosdoğru yola),giriniz ve eğri büğrü yollara sapmayınız. İnsan bu kapılardan herhangi birisini açıp girmek istediğinde, bu sıratın üst tarafından bir davetçi şöyle der, Sakın ha! Bu kapıyı açmayasın, bu kapıyı açtığın takdirde, ondan içeri girersin. İşte bu sırat(yol)İslam'dır. Bunun iki yanındaki yüksek duvarlar, Allah'ın çizdiği sınırlardır. Açık kapılar Allah'ın yasaklarıdır. Sırat’ın başındaki davetçi, Allah'ın kitabıdır. Sıratın üzerinden seslenen davetçi ise, her Müslüman’ın kalbindeki Allah'ın tayin ettiği öğütçüdür.”
İşte ey Müslüman, senin yolun İslam'dır ve bu yolun iki tane davetçisi vardır. Birisi fıtratın, diğeri İlahi vahyin davetçisi. O bakımdan haramları irtikab ederek (işleyerek) İslam'a karşı kusurlu olma. Yoksa şeytani yolların girdabına yuvarlanırsın. (El Esas Fit- Tefsir c. 1 s. 48-49)
Kardeşler; doğru yol bu hadis-i şerif ile belirtilmiştir ki, o da Allah'ın hükümleridir. Sağında ve solunda ayrılan yollara sapmayalım, Kur’an'a kulak vererek böylesi sapıkların fitnesinden kurtulalım. Sırat-ı Müstakim, dosdoğru yoldur. Kur’an ve sünneti kendimize rehber edinir, İslam yoluna devam edersek, bizleri cennete götürür. Bunu bırakıp demokrasi, komünizm gibi, batıl dinlerin sistemlerini kendimize yol, araç edinirsek,bizi küfre ve cehenneme götürür. Allah korusun. Bakınız Allah Teala bu konuyla ilgili şöyle buyuruyor;
“Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Sonra sizi, O’nun yolundan ayırırlar. İşte sakınırsınız diye, Allah sizlere bunları tavsiye etti.”(En’am 153)
Darimi, Abdullah b. Mesud (ra)'dan şöyle denildiğini rivayet eder; "Rasulullah (sav)bir gün bize bir çizgi çizdi, sonra şöyle buyurdu“ İşte bu, Allah'ın yoludur.” Daha sonra onun sağında bir takım çizgiler, solunda da birtakım çizgiler çizdi. Sonra da buyurdu: “ Bunlardan her birisinin başında ona çağıran bir şeytanın bulunduğu bir takım yollardır.” sonra da bu ayet-i Kerimeyi okudu." (Kurtubi c. 7 s. 237)
Hadis imamları Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet ederler; Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Size neyi emrettiysem onu alınız. Size neyi yasakladıysam ondan da uzak durunuz.”
İbni Mace ve başkaları da, El İrbad b. Sariye'den şöyle dediğini naklederler: "Rasulullah (sav) bize öyle bir vaaz da bulundu ki, ondan dolayı gözler yaşardı, ondan dolayı kalpler korkuyla titredi; ey Allah'ın Rasulü! dedik, bu adeta veda edenin öğüdüne benzemektedir. Bize neyi tavsiye edersin? Şöyle buyurdu: “ Ben sizi(hiçbir şüphe ve tereddüt gerektirmeyen) apaydınlık yol üzerinde bıraktım. Onun gecesi de gündüzü gibidir. Benden sonra bu yoldan, helak olanlardan başkası sapmaz. Aranızda yaşayacak olanlar, pek çok ayrılıklar görecektir. Size benim sünnetimden ve benden sonra hidayet bulmuş, Raşit Halifelerin sünnetinden, bildiğinize bağlı kalmanızı tavsiye ediyorum. Onlara dişlerinizle kavrarcasına sımsıkı sarılınız. Sonradan uydurma işlerden(bid’atlerden)de sakınınız. Çünkü şüphesiz her bid’at sapıklıktır. Size itaat etmenizi tavsiye ediyorum. İsterse başınızdaki Habeşli bir köle olsun. Şüphesiz mü’min burnuna halka takılmış deve'ye benzer, nereye çekilirse oraya gider."(Kurtubi c. 7 s. 239)
Kardeşler, bu Hadis-i Şeriflerde de görüyoruz ki, Kur’an'a, Sünnet'e ve Raşit Halifelerin sünnetine sımsıkı sarılmak lazım, öyle ki, dişlerle kavrar gibi. Müstakim yola devam etmek, bu yoldan ayrılan yollara sapmamak gerek. Sapan yolların başındaki bu yollara çağıran, şeytan veya şeytanlaşmış insanların davetini, elimizin tersiyle itelim. Yoksa, yahudi ve hıristiyanlar gibi, fırka, fırka olup sapıtırız. Allah korusun. Bakınız, İbni Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir
Her insanın Müslüman olabilmesi için, Kelime-i Tevhidi tam olarak bilip ve söylemesi gerekir. Kelime-i Tevhidi anlamak için de Kur’an'ı anlamak gerekir, bu bağlamda, Kur’an'ın anası olan Fatiha suresini anlayalım.
Günlük beş vakit namazın her rekatında, Fatiha okunması emredilmiştir. Üzerinde düşünelim, acaba niçin başka sure değil de Fatiha? Allah-u Alem, bunun hikmeti, Kur’an'ın özünün bu surede gizli oluşudur. Bir başka yönüyle geçmişte sapıtan insanların sapıklık noktalarına Muhammed (sav) ümmetinin dikkatini çekmektir.
İşte, eğer geçmiş sapıklar türünden birileri bizim zamanımızda karşımıza çıkarsa, günlük beş vakit okuduğumuz Fatiha ile onlara karşı duralım, bakalım Fatiha'da ne diyoruz;
. Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla. 2. Hamd(övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.3. O, rahmândır ve rahîmdir. 4.Ceza gününün mâlikidir. 5.(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. 6. Bize doğru yolu göster. 7. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!
"Hamd, tüm alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur."Neden alemlerin Rabbi diyoruz da yaratıcısı demiyoruz? Çünkü, geçmiş sapık kavimler çoğunlukla Allah (cc)'ın yaratıcı olduğunu kabul etmişlerdir. Fakat Rab oluşuna itirazları olmuştur. Çünkü Rab kelimesi Arapça'da şu anlama gelir; melik ve malik, kefil olan, rızık veren, ihtiyaçları karşılayan, koruyucu hükümran, kanun koyan, yöneten ve düzenleyen.
İşte geçmiş kavimlerin kafir olanları, Allah'tan başka kanun koyucu, rızık verici kabul ediyorlardı. Böylece Allah'tan başka Rab ediniyorlardı. Tağutlaşıp azanlar hep bu noktada haddi aşıyorlardı. Bakın, firavun; “Ben sizin en büyük Rabbinizim” diyordu. İşte Firavun kendisinin yaratıcı olduğunu değil, kanun koyan, terbiye eden, rızık veren olduğunu iddia ediyordu. Firavun'a göre Mısır'ın maliki kendisiydi. İnsanlar da orada rızıklanıyorlardı. Yine kanun koyarak insanları itaat ettirip terbiye ediyordu ve böylece de sahte ilah oluyordu.
İşte Fatiha'da bu noktaya dikkat çekiliyor. Yani bir gün Muhammed (sav) ümmetinin başına Allah'ın kanunlarından başka kanun koyan gelirse; "Ben Fatiha'da Rab olarak Allah'ı kabul ettim, Firavun ve onun gibi sahte ilahları reddettim. Dolayısı ile sizin gibilere itaat etmiyorum, düşman oluyorum, yoksa günde beş vakit namazın her rekatında okuduğum Fatiha'ya ters düşmüş olurum."diyebilsin.
Bakın Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, özellikle Rab kelimesi kullanılmıştır. Allah Teala şöyle buyuruyor;
“Hani Rabbin Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutup ' Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' diye buyurmuştu, onlar da; 'Evet, şahit olduk.' demişlerdi. Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz diye. Yahut,' daha önce sadece atalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen kuşaktık. Şimdi o batıla sapanların işledikleri yüzünden bizleri helak mı edeceksin? demeyesiniz diye. İşte biz ayetlerimizi böyle açıklarız.” (A’raf 174)
Bakınız dikkat edilirse, Allah Teala ruhlar aleminde bize, yaratıcınız kim diye sormuyor da, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diyor. Çünkü Allah Teala ezeli ilmi ile biliyordu. Kendisinin Rab sıfatına göz diken bazı tağutlar olacak. Yine ezeli ilmi ile biliyordu ki, böylesi tağutlara itaat ederek, Allah'ı değil de başkasını Rab edinenler ortaya çıkacak. İşte kullar mazeret göstermesinler, itiraz hakları olmasın diye Allah, ruhlar aleminde, bizden söz almıştır.
Yine bir başka ayette Allah Teala şöyle buyuruyor;
“De ki, şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur.Ben bununla emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim.(En’am 162-163)
…. Ruhlar aleminde verdiğimiz sözden sonra, tekrar bir daha bütün varlığımızla, Allah Teala'nın Rab olduğunu kabul edip, teslim oluyoruz . Bakınız, Allah Teala'dan başkasını Rab edinenlerin müşrik olduğunu Allah (c.c) bize şöyle haber veriyor;
"Onlar, Allah'ı bırakıp alimlerini, rahiplerini, Meryem oğlu Mesihi Rab edindiler. Halbuki onlar bir tek, ilaha ibadet etmekten başkasıyla emrolunmamışlardı. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları her şeyden münezzehtir.”(Tevbe 31)
Bu ayetin tefsirinde hemen hemen bütün tefsirciler, Tirmizi'den rivayet olunan şu hadisi naklederler; Adiyy b. Hatem'den şöyle dediği rivayet edilir. Boynumda altın bir haç olduğu halde Peygamber (sav)'in huzuruna vardım. Şöyle buyurdu;“Bu da ne oluyor Ey Adiyy? Şu putu üzerinden at.” O'nu Tevbe Suresi'nde, “Onlar, Allah'ı bırakıp alimlerini, rahiplerini, Meryem oğlu Mesih'i Rabler edindiler.” buyruğunu okurken dinledim. Sonra şöyle dedi;“Onlar bunlara ibadet etmiyorlardı, fakat kendilerine bir şey helal kıldıkları vakit, onu helal belliyorlar. Haram kıldıkları vakit haram belliyorlardı."(Kurtubi Tefsiri C.8 s.198)
Ayette geçen ahbar, yahudi alimlerinin adıdır. ruhban ise, hıristiyan alimlerin adıdır. Bunları ne şekilde Rab edindiklerini Elmalılı anlattıktan sonra; "şimdi günümüzde o Rab edinilenlerin yerini, parlamentonun aldığını"söylüyor. Demek oluyor ki, parlamentoya itaat etmek, onları Rab edinmektir.
İşte bu gerçeğe parmak bastıktan sonra yine bakıyoruz, öldükten sonra kabirde sorulan ilk soru, Rabbin kim?, Nebi’n kim ? sorusu, neden? Çünkü kişi, parlamentoya itaat ettiyse orada Rabbim Allah diyemeyecek,rabbim parlamento diyecek. Rab olarak, yani kanun koyucu, terbiye edici olarak Allah’ı (c.c) tanıdıysa işte o zaman Rabbim Allah(c.c) diyecek.
"Errahmanirrahim" : Yüce Allah, alemlerin Rabbi olmakla kendi zatını nitelendirdikten sonra, Rahman ve Rahim olmakla da nitelendirmesinde korkutma anlamı bulunduğundan dolayı, hemen akabinde “Rahman, Rahim” ile nitelendirmiştir. Çünkü bu da, korkutmanın aksi olan, teşviki ihtiva etmektedir. Böylece yüce Allah, hem kendisinden korkmayı, hem de nimetlerine ümit beslemeyi ifade eden niteliklerini bir arada zikretmiş olur. Bu ona itaatte daha çok yardımcı olsun, isyandan daha çok uzaklaştırıcı olsun diye böyle gelmiştir. Tıpkı yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi;
“Kullarıma haber ver ki; Ben gerçekten mağfireti bol ve Rahim olanım. Benim azabımda elbette en acıklı azaptır.”(Hicr 49-50)
(O, yüce Allah)günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı şiddetli olan ve nimeti geniş olandır.”(Mü’min 3)(Kurtubi Tefsiri c.1 s. 372)
Allah Teala, Rahman sıfatı ile kafir Müslüman ayırt etmeksizin bu dünya da bütün canlılara merhamet eder. Rahim sıfatıyla ahirette sadece Müslümanlara merhamet eder. (Bu mana da ki ifadeler için Bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır)
" O, Din gününün maliki(sahibi)dir": Din gününün sahibi buyrulmuştur ve burada, uyarı ve korkutma biraz açıkça ortaya konmuştur. Çünkü din kelimesi Arapça'da ceza, hesap, kaza, siyaset, itaat, adet, hal, kahır, nihayet bütün bunlarla ilgili ve hepsinin binası ve ölçüsü olan millet ve şeriat manalarına gelir. Bu, doğrudan doğruya kıyamet manalarına gelmez. (Hak Dini Kur’an Dili)
Kur’an'ın çeşitli ayetlerinden Din kelimesinin kanun manasında olduğunu görüyoruz. Allah Teala şöyle buyuruyor;
"İşte biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik, yoksa hükümdarın dinine(yürürlükteki kanuna) göre kardeşini(yanında)alıkoyamazdı.”(Yusuf 76) Net bir şekilde görüyoruz ki, kralın dininden kasıt, kralın kanunudur. İşte böylece şunu anlıyoruz; Allah Teala'nın Rab, Rahman ve Rahim oluşu Fatiha'da bize öğretildikten sonra kanun koyuculuğu da öğretiliyor. Çünkü Rab olarak kralı kabul edenler, kralın kanununa itaat eder. Allah Teala şöyle buyuruyor;
“Muhakkak Allah katında din İslam'dır.”( Ali-İmran 19)
Kralın, yani tağutların kanunlarının Allah nezdinde hiçbir geçerliliği olmadığı gibi, böyle kanunlara itaat edenlerinde Allah (c.c)'ın dini ile bağlantısı yoktur. Allah Teala şöyle buyuruyor;
"Kim İslam'dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul olunmaz ve ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.”( Al-i İmran 85)
Fatiha suresinde din ifadesiyle, Allah Teala'nın, kanun koyucu olduğunu, bu kanunların aksinin Allah (c.c) nezdinde hiçbir geçerliliğinin olmadığını ve İslam'dan başka din, (kanun) arayanın da büyük bir azaba çarptırılacağını ilgili ayetlerde görüyoruz.
Öğreniyoruz ki, geçmiş ümmetlerin düşmüş olduğu sapıklıklara düşmeyelim. Çağımızın Firavun ve Nemrutlarını, tereddütsüz reddedelim. Böylesi tağutların, Allah'(c.c)'ın emirlerine muhalif olan kanunlarına İslam'ın hiçbir ihtiyacının olmadığını bilelim. Çünkü İslam'da hiçbir eksiklik yoktur.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor;
“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı beğenip seçtim.”(Maide 3) İşte bu ayette de görüyoruz ki, din, kemale ermiştir. (tamamlanmıştır) Hiçbir eksiği, gediği yoktur. Allah'ın kanunundan başka kanun arayan veya Allah'ın şeriatının dışında şeriatlara uyan kimse Allah'ın bu ayetine muhalif olur ve hangi şeriata uymuş ise, o şeriatın sahibinin dinine girmiş, ona ibadet etmiş olur. İşte biz böylelerini reddederek Fatiha da şunu söylüyoruz;
“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.”İbadet ederiz anlamı, itaat ederizdir. İbadet, itaat ve zilletle boyun eğmek demektir. (Kurtubi c.1 s.380)
Yani başkalarına itaat etmeyiz. Rab olarak Allah'ı kabul ettik, O'ndan başka Rab, ilah yoktur. Çağdaş Firavunların kanun ve hükümlerini hiçe sayarız. Tağutların baskı ve zulümlerine karşı Allah’tan yardım dileriz. Mekke müşriklerinin yaptığı gibi sahte ilahlardan yardım dilenmeyiz. Bu arada çağdaş müşrikler gibi; türbeden, ağaçtan, yatırdan, şeyhlerden ve benzerlerinden, yardım dileyerek, Allah’tan gayrı ilah edinmeyiz. Çünkü iman edenlerin velisi, sahibi, yardımcısı, Allah’tır. Allah’tan gayrı ilah edinerek, onlardan yardım dileyen kafirlerin yardımcısı ise tağuttur.
Allah Teala şöyle buyuruyor;
“Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura çıkarır. İnkar edenlerin velileri ise tağuttur. Onları nurdan karanlıklara çıkartır. İşte onlar ateştedirler onlar orada ebedi kalıcıdırlar.”(Bakara 257) İşte Allah’tan başkasını veli, sahip edinerek ondan yardım isteyenin sonu imansızlık ve ebedi cehennemdir. Bu sebeple yalnız Allah’a ibadet eder ve ondan yardım dileriz. Zaten bizlerin yaratılma gayesi, Allah’a kulluktur. Allah Teala şöyle buyuruyor;
“Ben cinleri de insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”(Zariyat 56) Bakınız Allah (c.c), bizleri sadece emir ve kanunlarına itaat edip, ibadet edelim diye yaratmıştır. Mücahid’den gelen rivayette bu ayetin manası, ben onlara emirler vermek, yasaklar koymak için yarattım demektir. (Kurtubi c.16 s. 385)
Yine itaatin ibadet manasına geldiğine dair açıklamalar için, Elmalılı, Fi zilal, Mevdudi, Said Havva, Ö.N.Bilmen tefsirlerine bakınız.
Buraya kadar anladık ki, din kanundur. Din vaz’eden de, yani kanun koyan da Rab’dir. İtaat ise ibadettir. Kişi kimin kanununa itaat ederse ona ibadet etmiş ve Rab edinmiştir. Bu gerçeği öğrendikten sonra, Allah tan başka Rab edinme fitnesinden Allah’a sığınıyor ve diyoruz ki;
"Bizi dosdoğru yola ilet" : Yani İslam yoluna, İslam şeriatına. İmam Ahmed en Nevvas b. Sem’andan, o da Resulullah (s.a)'dan şöyle söylediğini rivayet eder; "Allah (c.c) şöyle bir misal getirdi: "Bir sırat-ı müstakim vardır. Bunun her iki yanında yüksekçe iki duvar, bu duvarlar da açık kapılar, kapıların üzerinde sarkıtılmış perdeler ve sıratın kapısında şöyle diyen bir davetçi, Ey insanlar, hepiniz bu sırat’a(dosdoğru yola),giriniz ve eğri büğrü yollara sapmayınız. İnsan bu kapılardan herhangi birisini açıp girmek istediğinde, bu sıratın üst tarafından bir davetçi şöyle der, Sakın ha! Bu kapıyı açmayasın, bu kapıyı açtığın takdirde, ondan içeri girersin. İşte bu sırat(yol)İslam'dır. Bunun iki yanındaki yüksek duvarlar, Allah'ın çizdiği sınırlardır. Açık kapılar Allah'ın yasaklarıdır. Sırat’ın başındaki davetçi, Allah'ın kitabıdır. Sıratın üzerinden seslenen davetçi ise, her Müslüman’ın kalbindeki Allah'ın tayin ettiği öğütçüdür.”
İşte ey Müslüman, senin yolun İslam'dır ve bu yolun iki tane davetçisi vardır. Birisi fıtratın, diğeri İlahi vahyin davetçisi. O bakımdan haramları irtikab ederek (işleyerek) İslam'a karşı kusurlu olma. Yoksa şeytani yolların girdabına yuvarlanırsın. (El Esas Fit- Tefsir c. 1 s. 48-49)
Kardeşler; doğru yol bu hadis-i şerif ile belirtilmiştir ki, o da Allah'ın hükümleridir. Sağında ve solunda ayrılan yollara sapmayalım, Kur’an'a kulak vererek böylesi sapıkların fitnesinden kurtulalım. Sırat-ı Müstakim, dosdoğru yoldur. Kur’an ve sünneti kendimize rehber edinir, İslam yoluna devam edersek, bizleri cennete götürür. Bunu bırakıp demokrasi, komünizm gibi, batıl dinlerin sistemlerini kendimize yol, araç edinirsek,bizi küfre ve cehenneme götürür. Allah korusun. Bakınız Allah Teala bu konuyla ilgili şöyle buyuruyor;
“Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Sonra sizi, O’nun yolundan ayırırlar. İşte sakınırsınız diye, Allah sizlere bunları tavsiye etti.”(En’am 153)
Darimi, Abdullah b. Mesud (ra)'dan şöyle denildiğini rivayet eder; "Rasulullah (sav)bir gün bize bir çizgi çizdi, sonra şöyle buyurdu“ İşte bu, Allah'ın yoludur.” Daha sonra onun sağında bir takım çizgiler, solunda da birtakım çizgiler çizdi. Sonra da buyurdu: “ Bunlardan her birisinin başında ona çağıran bir şeytanın bulunduğu bir takım yollardır.” sonra da bu ayet-i Kerimeyi okudu." (Kurtubi c. 7 s. 237)
Hadis imamları Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet ederler; Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Size neyi emrettiysem onu alınız. Size neyi yasakladıysam ondan da uzak durunuz.”
İbni Mace ve başkaları da, El İrbad b. Sariye'den şöyle dediğini naklederler: "Rasulullah (sav) bize öyle bir vaaz da bulundu ki, ondan dolayı gözler yaşardı, ondan dolayı kalpler korkuyla titredi; ey Allah'ın Rasulü! dedik, bu adeta veda edenin öğüdüne benzemektedir. Bize neyi tavsiye edersin? Şöyle buyurdu: “ Ben sizi(hiçbir şüphe ve tereddüt gerektirmeyen) apaydınlık yol üzerinde bıraktım. Onun gecesi de gündüzü gibidir. Benden sonra bu yoldan, helak olanlardan başkası sapmaz. Aranızda yaşayacak olanlar, pek çok ayrılıklar görecektir. Size benim sünnetimden ve benden sonra hidayet bulmuş, Raşit Halifelerin sünnetinden, bildiğinize bağlı kalmanızı tavsiye ediyorum. Onlara dişlerinizle kavrarcasına sımsıkı sarılınız. Sonradan uydurma işlerden(bid’atlerden)de sakınınız. Çünkü şüphesiz her bid’at sapıklıktır. Size itaat etmenizi tavsiye ediyorum. İsterse başınızdaki Habeşli bir köle olsun. Şüphesiz mü’min burnuna halka takılmış deve'ye benzer, nereye çekilirse oraya gider."(Kurtubi c. 7 s. 239)
Kardeşler, bu Hadis-i Şeriflerde de görüyoruz ki, Kur’an'a, Sünnet'e ve Raşit Halifelerin sünnetine sımsıkı sarılmak lazım, öyle ki, dişlerle kavrar gibi. Müstakim yola devam etmek, bu yoldan ayrılan yollara sapmamak gerek. Sapan yolların başındaki bu yollara çağıran, şeytan veya şeytanlaşmış insanların davetini, elimizin tersiyle itelim. Yoksa, yahudi ve hıristiyanlar gibi, fırka, fırka olup sapıtırız. Allah korusun. Bakınız, İbni Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir