Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Meleklerin Girmediği Evler

K Çevrimdışı

Kuşçu

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Şöyle bir soruya ne cevab verirsiniz sevgili kardeşim; Hadisler için uydurma/zayıf/mütevatir gibi sınıflandırmalar olduğu halde, ayetler için neden böylesi sınıflandırmalar bulunmamaktadır?

Peki sence?
 
A Çevrimdışı

antitağut1979

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Şöyle bir soruya ne cevab verirsiniz sevgili kardeşim; Hadisler için uydurma/zayıf/mütevatir gibi sınıflandırmalar olduğu halde, ayetler için neden böylesi sınıflandırmalar bulunmamaktadır?


Modern zamanlarda bilincimize musallat edilen virüslerden birisi de, Kur’an’ın korunacağının Allah Teala tarafından garanti edildiği, buna mukabil Sünnet’in ilahî korumanın dışında kaldığı iddiasıdır. Bu iddia ayağına yer edindiğinde kaçınılmaz olarak sadece Kur’an, 6 bin küsür ayetten ibaret bir metin olarak itimada şayan olacak, onun dışındaki her şey modern müslümanın şüphe oklarının hedefinde bulunacaktır.


Bilincimize bu virüsü musallat edenler, “uydurma hadis” diye bir vakıa bulunduğunu herkesin itiraf ettiğini, ancak “uydurma Kur’an” diye bir şeyin hiçbir zaman söz konusu olmadığını, olamayacağını kabul etmemizi isterler.


Evet, Kur’an’ın ilahî garanti altında olduğunda şüphe yok. Ancak bu gerçek iki noktada manipüle ediliyor:


1. Kur’an’ın korunmuşluğu, “Kur’an” adı altında birtakım metinlerin uydurulmadığı/uydurulmayacağı anlamına gelmez. Birkaç yıl önce “el-Furkânu’l-Hakk” isimli uydurma bir kitabın ABD’de peydahlanıp piyasaya sürüldüğü haberi hafızalarımızdaki tazeliğini henüz kaybetmiş değil. (Kur’an surelerine nazire tarzında kaleme alınmış sureler ve pasajlar ihtiva eden bu müzevver kitap, bekleneni vermemiş olacak ki, gündemden çabuk düştü!)


Daha önemlisi var: Hindistan’ın Bankipore şehrindeki Genel Şark Kütüphanesi’nde bulunan nüsha, tam anlamıyla bir “uydurma Kur’an”dır. Nüzul sırasına göre tertip edilmiş bulunan bu nüsha, sadece kimi ayetlerin içine serpiştirilmiş eklemelerle temayüz etmez; sonunda bulunan iki “sure” de onu farklı kılmaktadır. Bu “sure”lerden birisi, “Sûretu’n-Nûreyn” adını taşımaktadır. Kırk bir cümleden müteşekkil olan bu “sure”, Efendimiz (s.a.v) ve Hz. Ali (r.a)’den bahsetmektedir. Diğeri ise, Şii Hüseyin b. Muhammed Takî en-Nûrî et-Tabersî’ye ait Faslu’l-Hitâb fî İsbâti Tahrîfi Kitâbi Rabbi’l-Erbâb’da zikredilen Sûretu’l-Velâye’dir.[1] (Bu “sure”, Şah Veliyyullâh ed-Dihlevî’nin oğlu Şah Abdülazîz’in kaleme aldığı Muhtasaru’t-Tuhfeti’l-İsnâaşeriyye isimli eserde de zikredilmiştir.)


Şu halde, nasıl ki “Kur’an” adı altında uydurulmuş birtakım metinlerin mevcudiyeti Kur’an’ın korunmuşluğuna gölge düşüremezse, “hadis” adı altında uydurulmuş birtakım metinlerin bulunması da bütün olarak Hadis sahasını itham altına sokmaya yetmez!


2. Kuran’ın korunmuşluğu, ne dediği okuyana göre değişen 6 bin küsür cümlenin korunmuşluğu değildir. Bilakis Kur’an’ın korunmuşluğu, Kur’an’ın bizden ne istediği konusundaki netliğin de korunmuşluğu demektir. Yani Allah Teala Kur’an’ı göndermekle iman, ahlak, tefekkür, tasavvur ve amel olarak nasıl bir çizgi izlememiz gerektiğini biz kullarına iletmiştir. Eğer Kur’an’daki 6 bin küsür cümle muradullahın tecellisi için bu noktalarda yeterli olsaydı, “Kur’an’ın beyanı” gibi hayatî bir rolün Sünnet’e –yine bizzat Kur’an tarafından– verilmesinin hiçbir anlamı olmazdı! [Yani 'namaz kılın' ayeti korunsa ama namazın nasıl kılınacağı ile ilgili sünnetler korunmasa 'namaz kılın' ayetinin korunmuş olması abes olacaktır. O yüzden Kur'an emirleri ile ilgili sünnetler de korunmuştur. @mir]


Kur’an, Efendimiz (s.a.v)’e iki görev yüklemiştir: Tebliğ ve Beyan. Ve bize de ihtar etmiştir ki, Kur’an, Sünnet’in beyanına/açıklamasına ihtiyaç gösteren ayetler ihtiva etmektedir.


Öyleyse şunu söylemek zorundayız: Eğer Allah Teala’nın bizden ne istediğini Efendimiz (s.a.v)’in beyanı olmadan anlayamıyorsak, Kur’an’ın sadece “tebliğ”inin değil, aynı zamanda “beyan”ının da korunmuş olması gerekir! Aksi halde Kur’an’ın sadece “tebliğ”inin korunmuş olmasının pratik hiçbir anlamı olmayacaktır.


Bütün bunlar şu noktayı açık bir şekilde önümüze koyuyor: Tarih içinde şu veya bu çevre tarafından şu veya bu gerekçeyle hadis uydurulmuş olmasından hareketle hadislerin tamamını “şüpheli” görmek ve töhmet altına sokmak, bir sonraki adımda Kur’an’ı da aynı töhmet tavrının hedefine koyacaktır.


Burada denebilir ki: “Sünnet başka, Hadis başkadır. Sünnet, Kur’an’ın beyana muhtaç ayetlerinin fiilî/amelî olarak tefsir edilmesiyle oluşur ve Ümmet tarafından nesilden nesile “amelî olarak” aktarılmıştır. Burada herhangi bir şüphe yoktur. Ancak hadisler “amelî” olarak değil, “kavlî” olarak nakledilmişler ve nakledilirken de unutmak, yanılmak, eksik ya da fazla nakletmek… gibi birtakım ravi tasarruflarına maruz kalmışlardır. Dolayısıyla Sünnet’in korunmuşluğundan söz edebiliriz, ama hadislerin korunmuşluğundan söz edemeyiz!


Bu yaklaşım ilk bakışta makul gibi görünmektedir. Ama birkaç noktada problemlidir:


A. Güvenilirliği, amelî olarak aktarılan namaz, oruç… gibi bazı temel ibadetlere indirgemek, dinin büyük bir kısmını bize aktaran hadisleri devre dışı bırakmak demektir. Bu da dinin büyük kısmının fiilen lağvedilmesi anlamına gelir.


B. Pek çok alanda “amelî rivayet” ile “kavlî rivayet”i birbirinden ayırmak mümkün değildir. Söz gelimi feraiz, alım-satım, nikâh-talak… ile ilgili rivayetler bu kapsamdadır. Hattaoruç, zekât gibi temel ibadetlerin de bu kapsamda olduğunu söylemek gerçeğin ifadesi olacaktır. Açıktır ki yüzyıllar boyunca Ümmet bunlar ve benzeri konularda “görerek” değil, “işiterek”, yani “amelî” nakle değil, “kavlî” nakle dayanarak amel etmiştir.


C. Bu Ümmet’in ulemasının sıhhati üzerinde söz birliği ve gereğince amel ettiği rivayetler, güvenilirlik bakımından “amelî nakil”den aşağı değildir.


Şu halde hadisleri –hangi gerekçeyle olursa olsun– toptan zan ve töhmet altına alan herhangi bir yaklaşımın sahih bir din tasavvuru ile alakası kurulamaz!


Yazının başında zikrettiğim “sadece Kur’an metninin korunduğu” tezi de aslında havadadır. Zira Allah Teala Kur’an’ı gökten indirdiği melekler vasıtasıyla ya da bir başka şekilde korumuyor. Bu ümmetin hafızları ve hafızası vasıtasıyla koruyor. “Kavlî nakil” de tıpkı Kur’an gibi, tıpkı “amelî nakil” gibi bu ümmetin hafızları ve hafızası vasıtasıyla korunarak bize kadar intikal etmiştir.


Öte yandan şunu da gözden kaçırmayalım: “metnin/delilin korunması”, “muradın/medlulün korunması” anlamına gelmemektedir. Bu nokta üzerinden Pazartesi günü devam edelim.


[1] Geniş bilgi için bkz. Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I, 406 vd.

EbuBekir Sifil
 
farkındayız Çevrimdışı

farkındayız

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Vok guzel videooo
 
azizk83 Çevrimdışı

azizk83

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun Ebubekir Sifil hocaefendi'den MÜKEMMEL izah etmiş meseleyi.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Suleyman Aleyhisselamın Şeriatında Heykel Yapmak Mubah mıydı?


«Onlar, ona mihrablar, timsaller (heykeller) ve havuzlar gibi çanaklar ve sâbit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışın ey Davud hanedanı, şükür için çalışın. Ama kullarım içinde şükreden azdır.» (Se'be 13) âyetinin zahiri, Suleyman aleyhisselamın şeriatında helkelin mubah olduğuna ve heykel yapmanın helal olduğuna delalet eder. Allahu taalanın Kur'anda saydığı Suleyman aleyhisselama verilen imtiyazlar —ki cinleri ona musahhar kılması, cinlerin ona karalardan, heykellerden, büyük çanaklardan, sabit kazanlardan ne dilerse yapması— heykellerin yapılmasına sarahaten delalet eder, bunların yapılması hususunda Allahu taalanın izni olduğunu gösterir.
Bu âyeti kerimenin ihtiva ettiği hükümler hususunda alimlerin görüşlerini aşağıya alıyoruz:

1- Kur'an-ı Kerim'in işaret ettiği heykeller; Suleyman aleyhisselamın şeriatında mubah ise de bu hüküm İslam şeriatında neshedilmiştir. Bilinen bir hakikattir ki, bizden evvelki şeriatların şeriatımız tarafından neshedilmeyen hükümleri bizim için de geçerlidir. Fakat heykellerin yapılması hususunda neshedici ve haram kılıcı âyetler mevcuttur.

2- Suleyman aleyhisselam zamanındaki heykeller hayvan, kuş ve insan gibi canlıların heykelleri değildir. Tabiat manzaralarının, bir ormanın, bir ağacın kabartmasıydı. Şöyle olunca da Suleyman aleyhisselamın şeriatı bizim şeriatımıza muvafık olmaktadır.

"Yüce ALLAH şöyle buyurdu; Yarattıklarım gibi yaratmaya kalkışanlardan daha zalim kim vardır? Eğer onlar yaratıcı iseler bir zerre veya bir arpa tanesi yaratsınlar."
(Buhari tevhid 56, Ahmed b. Hanbel, II. 232.)
mealindeki hadis-i şerifler, resim ve heykelin haram kılınmasındaki illetin, ALLAH (c.c.)'ın yarattıklarına benzetmek olduğuna delildirler. (Ahkam Tevsiri, II, 344, 345)

Bu yasaktaki hikmet ise, insanları putperestlikten uzaklaştırmak, itikadı şirkten ve puta tapıcılıktan korumaktır. Zira bütün putperest milletlere putperestlik resim ve heykel yoluyla girmiştir. Buna Ummu Seleme (r.anha) ve Ummu Habibe (r.anha) hadisi -delalet eder ki o hadiste Rasulullah (s.a.v.), «Kıyamet günü onlar Allah (cc)'ın yarattıklarının en şerlisidirler.» buyurmuştur.
Nuh kavminin ibadet ettiği Ved, Suvâ, Yeğûs, Ye'uk ve Nesr ismindeki putlar —bunlar Kur'anda zikredilmektedir— Nuh kavminden salih kişile*rin isimleriydi, öldükleri zaman kavimleri onları ve yaptıklarını hatırlamak , için birer heykellerini diktiler. Aradan zaman geçince de onlara tapınmaya başladılar.
Sa'lebi, «Sakın taptıklarınızı bırakmayın. Hele Ved»den, Suvâ»dan, Yeğûs»tan ve «Nesr»den zinhar vazgeçmeyin» dediler.» (Nuh: 23) âyetinin tefsirinde İbni Abbas (r.anh)'tan şöyle nakleder:
«Bunlar Nuh kavminin salih kişilerinin isimleriydi, öldükten sonra şeytan onların kavmine, dünyada iken onların oturdukları yerlere birer heykellerinin yapılmasını ve o heykellere isimlerinin verilmesini tavsiye ederek, «Siz onların yaptıklarını bu heykeller vasıtasıyla hatırlayarak yaparsınız.» dedi. Onları yapan insanlar hayatta iken kimse onlara ibadet etmedi. Fakat onları yapanlar öldüğü ve ilim ortadan kalktığı zaman onlara ibadet edilmeye başlandı.» (Kurtubi. age. C. 4. S. 308)

İbnu'l-Arabi de şöyle der: «Bizim şeriatımızda heykelin yasaklanmasına —Allah (cc) doğrusunu bilir ama— Arabların puta ve taşa tapmaları sebeb olmuştur. Cünkü onlar putlar yapar ve onlara taparlardı. Allahu taala da heykel yapmayı yasaklayarak putperestlik kapısını tamamen kapattı.»

İbnu'l-Arabî sözlerine şöyle devam eder: «Ben İskenderiye civarında muşahede ettim. Birisi öldüğü zaman ağaçtan güzel bir heykelini yapıp evine koyuyorlar. Eğer ölen erkekse, en güzel erkek elbiseleri, kadın ise en güzel kadın elbiseleri giydiriyorlar. Kapısını da kapatıyorlar. Daha sonra üzücü bir hadise ile karşılaştıkları veya ikinci bir cenazeleri olduğu zaman heykelin bulunduğu evin kapısını açıp yanına oturarak ağlamaya ve onun adını onmaya başlıyorlar. Ağlaya ağlaya kederlerinden kurtulup ferahlanıncaya kadar bunu sürdürüyorlar. Sonra odadan çıkarak kapısını yeniden kapatıyorlar. Aradan zaman geçtikçe diğer putlar gibi ona da tapmaya başlıyorlar.» (İbnu'l-Arabi. age. C. 3)
 
farkındayız Çevrimdışı

farkındayız

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hz. Ali'den gelen bir rivayette de su ilave vardir: «Etrafinda sidik bulunan bir eve de melekler girmezler.»
Ebu Said'in merfu olarak rivayet ettigi bir hadis-i serifte Peygamber (s.a.v.) söyle buyurmustur: «Içinde resim ve heykel bulunan bir eve, melekler girmezler.»
Zekvan Ebu Salih es-Semak, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti M,Rasûlullah (s.a.v.) söyle buyurmustur: «Beraberlerinde köpek veya çan bulunan yoldaslara melekler yoldaslik etmezler.»
İbn Kesir El bidaye ven nihaye s:65
 
Üst Ana Sayfa Alt