RAHMAN ARŞA İSTİVA ETTİ
İSTİVÂ
ALLAHu Teâlâ'nın haberi sıfatlarından istilâ uluvv, suûd ve irtifa anlamlarında haberî bir terim.
Kur'ân-ı Kerîm'de "istivâ" sözcüğü dokuz yerde kullanılmaktadır. Bu kullanışların hepsinde fiil olarak "istevâ: istivâ etti" şeklindedir. Bunlardan ikisi, "ilâ:...e doğru" edatı ile kullanılmıştır. Söz konusu ayetler şöyledir:
"O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı, sonra göğe yöneldi (istevâ), onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir" (Bakara, 29);
"Sonra duman halinde olan göğe yöneldi (istevâ)..." (Fussilet, 11).
ALLAH Teâlâ hakkında "istivâ" söz konusu edilirken, bu iki ayetteki kullanılış pek bir problem teşkil etmemektedir.
Diğer yedi yerde ise, "istivâ" sözcüğü "alâ: üzerine, üzerinde" edatıyla kullanılmıştır. Bunların altısında "summâstevâ ale'l-Arş" şeklinde kullanılmıştır (el-A'râf, 7/54; Yunus, 10/3; er-Ra'd, 13/2; el-Furkân, 25/59; es-Secde, 32/4; el-Hadîd, 57/4).
Bir yerde de "er-Rahmanu ale'l-Arşi istevâ: O Rahman Arş'a istivâ etti" (Tâhâ, 20/5) şeklinde kullanılmıştır.
"İstivâ" denildiğinde bu yedi yerdeki kullanılış kastedilir. ALLAH'ın haberi sıfatları konusunda farklı görüşlerin en çok ileri sürüldüğü meselelerin başında, "istivâ" meselesi gelir. İstiva ile ilgili olarak görüş ileri süren alimleri önce iki gruba ayırmak mümkündür.
a- Te'vil yolunu seçenler.
b- Te'vil yoluna sapmayıp sözü zâhiri üzere kabul edenler.
İslâm tarihinde ALLAH'ın sıfatları konusunda te'vil çığırını başlatanlar, Mûtezilî âlimleridir. Onlara göre "istivâ", istilâ ve hâkimiyeti altına alma anlamındadır. (Eş'arî, Makalâtu'l İslâmiyyîn, Kahire 1969, 1, 285; İbn Hazm, el-Fısal fi'l-Milel ve'n-Nihal, Beyrut 1975, 11, 123).
Mûtezile, ALLAH Teâlâ'nın kulların vasıflandığı sıfatlarla nitelenmesinin câiz olmayacağını, bunların kabulunün teşbihi gerektireceğini söylemiştir. Bu çığırı ilk başlatan Câ'd b. Dirhem (118/736) dır. Ondan Cehm b. Safvân (128/745) bu görüşü almıştır (İbnu'l-Esir, el-Kâmil, V, 236).
Niçin te'vil yoluna gittiklerini de şöyle izah ederler:
"İstivâ sözünü zahirine hamledersek, ALLAH hakkında mekân ve yön tayin etmiş oluruz ki, bu, ancak cisimler için söz konusudur."
Bu sebeple de bu âyetleri te'vil etmeyenleri Mucessime ve Muşebbihe olmakla itham ederler. Onlara göre ALLAH bir yerde değil, her yerdedir. Mûtezile te'vil'in gerektiğini ileri sürerek ALLAH'ın bu sıfatlarını nefyetmiş olacağından, onları haberi sıfatları nefyedenler olarak tesbit etmek de mümkündür (Metin Yurdagür, ALLAH'ın Sıfatları, s. 239).
Te'vile sapmayıp "istiva" lafzını zâhiri üzere anlayanları da iki gruba ayırmak mümkündür:
a- ALLAH'ın cisim olduğunu söyleyenler,
b- ALLAH'ı yaratıklarına benzetmeyenler,
ALLAH'ın cisim olduğunu söyleyenler, söz konusu ayetleri, insanın kursiye oturması gibi ALLAH'ın Arş'a oturduğunu; insanlarda olduğu gibi ALLAH'ın da et, kemik ve kandan olup el, ayak, baş ve gövdesinin bulunduğunu söylerler. Bu sebebledir ki bunlara "Mucessime ve Muşebbihe" ismi verilmiştir.
ALLAH'ı yaratıklarına benzetmeyi reddederek "İstiva"yı kabul edenlere gelince, Ehl-i Sünnet ve ümmetin selefinin görüşü budur.
Eş'arî (ö. 324/935) meşhur "Makalâtu'l İslâmiyyin" isimli eserinde bu konudaki fırkaların görüşlerini serdederken şöyle demektedir:
"Ehl-i Sünnet ve hadis ehli dedi ki: ALLAH cisim değildir ve yaratıklara benzemez. O, Arş'ın üzerindedir. Nitekim; "O Rahman, Arş'a istivâ etti" buyurulmuştur. ALLAH'ın söylediğinden öteye gitmez, söz söylemeyiz. Aksine, keyfiyetsiz olarak istivâ etmiştir, deriz" (Eş'arî, a.g.e., I. 285).
Eş'arî, bu sözleriyle ALLAH'ın, Arş'ın yukarısında olduğunu, bunun nasıllığının tarafımızdan bilinemeyeceğini, istivâyı te'vil etmenin ve ALLAH'ı yaratıklara benzetmenin yanlış olduğunu söylemek istemektedir.
Nitekim"el-İbâne an Usûli'l-Diyâne" isimli eserinde meseleyi daha geniş bir şekilde şöyle izah eder:
"Biri çıkıp: İstivâ hakkında ne dersiniz? diyecek olursa, ona deriz ki: ALLAH, Arş'ı üzerine istivâ etmiştir. Nitekim ALLAH şöyle buyurmaktadır:
"O Rahman Arş'a istivâ etti" (Tâhâ, 5);
"Güzel söz O'na çıkar" (Fâtır, 105)
"Hayır ALLAH onu (İsâ'yı) kendisine yükseltti" (Nisâ, 158);
"(ALLAH, yaratma) işi (ni) gökten yere düzenler" (Secde, 5).
ALLAH, Firavun'dan nakille şöyle buyuruyor:
"Firavun dedi: Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap ki o sebeblere (yollara) erişeyim, (yani göklerin yollarına erişeyim de Mûsâ'nın ilahına çıkıp bakayım)" (Mu'min, 36-37).
Bu sözleriyle Firavun, Mûsâ (a.s.)'ın, ALLAH'ın göklerin yukarısında olduğu şeklindeki sözünü yalanlamaktadır. ALLAH Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:
"Gökte olanın, sizi yere batırmayacağından emin misiniz?" (Mulk, 16).
Göklerin yukarısında Arş vardır. Arş, göklerin yukarısında olunca "Gökte olandan emin misiniz?" buyurmuştur. Çünkü ALLAH, göklerin üzerindeki Arş'a istivâ etmiştir. Her yukarıda olan, göktür. Arş, göklerin en yukarısıdır"
(İmam el-Eş'ârî, el-İbâne an Usûlu'd-Diyâne, Medine 1975, s. 30-31).
Eş'arî bu konuya devam ederek, dua esnasında insanların ellerini Arş'a doğru kaldırdıklarını, Mûtezile, Cehmiyye ve Hâriciyye mezheblerine muntesib olanların, istivâ'yı istilâ, mulk ve kahr gibi şeylerle te'vil ederek ALLAH'ın her yerde olduğunu söylediklerini, Hak ehlinin görüşü olan ALLAH'ın Arş'ın üzerinde' olduğu görüşüne karşı çıktıklarını anlatır ve bu konuda daha pek çok delil sıralar.
Maturidîler istiva ve diğer haberî sıfatları te'vil etmemişlerdir (Suleyman Uludağ, Kelâm İlmi ve İslâm Akâidi, s. 50).
İmam Maturudî (333/944) Kitabu't-Tevhîd'de, "İstiva" ayeti ile ilgili muhtemel bir çok te'villeri (mulk, ulûvv, Arşı ta'zim ve teşrif, istilâ, kasd vb.) sıralayıp, teşbihe kaçan anlayışları reddeddikten sonra şöyle demektedir:
"Bu mevzuda bize göre aslolan şudur ki, ALLAH Teâlâ; "Hiç bir şey O'nun benzeri olamaz" buyurmak suretiyle kendini mahlukatına benzetmekten tenzih etmiştir. Nitekim biz de O'nun fiillerinde ve sıfatlarında benzeri bulunmadığını, benzerlerinden münezzeh olduğunu yukarıda beyan etmiştik. Bundan ötürü, "Rahman'ın Arş üzerine istivâsını " vahyin getirdiği ve akılda sabit olduğu gibi kabul etmemiz gerekir. Artık biz bu ayetin belli bir anlam ile kesin te'viline hükmedemeyiz. Çünkü zikrettiğimiz te'villerden herhangi birine ihtimali olduğu kadar; henüz bize ulaşmamış, teşbih şâibesi taşımayan başka bir manaya gelmesi de muhtemeldir. Biz ancak bu ayette ALLAH'ın o tabirle muradı ne ise, ona iman ederiz. Vahy ile sabit olan ru'yetullah vb. diğer meselelerde de inancımız böyledir. Bu hususlarda teşbihi nefyederek, hiç bir yorum yapmadan murâd-ı ilâhi her ne ise ona iman gereklidir."
(Maturidî, Kitabu't-Tevhîd, Sf: 74)
Hanefi mezhebinin imamı Ebû Hanife (öl. 150/766) de ayni görüştedir. O şöyle demektedir:
"Bilmiyorum, Rabb'im gökte midir, yerde midir" diyen kâfir olur. "ALLAH Arş'ın üzerindedir ama Arş gökte midir, yoksa yerde midir, onu bilmiyorum" diyen de kâfir olur. ALLAH'a dua ederken yukarıya yönelinir, aşağıya değil. Çünkü aşağının rubûbiyet ve ulûhiyyet vasfıyla hiçbir ilgisi yoktur.
Nitekim şu hadis de bunu anlatıyor:
Bir adam Peygamber'e siyah bir cariye getirdi ve: - Benim üzerime mûmin bir köle azad etmek vâcib oldu. Bu kâfi midir? diye sordu.
Peygamber (s.a.v) o cariyeye sordu: "Sen mûmin misin?"
Cariye: "Evet" dedi.
Peygamber (s.a.v.): "Peki, ALLAH nerededir?" diye sordu.
Cariye göğe işaret etti.
Bunun üzerine Peygamber: "Onu azad et, o mûmindir" dedi.
(Muslim, el-Mesacid, 33; Ebû Davud, es-Salat, 167, Eyman, 16; Nesâî, Sehv ; Muvatta, Itk.8-9; Ahmed îbn Hanbel, 11/291. 1;
İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefi, Şerhu'l Akîdeti't-Tahâviyye, Beyrut 1988, s. 288; İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, İstanbul, 1981, s. 45-48 Arabca kısmı).
Nitekim Ebû Hanife'nin talebesi Ebû Yusuf, ALLAH'ın gökte (yukarıda) olduğunu reddeden Bişr el-Merisî'yi bu görüşünden dolayı hesaba çekmiş ve tövbe etmesini istemiştir.
(İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefi, Şerhu'l Akîdeti't-Tahâviyye, Beyrut 1988, s. 288)
Görülüyor ki, kelâm metodunu büyük çapta benimseyen imamlarımızdan Eş'ari'de müşahede edilen haberî sıfatların (ve muteşabihatın) te'vili konusunda muhafazakârlık, İmam Maturîdî'de de aynen mevcuddur. Ancak, Ehl-i Sünnetin her iki koluna mensub muteahhir âlimlerin aynı tutumu devam ettirmedikleri, te'vili benimsediklerini de biliyoruz. Muteahhirin'in bu tutumunun sebepleri arasında avâmın yanlış yorumlarla teşbihe düşmelerini önlemek gayesini sayabiliriz. Onlar bu gayeyle Arab dilinin müsaadesi çerçevesinde bu sıfatların mecazi mâhiyette te'vilini câiz görmüşler, fakat yapılan bu te'villerin ihtimal dairesinin ötesine geçemediğini ve kesin olmadığını da belirtmeyi ihmâl etmemişlerdir (el-Beydâvî, İşârâtü'l-Merâm min İbârâti'l İmâm, 186-189; krş: Gazzâlî, el-İktisâd, s. 52-53).
İmam Mâlik'e ALLAH'ın Arş'a nasıl istivâ ettiği sorulduğunda; "O Rahman, kendini vasıfladığı şekilde Arş'a istivâ etmiştir, O'nun hakkında nasıl sorusu sorulmaz" demiştir. Başka bir rivayete göre ise şöyle demiştir:
"İstivâ (Arab dilinde anlamı) meçhul değildir. Keyfiyeti akıl ile bilinmez. Buna iman etmek vâcibdir ve bu konuda soru sormak bid'attir" (Beyhakî, el-Esmâ' ve's-Sıfât; Mısır 1358, Sf: 408)
Selef hakkında şöyle denebilir: Onlar, nassların sınırlarını aşmamak için bu gibi konularda çok titiz davranır ve fazla izahatta bulunmaz, teferruata dalmazlardı.
------------
Câbir ibnu Abdullah (r.anh)’dan, şöyle dedi:
Rasulullah (s.a.v.) Veda haccında Arafe günü vermiş olduğu hutbede şöyle buyurdu:
Ben vazifem olan tebliği yaptım mı ne diyorsunuz?
Sahabelerde; Evet Ya RasulAllah hakkı ile yaptın diye cevab verdiler.
Rasulullah (s.a.v.) de şehâdet parmağını SEMAYA DOĞRU KALDIRIP İNSANLARA KARŞI İNDİREREK ALLAH'IM ŞAHİD OL DİYE ÜÇ KERE TEKRAR ETTi.
(Bu Hadis'i Buhâri (1739) Muslim (121 Ebu Davud (1905) ve Ahmed (1/447) rivayet etmişlerdir.)
"Gerçekten sizin Rabb'iniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden ALLAH'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Âlemlerin Rabb'i olan ALLAH ne yücedir." (Âraf 54)
"Şubhesiz Sizin Rabb'iniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren ALLAH'tır. Onun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabb'iniz olan ALLAH budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?" (Yunus 3)
Ey Allah’ın Rasûlu, Allah mahlukatını yaratmadan önce nerede idi.
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Altında ve üstünde hava bulunmayan, bizce meçhul ve karanlık bir yerdeydi. Arşını su üzerinde yaratmıştı.”
(Tirmizi, Kuran Hud suresi Tefsiri, Bab 12, Hadis no: 3109; İbn Mâce, Mukaddime: 19; Musned, IV, 11; kutub-i sitte 1657)
Ahmed b. Meni’ diyor ki: Yezîd b. Harun şöyle demiştir: “A'mâ” kendisiyle beraber hiçbir varlık yok demektir. Diğer bir hadis meâli de şöyledir: “Allah halkı zulmette yaratmıştır” (Tirmizî, “Îmân”, 18; Musned, II, 176)
---------------------
Yoksa gökyüzünü (yaratmak mı), ki onu ALLAH bina etti, onu yükseltip düzene koydu" (Naziat: 27-28)
Sonra onun yüksekliğini ve yoğunluğunu, Arş'ın üzerinde olduğunu bildirdi, Rasulullah (s.a.v.)'in lisanıyla onu beyan etti:
Rasulullah (s.a.v)'ın yanındaydık. Bir bulut geçti.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Bunun ismi nedir bileniniz var mı?" diye sordu.
"Bu buluttur" dedik.
Rasulullah (s.a.v.): "Buna muzn de denir" dedi.
"Evet, mûzn de denir" dedik.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Anane da denir" buyurdu.
"Evet, anane de denir dedik."
Sonra Rasulullah (s.a.v.): "Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?" diye sordu.
"ALLAH ve Rasulu bilir" dedik.
"Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, veya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema (nın uzaklığı da) böyledir."
Rasulullah yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilave etti:
"Yedinci semanın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabani keçi (suretinde melek) var. Bunların tırnakları ile dizleri arasında iki sema arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının gerisinde Arş var, Arş'ın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık gibi mesafe var. ALLAH Azze ve Celle bütün bunların üstündedir."
(Ebu Davud, Sunnet, Bab 18, Hadis no: 4723; İbn Mace, Mukaddime, Bab 13, Hadis no: 193; Tırmizi, Tefsir Hakka suresi, Bab 68, Hadis no: 3320; Ahmed b. Hanbel, I, 206; Kutub-i Sitte, 1677)
İbn Huzeyme, et Tevhid isimli kitabında kendi tahriciyle sıhhat şartları açısından hadisi sahih kabul etmiştir.
Hâkim, Mustedrak isimli eserinde şöyle demiştir: (Bu Hadis) İmam Muslim'in şartına göre sahih olup kendisi tahric etmemiştir.
Bezzar Musned'inde şöyle demiştir: "Bu söz ve lafızlarla sadece Abbas (r.anh) ve Abdullah bin Umeyra'nın Nebi (a.s.)'den rivayet ettiği şekilde biliriz. Ondan da yalnızca Simâk bin Harb'ın rivayet ettiğini bilmekteyiz."
***
Velid b. ebû Sevr bu hadisin bir benzerini Simak’den merfu olarak rivâyet etmiştir. Şerik ise bu hadisin bir kısmını merfu olmaksızın mevkuf olarak rivâyet etmektedir. Abdurrahman, İbn Abdullah b. Sâd er Razî’nin oğludur.
İZAH:
Mubârakfuri şöyle diyor: "Bu hadiste ALLAH'ın Arş'ın üzerinde olduğuna bir delil vardır, bu gerçeğe Kur'an ayetleri ve nebevi hadisler delalet ediyor, bu sahabeden selef-i salihinin ve tabiinin ve ilim ehlinin mezhebidir. Onlar şöyle dediler: "ALLAH-u Teala Arş'a keyfiyetsiz, teşbihsiz ve te'vilsiz olarak istiva etti, istiva mâlumdur, keyfiyeti meçhuldur.
Cehmiyye Arş'ı ve ALLAH'ın onun üzerinde olduğunu inkar ettiler ve O, her yerdedir, dediler. Bunların çirkin ve batıl makaleleri vardır.
Selefin mezhebi üzerinde durmak ve Cehmiye'nin makalelerine karşılık yazılanları araştırmak isteyenin, Beyhaki'nin Kitab-u'l-Esma' ve's-Sıfat'ına, Buhari'nin Kitab-u Efal-i'l-ıbad'ına ve Zehebi'nin Kitab-u'l-Uluv'una bakması gerekir.
Ayrıca İbn-i Mendeh'in Kitab-u'r-Red'dine, Dârakutni'nin Kitab-u's-Sıfat ve'n-Nuzul'une ve Kitab-u'1-Lali-kai' ye ve İbn-i Huzeyme'nin et-Tevhid'ine baksınlar.
Muberakfuri ; Tuhfetu'l-Ahvazi 9/225-226.
------
Kur'an-ı Kerim'de Hakimiyet (Hüküm), İstiva ve Kuşatma (İhata) Kavramlarının Ayrı Ayrı Kullanıldığının İsbatı
ALLAH (c.c.) hiç bir şeye benzemez olduğu için istivasının keyfiyeti bilinmez diyoruz. İmam Malik te böyle demektedir. İstiva mâlum, Arab dilindeki anlamı bellidir , yâni yukarıda ki ayetlerde de gördüğümüz gibi İSTİVA nettir.
İstivaya hüküm anlamı verenler , hüküm ayetlerine ne mana vereceklerdir?
Aşağıdaki ayetlerdeki İSTİVA geçen kelimelere işlerine gelmediği için İstivanın gerçek manasını saptırmadan vermektedirler.
Şimdi de Kur'an'da HÜKÜM ve İHATA (KUŞATMA) anlamı verilen ayetlerin orijinal yazımlarını bir görelim.
Hüküm:
İhata - Kuşatma:
İstiva :
-
Siz onların
sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz
(isteveytum)
zaman, Rabbinizin nimetini anarak şöyle diyesiniz: "Bunları bizim hizmetimize veren ALLAH'ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi."
(Zuhruf suresi 13)
فَإِذَااسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
-
Sen, yanındakilerle beraber gemiye
yerleştiğinde
(isteveyte) : "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran ALLAH'a hamdolsun" de.
(Mûminun suresi 28)
İSTİVA AYRI YAZIM VE MANA , İHATA / KUŞATMA (hakimiyeti altına alma) AYRI BİR YAZIM VE MANA , HÜKMETME - HÜKMÜ ALTINA ALMA AYRI YAZIM VE MANADIR.
İstiva yazan ayeti ihata , hüküm diye okumaya ve anlamaya çalışanlar , ihata ve hüküm yazan ayetleri de İSTİVA diye anlayamadıkları sürece tevilleri geçersizdir !
----------------------
Bu ayetlerdeki istivayı nasıl hükmetme veya kuşatma hakimiyeti altına alma diye çeşit çeşit tevil edildiklerini görmüş olduk . Bir üst mesajda örneklerde orjinal yazımlarıyla ibpat edildi.
Mavi renkli yazan kısımda KUR'ANDA İSTİVA diye geçerken nasıl olurda bunu مُحِيطٌ veya حُكْمُ diye yazmış gibi anlamaya çalışmak ALLAH'ın ne anlamda buyurduğunu kendisine öğretmektir. Rabbim مُحِيطٌ veya حُكْمُ buyurmak istediği zaman zaten bu sıfatları kullanmış başka ayetlerinde.
Böyle yapanlar Kur'anı muharref hale getirmeye çalıştıklarının farkında değiller. imam Malik gibi istiva malum keyfiyeti meçhul demek sıhhatli olan izahattır.
Not :
İstiva malum derseniz , ALLAHı insan gibi oturup , yükselip karar kılmış olmazsanız .
ALLAH kendi şanına layık bir şekilde keyfiyeti bizce meçhul olarak Arşa istiva etmiştir !
------------------------
ALLAH (c.c.) zâtı her yerdedir diyene (Cehmiye'ye) sorular
Bir Cehmiye'nin:
"ALLAH her yerdedir, bir yerde olurken başka bir yerde olmaması söz konusu değildir", dediğinde, aslında yalan söylediğini anlamak istersen, ona şu soruyu sor:
Hiçbir şey yok iken ALLAH var değil miydi?
Evet, diyecektir. O zaman şunu sor:
ALLAH mahlûkatı yaratırken, onları kendi içinde mi yarattı, yoksa kendi dışında mı?
Bu sorunun cevabı bağlamında üç görüş belirginleşecektir.
Bu görüşlerden biri:
1 - ALLAH mahlûkatı kendi içinde yarattı, demektir. Bu cevabı verecek olsa, küfre sapmış olur.
Çünkü insanların, cinlerin ve şeytanların ALLAH’ın içinde olduklarını iddia etmiş olur. Şayet:
2 - Onları kendi dışında yarattı, sonra kendisi onların içine girdi, dese, bu sefer de küfre sapmış olur.
Çünkü ALLAH’ın, kirli, pis bir mekana girdiğini iddia etmiş olur. Eğer:
3 - ALLAH mahlukatı kendisinin dışında yarattı, ama onların içine girmedi, şeklinde bir cevab verse, diğer bütün yanlış görüşlerinden dönmüş olur. Ehl-i sünnetin görüşü de budur. (Er Reddu ala Cehmiyye ve'z- Zenadika , 14. bab)
1- Bölüm
İSTİVÂ
Kur'ân-ı Kerîm'de "istivâ" sözcüğü dokuz yerde kullanılmaktadır. Bu kullanışların hepsinde fiil olarak "istevâ: istivâ etti" şeklindedir. Bunlardan ikisi, "ilâ:...e doğru" edatı ile kullanılmıştır. Söz konusu ayetler şöyledir:
"O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı, sonra göğe yöneldi (istevâ), onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir" (Bakara, 29);
"Sonra duman halinde olan göğe yöneldi (istevâ)..." (Fussilet, 11).
ALLAH Teâlâ hakkında "istivâ" söz konusu edilirken, bu iki ayetteki kullanılış pek bir problem teşkil etmemektedir.
Diğer yedi yerde ise, "istivâ" sözcüğü "alâ: üzerine, üzerinde" edatıyla kullanılmıştır. Bunların altısında "summâstevâ ale'l-Arş" şeklinde kullanılmıştır (el-A'râf, 7/54; Yunus, 10/3; er-Ra'd, 13/2; el-Furkân, 25/59; es-Secde, 32/4; el-Hadîd, 57/4).
Bir yerde de "er-Rahmanu ale'l-Arşi istevâ: O Rahman Arş'a istivâ etti" (Tâhâ, 20/5) şeklinde kullanılmıştır.
"İstivâ" denildiğinde bu yedi yerdeki kullanılış kastedilir. ALLAH'ın haberi sıfatları konusunda farklı görüşlerin en çok ileri sürüldüğü meselelerin başında, "istivâ" meselesi gelir. İstiva ile ilgili olarak görüş ileri süren alimleri önce iki gruba ayırmak mümkündür.
a- Te'vil yolunu seçenler.
b- Te'vil yoluna sapmayıp sözü zâhiri üzere kabul edenler.
İslâm tarihinde ALLAH'ın sıfatları konusunda te'vil çığırını başlatanlar, Mûtezilî âlimleridir. Onlara göre "istivâ", istilâ ve hâkimiyeti altına alma anlamındadır. (Eş'arî, Makalâtu'l İslâmiyyîn, Kahire 1969, 1, 285; İbn Hazm, el-Fısal fi'l-Milel ve'n-Nihal, Beyrut 1975, 11, 123).
Mûtezile, ALLAH Teâlâ'nın kulların vasıflandığı sıfatlarla nitelenmesinin câiz olmayacağını, bunların kabulunün teşbihi gerektireceğini söylemiştir. Bu çığırı ilk başlatan Câ'd b. Dirhem (118/736) dır. Ondan Cehm b. Safvân (128/745) bu görüşü almıştır (İbnu'l-Esir, el-Kâmil, V, 236).
Niçin te'vil yoluna gittiklerini de şöyle izah ederler:
"İstivâ sözünü zahirine hamledersek, ALLAH hakkında mekân ve yön tayin etmiş oluruz ki, bu, ancak cisimler için söz konusudur."
Bu sebeple de bu âyetleri te'vil etmeyenleri Mucessime ve Muşebbihe olmakla itham ederler. Onlara göre ALLAH bir yerde değil, her yerdedir. Mûtezile te'vil'in gerektiğini ileri sürerek ALLAH'ın bu sıfatlarını nefyetmiş olacağından, onları haberi sıfatları nefyedenler olarak tesbit etmek de mümkündür (Metin Yurdagür, ALLAH'ın Sıfatları, s. 239).
Te'vile sapmayıp "istiva" lafzını zâhiri üzere anlayanları da iki gruba ayırmak mümkündür:
a- ALLAH'ın cisim olduğunu söyleyenler,
b- ALLAH'ı yaratıklarına benzetmeyenler,
ALLAH'ın cisim olduğunu söyleyenler, söz konusu ayetleri, insanın kursiye oturması gibi ALLAH'ın Arş'a oturduğunu; insanlarda olduğu gibi ALLAH'ın da et, kemik ve kandan olup el, ayak, baş ve gövdesinin bulunduğunu söylerler. Bu sebebledir ki bunlara "Mucessime ve Muşebbihe" ismi verilmiştir.
ALLAH'ı yaratıklarına benzetmeyi reddederek "İstiva"yı kabul edenlere gelince, Ehl-i Sünnet ve ümmetin selefinin görüşü budur.
Eş'arî (ö. 324/935) meşhur "Makalâtu'l İslâmiyyin" isimli eserinde bu konudaki fırkaların görüşlerini serdederken şöyle demektedir:
"Ehl-i Sünnet ve hadis ehli dedi ki: ALLAH cisim değildir ve yaratıklara benzemez. O, Arş'ın üzerindedir. Nitekim; "O Rahman, Arş'a istivâ etti" buyurulmuştur. ALLAH'ın söylediğinden öteye gitmez, söz söylemeyiz. Aksine, keyfiyetsiz olarak istivâ etmiştir, deriz" (Eş'arî, a.g.e., I. 285).
Eş'arî, bu sözleriyle ALLAH'ın, Arş'ın yukarısında olduğunu, bunun nasıllığının tarafımızdan bilinemeyeceğini, istivâyı te'vil etmenin ve ALLAH'ı yaratıklara benzetmenin yanlış olduğunu söylemek istemektedir.
Nitekim"el-İbâne an Usûli'l-Diyâne" isimli eserinde meseleyi daha geniş bir şekilde şöyle izah eder:
"Biri çıkıp: İstivâ hakkında ne dersiniz? diyecek olursa, ona deriz ki: ALLAH, Arş'ı üzerine istivâ etmiştir. Nitekim ALLAH şöyle buyurmaktadır:
"O Rahman Arş'a istivâ etti" (Tâhâ, 5);
"Güzel söz O'na çıkar" (Fâtır, 105)
"Hayır ALLAH onu (İsâ'yı) kendisine yükseltti" (Nisâ, 158);
"(ALLAH, yaratma) işi (ni) gökten yere düzenler" (Secde, 5).
ALLAH, Firavun'dan nakille şöyle buyuruyor:
"Firavun dedi: Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap ki o sebeblere (yollara) erişeyim, (yani göklerin yollarına erişeyim de Mûsâ'nın ilahına çıkıp bakayım)" (Mu'min, 36-37).
Bu sözleriyle Firavun, Mûsâ (a.s.)'ın, ALLAH'ın göklerin yukarısında olduğu şeklindeki sözünü yalanlamaktadır. ALLAH Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:
"Gökte olanın, sizi yere batırmayacağından emin misiniz?" (Mulk, 16).
Göklerin yukarısında Arş vardır. Arş, göklerin yukarısında olunca "Gökte olandan emin misiniz?" buyurmuştur. Çünkü ALLAH, göklerin üzerindeki Arş'a istivâ etmiştir. Her yukarıda olan, göktür. Arş, göklerin en yukarısıdır"
(İmam el-Eş'ârî, el-İbâne an Usûlu'd-Diyâne, Medine 1975, s. 30-31).
Eş'arî bu konuya devam ederek, dua esnasında insanların ellerini Arş'a doğru kaldırdıklarını, Mûtezile, Cehmiyye ve Hâriciyye mezheblerine muntesib olanların, istivâ'yı istilâ, mulk ve kahr gibi şeylerle te'vil ederek ALLAH'ın her yerde olduğunu söylediklerini, Hak ehlinin görüşü olan ALLAH'ın Arş'ın üzerinde' olduğu görüşüne karşı çıktıklarını anlatır ve bu konuda daha pek çok delil sıralar.
Maturidîler istiva ve diğer haberî sıfatları te'vil etmemişlerdir (Suleyman Uludağ, Kelâm İlmi ve İslâm Akâidi, s. 50).
İmam Maturudî (333/944) Kitabu't-Tevhîd'de, "İstiva" ayeti ile ilgili muhtemel bir çok te'villeri (mulk, ulûvv, Arşı ta'zim ve teşrif, istilâ, kasd vb.) sıralayıp, teşbihe kaçan anlayışları reddeddikten sonra şöyle demektedir:
"Bu mevzuda bize göre aslolan şudur ki, ALLAH Teâlâ; "Hiç bir şey O'nun benzeri olamaz" buyurmak suretiyle kendini mahlukatına benzetmekten tenzih etmiştir. Nitekim biz de O'nun fiillerinde ve sıfatlarında benzeri bulunmadığını, benzerlerinden münezzeh olduğunu yukarıda beyan etmiştik. Bundan ötürü, "Rahman'ın Arş üzerine istivâsını " vahyin getirdiği ve akılda sabit olduğu gibi kabul etmemiz gerekir. Artık biz bu ayetin belli bir anlam ile kesin te'viline hükmedemeyiz. Çünkü zikrettiğimiz te'villerden herhangi birine ihtimali olduğu kadar; henüz bize ulaşmamış, teşbih şâibesi taşımayan başka bir manaya gelmesi de muhtemeldir. Biz ancak bu ayette ALLAH'ın o tabirle muradı ne ise, ona iman ederiz. Vahy ile sabit olan ru'yetullah vb. diğer meselelerde de inancımız böyledir. Bu hususlarda teşbihi nefyederek, hiç bir yorum yapmadan murâd-ı ilâhi her ne ise ona iman gereklidir."
(Maturidî, Kitabu't-Tevhîd, Sf: 74)
Hanefi mezhebinin imamı Ebû Hanife (öl. 150/766) de ayni görüştedir. O şöyle demektedir:
"Bilmiyorum, Rabb'im gökte midir, yerde midir" diyen kâfir olur. "ALLAH Arş'ın üzerindedir ama Arş gökte midir, yoksa yerde midir, onu bilmiyorum" diyen de kâfir olur. ALLAH'a dua ederken yukarıya yönelinir, aşağıya değil. Çünkü aşağının rubûbiyet ve ulûhiyyet vasfıyla hiçbir ilgisi yoktur.
Nitekim şu hadis de bunu anlatıyor:
Bir adam Peygamber'e siyah bir cariye getirdi ve: - Benim üzerime mûmin bir köle azad etmek vâcib oldu. Bu kâfi midir? diye sordu.
Peygamber (s.a.v) o cariyeye sordu: "Sen mûmin misin?"
Cariye: "Evet" dedi.
Peygamber (s.a.v.): "Peki, ALLAH nerededir?" diye sordu.
Cariye göğe işaret etti.
Bunun üzerine Peygamber: "Onu azad et, o mûmindir" dedi.
(Muslim, el-Mesacid, 33; Ebû Davud, es-Salat, 167, Eyman, 16; Nesâî, Sehv ; Muvatta, Itk.8-9; Ahmed îbn Hanbel, 11/291. 1;
İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefi, Şerhu'l Akîdeti't-Tahâviyye, Beyrut 1988, s. 288; İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, İstanbul, 1981, s. 45-48 Arabca kısmı).
Nitekim Ebû Hanife'nin talebesi Ebû Yusuf, ALLAH'ın gökte (yukarıda) olduğunu reddeden Bişr el-Merisî'yi bu görüşünden dolayı hesaba çekmiş ve tövbe etmesini istemiştir.
(İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefi, Şerhu'l Akîdeti't-Tahâviyye, Beyrut 1988, s. 288)
Görülüyor ki, kelâm metodunu büyük çapta benimseyen imamlarımızdan Eş'ari'de müşahede edilen haberî sıfatların (ve muteşabihatın) te'vili konusunda muhafazakârlık, İmam Maturîdî'de de aynen mevcuddur. Ancak, Ehl-i Sünnetin her iki koluna mensub muteahhir âlimlerin aynı tutumu devam ettirmedikleri, te'vili benimsediklerini de biliyoruz. Muteahhirin'in bu tutumunun sebepleri arasında avâmın yanlış yorumlarla teşbihe düşmelerini önlemek gayesini sayabiliriz. Onlar bu gayeyle Arab dilinin müsaadesi çerçevesinde bu sıfatların mecazi mâhiyette te'vilini câiz görmüşler, fakat yapılan bu te'villerin ihtimal dairesinin ötesine geçemediğini ve kesin olmadığını da belirtmeyi ihmâl etmemişlerdir (el-Beydâvî, İşârâtü'l-Merâm min İbârâti'l İmâm, 186-189; krş: Gazzâlî, el-İktisâd, s. 52-53).
İmam Mâlik'e ALLAH'ın Arş'a nasıl istivâ ettiği sorulduğunda; "O Rahman, kendini vasıfladığı şekilde Arş'a istivâ etmiştir, O'nun hakkında nasıl sorusu sorulmaz" demiştir. Başka bir rivayete göre ise şöyle demiştir:
"İstivâ (Arab dilinde anlamı) meçhul değildir. Keyfiyeti akıl ile bilinmez. Buna iman etmek vâcibdir ve bu konuda soru sormak bid'attir" (Beyhakî, el-Esmâ' ve's-Sıfât; Mısır 1358, Sf: 408)
Selef hakkında şöyle denebilir: Onlar, nassların sınırlarını aşmamak için bu gibi konularda çok titiz davranır ve fazla izahatta bulunmaz, teferruata dalmazlardı.
------------
Câbir ibnu Abdullah (r.anh)’dan, şöyle dedi:
Rasulullah (s.a.v.) Veda haccında Arafe günü vermiş olduğu hutbede şöyle buyurdu:
Ben vazifem olan tebliği yaptım mı ne diyorsunuz?
Sahabelerde; Evet Ya RasulAllah hakkı ile yaptın diye cevab verdiler.
Rasulullah (s.a.v.) de şehâdet parmağını SEMAYA DOĞRU KALDIRIP İNSANLARA KARŞI İNDİREREK ALLAH'IM ŞAHİD OL DİYE ÜÇ KERE TEKRAR ETTi.
(Bu Hadis'i Buhâri (1739) Muslim (121 Ebu Davud (1905) ve Ahmed (1/447) rivayet etmişlerdir.)
"Gerçekten sizin Rabb'iniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden ALLAH'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Âlemlerin Rabb'i olan ALLAH ne yücedir." (Âraf 54)
"Şubhesiz Sizin Rabb'iniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren ALLAH'tır. Onun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabb'iniz olan ALLAH budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?" (Yunus 3)
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ، أَخْبَرَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ، عَنْ يَعْلَى بْنِ عَطَاءٍ، عَنْ وَكِيعِ بْنِ حُدُسٍ، عَنْ عَمِّهِ أَبِي رَزِينٍ
قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَيْنَ كَانَ رَبُّنَا قَبْلَ أَنْ يَخْلُقَ خَلْقَهُ
قَالَ " كَانَ فِي عَمَاءٍ مَا تَحْتَهُ هَوَاءٌ وَمَا فَوْقَهُ هَوَاءٌ وَخَلَقَ عَرْشَهُ عَلَى الْمَاءِ " .
قَالَ أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ قَالَ يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ الْعَمَاءُ أَىْ لَيْسَ مَعَهُ شَيْءٌ
قَالَ أَبُو عِيسَى هَكَذَا رَوَى حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ وَكِيعُ بْنُ حُدُسٍ وَيَقُولُ شُعْبَةُ وَأَبُو عَوَانَةَ وَهُشَيْمٌ وَكِيعُ بْنُ عُدُسٍ وَهُوَ أَصَحُّ وَأَبُو رَزِينٍ اسْمُهُ لَقِيطُ بْنُ عَامِرٍ قَالَ وَهَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ .
Ebû Rezîn (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَيْنَ كَانَ رَبُّنَا قَبْلَ أَنْ يَخْلُقَ خَلْقَهُ
قَالَ " كَانَ فِي عَمَاءٍ مَا تَحْتَهُ هَوَاءٌ وَمَا فَوْقَهُ هَوَاءٌ وَخَلَقَ عَرْشَهُ عَلَى الْمَاءِ " .
قَالَ أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ قَالَ يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ الْعَمَاءُ أَىْ لَيْسَ مَعَهُ شَيْءٌ
قَالَ أَبُو عِيسَى هَكَذَا رَوَى حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ وَكِيعُ بْنُ حُدُسٍ وَيَقُولُ شُعْبَةُ وَأَبُو عَوَانَةَ وَهُشَيْمٌ وَكِيعُ بْنُ عُدُسٍ وَهُوَ أَصَحُّ وَأَبُو رَزِينٍ اسْمُهُ لَقِيطُ بْنُ عَامِرٍ قَالَ وَهَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ .
Ey Allah’ın Rasûlu, Allah mahlukatını yaratmadan önce nerede idi.
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Altında ve üstünde hava bulunmayan, bizce meçhul ve karanlık bir yerdeydi. Arşını su üzerinde yaratmıştı.”
(Tirmizi, Kuran Hud suresi Tefsiri, Bab 12, Hadis no: 3109; İbn Mâce, Mukaddime: 19; Musned, IV, 11; kutub-i sitte 1657)
Ahmed b. Meni’ diyor ki: Yezîd b. Harun şöyle demiştir: “A'mâ” kendisiyle beraber hiçbir varlık yok demektir. Diğer bir hadis meâli de şöyledir: “Allah halkı zulmette yaratmıştır” (Tirmizî, “Îmân”, 18; Musned, II, 176)
---------------------
Yoksa gökyüzünü (yaratmak mı), ki onu ALLAH bina etti, onu yükseltip düzene koydu" (Naziat: 27-28)
Sonra onun yüksekliğini ve yoğunluğunu, Arş'ın üzerinde olduğunu bildirdi, Rasulullah (s.a.v.)'in lisanıyla onu beyan etti:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ، حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ أَبِي ثَوْرٍ الْهَمْدَانِيُّ، عَنْ سِمَاكٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمِيرَةَ، عَنِ الأَحْنَفِ بْنِ قَيْسٍ، عَنِ الْعَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، قَالَ كُنْتُ بِالْبَطْحَاءِ فِي عِصَابَةٍ وَفِيهِمْ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلى الله عليه وسلم ـ فَمَرَّتْ بِهِ سَحَابَةٌ فَنَظَرَ إِلَيْهَا فَقَالَ " مَا تُسَمُّونَ هَذِهِ " . قَالُوا السَّحَابُ . قَالَ " وَالْمُزْنُ " . قَالُوا وَالْمُزْنُ . قَالَ " وَالْعَنَانُ " . قَالَ أَبُو بَكْرٍ قَالُوا وَالْعَنَانُ . قَالَ " كَمْ تَرَوْنَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ السَّمَاءِ " . قَالُوا لاَ نَدْرِي . قَالَ " فَإِنَّ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهَا إِمَّا وَاحِدًا أَوِ اثْنَيْنِ أَوْ ثَلاَثًا وَسَبْعِينَ سَنَةً وَالسَّمَاءُ فَوْقَهَا كَذَلِكَ " . حَتَّى عَدَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ " ثُمَّ فَوْقَ السَّمَاءِ السَّابِعَةِ بَحْرٌ بَيْنَ أَعْلاَهُ وَأَسْفَلِهِ كَمَا بَيْنَ سَمَاءٍ إِلَى سَمَاءٍ ثُمَّ فَوْقَ ذَلِكَ ثَمَانِيَةُ أَوْعَالٍ بَيْنَ أَظْلاَفِهِنَّ وَرُكَبِهِنَّ كَمَا بَيْنَ سَمَاءٍ إِلَى سَمَاءٍ ثُمَّ عَلَى ظُهُورِهِنَّ الْعَرْشُ بَيْنَ أَعْلاَهُ وَأَسْفَلِهِ كَمَا بَيْنَ سَمَاءٍ إِلَى سَمَاءٍ ثُمَّ اللَّهُ فَوْقَ ذَلِكَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى " .
Abbas b. Abdulmuttalib'den rivayet olduğu üzere şöyle demiştir:Rasulullah (s.a.v)'ın yanındaydık. Bir bulut geçti.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Bunun ismi nedir bileniniz var mı?" diye sordu.
"Bu buluttur" dedik.
Rasulullah (s.a.v.): "Buna muzn de denir" dedi.
"Evet, mûzn de denir" dedik.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Anane da denir" buyurdu.
"Evet, anane de denir dedik."
Sonra Rasulullah (s.a.v.): "Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?" diye sordu.
"ALLAH ve Rasulu bilir" dedik.
"Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, veya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema (nın uzaklığı da) böyledir."
Rasulullah yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilave etti:
"Yedinci semanın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabani keçi (suretinde melek) var. Bunların tırnakları ile dizleri arasında iki sema arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının gerisinde Arş var, Arş'ın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık gibi mesafe var. ALLAH Azze ve Celle bütün bunların üstündedir."
(Ebu Davud, Sunnet, Bab 18, Hadis no: 4723; İbn Mace, Mukaddime, Bab 13, Hadis no: 193; Tırmizi, Tefsir Hakka suresi, Bab 68, Hadis no: 3320; Ahmed b. Hanbel, I, 206; Kutub-i Sitte, 1677)
الحديث قال فيه الترمذي : حسن غريب . وصححه ابن خزيمة بإخراجه في كتاب "التوحيد" حيث اشترط الصحة ، وقال الحاكم في "المستدرك" : صحيح على شرط مسلم ولم يخرجاه
Bu hadisin (sıhhati) hakkında Tirmizi, hasen garib demiştir. İbn Huzeyme, et Tevhid isimli kitabında kendi tahriciyle sıhhat şartları açısından hadisi sahih kabul etmiştir.
Hâkim, Mustedrak isimli eserinde şöyle demiştir: (Bu Hadis) İmam Muslim'in şartına göre sahih olup kendisi tahric etmemiştir.
ومن المتأخرين ابن تيمية في "مجموع الفتاوى" (3/192) ، وابن القيم في "مختصر الصواعق" (433) حيث قال : إسناده جيد
Muteahhir alimlerden İbn Teymiyye, Mecmûl Fetevâ isimli eserinde, İbn JKayyim, Muhtesaru'l Savaik isimli eserinde أما من ضعفه من أهل العلم
البزار في "مسنده" (4/115) حيث قال : لا نعلمه روي بهذا الكلام وهذا اللفظ إلا من هذا الوجه عن العباس عن النبي صلى لله عليه وسلم ، وعبد الله بن عميرة ، لا نعلم روى عنه إلا سماك بن حرب
İlim ehlinden hadisi zayıf kabul edenlere gelince;البزار في "مسنده" (4/115) حيث قال : لا نعلمه روي بهذا الكلام وهذا اللفظ إلا من هذا الوجه عن العباس عن النبي صلى لله عليه وسلم ، وعبد الله بن عميرة ، لا نعلم روى عنه إلا سماك بن حرب
Bezzar Musned'inde şöyle demiştir: "Bu söz ve lafızlarla sadece Abbas (r.anh) ve Abdullah bin Umeyra'nın Nebi (a.s.)'den rivayet ettiği şekilde biliriz. Ondan da yalnızca Simâk bin Harb'ın rivayet ettiğini bilmekteyiz."
***
Velid b. ebû Sevr bu hadisin bir benzerini Simak’den merfu olarak rivâyet etmiştir. Şerik ise bu hadisin bir kısmını merfu olmaksızın mevkuf olarak rivâyet etmektedir. Abdurrahman, İbn Abdullah b. Sâd er Razî’nin oğludur.
İZAH:
Mubârakfuri şöyle diyor: "Bu hadiste ALLAH'ın Arş'ın üzerinde olduğuna bir delil vardır, bu gerçeğe Kur'an ayetleri ve nebevi hadisler delalet ediyor, bu sahabeden selef-i salihinin ve tabiinin ve ilim ehlinin mezhebidir. Onlar şöyle dediler: "ALLAH-u Teala Arş'a keyfiyetsiz, teşbihsiz ve te'vilsiz olarak istiva etti, istiva mâlumdur, keyfiyeti meçhuldur.
Cehmiyye Arş'ı ve ALLAH'ın onun üzerinde olduğunu inkar ettiler ve O, her yerdedir, dediler. Bunların çirkin ve batıl makaleleri vardır.
Selefin mezhebi üzerinde durmak ve Cehmiye'nin makalelerine karşılık yazılanları araştırmak isteyenin, Beyhaki'nin Kitab-u'l-Esma' ve's-Sıfat'ına, Buhari'nin Kitab-u Efal-i'l-ıbad'ına ve Zehebi'nin Kitab-u'l-Uluv'una bakması gerekir.
Ayrıca İbn-i Mendeh'in Kitab-u'r-Red'dine, Dârakutni'nin Kitab-u's-Sıfat ve'n-Nuzul'une ve Kitab-u'1-Lali-kai' ye ve İbn-i Huzeyme'nin et-Tevhid'ine baksınlar.
Muberakfuri ; Tuhfetu'l-Ahvazi 9/225-226.
------
Kur'an-ı Kerim'de Hakimiyet (Hüküm), İstiva ve Kuşatma (İhata) Kavramlarının Ayrı Ayrı Kullanıldığının İsbatı
ALLAH (c.c.) hiç bir şeye benzemez olduğu için istivasının keyfiyeti bilinmez diyoruz. İmam Malik te böyle demektedir. İstiva mâlum, Arab dilindeki anlamı bellidir , yâni yukarıda ki ayetlerde de gördüğümüz gibi İSTİVA nettir.
İstivaya hüküm anlamı verenler , hüküm ayetlerine ne mana vereceklerdir?
Aşağıdaki ayetlerdeki İSTİVA geçen kelimelere işlerine gelmediği için İstivanın gerçek manasını saptırmadan vermektedirler.
Şimdi de Kur'an'da HÜKÜM ve İHATA (KUŞATMA) anlamı verilen ayetlerin orijinal yazımlarını bir görelim.
Hüküm:
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
Maide 44 Kim ALLAH'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridirإِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
Yusuf 40 Hüküm ancak ALLAH'a aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.İhata - Kuşatma:
أَوْ كَصَيِّبٍ مِّنَ السَّمَاءِ فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ أَصْابِعَهُمْ فِي آذَانِهِم مِّنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ واللّهُ مُحِيطٌ بِالْكافِرِينَ
Yahud (onların durumu), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek(ler) bulunan bir yağmur(a tutulmuşun hali) gibidir. Yıldırımlardan ölmek korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa ALLAH, inkârcıları tamamen kuşatmıştır. (Bakara 19)وَللّهِ مَافِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّشَيْءٍ مُّحِيطاً
Göklerde ve yerde olanların hepsi ALLAH'ındır. ALLAH, her şeyi kuşatıcıdır. (Nisa 126)İstiva :
ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْإِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحانَ الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ
-
Siz onların
sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz
(isteveytum)
zaman, Rabbinizin nimetini anarak şöyle diyesiniz: "Bunları bizim hizmetimize veren ALLAH'ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi."
(Zuhruf suresi 13)
فَإِذَااسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
-
Sen, yanındakilerle beraber gemiye
yerleştiğinde
(isteveyte) : "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran ALLAH'a hamdolsun" de.
(Mûminun suresi 28)
İSTİVA AYRI YAZIM VE MANA , İHATA / KUŞATMA (hakimiyeti altına alma) AYRI BİR YAZIM VE MANA , HÜKMETME - HÜKMÜ ALTINA ALMA AYRI YAZIM VE MANADIR.
İstiva yazan ayeti ihata , hüküm diye okumaya ve anlamaya çalışanlar , ihata ve hüküm yazan ayetleri de İSTİVA diye anlayamadıkları sürece tevilleri geçersizdir !
----------------------
إِنَّ رَبَّكُمُاللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ
أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثاً
وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ
وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Şubhesiz Rabb'iniz ALLAH, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine istiva etti. O, geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneş, ay ve yıldızlar emrine âmâdedir. İyi biliniz ki yaratma ve emir O'nundur. Âlemlerin Rabb'i olan ALLAH ne yücedir. (Âraf 54)أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثاً
وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ
وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Bu ayetlerdeki istivayı nasıl hükmetme veya kuşatma hakimiyeti altına alma diye çeşit çeşit tevil edildiklerini görmüş olduk . Bir üst mesajda örneklerde orjinal yazımlarıyla ibpat edildi.
Mavi renkli yazan kısımda KUR'ANDA İSTİVA diye geçerken nasıl olurda bunu مُحِيطٌ veya حُكْمُ diye yazmış gibi anlamaya çalışmak ALLAH'ın ne anlamda buyurduğunu kendisine öğretmektir. Rabbim مُحِيطٌ veya حُكْمُ buyurmak istediği zaman zaten bu sıfatları kullanmış başka ayetlerinde.
Böyle yapanlar Kur'anı muharref hale getirmeye çalıştıklarının farkında değiller. imam Malik gibi istiva malum keyfiyeti meçhul demek sıhhatli olan izahattır.
Not :
İstiva malum derseniz , ALLAHı insan gibi oturup , yükselip karar kılmış olmazsanız .
ALLAH kendi şanına layık bir şekilde keyfiyeti bizce meçhul olarak Arşa istiva etmiştir !
------------------------
ALLAH (c.c.) zâtı her yerdedir diyene (Cehmiye'ye) sorular
Bir Cehmiye'nin:
"ALLAH her yerdedir, bir yerde olurken başka bir yerde olmaması söz konusu değildir", dediğinde, aslında yalan söylediğini anlamak istersen, ona şu soruyu sor:
Hiçbir şey yok iken ALLAH var değil miydi?
Evet, diyecektir. O zaman şunu sor:
ALLAH mahlûkatı yaratırken, onları kendi içinde mi yarattı, yoksa kendi dışında mı?
Bu sorunun cevabı bağlamında üç görüş belirginleşecektir.
Bu görüşlerden biri:
1 - ALLAH mahlûkatı kendi içinde yarattı, demektir. Bu cevabı verecek olsa, küfre sapmış olur.
Çünkü insanların, cinlerin ve şeytanların ALLAH’ın içinde olduklarını iddia etmiş olur. Şayet:
2 - Onları kendi dışında yarattı, sonra kendisi onların içine girdi, dese, bu sefer de küfre sapmış olur.
Çünkü ALLAH’ın, kirli, pis bir mekana girdiğini iddia etmiş olur. Eğer:
3 - ALLAH mahlukatı kendisinin dışında yarattı, ama onların içine girmedi, şeklinde bir cevab verse, diğer bütün yanlış görüşlerinden dönmüş olur. Ehl-i sünnetin görüşü de budur. (Er Reddu ala Cehmiyye ve'z- Zenadika , 14. bab)
Video - Şafii Mezhebinin İtikat İmamı Hasan el Eşari, Allah'ın Sıfatlarında Selef Akidesindedir!
Muhammed Salih Ekinci: Şafii Mezhebinin İtikat İmamı Hasan el Eşari, Allah'ın Sıfatlarında Selef Akidesindedir! Molla Muhammed Salih Ekinci’dir. İtikadta Eş’ari’dir. Muteahhir Eş'ari’ler kendi mezheblerinin imamları imam Eş'ari’nin aksine Allah’ın sıfatları olan Uluv ve Fevkiyet...
islam-tr.org
1- Bölüm