Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ashab-ı Kiram / Mekke’nin Fethi Ve Bidatlerin Çıkışı

U Çevrimdışı

uksimu

Aktif Üye
Frm. Yöneticisi
Ashab-ı Kiram / MEKKE’NİN FETHİ

Mekke’nin fethi; Mekke’de, önce üç yıl boyunca gizlice yürüttüğü, daha sonra:
“Ey örtünüp bürünen,
Kalk, uyar
Rabbini tekbir et
Elbiseni temizle
Günahlardan uzak dur
Verdiğini çok bularak başa kalkma
Rabbin için sabret”
(Müddessir: 74/1-7)
Ve, “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!” (Hicr, 15/94) emirleri uyarınca açık davete giriştiği, müşriklerin ilahlarını kötülediği, onlara tapmanın sapıklık olduğunu açıkladığı, sonra arkadaşları ile beraber bu yolda müşriklerin bitip tükenmek bilmez alayları, yalanlamaları, baskıları, işkence ve suikastlerine maruz kaldığı, sonra cahiliyet taasubuna kapılarak ve sahte ilahlalarının intikamını almak için kendisini öldürmek isteyen kavminden kaçıp, “mağara arkadaşı ile beraber” Medine’ye hicret ettiği, burada bir İslam Devleti kurarak, sevgi, kardeşlik, yardımlaşma ve karşılıklı nasihatleşme esası üzerine müslüman bir toplum oluşturduğu, burada yaşayan yahudi ve civar kabilelerle bir ittifak antlaşması yaptığı ve sonra da şu ayeti kerime ile cihad emrini aldığı uzun ve meşakkatli bir davet ve cihad sürecinin meyvesidir. Cihad izni şu ayeti kerîme ile geldi:
“Kendileriyle savaşılan (mümin)lere (karşı koyma) izni verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir ve şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye kadirdir.
Onlar, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, içlerinde Allah’ın ismi çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah kendi (dini) ne yardım edene elbette yardım eder. Kuşkusuz Allah, kuvvetlidir, gâliptir.” (Hacc, 22/39-40).
Cihad izni vâki olduktan sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem neredeyse ğazveye çıkmadığı bir ay geçirmemiştir. Bu küçüklü büyüklü ğazve ve seriyye şeklindeki savaşlarda çoğunlukla Bedir’de olduğu gibi Allah’ın izni ile düşmanlarına karşı galip gelmiş, onlardan ganimetler ele geçirerek güçlenmiş, kimi zaman da Uhud’da olduğu gibi bir sınanma, eğitim, Allah’ın bazılarını şehitlikle nasiplendirmesi hikmeti gereği yenilgi görmüştür. Fakat iman kalbe yerleşip, onu kuşattığı, kişi onun tadını aldığı zaman, artık karşısına çıkan zorluk ve engelleri görmez. Müminlerin mutlulukları kalplerindedir. İşte bu zorluklarla dolu uzun yolculuktan sonraki yolculuk boyunca müslümanların safından düşenler düşmüş, daha önce İslam’la savaşan nicelerini Allah İslam’la şereflendirmiş ve onları İslam’ın en samimi askerleri kılmıştır.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu fethe kapı açan ve hatta bizzat fetih olan Hudeybiye antlaşması gereğince Kureyş’le mütareke halindeydi. Bu mütarekeden sonra Bekroğulları Kureyş’in, Hüzâa’ kabilesi ise Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in himayesine girmiştir. Sonra Kureyş’in müttefiği olan Bekroğulları, Kureyş’ten aldıkları silah ve asker desteği ile Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in müttefiği olan Hüzâa’ kabilesine saldırdı ve onlardan bazılarını katletti. Böylece Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile yapmış oldukları saldırmazlık anlaşmasını bozmuş oldular. İşte bu büyük fethe, kureyş ve müttefiklerinin bu ihanetleri sebep olmuştur. İbn Kayyım bu büyük fethi şöyle niteler: “Bu en büyük fetihle Allah, dinini, elçisini, ordusunu ve hizbini aziz kıldı. Âlemlere hidâyet kıldığı beldesini ve evini kâfir ve müşriklerin elinden kurtardı. Bu, gök ehlinin sevinç ve müjde duyduğu, insanların bölük bölük Allah’ın dinine giriş kapıları açıldığı, yeryüzünün aydınlık ve sevinçle gülümsediği bir fetihtir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem İslam’ın bölüklerini ve Rahman’ın ordusunu hicri sekizinci yılı Ramazan ayının onuncu günü harekete geçirdi. Medine’ye kendi yerine Ebu Ruhm Külsüm b. Husayn el-Gıffarî’yi bıraktı. Ümmü Mektum’un bırakılmış olduğunu söyledi.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu hareket için civar kabilelerin de iştirakiyle onbin kişi toplamıştı. Yola çıktığı zaman oruçlu idi. Fakat Kedid’e ulaşınca orucunu açtı. Sahabeler de ona uyup oruçlarını açtılar.
İbn Abbas -Radıyallahu anhuma-’dan: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Medine’den, Ramazan’da onbin kişi ile beraber çıktı. Bu Medine’ye gelişinin sekizinci yılı ve Ramazan’ın ortasında idi. O ve diğer müslümanlar Mekke’ye oruçlu olarak hareket ettiler. Kedid’e ulaşınca -Usfan ve Fudeyd arasında bir yer- orucunu açtı, sahabeler de açtılar.” Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem seferinin yönünü gizlemeye çalışarak, Kureyş’in karşısına ansızın çıkarak onlara bir sürpriz yapmak ve teslim olmalarını sağlamak; Mekke’ye savaşsız ve mukâvemetsiz olarak girmek istiyordu. Fakat, -Allah’ın kendilerine güzellik bağışladığı, daha önce Bedr’e iştirak etmiş bulunan- müslümanlardan birisi, bir mektup yazarak durumu Kureyş’e bildirmek istedi. Şimdi burada sözü Buharî’nin Ali -Radıyallahu anh-’den yaptığı rivayete bırakalım: Ali şöyle dedi: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem beni, Zubeyr ve Mikdad’ı gönderip şöyle buyurdu:
“Haydi gidin, Ravdatu Hâh adlı mevkiye vardığınızda bir kadın göreceksiniz. Onda bir mektup var, onu elinden alıp getirin.”
Bu emir üzerine yola revan olduk, atlarımızı koşturarak kadına Ravda’da yetiştik ve dedik ki:
“Haydi mektubu çıkar.”
“Bende mektub falan yoktur” deyince, şöyle dedik:
“Ya mektubu çıkarıp verirsin. Ya da elbiselerini soyup mektubu biz senden zorla alırız.” Bunun üzerine kadın mektubu saç bağından çıkartıp verdi.
Onu hemen alıp Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e götürdük. İçerisinde şunlar yazılı idi:
“Hâtıb b. Ebî Beltaa’dan Mekke’deki müşriklerden birtakım insanlara:
Bu mektubu Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in savaş hazırlığı ile ilgili bazı işlerini onlara bildiriyordu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Ey Hâtıb, bu nedir?” Cevap verdi:
“Ey Allah’ın Rasulü! Bana kızmakta acele etme, sana anlatayım. Biliyorsunuz ki ben Kureyş arasında akrabası olmayan biriyim. Kendilerinden de değilim, yabancıyım. Seninle bulunan muhacirlerin de orada akrabaları vardır ki onları malları ve ailelerini korurlar. Fakat benim malımı ve ailemi orada koruyacak kimsem yoktur. Onun için onlardan dost edinmek istedim. Yoksa bu işi ben kafir olduğum, ya da dinden döndüğümden, ya da İslam’la müşerref olduktan sonra haşa küfre rıza gösterdiğimden dolayı yapmış değilim. Böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmiş değilim.
Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle dedi:
“Bakın bu adam size doğruyu söyledi.” Ömer fırlayıp dedi ki:
“Beni bırak da bu münafığın boynunu vurayım.” Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyudu:
“O, Bedir’de bulunmuştur, ne biliyorsun belki de Allah, Bedir ehline muttali olup da şöyle buyurmuştur: “İstediğinizi yapın, ben sizi bağışladım.” Bunun üzerine Allah şu ayeti inzal buyurdu:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar...” (Mümtehine, 60/1)
Evet, Bedir’e iştirak etmesi nedeniyle bu sahabenin bu günahı affedildi. Muzaffer İslam ordusu, Ümmü’l-Kurâ ve Beytullah’a doğru yola koyuldu. Diğer Arap kabileleri, bu harekete müdahale etmediler ve
“Eğer kavmi onu yenerse, artık bizim onunla savaşmamıza gerek kalmaz, o kavmini yenerse, bu onun doğruluk ve risaletini gösterir.” dediler. Bu nedenle Mekke’nin fethi, fetihlerin en büyüğü idi ve diğer yandan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in ecelinin de yaklaşmakta olduğunun bir işaretiydi. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği, ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabbini överek tesbit et, O’ndan mağfiret dile. Çünkü O tevbeyi kabul edendir.” (Nasr Suresi)
Muzaffer İslam ordusu yürüyüşünü sürdürerek Mekke yakınlarına kadar geldi. Bu sırada Kureyş müşriklerinin liderlerinden Ebu Süfyan, Hakim b. Hizam ve Büdeyl b. Varka, yaklaşan İslam ordusu hakkında haber toplamak için Mekke dışına çıkmışlardı. O civardaki müslüman askerler tarafından esir alındılar. Urve b. Zübeyr bu olayı şöyle anlatır: Hişam b. Urve, babasından şöyle rivayet etti: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Fetih yılında (Mekke’ye doğru) yola çıkışını Kureyş duyunca Ebû Süfyan, Hâkim b. Hizam ve Budeyl b. Verka, haber toplamak üzere yola çıktılar. Merruz’z-Zehran’a vardıklarında, Arafat ateşlerini andıran yakılmış ateşlerle karşılaştılar. Bunun üzerine Ebû Süfyan dedi ki:
“Bu nedir? Sanki Arafat ateşidir.”
Büdeyl ise şöyle dedi:
“Amroğullarının yaktıkları ateşler olmasın?”
Ebû Sufyan cevap verdi:
“Amr’ınkiler bundan sayıca azdır, olamaz. Derken Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem’in muhafızları onları gördüler, yakalayıp Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e götürdüler. Ebû Süfyan müslüman oldu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Abbas’a dedi ki:
“Bunu şu dağın önünde tut ki müslümanların çokluğunu görsün.”
Abbas onu orada tuttu. Kabileler Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile bölük bölük geçmeye başladılar.
Her kabilenin askeri Ebû Süfyan’ın önünden geçiyordu. Ebu Süfyan da Abbas’a onların kim olduğunu soruyordu. Gifar kabilesi geçti, Abbas’a sordu:
“Bunlar kimdir?”
“Gifar’dır.”
“Gifar’dan bana ne?” dedi
Sonra Cüheyne kabilesi geçti, yine sordu. Yine aynı cevabı aldı. Sonra Sa’d b. Hüzeym geçti. Sonra aynı soru, aynı cevap. Sonra Süleym geçti, aynı soru, aynı cevap.
Ardından misli görülmemiş bir bölük geçince, sordu:
“Ya bunlar kimdir?” Cevap verdi:
“Bunlar Ensardır, başlarında elinde sancağı Sa’d b. Ubade bulunmaktaydı. Sa’d dedi ki:
“Ey Ebû Süfyan! Bugün harb günüdür. Bugün Ka’be helal kılınacaktır.” Ebu Süfyan dedi ki:
“Ey Abbas, Bugün koruma vazifesini yapacağın en iyi fırsat. Görelim seni (Şehrin yağmalanmasına engel ol.)
Sonra Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’in de içinde bulunduğu en büyük ve en kalabalık ordu geçti. Sancak ise Zübeyr’in elinde bulunuyordu.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, onun yanından geçerken Ebû Süfyan dedi ki:
“Sa’d b. Ubade’nin ne dediğini bilmiyor musun?”
“Ne dedi” buyurdu.
“Böyle böyle dedi”
“Sa’d yalan söylemiştir. Lakin bugün Allah’ın Kabe’yi yücelteceği, Kabe’nin giydirileceği muazzam bir gündür” buyurdu. Sonra sancağının Hucun dağına dikilmesini emretti.”
Muzaffer ordunun Mekke’ye girişi hususunda da Müslim, Ebu Hureyre’den şöyle rivayet etti:
“Fetih günü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile beraberdik. Mekke’ye gelince ordunun sağ koluna Halid b. Velid’i sol koluna ise Zubeyr’i ve zırhsız askerlerin başına da Ebû Ubeyde’yi komutan tayin ederek gönderdi. Bunlar da vadinin içinde yol aldılar. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ise ordunun ortalarında bulunmaktaydı. Bakıp beni görünce
“Ey Ebû Hureyre” diye seslendi.
“Buyur ey Allah’ın Rasulü” dedim.
“Bana Ensar’ı çağır” buyurdu.
Ensar derhal etrafını sardılar.
Kureyş ise Allah’ın Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem ile savaşmak üzere kendine ait muhtelif kabilelerden ve onların tabiilerinden bir ordu toplayıp şöyle dediler:
“Toplanan bu ordumuzu ileriye süreriz. Şayet bunların lehine bir zafer olursa biz de onlarla beraber oluruz. Aksi durumda bunlar bozguna uğrarlarsa o taktirde bizden istenilecek şeyi veririz.”
Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem yanındakilere:
“Kureyş’in cemaatleri ile onlara tabi olanları işte görüyorsunuz” dedi ve sonra da ellerinin birini diğerinin üzerine koyarak “onları biçin” emri verdi.
Sonra şöyle dedi: “Safa’da buluşuruz”
Ravi şöyle der: O gün onlara ulaşmak isteyen herkesi uyuttular. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Safa’ya çıktı. Ensar geldi ve Safa’yı sardılar. Sonra Ebû Süfyan geldi ve şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Rasulü! Bugün Kureyş topluluğu helak oldu. Artık bugünden sonra Kureyş yoktur.” Ebû Süfyan, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle dediğini söyledi:
Kim Ebû Süfyan’ın evine girerse güvencededir. Kim silahı elinden bırakırsa güvencededir. Kim evine girip kapısını örterse o da güvencededir.”
İbn Kayyım şöyle dedi: Handeme’de müslümanlarla savaşmak üzere İkrime b. Ebi Cehl, Safvan b. Ümeyye ve Süheyl b. ‘Amr ile beraber Kureyş’ten ayak takımı insanlar bir araya toplandılar. Bekr oğullarından Hımas b. Kays, Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye girmeden önce ona karşı kullanılmak üzere silah hazırlıyordu. Karısı ona:
“Bunları niçin hazırlıyorsun?” diye sordu. O:
“Muhammed ve ashabı için”, dedi. Kadın:
“Vallahi, Muhammed ve ashabına hiçbir kimse ve hiçbir şey karşı koyamaz”, dedi. Hımas:
“Vallahi ben onlardan bazılarını esir alıp sana hizmet ettirmeyi dahi umuyorum”, dedi ve sonra şu beyti okudu:
“Onlar bugün gelecek olurlarsa, hasta değilim karşılarına çıkacak güçteyim.
Şu mükemmel silahlar: Uzun demirli mızrakla, iki ağızlı çabukça sıyrılan keskin kılıç da yanımdadır.”
Sonra Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebi Cehl ve Suheyl b. ‘Amr’ın Handeme’de topladığı savaş birliğine katıldı. Müslümanlar onlarla karşılaşınca kısa bir çarpışma oldu ve müslümanlardan Kürz b. Cabir el-Fihrî ve Huneys b. Halid b. Rabia şehid edildi. Bunlar Hâlid b. Velid’in komutası altındaydılar. Onun gittiği yoldan saparak başka bir yola girdiler ve öldürüldüler. Müşrikler de on iki kadar ölü verdikten sonra dağılıp, kaçmaya başladılar. Onlara silah getiren Hımas da kaçıp canını zor kurtardı. Gelip evine gizlendi ve karısına:
“Kapıyı kitle”, dedi. Karısı onunla:
“Hani dediğin nerede?” diye alay edince, şöyle dedi:
“Eğer sen Handeme’de bizim halimizi: Safvan’ın nasıl kaçtığını, İkrime’nin nasıl kaçtığını, Ebu Yezid Süheyl b. ‘Amr’ın nasıl kocası öldürülmüş ve yetimlerle ayakta kalmış bir kadına döndüğünü, kılıçlarla nasıl karşılanıp vurulduğunu, bacak ve kafa taslarının nasıl biçildiklerini, onların, arkamızdan nasıl haykırdıklarını görmüş olsaydın beni kınayacak en küçük bir söz bile bulamazdın.”
Buharî’nin Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiği gibi Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye yukarıdan girdi:
“Fetih günü Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem terkisinde Üsame b. Zeyd ve beraberinde Bilal ve Osman b. Talha olduğu halde devesi üzerinde Mekke’nin üst tarafından Mescide girdi. Mescidin kayyumu olan Osman b. Talha’ya, Kabe’nin anahtarının getirilmesini emretti. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha ile beraber Kabe’nin içine girdi. Orada uzun bir süre geçirdi. Sonra insanların arasına çıktı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem çıktıktan sonra oraya ilk önce giren Abdullah b. Ömer oldu. Bilal’in kapının arkasında ayakta durduğunu gördü. Ona: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem nerede namaz kıldı?” diye sordu. Bilal, ona Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in namaz kıldığı yeri gösterdi.
Abdullah şöyle der: Bilal’e Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in kaç rekat kıldığını sormayı unuttum.”
Prof. Dr. Ekrem el-Umerî şöyle dedi:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem putların yıkılmasını ve Beytullah’ın onlardan temizlenmesini emretti. Kendisi de bizzat bu işe katılarak elindeki yayı ile onları teker teker devirmiştir. Putları devirirken bir yandan da: “Yine de ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur” (İsra, 17/81) ayetini okuyordu.
Kâbe’de bulunan üçyüzaltmış putun tamamı yıkıldı. İbrahim, İsmâil ve İshâk’ı fal oku çeker şekilde gösteren resimler zaferan ile silindi. Bir rivâyete göre Kâbe’nin içinde Meryem’in de resmi vardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bu resimler silinmeden Kâbe’ye girmedi. Sonra içeri girdi ve ön iki direk arasında iki rekât namaz kıldı. Kâbe altı direk üzerine bina edilmiştir. Kâbe’nin kapısını arkasına alarak, iki direk solunda, bir direk sağında ve üç direk de arkasında olmak üzere namaz kıldı. Sonra dışarı çıktı ve Kâbe’nin anahtarını tekrar, Osman b. Talha’ya verdi. Kâbe’nin Kayyumluğu cahiliyye döneminde Şeybe oğullarının elindeydi, onların bu konumlarını devam ettirdi. Sonra eliyle Hacerü’l-Esved’i selamlayarak, tekbirler, zikirler ve şükür ifadeleriyle Beyt’i tavaf etti. İhramsız idi ve başında miğfer vardı. Sonra siyah bir sarık sardı. Bu, umre veya hac yapmaya niyeti olmayan kimselerin Mekke’ye ihramsız olarak girebileceklerini göstermektedir.
İbn Kayyım -Rahmetullahi aleyh- şöyle dedi:
“Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, Bilâl’e Kâbe’nin üstüne tırmanıp ezan okumasını emretti. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem daha sonra Ebû Talib’in kızı Ümmü Hani’nin evine giderek yıkandı ve sekiz rekat namaz kıldı. Vakit kuşluk idi. Bu nedenle, bazıları bunun kuşluk namazı olduğunu sandılar. Fakat bu kuşluk değil, fetih namazıdır. Ümmü Hani Kayın biraderlerinden iki kişiye eman verdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Senin eman verdiğine biz de eman verdik ey Ümmü Hani” Fetih tamamlandıktan sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem dokuz kişi hariç, tüm Mekke’liler için genel af ilan etti. Bu dokuz azılı İslam düşmanının ise, Kâbe’nin örtüsüne yapışık bulunsalar dahi öldürülmelerini emretti. Bunlar Abdullah b. Sa’d b. Ebu Serh, İkrime b. Ebu Cehl, Abduluzza b. Hatal, el-Haris b. Nüfeyl b. Vehb, Mikyes b. Subaba, Habbâr b. Esved ve İbn Hatal’in Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem hakkında çirkin şarkılar okuyan iki cariyesi ile Abdulmuttalib oğullarından birisine ait bir cariye olan Sâre.
Bunlardan İbn Ebu Serh tekrar İslam’a girdi. Daha önce müslüman olmuş ve Medine’ye hicret etmişti. Fakat bir süre sonra dinden döndü ve Mekke’ye gelerek müşriklere katıldı. Şimdi canı tehlikeye girince tekrar müslüman oldu.
İkrime’ye gelince; hanımı onun için Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’den eman aldı. Bunun üzerine geri dönerek müslüman oldu ve İslam’ını güzelleştirdi.
İbn Hatal, el-Haris, Mikyes ve o iki cariyeden biri öldürüldüler. Habbar b. Esved’e gelince ki Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in kızı Zeyneb’e hakaret eden ve vuran o idi - kaçmayı başardı. Sonra müslüman oldu ve İslam’ını güzelleştirdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Sâre ve diğer cariye’ye de insanların talebi üzerine eman verdi. Onlar da müslüman oldular.
Böylece Allah’ın elçisine vaadi gerçekleşti. Zafer ve fetih müyesser kılındı. İnsanlar bölük bölük Allah’ın dinine girdiler. Cahiliyet ve putperestlik yok oldu.
Allah’ın yardım ve zaferi ile müminler feraha kavuştular. Allah, dinini, elçisini ve müminleri izzet ve şerefe kavuşturdu. Fakat tüm bunlar yirmi yıl süren uzun ve meşakkatli bir mücadele, cihad ve sabır maratonundan sonra gerçekleşti. Fakat bu büyük fetihe; mücadeleleri, cihadları, sabırları, davetleri hatta kan ve ruhları ile katkıda bulunan birçok kahraman kimseler, müminlerin bu zafer sevincine ortak olamadılar. Çünkü onlar, dinin zaferi ve Rabbu’l-Aleminin sancağıın yükselmesi için sahip oldukları herşeylerini feda ettikten sonra, Allah yolunda şehid düşmüşlerdi. Mus’ab b. Umeyr, Hamza b. Abdulmuttalib, İbn Revâha, Sa’d b. Muâz, Abdullah b. Haram, Haram b. Milhan ve daha isimlerini sayamayacağımız niceleri. Fakat onlar, zafer mutluluğunu göremeseler de, Allah yolundaki cihadlarının sevabını tam olarak aldılar. Allah ve Resulünün sevgisine mazhar oldular. Her bir mücahidin, hak ile batıl arasındaki mücadelenin nihai sonucunu görmesi gerekmemektedir. Bazılarının eceli, onları bu mücadelenin daha ilk aşamalarında yakalayabilir. Bazen arızi bir yenilgi yaşanır. Çalışmaların tam olarak karşılığı Allahu Teala’nın buyurduğu gibi kıyamet günündedir.
“Yaptıklarınızın karşılığı kıyamet gününde size tastamam verilecektir.” (Al-i İmran, 3/185)
Allah’tan bizi samimiyetle dinine hizmet eden, fetihlere vesile olan kullarından kılmasını diliyoruz



/ Ashab-ı Kiram / AHZAB (HENDEK) SAVAŞI

Musa b. Ukbe dedi ki: Hendek Savaşı, dördüncü yılın Şevvali’nde idi. İbn Hazm da bu görüşü tercih eder. Bu görüşe, Buhari’nin İbn Ömer yoluyla rivayet ettiği şu hadisi delil gösterirler: Uhud Savaşı’nda İbni Ömer ondört yaşındayken Nebi Sallallahu aleyhi veselleme gösterildi de Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem (savaş için) ona izin vermedi. Hendek Savaşı’nda onbeş yaşındayken gösterildi ve ona (savaşması için) izin verdi. İbn İshak ve diğer Megâzi alimleri, İbni Ömer’in Uhud’da ondördün başında olması ve Ahzâb’da onbeşini tamamlamış olması ihtimali nedeniyle, Hendek Savaşı’nın beşinci yılda olduğu görüşünü tercih ettiler.
Ebu Sufyan Uhud’da Nebi Sallallahu aleyhi vesellem’e bir yıl sonra yeniden karşılaşma sözü vermişti. Bir yıl sonra kurak bir yıl olduğu için yoldan geri dönmüştü. Bu da Ahzâb’ın Uhud’dan bir yıl sonra olmadığına delâlet eder.
Hafız İbn Hacer şöyle der: Beyhakî bu ihtilafın sebebini şöyle açıklamıştır: Seleften bir grup tarihi hicretten sonra gelen Muharrem’den itibaren sayarlardı ve öncesindeki Rebiu’levvel’e kadar olan ayları saymazlardı. Nitekim, Yakub b. Süfyan, Tarihi’nde bu sayımla hareket eder ve Büyük Bedir Savaşı’nın birinci yılda, Uhud Savaşı’nın ikinci yılda ve Hendek Savaşı’nın da dördüncü yılda olduğunu zikreder. Bu yapılan, o sayıma göre doğrudur fakat sayım, tarihi hicret senesinin Muharremi’nden itibaren kabul eden Cumhur’un görüşüne ters, dayanaksız bir sayımdır. Buna göre Bedr ikinci yılda, Uhud üçüncü yılda ve Hendek de beşinci yılda olmaktadır. Kabul edilen de budur.
İbn Kayyım Rahimehullah şöyle der:
“Hendek Savaşı’nın sebebi şuydu: Yahudiler, Uhud Savaşı’nda müşriklerin müslümanlara galip geldiğini görüp Ebu Sufyan’ın müslümanlarla bir yıl sonra karşılaşmak üzere söz verdiğini, bir yıl sonra bu karşılaşma için yola çıkmasına rağmen bir sonraki yıla karar verip geri döndüğünü öğrenince, Sellâm b. Ebi’l Hukayk, Sellâm b. Mişkem, Kinâne b. Rebi’ ve başkalarının da içinde bulunduğu bir grup yahudi ileri geleni Mekke’ye, Kureyş’e gittiler. Onları, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’e karşı savaşa teşvik edip kışkırtıyorlardı. Kendi açılarından onlara zafer vâdettiler. Kureyş de bunun üzerine onlara icâbet etti. Sonra Gatafân’a gittiler ve onları da savaşa çağırdılar. Onlar da kendilerine olumlu cevap verdi. Daha sonra diğer Arap kabilelerini savaşa çağırmak üzere dolaştılar. Kabul edenler onlara katıldı. Kureyş, Ebu Sufyan komutasında dörtbin kişiyle yola çıktı. Beni Süleym’de Merru’z-Zehrân’da onlara katıldı. Beni Esed, Fezârâ, Eşcâ’ ve Benî Murra kabileleri de yola çıktı. Gatafân kabilesi de Uyeyne b. Hısn komutasında geldi. Hendek Savaşı’na katılan kâfirler onbin kişiydi.”
Nebi Sallallahu aleyhi vesellem Sahabe-i Kirâm ile istişâre ettiğinde kendisine kuzey yönüne, Harratu’l Vâkım ile Harratu’l Vebera’nın arasına hendek kazılması işaret edilir. Araplar o güne kadar hendeği bilmezlerdi. Nebî Sallallahu aleyhi vesellem bu fikri benimsedi. Ashâb-ı Kirâm ile birlikte handek kazmaya başladı. Nebî Sallallahu aleyhi vesellem bu işte onlara katılıyor, kazının onlara getirdiği meşakkati hafifletiyordu. Sahabiler, soğukta ve karınları aç bir halde bütün güçleriyle çalışıyorlardı. Enes Radıyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilir: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem hendek kazılan yere gitti. Muhacirleri ve Ensâr’ı soğuk bir kuşluk vaktinde hendek kazarlarken gördü. Onların, kendileri adına bu işi yapacak köleleri yoktu. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem onların çektiği zorluğu ve açlığı görünce şöyle buyurdu:
“Allah’ım Gerçek yaşam ahiret yaşamıdır.
Sen, Ensâr ve Muhacir’e mağfiret eyle!”
Sahabiler de şöyle cevap verdiler:
Bizler Muhammed’e bey’at edenleriz.
Hayatta kaldığımız müddetçe cihad etmek üzere.
İbn Battâl “Allah’ım! Gerçek yaşam âhiret yaşamıdır” kavli hakkında şunları söyler: Bu, İbn Ravâha’nın sözüdür. Nebî Sallallahu aleyhi vesellem bu sözü örnek olarak getirmiştir.
Sahabe’nin üzerine, kendileri aleyhine güçbirliği yapan ve savaş için toplanan grupların yanında şiddetli bir açlık, soğuk ve korku da bir arada gelmişti. Münâfıkların nifakı ortaya çıktı. Bu konuda Ahzâb Suresi’nin baş tarafı nâzil oldu.
“Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi. Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vâdinin üstünden ve alt tarafından) üzerinize yürüdükleri zaman, gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman, işte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı. Ve o zaman, münâfıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar: Meğer Allah ve Rasulu bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar! diyorlardı” (el-Ahzâb: 33/9-13)
Şiddet ve musibetin özelliklerinden biri de mü’minlerin ayrılması ve kötü zanların her türlü görüşe sürüklediği münafıkların ortaya çıkarılmasıdır. Münafıklar; Allah’ın Rasulü’ne ve mü’min kullarını onları yoketmeleri için düşmanlarına teslim edebileceğini zannederler. Allah azze ve celle’nin mü’min kulunu -onun Allah katındaki değerinin artması ve samimi olanların samimiyetinin açığa çıkması için- musibetle imtihan ettiğini bilmezler. Allah azze ve celle münafıkların bu noktadaki sözlerini şöyle anlatır:
“İşte o zaman. münafıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar: Meğer Allah ve Rasulü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar! diyorlardı. Onlardan bir grup da demişti ki: Ey Yesribliler (Medineliler)! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün! İçlerinden bir kısmı ise: Gerçekten evlerimiz emniyette değil, diyerek Peygamber’den izin istiyordu; oysa evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı arzuluyorlardı. Medine’nin her yanından üzerlerine saldırılsaydı da, o zaman savaşmaları istenseydi, şüphesiz hemen savaşa katılırlar ve evlerinde pek eğlenmezlerdi” (el-Ahzâb: 33/12-14)
Allah azze ve celle’nin Peygamberini desteklediği ayetler ve mucizeler bu gibi durumlarda ortaya çıkıyordu.
Cabir Radıyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilir: Biz, Hendek günü çukur kazıyorduk. Karşımıza çok sert bir yer çıktı. Nebî Sallallahu aleyhi vesellem’e gelerek
“Bu kaya hendekte karşımıza çıktı” dediler. O da
“Ben ineyim” buyurdu. Sonra, karnına taş bağlanmış olarak kalktı. Üç gündür hiç bir şey tatmadan orada kalmıştık. Nebî Sallallahu aleyhi vesellem kazmayı aldı ve kayaya vurdu. Kaya darmadağın, ince kuma döndü.
“Ey Allah’ın Resulü! Eve gitmeme izin ver” dedim. Eve gelince eşime
“Nebî Sallallahu aleyhi vesellem’in üzerinde dayanılmaz bir hâl gördüm, bir şeylerin var mı?” dedim.
“Biraz arpa ve bir keçi oğlağı var” dedi. Hemen oğlağı kestim. Eşim de arpayı öğüttü ve eti çömleğe koyduk. Hamur mayalanıp çömlek de ocakta pişmek üzereyken Nebî Sallallahu aleyhi vesellem’e geldim ve
“Biraz yiyeceğim var Ey Allah’ın Rasulü! Sen ve bir veya iki kişi bize buyurun” dedim.
“Yiyeceğin ne kadar?” dedi. Miktarını bildirince
“Çok ve güzel” dedi ve
“Eşine söyle, ben gelinceye kadar çömleği kaldırmasın, ekmeği fırından almasın” buyurdu. Sonra (yanındakilere)
“Kalkın” dedi. Bunun üzerine Muhacirler ve Ensâr kalktı. Câbir eşinin yanına girince,
“Allah iyiliğini versin! Nebî Sallallahu aleyhi vesellem Muhacirleri, Ensâr’ı ve yanında bulunanları getiriyor” dedi. Eşi de
“Sana yemeğin miktarını sordu mu?” dedi. (Câbir şöyle der) Ona:
“Evet” dedim. Bu arada Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem:
“Giriniz ve birbirinizi sıkıştırmadan serbestçe oturunuz” buyurdu. Sonra ekmeği paçalamaya ve üzerine et koyup sahabilere sunmaya başladı. Her defasında fırının ve çömleğin ağzını kapatıyordu. Gelenler doyuncaya kadar ekmek bölüp içine et koyarak dağıtmaya devam etti. Yemekten geriye kalan kaldı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Câbir’in hanımına:
“Bundan ye ve hediye et. Çünkü insanlara açlık isabet etmiş” buyurdu.
Hafız İbn Hacer şöyle der: Bu kıssa Ahmed’in Müsned’inde ve Nesâi’de Berâ b. Azib hadisi olarak hasen bir isnadla ve şu ekleme ile yer alır: Berâ şöyle der: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bize hendek kazılmasını emrettiğinde, hendeğin bir yerinde karşımıza kazmaların fayda vermediği büyük bir kaya çıkmıştı. Bu durumu Nebî Sallallahu aleyhi vesellem’e şikayet ettik. Nebî Sallallahu aleyhi vesellem geldi ve kazmayı aldı.
“Bismillah /Allah’ın adıyla” dedi ve bir vuruşta üçte birini kırdı. Şöyle buyurdu:
“Allahu ekber! Şam’ın anahtarları bana verildi. Allah’a yemin olsun ki Şam’ın kızıl saraylarını şu anda görüyorum” Sonra ikinci kez vurdu ve üçte birini daha kırdı. Şöyle buyurdu:
“Allahu ekber! Fars’ın anahtarları bana verildi. Allah’a yemin olsun ki Medâin’in beyaz saraylarını görüyorum” Sonra, “Bismillah/Allah’ın adıyla” diyerek üçüncü kez vurdu ve kayanın kalanını da kırdı. Şöyle buyurdu:
“Allahu ekber! Yemen’in anahtarları bana verildi. Allah’a yemin olsun ki San’â’nın kapılarını şu an bulunduğum yerden görüyorum”
Nebî Sallallahu aleyhi vesellem bizzat kendisi toprak taşıyordu. Berâ Radıyallahu anh şöyle rivayet eder: Nebî Sallallahu aleyhi vesellem Hendek günü toprak taşıyordu. Öyle ki karnını toprak örtmüş (veya karnı toza bulanmış) durumdaydı. Şöyle buyuruyordu:
“Allah’a yemin olsun ki Allah olmasaydı biz doğru yolu bulamazdık”
“Sadaka da vermez, namaz da kılmazdık!”
“(Allah’ım!) Üzerimize sekinet indir”
“(Kâfirlerle) karşılaştığımızda ayaklarımızı sabit kıl”
“Şüphesiz onlar bize saldırdılar”
“Onlar bizim için fitne istediklerinde buna karşı çıkarız.”
“Karşı çıkarız, karşı çıkarız” kelimelerini söylerken sesini yükseltirdi. Sonra hendek kazıldı. Onbeş günde kazıldığı söylenir. Yirmidört günde kazıldığı, bir ayda kazıldığı da söylemiştir.
İbn Abdilber şöyle der: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem hendeği bitirdiğinde Kureyş, Kinâne ve Tihâme ehlinden katılanlarla birlikte yaklaşık onbin kişiyle geldi. Gatafân kabilesi de Necd ahâlisi ile beraber geldiler ve Uhud civarlarında konakladılar. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ve müslümanlar üçbin kişiyle çıkarak Zahru Sal’a gelerek orada karargahlarını kurdular. Hendek onlarla müşriklerin arasındaydı. İbn Şihab’ın görüşüne göre, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Medine’de imam olarak İbn Ummu Mektum’u bıraktı.
Beni Kurayza yahudileri ihanet edip -yahudilerin her zaman ve mekandaki adetleri olduğu üzere- ahitlerini bozunca durum mü’minler aleyhine zorlaştı. Beni Kurayze yahudilerinin bulundukları yer müslümanları arkadan vurmaya uygun bir yerdi. Müslümanlar, Allah azze ve celle’nin şu kavlinde anlattığı duruma düştüler:
“Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani sizlere ordular gelmişti. Biz de üzerlerine bir rüzgar ve görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görendir. Hani onlar size hem üstünüzden hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. O vakit gözler yerinden kaymış, yürekler de gırtlaklara varmıştı. Allah hakkında da türlü zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada mü’minler imtihan edilmiş ve şiddetli şekilde sarsılmışlardı.” (el-Ahzâb, 33/9-11)
Prof. Dr. Ekrem el-Umeri şöyle der: Kureyşliler hendeği görünce şaşırdılar ve nasıl geçeceklerini bilemediler. Ne zaman hendeği aşmaya çalışsalar müslümanlar kendilerini ok yağmuruna tuttu. Muhasara şiddetlendi ve yirmidört gece sürdü. Aralarında ok atışının dışında harp olmadı. Katâde, kuşatmanın bir ay; Musa b. Ukbe ise yirmi gece sürdüğünü söyler.
İbn İshak ve İbn Sâd bazı müşriklerin hendeği geçtiğini bildiren isnadsız rivayetler zikretmişlerdir. Bunlardan beşinin ismini, Ali Radıyallahu anh’ın Kureyş’in süvârisi Amr b. Abduved’in karşısına çıktığı ve onu öldürdüğünü, Zübeyr Radıyallahu anh de Nevfel el-Mahzûmi’yi öldürdüğünü ve geri kalan üç kişinin karargâhlarına kaçtıklarını zikrederler. Buna rağmen, müşriklerin hücumları kesilmedi. Öyle ki Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ve müslümanlar, muhasara günlerinin birinde ikindi namazını vaktinde kılamadılar ve güneş battıktan sonra kıldılar. Korku namazı henüz meşrû kılınmamıştı. Korku namazı, daha sonra Zâtu’r Rikâ ğazvesinde meşru kılınmıştır.
Siyer kitapları; Nuaym b. Mes’ud b. Amir’in müslüman olduğunu, onun nasıl İslâm’ı kabul ettiğini ve Nebî Sallallahu aleyhi vesellem in ona “Sen bir tek kişisin. Elinden geldiğince düşmanı bizden uzaklaştırmaya bak” dediğini; bunun üzerine Nuaym’ın toplanmış olan gruplar ve yahudiler arasında ayrılık çıkarmak için çalştığını zikreder. Bu, sahih ve müsned bir delile dayanmamaktadır. Bu rivayetlere yönelmekten daha iyisi, ayetlerin belirttiği ve sikâ (güvenilir) râvilerin rivayet ettiğine bakmaktır. Ayetler, Allah azze ve celle’nin, kâfirlerin üzerine bir rüzgar ve ordular (yani melekler) gönderdiğine işaret etmiştir. Nebî Sallallahu aleyhi vesellem “Sabâ rüzgarı yardımıma gönderildi. Ad kavmi de “debûr” rüzgarı ile helâk edildi” buyurur. Allah azze ve celle; ordusunu üstün kılan, kuluna yardım eden, kâfir grupları tek başına hezimete uğratan şüphesiz O’dur. Müslümanlar açlığın, korkunun ve soğuğun en şiddetli noktasındaydılar. Buna rağmen ellerinden geleni yaptılar. Ancak, mü’minlerin sıkıntısı artıp güçleri ve kuvvetleri kalmayınca o mutlak galip güç devreye girer ve mü’minlere Mevlâları ve Rableri Allah azze ve celle yardım eder: (Rabbi’nin ordularını ancak O bilir)
Bu savaşta Evs kabilesinin önde geleni ve ölümünde Rahman’ın Arşı’nın titrediği Allah’ın velilerinden bir veli, Sa’d bin Muaz Radıyallahu anh yaralandı.
Aişe Radıyallahu anha’dan şöyle dediği rivâyet edilir: “Hendek günü Sa’d yaralandı. Kureyş’ten kendisine Hıbbân b. el-Arıka denilen birisi ok atarak onu kolundan yaralamıştı. Nebî Sallallahu aleyhi vesellem bizzat ilgilenmek için mescidde kendisine mahsus bir çadır kurdurdu...”
Huzeyfe Radıyallahu anh; zayıflık, açlık, soğuk ve korku içerisindeki hallerini, Allah azze ve celle’nin kâfirlerin üzerine şiddetli rüzgar, korku ve paniği nasıl gönderdiğini anlatır. Bu onları, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ‘in şehrinden geri dönemeyecek bir şekilde çıkarıp uzaklaştırır.
Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste İbrahim et-Teymi babasının şöyle dediğini anlatır: Huzeyfe’nin yanındaydık. Birisi şöyle dedi:
“Şayet Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in zamanında olsaydım, onunla birlikte savaşır ve bu uğurda zorluklara göğüs gererdim” Bunun üzerine Huzeyfe ona dedi ki:
“Sen bunları yapabilir miydin?!” Ahzâb gecesi Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte olduğumuzu hatırlıyorum. Bizleri şiddetli bir soğuk ve rüzgar sarmıştı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Şu kavimden bir haber getirecek yok mu? Ta ki Allah onu Kıyamet günü benimle beraber kılsın!” Sustuk ve bizden hiçbir kimse cevap vermedi. Sonra yine
“Şu kavimden bir haber getirecek kimse yok mu? Ta ki Allah onu, Kıyamet günü benimle beraber kılsın!” buyurdu. Sustuk ve bizden hiçbir kimse cevap vermedi. Sonra tekrar
“Şu kavimden bir haber getirecek kimse yok mu? Ta ki Allah onu kıyamet günü benimle beraber kılsın” buyurdu. Sustuk ve bizden hiçbir kimse cevap vermedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Kalk, ey Huzeyfe! Onların ne durumda olduğu haberini bize getir.” Söyleyecek bir şey bulamadım. Çünkü kalkmam için beni ismimle çağırmıştı. Şöyle buyurdu:
“Git ve bana onların haberini getir. Ama ürkütüp de benim üzerime kışkırtma!” Yanından ayrıldığımda sanki hamamda yürüyordum. (Soğuğu hissetmiyordum.) Nihayet yanlarına vardım ve Ebu Süfyan’ı sırtını ateşle ısıtırken gördüm. Yayın ortasına bir ok yerleştirdim ve onu vurmak istedim. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in “Onları ürkütüp benim üzerime kışkırtma” dediğini hatırladım. Eğer atsaydım onu muhakkak vururdum. Yine hamamda yürür gibi (hiç bir soğuk hissetmeden) geri döndüm. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gelince, onların durumunu haber verdim. Anlatmayı bitirince soğuğu hissettim. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, üzerinde namaz kıldığı abayı üzerime örttü. Sabaha kadar uyumuşum. Sabah olunca Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem “Kalk ey uykucu” diyerek beni uyandırdı.
Müşrik grupların hezimeti hakkında özetle şöyle demek gerekir: Allah azze ve celle, Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem’in duasına icabet etmiştir. Bu duayı: Bunari, Abdullah b. Ebu Evfâ Radıyallahu anh’dan şöye rivayet eder: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem müşrik gruplara beddua etti ve şöyle dedi:
“Allah’ım! Kitab’ı indiren, hesabı çabuk gören Allah’ım! Onları bozguna uğrat ve onları sars!”
Allah azze ve celle şöyle buyurur: (Onların üzerine rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular gönderdik) Mücahid şöyle der: Allah onların üzerine rüzgar gönderdi. Bu rüzgar, eşyalarını birbirine kattı, çadırlarını söktü ve onları çekip gitmek zorunda bıraktı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöye buyurur:
“Sâbâ (rüzgarı) ile zafere ulaştırıldım.” Sâbâ doğudan esen bir rüzgardır. Bu nedenle, Nebî Sallallahu aleyhi vesellem müşriklerin gruplarının bozguna uğramasındaki bütün önceleğin Allah azze ve celle’ye ait olduğunu belirtirdi. Ebu Hureyre Radıyallahu anh’den, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Allah’dan başka ilah yoktur. O; askerini izzetli kıldı, kuluna yardım etti ve müşrik grupları sadece o mağlup eti.” Bu savaş, kâfirlerin Medine’ye yaptıkları saldırıların sonuncusu oldu. Süleyman b. Sard’dan şu rivayet edilir: Müşrik gruplar kendisinden uzaklaştırıldığında Nebî Sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle dediğini duydum: “Şimdi biz onlarla savaşmaya gideceğiz, onlar bize savaşmaya gelmeyecekler. Biz onların üzerine yürüyeceğiz.”
Hafız İbn Hacer şöyle der: İsrail’in rivayetinde geçen “hıyne ucliye/uzaklaştırıldığı zaman” sözü, “bırakıp döndüler” anlamındadır. Burada, onların istekleri dışında, Allah Teâlâ’nın Resulü için onları uzaklaştırmasıyla geri döndüklerine işaret vardır. Ayrıca şöyle der: Bu olayda peygamberlik işaretlerinden bir işaret vardır. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bir sonraki sene umre yapmak ister. Fakat Kureyş O’nun Kâbe’ye girmesini engeller. Aralarında bir anlaşma yapılır. Bu, Kureyş anlaşmayı bozana kadar sürer. Bu da Mekke’nin fethine sebep olur ve Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in söylediği olay gerçekleşir. Bezzâr, bu hadis’e şâhid olarak, Câbir’den şu hadisi rivâyet eder: Kâfirler, Ahzâb günü savaşı için büyük bir kalabalık toplanmışlardı. Nebî Sallallahu aleyhi vesellem o gün şöyle buyurdu:
“Bundan sonra kesinlikle sizinle savaşmaya gelmeyecekler. Fakat siz onlarla savaşmaya gideceksiniz.”



/ Ashab-ı Kiram / Hz. Ömer'in Müslüman Oluşu

İbn İshak dedi ki: Amr b. As ile Abdullah b. Ebi Rebia, Rasûlullah'ın Muhacir ashabı için Necaşi'den istediklerini elde edemeyince Mekke'ye döndüler. Necaşi, onları hoşlarına gitmeyen bir muamele ile geri çevir¬mişti. Öte yandan, güçlü, kuvvetli, dönüp arkasına bile bakmayan Hattab oğlu Ömer de Müslüman olmuş, Müslümanlık, o ve Hamza vasıta¬sıyla güçlenmiş, bu durum Kureyşlileri çok öfkelendirmişti.
Abdullah b. Mes'ud şöyle diyordu: Ömer Müslüman oluncaya kadar biz, Ka'be'nin yanında namaz kılamıyorduk. Ömer, Müslüman olunca Kureyşlilerle vuruştu. Nihayet Ka'be'nin yanında namaz kıldı. Biz de onunla beraber namaz kıldık.
Ben de derim ki: îbn Mesud'un şöyle dediği Sahih-i Buharî'de sabit¬tir: "Hattab oğlu Ömer Müslüman olduktan sonra, biz hep güçlü ol¬duk."
Ziyad el-Bekkaî, îbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder: "Ömer'in İslâm'a girişi, bir fetih oldu. Hicret edişi, bir zafer oldu. Emirliğe geçişi, bir rahmet oldu. Ömer, Müslüman oluncaya kadar biz Ka'be'nin yanında namaz kılamazdık. O Müslüman olunca Kureyşliler¬le vuruştu. Nihayet Kâbe'nin yanında namaz kıldı. Biz de onunla bera¬ber kıldık."
İbn İshak dedi ki: Hz. Ömer'in Müslüman oluşu, bazı sahabelerin Habeşistan'a hicret etmelerinden sonra olmuştur. Abdurrahman b. Ha¬ris b. Abdullah b. Ayyaş b. Ebi Rebia, Ümmü Abdullah binti Ebi Hasme'nin şöyle dediğini rivayet eder:
— Vallahi bizler, Habeşistan'a hicret etmek üzere yola çıkacak iken, Amir, bazı ihtiyaçlarımızı temin etmek için evden dışarı çıkmıştı. O es¬nada Ömer geldi. Yanımızda durdu. Henüz müşrik idi. Ondan çok eza ve cefalar görmüştük. Yola çıkmak üzere olduğumuzu görünce dedi ki:
— Ey Ümmü Abdillah, yola mı çıkıyorsunuz?
— Evet, vallahi, Allah'ın topraklarından olan şu topraktan çıkaca¬ğız. Çünkü bize eziyet ettiniz. Bizi kahrettiniz. Allah, bize bir kurtuluş yolu yaratıncaya kadar buralara dönmeyeceğiz. Bunun üzerine Ömer:
— Allah sizinle beraber olsun, dedi. Ömer'de daha önce görmediğim bir yumuşama müşahede ettim. Böyle konuştuktan sonra yanımızdan ayrılıp gitti. Hicretimizin onu üz¬düğünü anladım. Amir de ihtiyaçlarımızı temin ederek dönmüştü. Ona şöyle dedim:
— Ey Eba Abdillah! Az önce Ömer'i görmeliydin. Yumuşamış ve bi¬zim için üzülmüştü!
— Onun islâm'a gireceğini mi umdun?
— Evet.
— Hattab'ın eşeği Müslüman olsa da, gördüğün Ömer Müslüman ol¬maz! Kocam, onun İslâm'a karşı kaba, katı ve acımasız olduğunu gördü¬ğü için İslâm'a girmesinden ümidini kesmişti.
Ben derim ki: Bu rivayet, Hz. Ömer'in kırkıncı Müslüman olduğunu söyleyenlerin görüşlerini çürütmektedir. Çünkü Habeşis¬tan'a hicret eden Müslümanların sayısı, seksenden fazla idi. Ancak Muhacirlerin Habeşistan'a hicret etmelerinden sonra Mekke'de kalan Müslümanların sayısını kırka tamamlayan kişinin Ömer olduğunu söy¬leyebiliriz.
İbn İshak, Nafi vasıtasıyla İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Ömer b. Hattab, Müslüman olduğu zaman:
— Kureyşliler içinde en çok dedikoducu ve söz gezdiren kimdir? Diye sordu. Ona:
— Cemil b. Ma'mer el-Cümahî'dir, dediler.
Bunun üzerine Ömer, Cemil'i bulmaya gitti. O sırada ben, gördüğü her şeyi anlayan ve aklında tutabilecek yaşta olan bir delikanlı idim. Ömer'i takibe başladım. Nihayet Cemil'i bulup:
—Cemil, biliyor musun? Ben Müslüman oldum ve Muhammed (s.a.v.)'in dinine girdim, dedi.
Allah'a yemin ederim ki Ömer daha sözünü tamamlamamıştı ki, Cemil yerinden fırlayıp eteğini yerde sürüyerek mescide doğru ilerledi. Ömer de ondan ayrılmayıp ardından gittiği için ben de onları arkadan izledim. Cemil, Mescid-i Haram'ın kapısına varır varmaz, olanca sesi ile bağırarak:
— Ey Kureyşliler! Beni dinleyin. Hattab oğlu Ömer dinden çıkmış¬tır, dedi.
O sırada Kureyşlilerin tamamı, Ka'be'nin çevresinde grup grup oturmuşlardı. Cemil'in arkasında duran Ömer:
— Yalan söylüyor. Ben, sapıtmamışım. Ben, Müslüman olup Al¬lah'tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi oldu¬ğuna şahadet getirmişimdir, dedi.
Bunun üzerine hepsi birden kalkıp Ömer'e hücum ettiler. Ömer de onlarla, güneş tepelerine yükselinceye kadar dövüştükten sonra yoru¬lup yere oturdu. Bu defa başına toplandılar. O da, onlara:
— Ne yaparsanız yapın. Allah'a yemin ederim ki, eğer biz Müslümanlar, 300 kişi olsaydık bu şehri, ya biz size terk ederdik, ya da siz bize terk ederdiniz, dedi.
Bu sırada Kureyşliler den, üstünde çizgili bir kaftan ile nakışlı bir gömlek bulunan yaşlı bir adam çıkıp geldi. Adam yanlarına varınca, başlarında durup:
— Ne yapıyorsunuz? Diye sordu. Ona:
— Ömer sapıtmıştır, dediler. Adam:
— Bırakın, adam kendine bir yol seçmiştir. Ne istiyorsunuz ondan? Adiyy oğullarının kendi adamlarına sahip çıkmayacaklarını mı sanı¬yorsunuz? Vazgeçin adamdan, dedi.
Adam, bunu der demez, Allah'a yemin ederim ki, elbisesinden soyu¬nan bir kimse gibi hepsi Ömer'in başından dağılıverdiler. Medine'ye hicret ettikten sonra babama sordum:
— Babacığım, Mekke'de iken Müslüman olduğun günde seninle sa¬vaşmakta olan o kavmi başından kovup azarlayan adam kimdi?
— Oğulcuğum, o, As bin Vail es-Sehmî idi.
Bu, kuvvetli ve ceyyid bir senettir. Hz. Ömer'in sonraları İslâm'a girdiğine delâlet etmektedir. Çünkü İbn Ömer, Uhud savaşında on dört yaşında iken cepheye katılmak için Rasûlullah'a arz edildi. Uhud savaşı ise, hicretin üçüncü senesinde yapılmıştır. İbn Ömer, babasının İslâm'a girişi zamanında reşid bir çocuktu. Şu halde babasının İslâm'a girişi, hicretten dört yıl kadar önce yani bisetin dokuzuncu senesinde vuku bulmuştur. Doğrusunu Allah bilir.



/ İslâmî Konular / İbadetler ve Allah’a yakınlaşma alanında yapılan bid’atlar

İbadetler alanında günümüzde ihdas edilen bid’atlar pek çoktur. Çünkü ibadetlerde asıl olan, Kur’an ve sünnetle sabit olmasıdır. Kur’an ve sünnetten delilsiz olarak yapılan hiçbir ibadet, caiz değildir. Delilsiz yapılan her amel de bid’attır.
Çünkü Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-:

(( مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْـهِ أَمْرُنـاَ فَهُوَ رَدٌّ )) [رواه مسلم]
“Her kim, bu işimizden (dinîmizden) olmayan bir şeyi yaparsa, o yaptığı şey kendisine iade olunur.” Buyurmaktadır.
Günümüzde yapılan ve hiçbir delili olmayan ibadet-ler pek çoktur. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Namaz kılarken açıktan niyet etmek.
Örneğin: “(Allah rızâsı için) niyet ettim falanca namazı kılmaya” demek, bid’attır.
Çünkü açıktan niyet etmek, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünnetinden değildir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

{ قُلْ أَتُعَلِّمُونَ اللَّهَ بِدِينِكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ } [سورة الحجرات الآية :16]
“(Ey Muhammed!Onlara) De ki: Siz, dîninizi (ve içinizde olanları) Allah’a mı öğretiyorsunuz (haber veriyorsunuz).Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir.Allah, her şeyi hakkıyla bilendir (Kalplerinizde îmân, küfür, iyilik ve kötülük olarak ne varsa,onu bilir. Hiçbir şey ona gizli-saklı kalmaz).
2. Farz namazlardan sonra topluca tesbih çekmek.
Çünkü câiz olan, herkesin vârid olan tesbihleri tek başına çekmesidir.
3. Bazı münâsebetlerde veya duâdan sonra veyahut da ölünün ardından Fâtiha sûresinin okunmasını istemek.
4. Ölünün arkasından yas töreni düzenlemek, yemek yapmak, tâziye olduğunu veya bunun ölüye fayda verdiğini iddiâ ederek ücret karşılığında Kur’an okuyan kimseler kiralamak.
Bütün bunlar, bid’attır.Dînde aslı olmayan ve Allah Teâlâ’nın hakkında hiçbir delîl indirmediği ağır şeyleri yükle-nerek sorumluluk almak ve boyna zincir vurmaktır.
5. İsrâ ve Mîrâç gecesini ve Hicreti kutlamak gibi, dînî münâsebetleri kutlamak.Bu münâsebetlerle kutlamalar yapmanın dînde hiçbir aslı yoktur.
6. Receb ayında, bu aya has olmak üzere Recebiye Umresi yapmak, nâfile namaz kılmak ve oruç tutmak gibi gibi ibâdetler yapmak.
Umre yapmak, oruç tutmak, namaz kılmak, ibâdet etmek amacıyla kurban kesmek veya başka yönden bu ayın diğer aylardan hiçbir ayrı özelliği yoktur.
7. Tasavvufçuların yaptıkları dua ve zikirlerin her türlüsü.
Bunların hepsi, bid’at ve dîne sonradan sokulan yeniliklerdir. Çünkü bu duâ ve zikirler, câiz olan duâ ve zikirlerden yapılış şekli, görünüşü ve yapıldığı vakitler yönünden tamamen aykırıdır.
8. Şaban ayının 15. gecesini ibâdet etmeye, gündü-zünü ise oruç tutmaya has kılmak.
Çünkü Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den bu konuda kendine has olan herhangi bir şey sâbit olmamıştır.
9. Kabirlerin üzerine (kubbe gibi şeyler) binâ etmek ve bu kabirleri namaz kılınan mescitler edinmek, bereket ummak amacıyla bu kabirleri ziyâret etmek, kabirlerde yatan ölülerle Allah’a tevessülde bulunmak ve şirk amaçlı bundan başka şeyler ve kadınların kabirleri ziyâret etmele-ridir.Oysa Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- kabirleri ziyâret eden kadınlara,kabirleri namaz kılınan mescitler edinen ve kabirlerin üzerinde kandiller yakan kimselere lânet etmiştir.




/ İslâmî Konular / Mekânlar, zamanlar ve ölü ya da hayatta olan şahıslardan bereket ummak

Teberrük kelimesi, bereket istemek demektir.Bu ise bir şeyde iyiliğin sâbit olması ve ziyâdeleşmesidir.Bir şeyde iyiliğin sâbit olması ve ziyâdeleşmesi, ancak bu iyiliğe sahip olan ve ona güç yetiren kimse tarafından mümkündür ki bu da Allah Teâlâ’dır.Bereketi indiren ve onu sâbit kılan yalnızca O’dur.Yaratılan bir kimse bereket vermeye, onu yoktan yaratmaya ya da bereketin kalmasını sağlamaya ve onu sâbit kılmaya güç yetiremez.
Mekânlarla, zamanlarla ve ölü ya da hayatta olan şahıslarla teberrükte bulunmak, asla câiz değildir.Çünkü o şeyin bereket verdiğine inanılırsa, bu şirktir.Veya o mekânı ziyâret ederek oraya el-yüz sürmekle, Allah tarafından bereketin hâsıl olunacağına inanılırsa, bu şirke götürür.
Sahâbenin, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in saçı, tükürüğü ve teriyle teberrükte bulunmasına gelince, bu Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- hayattayken kendisine has olan bir davranıştı.Bunun en açık delîli, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in vefâtından sonra sahâbe, ne onun odası ve kabrinden bereket ummuş, ne onun namaz kıldığı yerlere yönelmiş, ne de oturduğu yerlerden bereket ummuşlardır. Bunu yapmadıklarına göre evliyânın makamından bereket ummamaları daha önce gelir.Sahâbenin en fazîletlileri olan Ebû Bekir ve Ömer gibi salih kimselerden ne hayatta ne de vefât ettikten sonra bereket ummuşlardır. Sahabe, namaz kılmak veya duâ etmek için Hirâ mağarasına da gitmemişlerdir.Aynı şekilde Allah Teâlâ’nın Musa-aleyhisselâm- ile konuştuğu Tûr dağına namaz kılmak veya duâ etmek için de gitmemişlerdir.Bundan başka evliyâ makamlarının olduğu söylenen dağlara veya herhangi bir peygamberin ayak izlerinin üzerine inşâ edilen bir türbeye gitmemişlerdir.
Ayrıca seleften hiç kimse, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in Mescid-i Nebevî’de devamlı olarak namaz kıldığı yeri, Mekke’de olsun, başka bir yerde olsun namaz kıldığı hiçbir yeri istilâm edip öpmemiştir.
Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in mübârek ayaklarını bastığı ve namaz kıldığı yerlere el-yüz sürüp öpmek,ümmeti için câiz değilse, nasıl Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den başkasının orada namaz kıldığı veya uyuduğu söylenebilir.
İslâm âlimleri,ayak bastığı veya namaz kıldığı yerlere el-yüz sürüp öpmenin, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in şeriatından olmadığını kur’an ve sünnetle sâbit olduğunu söylemişlerdir.



/ İslâmî Konular / Bid’atların Ortaya Çıkış Nedenleri:

Hiç şüphesiz ki Kur’an ve sünnete sarılmak,bid’atlara ve dalâlete düşmekten bir kurtuluştur.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

{ وَأَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ } [سورة الأنعام الآية :153]
“Şüphesiz ki bu (İslâm), benim dosdoğru yolumdur.Öyleyse o yola uyun, dalâlet yollarına uymayın.Çünkü o yollar, sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır.Allah, (emirlerini yerine getirip yasaklarından da kaçınmak sûretiyle azabından) sakınmanız için bunları emretmiştir.”
Nitekim Abdullah b.Mes’ud’un-Allah ondan râzı olsun- rivâyet ettiği hadiste, o şöyle der:

خَطاًّ، ثُمَّ خَطَّ عَنْ((خَطَّ لَناَ رَسوُلُ اللهِ يَمِينِهِ وَعَنْ شِماَلِهِ خُطُوطًا، ثُمَّ قاَلَ:هَذاَ سَبيِلُ اللهِ،وَهَذِهِ السُّبُلُ عَلىَ كُلِّ سَبيِلٍ مِنْهاَ شَيْطاَنٌ يَدْعُو إِلَيْهِ،ثُمَّ تَلاَ { وَأَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ }
[ أخرجه أحمد وابن حبان والحاكم ]
“Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- bizim için yere bir çizgi çizdi.Sonra o çizginin sağına ve soluna çizgiler çizdi.Sonra da şöyle buyurdu: ‘Bu yol, Allah’ın yoludur.Bu yollar ise, dalâlet yollarıdır.Her yolun üzerinde o yola çağıran bir şeytan vardır.’ Ardından Allah Teâlâ’nın şu âyetini okudu: ‘Şüphesiz ki bu (İslâm), benim dosdoğru yolumdur.Öyleyse o yola uyun, dalâlet yollarına uymayın.Çünkü o yollar, sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır.Allah,(emirlerini yerine getirip yasaklarından da kaçın-mak sûretiyle azabından) sakınmanız için bunları emretmiştir.”
Her kim Kur’an ve sünnetten yüz çevirirse, dalâlet yolları ile sonradan ihdâs olunan bid’atlar arasında bocalayıp durur.
Bid’atların ortaya çıkmasına neden olan hususları şu şekilde özetlemek mümkündür:
İslâm dîninin hükümlerini bilmemek, nefsin arzu ve isteklerine uymak, görüş ve şahıslara körü körüne bağlılık, kâfirlere benzemek ve onları taklit etmektir.


Şimdi bu nedenleri detaylı olarak ele alalım:

1. İslâm dîninin hükümlerini bilmemek:
Zaman uzadıkça ve insanlar risâletin izinden uzaklaş-tıkça ilim azalır ve cehâlet yaygınlaşır.
Nitekim Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- bunu şu sözüyle haber vermektedir:

(( مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْديِ فَسَيَرَى اخْتِلاَفاً كَثِيراً، فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتيِ وَسُنَّةِ الْخُلَفاَءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِييِّنَ مِنْ بَعْديِ )) [رواه أبو داود والترمذي ]
“Sizden kim benden sonra yaşarsa, (dînde) çok ihtilaflar görecektir.Bu sebeple benim sünnetime ve benden sonraki doğru yolu bulmuş râşid halîfelerimin sünnetine sarılın.”
Başka bir hadîste şöyle buyurmaktadır:

(( إِنَّ اللهَ لاَ يَقْبِضُ الْعِلْمَ حَتىَّ يَنْتَزِعَهُ مِنَ الْعِباَدِ، وَلَكِنْ يَقْبِضُ الْعِلْمَ بِقَبْضِ الْعُلَماَءِ حَتىَّ إِذاَ لَمْ يُبْقِ عاَلِماً اتَّخَذَ النَّاسُ رُؤُوسًا جُهاَّلاً فَسُئِلوُا فَأَفْتَوْا بِغَيْرِ عِلْمٍ فَضَلُّوا وَأَضَلُّوا )) [متفق عليه]
“Hiç şüphe yok ki Allah, insanlar arasından âlimler ölmedikçe (hayatta oldukları sürece) kulları arasından ilmi çekip (kendi katına) almayacaktır.Âlimlerin canlarını alınca da (yeryüzünde) bir âlim dahi bırakmayacaktır.Böylece insanlar, câhil başları (âlimler) edinecekler ve bu âlimlere sorular soracaklar, onlar da bilgizce fetvâ vereceklerdir.Böylelikle hem kendileri, hem de (fetvâ verdikleri) insanlar sapıtacaklardır.”
İlim ve âlimler olmadıkça bid’atlara karşı konula-maz.İlim ve âlimler yok olunca bid’atların ortaya çıkarak yaygınlaşmasına, bid’at ehlinin de etkin bir hale gelmesine fırsat tanınmış olur.
2. Nefsin arzu ve isteklerine uymak:
Kur’an ve sünnetten yüz çeviren bir kimse, hevâ ve hevesine uyar.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

{ فَإِن لَّمْ يَسْتَجِيبُوا لَكَ فَاعْلَم
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Kardeş maşallah hızlı giriş yaptın...Rabbim şehitlerimize merhamet etsin onları Resulullah sav'e komşu etsin..
 
S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
kardeş yazından dolayı teşekkürler,allah böyle güzel yazılarını daim etsin.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt