DEMOKRASİ
Günümüzde Tağutların genel anlamda dayandıkları ve edindikleri din ve sistem Demokrasidir. Neredeyse dünyayı saran, asli kafir ile mürted hükümetlerin benimsediği ve yürürlüğe koyduğu küfür dini ve sistemi olan Demokrasinin ne olduğunu kısaca tanıyalım.
Demokrasi kelimesi aslen Yunanca bir kelime olup, “Demos” yani halk kelimesi ile “Kratos”, otorite, yönetim, idare kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmektedir. Bu iki kelimeden ise, halkın yönetimi, halkın idaresi, halkın otoritesi ve egemenliği anlamına gelen demokrasi kelimesi türemiştir.
Çıkış zamanı ve sebebi şöyle olmuştur: Fransız İhtilaline kadar batı dünyasında halkın üzerinde tek egemen güç, kiliseler ve rahiplerdi. Batılı idareciler arkalarına aldıkları kilise desteği ile kendilerinin yeryüzünde Allah’ın birer vekilleri olduklarını iddia ediyorlardı. Bu iddia ile insanlar üzerinde baskı kuruyor, onların üzerlerinde tam anlamıyla tahakküm kurarak halklarına zulmediyorlardı. İnsanların mallarına, topraklarına, kadınlarına ve evlatlarına göz dikerek onları bütün değerlerden yoksun bırakıyorlardı. Elbette ki bu zulüm bir müddet sonra büyük bir tepkiye neden oldu ve yönetim ile halk arasında çatışmalar ve hatta savaşlar başladı. Batı alemi ilahi düzen olan İslam'dan ve adil sisteminden mahrum olmaları sebebiyle, yönetim ve kanun koyma işini tekelden çıkarmak için filozoflar ve düşünürler kendilerince insanlar için en ideal yönetim sistemini belirleme adına işe koyuldular ve insanların yönetimi için kendisine demokratik düzen denilen bir sistemi ortaya attılar. İşte demokrasinin ilk ortaya çıkışı kısaca bu şekilde gerçekleşmiştir.
Demokratik Sistemin Temel Özelliği, Halkın Egemenliğidir. Şiarları "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir" sözüdür.
Demokrasilerde egemenlik yani hâkimiyet hakkı tamamen halka ait olmak zorundadır. Demokratik sistemlerde (onların iddialarına göre) irade tamamen halkın elinde olup, halk iradesini dilediği şekilde bilfiil yürütür. Halkın üzerinde hiçbir sulta ve güç yoktur. Halk kendi kendisinin efendisi olup kendi idaresinin ipi yine kendi elindedir. Kendi otoritesi dışında da başka hiçbir otorite karşısında sorumlu değildir. Halk, egemenliğe sahip olması itibarıyla, seçtiği milletvekilleri vasıtasıyla yasa ve kanunlar yapar, otoritenin kaynağı olması itibarı ile de kendisi tarafından seçilen ve tayin edilen idareciler eliyle kanunların düzenlenmesini ve uygulanmasını sağlar. Bu anlamda yasama, yürütme ve yargı halkın egemenliği ve otoritesi altındadır. Devleti meydana getirme, yöneticileri seçme, kanun ve yasalar çıkarma noktasında her fert diğer fertlerin haklarına sahiptir. Kanunların ve yasaların çıkarılması ve uygulanması açısından doğrudan demokrasilerde olduğu gibi halkın bir araya toplanması mümkün olmadığı için, halk bu noktada yetkisini yasama heyetini oluşturarak milletvekillerine devreder. İşte bu vekillerin oluşturduğu yapıya parlamento adı verilir. Demokratik sistemlerde parlamento genel iradeyi temsil eder ve otoritesini kendisini seçen halktan alır.
Demokrasinin genel anlamda ayıp ve bozuk yönleri şunlardır:
"Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler." (Yusuf 106)
( وَإِن تُطِعْ أَكْثَرَ مَن فِي الأَرْضِ يُضِلُّوكَ عَن سَبِيلِاللَّهِ إِن يَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَخْرُصُونَ )
"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler." (En'am 116)
Abdullah bin Mesut (r.a) derki: "Cemaat, tek başına da olsan hakka muvafakat etmendir."
Hasan Elbasri (r.a) derki: "Ehli sünnet geçmişlerde insanlar arasında en az olanlar idi. Kalanlar arasında da sayıları azdır. Dünyalık insanlarla beraber refah hayat sürmediler. Bid'atçılarla beraber bid’ate kapılmadılar. Rableriyle karşılaşana kadar sünnet üzere sabrettiler."
Şirk mabedi olan Millet Meclisinde 276 Milletvekili içki, zina, faiz serbest olsun derlerse, buna mukabil 274 Milletvekili "Hayır serbest olmasın, hem bu sayılanları Allah'u Teala haram kılmıştır, hem de topluma ciddi zararları vardır" demiş olsalar, çoğunluğun dediği olacağı için bu sayılanlar serbest olur. Çoğunluk süte siyah derse süt siyah sayılır!!! Böyle saçmalık olurmu!!! Size ve bu saçma sisteminize yazıklar olsun…
Nasıl ki demokraside egemenlik, hakimiyet hakkının beşere ait olduğu noktasında hiçbir ihtilaf, şek ve şüphe yok ise, İslam’da da bu yetkinin ancak ve ancak Allah’u Tealâ’ya ait olduğu hususunda hiçbir şek ve şüphe yoktur. İslam’da en yüksek otorite, kendisinden başka hiçbir otoritenin bulunmadığı tek sulta sahibi Allah’u Tealâ’nın bizzat kendisidir. O’nun hükmünü bozacak hiçbir merci, O’nun sözünün üzerinde hiçbir söz sahibi yoktur. Bu, tevhid kelimesine şahitlik eden her Müslüman’ın zihninde güneş gibi açık olan bir meseledir. Allah’u Tealâ şöyle buyuruyor:
( إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ )
“Hüküm ancak Allah’a aittir.” (Yusuf 40)
أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ ))
"Dikkat edin! Hem yaratmak, hem de emretmek sadece O’na mahsustur." (A'raf 54)
Allah’u Tealâ, hükmün ve otoritenin tek sahibi olması dolayısıyla, kullar arasında ancak kendi hükümleri ile hükmedilmesini emretmekte, buna karşılık Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenlerin kâfirler, zalimler ve fasıklar olduklarını bildirmektedir:
وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللَّهُ ) )
“Onlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet.” (Maide 49)
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُالْكَافِرُونَ.... هُمُ الظَّالِمُون.... هُمُ الْفَاسِقُونَ ) )
“Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, kâfirlerin… zalimlerin… fasıkların ta kendileridir.” (Maide 44-45-47)
Allah’u Tealâ, kulların arasında meydana gelebilecek bütün ihtilaflara dair yetkinin sadece kendisine ait olduğunu bildirmiş, hakkında ihtilafa düşülen bütün meselelerde O’nun hakemliğini tanımayı emretmiştir:
( فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِوَالرَّسُولِ )
"Eğer bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onun çözümünü Allah’a ve Resulüne götürün."(Nisa 59)
Bununla beraber Allah’u Teâlâ, ihtilafların ve anlaşmazlıkların çözümünü Allah’tan başkasının hükümlerine götüren kimselerin iman iddialarını ise reddetmektedir:
( أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَإِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَىالطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُأَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا )
"Sana indirdiğimize ve senden önce indirdiklerimize iman ettiğini iddia edenleri görmedin mi? Tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Ancak onun hükmünü inkâr etmekle emir olunmuşlardı. Şeytan, onları derin bir sapıklığa düşürmek istemektedir." (Nisa 60)
Ve nihai olarak Allah’u Teâlâ hükmüne hiç kimseyi ortak tanımadığını beyan ederek, kendi hükmü dışında kalan bütün hükümlerin cahiliye hükümleri ya da Tağutun otoritesi olarak isimlendirmiştir.
وَلا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا ) )
"O hiçbir kimseyi hükmünde ortak kabul etmez." (Kehf 26)
أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْمًالِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ ) )
“Onlar cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar. Gerçekten inanan bir topluluk için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır."(Maide 50)
İslam'a göre Müslüman bir kişi, dinini değiştiremez. İslam ve iman izzetine kavuşmuş bir kimse dinini değiştirirse tevbe edip dönene kadar yaşama hakkı kalkar. Mürtet kişi hakkında Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmaktadır:
مَنْ بَدَّلَ دِينَهُ فَاقْتُلُوه ) )
"Kim dinini değiştirirse O'nu öldürünüz." (Buhari)
Taberani ve başka alimlerin rivayetinde şu hadise anlatılır: Abdullah Bin Ömer (r.a) derki: Tebük savaşında bir mecliste bir adam şöyle dedi; “Şu Kuran okuyucularımız (Sahabe-i Kiram) gibi boğazına düşkün, yalan sözlü ve savaşta korkak insanlar görmedik.” Etrafındakiler gülünce biri dedi ki: “Yalan söyledin, sen münafıksın. Seni Resulullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) haber vereceğim.” O esnada şu ayet indi;
( ولئن سألتهم ليقولن إنما كنا نخوض ونلعب قل أبالله وآياته ورسوله كنتم تستهزئون. لا تعتذروا قد كفرتم بعد إيمانكم إن نعف عن طائفة منكم نعذب طائفة بأنهم كانوا مجرمين )
"Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir gurubu bağışlasak bile, bir guruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz." (Tevbe 64,65)
Bu ayet bizlere, konuştuğumuz sözlerin İslam dairesinde olması gerektiğini göstermektedir. Konuşulan, söylenen ve yayınlanan her şey İslam inancına aykırı olamaz.
( تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّيَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَىمِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّيَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّافَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْيَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْتَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةًعَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ )
"Peygamberlik aranızda Allah'ın dilediği kadar kalır. Sonra Onu kaldırmak isteyince kaldırır.Sonra Peygamberlik sünneti üzere hilafet olur. Allah'ın dilediği kadar kalır. Sonra Onu kaldırmak isteyince kaldırır.Sonra ısırılmış mülk (bırakılmak istenmeyen saltanat) olur.Allah'ın dilediği kadar kalır. Sonra Onu kaldırmak isteyince kaldırır. Sonra zorba mülk (Diktatörlük) olur. Allah'ın dilediği kadar kalır. Sonra Onu kaldırmak isteyince kaldırır.Sonra Peygamberlik sünneti üzere hilafet olur. Sonra sustu." (İmam Ahmed)
Bu hadiste görüldüğü gibi Allah resulünün mucizesi ortaya çıkmış, saydığı dört merhale yaşanmış ve beşinci merhale beklenmektedir. Peygamberlik devri yaşandı. Ardından raşit halifeler devri yaşandı. Ardından Emevi, Abbasi, Memlükler ve Osmanlı saltanatı yaşandı. Ardından küfre ve baskıya dayalı diktatörlük devri başladı. Bazı memleketlerde düştü, bazılarında ise son zamanlarını yaşamaktadır.
En son hilafet dönemi 1924 yılında sona erdirildi. O zamandan sonra işgal edilmiş İslam topraklarında Din ile devlet işlerini bir birinden ayıran La Dinilik yani laiklik sistemi getirilir ve şuan dünyanın uyduruk yeni dini olan Demokrasi dini ile evlendirilir ve Müslümanların baş belası haline getirilir. Halkın rab konumunda konduğu bu yeni batıl dine hayranlık gösteren münafıklar ve mürtetler bir hayli çoğalmıştır.
Akabinde Müslümanların beklediği ve küfür aleminin korktuğu peygamberlik sünneti üzere hilafetin yeniden hakim olması Allah'ın izniyle yakındır. Rabbim o günleri görmeyi nasip etsin.
TAĞUT
Allah'u Teâlâ'nın insan oğlundan ilk istediği şey sadece Allah'a ibadet edip tağuttan uzaklaşmak ve inkâr etmektir. Bunun için peygamberler göndermiş ve bunun için kitaplarını indirmiş, ahiretteki kurtuluşu buna bağlamıştır.
( وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللَّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ )
"Şüphesiz ki biz, her ümmete Allah'a ibadet edin ve tağuttan sakının diye bir peygamber gönderdik." (Nahl 36)
Tağutun kısaca tanımını Selef Alimleri şu şekilde yapmışlardır: Küfürde ve zulümde haddini aşmış her şey tağuttur. Bu şeytan, kâhin, sihirbaz, put olduğu gibi razı olup kendisine ibadet edilen veya insanlara Allah'ın kanunları dışında kanunlar koyan veya o kanunlarla hükmeden kişilerde olabilir.
İbni Kayyım (rahimehullah) şöyle tarif eder:
"Tağut; kendisine ibadet edilme, bağlanılma ve itaat edilme noktasında haddini aşan kul demektir. İnsanların tağutu, Allah ve Resulü ’nün kanunlarıyla hükmetmeyen, Allah’tan başka kendisine muhakeme olunan, ibadet edilen ve Allah’ın emrine dayanmaksızın, Allah’a itaat etmeksizin kendisine tabi olunanlardır. Bunları düşünür ve insanların durumlarına bakarsan, insanların çoğunun Allah’a değil tağutlara ibadet ettiğini!, Allah ve Resulü’nün hükümlerine değil tağutların hükümlerine muhakeme olduklarını!, Allah ve Resulüne değil, tağuta itaat edip tabi olduklarını görürsün!."
Seyyid Kutup (rahimahullah) şöyle tarif eder:
"Tağut, sağ duyuya ters düşen, gerçeği çiğneyen, Allah'ın kulları için çizdiği sınırı aşan düşünce, sistem ve ideoloji anlamına gelir."
Günümüzde mevcut birçok zalim tağutlar, bu anlatılacak krala özelliklerinde ve sıfatlarında çokça benzemektedirler. Bu asrın tağutları ile o eski tağut arasında fark göremiyoruz, ancak şu farkı görürüz; O eski tağut, rububiyetini ve ulûhiyetini utanmadan iğrenç bir şekilde açıkça beyan ediyordu. Halkına; “Ben sizin en yüce rabbinizim” demeye cesareti vardı. “Benden başka rab ve ilahınız yoktur” diyordu.
Ancak günümüzde ümmetin müptela olduğu tağutlar ise uzun zamandan beri rububiyet ve ulûhiyeti, hileli, kurnazca, değişik ve üstü kapalı üsluplarla iddia etmektedirler. Çünkü günümüzde her bir tağut eylemleriyle ya da sözleriyle halkına şunu söylemektedir; “Egemenlik kayıtsız şartsız (Allah'ın değil haşa) milletindir.” Millet Demokrasi dini ve geleneği gereği bizleri oylarıyla seçip kendilerine vekil ederler. Bizlerde bu yetkiyle Millet Meclislerinde Laik Anayasa çerçevesinde ve kurucusu olanın ilkeleri doğrultusunda sizlere kanunlar koyar ve o kanunlarla yaşama biçiminizi belirleriz. Doğru gördüğümüzü sizlere gösteririz. Size serbest ettiğimiz helaldir. Size yasakladıklarımız haramdır. Çoğunluğun kararıyla güzel gördüğümüz güzel, kötü gördüğümüz de kötüdür. Çoğunluk faiz, eş cinsellik, zina, içki, kumar serbest olsun derse Allah'u Tealanın sözünü kale almaz serbest ederiz. Yine çoğunluk şeriat kanunlarıyla hükmedilme, cihad, birden fazla evlilik yasaklansın derse Allah'u Tealanın sözünü yine kale almaz yasak ederiz.
Biz dilediğimizi dost edinir, ona sınırlarımızı açar, siyasi, kültürel, askeri ve ekonomik antlaşmalara gireriz. Subaylarımız ve Özel Harekat Timlerimiz o dost edindiğimiz devletin askerlerini eğitirler. Sizler bana uymak zorundasınız. Bu dost edindiğimiz kişiler ister Yahudi, ister Hristiyan, ister Budist ve ister Ateist olsun fark etmez.
Dilediğimizi de düşman edinir, icap ederse onunla savaşırız veya ona savaş açmış Yahudi ve Hristiyan dostlarımıza destek verir, Hava alanlarımızı ve Askeri Üslerimizi onlara açar, aynı safta oluruz ve yine sizler bana uymak zorundasınız. Bu düşman edindiğimiz kimseler Müslüman, Mücahit Allah dostu kitlelerde olabilir fark etmez.
Bizim yasalarımız ve kanunlarımız yücedir. Onun üzerine yükseltilecek bir kanun yoktur. Başkalarına değil bize boyun eğmek zorundasınız. Yüce Allah'a boyun eğen biri çıkıp da bize isyan ederse ona savaş açar, sürgün eder, hapse koyar veyahut idam ederiz. Sizler yaptıklarınızdan sorumlusunuz ancak bizler neyi yaparsak yapalım bundan sorulmayız. Kim cesaret edipte bizleri sorgulamaya kalkarsa vay onun haline!..”
İlkel tağutlar ile çağdaş tağutlar küfürde, azgınlıkta ve zulümde birbirlerine eşit olup birbirlerine benzemektedirler. Fakat sözlerde ya da küfrü zulmü ve azgınlığı açığa vurmada değişik yolları kullanmaktadırlar. İkincisi daha kötü ve daha da acıdır!
فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَبِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ))
"Artık kim tağutu inkar eder ve Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmuştur. Allah işitir ve bilir." (Bakara 256)
Sağlam kulp için müfessir Mücahit: “İman”, Sait Bin Cübeyr ve Dahhak: “La ilahe illallah kelimesidir” demişlerdir.
Bir Müslümanın Allah katında mü'min ve Müslüman olabilmesi için öncelikle tağutu inkar etmesi gerekmektedir.
Tağut üç şekilde inkar edilir. Bu sayılanlar güç ve imkan dahilinde yapılır.
Birincisi: Tağutu inanç açısından inkâr etmektir. O da kalpte ona kin, nefret öfke beslemek, Onun ve onun ibadetine girenlerin batıl yolda ve kafir olduklarına inanmasıdır. Bu şartı her bir Müslüman yapabilir. Çünkü imkan dahilindedir. Hiçbir varlık, Müslümanı bu şartı yerine getirmekten engelleyemez çünkü kalpte olan şeydir. İkrah sadece organlara yapılan baskıdır, kalbe hükmedemez.
İkincisi: Tağutu söz ile inkar etmek. Oda onun batıl olduğunu, kafir olduğunu, ondan, dininden, sisteminden ve ona tapanlardan uzak olduğunu, bu yolun batıl ve küfür olduğunu beyan etmektir.
İmam Taberi (rh.a) tefsirinde şunu anlatır: "Velit bin Muğire, As bin Vail ve Ümeyye bin Halef Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile karşılaşınca dediler ki: “Ey Muhammed! Gel, biz senin taptığına tapalım. Sende bizim taptıklarımıza tap. Seni her işimizde ortak edelim. Eğer getirdiğin şey elimizdekinden daha hayırlı ise ona bizde ortak olur ve ondan payımızı alırız. Eğer elimizde ki senin yanındakinden daha hayırlı ise, bu şeyimize sende ortak olursun ve ondan payını alırsın. Bunun üzerine Allah'u Teala Kafirun suresini indirdi...
Ayette bizlere öğretildiği gibi: "Deki Ey Kafirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam…."
Taviz vermeden, değiştirmeden ve açık bir dille yanlış ve batıl oluşlarını onlara beyan etmemiz gerekir. Bu konuda Allah'u Teala şöyle buyurur:
( قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَمَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَآءُ مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَمِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُوَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ )
"İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir." (Mümtahine 4)
Peygamberlerin atası ve ulul azim peygamberi olan İbrahim (aleyhisselam) ve onunla beraber olan müminlerde bizim için güzel örnek vardır. Allah'ı, dinini ve ahkamını bırakmış laik ve cahiliye sistemiyle insanları yöneten, putlara ve kendilerine taptıran Tağutlara ve kölelerine; “Sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya ve şeriatına dönünceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli olacak bir düşmanlık ve öfke belirmiştir!” Dememiz gerekir.
Burada önemle dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Oda; önce bu batıl dinlerin mensuplarından uzaklaşmak ve inkar etmek. Sonra batıl din ve ideolojilerden uzaklaşıp inkar etmek sırası yer alıyor. Çünkü o batıl dinin mensuplarından beraat eden, dininden hayli hayli beraat eder.
Ama aksi durumda şu olabiliyor; Kişi, batıl dinden ve ideolojisinden beraat eder, ancak ona tapanlardan beraat etmeyebiliyor, hatta onları dost edinebilir.
İşte bu, İbrahim (aleyhisselam)'ın hanif olan "Milleti" yani dinidir. Bu millete her bir Müslümanın tabi olması gerekmektedir. Bu milletten yüz çevirenlerin akılsız olduklarını Rabbimiz bizlere beyan ediyor.
وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نفسه ))
"İbrahim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir?" (Bakara 130)
Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadisinde şöyle buyurur:
(من وحد الله وكفر بما يعبد من دونه حرم مالهودمه وحسابه على الله )
"Kim Allah'ı birleyip, O'nun dışında tapınılanları inkar ederse malı ve kanı haram olur, hesabı Allah'a aittir." ( İbni Hibban)
Üçüncüsü: Tağutu ameli olarak inkâr etmek. Oda ona ibadet etmekten kaçınmak, ondan uzaklaşmak, ona ve tapanlarına karşı imkân dâhilinde savaşmak, onları yardımcılar ve dostlar edinmemektir. Allah'u Teala şöyle buyurur:
وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ أَن يَعْبُدُوهَا وَأَنَابُوا إِلَىاللَّهِ لَهُمُ الْبُشْرَى فَبَشِّرْ عِبَادِ ) )
"Tâğut'a kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele." (Zümer 17)
فَقَاتِلُواْ أَئِمَّةَ الْكُفْرِ إِنَّهُمْ لاَ أَيْمَانَ لَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَنتَهُونَ) )
"Küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler." (Tevbe 12)
Küfrün önderleri Tağutlardır. Çünkü onlar Allah'ın dinine ve şeriatına başkaldırdılar. Allah'u Tealanın uluhiyet hakkını kendilerinde gördüler. Halklarını İslam'dan alıkoymak için çok çaba harcadılar. Bu küfürlerini bırakana ya da helak olup gidene kadar onlarla İslam'ın zirvesi olan cihad ibadeti yapılır.
) ( وَلْيَجِدُواْ فِيكُمْ غِلْظَةً
"Onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar." (Tevbe 123)
Çünkü Mümin, kafire karşı sert, Müslüman kardeşlerine karşı merhamet sahibidir.
وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّه) )
"Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın!" (Enfal 39)
İbni Teymiye (rh.a) derki: "Gelişi tevatür ve açık olan bir hükümde şeriata boyun eğmeyen her topluluk ile din sadece Allah'ın oluncaya kadar savaşmak vaciptir."
Cihatta öncelikli hedef Tağutlar ve küfrün başını çeken liderlerdir. Resulullah efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Kab Bin Eşref ve Ebi Rafi gibi küfrün başını çeken iki Yahudi'yi, ve peygamberlik iddia eden Esvet El Ansi'yi öldürtmüştür. Mekke fethedildiği zaman Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) altı kişinin kanını heder etmiş, "Kabe'nin örtüsüne dahi asıldıklarını görürseniz onları öldürünüz" diye ferman vermişti. Liderlerin ilk hedef olmalarının sebepleri vardır:
Onlar emir ve lider konumunda oldukları için, toplumda etkileri büyük olduğu için, halk ile İslam arasında engel konumundadırlar. İslam'da suçları büyük, Allah ve Resulüne düşmanlıkları ileri safhadadır. Onları İslam ahkamı ile yargılayacak güçte değiliz. Çünkü maddi ve beşeri güçlerle kendilerini korumaktadırlar. Onların öldürülmelerinde, Allah'ın dinine savaş açmış kişinin cezasının görülmesi ve başkalarına ibret olmasıdır.
Musa Ebu Cafer
Günümüzde Tağutların genel anlamda dayandıkları ve edindikleri din ve sistem Demokrasidir. Neredeyse dünyayı saran, asli kafir ile mürted hükümetlerin benimsediği ve yürürlüğe koyduğu küfür dini ve sistemi olan Demokrasinin ne olduğunu kısaca tanıyalım.
Demokrasi kelimesi aslen Yunanca bir kelime olup, “Demos” yani halk kelimesi ile “Kratos”, otorite, yönetim, idare kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmektedir. Bu iki kelimeden ise, halkın yönetimi, halkın idaresi, halkın otoritesi ve egemenliği anlamına gelen demokrasi kelimesi türemiştir.
Çıkış zamanı ve sebebi şöyle olmuştur: Fransız İhtilaline kadar batı dünyasında halkın üzerinde tek egemen güç, kiliseler ve rahiplerdi. Batılı idareciler arkalarına aldıkları kilise desteği ile kendilerinin yeryüzünde Allah’ın birer vekilleri olduklarını iddia ediyorlardı. Bu iddia ile insanlar üzerinde baskı kuruyor, onların üzerlerinde tam anlamıyla tahakküm kurarak halklarına zulmediyorlardı. İnsanların mallarına, topraklarına, kadınlarına ve evlatlarına göz dikerek onları bütün değerlerden yoksun bırakıyorlardı. Elbette ki bu zulüm bir müddet sonra büyük bir tepkiye neden oldu ve yönetim ile halk arasında çatışmalar ve hatta savaşlar başladı. Batı alemi ilahi düzen olan İslam'dan ve adil sisteminden mahrum olmaları sebebiyle, yönetim ve kanun koyma işini tekelden çıkarmak için filozoflar ve düşünürler kendilerince insanlar için en ideal yönetim sistemini belirleme adına işe koyuldular ve insanların yönetimi için kendisine demokratik düzen denilen bir sistemi ortaya attılar. İşte demokrasinin ilk ortaya çıkışı kısaca bu şekilde gerçekleşmiştir.
Demokratik Sistemin Temel Özelliği, Halkın Egemenliğidir. Şiarları "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir" sözüdür.
Demokrasilerde egemenlik yani hâkimiyet hakkı tamamen halka ait olmak zorundadır. Demokratik sistemlerde (onların iddialarına göre) irade tamamen halkın elinde olup, halk iradesini dilediği şekilde bilfiil yürütür. Halkın üzerinde hiçbir sulta ve güç yoktur. Halk kendi kendisinin efendisi olup kendi idaresinin ipi yine kendi elindedir. Kendi otoritesi dışında da başka hiçbir otorite karşısında sorumlu değildir. Halk, egemenliğe sahip olması itibarıyla, seçtiği milletvekilleri vasıtasıyla yasa ve kanunlar yapar, otoritenin kaynağı olması itibarı ile de kendisi tarafından seçilen ve tayin edilen idareciler eliyle kanunların düzenlenmesini ve uygulanmasını sağlar. Bu anlamda yasama, yürütme ve yargı halkın egemenliği ve otoritesi altındadır. Devleti meydana getirme, yöneticileri seçme, kanun ve yasalar çıkarma noktasında her fert diğer fertlerin haklarına sahiptir. Kanunların ve yasaların çıkarılması ve uygulanması açısından doğrudan demokrasilerde olduğu gibi halkın bir araya toplanması mümkün olmadığı için, halk bu noktada yetkisini yasama heyetini oluşturarak milletvekillerine devreder. İşte bu vekillerin oluşturduğu yapıya parlamento adı verilir. Demokratik sistemlerde parlamento genel iradeyi temsil eder ve otoritesini kendisini seçen halktan alır.
Demokrasinin genel anlamda ayıp ve bozuk yönleri şunlardır:
- Egemenliği, insanların yaratıcısı ve maslahatlarını en iyi bilen, kainatın rabbi olan Allah'a değil de kendileri gibi aciz, zayıf, cahil ve zalim insanlara vermektedirler.
- Sözde halkın egemenliği demektir. Ancak halkın yönetimde hiçbir katkısı yoktur. Çünkü çıkarılan kanunlar, Cumhuriyetin birinci Firavun'u olan büyük tağutun koyduğu ilke ve inkılaplara aykırı olmaması gerekmektedir. Mesela halkın çoğunluğu İslam şeriatını isterlerse bu istek kabul edilmez. Çünkü bu istek Laiklik ilkesine aykırıdır. Millet meclisinden herhangi bir kanun çıkarsa, Cumhur Başkanı bu kanunu reddedip iptal edebilir.
- Bu sistemde bütün insan sınıfları eşittir. Akıllı ile akılsız, bilgin ile cahil, küçük ile büyük, eğitimli ile eğitimsiz, ahlaklı ile ahlaksız, takvalı ile fasık, Müslüman ile kafir aynı kefeye konur. Demokrasiye göre çoğunluğun dediği oluyorsa, yani 51 eş cinsel (affınıza sığınıyorum) hem cinsiyle evliliği meşru kılmak istese, 49 namuslu ve şerefli kabul etmezse, eş cinsellerin isteği olur. Allah'u Tealanın haram kıldığı evliliklerden olan süt kız kardeş ile evliliği bu sistem mübah kılmaktadır!!!
- Demokratik sistemde çoğunluğun görüşü alınır. Çoğunluk ne derse o olur. Çoğunluğun görüşü doğrudur. Hâlbuki İslam'da doğru, çoğunluk ile alakası yoktur. Hak (Kuran ve Sünnet) ne ise doğru odur. Hatta İslam'da çoğunluk övülmemiş bilakis yerilmiştir. Allah'u Teala şöyle buyurur:
"Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler." (Yusuf 106)
( وَإِن تُطِعْ أَكْثَرَ مَن فِي الأَرْضِ يُضِلُّوكَ عَن سَبِيلِاللَّهِ إِن يَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَخْرُصُونَ )
"Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler." (En'am 116)
Abdullah bin Mesut (r.a) derki: "Cemaat, tek başına da olsan hakka muvafakat etmendir."
Hasan Elbasri (r.a) derki: "Ehli sünnet geçmişlerde insanlar arasında en az olanlar idi. Kalanlar arasında da sayıları azdır. Dünyalık insanlarla beraber refah hayat sürmediler. Bid'atçılarla beraber bid’ate kapılmadılar. Rableriyle karşılaşana kadar sünnet üzere sabrettiler."
Şirk mabedi olan Millet Meclisinde 276 Milletvekili içki, zina, faiz serbest olsun derlerse, buna mukabil 274 Milletvekili "Hayır serbest olmasın, hem bu sayılanları Allah'u Teala haram kılmıştır, hem de topluma ciddi zararları vardır" demiş olsalar, çoğunluğun dediği olacağı için bu sayılanlar serbest olur. Çoğunluk süte siyah derse süt siyah sayılır!!! Böyle saçmalık olurmu!!! Size ve bu saçma sisteminize yazıklar olsun…
- Demokratik yönetimlerde konan bütün kanunlar beşer ürünüdür. Bu kanunların büyük çoğunluğunu Batılı kâfirler koymuştur. Adamın biri kalksa 200 insanın canına kıysa, onlarca kadına ve kıza tecavüz etse, onlarca ev ve işyeri soysa ve yakalansa, bu kokuşmuş düzende en fazla alacağı ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olacaktır. Müebbet cezalarda idam olmadığına göre o cani adam, ömür boyu hapishanede yiyip içip yatacak, televizyon seyredip keyfine bakacaktır. Eğer bir torpil bulursa yakın zamanda hapisten çıkıp elini kolunu sallayıp gezecektir. İstediği zaman bir daha suç işleyecektir. Ama İslam ahkamı uygulansa ve bu adam kısas yoluyla öldürülse, bir daha ne suç işleyebilir, ne senelerce masraflara girilerek hapishanede besletilir, nede başkaları onun akıbetini gördükten sonra suç işlemeye teşebbüs edebilir.
Nasıl ki demokraside egemenlik, hakimiyet hakkının beşere ait olduğu noktasında hiçbir ihtilaf, şek ve şüphe yok ise, İslam’da da bu yetkinin ancak ve ancak Allah’u Tealâ’ya ait olduğu hususunda hiçbir şek ve şüphe yoktur. İslam’da en yüksek otorite, kendisinden başka hiçbir otoritenin bulunmadığı tek sulta sahibi Allah’u Tealâ’nın bizzat kendisidir. O’nun hükmünü bozacak hiçbir merci, O’nun sözünün üzerinde hiçbir söz sahibi yoktur. Bu, tevhid kelimesine şahitlik eden her Müslüman’ın zihninde güneş gibi açık olan bir meseledir. Allah’u Tealâ şöyle buyuruyor:
( إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ )
“Hüküm ancak Allah’a aittir.” (Yusuf 40)
أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ ))
"Dikkat edin! Hem yaratmak, hem de emretmek sadece O’na mahsustur." (A'raf 54)
Allah’u Tealâ, hükmün ve otoritenin tek sahibi olması dolayısıyla, kullar arasında ancak kendi hükümleri ile hükmedilmesini emretmekte, buna karşılık Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenlerin kâfirler, zalimler ve fasıklar olduklarını bildirmektedir:
وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللَّهُ ) )
“Onlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet.” (Maide 49)
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُالْكَافِرُونَ.... هُمُ الظَّالِمُون.... هُمُ الْفَاسِقُونَ ) )
“Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, kâfirlerin… zalimlerin… fasıkların ta kendileridir.” (Maide 44-45-47)
Allah’u Tealâ, kulların arasında meydana gelebilecek bütün ihtilaflara dair yetkinin sadece kendisine ait olduğunu bildirmiş, hakkında ihtilafa düşülen bütün meselelerde O’nun hakemliğini tanımayı emretmiştir:
( فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِوَالرَّسُولِ )
"Eğer bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onun çözümünü Allah’a ve Resulüne götürün."(Nisa 59)
Bununla beraber Allah’u Teâlâ, ihtilafların ve anlaşmazlıkların çözümünü Allah’tan başkasının hükümlerine götüren kimselerin iman iddialarını ise reddetmektedir:
( أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَإِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَىالطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُأَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا )
"Sana indirdiğimize ve senden önce indirdiklerimize iman ettiğini iddia edenleri görmedin mi? Tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Ancak onun hükmünü inkâr etmekle emir olunmuşlardı. Şeytan, onları derin bir sapıklığa düşürmek istemektedir." (Nisa 60)
Ve nihai olarak Allah’u Teâlâ hükmüne hiç kimseyi ortak tanımadığını beyan ederek, kendi hükmü dışında kalan bütün hükümlerin cahiliye hükümleri ya da Tağutun otoritesi olarak isimlendirmiştir.
وَلا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا ) )
"O hiçbir kimseyi hükmünde ortak kabul etmez." (Kehf 26)
أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْمًالِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ ) )
“Onlar cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar. Gerçekten inanan bir topluluk için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır."(Maide 50)
- Demokraside, insanoğlunun istediği dini seçme ve değiştirme hürriyeti vardır. İsterse putlara tapar, isterse şeytana tapar isterse ineğe tapar. İsterse Allah'ı inkâr eder. Bu konuda tamamıyla serbesttir. Aynı şekilde demokraside bir Müslüman istediği inanç ve dini seçip mürtetleşebilir.
İslam'a göre Müslüman bir kişi, dinini değiştiremez. İslam ve iman izzetine kavuşmuş bir kimse dinini değiştirirse tevbe edip dönene kadar yaşama hakkı kalkar. Mürtet kişi hakkında Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmaktadır:
مَنْ بَدَّلَ دِينَهُ فَاقْتُلُوه ) )
"Kim dinini değiştirirse O'nu öldürünüz." (Buhari)
- Demokrasinin başka bir küfrü şudur: Herkes istediği düşünce ve görüşü savunabilir. Bu düşünce İslam'a aykırıda olsa, Allah'ı inkar da olsa, İslam dinini hafife de alsa bu konuda hürdür.
Taberani ve başka alimlerin rivayetinde şu hadise anlatılır: Abdullah Bin Ömer (r.a) derki: Tebük savaşında bir mecliste bir adam şöyle dedi; “Şu Kuran okuyucularımız (Sahabe-i Kiram) gibi boğazına düşkün, yalan sözlü ve savaşta korkak insanlar görmedik.” Etrafındakiler gülünce biri dedi ki: “Yalan söyledin, sen münafıksın. Seni Resulullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) haber vereceğim.” O esnada şu ayet indi;
( ولئن سألتهم ليقولن إنما كنا نخوض ونلعب قل أبالله وآياته ورسوله كنتم تستهزئون. لا تعتذروا قد كفرتم بعد إيمانكم إن نعف عن طائفة منكم نعذب طائفة بأنهم كانوا مجرمين )
"Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir gurubu bağışlasak bile, bir guruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz." (Tevbe 64,65)
Bu ayet bizlere, konuştuğumuz sözlerin İslam dairesinde olması gerektiğini göstermektedir. Konuşulan, söylenen ve yayınlanan her şey İslam inancına aykırı olamaz.
- “Demokrasi, insanın ilahlaştırılması ve kitlelerin egemenliğidir. Demokraside yasama halkındır. Halkın haram kıldığı haram, helal kıldığı da helaldir. Halk, parlamentoda milletvekillerin çoğunluğu ile temsil edilir. Parlamentonun çıkardığı kanunlar, bütün halk için bağlayıcıdır. Bu nedenle demokrasi, Allah’a şirk koşmaktır ve açık bir küfürdür. Çünkü Allah’ın yasama hakkını alıp insanlara vermektir. Bu noktada Müslüman bir kimsenin tavrı, hayatının bütününde tağuti bir düzen ve tağutun hükmü olan demokrasiyi inkâr etmek, onun otoritesini tanımamak, seçimlerine katılmamak, demokrasinin savunucularına, dostlarına ve yardımcılarına karşı açık bir şekilde buğz, kin, öfke beslemek ve düşmanlık göstermek şeklinde olmalıdır. Müslümanların memleketlerinde Allah’ın hükümlerinin terk edilmesi, demokratik sistemin hükümlerinin yükseltilmesi sebebiyle, beşeri hükümleri gidermeleri ve egemenliğin tamamıyla Allah'ın olana kadar mücadele vermeleri boyunlarının borcudur.
( تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّيَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَىمِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّيَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّافَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْيَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْتَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةًعَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ )
"Peygamberlik aranızda Allah'ın dilediği kadar kalır. Sonra Onu kaldırmak isteyince kaldırır.Sonra Peygamberlik sünneti üzere hilafet olur. Allah'ın dilediği kadar kalır. Sonra Onu kaldırmak isteyince kaldırır.Sonra ısırılmış mülk (bırakılmak istenmeyen saltanat) olur.Allah'ın dilediği kadar kalır. Sonra Onu kaldırmak isteyince kaldırır. Sonra zorba mülk (Diktatörlük) olur. Allah'ın dilediği kadar kalır. Sonra Onu kaldırmak isteyince kaldırır.Sonra Peygamberlik sünneti üzere hilafet olur. Sonra sustu." (İmam Ahmed)
Bu hadiste görüldüğü gibi Allah resulünün mucizesi ortaya çıkmış, saydığı dört merhale yaşanmış ve beşinci merhale beklenmektedir. Peygamberlik devri yaşandı. Ardından raşit halifeler devri yaşandı. Ardından Emevi, Abbasi, Memlükler ve Osmanlı saltanatı yaşandı. Ardından küfre ve baskıya dayalı diktatörlük devri başladı. Bazı memleketlerde düştü, bazılarında ise son zamanlarını yaşamaktadır.
En son hilafet dönemi 1924 yılında sona erdirildi. O zamandan sonra işgal edilmiş İslam topraklarında Din ile devlet işlerini bir birinden ayıran La Dinilik yani laiklik sistemi getirilir ve şuan dünyanın uyduruk yeni dini olan Demokrasi dini ile evlendirilir ve Müslümanların baş belası haline getirilir. Halkın rab konumunda konduğu bu yeni batıl dine hayranlık gösteren münafıklar ve mürtetler bir hayli çoğalmıştır.
Akabinde Müslümanların beklediği ve küfür aleminin korktuğu peygamberlik sünneti üzere hilafetin yeniden hakim olması Allah'ın izniyle yakındır. Rabbim o günleri görmeyi nasip etsin.
TAĞUT
Allah'u Teâlâ'nın insan oğlundan ilk istediği şey sadece Allah'a ibadet edip tağuttan uzaklaşmak ve inkâr etmektir. Bunun için peygamberler göndermiş ve bunun için kitaplarını indirmiş, ahiretteki kurtuluşu buna bağlamıştır.
( وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللَّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ )
"Şüphesiz ki biz, her ümmete Allah'a ibadet edin ve tağuttan sakının diye bir peygamber gönderdik." (Nahl 36)
Tağutun kısaca tanımını Selef Alimleri şu şekilde yapmışlardır: Küfürde ve zulümde haddini aşmış her şey tağuttur. Bu şeytan, kâhin, sihirbaz, put olduğu gibi razı olup kendisine ibadet edilen veya insanlara Allah'ın kanunları dışında kanunlar koyan veya o kanunlarla hükmeden kişilerde olabilir.
İbni Kayyım (rahimehullah) şöyle tarif eder:
"Tağut; kendisine ibadet edilme, bağlanılma ve itaat edilme noktasında haddini aşan kul demektir. İnsanların tağutu, Allah ve Resulü ’nün kanunlarıyla hükmetmeyen, Allah’tan başka kendisine muhakeme olunan, ibadet edilen ve Allah’ın emrine dayanmaksızın, Allah’a itaat etmeksizin kendisine tabi olunanlardır. Bunları düşünür ve insanların durumlarına bakarsan, insanların çoğunun Allah’a değil tağutlara ibadet ettiğini!, Allah ve Resulü’nün hükümlerine değil tağutların hükümlerine muhakeme olduklarını!, Allah ve Resulüne değil, tağuta itaat edip tabi olduklarını görürsün!."
Seyyid Kutup (rahimahullah) şöyle tarif eder:
"Tağut, sağ duyuya ters düşen, gerçeği çiğneyen, Allah'ın kulları için çizdiği sınırı aşan düşünce, sistem ve ideoloji anlamına gelir."
Günümüzde mevcut birçok zalim tağutlar, bu anlatılacak krala özelliklerinde ve sıfatlarında çokça benzemektedirler. Bu asrın tağutları ile o eski tağut arasında fark göremiyoruz, ancak şu farkı görürüz; O eski tağut, rububiyetini ve ulûhiyetini utanmadan iğrenç bir şekilde açıkça beyan ediyordu. Halkına; “Ben sizin en yüce rabbinizim” demeye cesareti vardı. “Benden başka rab ve ilahınız yoktur” diyordu.
Ancak günümüzde ümmetin müptela olduğu tağutlar ise uzun zamandan beri rububiyet ve ulûhiyeti, hileli, kurnazca, değişik ve üstü kapalı üsluplarla iddia etmektedirler. Çünkü günümüzde her bir tağut eylemleriyle ya da sözleriyle halkına şunu söylemektedir; “Egemenlik kayıtsız şartsız (Allah'ın değil haşa) milletindir.” Millet Demokrasi dini ve geleneği gereği bizleri oylarıyla seçip kendilerine vekil ederler. Bizlerde bu yetkiyle Millet Meclislerinde Laik Anayasa çerçevesinde ve kurucusu olanın ilkeleri doğrultusunda sizlere kanunlar koyar ve o kanunlarla yaşama biçiminizi belirleriz. Doğru gördüğümüzü sizlere gösteririz. Size serbest ettiğimiz helaldir. Size yasakladıklarımız haramdır. Çoğunluğun kararıyla güzel gördüğümüz güzel, kötü gördüğümüz de kötüdür. Çoğunluk faiz, eş cinsellik, zina, içki, kumar serbest olsun derse Allah'u Tealanın sözünü kale almaz serbest ederiz. Yine çoğunluk şeriat kanunlarıyla hükmedilme, cihad, birden fazla evlilik yasaklansın derse Allah'u Tealanın sözünü yine kale almaz yasak ederiz.
Biz dilediğimizi dost edinir, ona sınırlarımızı açar, siyasi, kültürel, askeri ve ekonomik antlaşmalara gireriz. Subaylarımız ve Özel Harekat Timlerimiz o dost edindiğimiz devletin askerlerini eğitirler. Sizler bana uymak zorundasınız. Bu dost edindiğimiz kişiler ister Yahudi, ister Hristiyan, ister Budist ve ister Ateist olsun fark etmez.
Dilediğimizi de düşman edinir, icap ederse onunla savaşırız veya ona savaş açmış Yahudi ve Hristiyan dostlarımıza destek verir, Hava alanlarımızı ve Askeri Üslerimizi onlara açar, aynı safta oluruz ve yine sizler bana uymak zorundasınız. Bu düşman edindiğimiz kimseler Müslüman, Mücahit Allah dostu kitlelerde olabilir fark etmez.
Bizim yasalarımız ve kanunlarımız yücedir. Onun üzerine yükseltilecek bir kanun yoktur. Başkalarına değil bize boyun eğmek zorundasınız. Yüce Allah'a boyun eğen biri çıkıp da bize isyan ederse ona savaş açar, sürgün eder, hapse koyar veyahut idam ederiz. Sizler yaptıklarınızdan sorumlusunuz ancak bizler neyi yaparsak yapalım bundan sorulmayız. Kim cesaret edipte bizleri sorgulamaya kalkarsa vay onun haline!..”
İlkel tağutlar ile çağdaş tağutlar küfürde, azgınlıkta ve zulümde birbirlerine eşit olup birbirlerine benzemektedirler. Fakat sözlerde ya da küfrü zulmü ve azgınlığı açığa vurmada değişik yolları kullanmaktadırlar. İkincisi daha kötü ve daha da acıdır!
فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَبِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ))
"Artık kim tağutu inkar eder ve Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmuştur. Allah işitir ve bilir." (Bakara 256)
Sağlam kulp için müfessir Mücahit: “İman”, Sait Bin Cübeyr ve Dahhak: “La ilahe illallah kelimesidir” demişlerdir.
Bir Müslümanın Allah katında mü'min ve Müslüman olabilmesi için öncelikle tağutu inkar etmesi gerekmektedir.
Tağut üç şekilde inkar edilir. Bu sayılanlar güç ve imkan dahilinde yapılır.
Birincisi: Tağutu inanç açısından inkâr etmektir. O da kalpte ona kin, nefret öfke beslemek, Onun ve onun ibadetine girenlerin batıl yolda ve kafir olduklarına inanmasıdır. Bu şartı her bir Müslüman yapabilir. Çünkü imkan dahilindedir. Hiçbir varlık, Müslümanı bu şartı yerine getirmekten engelleyemez çünkü kalpte olan şeydir. İkrah sadece organlara yapılan baskıdır, kalbe hükmedemez.
İkincisi: Tağutu söz ile inkar etmek. Oda onun batıl olduğunu, kafir olduğunu, ondan, dininden, sisteminden ve ona tapanlardan uzak olduğunu, bu yolun batıl ve küfür olduğunu beyan etmektir.
İmam Taberi (rh.a) tefsirinde şunu anlatır: "Velit bin Muğire, As bin Vail ve Ümeyye bin Halef Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile karşılaşınca dediler ki: “Ey Muhammed! Gel, biz senin taptığına tapalım. Sende bizim taptıklarımıza tap. Seni her işimizde ortak edelim. Eğer getirdiğin şey elimizdekinden daha hayırlı ise ona bizde ortak olur ve ondan payımızı alırız. Eğer elimizde ki senin yanındakinden daha hayırlı ise, bu şeyimize sende ortak olursun ve ondan payını alırsın. Bunun üzerine Allah'u Teala Kafirun suresini indirdi...
Ayette bizlere öğretildiği gibi: "Deki Ey Kafirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam…."
Taviz vermeden, değiştirmeden ve açık bir dille yanlış ve batıl oluşlarını onlara beyan etmemiz gerekir. Bu konuda Allah'u Teala şöyle buyurur:
( قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَمَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَآءُ مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَمِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُوَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ )
"İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir." (Mümtahine 4)
Peygamberlerin atası ve ulul azim peygamberi olan İbrahim (aleyhisselam) ve onunla beraber olan müminlerde bizim için güzel örnek vardır. Allah'ı, dinini ve ahkamını bırakmış laik ve cahiliye sistemiyle insanları yöneten, putlara ve kendilerine taptıran Tağutlara ve kölelerine; “Sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya ve şeriatına dönünceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli olacak bir düşmanlık ve öfke belirmiştir!” Dememiz gerekir.
Burada önemle dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Oda; önce bu batıl dinlerin mensuplarından uzaklaşmak ve inkar etmek. Sonra batıl din ve ideolojilerden uzaklaşıp inkar etmek sırası yer alıyor. Çünkü o batıl dinin mensuplarından beraat eden, dininden hayli hayli beraat eder.
Ama aksi durumda şu olabiliyor; Kişi, batıl dinden ve ideolojisinden beraat eder, ancak ona tapanlardan beraat etmeyebiliyor, hatta onları dost edinebilir.
İşte bu, İbrahim (aleyhisselam)'ın hanif olan "Milleti" yani dinidir. Bu millete her bir Müslümanın tabi olması gerekmektedir. Bu milletten yüz çevirenlerin akılsız olduklarını Rabbimiz bizlere beyan ediyor.
وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نفسه ))
"İbrahim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir?" (Bakara 130)
Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadisinde şöyle buyurur:
(من وحد الله وكفر بما يعبد من دونه حرم مالهودمه وحسابه على الله )
"Kim Allah'ı birleyip, O'nun dışında tapınılanları inkar ederse malı ve kanı haram olur, hesabı Allah'a aittir." ( İbni Hibban)
Üçüncüsü: Tağutu ameli olarak inkâr etmek. Oda ona ibadet etmekten kaçınmak, ondan uzaklaşmak, ona ve tapanlarına karşı imkân dâhilinde savaşmak, onları yardımcılar ve dostlar edinmemektir. Allah'u Teala şöyle buyurur:
وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ أَن يَعْبُدُوهَا وَأَنَابُوا إِلَىاللَّهِ لَهُمُ الْبُشْرَى فَبَشِّرْ عِبَادِ ) )
"Tâğut'a kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele." (Zümer 17)
فَقَاتِلُواْ أَئِمَّةَ الْكُفْرِ إِنَّهُمْ لاَ أَيْمَانَ لَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَنتَهُونَ) )
"Küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler." (Tevbe 12)
Küfrün önderleri Tağutlardır. Çünkü onlar Allah'ın dinine ve şeriatına başkaldırdılar. Allah'u Tealanın uluhiyet hakkını kendilerinde gördüler. Halklarını İslam'dan alıkoymak için çok çaba harcadılar. Bu küfürlerini bırakana ya da helak olup gidene kadar onlarla İslam'ın zirvesi olan cihad ibadeti yapılır.
) ( وَلْيَجِدُواْ فِيكُمْ غِلْظَةً
"Onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar." (Tevbe 123)
Çünkü Mümin, kafire karşı sert, Müslüman kardeşlerine karşı merhamet sahibidir.
وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّه) )
"Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın!" (Enfal 39)
İbni Teymiye (rh.a) derki: "Gelişi tevatür ve açık olan bir hükümde şeriata boyun eğmeyen her topluluk ile din sadece Allah'ın oluncaya kadar savaşmak vaciptir."
Cihatta öncelikli hedef Tağutlar ve küfrün başını çeken liderlerdir. Resulullah efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Kab Bin Eşref ve Ebi Rafi gibi küfrün başını çeken iki Yahudi'yi, ve peygamberlik iddia eden Esvet El Ansi'yi öldürtmüştür. Mekke fethedildiği zaman Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) altı kişinin kanını heder etmiş, "Kabe'nin örtüsüne dahi asıldıklarını görürseniz onları öldürünüz" diye ferman vermişti. Liderlerin ilk hedef olmalarının sebepleri vardır:
Onlar emir ve lider konumunda oldukları için, toplumda etkileri büyük olduğu için, halk ile İslam arasında engel konumundadırlar. İslam'da suçları büyük, Allah ve Resulüne düşmanlıkları ileri safhadadır. Onları İslam ahkamı ile yargılayacak güçte değiliz. Çünkü maddi ve beşeri güçlerle kendilerini korumaktadırlar. Onların öldürülmelerinde, Allah'ın dinine savaş açmış kişinin cezasının görülmesi ve başkalarına ibret olmasıdır.
Musa Ebu Cafer