Kuranı kerimde geçen amentü ayetlerinde (bakara / 177 ve nisa/136 ) kadere iman geçmiyor.
Cevap 1 - cani işlediği suç için " bu benim hatam değil Allah'ın bana ve çocuğa yazdığı kaderdir diyerek Allaha iftira etmesinden bahsetmiştim)
Cevap 2 - senin iyi kötü herşeyi kaderimizdendir dediğin cahiliye kader anlayışını reddediyoum. İyliklerimiz Rabbimizden işlediğimiz fenalıklarda kendi ellerimizdendir diyorum. (buda bir kurani ölçü)
Cevap-3 - Ecel,güneşin ,gezegenlerin hareketleri,annemiz ,babamız,milletimiz,gözrengimiz,sestonumuz,çocuğumuzun cinsiyeti bunlar Allahın takdir ettiği ölçü/nizam ve dahlimizin olması imkansız hususlar " böyle bir kadere " şeksiz şüphehiz iman ettik.
Karşısında durduğum kader değil sakat kader anlayışı. anlatabildim umarım.
Başlığı değiştirmene yeterlimi azizim ?
Evvela iddialarına sırayla gideceğim : demişsin ki :
Kuranı kerimde geçen amentü ayetlerinde (bakara / 177 ve nisa/136 ) kadere iman geçmiyor.
"Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden
(gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, “Allah, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler.
(Allah) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır." Bakara 26
Size kim dedi ki İman edilmesi gerekenler bu kadardır diye belli ayetlere sarılmışsınız? Neden 1 tane sahih hadis ekleyemiyorsunuz ? Bir takıntınız yoktur inşeallah? Şimdi izle ...
Abdullah b. Ömer bu hadîsi Basra' dan Hacc veya Umre için Hicaz'a gelen Yahya b. Yamer ve Humeyd b. Abdirrahmân el-Himyerî'nin kader hakkında soru sormaları üzerine rivayet etmiştir. Basra'da ilk olarak Ma'bed el-Cuhenî ve ona tabi olanlar kaderi inkâr etmişler; hâdiselerin, Allâh'ın hiç bir takdir ve bilgisi olmaksızın yeni yeni husûle geleceğini ileri sürmüşlerdir. Abdullah b. Ömer onları dinledikten sonra şöyle demiştir:
"Sen Basra'da onlarla görüştüğün zaman kendilerine söyle ki, ben onlardan uzağım. Onlar da benden uzaktır. Allah'a yemin olsun ki onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa da onu hayra harcasa, kadere inanmadıkça Allâh onun hayrını kabul etmez." Sonra Abdullah (r.a.) aşağıdaki hadisi nakletmiştir.
(Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İstanbul 1977, I, 106).
Abdullah b. Ömer'in, babası Hz. Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir:
"Bir gün Rasûlullah (s.a.v.)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber (s.a.v.)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:
"Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle" dedi. Rasûlullah (s.a.v.): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu. O zat: "Doğru söyledin" dedi. Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu."
"Bana imandan haber ver" dedi.
Rasûlullah (s.a.v.): Âllah a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır" buyurdu.
O zât yine: "Doğru söyledin" dedi. Bu sefer:
"Bana ihsandan haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
" Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak görür" buyurdu. O zat:
"Bana kıyametten haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.v.) "Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir" buyurdular.
"O halde bana alâmetlerinden haber ver" dedi. Peygamber (s.a.v.):
"Câriyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir" buyurdu. Babam dedi ki:
Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim. Sonunda Allah Rasûlu bana: "Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?"dedi. "Allah ve Rasûlu bilir" dedim.
"O Cibrîl'di. Size dininizi öğretmeye gelmişti" buyurdular.
(Buhârî, İman 1; Muslim, İman 1 , Ebû Dâvûd, “Sunnet”, 15; İbn Mâce, “Mukaddime”, 9).
Kader, sözlükte; miktar, meblağ, büyük sayma, güç, kudret ve bir şeyi kısmak anlamlarına gelir. Şer'î bir terim olarak; meydana gelecek şeyleri ve o şeylerin ne zaman nerede, ne gibi nitelik ve özelliklerle meydana geleceğini Allâhü Teâlâ'nın takdir ve tahdîd etmesi demektir. Takdir buyurduğu şeyleri, zamanı gelince birer birer icad etmesine de "kazâ" denir. Bu duruma göre, kader ilim ve irade sıfatına; kaza da tekvin
(yaratma) sıfatına döndüğü için kaza ve kadere inanmak, temelde Allâhü Teâlâ'ya imanla eş değerdedir. Bütün sıfatlariyle Allah'a iman eden, bunlara da inanmış olursa da, önemine binâen kaza kader meselesi kelâm ilminde ayrıca ele alınmıştır. Kader konusunu daha önce Mekke'de öne sürüp, bunu inkâr edenlerin bulunduğu da nakledilir.
Abdullah b. Zubeyr'in ordusu Mekke'de Haccac-ı Zâlim, tarafından muhasara edildiği zaman Kâbe-i Muazzama yanmıştı. O zaman bazıları bunun bir ilâhi takdir
(kader konusu) olduğuna inanmış, bazıları da Kâbe'nin takdirle yanmadığını söyleyerek kaderi inkâr etmişlerdir
(A. Davudoğlu, a.g.e., I, 106-108).
Cibril hadisinde ikinci soru ve cevabı, iman esaslarını bildirir. Bunlar altı tanedir:
1) Allah'a iman: Bu iman, Allah'ın varlığını ve hakkında vacip, mumteni;
(imkânsız) ve caiz olan bütün sıfatları bilerek tasdik etmekle meydana gelir. Bazı kelâm bilginleri Allahu Teâlâ'nın sıfatlarını selbiyye ve subutiyye olmak üzere ikiye ayırırlar:
Selbî sıfatlar altı tane olup şunlardır:
a) Vucud: Allah'ın varlığı, b) Kıdem: Ezelî olması, yani varlığının evveli olmaması, c) Bekâ: Ebedî olması, yani varlığının sonu bulunmaması, d) Muhâlefetun li'l-havâdis: Allah'ın varlıklardan hiçbir şeye benzememesi, e) Kıyam bi zâtihi: Varlığının kendisinden olması, f) Vahdaniyet: Allah'ın bir olmasıdır.
Subûtî sıfatlar sekizdir:
a) Hayat: Allahu Teâlâ'nın diri olması, b) İlim: Her şeyi bilmesi,
c) İrade: Her mümkünü caiz olan bir şekle ve vakte tahsis etmesi, d) Kudret: Her şeye gücünün yetmesi, e) Semî': Her şeyi işitmesi, f) Basar: Her şeyi görmesi, g) Kelâm: Ses ve harfe muhtaç olmadan konuşması, h) Tekvin: Var etme, yok etme, yaşatma ve öldürme gibi fiillerin başlangıcı olan bir sıfattır.
2) Meleklere iman: Bu, Allah'ın melek denilen, nurdan yaratılmış ve istediği şekle girebilen bir takım masum kulları olduğuna inanmaktır. Ban bakımlardan meleklere benzeyen, diğer bir takım görünmez yaratıklar vardır ki, bunlara da "cin" denir. Cinler saf ateş alevinden yaratılmış olup, melekler gibi onlar da ağır işleri yapabilir ve istedikleri şekillere girebilirler. Yalnız bunlar melekler gibi masum
(günah işlemez) değildir. Mumini, kâfiri vardır, "yer, içer, ürer ve ölürler "
(Neml, 87; Zumer, 68; İnfitar, 10-12; Kehf, 50; er-Rahmân, 31; Muslim, Zuhd, 10; Ahmed b. Hanbel, Musned, VI, 153, 168; Taberi, XX, 29; İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye, Kitâbu'r-Ruh, Haydarâbâd 1357, s. 41; İbn Nuceym, el-Eşbâh ve'n-Nezâir, cin bahsi).
3) Kitaplara iman: Allahu Teâlâ, bazı peygamberlerine gerçek ve hükümleri bildiren bir takım ibareye lafızlar indirmiştir ki; bunlara "kitap" denir. Büyük kitaplardan Tevrat Hz. Musa'ya, Zebur Hz. Dâvud'a, İncil Hz. İsa'ya, Kur'an-ı Kerîm de Hz. Muhammed (s.a.v.)'e indirilmiştir. Bunlardan başka çeşitli peygamberlere yüz adet suhuf
(sahifeler) verilmiştir. İşte bütün bu kitaplara iman etmek farzdır
(eş-Şûrâ, 51; A'lâ, 87/67; el-Hıcr, 9; Hud 49; İsrâ, 88.)
4) Peygamberlere iman: Allâh'u Teâlâ hazretleri kullarına doğru yolu göstermek için bir takım peygamberler göndermiştir. Bunlardan kendilerine kitap ve şerîat verilenlere "Rasul" denir. Başka bir peygamberin şeriatiyle amel ve onun getirdiği hükümlerini insanlara bildirmeye memur olanlara ise "nebî" adı verilir. İlk peygamber Hz. Âdem, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir.
(Nahl, 36; Nisâ, 164; Ahzâb, 40).
5) Âhiret gününe iman: Âhiret günü haşirden, bütün ölenlerin diriltilmesinden başlayan sonsuz bir gündür. Kıyametin kopması, sûrun üfürülmesi, ölülerin diriltilmesi, kitapların verilmesi, mîzanın kurulması, kulların sorguya çekilmesi, havz-ı kevser, şefâat, sırat, Cennet ve Cehennem ahiret gününün muhtevasına dahil olduğundan bütün bunlara inanmak farzdır.
(Âli İmrân. 185: Duhân, 56; Mu'min, 11; Tâhâ, 74; Bakara, 28; Tur, 52/45; En'âm, 93; Fecr, 27-30; Şems, 97; Zumer, 42; Buhârî, Husûmât, Muslim, Fezâil,10,161, 162; Tirmizî, Kıyâme, 26; Kurtubî Tefsiri, Tûr Sûresi 45. ayetin tefsiri).
6) Kadere İman: Yukarıda kadere imandan söz etmiş, Cibril hadisinin kaderi inkâr edenlerle ilgili bir soru üzerine nakledildiğini belirtmiştik. Hadis-i şerifte kadere imana özellikle yer verilmesi, bu konuda ummetin ileride görüş ayrılıklarına düşeceğini Hz. Muhammed (s.a.v.)'in bildiğini gösterir.
(Talâk, 3; Buhârî, Cenâiz, 83; Tefsîru Sûre, 6; Muslim, Kader, 1,8; İbn Mâce, Mukaddime, 10).
Hadîs-i şerifte ilk soru İslâm'ın şartlarını telkin için sorulmuştur. Bunlar; Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet etmek,. namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve gücü yeterse hacc etmektir. Bu şartlar Kur'an-ı Kerîm'in çeşitli ayetlerinde yer almış ve tekrarlanmıştır
(el-Bakara,238; Buhârî, İman 1, 2; Zekât, 41, 63; Meğâzî, 60, Tevhîd, 1 ; Muslim, İman, 19-22; Nesâî, Zekât,1; İbn Mâce İkâme,193; Ahmed b. Hanbel, I, 72; Dârimî, Zekât 1).
-------
Hadisin Farklı Rivayetleri
el-İsmaili Mustahrec adlı eserinde "Kadere inanmandır" ifadesini de eklemiştir. Bu ibare Ebû Farva'nın rivayetinde de vardır. Yine aynı İfadeler Muslim'in Ammâre Ibnu'l-Ka'kâ'dan yaptığı rivayette de bu görülmektedir.. Bunu "bunların tümüne" ifadesi ile pekiştirmiştir.
Kehmes ve Suleyman et-Teymî'nin rivayetinde ise "Kadere; hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine inanmak" ibaresi yer almaktadır. İbn Abbas hadisinde de bu ifade vardır.
Atâ'nın İbn Ömer'den yaptığı rivayette ise "Tatlısı ve acısının Allah'tan olduğuna inanman" şeklinde bir fazlalık vardır.
Yeniden Dirilme Ve Kaderden Bahsedilirken "İnanmak" ifadesinin Tekrar Edilmesi
Yeniden dirilmeden bahsederken, "inanman" ifadesini tekrar etmesinin hikmeti, bunun iman edilen şeyler içinde farklı bir tür olduğuna işaret etmek içindir. Çünkü yeniden dirilme daha sonra meydana gelecektir. Daha önce zikredilen şeyler ise şu an zaten vardır. Bunun diğer bir sebebi de bunu inkâr edenlerin çok olmasıdır. Bu yüzden yeniden dirilme konusu Kur'an'da da çokça tekrarlanmıştır.
Kaderden bahsederken de "inanman" ifadesi tekrarlanarak bir anlamda bu konuda meydana gelecek görüş ayrılıklarına işaret edilmiştir. Bu kelime tekrar edilerek kadere inanmanın önemi vurgulanmıştır. Daha sonra bu ifade şu açıklamalarla da pekiştirilmiştir:
"Hayrına, şerrine, acısına, tatlısına". Daha sonra bunu da "Allah'tan olduğuna" ifadesi ile pekiştirmiştir. "Kader" sözcüğü masdar olup bir şeyin miktarını kesin olarak bilmek anlamına gelir. Bununla kasdedilen, Allah'ın varlıkların miktarlarını ve meydana gelecekleri zamanı, onları yaratmadan önce bilmesidir. Allah, kendi ilminde olacağını bildiği şeyi zamanı gelince yaratır. Sonradan meydana gelen her şey onun ilmi, kudreti ve iradesi ile meydana gelir. Bu, dinde kesin delillerle bilinmektedir.
Sahabe, tabiinin önde gelenleri ve ilk dönem âlimlerinin büyük bir kısmı bu inanç üzerindeydiler. Sahabe devrinin sonuna doğru kader konusunda bidat anlayışlar ortaya çıkmaya başladı.
Muslim; Kehmes, îbn Bureyde ve Yahya b. Ya'mer yoluyla bununla ilgili olayı şu şekilde aktarmaktadır:
"Kader konusunda Basra'da ilk olarak ileri geri konuşan Ma'bed el-Cuhenî idi. Yahya ve Humeyd el-Himyerî, Abdullah b. Ömer'in yanma gitmiş ve bu durumu ona bildirmişdi. O da kendisinin bu görüşte olanlardan uzak olduğunu, Allah'ın kadere iman etmeyenlerin hiçbir amelini kabul etmeyeceğini söyledi."
Şafiî'nin şu sözleri de bunlar aleyhine bir delildir:
Kadere inanmayan kişi, Allah'ın her şeyi bildiğini kabul ediyorsa çelişkiye düşer. Bu kişiye şöyle denir:
Allah'ın bildiğinden farklı bir şeyin meydana gelmesi mümkün müdür? Şayet bu soruya "hayır" diye cevap verirse ehl-i sünnetin görüşünü kabul etmiş olur. Öyle bir şeyin mümkün olduğunu kabul ederse, Allah'ın bilgisizliğini ileri sürmüş olur. Allah bundan munezzehtir.
Hadisin bağlamından anlaşıldığına göre mu'min adı, zikredilenlerin tümünü tasdik eden kişi için kullanılır. Oysa fakihler yalnızca Allah'a ve Rasulu'ne inanan kişiye mumin adını vermektedirler. Bu ikisi arasında bir çelişki yoktur. Çünkü Allah'ın peygamberine İnanmak demek, onun varlığına ve Allah katından getirdiği şeylerin doğru olduğuna inanmak demektir. Dolayısıyla yukarıda zikredilenlerin tümü bu şekilde peygambere İnanma kavramına dahil olur.
(Fethu'l Bari ; C. 1 İman babı, S. 159 - 160)
------
Sahih-i Muslim
7 (10)- Bana Zuheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, Umâra'dan — ki İbni'l-Ka'kaa'dır
[Umâretu'l mu'l-Ki'kaa' b. Şubrume: Buhâri ve Muslim râvilerindendir] — o da Ebu Zur'a'dan, o da Ebu Hurayra'-den naklen rivayet etti. Ebu Hurayra şöyle demiş:
Rasulullah (s.a.v.): «Sorun bana» dedi. Ashab ona bir şey sormaktan çekindiler. Derken bir adam geldi; ve Rasulullah (s.a.v.)'in iki dizinin dibine oturarak:
«Ya Rasulâllah! İslâm nedir?» dedi,
Rasulullah (s.a.v.): «Allah'a hiç bir şeyi şerik koşmazsın; namazı dosdoğru kılarsın; Zekâtı verirsin ve Ramadanı tutarsın.» buyurdu.
Adam: «Doğru söyledin» dedi
(tekrar)
«Yâ Rasulâllah! İmân nedir? diye sordu.
Rasulullah (s.a.v.): «Allah'a, Meleklerine, Kitabına, Allah'a kavuşmaya ve Peygamberlerine, bir de öldükten sonra dirilmeye inanman, bir de bütün kadere inanmandır.» buyurdu.
Adam: «Doğru söyledin.» dedi.
(ve):
«Ya Rasulullah! İhsan nedir?» diye sordu.,
Rasulullah (s.a.v.): Allah'dan, Onu gorüyormuşsun gibi korkmandır. Çünkü her ne kadar sen On'u görmüyorsan da O muhakkak seni görür.» buyurdu,
O zât (yine): «Doğru söyledin» dedi.
(Bu sefer):
«Ya Rasulâllah! Kıyamet ne zaman kopacak?» dedi.
Rasulullah (s.a.v.): «Bu meselede sorulan sorandan daha âlim değildir. Ama ben sana onun alâmetlerini söyleyeyim : Kadının efendisini doğurduğunu görürsen işte bu kıyametin alâmetlerinden biridir. Yalın ayak, çıplak, sağır, dilsiz takımını yer yüzünün hükümdarları olmuş görürsen bu da onun alâmetlerinden dir. Kuzu oğlak, çobanlarını binalar yapmakta yarış ederken görürsen bu da onun alâmetlerindendir. Kıyametin ne zaman kopacağı Allah'dan başka hiç bir kimsenin bilmediği beş gâib şeyde dahildir.» buyurdu.
Bundan sonra Rasulullah (s.a.v.): şu âyeti okudu: «Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek şüphesiz ki Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir; rahimlerde olanları O bilir. Hiç bir kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç bir kimse de nerede öleceğini bilemez. Muhakkak Allah en iyi bilen ve haberdar olandır.» [Lukman 34]
Ebu Hurayra demiş ki: Sonra o zât kalkıp gitti. Arkasından Rasulullah (s.a.v.): «O adamı bana geri getirin. dedi.
Derhal adam araştırıldı. Fakat onu bulamadılar.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): «O Cibril'dir. Sizin öğrenmenizi diledi. Çünkü siz sormadınız.»buyurdu.
Rasulullah (s.a.v.)'in: «Bana sorun!» buyurması ashaba canı sıkıldığı içindi.
Çünkü ashab bir çok sualler sormuşlardı. Hatta Peygamber (s.a.v.) bazılarının kendisini muşkul mevki'de bırakmak için sual sorduklarını hissederek gadaba gelmiş; yüzü kıpkırmızı olmuştu. İşte bu teessur ve iğbirar haleti içerisinde onlara:
«Sorun bana, sorun! Vallahi şu yerimde bulunduğum muddetçe bana ne sorarsanız size ondan haber veririm...» buyurmuşlardı. Hadisin tamamı ileride gelecektir.
Ashab bundan korktular. Sual hususuna dair bir de âyet nazil oldu. Artık kimse sual sormaz oldu. Teâlâ Hazretleri, Cibril (a.s.)'ı insanlara dinlerini öğretmek için o zaman göndermiştir.
(Sahih Muslim; İman babı, hadis no : 7)