Fransa’daki “küfürbaz karikatürist infazı” üzerine bütün dünyanın gözleri önünde bir tiyatro oynanmaya başlandı. Gördük ki, devlet ve hükümet başkanlarına da bu “emperyal meşruiyet tiyatrosu”nun “göz boyama oyunu”nda “figüran” rolü verildi.
Özellikle Afrika’daki müslüman toplumlara karşı “vahşi bir katliam” yapan ve yaptıran Fransa, Rasulullah (sav)’e hakaret eden birkaç kâfirin ölümünü, kendi “katliamlarını örten bir kılıf” olarak kullanmakta maharetli çıktı; dünyayı peşine takarak, “yeni emperyal katliamlar ve İslam düşmanlığı” için yepyeni ve “meşru kabul edilmiş bir kulvar” açtı.
Fransa’nın işi zaten bu; şeytanlık!...Ya “halkı müslüman olan ülkeleri yönetenler”e ne demeli? Paris’teki olayı “terör” olarak nitelendirmede niçin bu kadar acele ettiler? Oysa bu olay, Rasullullah’a (sav) hakaret eden bir yayın organına “cevap” olarak değerlendirilemez miydi? Öyle ya, Fransa’nın mesela kendisini hiç ilgilendirmeyen Mali’de yaptığı “müslüman katliamı” normal karşılanıyor ve “demokrasi ve asayiş” adına yapılmış “meşru müdahale” sayılıyorsa, bir “müslüman için en meşru müdafaa ve müdahale” sayılabilecek, “Rasulullah’a hakaret edenlere cevabını vermek” de “terör” değil, “meşru müdafaa” olarak tanımlanamaz mı?
Gâvur binlerce müslümanı katledince bu “demokrasi” olacak, ama müslüman kendi “haklar”ını savununca, “hassasiyetler”ine sahip çıkınca “terör” denecek! İşte bunu kabul edemeyiz. “Peygamberini savunan bir müslüman”ın eylemi terör değil, ancak “meşru müdafaa” olarak tanımlanabilir. Eğer “Kur’an hak kitap”sa ve “Rasulullah hak Peygamber”se, -ki muhakkak öyledirler-, bunu başka bir terimle tanımlamak mümkün değildir.
Şimdi bu “Fransız küresel siyaset tiyatrosu”nda sahneye konan olay üzerine dinli-dinsiz, alâkalı-alâkasız herkes “İslam’a tanım belirleme”ye, “müslümana rol biçme”ye başladı. İslam “barış dini”ymiş, müslüman barış adına başlarına ne gelirse gelsin, kendilerine ne yapılırsa yapılsın kimsenin canını yakmamalı, uysal koyun gibi boynunu büküp kendisine takdir edilene razı olmalıymış! Tüm söylenenlerin özeti bundan ibaret.
Bu noktada sormak lazım: Eğer Rasulullah (sav) hayatta olsaydı da birileri ona hakaret/küfür etseydi, ne yapardı?
Bu sorunun cevabı bizzat Rasulullah’ın sağlığında fiilen verilmiştir. Hatırlayın, “Kâ’b bin Eşref” adında meşhur bir yahudi şair vardı. “Peygamber Efendimizi ve müslümanları hicveden şiirler” yazardı. Mekke’ye giderek müşrikleri müslümanlara karşı tahrik eder, Medine’de ise müslümanların kızlarına ve hanımlarına dil uzatırdı. Resulullah (sav), Ka’b bin Eşref’in öldürülmesine karar verdi. Görevi Ashabdan “Muhammed bin Mesleme” üzerine aldı ve bir gece iki arkadaşıyla birlikte evine giderek onu öldürdü. Ka’b bin Eşref’in yakınları Resulullah’ın (sav) huzuruna çıkıp onun öldürülmeyi hak etmediğini söylediklerinde, Efendimiz şöyle buyurdu:
“O, bizi hicv ve müslümanlara diliyle eziyet etti. Müşrikleri de bizimle harbe, bizimle uğraşmaya teşvik etti. ”
Demek ki, Rasulullah’ı hicveden veya hakaret eden karikatür çizmeyi “fikir özgürlüğü” ya da “sanat” sayıp, “Hz. Peygamber olsaydı kendisine hakaret eden yayınlara şiddetle karşılık vermezdi” diye ahkâm kesmenin hiçbir geçerli yanı olamaz.
Burada İslam adına itiraz edilecek tek nokta, suçluya cezasını verirken suçsuzun canına da kastetmek olabilir. Ancak yıllardır yaptığı “müslüman katliamı”yla buna sebep olanın da Fransa olduğunu unutmamak lazımdır.
Bu noktaya gelmişken, Başbakan Davutoğlu’nun Fransa’da “terörü tel’in yürüyüşü”ne katılmasını doğru bulmadığımı vurgulamak istiyorum. Gerçi Sayın Başbakan Avrupa’daki “cami saldırıları”nın son bulmasına, Suriye’deki katliama da dikkat çekmişse de, bu yeterli değildir. Fransa’nın Mali’de el’an sürdürdüğü katliama ve dünyanın diğer bölgelerindeki “müslüman katliamı”na da özellikle dikkat çekmeli, bunun da aynı yürüyüşte kınanmasını sağlamaya çalışmalıydı.
Şimdi Sayın Başbakan’a önemli bir hususu hatırlatıp bir teklifte bulunmak istiyorum:
Sayın Başbakan! Birkaç “İslam düşmanı” öldürüldü diye Fransa’ya “terörü tel’in yürüyüşü”ne katıldınız. Oysa biliyorsunuz, Fransa Mali’de ve diğer Afrika ülkelerinde, Hıristiyan teröristler Orta Afrika’da, İsrail Filistin’de, Batı kuklası cunta Mısır’da, Rusya Çeçenistan’da, İran destekli Nusayri yönetimi Suriye’de, Çin Doğu Türkistan’da, Budistler Arakan’da, ABD Afganistan’da el’an katliama devam ediyor. Hatta siz Fransa’da yürürken, terör örgütü PKK Cizre’de dindar Kürtlere saldırıyordu!
İşte bu müslüman katliamlarını tel’in etmek ve durdurulmasını sağlamak için Ankara’da bir “müslüman katliamını tel’in yürüyüşü” düzenlemenizi teklif ediyorum.
Yürüyüşe başta Batı ülkeleri olmak üzere tüm ülkelerin devlet ve hükümet başkanları resmen çağrılmalı ve renklerini belli etmeleri istenmeli.
Onbinlerce müslümanın hayatının, en azından alenen İslam ve Hz. Muhammed düşmanlığı yapanların hayatlarının kadar değerli olduğunu göstermek için bu yürüyüşü bizzat organize etmelisiniz.
Eğer böyle bir organizasyon yapmazsanız, Fransa’da Rasulullah düşmanlarının anısına katıldığınız yürüyüşün vebalini nasıl ödersiniz?
Rasulullah’a hakaret edenlerin canları, “Rasulullah’ın ümmetinin canları”ndan daha kıymetli olamaz, değil mi?
Faruk Köse
Özellikle Afrika’daki müslüman toplumlara karşı “vahşi bir katliam” yapan ve yaptıran Fransa, Rasulullah (sav)’e hakaret eden birkaç kâfirin ölümünü, kendi “katliamlarını örten bir kılıf” olarak kullanmakta maharetli çıktı; dünyayı peşine takarak, “yeni emperyal katliamlar ve İslam düşmanlığı” için yepyeni ve “meşru kabul edilmiş bir kulvar” açtı.
Fransa’nın işi zaten bu; şeytanlık!...Ya “halkı müslüman olan ülkeleri yönetenler”e ne demeli? Paris’teki olayı “terör” olarak nitelendirmede niçin bu kadar acele ettiler? Oysa bu olay, Rasullullah’a (sav) hakaret eden bir yayın organına “cevap” olarak değerlendirilemez miydi? Öyle ya, Fransa’nın mesela kendisini hiç ilgilendirmeyen Mali’de yaptığı “müslüman katliamı” normal karşılanıyor ve “demokrasi ve asayiş” adına yapılmış “meşru müdahale” sayılıyorsa, bir “müslüman için en meşru müdafaa ve müdahale” sayılabilecek, “Rasulullah’a hakaret edenlere cevabını vermek” de “terör” değil, “meşru müdafaa” olarak tanımlanamaz mı?
Gâvur binlerce müslümanı katledince bu “demokrasi” olacak, ama müslüman kendi “haklar”ını savununca, “hassasiyetler”ine sahip çıkınca “terör” denecek! İşte bunu kabul edemeyiz. “Peygamberini savunan bir müslüman”ın eylemi terör değil, ancak “meşru müdafaa” olarak tanımlanabilir. Eğer “Kur’an hak kitap”sa ve “Rasulullah hak Peygamber”se, -ki muhakkak öyledirler-, bunu başka bir terimle tanımlamak mümkün değildir.
Şimdi bu “Fransız küresel siyaset tiyatrosu”nda sahneye konan olay üzerine dinli-dinsiz, alâkalı-alâkasız herkes “İslam’a tanım belirleme”ye, “müslümana rol biçme”ye başladı. İslam “barış dini”ymiş, müslüman barış adına başlarına ne gelirse gelsin, kendilerine ne yapılırsa yapılsın kimsenin canını yakmamalı, uysal koyun gibi boynunu büküp kendisine takdir edilene razı olmalıymış! Tüm söylenenlerin özeti bundan ibaret.
Bu noktada sormak lazım: Eğer Rasulullah (sav) hayatta olsaydı da birileri ona hakaret/küfür etseydi, ne yapardı?
Bu sorunun cevabı bizzat Rasulullah’ın sağlığında fiilen verilmiştir. Hatırlayın, “Kâ’b bin Eşref” adında meşhur bir yahudi şair vardı. “Peygamber Efendimizi ve müslümanları hicveden şiirler” yazardı. Mekke’ye giderek müşrikleri müslümanlara karşı tahrik eder, Medine’de ise müslümanların kızlarına ve hanımlarına dil uzatırdı. Resulullah (sav), Ka’b bin Eşref’in öldürülmesine karar verdi. Görevi Ashabdan “Muhammed bin Mesleme” üzerine aldı ve bir gece iki arkadaşıyla birlikte evine giderek onu öldürdü. Ka’b bin Eşref’in yakınları Resulullah’ın (sav) huzuruna çıkıp onun öldürülmeyi hak etmediğini söylediklerinde, Efendimiz şöyle buyurdu:
“O, bizi hicv ve müslümanlara diliyle eziyet etti. Müşrikleri de bizimle harbe, bizimle uğraşmaya teşvik etti. ”
Demek ki, Rasulullah’ı hicveden veya hakaret eden karikatür çizmeyi “fikir özgürlüğü” ya da “sanat” sayıp, “Hz. Peygamber olsaydı kendisine hakaret eden yayınlara şiddetle karşılık vermezdi” diye ahkâm kesmenin hiçbir geçerli yanı olamaz.
Burada İslam adına itiraz edilecek tek nokta, suçluya cezasını verirken suçsuzun canına da kastetmek olabilir. Ancak yıllardır yaptığı “müslüman katliamı”yla buna sebep olanın da Fransa olduğunu unutmamak lazımdır.
Bu noktaya gelmişken, Başbakan Davutoğlu’nun Fransa’da “terörü tel’in yürüyüşü”ne katılmasını doğru bulmadığımı vurgulamak istiyorum. Gerçi Sayın Başbakan Avrupa’daki “cami saldırıları”nın son bulmasına, Suriye’deki katliama da dikkat çekmişse de, bu yeterli değildir. Fransa’nın Mali’de el’an sürdürdüğü katliama ve dünyanın diğer bölgelerindeki “müslüman katliamı”na da özellikle dikkat çekmeli, bunun da aynı yürüyüşte kınanmasını sağlamaya çalışmalıydı.
Şimdi Sayın Başbakan’a önemli bir hususu hatırlatıp bir teklifte bulunmak istiyorum:
Sayın Başbakan! Birkaç “İslam düşmanı” öldürüldü diye Fransa’ya “terörü tel’in yürüyüşü”ne katıldınız. Oysa biliyorsunuz, Fransa Mali’de ve diğer Afrika ülkelerinde, Hıristiyan teröristler Orta Afrika’da, İsrail Filistin’de, Batı kuklası cunta Mısır’da, Rusya Çeçenistan’da, İran destekli Nusayri yönetimi Suriye’de, Çin Doğu Türkistan’da, Budistler Arakan’da, ABD Afganistan’da el’an katliama devam ediyor. Hatta siz Fransa’da yürürken, terör örgütü PKK Cizre’de dindar Kürtlere saldırıyordu!
İşte bu müslüman katliamlarını tel’in etmek ve durdurulmasını sağlamak için Ankara’da bir “müslüman katliamını tel’in yürüyüşü” düzenlemenizi teklif ediyorum.
Yürüyüşe başta Batı ülkeleri olmak üzere tüm ülkelerin devlet ve hükümet başkanları resmen çağrılmalı ve renklerini belli etmeleri istenmeli.
Onbinlerce müslümanın hayatının, en azından alenen İslam ve Hz. Muhammed düşmanlığı yapanların hayatlarının kadar değerli olduğunu göstermek için bu yürüyüşü bizzat organize etmelisiniz.
Eğer böyle bir organizasyon yapmazsanız, Fransa’da Rasulullah düşmanlarının anısına katıldığınız yürüyüşün vebalini nasıl ödersiniz?
Rasulullah’a hakaret edenlerin canları, “Rasulullah’ın ümmetinin canları”ndan daha kıymetli olamaz, değil mi?
Faruk Köse