Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Bir Yiğit Gazeteci Daha!

halidvelid Çevrimdışı

halidvelid

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Fransa’daki “küfürbaz karikatürist infazı” üzerine bütün dünyanın gözleri önünde bir tiyatro oynanmaya başlandı. Gördük ki, devlet ve hükümet başkanlarına da bu “emperyal meşruiyet tiyatrosu”nun “göz boyama oyunu”nda “figüran” rolü verildi.

Özellikle Afrika’daki müslüman toplumlara karşı “vahşi bir katliam” yapan ve yaptıran Fransa, Rasulullah (sav)’e hakaret eden birkaç kâfirin ölümünü, kendi “katliamlarını örten bir kılıf” olarak kullanmakta maharetli çıktı; dünyayı peşine takarak, “yeni emperyal katliamlar ve İslam düşmanlığı” için yepyeni ve “meşru kabul edilmiş bir kulvar” açtı.

Fransa’nın işi zaten bu; şeytanlık!...Ya “halkı müslüman olan ülkeleri yönetenler”e ne demeli? Paris’teki olayı “terör” olarak nitelendirmede niçin bu kadar acele ettiler? Oysa bu olay, Rasullullah’a (sav) hakaret eden bir yayın organına “cevap” olarak değerlendirilemez miydi? Öyle ya, Fransa’nın mesela kendisini hiç ilgilendirmeyen Mali’de yaptığı “müslüman katliamı” normal karşılanıyor ve “demokrasi ve asayiş” adına yapılmış “meşru müdahale” sayılıyorsa, bir “müslüman için en meşru müdafaa ve müdahale” sayılabilecek, “Rasulullah’a hakaret edenlere cevabını vermek” de “terör” değil, “meşru müdafaa” olarak tanımlanamaz mı?

Gâvur binlerce müslümanı katledince bu “demokrasi” olacak, ama müslüman kendi “haklar”ını savununca, “hassasiyetler”ine sahip çıkınca “terör” denecek! İşte bunu kabul edemeyiz. “Peygamberini savunan bir müslüman”ın eylemi terör değil, ancak “meşru müdafaa” olarak tanımlanabilir. Eğer “Kur’an hak kitap”sa ve “Rasulullah hak Peygamber”se, -ki muhakkak öyledirler-, bunu başka bir terimle tanımlamak mümkün değildir.

Şimdi bu “Fransız küresel siyaset tiyatrosu”nda sahneye konan olay üzerine dinli-dinsiz, alâkalı-alâkasız herkes “İslam’a tanım belirleme”ye, “müslümana rol biçme”ye başladı. İslam “barış dini”ymiş, müslüman barış adına başlarına ne gelirse gelsin, kendilerine ne yapılırsa yapılsın kimsenin canını yakmamalı, uysal koyun gibi boynunu büküp kendisine takdir edilene razı olmalıymış! Tüm söylenenlerin özeti bundan ibaret.

Bu noktada sormak lazım: Eğer Rasulullah (sav) hayatta olsaydı da birileri ona hakaret/küfür etseydi, ne yapardı?

Bu sorunun cevabı bizzat Rasulullah’ın sağlığında fiilen verilmiştir. Hatırlayın, “Kâ’b bin Eşref” adında meşhur bir yahudi şair vardı. “Peygamber Efendimizi ve müslümanları hicveden şiirler” yazardı. Mekke’ye giderek müşrikleri müslümanlara karşı tahrik eder, Medine’de ise müslümanların kızlarına ve hanımlarına dil uzatırdı. Resulullah (sav), Ka’b bin Eşref’in öldürülmesine karar verdi. Görevi Ashabdan “Muhammed bin Mesleme” üzerine aldı ve bir gece iki arkadaşıyla birlikte evine giderek onu öldürdü. Ka’b bin Eşref’in yakınları Resulullah’ın (sav) huzuruna çıkıp onun öldürülmeyi hak etmediğini söylediklerinde, Efendimiz şöyle buyurdu:

“O, bizi hicv ve müslümanlara diliyle eziyet etti. Müşrikleri de bizimle harbe, bizimle uğraşmaya teşvik etti. ”

Demek ki, Rasulullah’ı hicveden veya hakaret eden karikatür çizmeyi “fikir özgürlüğü” ya da “sanat” sayıp, “Hz. Peygamber olsaydı kendisine hakaret eden yayınlara şiddetle karşılık vermezdi” diye ahkâm kesmenin hiçbir geçerli yanı olamaz.

Burada İslam adına itiraz edilecek tek nokta, suçluya cezasını verirken suçsuzun canına da kastetmek olabilir. Ancak yıllardır yaptığı “müslüman katliamı”yla buna sebep olanın da Fransa olduğunu unutmamak lazımdır.

Bu noktaya gelmişken, Başbakan Davutoğlu’nun Fransa’da “terörü tel’in yürüyüşü”ne katılmasını doğru bulmadığımı vurgulamak istiyorum. Gerçi Sayın Başbakan Avrupa’daki “cami saldırıları”nın son bulmasına, Suriye’deki katliama da dikkat çekmişse de, bu yeterli değildir. Fransa’nın Mali’de el’an sürdürdüğü katliama ve dünyanın diğer bölgelerindeki “müslüman katliamı”na da özellikle dikkat çekmeli, bunun da aynı yürüyüşte kınanmasını sağlamaya çalışmalıydı.

Şimdi Sayın Başbakan’a önemli bir hususu hatırlatıp bir teklifte bulunmak istiyorum:

Sayın Başbakan! Birkaç “İslam düşmanı” öldürüldü diye Fransa’ya “terörü tel’in yürüyüşü”ne katıldınız. Oysa biliyorsunuz, Fransa Mali’de ve diğer Afrika ülkelerinde, Hıristiyan teröristler Orta Afrika’da, İsrail Filistin’de, Batı kuklası cunta Mısır’da, Rusya Çeçenistan’da, İran destekli Nusayri yönetimi Suriye’de, Çin Doğu Türkistan’da, Budistler Arakan’da, ABD Afganistan’da el’an katliama devam ediyor. Hatta siz Fransa’da yürürken, terör örgütü PKK Cizre’de dindar Kürtlere saldırıyordu!

İşte bu müslüman katliamlarını tel’in etmek ve durdurulmasını sağlamak için Ankara’da bir “müslüman katliamını tel’in yürüyüşü” düzenlemenizi teklif ediyorum.

Yürüyüşe başta Batı ülkeleri olmak üzere tüm ülkelerin devlet ve hükümet başkanları resmen çağrılmalı ve renklerini belli etmeleri istenmeli.

Onbinlerce müslümanın hayatının, en azından alenen İslam ve Hz. Muhammed düşmanlığı yapanların hayatlarının kadar değerli olduğunu göstermek için bu yürüyüşü bizzat organize etmelisiniz.

Eğer böyle bir organizasyon yapmazsanız, Fransa’da Rasulullah düşmanlarının anısına katıldığınız yürüyüşün vebalini nasıl ödersiniz?

Rasulullah’a hakaret edenlerin canları, “Rasulullah’ın ümmetinin canları”ndan daha kıymetli olamaz, değil mi?


Faruk Köse
 
Sayfullah at-Turki Çevrimdışı

Sayfullah at-Turki

حَسْبُنَا ٱللَّهُ وَنِعْمَ ٱلْوَكِيل
İslam-TR Üyesi
Fransa’daki “küfürbaz karikatürist infazı” üzerine bütün dünyanın gözleri önünde bir tiyatro oynanmaya başlandı. Gördük ki, devlet ve hükümet başkanlarına da bu “emperyal meşruiyet tiyatrosu”nun “göz boyama oyunu”nda “figüran” rolü verildi.

Özellikle Afrika’daki müslüman toplumlara karşı “vahşi bir katliam” yapan ve yaptıran Fransa, Rasulullah (sav)’e hakaret eden birkaç kâfirin ölümünü, kendi “katliamlarını örten bir kılıf” olarak kullanmakta maharetli çıktı; dünyayı peşine takarak, “yeni emperyal katliamlar ve İslam düşmanlığı” için yepyeni ve “meşru kabul edilmiş bir kulvar” açtı.

Fransa’nın işi zaten bu; şeytanlık!...Ya “halkı müslüman olan ülkeleri yönetenler”e ne demeli? Paris’teki olayı “terör” olarak nitelendirmede niçin bu kadar acele ettiler? Oysa bu olay, Rasullullah’a (sav) hakaret eden bir yayın organına “cevap” olarak değerlendirilemez miydi? Öyle ya, Fransa’nın mesela kendisini hiç ilgilendirmeyen Mali’de yaptığı “müslüman katliamı” normal karşılanıyor ve “demokrasi ve asayiş” adına yapılmış “meşru müdahale” sayılıyorsa, bir “müslüman için en meşru müdafaa ve müdahale” sayılabilecek, “Rasulullah’a hakaret edenlere cevabını vermek” de “terör” değil, “meşru müdafaa” olarak tanımlanamaz mı?

Gâvur binlerce müslümanı katledince bu “demokrasi” olacak, ama müslüman kendi “haklar”ını savununca, “hassasiyetler”ine sahip çıkınca “terör” denecek! İşte bunu kabul edemeyiz. “Peygamberini savunan bir müslüman”ın eylemi terör değil, ancak “meşru müdafaa” olarak tanımlanabilir. Eğer “Kur’an hak kitap”sa ve “Rasulullah hak Peygamber”se, -ki muhakkak öyledirler-, bunu başka bir terimle tanımlamak mümkün değildir.

Şimdi bu “Fransız küresel siyaset tiyatrosu”nda sahneye konan olay üzerine dinli-dinsiz, alâkalı-alâkasız herkes “İslam’a tanım belirleme”ye, “müslümana rol biçme”ye başladı. İslam “barış dini”ymiş, müslüman barış adına başlarına ne gelirse gelsin, kendilerine ne yapılırsa yapılsın kimsenin canını yakmamalı, uysal koyun gibi boynunu büküp kendisine takdir edilene razı olmalıymış! Tüm söylenenlerin özeti bundan ibaret.

Bu noktada sormak lazım: Eğer Rasulullah (sav) hayatta olsaydı da birileri ona hakaret/küfür etseydi, ne yapardı?

Bu sorunun cevabı bizzat Rasulullah’ın sağlığında fiilen verilmiştir. Hatırlayın, “Kâ’b bin Eşref” adında meşhur bir yahudi şair vardı. “Peygamber Efendimizi ve müslümanları hicveden şiirler” yazardı. Mekke’ye giderek müşrikleri müslümanlara karşı tahrik eder, Medine’de ise müslümanların kızlarına ve hanımlarına dil uzatırdı. Resulullah (sav), Ka’b bin Eşref’in öldürülmesine karar verdi. Görevi Ashabdan “Muhammed bin Mesleme” üzerine aldı ve bir gece iki arkadaşıyla birlikte evine giderek onu öldürdü. Ka’b bin Eşref’in yakınları Resulullah’ın (sav) huzuruna çıkıp onun öldürülmeyi hak etmediğini söylediklerinde, Efendimiz şöyle buyurdu:

“O, bizi hicv ve müslümanlara diliyle eziyet etti. Müşrikleri de bizimle harbe, bizimle uğraşmaya teşvik etti. ”

Demek ki, Rasulullah’ı hicveden veya hakaret eden karikatür çizmeyi “fikir özgürlüğü” ya da “sanat” sayıp, “Hz. Peygamber olsaydı kendisine hakaret eden yayınlara şiddetle karşılık vermezdi” diye ahkâm kesmenin hiçbir geçerli yanı olamaz.

Burada İslam adına itiraz edilecek tek nokta, suçluya cezasını verirken suçsuzun canına da kastetmek olabilir. Ancak yıllardır yaptığı “müslüman katliamı”yla buna sebep olanın da Fransa olduğunu unutmamak lazımdır.

Bu noktaya gelmişken, Başbakan Davutoğlu’nun Fransa’da “terörü tel’in yürüyüşü”ne katılmasını doğru bulmadığımı vurgulamak istiyorum. Gerçi Sayın Başbakan Avrupa’daki “cami saldırıları”nın son bulmasına, Suriye’deki katliama da dikkat çekmişse de, bu yeterli değildir. Fransa’nın Mali’de el’an sürdürdüğü katliama ve dünyanın diğer bölgelerindeki “müslüman katliamı”na da özellikle dikkat çekmeli, bunun da aynı yürüyüşte kınanmasını sağlamaya çalışmalıydı.

Şimdi Sayın Başbakan’a önemli bir hususu hatırlatıp bir teklifte bulunmak istiyorum:

Sayın Başbakan! Birkaç “İslam düşmanı” öldürüldü diye Fransa’ya “terörü tel’in yürüyüşü”ne katıldınız. Oysa biliyorsunuz, Fransa Mali’de ve diğer Afrika ülkelerinde, Hıristiyan teröristler Orta Afrika’da, İsrail Filistin’de, Batı kuklası cunta Mısır’da, Rusya Çeçenistan’da, İran destekli Nusayri yönetimi Suriye’de, Çin Doğu Türkistan’da, Budistler Arakan’da, ABD Afganistan’da el’an katliama devam ediyor. Hatta siz Fransa’da yürürken, terör örgütü PKK Cizre’de dindar Kürtlere saldırıyordu!

İşte bu müslüman katliamlarını tel’in etmek ve durdurulmasını sağlamak için Ankara’da bir “müslüman katliamını tel’in yürüyüşü” düzenlemenizi teklif ediyorum.

Yürüyüşe başta Batı ülkeleri olmak üzere tüm ülkelerin devlet ve hükümet başkanları resmen çağrılmalı ve renklerini belli etmeleri istenmeli.

Onbinlerce müslümanın hayatının, en azından alenen İslam ve Hz. Muhammed düşmanlığı yapanların hayatlarının kadar değerli olduğunu göstermek için bu yürüyüşü bizzat organize etmelisiniz.

Eğer böyle bir organizasyon yapmazsanız, Fransa’da Rasulullah düşmanlarının anısına katıldığınız yürüyüşün vebalini nasıl ödersiniz?

Rasulullah’a hakaret edenlerin canları, “Rasulullah’ın ümmetinin canları”ndan daha kıymetli olamaz, değil mi?


Faruk Köse

çok güzel bir yazı, teklif de süper :harika:
 
S Çevrimdışı

Süleyman Incek

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bir yazısı daha ...

Kim demiş “İslam barış dinidir” diye?

12 Ocak 2015 Pazartesi 08:14

Dünyanın her yerinde oluk oluk “müslüman kanı” akıtılmasını, müslümanların toplu halde katledilmesini görmezden gelenler, hatta“müslüman katliamı”nı el altından “teşvik edenler, destekleyenler, örgütleyenler, iştirak edenler”; müslümanların yaptığı ya da“müslümanlara isnad edilen küçük bir eylem”olduğunda dünyayı ayağa kaldırıyorlar.

Bir de özellikle ABD, İngiltere, Fransa gibi“emperyalist Batı ülkeleri”nde böyle bir olay vuku bulursa, “halkı müslüman olan ülkeler”in başında bulunanlar bile bunu kınıyor, bir de o ülkeye gidip “destek gösterileri”ne katılıyorlar. Tıpkı “bizim Başbakan”ın, Afrika’nın her yanında müslüman kanı döken, İslam’a ve müslümanlara ait ne varsa vahşi biçimde talan edip sömüren Fransa’ya gidip “terörü tel’in ve Fransız halkıyla dayanışma yürüyüşü”ne katılması gibi.

Hem de, Fransa’nın veya diğer Batılı yöneticiler, müslümanlar katledilirken karşı çıkmadıkları, kınamadıkları, “müslüman kıyımı olmasın” etkinliklerine katılmadıkları, bilâkis bizzat kendileri katliam yaptıkları halde... Mesela Orta Afrika Cumhuriyeti’nde onbinlerce müslüman Hıristiyanlarca, Myanmar’da onbinlerce müslüman Budistlerce katledilirken, Fransa Mali’de İslam medeniyetini yok ederken kimse“Hıristiyanlık/Budistlik barış dinidir” diye karşı çıkmamış, hatta el altından katliamları desteklemişken...

Sayın Davutoğlu Mali’ye veya Orta Afrika’ya gidip, “Fransızların veya Hıristiyanların müslüman katliamını tel’in ve Afrika müslümanlarıyla dayanışma yürüyüşü”ne katılır mıydı? Fransa’ya gösterilen ilginin kaçta kaçı Doğu Türkistan’a gösterildi?

Özellikle Batı ülkeleri “müslümanlara karşı el’an mutaarrız”ken, canı yanan müslümanlar onlara karşı en küçük bir eylem yaptıklarında“İslam’ın ne dini olduğu”na dair cümleler kurulması, bu cümlelerin “bizimkiler” tarafından da tekrarlanması karşısında söyleyecek söz bulamıyorum.

Şimdi “İslam barış dinidir” deniyor. “Senin ne işin var savaşla, otur oturduğun yerde”demeye getirilen bu söz, bu haliyle kesinlikle doğru değil. Körün fili tarif etmesi gibi, İslam’ı bir ucundan, özellikle de kendi “işine gelen tarafı”ndan tutarak “İslam tanımlaması”yapmaya, “İslam’a alan tahsis etme”“İslam’a rol biçme”ye, bununla birlikte“müslümana tarz dikte etme”ye yönelik bir algı operasyonundan ibaret.

Başlığa dönersek, evet, İslam sadece barış dininden ibaret değildir; aynı zamanda “İslam savaş dinidir” de... Tıpkı, aynı zamanda“ahlâk dini”, aynı zamanda “Allah’a ibadet/kulluk dini”, aynı zamanda “devlet/siyaset/idare dini”, aynı zamanda “hukuk/adalet dini”vs. olduğu gibi. Ancak tüm bunların bir arada, bir bütünlük içinde, bütünlüğün diğer unsurlarıyla birlikte yürürlükte olduğu zaman “İslam’dan” olduğu gerçeğiyle birlikte... Yani“İslam bütüncül bir hayat programıdır ve ‘barış’la da, ‘savaş’la da ilgili hükümleri vardır” demek daha doğru olur.

“İslam barış dinidir” söylem, “İslam barışı önerir/önceler”in önemini vurgulamaya yönelik değil. Bu tür söylemleri genelde“müslüman olmayanlar”in kullandığına dikkat etmenizi isterim. Bu,“cihad ve kıtal ayetleri olmayan bir uysallaştırılmış ve vicdanlara hapsedilmiş İslam” tarifinden başka bir anlama gelmiyor.

İslam sadece “barış dini” ise, Kur’ân-ı Kerim’deki “savaş ve cihad ayetleri” ne oluyor? Kur’an’da “Savaş” anlamına gelen“kıtâl” kelimesi 13 yerde, “karşılıklı savaş”anlamındaki “mukatele” ve türevleri 57 yerde, bu kavramların kökü olan “katl” kelimesi ve türevleri 170 yerde, “harb” kelimesi ve türevleri 11 yerde, “cihad” kelimesi ve türevleri 41 yerde geçiyor. “Barış”anlamındaki “silm” kelimesi ise, “barış” anlamında sadece 6 yerde geçiyor.

Bu noktada sormak istiyorum: Müslüman Kur’an’ın tamamına muhatapken,savaşmayan bir müslüman tipi, Kur’an’ın önerdiği bir müslüman tipi olabilir mi?

Bu Kur’ani gerçeklerin yanında, “Ben rahmet ve savaş peygamberiyim” buyuran Rasulullah (sav)’in, 10 yıllık Medine hayatında 25 kez bizzat savaşa iştirak ettiği, 50 de seriyye gönderdiği biliniyor.

Hal böyleyken “İslam barış dinidir” sözünün ne anlama geldiğini; nasıl bir “müslüman tipi”çizdiğini, dünyanın her yanında müslüman kanı akıtılırken müslümanlara nasıl “uysal koyun” olmak öğütlendiğini görmek, bunun arkaplânında oluşturulan “İslam” ve “müslüman” tipolojisinin farkına varmak lazım.

Elbette İslam barışı ister; savaşı da barışı sağlamak için yapar. Ancak “İslam barış dinidir” demek, hayatı tümüyle kuşatan “İslam’a alan tahsis etmek” olur. Nasıl ki Peygamber efendimiz hem rahmet, hem savaş peygamberi; İslam hem barış, hem savaş dinidir. Zulmü defetmek, “Allah’ın hükümlerini hayata hakim kılmak”, fitneyi yeryüzünden kaldırmak, seninle savaşanlara vey İslam’ın otoritesine isyan edenlere karşı savaşmakla mükellef müslümanları “İslam adına” uysal koyunlara dönmeyi öğütleyen bu sözü reddetmek lazım.

Şimdi Doğu Türkistan’ı, Çeçenistan’ı, Filistin’i, Suriye’yi, Mısır’ı, Arakan’ı, Patani’yi, Afganistan’ı, Mali’yi, Somali’yi, Orta Afrika’yı ve daha pek çok İslam diyarını, müslümanların hallerini düşünün. “İslam barış dinidir, onlar ne yaparlarsa yapsınlar, sen barış deyip boynunu bük, otur” gibi bir İslam ve müslüman tipi “İslamca” ve “müslümanca” olabilir mi?

Müslümanlar “aşağılık psikolojisi”nden kurtulmazlarsa, İslam düşmanları İslam’a biçim, müslümana rol biçmeyi sürdüreceklerdir.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt