İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler
İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Anlamı :
Allah-u Teâlâ'ya hamd olsun! O'na şükreder, O'ndan yardım diler, O'nun bağışlamasını isteriz.
Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O'na sığınırız. Allah-u Teâlâ kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O'nun ortağı yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem) O'nun kulu ve rasulüdür. "Ey iman edenler! Allah’tan korkulması gerektiği gibi korkun ve sizler ancak müslümanlar olarak ölün!"(Al-i İmran: 102) "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının! Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının! Şubhesiz Allah sizin üzerinize gözetleyicidir." (Nisa: 1) "Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sözün en doğrusunu söyleyin ki Allah, amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (Ahzab: 70-71)
Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah'ın Kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed'in (s.a.v.)yoludur. İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bidat, her bidat sapıklık ve her sapıklık da ateştedir." (Muslim Cuma: 13, Nesai Cuma: 24
Günümüzde insanların en büyük sorunu, iman küfür sınırlarını bilmemeleri dolayısıyla müslüman ve kafir ayrımını yapamamalarıdır.
Lugat anlamı : "Toplamak, bir araya getirmek" anlamındaki cem' masdarından türeyen Arabca bir kelimedir. İstilahtaki anlamı ise İnsan topluluğu, bir fikir ve inanç etrafında toplanmış kimselerdir. İslâm cemâati. Fıkıhtaki manası ise Namazda imama uyanlar anlamına gelen terimdir.
Öncelikli olarak kısaca bu fıkıhtaki cemaat kavramı üzerinde kısaca bir duralım:
İslâm dininde cemaat halinde ibadet teşvik edilmiş, hatta bazı ibadetler için (Cumua bayram namazı) cemaat şart koşulmuştur. Her gün kılınan beş vakit namaz, haftada bir kılınan cuma namazı, bayram namazları cemaatle eda edilen belli başlı ibadetlerdir.
Cemaatle namaz, müslümanlar arasında mevcut manevî bağın en önemli tezâhurlerinden biridir. Namazların cemaatle kılınmasının hikmeti, müslümanların birbirleriyle görüşüp hallerinden haberdar olmalarını, bilgi alışverişinde bulunmalarını, aralarında disiplin, sevgi ve düzenin yerleşmesini ve ibadetlerini şevk ile yapmalarını sağlama amacına yönelik olmalıdır.
Peygamber'in hayatı boyunca cemaate namaz kıldırması, hastalandığında da cemaate katılarak Ebû Bekir'in arkasında kılması, konunun İslâm'daki yerini göstermesi bakımından önemlidir. Mu’minler kendi aralarında seçtikleri ya da uygun gördükleri bir namaz imamının arkasında bir farz namazı kılmak üzere cemaat olurlar. Onun arkasında saf tutarlar. Namaz içerisinde onun komutuyla rukû’ ve secde yaparlar. Ayakta iken okumaları gereken kıraati (Kur’an’dan bir miktarı) muctehidlerin çoğunluğuna göre okumazlar. İmamın okuyuşu cemaat için yeterli sayılır. Onunla birlikte hareket ederler, onunla beraber namazı tamamlarlar. Öte yandan sahih hadislerde, cemaatle kılınan namaza verilecek sevabın tek başına kılınan namazın sevabından 25 veya 27 derece fazla olduğu ve cemaate gitmek için atılacak her adımın mükâfatlandırılacağı bildirilmiş, ayrıca cemaate katılanların sayısı arttıkça kılınan namazın sevabının da ona göre artacağı haber verilmiştir. (Buhârî, Ezân 30; Muslim, Mesâcid 42, Hadis no: 649; Ebû Dâvud, Salât, Hadis no: 559, 1153; İbn Mâce, Mesâcid 16, Hadis no: 786-790; Tirmizî, Salât 245, Hadis no: 330).
Bu arada cemaate gelmeyenlerin evlerinin yakılacağı tehdidinde bulunulmuştur[Buhari].
Peygamber, cemaatin iki kişiden meydana gelebileceğini ifade etmişti [Buhârî, "Ezan", 35; Nesâî, "İmamet", 43-45].
"Üç kişi bir mecliste olupta cemaatle namaz kılmazlarsa şeytan onları mağlup etmiştir.” (Buhari)
Diğer bir hadisi şerifte 3 kişi yolculuğa çıktıklarında içlerinden birini emir seçmeleri buyrulmuştur. Ebu Said’den Rasulullah’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Üç kişi yolculuğa çıktıkları taktirde, mutlaka başlarına birilerini emir tayin etmelidirler.”(Ebu Davud, 2241)
Rabbimiz Nisa suresi 101-102. ayetlerinde Peygamber'den, düşman korkusunun bulunduğu sefer halinde, cihad ortamında bile müslümanlara namazı cemaatle kıldırmasının istemiş, tarifini dahi yapmış, namazın normal zamanlarda öncelikle cemaatle kılınması gereğini ortaya koyar.
Cemaat teriminin Fıkıhtaki bu önemini hatırlattıktan sonra İslami literatürdeki-istilahtaki önemine değiniyoruz:
En geniş anlamıyla ‘cemaat’; İslâm ümmeti topluluğunu ifâde eden bir kavramdır. Dünyadaki bütün müslümanlar bu anlamda bir bütün halinde ‘cemaat’tirler. Bu cemaatin ana özelliği, aynı Din’e, yani Tevhid Dinine inanmaları, aynı kıbleye yönelmeleridir. Dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bütün müslümanlar İslâm cemaatinin birer üyesidirler.
Cemaat; rastgele, tesadüfen veya şartların bir araya getirdiği insanlar değildir. Cemaatin üyeleri de yaptıklarını bilmeyen, hangi şartlar altında bir araya geldiğinden habersiz ve şuursuz kimseler değillerdir. Cemaat, şuurlu bir birlikteliktir. Kuru kalabalık, cansız varlıklar yani kitle (cemadât) değildir. Kitle, şartların bir araya topladığı kalabalıktır. Yolu ve hedefi belli değildir. Asgari muşterekleri bile ortada yoktur. Belki bir çıkarın, belki etkili bir rüzgârın, belki gözü açık bir propagandacının bir araya topladığı bir sürüdür. Sürüyü akıllı ve gözü açık çobanlar istediği gibi sürükleyip götürürler.
Bir topluluğun cemaat adını alabilmesi için, o topluluğun belli bir fikir etrafında, belli bir hedefe gitmek üzere bir araya gelmesi, belli ilkelere bağlı olması ve başlarında cemaat ile özdeşleşmiş, aynı amaca bağlı yetkin bir imamın (önderin) bulunması gerekir.
İslâm toplumunda herkes birbirinin kardeşidir. Tıpkı namazda saf tuttukları ve beraber oldukları gibi, kendi aralarından seçtiklari ehl-i hal ve’l akd (imam, halife, emir sahibi, velîyyul emr) yetkilisinin başkanlığı altında dünya ve din işlerini yürütürler. Allah’ın dinini yaşamaya çalışırlar. Onların önderleri kendileri gibidir, hiç bir üstünlüğü yoktur ve onların serbest oylarıyla (biatleriyle) seçilmişlerdir. Namazdaki imam gibi yetkileri sınırlıdır ve o Allah’a itaat ettiği müddetçe müminler de ona itaat ederler. Bir kimse, cemaat istemediği halde onlara namaz imamı olamadığı gibi, hiç kimse de ümmet istemediği halde zorla, diktatörce, onlara imam (yönetici) olamaz. İnançta olduğu gibi, dünya işlerinde de bir araya gelip yardımlaşarak yaşayan samîmî ve ihlâslı müslümanların teşkil ettiği birlik akla gelir. Mu’minler, tıpkı namazda olduğu gibi toplum hayatında da birbirlerinin yanındadırlar. Müslümanlar namazda niçin bir araya geldiklerinin şuurunda oldukları gibi, müslümanlarla niçin bir arada olmaları gerektiğinin de farkındadırlar. Onların cemaat oluşu bilinçli bir tercihtir. Onların aralarındaki bağ İman bağıdır; soy, hemşehrilik, ırk, kabile, hizib, ya da vatandaşlık, hele hele çıkar beraberliği hiç değildir. Müslümanlar bulundukları yerlerde küçük cemaat olsalar bile aynı özelliği taşırlar, aynı şuura sahiptirler. Herhangi bir amacı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen mü’min topluluklarının da bundan farklı yanları yoktur. Bazen bütün müslümanların bir önderin (imamın) yönetimi altında bir araya gelmeleri mümkün olmayabilir. Şartlar buna müsaade etmeyebilir. Günümüzde müslümanlar farklı coğrafyalarda ve farklı bağımsız ülkelerde yaşamaktadırlar. Birçok ayrı siyasî güç müslümanlara hakim durumdadır. Buna rağmen onlar İslâm’ın genel esasları ve hedefleri etrafında bir cemaat olmak durumundadırlar. Onlar birbirlerinin kardeşidirler. Herkes birbirinin destekçisi, yardımcısı ve duâcısıdır.
Müslümanlar bulundukları yerde, az da olsalar cemaat anlayışını yaşatmakla görevlidirler. Bazı mü’minler, bir amacı ya da bir hedefi gerçekleştirmek üzere bir araya gelebilirler, bir grup çalışması yapabilirler. Vakıf, dernek, teşkilat çatısı altında örgütlenebilirler. Bu şekilde oluşan cemaatler, kendi aralarında bazı prensipleri uygulasalar bile, diğer müslüman cemaatlerle İslâm kardeşliği çerçevesinde ilişki kurarlar, ayrılık gütmezler, onlara sırtlarını dönmezler.
Bir cemaatin İslâmî olup olmaması, onun İslâmî prensiplere ne kadar uyduğuna bağlıdır. ‘En iyi cemaat biziz’ iddiası geçersizdir.
Belli bir amacı ve çalışmayı gerçekleştirmek üzere bir araya gelen cemaatler, tefrikaya sebep olmamalı, müslümanları bölüp parçalamamalıdır. Dinde ayrılık güdenlerin ve kendi cemaatinin veya grubunun görüşlerini, prensiplerini din haline getirenlerin son derece hatalı oldukları açıktır. Kaldı ki İslâm sürekli bir şekilde müslümanların kardeşliğini vurgulamakta, onları ‘vahdet’e dâvet etmektedir. Tevhid itikadını benimsemiş müminler cemaatli olmak fakat cemaatçi olmamak zorundadırlar. Müslümanlar, yaşadıkları yerlerde azınlık da olsalar cemaat olmaya çalışmalılar. Bunu yapmazlarsa ve cemaat şuurunu diri tutmazlarsa; cemaat olmanın avantajlarını ve nimetlerini kaçırırlar. ‘Cemadat’, yani şuursuz, sıradan sürü haline gelirler. Sürüleri güden çobanlar de her zaman bulunur.
Cemaat Olmanın Önemi ve Zorunluluğu : Cemaat bir vucubiyet , cemaatsizlik bir vebaldır. Bu işin keyfiyeti kişinin kendi isteğine bırakılmamış “olmazsa da olur” değil, aksine "olmazsa olmazımızdır".
İnsanın ihtirasları, çıkarcı, bireyci, bencil, dünyacı, karanlıklardan kurtulup gün yüzüne çıkması cemaat ortamlarının rahmet ve bereket ikliminde mümkün oluyor… Kişi cemaat potasında olgunlaştıkça toplumsal duyarlılığı gelişir…
Cemaat kişisel kabiliyetleri, kazanımları sosyalleştirmek için vardır… Hem kendi kalmak, hem de cemaat atmosferinde zenginleşmek, derinleşmek, durulaşmak fırsatı yakalanmış oluyor… Tevhid akidesi ve hareketli organik ameliyle kişiye anlam ve değer yükleniyor… Hayatın fani çabalarını ebedileştirmenin yolu da buradan geçiyor…
Cemaat her tür bereketin adıdır… Velayetin, vahdetin, uhuvvetin, rahmetin taşıyıcısıdır… İslam’ı pratize etmenin zeminidir… Müminleri bir arada tutan tutkal, bir duvar misali kaynaştıran harçtır…
Modern dönemlerde İslami misyon ve mesajı sürdürebilme imkanı cemaat formunda kendini gösteriyor… Modernite ile gelen köklü yıkıma karşı duracak tek potansiyel güç İslam’dır… Cemaat tüm zamanların bir zaruretidir. İslâm cemaat dinidir. İslâm’ın ilke ve prensipleri en güzel şekilde cemaatle beraber yerine getirilir. İslâm, müslümanların şuurlu cemaatler olmasını emretmiştir. Peygamberimiz Medine’de bu örnek cemaati kurmuş ve nasıl olacağını göstermiştir. Böyle bir cemaat mü’min için koruyucu bir elbise, kale gibidir. Cemaat olan mu’minler birbirlerini daha iyi tanırlar, birbirlerini sever sayarlar, destek olurlar, yardımda bulunurlar. Birbirlerinin durumlarından haberleri olur, birbirlerinin eksik taraflarını tamamlarlar. Tıpkı bir vücut gibi birbirlerinin acısıyla kederlenirler . İslâmî cemaat, Kur’an anlayışı ve Peygamberin yolu üzerine kurulur. Onların arasında kardeşlik, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma, fedâkârlık ve saygı vardır. Onların arasında soy, sınıf, kabile, meslek, bölge üstünlüğü gibi şeyler yoktur.
İslam alimlerinden "Dar'ul harb'te bile cemaat olmanın zorunluluğu"yla ilgili görüşlerini aktaracak olursak;
Hanefi alimlerinden “İmamların Güneşi” lakablı Serahsi (Vefatı 483 ve ya 490 Hicri) “Şerhu's Siyeri'l Kebir” adlı kitabında, Ebu Hanife'nin telebesi İmam Muhammed eş Şeybani'den naklen bildiriyor:
لا يجوز ترك المسلمين سدى ليس عليهم من يدبر أمورهم في دار الإسلام ولا في دار الحرب
‘’Müslümanları başlı başına, üzerlerinde işlerini idare eden birinin olmadığı şekilde terk etmek ne Dar'ul-İslam'da ne de Dar'ul-Harb'de caiz değildir.” (Serahsi: Şerhu's Siyeri'l Kebir: 2/258 Dar'ul Kutubi'l İlmiyye - Bab/88, Mesele/1436)
Allame Kemaluddin İbni Humem (790-861/1388-1457) Mehşur “El Hidaye” üzerine yazdığı “Fethul Kadir lil Acizil Fakir” adlı kitabında bu mevzuda :
وإذا لم يكن سلطان ولا من يجوز التقلد منه كما هو في بعض بلاد المسلمين غلب عليهم الكفار كقرطبة في بلاد المغرب الآن وبلنسية وبلاد الحبشة وأقروا المسلمين عندهم على مال يؤخذ منهم يجب عليهم أن يتفقوا على واحد منهم يجعلونه واليا فيولى قاضيا أو يكون هو الذي يقضي بينهم وكذا ينصبوا لهم إماما يصلي بهم الجمعة
“Şimdiki zamanda Mağrib bölgesinde olan Kurtuba, Valensiya ve Habeşilerin ölkesi kimi kafirlerin galib olduğu bazı Müslüman ülkelerinde, Müslümanlar onlara mal ödeyerek yaşarlar. Bu kimi ülkelerde, Sultan ve ya ondan vazife almanın caiz olduğu birisinin olmaması halinde Müslümanların üzerine vacibdir ki, kendilerinden (içlerinden) olan birinin üzerinde ittifak etsinler, onu vali/idareci seçsinler. O da kadı tayin etmeli veya o onlar arasında hakimlik eden biri olmalıdır. Aynı şekilde onlar üçünün arkasında bütün namazları kılacakları bir imam nesb/tayin etmelidirler.” (Kemaluddin İbni Humem: Fethul Kadir: 7/264 Beyrut: Dar'ul Fikr: İkinci neşr.)
Cemaatleşmekle ilgili ayet-i kerimelere bakacak olursak: Rabbimiz , müslümanları Kur’an etrafında bir araya gelmeye dâvet ediyor(Âl-i İmran, 103).
Dinlerini parçalayanlar gibi parça parça olmaktan sakındırıyor (Rûm, 32).
Kuvvetli bir bina gibi bir araya gelip kendi yolunda cihad eden mü’minleri sevmektedir(Saff, 4).
“Onların işleri aralarında şura-danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfederler. Bir haksızlığa uğradıklarında üstün gelmek için aralarında yardımlaşırlar ”(Şûrâ: 38-39) buyurarak, müminlere işlerini ortaklaşa yapmalarını ve yardımlaşmalarını emredip, birlik ve beraberlik içinde olmalarını istemiştir.
“Allah ve Rasûlune itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal: 46)
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (Al -i İmran 104)
"Sen yönünü Allah'ı birleyici olarak doğruca dine çevir. Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler. Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun; namazı kılın ve(Allah'a) ortak koşanlardan olmayın. Onlar ki dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her grup kendi yanındakiyle sevin(ip övün)mektedir. " (Rum, 30/30-32).
Cemaatleşmekle ilgili Hadis-i Şeriflere bakacak olursak:
Cemaati terk etmenin de cahiliye huylarından biri olduğunu ilan etmektedir. Nitekim bir hadiste Abdullah b. Ömer’den rivayet ile Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kim elini itaatten çekerse, kıyamet günü hüccetsiz olarak Allah'a kavuşur. Kim de boynunda bey'at olmadığı halde ölürse, cahiliye ölümü ile ölmüş olur." ( Muslim, 3441)
Ne yazık ki bugün müslümanlar genelde bu duruma düşmüşler, dinlerini parça parça edib gruplara ayrılmışlardır. Övünmeleri de diğer gruptakilere karşıdır.
Peygamber (s.a.v.): "Cemâat rahmettir, tefrika ise azaptır" buyurmaktadır. (İbn Hanbel, IV,145).
Yine şöyle buyurur: "Allah'ın eli cemâatle beraberdir." (Tirmizî, Fiten, 7).
Hz. Peygamber (s.a.s.) "Mu'minlerin birbirlerine karşı sevgi ve merhametlerindeki örneği bir vücudun örneği gibidir. Bir azası rahatsızlandığında tüm vücut uykusuzluk ve ateşle ona ortak olur."(Buhari-Müslim) buyurmuştur. "Kıyamet günü Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: Celalim için birbirlerini sevenler nerededir? Benim gölgemden başka gölge bulunmayan bu günde, ben onları gölgemde gölgeleyeceğim." (Muslim)
"Nefsim elinde olana yemin olsun ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olamazsınız." (Muslim Îmân, 94)
(Birbirinizi sevmenize sebeb olacak ameli söyliyeyim mi. Aranızda selamı yayın) hadisin diğer farklı varyantlarında bu ifadeler bulunmaktadır.
"Allah için birbirini seven ve O'nun için bir araya gelip ayrılan iki kişi" de Allah'ın, hiçbir gölgenin bulunmadığı günde kendi gölgesinde gölgelendireceği kimselerdendirler.(Buhari-Muslim)
Enes b. Malik (r.a)’den: Rasulullah (s.a.s) buyurduki: «Hiç biriniz kendisi için arzu ettiğini kardeşiniz içinde arzu etmedikçe iman etmiş olmaz.»(Buhari-Muslim)
Çağımızdan iki örnek verecek olursak bunlardan biri Afganistan diğeri Filistin’dir. Afganistan’ın Ruslar tarafından işgal edilmesinden sonra oradaki Müslüman cemaatler güçlerini birleştirerek bu düşmana karşı kıt imkânlarıyla savaş verdiler. Sonunda dünyanın iki süper gücünden biri olan Sovyetler Birliği yenilerek Afganistan’ı terk etmek zorunda kalmıştı. Filistin’e gelince, yarım yüzyılı aşkındır başta İngiltere’nin daha sonra da ABD’nin son model silahlarla donattığı İsrail işgal gücü bütün zulüm ve yıkımlarına rağmen Filistin Müslüman halkının mücadelesini durduramamış, onca gücüne karşın kıt imkânlara sahip Filistin mucahidlerine karşı aciz duruma düşmüştür. Daha geçenlerde sona eren 22 gün savaşında İsrail, ABD’nin en son ürettiği silahlarla mazlum Filistin halkı üzerine yüzbinlerce ton bomba yağdırarak Gazze’yi adeta harabeye çevirdi. Sivil katliamının yaşandığı saldırıda 1300’ü aşkın Filistinli şehid oldu, 5500’ü aşkın kişi de yaralandı. İsrail, bütün bu yıkıma rağmen HAMAS mucahidlerinin şanlı direnişini kıramamış, karadan şehre girememiş ve sonunda biçare tek taraflı ateşkes kararı almıştır.
Yine bir hadis-i şerifle konumuza devam edelim. Haris el Eş’ari (r.anh) rivayet ediyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Allah Teâla hazretleri, Yahya İbnu Zekeriya aleyhimâsselam'a, beş kelime söyleyip bunlarla amel etmesini ve onlarla amel etmelerini Beni İsrail'e de söylemesini emir buyurdu. Ancak O, bu hususta ağır aldı. İsa aleyhisselâm kendisine: "Allah sana beş kelime öğretip onlarla amel etmeni ve Beni İsrail'e de onlarla amel etmelerini emretmeni söyledi. Ya sen bunları onlara emredersin veya bunları onlara ben emredeceğim" dedi. Yahya aleyhisselam:
"Onları emretmede benden önce davranacak olursan yere batırılmam veya azab görmemden korkarım!" dedi ve halkı Beytu'l-Makdis'te topladı. Mescid ağzına kadar doldu. Mahfillere de oturdular. (Söz alıp): "Allah bana beş kelime gönderdi ve onlarla amel etmemi ve size de amel etmenizi emretmemi bana emretti:
-Bunlardan birincisi Allah'a ibadet etmeniz, ona hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah'a ortak koşanın misali şudur: Bir adam, kendi öz malından altın veya gümüş mukabilinde bir köle satın alır ve: "Bu benim evim, bu da işim. (Çalış kazandığını) bana öde!" der. Köle çalışır, fakat kazancını efendisinden başkasına öder. Kölenin böyle yapmasına hanginiz razı olur?
-Aynen bunun gibi, Allah da size namazı emretti. Namaz kılarken (sağa-sola) bakınmayın. Zira Allah yüzünü, namazda bulunan kulunun yüzüne karşı diker, o sağa sola bakmadığı müddetçe.
-Allah size orucu emretti. Bunun misali şu insanın misaline benzer; O bir grup içerisindedir. Beraberinde bir çıkın içinde misk var. Herkes onun kokusundan hoşlanmaktadır. Oruçlunun (ağzında hasıl olan) koku, Allah indinde miskin kokusundan daha hoştur.
-Allah size sadakayı emretti. Bunun misali de şu adamın misaline benzer: Düşmanlar onu esir edip ellerini boynuna bağlamışlar ve boynunu vurmaları için cellatlara teslim etmişlerdir. Adam: "Ben az veya çok (bütün malımı) vererek kendimi fidye mukabilinde kurtarmak istiyorum" der ve nefsini fidye ödeyerek kurtarır.
-Allah size, Allah'ı zikretmenizi de emretti. Bunun da misali, peşinden hızla düşmanın geldiği bir adamdır. Bu adam muhkem bir kaleye gelip, düşmandan kendini korur. Kul da böyledir. Şeytana karşı kendisini sadece zikrullah ile koruyabilir."
Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm (burada hikayeyi tamamlayarak) dedi ki:
"Ben de size beş şeyi emrediyorum: Allah onları bana emretti. Dinlemek, itaat etmek, cihâd, hicret ve cemaat. Zira, kim cemaatten bir karış ayrılırsa boynundaki İslam bağını çıkarıp atmıştır, geri dönen hariç. Kim de Cahiliye (ırkçılık) davası güderse o cehennem molozlarından biridir!"
Bir adam: "Ey Allah'ın Rasulu! O kimse namazını kılar, orucunu tutar idiyse(yine mi cehennemlik)?" diye sordu.
Aleyhissalatu vesselam: "Evet, namaz kılsa, oruç tutsa da! Ey Allah'ın kulları! Sizi müslümanlar, mü'minler diye tesmiye eden Allah'ın çağrısı ile çağırın!" buyurdular." (Tirmizi, Emsal 3,(2867) İbni Huzeyme(salat 244,2/64) İbni Hibban(298-99) Hakim(1/117,235) Ahmed(4/202) Abdurrazzak(11/339) İbni Abdilberr İstiab(1/290) İbni Nehhas Meşariu'l Eşvak(11) hasendir)
Cemaatte Emre İtaat Bilinci :
Cemaatte emre itaatin önemi çok büyüktür. Basit, öenmsiz görülen bir görevdeki itaatsizlik ve gevşeklik bile çok büyük günaha, vebale ve büyük kayıplara sebeb olabilir. Bunu İslam tarihinden misallendirecek olursak Kuranı Kerimden Talut kıssasından başlayabiliriz:
Bakara 249-Talut, ordusu ile birlikte sefere çıkınca askerlerine dedi ki; Allah sizi bir ırmak aracılığı ile sınavdan geçirecek. Kim bu ırmağın suyundan kana kana içerse benden değildir. Kim onun suyundan içmez de sadece bir avuç dolusu ile yetinirse o bendendir 250-Talut ve askerleri, Calut ve ordusu ile karşılaştıklarında; `Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirlere karşı bize zafer nasip eyle' dediler.
Bu ayetlerin Fi zilal’den alınan konumuzla ilgili tefsirlerinde şu açıklamalar bulunmaktadır:
Askerlerin az bir kısmı dışında çoğu bu ırmaktan su içtiler. Bir süre sonra Talut, yanında kalan müminlerle birlikte o ırmağı geçince, askerlerin bir kısmı "Bugün bizim Calut ve ordusu ile başa çıkacak gücümüz yok." dediler.
Fakat Allah'ın huzuruna çıkacaklarına kesinlikle inanmış olanlar "Allah'ın izni ile nice az sayılı topluluk, nice kalabalık topluluğu yenilgiye uğratmıştır."dediler. "Hiç kuşkusuz Allah, sabırlılarla beraberdir." -
…….Burada yüce Allah'ın bu kişiyi hükümdar seçmesinin hikmeti somut biçimde ortaya çıkıyor. O, adım adım savaşa doğru ilerliyor. Komutası altındaki ordu, tarihinde birçok kez bozgunu ve ezikliği tatmış mağlup bir milletten oluşmuş, bir süre sonra da galip bir milletin ordusu ile karşılaşacak.
O halde, ordusunun vicdanında gizli bir güç bulunmalıdır ki, onun sayesinde karşılaşacağı üstün ve güçlü ordu karşısında durabilsin. Bu gizli güç olsa olsa iradede bulunabilir.
Nefsin arzularını ve içgüdülerini denetim altına alan, mahrumiyetlere ve sıkıntılara dayanan, zaruretlerin ve ihtiyaçların üstesinden gelen, itaati elden bırakmayan, bunun getireceği yükümlülüklere katlanan ve böylece ardarda gelecek sınavları başarı ile aşan bir iradedir onun aradığı. O halde Allah tarafından seçilmiş olan komutan, ordusunun iradesini, direnme gücünü ve sabırlılık derecesini mutlaka denemeli, sınavdan geçirmelidir.
İlk önce, ordusunun isteklere ve arzulara karşı ne kadar dayanabildiğini, ikinci aşamada da yokluklara ve sıkıntılara karşı ne derece sabırlı olduğunu deneyecektir. Bu yüzden rivayetlerin verdikleri bilgiye göre Talut, askerlerinin susuz oldukları bir sırada bu denemeyi yapmayı uygun gördü.
Böylece kendisi ile birlikte kalıp sabredecek olanlar ile rahatını tercih edip geri dönecek olanları ayırt edebilecekti. Deneme sonunda ileri görüşlülüğü ortaya çıktı:
"Askerlerinin az bir kısmı hariç, çoğu bir ırmağın suyundan içtiler." --------- Kana kana içtiler. Oysa isteyenlere, ırmağın suyundan bir avuç dolusu olarak aşırı susuzluklarını gidermeleri ve böylece ordudan ayrılmak isteğinde olmadıklarını kanıtlamaları serbest bırakılmıştı. Ordunun çoğunluğu sırf nefislerinin isteklerine boyun eğerek söz dinlemedikleri için ondan ayrıldılar.
Ondan ayrıldılar, çünkü onun ve kendilerinin omuzlarına yüklenen görev için yeterli kimseler değillerdi. Onların düşmanla yüzyüze gelmenin eşiğinde olan ordudan ayrılmaları hayırlı ve tedbirliliğe uygun bir olaydı. Çünkü orduda zayıflık, moralsizlik ve bozgunculuk tohumu oluşturuyorlardı.
Orduların gücü, asker sayılarının kalabalıklığı ile değil, bu askerlerin kalplerinin dirençlilik derecesi ile, iradelerinin kesinliği ile, yolundan sapmaz ve sarsılmaz imanları ile ölçülür. Bu tecrübe sadece kalplerde gizli olan niyetlerin yeterli olmadığını, savaşa girmeden önce ordunun pratik bir sınavdan geçirilerek, bu yolda kaçınılmaz gerçekleri daha baştan ortaya çıkarıp tavrını ona göre belirleme gereğini ispatladı. Bunun yanısıra bu tecrübe, Allah tarafından seçilen komutanın cevherinin de dayanıklı olduğunu, çünkü ilk tecrübe sırasında ordusunun dökülüşü yüzünden sarsılmayarak yoluna devam ettiğini kanıtladı. (Fi zilal il Kur'an tefsiri)
****Aynı mesele hakkındaRasulullahın askerlerinden misal verecek olursak, Uhud savaşında Tepedeki okçulara değinmeden geçemeyiz.
Okçuların başlarındaki Abdullah b. Cubeyr komutanlarının ısrarına rağmen dinlemeyip kendi şahsi kanaatlerine zan ve ihtirasta kamçı vurunca görev yerlerini terk etmiş ve bu sorumsuzluğun vehametini savaşın yenik tamamlanmasının yanında pek çok şehid ve yaralılarla tamamlanmasına sebeb olmuştu.
Cemaatte Kardeşliğin Önemine Dair :
Cemaatte kardeşliğin yardımlaşmanın öneminden bahsedeceksek bu işe evvela ensar muhacir kardeşliğinden başlamamız gerekecektir.
Rasulullah tarafından birbirine kardeş ilan edilen Sâ’d bin Rabi (r. anh), Abdurrahman bin Avf’a (r.anh) "Ben mal cihetiyle Medineli Müslümanların en zenginiyim, malımın yarısını sana ayırdım, evimin odalarını ikiye böldüm, istersen hanımlarımdan birini boşayayım onu sana nikahlayayım " demişti Büyük Sahabi, cennetle müjdelenen 10 kişiden biri olan Abdurrahman bin Avf’ın (ra) verdiği cevap yapılan teklif kadar ibretlidir "Allah sana malını hayırlı kılsın. Benim onlara ihtiyacım yok. Bana yapacağın en büyük iyilik, içinde alış-veriş yaptığınız çarşının yolunu göstermendir" buyurmuştur.
Diğer bir hadis te: Ebu Hurayra (r.anh) diyor ki:
"Bir adam Rasulullaha geldi ve ona "Ey Allanın Rasulu, ben açlıktan bittim." dedi.
Rasulullah, hanımlarına bir adam gönderdi. Adam onlarda hiçbir yiyecek bulamadı. Bunun üzerine
"Bu adamı bu gece misafir edecek kimse yok mu? Allah ona rahmetini versin." buyurdu.
Bunun üzerine Ensar'dan bir kışı ayağa kalktı ve "Ben misafir ederim ya Rasulallah." dedi ve adamı alıp evine götürdü. Hanımına "Bu, Resulullahın misafiridir, bundan hiçbir şey esirgeme." dedi.
Hanımı: "Vallahi evde çocukların yiyeceğinden başka bir şey yoktur." dedi.
Adam: "Çocuklar akşam yemeğini istediklerinde onlan uyut gel, lambayı söndür. Bu gece karnımızı dürelim." dedi.
Hanımı bunları yaptı. Sonra ev sahibi hakkında sabahleyin Rasulullah şöyle buyurdu: "Allah falan adama ve falan kadına hayret etti. (Onları takdir etti). "İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu. "Daha önce Medine’yi yurt edinmiş ve imanı kalplerinde yerleştirmiş olanlara gelince, onlar, kendi yurtlarına hicret eden din kardeşlerini severler, onlara verilen şeyden dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler, kim nefsinin ihtiraslarından korunur ise, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendisidir" (Haşr-9) (Buhârî, Tefsîmi-Kur'ân, Haşr, 59/6; Muslim, Eşribe, 172-173; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Haşr, 59/3, hadis no: 3304; Taberî, age, XXVIII,29)
Sözümü İmam Malik'in şu sözüyle sonlandırıyorum: “Cemaatta hoşunuza gitmeyen şeyler, ayrılıkta hoşunuza giden şeylerden daha hayırlıdır.”
Kendi sözlerimle ifade etmem gerekirse, Birlik Olmak;
Kendi cüsselerinden büyük, ortak hedefleri olan zayıf bireylerin, sahip oldukları küçük imkan ve gücü birleştirerek, ortak hedefe doğru birlikte yürümesidir. Birden çok kişiyle, birlikte çalışılarak tek bir hedefe doğru yol alınır ve inşallah nihayetinde kazanılan zafer, o çalışan bireylerin her birine tek tek ait bir zaferdir.
*Karınca ve arıların birlikte çalışarak, kendi cüsselerinden büyük işler başarması buna bir örnektir.