Belki bunu okuyup alınan, iddialarımın aksini yaşadığını veya şahit olduğunu söyleyen kişiler olacaktır. Olsun. Bunlar benim fikirlerim ve açıklamak, belki okuyan bir anne adayına farklı bir pencereden bakma imkanı sağlamak, bana ferahlık veriyor.
Doğum öncesinden başlayalım. Günümüz dünyasında kadınların en çok istihdam edildikleri alanlar masa başı, beyaz yakalı denilen pozisyonlar. Bu pozisyonlar genelde üssünün keyfiyetine uygun fikir üretme ve icraat gerektirir. Hem patronu memnun etmek hem de deadline denilen süre içinde görevi tamamlamak strese sebep olur. Patronsanız işiniz daha zor, stres kaçınılmazdır. Çok sorumluluk yüklenmemiş varlığı ile yokluğu bir olan bir çalışansanız bile ofis içi rekabet sizi strese sokacaktır. Stres prolaktin hormonunu tetikler ve bu gebe kalmayı engeller. Elhamdulillah islam kadına stresten uzak kalabileceği bir konum vermiştir. Günümüzde suni desteksiz gebe kalma oranları yerlerdedir.
Bir şekilde destekli veya desteksiz gebe kaldıysanız tebrikler, Allah imanlı analı babalı büyütsün. Gebelik/doğum izni toplam 16hafta. Doğumdan önce 8 sonra 8 olarak düşünülmüş. Çoğu anne adayı 2aylık bebeğini birilerine emanet etmemek için doğumdan önce kullanabileceği izni, sonrasına saklar. Bu da bin bir külfetli hamilelik döneminin en külfetli son dönemlerine deyin çalışmak anlamına gelir. Ne yazık ki stres burada da anne ve bebeğin sağlığına muhalefet eder. Strese bağlı pek çok komplikasyon meydana gelebilir.
Doğum gerçekleşti, ne mutlu. Şimdi bebekle biraz vakit geçirme zamanı, süt geldi mi, uykusunu öğrendi mi derken geçti iki ay. Anne şanslıysa yarım gün olarak işe döndü. Bebek ne kadar küçükse anne yoksunluğu o kadar yoğun etki eder. Hatta ABD’de yapılan iğrenç bir deneye göre insanlarla ilişki kurmadan beslenen altı değiştirilen yani şefkat hariç ihtiyaçları giderilen bebeklerin bir kaç hafta içinde öldükleri gözlemlenmiş. Suç işleyen kimselerin de büyük oranda çocukluğunda anneden uzak kalmış oldukları gözlemlenmiş. İlk aylarda bir kaç gün annesinden uzak kalan çocukların daha tepkisiz, hayata dair hevesleri azalmış oldukları görülür. Anne geri döndüğünde önce anneyi tanımamazlıktan gelir, eğer anne bir daha terketmezse sorunsuz atlatılabilir durum. Ama uzun vadede (haftaiçi her gün yarım gün) annesini daha az gören bebeğe ne olur? Buna dair bir çalışma okumadım ama normal bir birey olabileceğini düşünmek bana çokça ihtimale dayalı bir umut geliyor.
ilk aylar (en fazla 16hafta yani 4ay) sonrasında bebek anne sıcaklığından günlük olarak daha uzun süre mahrum kalıyor. Bakıcının eline teslim ediliyor. Daha agu demeden annesini sadece akşamları görmeye başlıyor. Bebek bakıcıyı anne biliyor, bir de bakıcıyla anlaşamayıp değiştirdiniz mi, alın size ikinci terk ediliş. Bu çocuk daha kime güvensin? Nasıl kendini huzurlu hissetsin? Kendinde nasıl suç aramasın? Nasıl sadece kendi olmakla sevilebileceğine inansın? Nasıl kendinin en iyisine layık olduğuna inansın? İnandıramazsın, o tren. Yeterince emzirilmemiş bebekler çoğu zaman oral fazda takılı kalır. Bu çoğu kişide ilerde yeme bozukluklarına (obezite) sigara ime alışkanlığına ve daha saymak istemediğim başka kötü alışkanlıklara sebep olur.
Bundan öncesi bilimsel verilere dayanır. Bundan sonrasında kendi izlenimlerime yer vereceğim. Ama zaten yukarıda çalışan anne olmamayı gerektirecek yeterince faktörden bahsettiğimi düşünüyorum.
Güven problemi; bir bebek anne şefkatinden düzenli olarak mahrum kaldığında, annesi her işe gittiğinde terkedilmiş hissedebilir. Akşam geri dönecek mi? Kim bilebilir? İleriki yaşlarda annenin yarattığı bu güvensizlik bireyde sabit ilişki kuramamaya (bağlanamama) sebep olabilir. Bu sadece kadın erkek ilişkisi olarak düşünülmesin. Hayata dair bir güvensizlik. En kötüsü dine dair güvensizliğe yol açabilir. Ben çapımızda ateizmin bu kadar yaygın olmasındaki en önemli etkenin çalışan anneler olduğunu düşünüyorum.
Bu kişiler hayat boyu bir aidiyet hissi yoksunluğuna mahkum edilmiştir. Annede bulamadıkları sahiplenme hissini başka yerlerde ararlar -ama yine de arayışlarının sonuçsuz kalacağı önyargısına sahiptirler çoğunlukla, çünkü kişiliklerine kodlanmış güvensizlik-. Aşırı sağ grupların üyelerinin de çoğunlukla anne şefkatinden mahrum bırakılmış kişiler olduğunu okumuştum. Evde “sadece kendi olduğu için” sevilebileceğine inanmayan kişiler kendilerine en ufak aidiyet hissi tattıranlara körü körüne bağlanabilir. Amerikadaki çeteler de buna iyi bir örnektir. Aradıkları aileyi buralarda bulur insanlar. Ülkemizde de tarikatlar örnek verilebilir, pek çok kişi cemaatini ailesinin önüne koyar, orayı evi bilir.
Ayrıca yine sırf kendisi olduğunda sevilebileceğini düşünmeyen kişi, sevilebilmek için neler yapmaz? Kendisini bir topluluğa ait hissetmek için gay olabilir mi acaba? Bence olabilir, lgbtlilerin anneden yoksunluk oranları incelendiğinde bence bu görülecektir. Gay olmasa da, hayatın farklı alanlarında kabul edilebilmek için daha çok çaba göstereceğini düşünüyorum. Kraldan çok kralcı parti teşkilatları mesela? Veya orduyu baba ocağı gören askerler?
Bunun haricinde kişinin en iyisine layık olmadığına inanması da anne yoksunluğuna bağlanabilir. Örneğin şiddet gören bir kadının hayatı boyunca buna katlanması, kendini buna kayık görmesinden ötürü olabilir. Ve hatta “kocaya kaçan kızlar” buna mükemmel birer örnektir bence. Sevdiği kişinin onu, toplumun onca şatafatlı geleneklerini uygulayarak isteyebileceğine inanmaz. “Ben buna değmem, uğraşmaz benim için, kim benim için bu kadar zahmete katlanır ki” diye düşünür ve kaçar. Kaçtığı yerde de, zaten değersiz olduğunu düşünen kızın bu düşünceleri her gün onaylanır. “Zaten kaçtı, ailesi arkasında durmaz” diye düşünülüp kıza çöp muamelesi yapılabilir. Damadın katlanmayacağı düşünülen zahmetler ise maddi külfetler değildir benim nazarımda. Parasız pulsuz bir genç bile bir kızı istediğinde kızın ailesini ikna edebilir, eğer isterse. İyi günde kötü günde kızlarını el üstünde tutacağına inandırmalıdır aileyi. Ama kaçan kız erkeğin inandırmaya upraşacağını düşünmez çünkü zor bir iştir, belki yıllar alabilir.
Kısacası bebek, bebekliğine, normal hayatına devam ederken, sebepsiz cezalandırıldığını düşünürse hayatın normal akışında, ekstra bir çaba harcamadan sevilebileceğini anlamaz. Öğrenmemiştir çünkü bunu. O yüzden bebeklere sürekli “alkışş” “aferin” “seni seviyorum” denmeli, sevildiği hissettirilmeli. Daha uzun uzun konuşulabilir bu konu hakkında ama şimdilik ne demek istediğimi anlatabildiğimi düşünüyorum.
Doğum öncesinden başlayalım. Günümüz dünyasında kadınların en çok istihdam edildikleri alanlar masa başı, beyaz yakalı denilen pozisyonlar. Bu pozisyonlar genelde üssünün keyfiyetine uygun fikir üretme ve icraat gerektirir. Hem patronu memnun etmek hem de deadline denilen süre içinde görevi tamamlamak strese sebep olur. Patronsanız işiniz daha zor, stres kaçınılmazdır. Çok sorumluluk yüklenmemiş varlığı ile yokluğu bir olan bir çalışansanız bile ofis içi rekabet sizi strese sokacaktır. Stres prolaktin hormonunu tetikler ve bu gebe kalmayı engeller. Elhamdulillah islam kadına stresten uzak kalabileceği bir konum vermiştir. Günümüzde suni desteksiz gebe kalma oranları yerlerdedir.
Bir şekilde destekli veya desteksiz gebe kaldıysanız tebrikler, Allah imanlı analı babalı büyütsün. Gebelik/doğum izni toplam 16hafta. Doğumdan önce 8 sonra 8 olarak düşünülmüş. Çoğu anne adayı 2aylık bebeğini birilerine emanet etmemek için doğumdan önce kullanabileceği izni, sonrasına saklar. Bu da bin bir külfetli hamilelik döneminin en külfetli son dönemlerine deyin çalışmak anlamına gelir. Ne yazık ki stres burada da anne ve bebeğin sağlığına muhalefet eder. Strese bağlı pek çok komplikasyon meydana gelebilir.
Doğum gerçekleşti, ne mutlu. Şimdi bebekle biraz vakit geçirme zamanı, süt geldi mi, uykusunu öğrendi mi derken geçti iki ay. Anne şanslıysa yarım gün olarak işe döndü. Bebek ne kadar küçükse anne yoksunluğu o kadar yoğun etki eder. Hatta ABD’de yapılan iğrenç bir deneye göre insanlarla ilişki kurmadan beslenen altı değiştirilen yani şefkat hariç ihtiyaçları giderilen bebeklerin bir kaç hafta içinde öldükleri gözlemlenmiş. Suç işleyen kimselerin de büyük oranda çocukluğunda anneden uzak kalmış oldukları gözlemlenmiş. İlk aylarda bir kaç gün annesinden uzak kalan çocukların daha tepkisiz, hayata dair hevesleri azalmış oldukları görülür. Anne geri döndüğünde önce anneyi tanımamazlıktan gelir, eğer anne bir daha terketmezse sorunsuz atlatılabilir durum. Ama uzun vadede (haftaiçi her gün yarım gün) annesini daha az gören bebeğe ne olur? Buna dair bir çalışma okumadım ama normal bir birey olabileceğini düşünmek bana çokça ihtimale dayalı bir umut geliyor.
ilk aylar (en fazla 16hafta yani 4ay) sonrasında bebek anne sıcaklığından günlük olarak daha uzun süre mahrum kalıyor. Bakıcının eline teslim ediliyor. Daha agu demeden annesini sadece akşamları görmeye başlıyor. Bebek bakıcıyı anne biliyor, bir de bakıcıyla anlaşamayıp değiştirdiniz mi, alın size ikinci terk ediliş. Bu çocuk daha kime güvensin? Nasıl kendini huzurlu hissetsin? Kendinde nasıl suç aramasın? Nasıl sadece kendi olmakla sevilebileceğine inansın? Nasıl kendinin en iyisine layık olduğuna inansın? İnandıramazsın, o tren. Yeterince emzirilmemiş bebekler çoğu zaman oral fazda takılı kalır. Bu çoğu kişide ilerde yeme bozukluklarına (obezite) sigara ime alışkanlığına ve daha saymak istemediğim başka kötü alışkanlıklara sebep olur.
Bundan öncesi bilimsel verilere dayanır. Bundan sonrasında kendi izlenimlerime yer vereceğim. Ama zaten yukarıda çalışan anne olmamayı gerektirecek yeterince faktörden bahsettiğimi düşünüyorum.
Güven problemi; bir bebek anne şefkatinden düzenli olarak mahrum kaldığında, annesi her işe gittiğinde terkedilmiş hissedebilir. Akşam geri dönecek mi? Kim bilebilir? İleriki yaşlarda annenin yarattığı bu güvensizlik bireyde sabit ilişki kuramamaya (bağlanamama) sebep olabilir. Bu sadece kadın erkek ilişkisi olarak düşünülmesin. Hayata dair bir güvensizlik. En kötüsü dine dair güvensizliğe yol açabilir. Ben çapımızda ateizmin bu kadar yaygın olmasındaki en önemli etkenin çalışan anneler olduğunu düşünüyorum.
Bu kişiler hayat boyu bir aidiyet hissi yoksunluğuna mahkum edilmiştir. Annede bulamadıkları sahiplenme hissini başka yerlerde ararlar -ama yine de arayışlarının sonuçsuz kalacağı önyargısına sahiptirler çoğunlukla, çünkü kişiliklerine kodlanmış güvensizlik-. Aşırı sağ grupların üyelerinin de çoğunlukla anne şefkatinden mahrum bırakılmış kişiler olduğunu okumuştum. Evde “sadece kendi olduğu için” sevilebileceğine inanmayan kişiler kendilerine en ufak aidiyet hissi tattıranlara körü körüne bağlanabilir. Amerikadaki çeteler de buna iyi bir örnektir. Aradıkları aileyi buralarda bulur insanlar. Ülkemizde de tarikatlar örnek verilebilir, pek çok kişi cemaatini ailesinin önüne koyar, orayı evi bilir.
Ayrıca yine sırf kendisi olduğunda sevilebileceğini düşünmeyen kişi, sevilebilmek için neler yapmaz? Kendisini bir topluluğa ait hissetmek için gay olabilir mi acaba? Bence olabilir, lgbtlilerin anneden yoksunluk oranları incelendiğinde bence bu görülecektir. Gay olmasa da, hayatın farklı alanlarında kabul edilebilmek için daha çok çaba göstereceğini düşünüyorum. Kraldan çok kralcı parti teşkilatları mesela? Veya orduyu baba ocağı gören askerler?
Bunun haricinde kişinin en iyisine layık olmadığına inanması da anne yoksunluğuna bağlanabilir. Örneğin şiddet gören bir kadının hayatı boyunca buna katlanması, kendini buna kayık görmesinden ötürü olabilir. Ve hatta “kocaya kaçan kızlar” buna mükemmel birer örnektir bence. Sevdiği kişinin onu, toplumun onca şatafatlı geleneklerini uygulayarak isteyebileceğine inanmaz. “Ben buna değmem, uğraşmaz benim için, kim benim için bu kadar zahmete katlanır ki” diye düşünür ve kaçar. Kaçtığı yerde de, zaten değersiz olduğunu düşünen kızın bu düşünceleri her gün onaylanır. “Zaten kaçtı, ailesi arkasında durmaz” diye düşünülüp kıza çöp muamelesi yapılabilir. Damadın katlanmayacağı düşünülen zahmetler ise maddi külfetler değildir benim nazarımda. Parasız pulsuz bir genç bile bir kızı istediğinde kızın ailesini ikna edebilir, eğer isterse. İyi günde kötü günde kızlarını el üstünde tutacağına inandırmalıdır aileyi. Ama kaçan kız erkeğin inandırmaya upraşacağını düşünmez çünkü zor bir iştir, belki yıllar alabilir.
Kısacası bebek, bebekliğine, normal hayatına devam ederken, sebepsiz cezalandırıldığını düşünürse hayatın normal akışında, ekstra bir çaba harcamadan sevilebileceğini anlamaz. Öğrenmemiştir çünkü bunu. O yüzden bebeklere sürekli “alkışş” “aferin” “seni seviyorum” denmeli, sevildiği hissettirilmeli. Daha uzun uzun konuşulabilir bu konu hakkında ama şimdilik ne demek istediğimi anlatabildiğimi düşünüyorum.