Cemaat Ile Yapılan Tesbihatın Hükmü...

S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hasna kardeş verdiğin delilin toplu tesbihle alakası yoktur,hiçbir fakih bunu bu şekilde fıkhetmemiştir,ayrıca 4 mezheb imammıda dahil namazlardan sonra toplu şekilde tesbih yapılacağına dair fetva vermemişlerdir,zaten bu muasır bir bidat konumundadır ve islam ülkelerinde bilinmemektedir,ülkemizde yaygın bir bidattir.
 
deli Çevrimdışı

deli

İslam-tr Mudâvimi
Site Emektarı
evet delil yokmuş. bu durumda aleni hadisin bulunması hasebiyle o hadise riayet edilmesi daha mantıklı. hadisin bulunduğu bir konuda kaynaksız savunma ve fetvaların ne derece mantıklı olabileceğini sizlerde bir düşünün. Allah muhafaza Allah rasulünün demediği bir şey olması hasebiyle onla yarışmak gibi olabilir. birşeyi savunacaksak Allah rızası için biraz tefekkür ettikten sonra savunalım. maksadımızda inatlaşmaya dönmesin inşaallah. bildiklerimizi paylaşıp bilmediklerimizi öğrenme maksadıyla bu sitelerde bulunursak bizler için daha hayırlı olacaktır.
 
deli Çevrimdışı

deli

İslam-tr Mudâvimi
Site Emektarı
verilen hadislerin toplu tesbihatı kastettiği konusunda açık delil yokki. verile hadisler farklı konulara ait ve yorum fark kullanılarak bu konuya atfedilmiş. verilen hadislerin hangi olayları kapsadığını araştırmanızı tavsiye ederim. bunun dışında daha geçerli ve kesin ifadeler bulunan ayet yada hadis bula bilirseniz bizlerede işittik ve itaat ettik demek düşer. ilk amel edecek olan ben olurum. ama ozamana kadar benim bulduğum daha hayırlı gibi geliyor. sizleride davet ederim.
 
H Çevrimdışı

Hanne-sevde

Üye
İslam-TR Üyesi
selefi ' Alıntı:
Hasna kardeş verdiğin delilin toplu tesbihle alakası yoktur,hiçbir fakih bunu bu şekilde fıkhetmemiştir,ayrıca 4 mezheb imammıda dahil namazlardan sonra toplu şekilde tesbih yapılacağına dair fetva vermemişlerdir,zaten bu muasır bir bidat konumundadır ve islam ülkelerinde bilinmemektedir,ülkemizde yaygın bir bidattir.
:helalsana
--------------
deli ' Alıntı:
verilen hadislerin toplu tesbihatı kastettiği konusunda açık delil yokki. verile hadisler farklı konulara ait ve yorum fark kullanılarak bu konuya atfedilmiş. verilen hadislerin hangi olayları kapsadığını araştırmanızı tavsiye ederim. bunun dışında daha geçerli ve kesin ifadeler bulunan ayet yada hadis bula bilirseniz bizlerede işittik ve itaat ettik demek düşer. ilk amel edecek olan ben olurum. ama ozamana kadar benim bulduğum daha hayırlı gibi geliyor. sizleride davet ederim.
:helalsana
----------------
toplu tesbihatın olduğunua dair tekbir tane delil getiremezsin kardeş....Allah Rasulünden yüzyıllar sonra ortaya çıkarılmış bid'atlerdir.....kendin tek başına çekersin ne yaparsan yap ama cemaat oturup ancak ilim öğrenmelidir,zikir değil.... :yikilioo
 
H Çevrimdışı

hasna

Üye
İslam-TR Üyesi
Cemaatin imam ile tesbih çekmesi ve dua etmesi bid’at değil, müstehaptır. (Nimet-i İslam)

(Bir cemaat topluca dua eder, bir kısmı da âmin derse, Allahü teâlâ o duayı kabul eder.) [Hakim]

(İmam duada, cemaati hariç tutmasın. Hariç tutarsa onlara hıyanet etmiş olur.) [Beyheki]

(İmam âmin dediği zaman siz de âmin deyin. Çünkü birinin âmin demesi meleklerin âmin demesine tesadüf ederse onun geçmiş günahları mağfiret olunur.) [Buhari]

şimdi tesbihatta oturup zaten bir imam eşliğinde dua ve tesbih ediyosun, bir tek salavatları ve esmaül hüsnayı beraber söylüyorsun ki bunu camideki imamla da namazlardan sonra yaptığımız oluyor (salavat okumak) ki selefi şimdi buna da bidat der_? deli de ona katılır?? ..bunun neresi bidattir kardeşşler bu insanların unutup tesbih çekmemesi ki__kütüb-u sitte hadis no:1868 ... Resulullah (sav) sözlerine şöyle bir soru ile devam etti: "Hanginiz bir günde, gece ve gündüz iki bin beş yüz günah işler?" "Bunları niye söylemiyelim ey Allah'ın Resulü?" dediler. Şu cevabı verdi: "Şeytan, namazda iken her birinize gelir: "Şunu şunu hatırla" der, ve namazdan çıkıncaya kadar devam eder. (Bu hatırlatmaların neticesi olarak) kişi bu tesbihatı terk bile eder. Kişi yatağına girince de şeytan ona gelir, (zikir yapmasına imkan vermeden) uyutmaya çalışır ve uyutur da." ,, rahmeti ve berekti bol olduğu ve kolaylık olsun diye toplu halde yapılmıştır..evet peygamber efendimiz zamanında tarikat da yoktu ama sonra ihtiyaca binaen ortaya çıktı..ki bu tür meseleler müçtehidler tarafından ayet ve hadislere bakılıp onlara ters düşmeyen mantık ölçüsünde bu kararları almışlardır..tabi işin bi de tarikat ve tasavvufa dayanan boyutu var ama ordakilere hiç girmiyorum lütfen bir idda da bulunurken genelleme yapmayın ve siz de kanıt gösterin, bidattir demek yetmiyor..

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah'ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. AIIahu Teâlayı zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini "Aradığınıza gelin!" diye çağırırlar. (Hepsi gelip) onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semasına kadar arayı doldururlar.

Allah, -onları en iyi bilen olduğu halde- meleklere sorar: "Kullarım ne diyorlar?" "Seni tesbih ediyorlar, sana tekbir okuyorlar, sana tahmid okuyorlar. Sana tazim (temcid) ediyorlar" derler.

Rabb Teâla sormaya devam eder: "Onlar beni gördüler mi?" "Hayır!" derler. "Ya görselerdi ne yaparlardı?" "Eğer seni görselerdi ibâdette çok daha ileri giderler; çok daha fazla ta'zim, çok daha fazla tesbihde bulunurlardı" derler. Allah tekrar sorar: "Onlar ne istiyorlar?" "Senden, derler, cennet istiyorlar." "Cenneti gördüler mi?" der. "Hayır ey Rabbimiz!" derler. "Ya görselerdi ne yaparlardı?" der. "Eğer görselerdi, derler, cennet için daha çok hırs gösterirler, onu daha ısrarla isterler, ona daha çok rağbet gösterirlerdi." Allah Teâla sormaya devam eder: "Neden istiâze ediyorlar?" "Cehennemden istiâze ediyorlar" derler. "Onu gördüler mi ?" der. "Hàyır Rabbimiz, görmediler!" derler. "Ya görselerdi ne yaparlardı?" der. "Eğer cehennemi görselerdi ondan daha şiddetli kaçarlar, daha şiddetli korkarlardı" derler. Bunun üzerini Rabb Teâla şunu söyler: "Sizi şâhid kılıyorum, onları affettim!"

Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözüne devamla şunu anlattı: "Onlardan bir melek der ki: "Bunların arasında falanca günahkar kul dahi var. Bu onlardan değil. O başka bir maksadla uğramıştı, oturuverdi." Allah Teâla.. "Onu da affettim, onlar öyle bir cemaat ki onlarla oturanlar da onlar sayesinde bedbaht olmazlar" buyurur."

Ebü Müslim eI-Eğarr (rahimehullah) diyor ki: "Ben şehâdet ederim ki Ebü Hüreyre ve Ebü Said (radıyallâhu anhümâ) Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)'in şöyle söylediğine şehâdet ettiler: "Bir cemaat oturup Allah'ı zikrederse, mutlaka melekler etraflarını sarar, AIlah'ın rahmeti onları bürür, üstlerine sekine iner ve Allah onları yanında bulunan (büyük melek)lere anar." ...

hanne kardeş biz ilim mi daha gerekli zikir mi demiyoruz zaten muhakkak ki ilim cemaati olmak da övülmüştür ama zaten o da bir zikirdir, tefekkürdür ve namaz sonrası tesbihat yapmak dua etmek çok farklı bir mevzudur ..
 
H Çevrimdışı

hasna

Üye
İslam-TR Üyesi
hasna ' Alıntı:
Namaz tesbihatını tek başına yapmak mümkün olduğu gibi, cemaat halinde îfa etmek de mümkündür.


Hz. Muâviye’nin rivâyetine göre, birgün Peygamberimiz (a.s.m.) SAhabîlerden bir kısmının bir halka teşkil ederek oturduklarını gördü. Yanlarına vardı ve sordu:

“Ne maksatla bir araya gelip burada oturdunuz?”

Onlar, “Bize İslâm gibi bir din bahşeden ve bu yolla bizi imtihana tâbi tutan Allah’ı zikretmek ve ona hamdetmek için oturduk” dediler.

Peygamberimiz bir defa daha sorup, onlardan yeminli bir cevap aldıktan sonra şöyle buyurdu:

“Sizi suçlamak için yemin ettirdiğimi sanmayın. Lâkin şu var ki; bana Cibril geldi, Aziz ve Celîl olan Allah’ın meleklerine karşı sizinle iftihar ettiğini haber verdi.”6
Görüldüğü gibi, Peygamber Efendimiz, namazdan sonra olmasa da, herhangi bir vesileyle bir araya gelip zikir ve tesbihle meşgul olan mü’minleri bile medhetmiştir.
Her ne kadar namaz tesbihatı Peygamberimizin (a.s.m.) zamanında cemaat halinde toplu olarak yapılmamış olsa dahi, daha sonraki müçtehid imamlar zamanından itibaren her namaz kılanın rahatlıkla yapabilmesi ve zikrin sevabından mahrum kalmaması için cemaat halinde yapılmasının daha faydalı olacağı esas olarak benimsenmiştir.

6. Müslim, Zikir: 40.7
cemaat oluşturularak yapılan tesbihat hakkında kaynak olmasına ilşkin yazının bu kısmının da gözardı edilerek yorum yapılmasını anlayamadım tatmin etmediyse orası ayrı ki bu bi hadis ama bu konuda kesin hükümlere varıp genelleme yapmak doğru değil bence ..
 
deli Çevrimdışı

deli

İslam-tr Mudâvimi
Site Emektarı
hasna kardeşimiz bize buğuz etmeye başlamış galiba. yanlış amelim olduğu uyarısı kafirden gelse dikkate alır ve araştırırım. birincisi bu konuyu ben açtım. doru düşündüğümü kaynağıyla beraber yazdım. selefi hocam da destekledi. ikincisi senin yazdığının konuyla alakalaı olmayan hadislerden ifade edildiğini selefi hocam gördü. yorumundan sonra ben tekrar okudum ve doğru söylediği kanaatine vardım. şuan yazdıklarınızda dahil toplu tesbihate ait açık bir delil bulunmamakta ve çeşitli konular içerisinde yorumlanabilecek olaylar nakledilmekte. siz zikri kalkıp yalnızca tesbihat olarak algılatıp öylede yorumlarsanız yanılırsınız. yine Allahın emirleri yap et şeklinde bireysel seslenişlerle olmaz. Allah insanlara seslendiği için yapın, edin şeklinde çoğul ifadeler kullanır. bu ifadeler yine yalnızca beraber yapın anlmınıda taşımaz. çoğul insanın bireysel olarak yapılailirliği olan ibadetleride vurgular. hal böyleyken tesbihat olayına delil getireceksek bu olayada dikkat etmek gerekir. dediklerinizde toplu tesbihatla alakalı açık bir örnek göremiyorum. daha öncede dediğim gibi öyle bir örnek görürsem direk amel ederim. bu konularda gocunmam.
 
S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Cemaatin imam ile tesbih çekmesi ve dua etmesi bid’at değil, müstehaptır. (Nimet-i İslam)

(Bir cemaat topluca dua eder, bir kısmı da âmin derse, Allahü teâlâ o duayı kabul eder.) [Hakim]

(İmam duada, cemaati hariç tutmasın. Hariç tutarsa onlara hıyanet etmiş olur.) [Beyheki]

(İmam âmin dediği zaman siz de âmin deyin. Çünkü birinin âmin demesi meleklerin âmin demesine tesadüf ederse onun geçmiş günahları mağfiret olunur.) [Buhari]

Hasna kardeşim delil aldığı kaynakların incelenmesi:
Nimeti islam Mehmed Zihni Efendi'nin yazdığı bir kitaptır,içinde bir çok hurafe bulunmaktadır,zaten kaynak eser olma niteliğinde alimler tarafından görülmemiş,kayda alınmamış bir kitaptır.
Bir cemaat topluca dua eder, bir kısmı da âmin derse, Allahü teâlâ o duayı kabul eder.
Bu hadis senet yönünden tenkid edilmiş bir hadistir .Sahih olduğunu kabul etsek bile bu hadis dua ile alakalıdır,namazdan sonraki tesbihatla alakası yoktur,bunu delil getirmek abesle iştigaldir.

İmam duada, cemaati hariç tutmasın. Hariç tutarsa onlara hıyanet etmiş olur
Bu rivayette,hadisi aldığı beyhakinin şerhinede bakarsa,imam ın cemaatede dua etmesini kastetmektedir,bu rivayette konu ile alakalı delil olma niteliğinde değildir.

İmam âmin dediği zaman siz de âmin deyin. Çünkü birinin âmin demesi meleklerin âmin demesine tesadüf ederse onun geçmiş günahları mağfiret olunur

Bu hadis in sahihliği kesin olup hadisin ziyadeli rivayetlerinide incelediğinizde göreceksinizki bu rivayet fatihadan sonra sesli bir şekilde amin demeye delildir,mevzusunu yapmış olduğunuz bidatları savunmak yerine bu sünnetleri ihya etmenizi tavsiye ederim,fatihadan sonra sesli amin demeye delil oldukça fazladır,bu konuda delilleri isterseniz ayrı bir konu açabilirim.
Allahın kitabından ve Rasulunun sünnetinden hüküm çıkarırken Allahtan korkmalı,delilleri cem etmeli Taassubtan uzak fetvalar vermeliyiz,fetvaları aktarırkende ehli sünnetin cumhurunun yolundan ayrılmamış fetvaları aktarmalıyız,selam hidayete tabi olanlara...
 
H Çevrimdışı

hasna

Üye
İslam-TR Üyesi
selefi kardeş şu var ki toplu tesbihat hükmüne varmak için zikir ayet ve hadislerinin yanında dua ve cemaatle lgil olanlara da bakmak gerekir..Müçtehidlerdee böyle yapmışlardır zaten tesbihatta geçen zikirlerin bir çoğu zaten sünnettir yani peygamber efendimizin dualarıdır ..bunu 3-5 insan bir araya gelip yapıyorsa burda bakmak gereken cemaatle olup olmaması meselesidir . bu konuda da ayet ve hadisler ve ileri gelen islam alimlerinin görüşleri oldukça yeterli kanıt sunmaktadır .ben bunlardan birkaçını sunabildim şu anda..araştırın göreceksiniz..benim bildiğim şafilerde ve hanefilerde farklı da olsa bu tesbihatlar vardir yapılmaktadır ben zaten senin görüşüne göre bir çok şeyin bidat olduğunu önceden beri biliyorum vehhabilkte bu yaygındır ama bize göre de doğru olan budur ..

ve deli kardeşim hakkınız helal edin benim görüşüme göre hakkınızda sui zan olacak ifadelerde bulundum inanışlar her ne kadar bana ters de olsa bu şekilde beyan etmemem gerekrdi estağfurullah buğz etmekten çok doğruları konuşmayı yani irşadı yeğlerim ayrıca Allah katında resulullah yanında kim ne yeri var onu Allah bilir tahşidat yapmak bize düşmez..ES-SELAMU ALEYKUM VE RAHMETULLAH VE BERAKATUHU
 
deli Çevrimdışı

deli

İslam-tr Mudâvimi
Site Emektarı
allah razı olsun hasna kardeşim. maksadımız kavga dövüş değil, düşüncelerimizi insanlara kabullendirmek hiç değil. yinede site katılımcıları daha sahih bir delil getirene kadar ben yazdığım görüşü savunacağım. yanlışlarımız varsa buyrun beraber düzeltelim. bunun tebliğini yaparkende karşımızın kalbini mutmain edecek açıklamalar yapmamız gerekiyor. öyleyse bu yolda çalışalım. benim kalbim bireysel tesbihat yapılması konusunda mütmain olmuştur. taa ki aksi ispatlanana kadar. allaha emanet olun.
 
H Çevrimdışı

hasna

Üye
İslam-TR Üyesi
Hak Celle ve Alâ Hazretleri, “Benim zikrim için namaz kıl,” (Ta-Ha, 20:14) ayet-i kerimesi ile namazı emretmiş olduğu gibi; “Ey iman edenler! Allah’ı çok çok zikredin,” (Ahzab, 33:41) ayet-i kerimesinde de kendini zikretmeyi emretmiştir. Namaz da bir ilâhi bir emirdir, zikrullah da ilâhi bir emirdir.

Bir ayet-i kerimede “Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerinde yatarken Allah’ı zikredin,” (Nisa, 4:103) buyuruluyor.


Zahirde kalanlar, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerdeki zikri, yalnız namaz olarak kabul ediyorlar. Bilmediklerinden hakikatlere gözü yumuk bakarlar. Halbuki bâtına intikal edip iç âlemlerine döndükleri zaman bunun hakikatini göreceklerdir.


Amellerinizin en hayırlısını, Melik’iniz katında en temizini, derecelerinizde en yükseğini, altın ve gümüş dağıtmanızdan daha hayırlı, düşmanlarınızla karşılaşıp boyunlarını vurmanız ve onların da sizin boynunuzu vurup şehid etmelerinden daha hayırlı olan bir işi haber vereyim mi? Allahu Teala’yı zikretmektir.” (Tirmizî)

- Ya Resulallah, Kıyamet günü Allah katında derece bakımından kulların hangisi daha üstündür?

- Allah’ı çok zikredenler!

- Ya Resulallah, Allah yolundaki gaziden de mi?

- Kırılıncaya ve kana boyanıncaya kadar kılıcını kâfirlere ve müşriklere çalsa da, Allah’ı çok zikredenler, derece bakımından ondan daha üstündür.” (Tirmizî)

“Rabbini zikredenlerle etmeyenlerin misali, diri ile ölü gibidir.” (Buhari)

“İçerisinde Allah zikredilen ev ile zikredilmeyen evin misali, diri ile ölü gibidir.” (Buhari)



Allahu Teala ayet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor:

“Siz Beni zikredin ki, Ben de sizi zikredeyim,” (Bakara, 2:152).

“Rabbini gönülden, yalvararak, boynu bükük ve ürpererek hafif bir sesle sabah akşam zikret. Sakın gafillerden olma,” (A’raf, 7:205).

“Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerinde yatarken Allah’ı zikrederler,” (Âl-i İmran, 3:191).

“Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticaret ne de bir alışveriş, zikrullah’tan alıkoymaz,” (Nur, 24:37).

“İyi bilin ki kalpler, ancak zikrullahla itminana kavuşur, huzur bulur,” (Rad, 13:28).



Bir kişi Resulüllah (SAV) Efendimiz’e gelmiş şikayet ederek: “İbni Revaha (RA) çok zikir meclisi kuruyor, Ashab’ı (RA) toplayıp zikir yaptırıyor demiş. O zaman Resul-i Ekrem (SAV) Efendimiz: “Allah (CC) Hz.leri İbni Revaha’ya (CC) Rahmeti ile muamele eylesin.” buyurmuştur. Çünkü Allah’ın (CC) meleklere karşı zikir meclislerini ve bu meclisi tertib eden Adullah îbni Revaha (RA) Hz.leri’ni ona benzer bahtiyar kullarını Mucizel Beyanında şu şekilde medhü sena ederek Resul'i Azamında beyan ediyor: “Habibim! Sabah ve akşam Rablarını (CC) zikreden sahabelerinle sen de otur. Onlarla zikre devam ve sabret.”[1] buyurmakla, bu sabah ve ikindi namazlarından sonra cemaatle zikir yapan sahabelerin içlerine Peygamber (SAV) Efendimiz’in de teşrif edip onların zikrine katıldığını görmekle bu sahabelerin kalblerini takviye, neşe ve şetaretlerini arttırmak ve böylece bu iki kıymetli ve azim sevabı olan vakitlerin faziletini elde etsinler diye Cenab-ı Hak Celle ve Ala Hz.leri, Resulüllah (SAV) Efendimiz’e de onların aralarına katılmasını Ayet-i Kerime’siyle emir buyurmuştur. Bundan sonra sabah namazını müteakip mescitten ayrılmayıp zikirle meşgul olan cemaatin tam bir hac sevabı kazanacakları ve günahlarının tamamiyle af edileceğine dair müteaddit Hadis-i Şerifler rivayet edilmiştir.

Bir gün Abdullah İbni Revaha (RA) Hz.leri Ashab’dan (RA) topladığı bir cemaate mescitte zikir yaptırıyordu. Resulüllüh (SAV) Efendimiz bunlara uğradı, buyurdu ki: “Ey cemaat! Sizler öyle bir cemaatsınız ki, Cenab-ı Hak Celle ve Ala Hz.leri: ‘Sabah ve akşam beni zikreden kimselerle sen de otur nefsini onlarla sabret.’[2] Ayet-i Kerime’sini sizin sebebiniz ile inzal etti.” Sonra Resulüllah (SAV) Efendimiz Ashab’ından (RA) halka kurarak oturmuş cemaatın üzerine vardı, onlara: “Sizi burada oturtan sebep nedir?” diye sordu. Onlar: “Bizi İslam’a hidayet etmesi ve onu bize ihsan etmesine karşı Allah (CC) Hz.leri’ni zikir ve O’na (CC) hamd edelim diye oturmuş bulunuyoruz.” dediler. Resul-i Ekrem (SAV) Efendimiz: “Allah (CC) H.leri’nin hakkı için söyleyin, sizi burada toplayıp oturtan sadece bu mudur?” diye sordu. Devamla dedi ki: “Ben size şüphe etmiş olduğum için yemin teklifinde bulunmuş değilim. Bana Cebrail (AS) geldi ve Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin sizinle meleklere karşı iftihar ettiğini gerçekten bana haber verdi.” buyurdu.[3]

Bir Hadis-i Şerif’lerinde (SAV) Efendimiz buyururlar ki: “Bir cemaat Zikrullah için oturduklarında bunları melaike sarar bunlara dua ederler ve Cenab-ı Hakk’ın (CC) Rahmeti bunları kaplar ve üzerlerine rıdvan ve vekar iner. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri bu kullarını mukarrebin melekleri yanında anar.”[4]

Yine nakledildiğine göre, kıyamet günü olduğu vakit Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin emri ile yüzleri nur gibi parlayan bir takım kimseler, getirilip incilerden yapılmış minberler üzerine oturtulurlar. Hatta şehidler ve Peygamlerler (AS) bile onlara imrenirler.” denmiştir. Ashab (RA) tarafından bunların kim olduğu sorulduğunda, Resul-i Ekrem (SAV): “Bunlar ayrı ayrı memleketlerden toplanarak Allah (CC) Hz.leri’ni zikreden ve birbirleriyle sevişen kullardır.” buyurdu.[5]

Resul (SAV) Efendimiz yine buyurdu ki: “Her kime ki, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri hayır murad ederse, ona salih bir arkadaş ve dost verir de, o arkadaş gaflete düşünce ta zikir yapıyorsa, o da iştirak edip yardım eder.[6] Ehli zikre bu vesile ile daima iyi arkadaş, iyi bir ihvan lazımdır.

İmam-ı Ali (KV) Hz.leri buyurdu ki: “Size ihvan, yani iyi arkadaş edinmenizi tavsiye ederim. Çünkü dünya ve ahirette size yardım edecek bir cemaattir.”[7]
İmam-ı Kuşeyri (RA) Hz.leri buyurur ki: “Zikrullah, velilik payesinin verilmesine sebep olur ve vuslat alametini ve iradesini tahakkuk ettirir. Hakk’a (CC), vuslat yollarının en kavi ve metini Zikrullah yoludur.”[8]

Müfessir Fahreddin Er-Razi (RA) de şöyle buyurur: “İnsanların cehenneme girmelerinin sebebinin birincisi, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin zikrinden gafil olmalarıdır ve şüphesiz onları cehennem azabından kurtaracak şey de Zikrullahdır.”[9]

Nebiler Nebisi (SAV) Efendimiz, yine buyurdu ki: “Kıyamet gününde halkın arasından kerem ehlinin bilinmesi, muradı ilahi olarak emrolunur.” Esbab-ı Kiram (RA): “Bu kerem ehli kimlerdir Ya Resulallah (SAV)? diye sordular. Cevaben: “Onlar, camilerde Allah (CC) Hz.leri’nin zikri için toplanan mü’minlerdir.” buyurmuşlardır.[10]

İmam-ı Ahmed (RA) Hz.leri Müsnedinde şunları zikreder: “Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin kuluyla beraber oluşu, başka hiç bir mahiyyet ve beraberliğe teşbih olunamaz. Mesela Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, muhsinlerle, sabirlerle, müttekilerle beraber olduğunu Kur’an-ı Kerim’inde bildirir ve lakin bu beraberlik bunların hiç birine benzemez. Bu beraberliği tarife ve tavsife ne dil ne de ibareler kafi gelir. Bu ancak Yüce Allah (CC) Hz.leri’nin verdiği manevi zevk ile tadılır ve bilinir.”[11]

Onun için aziz kardeşim! Mümkünse Zikrullahı hiç dilinden kalbinden ve azalarından hiç düşürme ki, selamete eresin. Nebiler Nebisi (SAV) buyurdu ki: “Dilleri Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin zikriyle devamlı meşgul olan kimseleri, Cenab-ı Hak (CC) Hz.leri, yüzleri güler olduğu halde cennetine koyacağını beyan buyurmaktadır.”[12]






--------------------------------------------------------------------------------

[1] El-Kehf S. A.28; Mişkatül Mesabih Şerhi Mirkatül Mefatih. Cild3. S.17

[2] El-Kehf S.A.28

[3] Sahib-i Buhari, Müslim

[4] Riyazüssalihin (Ebu Said (RA) rivayet etti)

[5] Envarul Aşikin. S.505

[6] İhyau Ulumuddin. Cild2. S.106

[7] Allah’ı Niçin Anıyoruz? S.128

[8] Tasavvufi Ahlak. Cild2. S.58

[9] Haşiye-i İbni Abidin. Cild4. S.472

[10] Tasavvufi Ahlak. Cild2. S.83

[11] Tasavvufi Ahlak. Cild2. S.93

[12] Ebu Derda (RA) Hz.leri’nin riv.et.Had.Şer.


sadece bunun bidat olduğunu söylemek ayet ve hadislere dayanarak yapılan içtihadlara karşı gelmektir bu da tercih meselesidir..Allah (CC)her şeyi hakkı ile bilendir..
 
deli Çevrimdışı

deli

İslam-tr Mudâvimi
Site Emektarı
hasna kardeşim. güzel yazmışsında. bizdende sana tasdik var ama....
insanlar cami içerisinde ayrı ayrı tesbihat ayptıklarında onlara cami içerisinde tesbih çekiyorlar denile bilir. buradan bir bütünlük kastedilmeye bilir. zaten sorunumuzda burada. senin verdiğin deliller ve yorumları aynen bu şeklde algılayabiliyorum. net bir kaynak yok direk rasulullahın günümüz camilerinde olduğu gibi müezzinler aracılığı ile tesbihat yaptırıldığına ilişkin. zikir sadece tesbihat olarakda anlaşılmazki. allahı anmak,kuran okumak, tefekkür etmek. bunların hepside zikirdir. bu yorumlardan şahsımca halen mütmain olamadım.
 
S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
I- Kelime Anlamında Zikir

Zikir (ez-Zikru) sözcüğü kelime olarak, bir şeyi zihinde tutmak, ezberlemek, hatırlamak, yâd etmek, Allah'ı tesbih etmek, şükretmek, ayıplamak v.b. bir dizi anlam içermektedir. Şimdi Kur'an'da, daha ziyade kelime anlamında kullanıldığı yerleri tesbite çalışalım.

a) Hatırlamak: 2/282; 18/63; 79/35; 89/23.

Bu ayetlerden ilk ikisinde dünya yaşamında "hatırlama" olayı konu edilirken, diğer ikisinde ise ahiretteki hatırlama konu edilmektedir. Felsefe diliyle bu ikisine "eskatolojik ayetler" diyebiliriz. Zira bu iki ayette, bu dünyada iken anlayıp-öğüt almayanların, öbür dünyada anlayacakları, tehdit üslubuyla dile getirilmiştir. 18/63. Ayette, Musa (a.s) ile genç arkadaşının yolculuktan esnasında, balığı unutması hakkında kullanılmaktadır. 2/282'de ise borçlanmayı yazarken iki kadın şahit bulundurulmasının gerekçesi, birinin unuttuğunda diğerinin hatırlatması olarak belirlenir.

b) Anmak, yâdetmek: 12/85; 19/16,41, 51, 54, 56; 38/17,41 v.d.

Bu ayetlerde bir kimseyi anmak, bahsetmek, yâdetmek, anlatmak anlamları bulunmaktadır. Örneğin, Yusuf’ un kardeşleri, babalarına, hâlâ Yusuf’u dilinden düşürmediğini, onu anıp durduğunu söyleyip (12/85) çıkışmaktadırlar.

c) Kadınları konuşmak: 2/235. Evlenilmesi düşünülen kadınlar hakkında konuşulanlar, onlar hakkında ölçüp-biçici değerlendirmeler söz konusu edilmektedir.

d) Sataşmak, diline dolamak: 21/36,60.

"Sizin ilahlarınızı diline dolayan bu mu?"; "bunları diline dolayan bir genç..." 1. ayette Hz. Muhammed, 2. ayette de Hz. İbrahim (a.s)dan bahsedilmektedir.

e) Ün, şan: 94/4. "Şanını/ününü (zikrini) yüceltmedik mi?"

II- Kavramsal Anlamında Zikir

a) Allah'ın/Rabb'in adını anmak, zikretmek: 3/41; 33/21, 41; 87/15. Yatarken, otururken, ayakta iken Allah'ı anmak: 3/191; 4/103. Münafıklar Allah'ı pek az anarlar: 4/142. Bu ayetlerdeki zikir, Allah'a dua etmek, ibadet etmek, yalvarmak, O'nu hep hatırda tutmak anlamındadır.

b) Anlamak, akletmek, ibret almak, düşünmek: 6/80, 126; 7/57; 13/19; 19/67; 24/1, 27; 32/4; 38/29; 39/9; 40/58 v.d. Bu ayetlerde istenen, insanın düşünmesi, aklını işletmesi, Allah'ın hikmetlerini fehmetmesidir. İşte bunun adı zikirdir. Bu ayetlerde salt Allah'ın adını
terennüm değil, tefekkür mahiyetinde, yaratılışın sırrını kavrama türünde Allah'ı düşünüş zikir sözcüğü ile ifadelendirilmiş olmaktadır.

c) Şükretmek, Allah'ı hatırda yutup küfretmemek: 2/40,47, 122, 231; 3/103; 5/7,11, 20, 110; 8/26; 14/6; 33/9; 35/3; 43/13.

Bu ayetlerde Allah, insana ne kadar lütufda bulunduğunu hatırlatıyor, O'nun keremini, ihsanını hiç bir zaman aklından çıkarmamasını telkin ve ihtar ediyor. Bu, bir başa kakma olmayıp, Allah'ın azametini hatırlatmaktan ibarettir.

d) İbadet, dua: 2/114, 203, 239; 5/91; 7/55, 56; 20/34; 22/40; 24/37; 62/9; 63/9; namaz: 20/14; 62/9. Bu ayetlerde namaz gibi ibadetlere ve Allah'a benzer şekilde dua etmeye zikir denmiştir. Namaz gerçek anlamda bir zikirdir. Bunun gibi Allah'ı her türlü anış, O'na yakınlaşmak için yapacağımız cabalar zikirdir.

e) Hayvan keserken besmele çekmek: 5/4; 6/121; 138; 22/28, 34, 36.

e) Öğüt almak/öğüt vermek: 37/13; 38/87; 50/45; 52/29; 54/17, 22, 32, 40; 74/55; 80/12; 3/7; 13/19; 38/ 29 v.b. Allah öğüt verendir.

Kullar ise öğüt almaları gerekendir.

g) Peygamberler uyarıcıdır (müzekkir): 88/21.
h) Tevbe anlamında: 3/125.
ı) Peygamberlere gönderilen Kitablar:

- Tevrat: 5/13; 7/69; 21/105;
- Kur'an: 3/158; 7/63; 15/6, 9, 16, 44; 21/50; 36/ 11; 38/8; 41/41; 43/36; 65/10; 68/51. İlahî kitaplara, özellikle de Kur'an'a zikir denmesine bilhassa dikkat edilmelidir. Yani bu kitaplar bir hatırlatmadır, bir öğüttür, uyarıcıdır. Dense ki en büyük zikir Kur'an'dır ve Kur'an'ı okumaktır; isabet edilmiş olur sanırım.

j) zikir ehli (bilenler): 16/43; 21/7.

Özellikle bu iki ayetin, Allah'dan çok az korkanlarca tamamen çarpıtılarak kendi heva ve istekleri doğrultusunda kullanıldığına çokça şahit olmaktayız. Her iki ayette de Allah, Hz. Muhammed'e, kendinden önce de peygamberler gönderildiğini, eğer şüphe eden varsa gidip bilenlere sorması gerektiğini tavsiye etmektedir.

Hz. Peygamber'in zamanında, geçmiş peygamberlerin (elçi olarak) gönderildiğini bilebilecek olanlar kimler olabilir? Herhalde bu kişiler Tevrat'ı ve İncil'i okumuş, bunların mesajına vakıf olanlar olmalıdır. Dolayısıyla ayetlerin anlamı, "eğer bilmiyorsanız Ehli kitabın alimlerine sorun" şeklinde anlaşılmalıdır.

Bu manaya kıyasla, ayetten genel anlamda, aciz kalınan yerlerde bilgi sahibi olanlara sormanın gereği çıkartılabilirse de, ayetin asıl anlamı asla gözden ırak tutulmamalıdır.

Bunun yanında ayeti tamamen kendi uyduruk dinleri doğrultusunda yorumlayıp buradaki "zikir ehli"ni, "zikri" adını verdikleri bid'atı icra eden kişilerce, bunların şeyhlerine teşmil edenler kesin bir yanılgı içindedirler.

C- KALPLER ANCAK ZİKİRLE MUTMAİN OLUR

Kur'an'da Ra'd suresinin 28. ayetinde ve birazdan bahsedeceğimiz benzeri başka ayetlerde "zikir"in kalplerin tatmin olmasını sağlayan, kalpleri titreten mü'minlere fayda veren olması üzerinde durulur.

Ra'd suresinin 27 ve 28. ayetleri şu şekildedir:

"Kafir olanlar diyorlar ki, Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi? De ki, kuşkusuz Allah dilediğini saptırır. Kendisine yöneleni hidayete erdirir. (İşte onlar) iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükunete erenlerdir. Biliniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla sükûnet bulur."

27. Ayette Allah "kendisine yönelenleri hidayete erdirir" buyurduktan sonra, bunların sıfatları olarak, iman edenler olduklarını, gönülleri, Allahı'ı zikretmekle mutmain olanlar olduklarını beyan buyurmaktadır. Akabinde ise konuyu daha net açıklayan ve Allah'ın yaratmasına ilişkin bir yasayı ifadelendiren bir cümle yer almaktadır

"Dikkat edin! kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur!"

Bu emri ilahi, çok büyük, çok mühim bir gereği bize ihbar ediyor. Hiç bir şek ve şüphemiz -yok ki, Allah'ın yarattığı insan varlığı da ancak ve ancak Yaratanına teslim olmakla, O'nu anmakla mutmain olur. O'nu zikretmekle huzur ve sükûn bulur.

Bu ayeti destekleyen daha pek çok Kur'an mesajı bulunmaktadır. Mesela bunlardan birisi Enfal suresi 2. ayetidir. Bu ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"Mü'minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir."

Bu ayette vurgulanan, mü'minlerin Allah'a tam bir teslimiyetle teslim oldukları, Allah'ı zikretmenin onları son derece etkilediği ve kalplerini imanla dopdolu hissettikleri gerçeğidir. Aynı şekilde, "Allah anıldığı zaman kalpleri titrer" ifadesi Hacc suresi 35. ayetinde tekrar edilmektedir.

Zümer suresinin 23. ayetinde de "Rabblerinden korkanların bu kitaptan derileri ürperirir" buyurularak, sonra da, hem derileri hem de kalpleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar buyurulmuştur.

Kalpleri Mutmain Eden Zikir Nedir?

Şimdi Allah'ı zikretmekle kalplerin mutmain olması ve kalplerin titreyip, imanın artması konusunda karşımızda iki soru durmaktadır: Birincisi, bu zikir nedir, nasıl bir şeydir? İkincisi de kalbin mutmain olması, bir diğer ifadeyle kalplerin titremesi neyi ifade etmektedir? Şimdi bu sorulara cevap aramaya çalışalım.

İnsanı balçıktan (15/33), pişmiş çamurdan (55/14) ve alelade bir sudan yaratan Cenabı Hak, onu yalnız bırakmamıştır. Yeryüzünde insanı halife olarak görevlendirirken, orada ne yapması gerektiğini etraflıca açıklayan kendi cinsinden kılavuzları (rasulleri) ona yardımcı kılmıştır.

İnsan, kendi bünyesinde olduğu gibi aynı zamanda tabiatta, Kur'anî deyimle âfakta (dış dünyada) da (41/53) kendisini Hakk'a ulaştıran ayetlerle (yoldaki işaretlerle) çevrelenmiş vaziyettedir. Dolayısıyla insan çok şanslı bir varlıktır. Geriye kalan şey ise bellidir: Kılavuzlara uyarak ve tabiatı doğru okuyarak Rabbine doğru bir yol tutacaktır.

İnsan Allah'ın eseridir, O'nun kuludur. Öyle ise bu eser başka hiç bir yere değil yine O'na yani Allah'a muhtaçtır. Yönünü O'na dönmelidir. Hem de O'na çokça şükretmelidir. Hem, iyiliğin karşılığı iyilikten başka birşey değil ki... (55/60). İnsanın Allah'dan müstağni olması asla düşünülemez. O, Allah'a bütün şeylerin bir başka şey'e olduğundan daha fazla bağımlıdır, düşkündür. İşte bu yaratığın huzuru, sükunu, tatmini, rahatı Allah'dadır, yani yaratıcısındadır...

İnsanın meyli Rabbinedir. Okyanus'a koşturan akarsu gibi o da Allah'a yürümek durumundadır. Bir bebek ancak annesinin o şefkatli, büyüleyici sımsıcak kucağında dünyanın en güzel iklimini tadar, en güzel duyguları terennüm eder. Annesinin nefesi onun için büyüleyicidir. Ama büyüdükçe artık anne kucağı da onu tatmin etmemektedir. Hatta hiç bir şey onu mutlak surette tatmin etme kudretine malik değildir. İşte, Allah'ın fermanı gereği anlaşılıyor ki, "kalpler ancak Allah'ı anmakla mutmain olur."

İnsan kendi içinde sürekli bir yerlere özlem duymakta, bir tür hasret onu daima hırpalamaktadır. İnsanın yapıp etmeleri, ürettikleri; kendi başına canavar kestiği teknoloji de mutmain etmeye yetmemektedir. Çünkü içinde Allah'ı anması eksiktir. Salt anlamda ne sanat, ne teknoloji, ne spor, ne bilgi çağı, ne uzay keşifleri, ne ticaret insanı mutmain etmiyor. Hatta bilakis hasretini artırıyor bütün bunlar... Zira insanın bütün bu uğraşılarında yitiğini arayıp bulması gerekiyor. O yitik de Allah'ı anmasıdır.

Allah "kalpler ancak Allah'ı zikirle mutmain olur" buyurmuşsa, bunun başkaca alternatifi olabilir mi? Kim bu gerçeği inkar edebilir ki? Her şey fâni olup, kalıcı (bakî) olan yalnızca Allah değil midir? (55/ 26-27). Öyle ise fânî olan hangi değer insanı mutlu edebilir? Dünyanın bütün zevkleri fanidir, anlıktır, gelip geçicidir. Allah ise sonsuz olandır. Sonsuz olanı istemek, O'nun gerçek dostu olmak elbette insanı mutmain edecektir.

Dikkat edilirse Allah'dan gayrı ilahlara tapınan insanlar aslında bir itminan (huzur) peşinde oldukları için kendilerine tapılacak nesneler icad etmişlerdir. Birtakım heykellere, yıldızlara, bitkilere, ateşe, dağlara, ırmaklara, hayvanlara, hatta fareye prestij eden insanlar kendilerini mutmain edecek bir zikir arayışı içindedirler. Ne çare ki bu zikiri bulamıyorlar.

Kendi elleriyle yonttuğu ilahlar insanı nasıl mutmain edebilir ki? Bir taş insana ne verebilir ki? Halbuki Allah insana, muhtaç olduğu her şeyi veriyor. O Samed'dir. İlaveten insana sevgi, rahmet, merhamet, hikmet veriyor. İçlerinden ırmaklar akan cennetleri onun için teşrif ediyor... Şu hâlde huzur ve sükûn Allah'dadır! Eğer insan O'nunla ise, yalnız değildir, tek başına da olsa...! O'nunla değilse yalnızdır milyonlarla beraber de olsa...

Türkiye'de hâlen yaşamakta olan çok ünlü bir ses sanatçısı kadın, kendisiyle TV'de sohbet edilirken diyordu ki, mesela binlerce insanın beni dinlediği, en kalabalık bir konserimde, konserin tam orta yerinde (yani her şey tam kıvamında iken) birden kendimi bir boşlukta hissediyorum, içime aniden bir yalnızlık duygusu, bir eziklik, burukluk ve korku çöküyor. Tabi ki izleyenlerin hiç biri bu durumun farkında değiller...
Şimdi öyle zannediyorum ki, şarkıcı kadının itiraf ettiği bu gerçek hemen hemen bütün bir insan cinsinin sorunudur... Elbette yukarıda geçtiği gibi, 8/2, 22/35, 39/23 v.b. ayetlerde ifadesini bulan mü'minler bunun dışındadırlar. Zira onlar Rablerini andıkları için daima kalpleri sükûn içindedir. İbrahim'in ateşte olduğu an gibi, en belalı, en zor anlarında dahi "serin ve selamet" hâldedirler...

Bu bağlamda örneğin müslümanların, Yusuf (a.s)’ın zindanda kalışına atfen, hapishane hayatını "medrese-i Yusufiye" diye adlandırmaları ilginçtir. Oralarda korkudan akıl hastası olan insanları bizzat müşahede etmemize rağmen; mü'minler ruhen ve kalben daha dimdik ve sağlam bir şekilde çıkabilmektedirler! Zira, kimseciklerin öpüp okşamadığı o zindanda, alnından öpen seccadesinde mü'minler gerçek huzuru duymaktadırlar. Namaz gerçekten kalpleri mutmain eder.

Kin ve ihtiraslarından ötürü birbirini yiyen insanlar ebedî âlemi çokça anarlarsa belki kurtuluşa ererler.

Allahu Teala Kitabı Keriminde, kalbi taşlaşan, hatta taştan da beter katılaşan insana kalbini yumuşatacak reçeteyi sunmaktadır. Allah bazı kalpleri taşlarla kıyaslamaktadır:

"Ne var ki, bunlardan sonra kalpleriniz yine katılaştı. İşte onlar şimdi katılıkta taş gibi yahut daha da ileri. Çünkü öyle taşlar var ki, içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi de var ki çatlar da ondan su kaynar. Bir kısım taşlar da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı düşer. Allah yapmakta olduklarından asla gafil değildir." (2/74).

Yüce Mevla Haşr suresinin 21. ayetinde de insanların kalplerini dağlarla kıyaslamaktadır. Dağlar deniyor, burada, Allah korkusundan belki paramparça olur ama, insan o kadar duyarsız, nankör bir yaratık ki, Kur'an onu zerre kadar etkilememektedir.

Taşlaşan bu kalpleri zikrullah canlandıracaktır. (80/43; 87/9-10). Allah, zikrin mü'minlere fayda vereceğini bildirmektedir. (51/55).

Şu hâlde insanı zikr'e davet etmeliyiz! İnsanla zikri tatlı bir atmosferde buluşturmalıyız. Kendi kurtuluş reçetesini bilmeyen bu zavallı insanlığa onu ulaştırmak en büyük ödevimiz olmalıdır.

Zikirden Ne Anlamalıyız?

Kalpleri mutmain eden zikrin ne olduğu açıktır. Hemen peşinen söyleyelim ki, Allah'ın Kitabı'na aykırı olarak tarikat kültürünün üretip geliştirdiği zikir halkalarının Kur'an'da karşılığını bulamıyoruz. Bu zikir halkalarının kalpleri tatmin ettiğinde de katılmıyoruz. Zikri ikiye ayırıp açık (celî) olanını Hz. Peygamber'in Hz. Ali'ye: gizli (hafi) olanını da Hz. Ebubekir'e gizlice talim ettirdiği iddiası tamamen asılsızdır, uydurmadır.

Yazımızın baş tarafında zikrin anlamlarını izaha çalıştık. Bu anlamları bir kaç cümleyle özetlersek karşımıza şu çıkar: Zikir,
l- Allah'ı anma, O'nu hatırda tutma, sadece O'nu büyük tanıma, O'na kulluk etme.
2-Allah'ın gönderdiği vahyin adıdır. Öyle ise Allah'ın öğütleri ile öğüt almak Allah'ı zikirdir. Bu zikir insana doğru hedefler çizdiği için insanı mutlu edecektir.

Olayı biraz daha geniş kapsamlı düşünebiliriz. Rabbimiz Kitabında, bir çok ayeti celilesinde gökler ve yer arasında bulunan her şeyin Allah'ı tesbih ettiğini duyurmaktadır. (57/1; 59/1, 23; 61/1; 17/44; 24/41; 621 1; 64/1). İsra suresi 44. ayeti bu konuya daha kapsamlı ve net bir şekilde ortaya koymaktadır:

"Yedi gök, dünya ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Ne var ki onların tesbihini anlamazsınız."

Bu ve diğer ayetler, kainattaki bir dinamizmi, devingenliği, deprenişi anlatıyor. Bu dinamizmi aslında çıplak gözle görebiliyoruz. Bu dinamizme Kur'an tesbih/zikir adını veriyor.

Bir gül yaprağının bütün o rengi ve endamı ile duruşu, Allah'ı anış değil de nedir? Arının bal yapması, karıncanın çalışması, kayısı ağacının o güzelim meyvesini insanlığa gayet kibar bir ikram ile buyur etmesi Allah'ı tesbih ve zikir olsa gerektir. Bütün bunlardan akıl sahipleri için Yaratıcıyı gösteren bir iz, bir işaret vardır. Bütün her şey Yaratıcı'sının ona biçtiği rolü ifa etmekle zikrini yapmış olmaktadır.

İnsana gelince, insanın zikri her şeyden önce Allah'a iman etmesi sonra da O'na kulluk yapmasıdır. Ardından, insan hayatının her alanında ve her anında Allah'dan bağımsız olmadığını, Allah'a ait olduğunu ve O'na döneceğini (2/156) idrak etmek zorundadır. Haramlardan Allah için kaçınır, helalleri Allah'ın bir lütfü olarak işler. Her nimete karşı Allah'a şükreder. Bütün güzelliklerin, nimetlerin Allah'ın lütfü olduğuna inanır. Musibetlere Allah için sabreder (2/156). Yeryüzünde Allah'ın adının yüce olmasını ister, iyiliği emredip kötülükten sakındırır (3/104). Yetimi gözetir, fakir doyurur, namazı kılar, Allah için oruç tutar.

Allahu Teala gizlice yalvararak, sabah akşam Rabbimizi anmamızı emir buyurmaktadır (7/205). Zira şeytanın vesvesesine karşı ancak Allah'ı anarak korunabiliriz (7/201).

Allah'ın zikrinden ise ancak kalpleri katılaşmış olanlar yüz çevirirler (39/22). İnanmayanlar, Allah'ın adı anılınca kalpleri tiksinir (39/45). Rabbimiz, "kim Rahman'ın zikrinden (Kitab'dan) yüz çevirirse Allah ona bir şeytan arkadaşı verir" buyurmaktadır (43/36).

Ve şüphesiz Allah'ın ayetleri hatırlatıldıktan sonra yüz çevirenlerden daha zalim yoktur! (32/22; 18/57).

Mü'min her nerede bulunuyorsa oraya Allah'ın adını, şanını taşımalı, Allah'ı yüce tutmalıdır. Allah'ın yüceltildiği, bütün hakimiyetin kayıtsız şartsız Allah'a tanındığı her eylemin zikir olduğuna inanıyoruz.

"En güzel şarkıyı bir kurşun söyler" demişti, Mona Roza şairi Sezaî KARAKOÇ. Bu ifadeye nazire yaparak diyoruz ki, "bazen en güzel zikri bir kurşun söyler!" Zira Hakk'ın egemen olması için yerine göre kurşun kaçınılmaz bir araçtır. Ve her zikir gibi bu da kalpleri tatmin eder. Elbette bazen de zikir kalemle olur. Bazen kaville olduğu gibi.

En büyük zikrin Allah'a dua, ibadet ve Kur'an okumak olduğunu hiç bir zaman unutmamalıyız.
 
H Çevrimdışı

hasna

Üye
İslam-TR Üyesi
Es-selamu Aleykum ve rahmetullah ve berakatuhu

Deli kardeşim rivayetlerde geçen zikirler ayet ve hadislerden ve dualardan oluşanlar değil mi tesbiahtta da bunlar var zaten..... ""Bütün hadis ve fıkıh kitaplarının "Salat" yani namaz bölümlerinde "Namazın arkasından Dua" bahsine bakıldığında şu anda yapılmakta olan duaların hemen hemen hepsinin aslının bulunduğu görülür. "Istiğfar" (üç kere), "Allahümme entesselam...", "Ayetülkürsî", tesbih, tahmîd, tekbîr, tehlil, elleri kaldırmak ve dua bunların en meşhur olanlarıdır. sözünü ettiğimiz kitaplardan gördüğümüz kadarıyla Resûlüllah Efendimiz namazların arasında cemaate dönmüş ve duada bulunmuşlardır. Ancak "tesbihât" müezzin ya da bir başkasının öncülüğünde yapılmamıştır. Efendimizin, "Kim namazdan sonra şu kadar tesbih söylerse" şeklindeki hadislerinden şu olmalıdır. Bunları herkesin kendi başına, düşünerek ve hatta en iyisi gizlice söylemesi istenmiştir. Sonraları Kur'ân diliyle dua vs. okumayı beceremeyen yabancıların müslüman olmasıyla alimlerimiz, cemaate öğretme gayesiyle imamın bu tesbihati seslice söylemesinde beis olmadığını söylemişlerdir. Ancak bu dua ve tesbihatin her birilerini herkesin söylemesi müstehap olduğundan, günümüzde uygulanan biçimiyle cemaatin sadece tesbihleri okuyup diğerlerini müezzinin söylemesi sünnete uygun değildir. Herkes, söyleyebiliyorsa müezzine uymayı gerekli görmeden, söyleyemiyorsa müezzinle beraber ve de düşünerek bu duaları okumalıdır. Müezzinin yaptığı sırf bir hatırlatmadır ve bunu aslında imamın yapması daha uygundur.... ""

sanrım selefi kardeşin dediği en çok arap olmaayn ülkelerde görülür şeklindeki yorumu bunun için olsa gerektir..

Resulullah s.a.v zamanında namaz sonrasında cemaatle tesbihat için tam olarak böyle bir delile rastlayamamanın sebebleri vardır ama daha sonra ihtiyaç üzerine devir şartlarını da göz önüne alınca yapılması müstehab görülülmüştür böyle içtihadları gerektirmiştir.

Namazlardan sonraki dua adabı konusunda ve daha başka bilgiler için bk. Nevevi, el-Ezkar, 57 vd.; Tahtavî, 252-260; Fetavây-i Bezzazıyye, VI/378; Heysemî, E1-Fetave'1-hadîsiyye, 53,80,82, 109,115; Fetavây-i Kâdihan, NI/424; En-Namenkânî, E1-Fethnr-Rahmanî. I/204 vd.; Halebi Kebir, 340 vd.; Halebisağir, 236 vd.; Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'1-Islâmî, I/800 vd
 
deli Çevrimdışı

deli

İslam-tr Mudâvimi
Site Emektarı
sonuçta kardeşim islamda olmayan ve resulullahın men etmiş olduğu toplu tesbihat olayı osmanlı kültürü olarak zamanının alimlerince ictihad edilerek günümüze kadar bir sünnet şeklini almıştır. yani Mescidde yapılan böylesi bir zikir, zamanla bütün Müslümanlarca 'dinin bir gereği' olarak anlaşılıp yapılacak bir ibadet halini almış. Bu ise, kınanan bid'atlardan biridir. günümüzde cemaatle tesbihata kalmayanlara cami cemaatinin bakışı ve yadırgayışı bunun bir ibadet olma ölçüsü sayıldığının ifadesi olabilir.
 
S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Namazların farzlarından sonra üç defa esteğfirullah… Allahümme entesselam… demek,

33 er kez subhanellah, elhamdülillah, Allahu ekber demek,

Ayetelkürsi, hatta felak ve nâs surelerini okumak Hz. Peygamber’in hadisleriyle sabittir ve bunlar sünnettir.

Ancak bunlar Hz. Peygamber zamanında seslice ve bir müezzinin komutuyla söylenmiyordu, bunları herkes kendisi içinden okuyordu. Sonradan İslam’a Arapçayı ve namazı bilmeyen insanlar girince, onlara öğretmek için görevliler bu duaları biraz seslice okumaya başladılar. Sonra buna alışıldı ve bunları hatırlatmak müezzinin görevi gibi oldu. Böylece de aslının böyle olduğu sanıldı. Oysa bilenler için doğrusu, farzını kıldıktan sonra herkesin bu tespihatı kendi halinde okumasıdır. Bilmeyenler için sesli söylenip hatırlatılmasında da bir sakınca yoktur. Ancak bilenler için bu durum hoş değildir, ayrıca müezzinlerin bunları ayrı bir makam ve ayrı bir senfoni haline getirmeleri sünnete aykırıdır.
PROF.DR FARUK BEŞER

http://www.farukbeser.com/tr/cevapoku.asp?id=275
 
H Çevrimdışı

Hanne-sevde

Üye
İslam-TR Üyesi
selefi ' Alıntı:
Namazların farzlarından sonra üç defa esteğfirullah… Allahümme entesselam… demek,

33 er kez subhanellah, elhamdülillah, Allahu ekber demek,

Ayetelkürsi, hatta felak ve nâs surelerini okumak Hz. Peygamber’in hadisleriyle sabittir ve bunlar sünnettir.

Ancak bunlar Hz. Peygamber zamanında seslice ve bir müezzinin komutuyla söylenmiyordu, bunları herkes kendisi içinden okuyordu. Sonradan İslam’a Arapçayı ve namazı bilmeyen insanlar girince, onlara öğretmek için görevliler bu duaları biraz seslice okumaya başladılar. Sonra buna alışıldı ve bunları hatırlatmak müezzinin görevi gibi oldu. Böylece de aslının böyle olduğu sanıldı. Oysa bilenler için doğrusu, farzını kıldıktan sonra herkesin bu tespihatı kendi halinde okumasıdır. Bilmeyenler için sesli söylenip hatırlatılmasında da bir sakınca yoktur. Ancak bilenler için bu durum hoş değildir, ayrıca müezzinlerin bunları ayrı bir makam ve ayrı bir senfoni haline getirmeleri sünnete aykırıdır.
PROF.DR FARUK BEŞER

http://www.farukbeser.com/tr/cevapoku.asp?id=275
-------------Allah razı olsun selefi kardeşim,aynen öyle yazdığın gibi...hatta meşhur bir Hadis vardır,Rasulullah'ın kızı Hz.Fatıma işlerden çok yorulduğunu söylediğinde Allah Rasulü,bu tesbihatı önermiş ve bütün yorgunluklarının gideceğini belirtmştir...özellikle kadınların çekmesi gereken şahsi bir ibadettir...
 
Üst