Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Cevşen Şia Bidatidir, Uydurulduğu Katidir

M Çevrimdışı

mehmetkiya

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
8 yıl Nur Cemaatinde bulundum. Yaklaşık 5-6 yılını aktif olarak geçirdim. Çok da yükselmiştim.

Sonra gruba yeni katılmış bir Selefi adayı akrabamın Nur Cemaati hakkında ileri geri atıp tutmasını gördüğümde Selefilik diye bir şeyin varlığından haberim oldu.
Nur Cemaati mensupları ölümüne, cemaatin, cemaattekinin "her" yaptığını savunur. Ben de öyle yaptım hep. Ve savunmamız hep aynıydı. (Tahminimce %99u) Kuran, Hadis, Akide konusunda hiç bilgiye sahip olmayan eski Biz, delil sunmaya ihtiyaç duymaksızın bilmediğimiz şeye; Kuran ve Özellikle Hadis'e düşmandık, kabul etmezdik.

Sonra memlekette, çok sevdiğim, abimin selefi hocası ile görüştük. Her görüşüne katılmadım fakat konuştuğu şeylerin çoğuna Ayet ve Hadisleri delil göstermesi beni çok etkilemişti. Çünkü 8 yıl cemaatte bulunan biri olarak böyle bir şeye rastlamamıştım. Hiç mi bileni yoktu? Tabi ki vardı fakat gerek Said Nursi, gerekse Fethullah Gülen, hatta geçtim onları abilerinin yanlış yaptığını gösterecek bir Ayet ve Hadis olduğunda görmezden gelip mantık çerçevesinde konuyu bağlıyorlardı. İnsan bir şeye inanmak istiyorsa kesinlikle inanıyor. Kendimden biliyorum. Sonuçta insan inanmak isterse Allahın yokluğuna -haşa- inanıyor değil ki başka şeye inanmayacak.

Ayrıca bu konunun benim yanımda çok ayrı yeri var. Lisede Risale-i Nur kampları yaptığımızda en çok okuyanlar belirlenirdi. Cevşen 1.liği hep bende olurdu :)

Bugün Said Nursi hakkında kesinlikle "çok" kötü düşünmüyorum. Fakat yanlış yapmadığını ölümüne savunma gafletinde bulunmuyorum, hatta çok büyük yanlışları olduğunu da reddetmiyorum. Said Nursi çok büyük hataları da olsa İslam adına çok büyük mücadeleler vermiştir. İşlediği günahlar Allah ile onun arasındadır. Belki ileride bu düşüncem de değişecektir fakat, daha önce düştüğüm hatadan Allah'a sığınıp aynısını yapmamalıyım ve yok denecek kadar ilmim ile Said Nursi'yi eleştirmemeliyim.

Çünkü benim de Selefiler hakkında yanlış düşünmeme sebep olan şey aynısı. Aslında insanın fıtratı belli. Selefilere katılıp da kendini geliştirememiş, özellikle dini meselelerde henüz hiç birşey bilmeyen bir kısım yeni Selefi adayları, körü körüne, tıpkı Nur Cemaatindekiler gibi, hocaları ne söylüyorsa aynısını söylüyorlar. Hocalarının ayet, hadis delili olan söylediklerine lafım yok fakat, yorumlarını dahi hiç düşünmeden, bu sadece bir yorum bunu düşünmeliyim demeden, akıl süzgecinden bir kez geçirmeden kabul ediyorlar. Tıpkı farklı görüşte olan bir insanın Nurculardan tiksinmesi gibi bir görüntü oluşuyor insanın gözünde.

Şimdi memleketten uzağım. Tek başıma biraz zor da olsa uğraşıyorum bir şeylere. Özellikle bu siteyi bulduktan sonra biraz olsun kolaylaştı işim. Allah sizlerden, bilhassa yöneticilerden razı olsun.

Yöneticilerimizden de ricam şudur. Şüphesiz söyledikleriniz Ayet ve Hadislerle destekli. Fakat buna rağmen sitedeki diğer kişilerin şunu anlamasını sağlasak çok güzel olur: Bu kadar delillerle söylemeniz sizi ne kadar doğru ve düzgün insan yaparsa yapsın, yine de herkesin araştırması gerekiyor. "Bugün bunu gördük tamam olay budur" dememek gerekiyor. Çünkü şu an gaflette olan tarikatçılar, şeyhçiler, nurcular hep "gerçek yaşamlarında dürüst, ve gerçekten aldatmayan" hocalarının söylediklerine bağnazca bağlanıp bu yola geldiler.
Neyse. Aslında bu kadar yorumu yapmamın sebebi Delillerle bezediğiniz yazılarınıza klasik, duygusal, ve kendince! mantıksal (Allah affetsin) cevaplar veren Profesör'dü. Ne kadar üzücü. İşte bugün kendi üniversitemde de görüyorum. Profesör olması bir şeyi değiştirmiyor. Profesör demek her zaman araştırmacı demek değil. Tez için araştırmacı demek. Allah ıslah etsin. Ne aksini ispat edecek bir delil buluyor ne de kabul ediyor.

Neyse çok uzun oldu yine. Selamun Aleyküm.
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
8 yıl Nur Cemaatinde bulundum. Yaklaşık 5-6 yılını aktif olarak geçirdim. Çok da yükselmiştim.

Sonra gruba yeni katılmış bir Selefi adayı akrabamın Nur Cemaati hakkında ileri geri atıp tutmasını gördüğümde Selefilik diye bir şeyin varlığından haberim oldu.
Nur Cemaati mensupları ölümüne, cemaatin, cemaattekinin "her" yaptığını savunur. Ben de öyle yaptım hep. Ve savunmamız hep aynıydı. (Tahminimce %99u) Kuran, Hadis, Akide konusunda hiç bilgiye sahip olmayan eski Biz, delil sunmaya ihtiyaç duymaksızın bilmediğimiz şeye; Kuran ve Özellikle Hadis'e düşmandık, kabul etmezdik.

Sonra memlekette, çok sevdiğim, abimin selefi hocası ile görüştük. Her görüşüne katılmadım fakat konuştuğu şeylerin çoğuna Ayet ve Hadisleri delil göstermesi beni çok etkilemişti. Çünkü 8 yıl cemaatte bulunan biri olarak böyle bir şeye rastlamamıştım. Hiç mi bileni yoktu? Tabi ki vardı fakat gerek Said Nursi, gerekse Fethullah Gülen, hatta geçtim onları abilerinin yanlış yaptığını gösterecek bir Ayet ve Hadis olduğunda görmezden gelip mantık çerçevesinde konuyu bağlıyorlardı. İnsan bir şeye inanmak istiyorsa kesinlikle inanıyor. Kendimden biliyorum. Sonuçta insan inanmak isterse Allahın yokluğuna -haşa- inanıyor değil ki başka şeye inanmayacak.

Ayrıca bu konunun benim yanımda çok ayrı yeri var. Lisede Risale-i Nur kampları yaptığımızda en çok okuyanlar belirlenirdi. Cevşen 1.liği hep bende olurdu :)

Bugün Said Nursi hakkında kesinlikle "çok" kötü düşünmüyorum. Fakat yanlış yapmadığını ölümüne savunma gafletinde bulunmuyorum, hatta çok büyük yanlışları olduğunu da reddetmiyorum. Said Nursi çok büyük hataları da olsa İslam adına çok büyük mücadeleler vermiştir. İşlediği günahlar Allah ile onun arasındadır. Belki ileride bu düşüncem de değişecektir fakat, daha önce düştüğüm hatadan Allah'a sığınıp aynısını yapmamalıyım ve yok denecek kadar ilmim ile Said Nursi'yi eleştirmemeliyim.

Çünkü benim de Selefiler hakkında yanlış düşünmeme sebep olan şey aynısı. Aslında insanın fıtratı belli. Selefilere katılıp da kendini geliştirememiş, özellikle dini meselelerde henüz hiç birşey bilmeyen bir kısım yeni Selefi adayları, körü körüne, tıpkı Nur Cemaatindekiler gibi, hocaları ne söylüyorsa aynısını söylüyorlar. Hocalarının ayet, hadis delili olan söylediklerine lafım yok fakat, yorumlarını dahi hiç düşünmeden, bu sadece bir yorum bunu düşünmeliyim demeden, akıl süzgecinden bir kez geçirmeden kabul ediyorlar. Tıpkı farklı görüşte olan bir insanın Nurculardan tiksinmesi gibi bir görüntü oluşuyor insanın gözünde.

Şimdi memleketten uzağım. Tek başıma biraz zor da olsa uğraşıyorum bir şeylere. Özellikle bu siteyi bulduktan sonra biraz olsun kolaylaştı işim. Allah sizlerden, bilhassa yöneticilerden razı olsun.

Yöneticilerimizden de ricam şudur. Şüphesiz söyledikleriniz Ayet ve Hadislerle destekli. Fakat buna rağmen sitedeki diğer kişilerin şunu anlamasını sağlasak çok güzel olur: Bu kadar delillerle söylemeniz sizi ne kadar doğru ve düzgün insan yaparsa yapsın, yine de herkesin araştırması gerekiyor. "Bugün bunu gördük tamam olay budur" dememek gerekiyor. Çünkü şu an gaflette olan tarikatçılar, şeyhçiler, nurcular hep "gerçek yaşamlarında dürüst, ve gerçekten aldatmayan" hocalarının söylediklerine bağnazca bağlanıp bu yola geldiler.
Neyse. Aslında bu kadar yorumu yapmamın sebebi Delillerle bezediğiniz yazılarınıza klasik, duygusal, ve kendince! mantıksal (Allah affetsin) cevaplar veren Profesör'dü. Ne kadar üzücü. İşte bugün kendi üniversitemde de görüyorum. Profesör olması bir şeyi değiştirmiyor. Profesör demek her zaman araştırmacı demek değil. Tez için araştırmacı demek. Allah ıslah etsin. Ne aksini ispat edecek bir delil buluyor ne de kabul ediyor.

Neyse çok uzun oldu yine. Selamun Aleyküm.

ve Aleykumselam ve rahmetullahi ve berekad Allah ayaklarımızı dini üzerine sabit kılsın umarım bunu görürler ve araştırmaya teşvik etmiş olursunuz...ders veriyoduysanız o cemaatteyken onları da uyarmayı ihmal etmeyin Allah bizleri doğru yola iletsin
 
K Çevrimdışı

kurt26

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Cevşen'i hiç okudunuz mu? Ne kadar külli bir dua olduğunu biliyor musunuz? Son asrın sahibi Bediüzzaman Said Nursi'nin Cevşen'i (hatta içinde diğer duaların da bulunduğu büyük Cevşen'i) vird olarak her gece okuduğunu biliyor musunuz? Ben büyük Cevşen'i defalarca okudum. Daha külli bir dua kitabına rastlamadım. Lütfen zihinleri bulandırmayın. Her konuda, Kur'an hakkında da, Peygamberimiz A.S.M hakkında da nahoş görüşler, iddialar var. Bunların yayılmasına alet olmamak lazım. Saygılarımla...
Herşeyi Kur'an ve Hadislere rakip gibi göstermek ne kadar kolay değil mi? Haklısınız. Kur'an ve Hadisleri iyi anladığını zanneden siz müfessir! ve müçdehitlerle! görüşmek faydasız. Benim de boşa harcayacak vaktim yok zaten. Allah selamet versin.
Sadece araştıran, körü körüne giden biri olmadığımı belirtmek için onu yazdım. Yoksa ilahiyat değil Tıp-Fizyoloji profesörüyüm. Göz önüne bırakılan bir kıl arkadaki bir dağı göstermez. Cevşen hakkındaki rivayet dediğiniz şey doğru ya da yanlış çok mu önemli. Cevşen'de yanlış birşey varsa onu söyleyin. Ben o rivayetin doğruluğunu 3 yıl araştıracak kadar aptal değilim. O üç yılı Kur'an, Hadisler ve Cevşen'i anlamaya çalışırım. Rivayetin doğru ya da yanlışlığı hiç önemli değil. Rivayet yanlış olsa, Cevşen islam dışı mı olmuş oluyor? Birçok hadis hakkında da rivayetler zayıf diye reddetmek mi gerek. Neden kendimizi herşeyi en iyi bilen alim gibi görüyoruz. Gelmiş geçmiş yüzlerce alimin, müfessirin, müçtehidin hiçbir anlamı yok mu? Ben haddimi bilirim. Kendi alanımda iddialı konuşabilirim ama Cevşen'in değerini o konunun uzmanlarına bırakırım. Bu zamanın önemli bir hastalığı enaniyettir. "Herşeyi en iyi ben bilirim" mantığı şeytanın bir aldatmacasıdır. Bir doktor mühendislik alanında, ya da bir mühendis tıp alanında iddialı konuşamaz. Ama konu din, Kur'an, Hadis olunca herkes alim kesiliyor. Ben son olarak tekrar sorayım: Kur'anı herkes yeterince anlayabilecekse, Peygambere, müfessirlere, binlerce cilt tefsirlere ne gerek var. Kur'an bir cilt ama külli bir kitap. Cenab-ı Hak mealen "yaş ve kuru ne varsa içinde var" diyor. Demekki binlerce cilt tefsirler bunları bulup çıkarmaya çalışıyor. Yoksa Kur'ana rakip olmuş değiller. Ben açık söyleyim, Risale-i Nur'lar olmasa ben bugün belki de hiç Kur'an okumayı bilmeyen biri olarak yaşıyor olacaktım. Ancak Risale-i Nur'ları tanıdıktan onra Kur'an okumayı öğrendim. Onu okuyorum, anlamaya çalışıyorum. Risale-i Nur'ları bilen biri olarak sadece Kur'an okuyarak Kur'anı anlamanın mümkün olmadığını gayet iyi biliyorum. İslam aleminin belki de en önemli problemi bu gibi. Çünkü yapılan yanlışlar yüzünden bugün haşa islam=terörizm gibi bir hava oluşturuldu. Kur'an yeterince anlaşılsa, böyle olmaması gerekirdi.
Uydurma olanı olmayanı nasıl da en iyi siz biliyorsunuz değil mi? Bediüzzaman Hazretleri bile sizin talebeniz sayılır! degil mi? Elhamdülillah Risale-i Nur'lar sayesinde imanımı kuvvetlendirdim. İslamı yaşamaya çalışıyorum. Risale-i Nur'ları bilmesem, iyi kötü namaz kılıyor bile olsam sizin yazılarınızla sanırım onu da bırakırdım. İnsanları islama yaklaştırıyor musunuz yoksa kaçırıyor musunuz? Neye hizmet ettiğinizi artık siz düşünün. Evet "Şahid ol ya Rab". Aynen katılıyorum.
"Yazdırıldı" vahiy oluyor ha. Vahiy-ilham-sünuhat vs arasındaki farkları bile bilemeyecek kadar kendini alim zanneden zavallılar. Sadece bir kişinin bile imana gelmesinde bir katkınız oldu mu acaba? Ama insanları dinden uzaklaştımada pek mahirsiniz. Ateş böceği gibi aklınızla-ilminizle Güneşle muaraza ediyorsunuz. Yazık! bu şekilde bırakın başkalarına yardımcı olmayı kendi imanınızı koruyabilirseniz iyidir. Ben yapıyorum size de tavsiye ederim: Sakin kafayla imanınızı bir sorgulayın, ne durumda? Bir ilerleme var mı? Gerçekten tatmin olmuş mu? Yoksa şüphelerin üstünü örterek mi ilerliyorsunuz? Yani aklınız-kalbiniz mutmain mi? Ben hiç sanmıyorum. Alimlere, tefsirlere saldırarak sadece başkalarına değil kendinize de yazık ediyorsunuz. Cenab-ı Hak'kın bu asrın insanlarına ihsan ettiği Risale-i Nur'lardan bir cümle ile bahsi kapıyorum, anlaşılıyor ki uzatmanın faydası yok. "Cevab-ül ahmak-is sükût" kaidesince, böylelere karşı cevab sükûttur.
konuyu baştan sona okudum ve büyük bir utanç duydum. utancım şundandır ki :

- adı islam olan bir sitede ve belki de din düşmanlarının da okuyabileceği idrak edilmeden nasıl oluyor da böyle bir konu açılıyor ve tartışılıyor.. anlamak mümkün değil.

bu gibi saldırı -itham ve karalamalar cemaatleri birbirine düşürmekten ziyade islam düşmanlarının salyalarını akıtmasına vesile olmaktan öte gitmeyecektir.


cevşen 'i ve / veya herhangi bir cemaat/ tarikat'a ait olduğu iddia edilen bir dua kitabını okumanın ne zararı olsun ki.. bizler de senelerdir cevşen ve daha birçok dua kitabını okuruz .

cevşen 'i teknik analiz ettiğinizde : Allah 'ın ( c.c. ) esma'sının tekerrürü ile O 'ndan medet istemekten ibarettir. soruyorum , bunda ne zarar vardır ?

konuyu açan arkadaşın ( copy - paste yapmış ve kendisine ait olmayan bir yazıyı kopyalamış ) bu denli kin - garez ve saldırgan olmasını doğrusu bir müslümana yakıştıramadım. kala kala bir zırh olayına takılıp kalmanın ve Allah ' ın rahmetine kavuşmuş bir insanın bu derece kin ile gıybetini yapmak hiç de yakışık almıyor.


böylesine islam 'a düşman unsurlar var iken ve böyle bozuk düzende islam 'ı neşretmek var iken birbirine düşmüş -kendi arasında muhalif ve saldırgan ( sözde ) müslümanlar olduğu müddetçe din düşmanları daha çok zaman huzur içinde olacaklardır ve bol malzeme bulacaklardır .


ayrıca bu konu asla serbest tartışma olarak görülmemeli ve bu forum yöneticileri tarafından ( eğer bu forum gerçekten islami forum ise ) geri getirilmemek üzere kaldırılmalıdır ..kanaatindeyim.
Bu yazı türkiye gazetesindeki bir yazarın cevşene bid'a diyerek ilişmesi üzerine Abdulkadir Badıllı tarafından yazılmıştır.Sundukları sebepler aynı olduğu için oradan alıntı yapılmıştır.

Allah razı olsun.
Çok güzel cevaplar vermişsiniz.
 
Kozsoy Çevrimdışı

Kozsoy

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
tamlama yapalım eksik kalmasın.

bir de bunun celcelütiyesi var samsamlı tamtamlı orda da onlara dua ediyorlar,,, suryanice olduğunu iddia ediyorlar ( bir sür şeyi geçtim hadi süryanice dedim) ama diyemedim zira suryanilere sordum yok bizde öyle bi isim cevabını aldım . Daha da araştırdım kabala da Allah'ın isimlerinin 2 mi 3 mü ne harfli tamlamalarımı tanımlamaları mı ne vardı , en yakın bulduğum o idi .

Rambam tamtam buralarda bi yerleri kurcalıyarak bulunabilir sanırım . Yahudiler ibni meymuna tamtam diyorlarmış ! Ne demekse artık !,

Zaten rambamla tamtama bakınca samsam da herhalde oradan bir yerlerdendir diyorum doğal olarak .

http://kinkazzosho.blogspot.com.tr/2006/08/rambam-universal-jewish-tam-tam.html

musevî bilginler arasında İkinci Musa lakabı ya da rütbesiyle adının baş harflerinden oluşan RaMBaM (רמב"ם : Rạbbī Mōšệ benMạymôn) adıyla bilinir.

wiki

TAM ise zaten yahudilerde Allahın ismi mi sıfat mı ne :

Thoth other names are Dahijty = Daty meaning Religion. Another of his names is Tam meaning complete (Noah was TAM in his generation- the only seed saved by god). His full name reads: Tam-Dat-Torah meaning: complete-religion-Torah. The four letters of his name: D (4th letter of the Hebrew alphabet) M (13th letter) Th (22nd letter) and T (9th), spells out a recoiled snake or a description of the creator of the double helix. Together it spells out DaM ThoT = the blood of Thoth. The fourth letter is D = dalet = da el tho = know. There are four creation letters. A=God T=Tho G=Haga C=Shin.

bunun kaynağını yazmıcam ......

Tam türkçedeki ile aynı anlamda kelime sanırım türkçeye ibraniceden geçmiş. eksiksiz kamil diye açıklayabiliriz. tamtam da kamil kere kamil anlamına denk düşüyor herhale e bu yahudiler hahamlarınada tapındıklarına göre celcelütiyedeki tamtam bilmem hangi haham olmakta gibi görünüyor bkz ibni meymunu yahudinin anış şekli , wiki ve tevbe 31 ...

samsam ise bu gidişatta samuel veya güncel olarak sam amcanın samı ile ilgili görünüyor. samual yani kısaca sam ibranicede allahın ismi demekmiş ...muhtemelen samsam da ismiazam gibi bir manaya geliyor mantık yürütünce kamilkerekamil tamtam gibi isimkereisim samsam ,,, ki zaten celcelütiye üzerindeki iddialardan biriside ismi azamı içermesi değil mi?

allahu alem.
 
D Çevrimdışı

Deniz

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
CEVŞEN ŞİA BİD’AT’İDİR , UYDURULDUĞU KAT’İDİR
images


Cevşenin Farisi kökenli olduğu , ehl-i sünnet itikadına şia’dan sızdığı aşikar bir gerçektir. Özellikle Türk tasavvufunda yer bulması zaten şia mahrecinin bir gizli nişanesidir. Tasavvuf ekolü her ne kadar şia’ya karşıymış gibi görünsede , Tasavvuf içindeki ve hayat dinamiklerindeki şia patentli dini sembolleri çıkardığımızda ortada ne tasavvuf ne de İslam’dan bir eser kalır !

Cevşen; Farsça kökenli bir kelime olub lugat olarak “zırh , zırhlı gömlek” anlamındadır. Laik Demokratik Türkiye’nin kontrolünde bulunan “dırar”larından biri olan diyanetin ansiklopedisinde bile Cevşen maddesinde özetle diyor ki: Farsça asıllı olduğu kabul edilen cevşen kelimesi sözlükte, "zırh, savaş elbisesi" anlamına gelmektedir. Terim olarak Şii kaynaklarında Ehl-i beyt tarikiyle Peygambere isnad edilib, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sagir denilen iki duanın ortak adıdır.

Cevşen-i Kebir (cevşen): Rivayete göre Uhud’da savaşın şiddetlendiği bir sırada, Peygamber ellerini açarak ALLAH’a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve; "Ya Rasulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır" demiştir.

Bu olayla ilgili Şii kaynaklarında Musâ el-Kâzım - Ca’fer es-Sâdık - Muhammed el-Bâkır - Zeynelâbidîn - Huseyin ve Ali tarîkıyle Peygamber’e isnâd edilir : "ALLAH c.c. Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi ALLAH ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile ALLAH’a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehidleri derecesinde 900 bin şehid sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mumin ise azab görmez. Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün mu'minlerinki kadar sevab kazanır, asla Cehenneme girmez."(!)


Cebrail, Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere tâlim etmesini istemiş. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek mustakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır.
Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivayet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.
Dua, Şia bölgelerinde özel matbaalarca kefen üzerine yazılmakta ve cenazenin kefenlenmesinde kullanılmaktadır.
Cevşen-i Kebîr, her biri ALLAH’ın isim ve sıfatlarından on tanesini ihtivâ eden yüz bölümden ibaret uzunca bir duâdır. Her bölümün sonunda "Subhâneke yâ lâ ilâhe illâ ente’l-emâne’l-emân hallisnâ / ecirnâ / neccinâ mine’n-nâr" (Subhânsın yâ Rab! Sen’den başka yoktur ilâh! Emân diliyoruz Sen’den, Koru bizi Cehennem’den!) ibaresi tekrarlanmaktadır.

Cevşen-i Kebir Türkiye’deki bazı cahil mirasyedi Sunni çevreler arasında da ilgiyle karşılanmıştır. Duayı, Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin, tarikatla ilgili “Mecmuatu'l-ahzab” adlı eserinde nakletmiş, daha sonra özellikle Risale-i Nur cemaati tarafından mustakil olarak birçok defa basılmış ve Türkçe’ye de tercümeleri yapılmıştır. Ayrıca Şii kaynaklarında zikredilen metinle bu eserlerdeki metin arasında bazı eksiklik veya fazlalıklar göze çarpmaktadır.
Cevşen-i Kebir diye bilinen ve Musa el-Kazım’dan itibaren imamlar yoluyla Peygambere nisbet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen, yaklaşık 15 sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir.
Duanın Sünni hadis mecmualarında yer almaması, ayrıca Şii hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki “Kütüb-i erbea”da da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede kitablarda mevcut olması da bu görüşü desteklemektedir.


Cevşen sahih olamaz

Cevşen’in faziletleriyle ilgili olarak nakledilenlere gelince, ALLAH’ın insana verdiği imkan ve yetenekler, ona tanıdığı haklar ve yüklediği görevler karşısında kişinin bir duayı okumakla dünya ve ahiratin bütün kötülüklerinden korunub mutluluğa erişmesi, İslamiyet açısından, hatta bütün semavi dinler bakımından mümkün değildir. Ayrıca her bölümünde tevhidi vurgulayan ve yoğun kutsi duygularla örülmüş bulunan bir duanın iman etmeyenler tarafından okunmasının ne anlamı var ki, Cebrail bu konuda Peygamberi uyarmış olsun. Kaldı ki bu dua, herkesin vakıf olabileceği bir açıklıkla literatüre geçtiğine göre, gizli tutulması da fiilen imkansızdır. (Diyanet ans. Cevşen maddesi, sf: 462-464)

Diyanet Ansiklopedisi’ndeki bu bilgiye göre, Cevşen duasının Ehl-i sünnet kaynaklarında bulunmaması ve fazileti ile ilgili rivayetlerin İslamiyet ve ehli sünnet inançlarına aykırı bulunması, Şiilerce muteber kabul edilen Kütüb-i erbea’da bulunmaması da, bunun sahih olmadığını göstermektedir.
Bu duayı üstünde taşıyanın asla Cehenneme girmemesi de, ilim ile bağdaşmayan bir ifadedir. Çünkü hepsinden kıymetli olan Mushaf’ı (Kur’an-ı kerimi) bile üstünde taşıyan kâfir, Cehennemden kurtulamaz.
Şiiler, Cevşeni savaşlarda kullanmışlarsa da, bir faydasını görmemişlerdir. Mesela Irak-İran harbinde ölen Irak'lı Şii askerlerle, İran'lı Şii askerlerin üstlerinde cevşen duası bulunmuştur. Ayrıca üzerinde cevşen olduğu halde kaza geçiren çok kimse görülmüştür.


Güya Cevşenü'l-Kebir ismindeki duâ Peygamber Efendimize, Uhud Harbi esnasında Cebrail (a.s) tarafından getirilmiştir.
Cebrail gelerek Muhammed'e (s.a.v.): "Üzerindeki zırhı çıkar ve bu duâyı oku. Bu duâyı üzerinde taşır ve okursan zırhtan daha büyük tesiri vardır." demiş(!).
Peygamber Efendimiz duânın tesirinin sadece kendine mi mahsus, yoksa ummete de şamil mi olduğunu sorunca, Cebrail (a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Ya Rasulullah, bu duâ Cenab-ı ALLAH'ın sana ve ümmetine bir hediyesidir. Bunun sevabını ALLAH'tan başka kimse takdir edemez."
(Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin , Mecmuatu'l Ahzab, İstanbul 1298 R, s. 231-261.)


Davut Aydüz der ki; "Şiî kaynaklarına dayalı olarak rivâyet edilen Cevşen’in faziletine dair hadis, ehl-i sünnet’in prensipleri doğrultusunda kabule şâyan değildir. Meselâ, "Cevşen’i okuyan dört semavî kitabı okumuş gibi olur, Bunu okuyan asla Cehennem’e girmez, Üzerinde Cevşen yazılı kefenle gömülen kişi kabir azabı görmez"... gibi. ihtimal bunları bu duâya kudsiyet kazandırma düşüncesiyle -ehl-i beyt imamları kanalıyla geldiği için- bazı ifratkâr kişiler uydurmuş olabilir…"


Cevşen vesilesiyle düşülen bir şirk şöyle anlatılıyor;
"Cevşen, sürekli okunduğunda, okuyana birtakım maddî-manevî faydaları vardır ki, birçok ehl-i keşif ve islâm âlimi buna işaret etmişlerdir. Bunlardan birisi olarak Said Nursi , el-Cevşenü’l-Kebîr’i okuma neticesinde gördüğü faydalardan şöyle bahseder: "Münâfık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar..."
[Risale-i Nur Külliyatı, II,1738 (Emirdağ Lâhikası I)]


Şia ve nurcular, cevşen duasının ehlibeyt imamları vasıtasıyla geldiğini iddia ederek tenakkuza düşmüşlerdir. Zira zehirlendiği rivayet edilen Hasan (r.anh) ve diğer ehlibeyt imamları, Kerbela şehidi Hüseyin (r.anh) ve etrafındakiler cevşen’in bu faziletinden neden istifade edemediler ? Düşündürücüdür ! Tabi temiz akıl sahibleri düşünür.

Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) mağarada Ebu Bekir'e (r.anh) hafi zikir talim buyurduğu gibi Cevşen de büyük kutubların ve güvenilir evliyanın uhdesinde mevsuk bir şekilde bulunmakta ve tâlim edilmekte olduğundan, ayrıca rivayet edilmesine ve meşhur kitaplara alınmasına ihtiyaç duyulmamıştır zırva savunumuyla senetsiz ve uydurma olduğunu itirafına rağmen meşruiyet kazandırılmaya çalışılması ancak cahillerin kabulleneceği işlerdir.


Cevşen hakkında Fikret Şanlı'nın yazısı da şu şekilde;
"Cevşen- i Kebir ve Cevşeni Sagir olmak üzere iki dua vardır. Uhud harbi esnasında Efendimizi öldürme teşebbüsleri çoğalıb havanın da sıcak olması hasebiyle zırhında yük yaptığı bir ortamda Cebrail (a.s.) gelir ve : “Ey Muhammed! Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır.
[ İslam Ansiklopedisi Cevşen bölümünde güzel mülahazalar vardır. Konuyu daha derin araştırmak isteyenlere tavsiye olunur. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 7, sf: 462-3-4]
(Bu veya buna benzer metinler cevşen satılırken ufak bir kağıtla beraber verilir.)


İşte yaklaşık 15 sayfa olan bu dua bize böyle gönderilmiştir. O günden bu güne kim onu üzerinde taşırsa başına musibet gelmez. Evinde olursa evi yanmaz. Çocuğunda olursa başına bir şey gelmez. Dini kasko olsa olsa budur herhalde !

Bu konu hakkındaki ilmi mutalaalardan şu sonuçlar çıkmıştır:

1- Peygamber Efendimiz Uhud’da zırhını çıkarmamıştır. Hatta üzerinde iki zırh birden vardı.
[İslam Tarihi Mustafa Asım Köksal, c. 3, s. 172]


Rasulullah’ın herhangi bir gazvede zırhını çıkardığına dair hiçbir rivayet yoktur. Bilâkis, Peygamber’in şöyle buyurduğu sabittir:
"Bir peygambere, zırhını giydikten sonra, onunla düşmanları arasında Allah Tealâ hükmünü vermedikçe zırhını çıkarması yaraşmaz."
(Hadisin tahrici: İbn Hişam, 2/63, 66; İbn İshak’tan, o da Zuhrî ve bir başkası yoluyla mürsel olarak rivayet etmiştir. Hadisin tamamını ve bir benzerini Ahmed b. Hanbel (3/351) de rivayet etmiştir. Dârimî (2/129, 130) ise mevsul olarak İbn Zubeyr yoluyla Cabir’den aktarmıştır, ravileri sikadır. Bu hadisin İbn Abbas’tan rivayet edilen şahidini ise Hâkim (2/128, 129, 296, 297) ve Ahmed b. Hanbel (290) rivayet etmişlerdir. Hâkim isnadı sahih görmüş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.-
İbn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, çev. Şükrü Özen, İklim Yayınları, İstanbul 1988, 3/240.)


Üstelik Cebrail (a.s.), Peygamber’e zırhını çıkarmasını değil, çıkarmamasını emretmiştir. Hendek Harbi’nde kâfirlerin dağıldığı gecenin sabahı Müslümanlar Medine’ye dönüp silâhlarını bıraktıkları sırada, Cebrail, Rasulullah’a gelmiş ve "Zırhını çıkarıyor musun? Melekler, henüz silâhı bırakmadılar. Allah Tealâ, sana Benî Kurayza üzerine yürümeni emrediyor; ben de onlara gidiyorum." demişti. (Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 6/3886. Muslim, Cihâd ve’s-Siyer, 22/65; 23/69)

Savaşta zırhı çıkarmak şöyle dursun, Peygamber (s.a.v.) Uhud Günü iki zırhı üst üste giymiştir. (İbn Mâce, Cihâd, 18/2806. Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bu hadisin isnadı, Buhārî’nin şartı üzere sahihtir)
Yine aynı savaşta Rasulullah’ın başında miğferi de vardı ve aldığı darbe ile miğfer kırılmış; Peygamberimiz de yaralanmıştı. (Buhārî, Megāzî, 26/113; Muslim, Cihâd, 37/101)
Rasulullah’ın savaşlarda kullanmak üzere 9 kılıcı, 7 zırhı, 6 yayı, 2 kalkanı, 5 mızrağı, 2 miğferi vb. silâh ve teçhizatı vardı. (İbn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, 1/120-121)

Herhâlde, bu Cevşen’den sonra hepsini kaldırıp atmıştır!... (Cenab-ı Hak buyurmuştur ki: "Biz ona (Davud’a), sizin için, sizi savaşın şiddetinden korumak için, giyecek (zırh) yapma sanatını da öğretmiştik. Şimdi siz, şükreden kimseler misiniz?" (Enbiyâ, 21 / 80.)
Katâde der ki: "İlk zırh yapan kimse, Dâvud (a.s.)’dur. Çünkü, zırhın yapıldığı o malzeme, daha evvel geniş levhalar hâlindeydi. Binaenaleyh, onu delib de ören ve böylece bedene giyilecek hâle getiren ilk kişi, odur."
(...) ("Sizi savaşın şiddetinden korumak için"in) manası, "Sizi yaralanmaktan, öldürülmekten, kılıçtan, oktan, mızraktan korusun diye..." demektir. (...) Allah, "Şimdi siz, şükredenler misiniz?" buyurmuştur. Yani, "Bu sanatı size muyesser kılmasından ötürü, Allah’a şükrediniz..." demektir. (Râzî, Tefsîr-i Kebîr, 16/193-194.)
Bu zırh çıkarma uydurması, hem Hz. Dâvud (a.s.)’a bir küfran-ı nimet, hem de Allah’a şükredilmesi gereken bir konunun Hz. Peygamber için iptal edilmesi anlamına da gelmektedir.)

2- Cevşen’in Sunnî kaynaklarda bulunmaması, Şiîler’ce muteber kabul edilen Kutub-ul Erbaa’da bulunması, bunun uydurma olduğunu gösterir.
Cevşen ile ilgili rivâyetlerin, hadîs usûlünde kabul edilen rivayet usulleri ve özellikle hadîsin kabulünü gerektiren mutevâtir, sahih, hasen kategorileri içerisinde olmaması, Cevşen’in sıhhati hakkında epeyce ipucu vermiştir. Üstelik bunun Musâ el-Kâzım - Ca’fer es-Sâdık - Muhammed el-Bâkır - Zeyn'el âbidîn - Huseyin ve Ali tarîkıyle Peygamber’e isnâd edilmesi, yani hep Şiâ’nın sahib çıktığı şahsiyetler yoluyla intikali, Sunnî alimlerin ve toplumunun bu rivayeti göz ardı etme neticesine götürmüştür.
Cevşen’in mana ve muhtevası ne kadar güzel ve musbet olduğu varsayılsa bile İlim erbabı, Sünnilerce mevzunun sened tenkidi açısından yapılan değerlendirmeye itibar edilmektedir. Öyle de olmalıdır. Hadis usulü ilim dalı boşuna oluşmamıştır. Metni güzel diye tüm uydurma hadisleri sahihlersek ortalıkta uydurma ve zayıf hadis bırakmayız.
Altının değerini sarrafı bilir misali Hadisin değerini (sahihliğini) de hadis usulü ilmine vakıf alimler bilir. Hiçbir hadis usulü âlimi, cevşen hakkındaki bahsedilen metne sahih diyememişlerdir. Her ne kadar sofiye ehlince hadis usulü diye bir şey olmasa da (onlara göre hadisin sahihliği şeyhlerine evliyalarının kalbine ALLAH tarafından hadisin keşfolunmasıdır. Ehl-i sünnet ne kadar uydurma olduğunu ilmi olarak ispat etse de tasavvufun şeyhleri okeylemişse o neredeyse Ayet mesabesindedir.) ehl-i sünnete göre vardır.

Şimdi buraya diyalogsever Fethullah Gülen’in kendi yazısından konuyla ilgili itikatlerini deşifre edeceğim :

Bazen hadîs kriterleri ölçü olmayabilir. Ehlullah’ın Efendimiz’den keşfen hadîs alması hiç de az vaki olmuş hâdiselerden değildir. İmam Rabbânî der ki: "Ben, İbn Mes’ûd’dan, Muavvizeteyn’in (felak ve nas sureleri) Kur’an’dan olmadığına dair rivâyetini görünce bu sûreleri farz namazlarımda da okumamaya başladım. Ne zaman ki, Efendimiz’den onların Kur’an’dan olduğuna dair ihtâr aldım, ancak o zaman bu sûreleri farz namazlarımda da okumaya başladım".
Bazılarının bizim kunut duâsı olarak okuduklarımızı, Kur’an’dan kabul etmesi de, yukarıda işaret etmek istediğimiz husûsa ayrı bir delil kabul edilebilir. Ve yine İmam Rabbânî’den bir misâl diyor ki: "Ben bazı hususlarda İmam Şâfiî’yi taklîd ediyordum. Ancak bana İmam Ebû Hanîfe’nin peygamberlik mesleğini temsil ettiği ihsâs edildi. Ben de Ebû Hanîfe’ye iktida ettim...".
Bu durum da elbet belli kriter ve ölçü gerektirir. Yoksa önüne gelen herkes keşfen bir şeyler aldığını söyler ve ortalık bir sürü uydurma keşiflerle dolar. Ama bazı büyük zatları bu katagoriye dahil etmek çok büyük yanılgı olur. Onlar "Keşfen aldık" dediklerini mutlaka öyle almışlardır ve dedikleri de kat’iyen doğrudur. Ne var ki, bunları belli hadîs krıterleri içinde tahlîl etmek imkansızdır. Onun için de, hadîsçiler bu tür ifadelere iltifat etmemişlerdir. Ama onların iltifat etmemesi bu ifadelerin doğru olmadığı manasına da gelmez. Bütün bu söylediklerimiz Cevşen için de aynen geçerlidir. Onun için biz kesinlikle diyoruz ki, Cevşen manası itibariyle Efendimize ilhâm veya vahiy yoluyla gelmiştir. Daha sonra da ehlullahtan birisi bu Cevşen’i keşif yoluyla Efendimiz’den almış ve Cevşen bize kadar öyle ulaşmıştır. (işte senet (!))

Bu hususlara şunu da ilâve etmek faydalı olur kanaatindeyim. Gümüşhanevî gibi bir büyük veli ve Bedîüzzaman gibi bir sahip-kıran, Cevşen’i kabullenip onun vird edinmişlerdir. Cevşen’in me’hazindeki kuvvet ve kudsiyete ait başka hiçbir delil ve bürhân olmasa, sadece isimlerini verdiğimiz büyüklerin bu kabullenişleri ve yüzbinlerce insanın Cevşen’e gönülden bağlanıp değer atfetmeleri, Cevşen hakkında en azından ihtiyatlı konuşmaya yetecek güç ve kuvvette delillerdir. Sadece senedine ait bir boşluktan dolayı Cevşen’e dil uzatmak en ılımlı ifadeyle bir haksızlıktır. “
(M. Fethullah Gülen, Prizma-1, İzmir 1995, s.119-122.)

55450_2.jpg


Hatadan munezzeh önderleri ve kalabalık yığınların bu senetsiz metni güzele kapılmalarını şantaj olarak göstererek ehli sünnete uygun şekilde hadis usulüne uymamızı kınıyor ve aba altından tehdit ediyor. Bu bid'atçilere sözümüz “hadi ordan sende” olacaktır .

3- “Cevşen’i okuyan dört semavî kitabı okumuş gibi olur", "Bunu okuyan asla Cehennem’e girmez" veya "Üzerinde Cevşen yazılı kefenle gömülen kişi kabir azabı görmez ...v.b." akideye muhalif inançlar cevşenin ne olduğu hakkında bırakın Sünni kesimi , Kendileri daha da sapık olmasına rağmen ehl-i kitaba bile tebessüm ettirecek boyuttadır.

4- 15 sayfalık metnin sahih olması çok zor görünmemektedir. Çünkü bu metin, bilinen bir vakıayı, bir kıssayı veya tarihî bir olayı anlatan, hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle zabtedilib tekrarlanması, Peygamber’den alınıp rivayet edilmesi uzun ve çok zor denecek kadar güçtür"

5- Madem bu dua Peygamber Efendimizi koruyacaktı da Efendimiz , Uhud harbinde niye yaralandı?
Ebu Said el Hudri der ki:
Rasulullah’ın yüzüne baktım. Her iki şakağında gümüş para yerini andırır iz, alnında saçının dibinde de bir yara vardı. Alt dudağı yarılmış, sağ yanındaki rebaiye dişinden birisi de kırılmıştı... Yardım edilmedikçe attan inemedi... Her iki Sade (Sa’d b. Ubade ile Sa’d b Muaz'a) dayanarak evine girdi.”
[İslam Tarihi Mustafa Asım Köksal, c. 3, sf: 233]


Hani bu dua zırhtan daha iyiydi ?
Bu savaştan sonraki savaşlarda niye yaralanmalar oldu?
Efendimiz mübarek dişini niye yitirdi?
70 kadar sahabi neden şehid oldu ?


6- Cevşeni takarak güvende olma itikadi İslam’ın tevekkül mantığına ters. O halde bu hadis nerede geçiyor diye araştırdığımızda şu sonuca varırız ki, bu olay ehl-i sünnetin ne birinci derece hadis kitaplarında, ne de ikinci derece hadis kitablarında. Peki bu uydurma şey bize nasıl ulaştı diye bakarsak şu sonuca varırız:
Bu duanın aslı cevşen kelimesinde saklı. Cevşen Farsça (şia) bir kelimedir. Zırh demektir. İran kaynaklarına göre Cevşen-i Kebir ile ALLAH’a müracaatta bulunan kimseye Bedir Şehidleri derecesinde 900.000 şehid sevabı verilir. Bu duayı kefenin üzerine yazan mü’min azap görmez onu okuyan kimse dört semavi kitabı okumuş gibi olur... v.s, v.s....
Cevşen baskılı kefenlerin ehl-i sünnet cenaze işleri müdürlüğünde bulunması an meselesidir .
Hakikaten buna inanılır mı derdim ama inanılıyor. İran’da binlerce cevşenli kefen var bizde de cahil ve tasavvuf tıyniyetli binlerce insan.
Her dönemde dinini bilmeyen insanları istismar etmek için birileri çıkıp din adına bir şeyler uydurup onunla menfaat sağlamak isteyen insanlar çıkmıştır. Hristiyanlar da cennetten arsa satmadılar mı?
Yıllar önce Fethullah Gülen’in Zaman gazetesinin ikinci sayfasında cevşen adı altında üç gün boyunca tam sayfa yazısı çıkmıştı. Sonuç olarak şu kanıya ulaşılıyordu:
"Evet! Bu olay ehli sünnetin hadis kitaplarında yok.

Evet! Bu olayın silsilesi şia silsilesi.
Evet! Bu olayın aslı olmayabilir. Ama bu duayı üstadın okuması bizim için yeterlidir."

Bundan sonra iki konunun izah edilmesi gerektiği kanısındayım.

1- Mesele: Madem bu olayın aslı yok zira "din isnaddır.” buyuruluyor. Peki niye halen cevşen satılırken bu kayıtlar veriliyor. Bu tip insanlara ancak şu ayet mealini söyleyebiliriz: “ALLAH’ın ayetlerini az bir paraya satmayın.”
Az bir paraya satmayın, yani dini istismar edip dinin sırtından zengin olmaya kalkarsanız ne kazanırsanız kazanın o az bir para olacaktır, haberiniz olsun.
Nur Cemaatinin ayrılmasının sebeplerinden ve Risalelerdeki ebcet hesabı hatalarından bahseden bir kitapta [İşaratı Gaybiye ve Ayniye, Yazan M. Ali Nebioğlu, 1964, Ankara] bu sebeplerin başında Risalelerin kârının kimde kalacağında anlaşılamamasıdır der.


2. Mesele: Aslında bu en önemli meseledir. İnsanların cevşeni takarken bu inançta olmalarıdır. Kendilerini bu kağıdın koruyacağını zannederler ve kağıdı asarak yardım beklerler ki bu insanları cahiliyyedeki puta tapanlar gibi putperestliğe alıştırma gibidir. Oysa ALLAH istemedikçe dünya ve içindekiler ne isterse istesinler onlara bir şey olmaz.
Kuvvet ve kudret sahibi olan ALLAH’tır ki insanlara bunun ilahi bir yönünün olmadığı söylense ve sadece bunda ALLAH’ın güzel isimleri, dualar, Bedir ashabının ismi var denseydi cevşen bu kadar yayılır mıydı?"
Ezcümle ; İsnad olarak sabit olmayan Cevşen duasının –savunanların da kabullendiği gibi - şia uydurması olduğu sabittir.

[Şia'nın dua kitaplarından el Kummî'nin Mefatihul Cinan adlı eserinde, el Kef'ami'nin Beledul Emin adlı eserinde kopuk bir isnad ile zikredilmiştir.]

Nurcular; "Şiilerin rivayetlerinde de sahih şeyler bulunabilir, Ehli Sünnet alimleri şiadan hadis almaktan çekindikleri için pek çok doğru şeyden mahrum kalabiliriz" bahanesiyle cevşen'e meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar. Bu sözleri ilimden nasibsizlerin sözüne benzemektedir. Zira ALLAH Teala itikadı sahih olsa bile fasık (günahkar) birinin getirdiği habere itibar edilmemesi beyan ederken, yalan söylemeyi dinen vacib olarak gören Şiilerin anlattıklarına nasıl itibar ederiz?
Ehl-i sünnet alimlerinin şia'dan hiçbir rivayette bulunmadıkları yolundaki iddia da çok su götürür. Ehli Sünnet muhaddisleri bidat fırkalarından rivayet hususunda hassas kriterler koymuşlardır. Bunlardan bazıları; rivayette bulunan kişinin kendi fırkasının davetçilerinden olmaması, yalanı caiz gören fırkalardan birine mensup olmaması gibi hususlardır. Bu ve benzeri şartların haricinde kalanların rivayetleri Ehli Sünnet kaynaklarda mevcuttur. Dolayısıyla Rafızilikte aşırı olmayan Ali bin Zeyd bin Cüdan, Cerir Bin Abdilhamid, Atiyyetul Avfi gibi pek çok şii raviler kütübü sitte ricali arasında yer bulmuştur.
Şii ravilerin rivayet ettiği hadislerden sahihi, zayıfı ve uydurma olanları Ehl-i Sünnet kaynaklarda mevcut olup, cevşen ile ilgili rivayete asla itibar edilmemiştir. Ahmed Ziyâeddin Gümüşhanevi'nin nakletmesine gelince, bilindiği gibi o, sufidir.

Sufiyye ise özellikle son dönem sufileri, Ehli Sünnete pek çok hususta muhalefet ederek Batınîlik ve Şia'ya meyillidirler. İsmail Hakkı Bursevi gibi pek çok sufi, Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem'e isnad edilen rivayetin sahih yada uydurma olmasına aldırmadan amel etme gereğine inanmışlardır.

Halbuki ALLAH Azze ve Celle dünyevî hususlarda bile zanna tabi olmayı yasaklamıştır. Kaldı ki dini hususta zan bile ifade etmeyen, uydurma oluşu alenen ortada olan bir hikaye ile nasıl amel edilebilir?
Cevşenin isnadının sağlamlığından dem vuranlar, rivayetin isnadını Musa Kazım r.a. ile başlayarak zikrederler ve sahihmiş gibi bir görüntü vermeye çalışırlar. Fakat Musa el Kazım'dan bunu rivayet ettiği söylenen şii ravilerden bahsedilmez!
Muhtevası hakkında ise; "Bu duanın içeriğinde sakıncalı bir husus yok, esma-ul Husna ve ayetler içeriyor" denilerek aklen güzel görülerek savunulmaktadır. Bir amelin makbul olabilmesi için iki şartın birlikte olması zorunludur; ihlas ve sünnete uygunluk.

Fudayl Bin İyad (r.h.) der ki; "Bir amel ALLAH için halis olub da, doğru olmazsa kabul edilmez. Yine bir amel doğru olub da ALLAH'a has kılınmazsa yine kabul edilmez. Amelin halis olması; yalnız ALLAH rızası gözetilerek yapılmasıdır. Doğru olması ise; sünnete uygun olmasıdır."
[Ebu Nuaym, Hilye, (8/95)]

Bidatlerin çirkinliğinden Daha önceki yazılarımızda bahsederek delillendirmiştik.

Ebu Zerr (r.anh)'ın rivayet ettiği sahih hadiste Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve selem; "Sizi cennete yaklaştıracak olan ve cehennemden uzaklaştıracak olan her şeyi açıkladım" [Taberani, Mucemu'l Kebir(1647) buyurmuştur.
O halde neden ayetlerle ve sahih hadislerle sabit olan dualar bırakılıb tavsiye edilmeyen bir dua metni ile nesiller boyu meşgul olunur?

İmam Malik de şöyle der;
"Kim güzel bularak bidat çıkarırsa, Muhammed s.a.v.'in risalet görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Zira ALLAH Teala; "Bu gün dininizi kemale erdirdim"(Maide 3) buyurmuştur. O gün dinde olmayan bir şey bu gün de dinden olamaz."
[Şatıbi, el-İtisam(1/64)]


Nafi (r.h.) anlatıyor;
İbni Ömer (r.anhuma)'nın yanında birisi aksırdı ve “elhamdulillah vesselamu ala Rasulullah” = ALLAH’a hamd Rasûlune selam olsun dedi. Bunun üzerine İbn Ömer şöyle dedi:
Ben elhamdulillah vesselamu ala Rasulullah mı diyorum Rasûlullah (s.a.v.) bize böyle öğretmedi. Bize “elhamdulillahi ala kulli hal” = Her zamanda ve her zeminde ALLAH’a hamdolsun dememizi öğretti.”

[Tirmizi, (2738); Hakim, (4/265) isnadı hasendir]

Görüldüğü gibi bahsedilen şahıs aslında görünüşte kötü bir şey söylememiştir. Fakat sünnette öğretilen dua yerine kendi uygun bulduğu şekilde dua ettiği için, İbni Ömer (r.anhuma) tarafından tepkiyle karşılanmıştır.

Abdullah Bin Mugaffel (r.anh) oğlunun; “ALLAH’ım Senden cennetin sağında beyaz bir köşk istiyorum” dediğini duyunca;
“Peygamber Aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu işittim; “Bu ummette duada haddi aşanlar olacaktır.”

[sahihtir. Ebu Davud (96,1480); Deylemi (3440); Ahmed (1/172); İbni Hibban (15/166); Hakim (1/267); Beyhaki (1/196); Abd Bin Humeyd, Musned (1/180); Huseyni El Beyan Vet Tarif (2/181); Tuhfetul Ahvezi (1/157); Neylu'l Evtar (1/215) ; Tayalisi (1/28); Feyzul Kadir (4775); İbni Mace (3864); Kenz (3295) benzerini; Cem’ul Fevaid’de(9252) Rudani nakleder.]

Berâ b. Âzib (r.anh)’den rivâyete göre, Peygamber sallALLAHu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
yatacağında namaz abdesti gibi abdest al, sonra sağ tarafına uzanıb şöyle de;
ALLAH’ım irademi sana teslim ettim yönümü sana çevirdim senden korkub seni isteyerek işlerimi sana bıraktım sırtımı sana dayadım senden kaçıb kurtulmak ancak sana dönmekle mümkündür. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere iman ettim.”
Bunları söylediğin gece ölürsen fıtrat üzere tertemiz ölürsün, sabaha çıkarsan hayır kazanmış olarak sabahlamış olursun
”;
Berâ diyor ki:
Ben gönderdiğin Rasûle dedim…” Bunun üzerine Peygamber sallALLAHu aleyhi ve sellem göğsüme vurdu ve; “Gönderdiğin peygambere de ” buyurdu.

[Buhâri, Daavât 7, 9; Tevhid 34; Muslim (2710) Tirmizi (3391) Ebu Dâvud (5046, 5047, 5048)]

Burada da görüldüğü üzere, aynı anlama gelen iki kelime arasında dahi bir değişiklilk yapılması caiz görülmemişken, Rasulullah sallALLAHu aleyhi ve sellem’den geldiği sabit olmayan bir dua ile nasıl dua edilebilir?
Rasulullah s.a.v.’in sünnetinde bulunmayan dualarla dua edenlerin, Esma-ul Husna’dan belirli isimleri belirli sayılarda okuyanların bulunduğu ortamdaki cinleri rahatsız ettiği, cinlerin de bu kimselere musallat olduğu söylenmektedir. Özellikle günlük virdleri çok sayıda olan sufilerde ve Cevşeni çok okuyanlarda aklî rahatsızlıklar sık görülmektedir.
Hayvani gıdalardan riyazet ederek “çile” dedikleri halvete giren ve orada zikir yaptıkları esnada şeytanların telkinine kapılarak mehdilik iddiasında bulunanlara sık rastlanılmakta, bunlardan bazılarında görülen olağanüstü işlerin keramet olduğu zannedilmektedir. Aslında bu islami bir usül değil, hatta sünnette yasaklanmış hususlardandır. Bunun en büyük göstergesi de aynı şekilde riyazete çekilen rahiplerin de bir takım harikuladelere sahib olmasıdır.
İslam’da gaye keramet elde etmek değil, istikameti muhafaza etmektir. Mehdilik iddiasıyla birkaçı ortalıkta dolaşarak kendilerinin bir takım füyuzata ve keşiflere muhatap olduklarını, Mehdilik görevinin kendilerine verildiğini söylemektedirler. Bunlardan birisi İsa (a.s.)’ın manen nuzul ettiğini ve kendisinin arkasında namaz kıldığını söylerken, diğeri de çıkardığı ebced hesaplarıyla kendisinin Mehdi ve oğlunun da aslında İsa a.s. olduğunu söylüyordu. Belki iyi bir niyetle işe başlamışlardı ama sünnetten sapmak onları bu şekilde mecnunlar haline getirmişti.


İmam Muslim, Sahih’in Mukaddimesinde "İsnadın Dinden Olduğunu Beyan Bab" açar ve şöyle der:
"Bu babta, rivayetin ancak mevsuk ravilerden kabul edilmesi lâzım geldiği; ravilerde bulunan kusurlar sebebiyle onları cerh etmenin caiz, hatta vacib olduğu; bunun haram olan gıybet değil, bilâkis şer'-i şerifi müdafaa manasına geldiği görülecektir."

(Muslim, Mukaddime, 5. Bab.)

Muhammed b. Sirin demiştir ki: "Şubhesiz ki bu ilim (isnad) dindir. Öyle ise, dininizi kimlerden aldığınıza dikkat edin!"
Abdullah b. el-Mubârak de şöyle demiştir: "
İsnad dindendir. Eğer isnad olmasaydı, muhakkak her isteyen istediğini söylerdi."
(Muslim, Mukaddime, 5. Bab.)


ALLAH ummeti (ehl-i sünneti) İslam’ın iki kaynağı olan Kuran ve sahih sünnete uygun şekilde amel ve ibadet eden muvahhid Müslümanlardan eylesin .

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا

Sen ölümsüz ve daima diri olan ALLAH’a güvenip dayan. O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak o yeter. [Furkan suresi 58. ayet]

وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

“İnanlar ancak ALLAH’a güvensinler” [Al-i İmran 160. ayet]






Allah razı olsun.
 
Üst Ana Sayfa Alt