Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Daru’l Harb’de Cuma Namazı

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
TÜRKİYE GİBİ DAR'UL-HARB OLAN ÜLKELERDE CUMUA NAMAZI KILINMASI HAKKINDA SORULAR

b-287965-guneydogu_asyanin_en_buyuk_camii_olan_endonezyanin_istiklal_camisinde_cuma_namazi.jpg

Türkiye’de Cumua namazı hususunu konuşmak için Darul islam ve darul harb kavramlarını iyice bilmek gerekir. bunun için Dar'ul-harb ve Dar'ul-İslam başlıklı yazıya muracât edebilirsiniz .


Cumua namazı "kılınır mı, kılınmaz mı" tartışmasında iki boyut vardır. Kılınır diyenler, kılınmaz diyenler...
"Her ne halûkarda olursa olsun Kılınır" diyenlerin iddiaları ilmilikten öte duygusallığa dayanmakta, kılınmaz diyenler ise işi İslam’i kaynaklara dayandırmaktır.
Her zaman şunu duyarsınız:
"Cumua Allah’ın apaçık bir emridir her yerde, her şartta kılınmalıdır."

“Şimdi ben burada Cumua’yı kılacağım , Allah’ta bana neden Türkiye’de cumua namazı kıldın mı diyecek ?"
Evet işte böylesine basit ve trajik ifadelerle olaya yaklaşan müslüman kardeşlerimiz (!) maalesef hayatlarını bu şekilde ciddiyetsiz devam ettirdikleri müddetçe yaralarımız derman bulmayacaktır.
Gelelim bu meseleye ilmi cevap verenlere.
Onlardan birisi Nun yayınlarından çıkan Prof. Dr. Faruk Beşer'in "Fıkıh penceresinden Fetvalarla Çağdaş Hayat" adlı kitabıdır.
Şimdi dilerseniz o kitabta Cumua namazının incelendiği bölümün sonuç kısmını okuyalım ve onların yorumlarına kendimiz cevap vererekten meseleye bir çözüm bulalım...

(Fetvalarla Çağdaş Hayat-Doç. Dr. Faruk Beşer / Nun yayınları syf: 122-123 İstanbul)

SORU 1 - Cumua kılma imkanı bulunan her yerde mutlaka kılınması gereken şiar bir ibadettir.

CEVAP 1- Öncelikle şunu bilmek gerekir ki, Cumua namazı kılınmaz diyenler onu kılmayın demiyor kendi aralarında harb emirlerini tayin eden müslümanlar bu emirin denetim ve musadesinde cumua namazlarını ruhsaten eda edebilirler bu sebeble "cumua namazı her zaman her yerde kılınmalıdır" sözü doğrudur, ve itiraz eden de yok ama cumua belirli şartlarla sabit bir namazın şartlar tahakkuk etmemesi durumunda kılınmaması gerektir. Aksi halde bu amel islami hükümlerle alay etmek gibi bir mana kazanır.

SORU 2- Cumua kılmama fikrini yaymaya çalışanların delilleri çelişkili ve zayıftır. Bu fikri benimseyenler iyi niyetli de olsalar, başlatıkları hareket yanlış, tehlikeli, gençleri camilerden koparıp kahvelere yaklaştıracak bir anlayıştır.

CEVAP 2 - Faruk Beşer'in burada bahsettiği Cumua namazı ile ilgili rivayet edilen şu hadistir.
Cabir bin Abdullah (r.anh)'den rivayete göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiştir:
"Ey insanlar biliniz ki şu yerimde, şu ayımda, şu günümde, ve bu yıldan itibaren, kıyamete dek, Allah cumuayı üzerinize farz kılmıştır. Artık kim onu benim zamanımda yada benden sonra adil ya da zalim bir imamı varken, hafife alarak ya da inkar ederek terk ederse, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin, işinde bereket kılmasın. Dikkat edin, Onun ne namazı vardır, ne haccı, ne orucu, ne bir iyiliği vardır. Tevbe etmedikçe bunlardan hiç biri kabul edilmez."
(Sunen-i İbn Mace, C. 1, Cumua namazı, bab 78, Hadis No : 1081, S. 337, Konya Yayıncılık ; Sunen-i İbn-i Mace - İst: 1401 Çağrı Yay. C: 1, Sh: 343 Had. No: 1081. Ayrıca Abdi'l Latifi'z Zebidi - Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih tercemesi ve şerhi - Ank: ty (4 bsm) Diyanet Yay. C: 3, Sh: 47 vd.)

Hanefi Fûkahası bu Hadis-i Şerif'te geçen "Ve lehû imamûn adilûn ev cairûn" hükmünü esas alarak: "Cumua Namazı'nın edâsı için ûlû'lemr'in izni şarttır" hükmünde ittifak etmiştir.

(Şeyh Nizamuddin ve bir heyet - A.g.e. C: 1, Sh: 145. Ayrıca İmam-ı Merginani - A.g.e C: 1, Sh: 884, İbn-i Humam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1315 C: 1, Sh: 411-412.)

Abdullah İbn-i Mesûd (r.anh) ve İbn-i Abbas (r.anhuma)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlu Ekram (s.a.v.):
"Dört şey ûlû'lemr'in hakkıdır. Hadd cezalarını tatbik etmek, ganimetleri mücahidler arasında taksim etmek, Cumua Namazını kıldırmak ve zekatı toplamak" hükmünü beyan buyurmuştur.

(Siracuddin Ebû Hafs Ömer El Gaznevi - El Gurretu'l Munife - Kahire: 1950 Sh: 168 vd. Ayrıca İbn-i Humam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1316 C: 4, Sf: 129.)
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafıdan yayımlanan "Sahih-i Buhari muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi" isimli eserde:
"İmam-ı Azam Ebû Hanife'nin kavline göre devletin (Ulû'lemr'in) izni olmadıkça, Cumua Namazı sahih olmaz. İmam-ı Malik ve Şafii ve Ahmed'e göre izinsiz kılmamak mustehab ise de, kılmakta sıhhate mani birşey yoktur. Meşhur ve ma'ruf olduğuna göre eimme-i selâsenin kavli budur. Lakin İmam-ı Ahmed'den mervi diğer bir kavle göre muşarunileyhin Ebû Hanife'ye muvafık olduğunu Ayni iddia ettiği gibi, İmam-ı Malik'in de; "Devletin izni olmaksızın biri Cumua'yı kıldırsa elvermez" dediğini ve İmam-ı Şafii'nin kavl-i kadimine göre: "Ancak devletin veya onun me'zun (izinli) kıldığı kimsenin ardında Cumua sahih olabilir" diyor.
Devlet'in (Yani Ulû'lemr'in :"Devlet" ile "Ulû'lemr" kavramları arasında mahiyet farkı vardır. Şöyle ki;"Ulû'lemr"; Kur'an-ı Kerim'de ve Rasûl-u Ekram'in sünnetinde yer alan bir kavramdır.
"Devlet" de arabca bir kelime olduğu halde aynı manada kullanılmamıştır.) ummet üzerine velayet-i ammesi vardır. İzinsiz Cumua kılınmaz diyenlerin hucceti İbn-i Mace'de, Cabir (r. anh)'den mervi hutbe-i nebeviyyedir ki, onu Bezzar'da Sahabe-i Muşarun-ileyh'ten rivayet ettiği gibi, Taberani'de "Evsat'ında" o mealde İbn-i Ömer (radiyallahu Anhûma)'dan rivayet etmiştir"
(Abdi'l Latifi'z Zebidi - Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve şerhi - Ank ty (4 bsm) Diyanet Yay. C: 3, Sh: 47 vd.) hükmü kayıtlıdır.
Allahû Teâla (c.c.)'nın indirdiği hükümleri çirkin görüp, kendi heva ve heveslerinden hükümler icad eden siyasi güçler; mu'minlerin "Ulû'lemr'i" olamaz. Zira mu'minlere, Allahû Teâla (c.c.) ancak kendilerinden olan bir ûlû'lemr'e itaatı vacip kılmıştır.
(İbn-i Kesir - Tefsirû'l Kur'an'il Azim - Beyrut: 1969 C: 1, Sh: 518-519.)

Ayrıca "Kafirlerin, mu'minler üzerinde velâyet hakkı olamıyacağı" da kat'idir.

(İmam-ı Merginani - El Hidaye şerhû Bidayetu'l Mubtedi - Kahire: 1965 C:1 Sh: 199)
Mu'minler; kafirlerin veya murtedlerin istilasına uğrarsa; kendi içlerinden emir, kadı ve cum'a imamı seçebilirler.
(İbn-i Nuceym - El Bahrû'r Raik - Kahire: 1311 C: 6, Sh: 298 vd. Ayrıca İbn-i Humam - Fethû'l Kadir - Beyrut: 1317 C: 6, Sh: 365.)
Bu şekilde Cumua Namazını edâ etmeleri ruhsaten caizdir. "Esaret'i" kırıp, Allahû Teâla (c.c.)'nın indirdiği hükümlerle hükmedilinceye kadar cihad etmeleri "Farz-ı Ayn" olur. Eğer mustevliler; mu'minler üzerine, küfür ahkamı ile hükmedecek bir amir tayin etmeye gayret ederlerse, velev ki tayin ettikleri kimse "Ben de müslümanlardanım" dese dahi geçerli olmaz. Zira küfür ahkamı ile hükmetme hakkı hiç kimseye tanınmamıştır.

Şimdi "Türkiye'de Cumua Namazı'nın edâsı için Ulû'lemr'in izni mevcut mudur ?" sualine cevab arayalım:

Hilafetin ilgası sırasında, Birinci Büyük Millet Meclisinde Cumua Namazı konusu tartışılmıştır.
Seyyid Bey, bu konu ile ilgili bir kitap kaleme almıştır. Bu kitapta; hilafetin Ali (r.anh)'den sonra krallığa dönüştüğü tezi ileri sürülmektedir.
Bu tartışmalar; 16 Şubat 1933 yılında Mustafa Kemal'in emri ile; izin talebinde bulunan bütün cemaatlere (köy veya şehir) izin verileceğinin tamim edilmesi üzerine kesilmiştir. Şu anda milyonlarca Cumua cemaati; Mustafa Kemal'in izni ve onu takip eden yönetimlerin tasvibi ile toplanmaktadır.
(Bazı çevreler ısrarla Mustafa Kemal'in "Hilafeti ilga ettiği ve şer'i kanunları yürürlükten kaldırdığı için" İslâm'a inanmadığını savunmaktadırlar. Ancak aynı çevreler 16 Şubat 1933 tarihinde Mustafa Kemal'in emri ile verilen izinle Cumua Namazlarını edâ etmektedirler. Firaset sahibi her mu'min kabul eder ki; bu çevrelerin iddiaları ile amelleri arasında korkunç bir tezat vardır. İşin ilginç yönü bu kimseler tezatlarını yaygaralarıyla bastırma gayretindedirler)
(Yusuf Kerimoğlu / Emanet ve ehliyet)

SORU 3 - Munferid hadiseler dışında Cumua namazının kılınmadığı hiç olmamıştır...

CEVAP 3- Bu sözle Dr. Beşer büyük bir ayıbı sergilemiş ve Rasulullah'ın dahi Mekke’de Cumua namazını kılmadığını ama bu zaman diliminde Medine'de Musab b. Umeyr Medine’li müslümanlara Namaz kıldırıyordu...
(Gurer ve durer/Molla Husrev Eser neşriyat Cumua bölümü) Yazar bu gerçeği maalesef görmezden geliyorç

SORU 4 - Rasulullah'ın hadisleriyle kendilerine Cumuanın farz olmadığını bildiren zümreler içerisinde, sultanı bulunmayan diye bir zümre yoktur.

CEVAP 4 -Yazarın kendi kitabının metninde dahi geçen -adil ya da zalim bir imamı olduğu halde- ibaresini yok diye nitelemesi gerçekten ilginç bir tavırdır.
(Fetvalarla çağdaş hayat/ syf: 111 34 nolu dipnotta hadisin metni geçmektedir.)

SORU 5 - Cumua namazı kılmayanları acı azab ve cezalarla tekdir eden hadisi şerifler mutlaktır.

CEVAP 5 -Cumua namazını inkar ederek ya da hafife alarak kılmayanlar için söylenmiş hadisleri Allah’ın hududlarını gözetenlere çevirerek nassları hırsız feneri gibi kullanıp istediği tarafı aydınlatmak ve halkın Allah korkusunu provoke edip insanları hakikatlerden uzaklaştırmak gayet yanlış bir tavırdır.
Unutulmamalıdır ki Cumuayı terkedenler (Kılacak muvahhid bir imam bulamıyor veya cemaat olamıyor ise) kafadan değil bir fetvaya binaen terketmektedirler... Meşhur olan kavilde imamın hatasına bir isabetine iki ecir vardır. Fetvayla ve teville yola çıkanlar asıl manadan sapmadıkça doğru yoldadırlar...

SORU 6 - Aksi fikirde tutundukları hadis, hem kendi içinde, hem de bu fikirle çelişki halindedir. Senedi dolayısıyla zayıftır. Ayrıca "ibaresi" ile cumuanın "imamı" yokken kılınmayacağı değil terk edilmesinin tehlikesi anlatılmaktadır.

CEVAP 6 - Muctehid alimlerce delil kabul edilmiş ve ondan hükümler çıkarılmış böyle bir hadisin zayıf ilan edilmesi Beşerin ve akabinde gidenlerin haddine değildir. Ama insanların en cesuru muhakkak ki en çok cahil olanlarıdır.
Hadis belki Beşer'e ulaşan senediyle zayıftır ama sahih kabul eden muctehid alimlerimiz kaynak edindiklerine göre onlar sağlam bir yönünü biliyorlardır. Bunun aksini kabul etmek ulemayı zann altında bırakmaktır. Onlara fetva verirken mesnedsiz konuşuyorlardı demek herhalde pek doğru bir davranış değildir ki Cumua namazının edasının şartları başlıklı olan her ilmihalin içerisinde birinci şart sultanın iznidir.

SORU 7- Cumua'yı emreden ayet ibaresi ile Cumuanın mutlak anlamda kılınmasına çağırmakta, söz konusu hadiste ise işaretiyle imamdan söz edilmektedir. İbare ile işaretin tearuzunda ibareye itibar edileceği, önemli bir usul kaidesidir

CEVAP 7 -Eğer işin o yönüne bakarsak şöyle demek icab eder o hadiste de kadınlara ve kölelere, hastalara ve dahi yolculara istisna tanınmıştır aslında onlar da kılmalıdır.

SORU 8 – Türkiye’den başka hiç bir ülkede böyle bir fikir ortaya atılmamış ve böyle bir yönteme baş vurulmamıştır.

CEVAP 8 - Yazarın İslam alemini ve dünya üzerindeki islami hareketleri pek iyi takib etmediği her halinden belli oluyor...

SORU 9- Bu konuda söyleneceklerin tamamına yakın bir çoğunluğu, onlarca sahih nassa karşı bir zayıf nassa dayanan ictihadlar üzerinde, nass gibi yapılmış spekülasyonlardır.

CEVAP 9- İkinci şıkta verdiğimiz Yusuf Kerimoğlu’nun ilmihalinden aldığımız metin hangi sahih senedlere dayanıldığının resmidir... Üstelik biz illa kılmayalım ya da kesinlikle kılınmaz demiyoruz. Belli şartları oluşturarark iyileştirerek kılabileceğimizi söylüyoruz. Detaylı bilgi için önceki Dar’ul Harb fıkhı adlı bölümlere bakınız.

SORU 10 - Cumuadan bahseden bir kitab yazan Suyuti böyle bir şeyden bahsetmemiştir.

CEVAP 10 - İmam Suyuti kitabında Cumua'nın faziletlerinden bahsetmiştir.

SORU 11 - Dolayısı ile Cumuanın farzıyyeti, mükelleflerin hiç bir zaman üzerinden kalkmaz. Bu konuda sultanı şart koşmayanların sözüyle amel edilmelidir. Sonra madem cumua namazı bir devlet namazıdır, devletin mezhebi olmayacağına göre, bu mezhebte ısrar etmenin bir anlamı yoktur.

CEVAP 11- Biz islami olup da mezhebsiz olan bir devletten değil, bilakis Allah’ın şeriatını ilga etmiş, hilafeti kaldırmış ve yerine batılı kanun ve sistemleri yerleştirmiş bir devletten bahsetmekteyiz. Yazar bu hususa zaten hiç el atmamış. Bundan sonra da bi iznillah el atamayacaktır...

SORU 12 - Söz konusu hadiste imamı olmayan Cumua kılmasın denmiyor. Bu şart ifadenin mefhum-u muhalifinden çıkarılıyor. Halbuki hanefiler mefhum-u muhalife itibar etmemektedirler.

CEVAP 12 - Bilakis Hanefi alimleri her ne kadar "Mefhum-u muhalif"e itibar etmeseler de, Cumua'nın edasının şartlarında 'Sultanın izni'ni kabul ederek hadiste geçen lafzın mefhum-u muhalif olmadığını isbat etmiş ve bir kez daha söz sahibinin yüzünü kara çıkarmışlardır. Elhamdulillah

(Cumuanın şartları için İmam Merginaninin El Bidaye ve Molla Husrev’in Gurer ve Durer’ine, Fetava-i Hindiyye, ve ibn-i Abidin’in eserlerinde cumua bahislerine bakınız.)
SORU 13 -Hanefiler bu hükme illet olarak, hep cumua ve bayram namazlarının kalabalık olacağını, sultanın bulunmaması halinde munazaa çıkabileceğini göstermişlerdir. İlletin bulunmayacağı yerde malulun dahi olmayacağı, dolayısıyla münazaa ihtimalinin herhangi bir yolla ortadan kaldırılması halinde sultana da ihtiyaç kalmayacağı açıktır

CEVAP 13 - Hilafeti ilga eden zihniyetin nasıl bir alim tipiyle Cumua namazını kılmaya musaade ettiğini anlamak isteyenler bu satırların sahibine bakmalıdırlar. Çünkü Cumua namazı kıldırmak hanefilere göre imamın görevleri arasındadır. Oysa Beşer'e göre öyle devlet mevlet pek önemli değil tek namaz kılınsın da.... Gerisi Laik, Demokratik Kemalist Cumhuriyetin ağa babalarına kalsın...
Faruk Beşer’in çıkardığı sonuçlar bunlar...
Rasulullah (s.a.v.) şöyle der: "Alimin zellesinden korkunuz..."
Evet alimler de yanlış yapabilirler, ya da bazen gavurun ekmeğini yiyen onun kılıncını çalar nevinden sözler sarf edebilirler.
Cumua hakkında Sonuç olarak derseniz ; Türkiye’de Cumua namazı belli şartlar dahilinde kılınabilir.

Müslümanlar olarak aranızda birleşip Cumua imamı seçmeniz ve imamın Tağutun hutbelerini okuyan, onların zalimlerini ve beşeri sistemlerini öven, kafirlere dua eden imamlardan olmamasına dikkat ediniz .
Cumua namazını resmî imamların arkasında kılmak zorunda değiliz; devlet memuru durumundaki resmî görevlilerin arkasında kılmaya gönlümüz yatmıyorsa, kendi aramızda cemaat teşkil ederek herhangi bir yerde Cumua namazı kılmalıyız.
Cumua namazlarının ille de bir camide kılınmasının şart olmadığını belirtelim.
Özellikle günümüz ortamında câmilerden daha özgür alternatifler oluşturabiliriz. Müslümanların kolay kolay diyanete bağlı bir câmi imamının (namaz kıldırma memurunun)arkasında namaz kılmaya gönülleri elveremez , bu yüzden toplanıp kendi aralarında bir dernekte, vakıfta, hatta bir işyerinde veya uygun bir evde Cumua namazı kılabilirler, kılmalıdırlar.
"Biz de Mûsâ ve kardeşine; 'Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi yönelinecek kıble, namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın. (Ey Mûsâ, size uyan) mu'minleri (zaferle) müjdele!' diye vahyettik." (Yûnus, 87)

Hem Firavunlar çağında, hem Mekke döneminde müslümanlar, evlerini, ders yaptıkları ve cemaat olarak toplandıkları yerleri ihyâ etmeleri, ev ve benzeri yerlerin kendilerini ve çevrelerini ihyâ etmesi için oraları Allah'ın evi haline getirmeleri Kur'ânî bir gereklilik ve nebevî bir tavır olmaktadır.
O yüzden câmilerde Cumua kılmayı uygun görmeyen Müslümanların cumuayı bu sebepten terk etmeleri de doğru olmaz. Kendilerine alternatif mescidler, yani cemaatle namaz ve Cumua kılabilecekleri mekânlar rahatlıkla bulabilirler, bulmalıdırlar.
20. y.y.'ın ilk çeyreğindeki işgal ve savaş zamanlarında Maraş'taki bir imamı, o günkü özel şartlar nedeniyle farklı değerlendirdiğimizde, Cumua namazının Türkiye şartlarında kılınmaması gerektiği, Türkiye'de ilk defa 1970'lerin sonlarına doğru Yusuf Kerimoğlu (Hüsnü Aktaş) ve Sadrettin Yüksel tarafından ortaya atıldı. Osmanlı devletinde olduğu gibi, Cumhuriyetin ilânından sonra da Cumua namazının kılınmaması gerektiği gündeme gelmemiştir.

O dönemin meşhur önderlerinden Şeyh Said, Said Nursi, Atıf Hoca v.b. düzene belirli oranlarda karşı çıkan hiçbiri böyle bir fetvâ vermemiştir. Arab ülkelerinde de aynı şey geçerlidir.
Bu konuyu Türkiye'de gündeme getiren kişiler, bununla aslında müslümanların şuurlanmasını, siyasî bilince ulaşmasını, devlet ve tâğut konusunun bu şekilde anlaşılabileceğini düşünmüşlerdir. Ama, hiçbir zaman böyle olmamıştır.
Cumua namazı kılmayanların bu görüşünden devletin etkilenip geri adım attığı söylenemeyeceği gibi, halkın da Cumua namazını kılmayanlara tavrı beklentilerin tam aksine olmuştur. Cumua'yı terk, halkı şuurlandıracağına; terk eden gençlerin câmi cemaatinin gözünden tümüyle düşmesine sebeb olmuştur.
Cumua, terkedilerek değil; sahiplenilerek aslî hüviyetine kavuşturulabilir.
Bu sahiblenme de kafirlere , tağuta , yılmaz bekçilerine (asker) dua eden, şeriatın kaldırıldığı günleri bayram diye düzenin hutbelerini okumayan, maaş aldığı rejime belamlık vazifesine soyunmayan, hakkı ve küfrü gizlemeyen imamlar bulunmalı , aranmalı , istenmeli ve oluşturmaya çalışmalıdır.
Haccı (gidişleri Diyanet ve dolayısıyla T.C. düzenliyor ve hac paraları önceden bankaya yatırılıyor diye) câiz görmeyip terketmeye, cemaate katılmamaya, Cumua namazını protestoya hiçbir müslümanın hakkı yoktur. Bu tavırlar, ilhâmını Kur’an ve Sünnetten alan davranışlar olmadığı gibi, tebliğe de zarar veren yanlışlardır.



ZUHR-İ ÂHİR NAMAZI KILMANIN HUKMU

Zuhr-i ahir, "Son öğle" manasındadır. Zuhr-i ahir namazı da Son öğle namazı manasına geldiği gibi bazı alimler tarafından, Cumua namazının sahih olmaması (şubhe) ihtimali üzerine, ihtiyaten kılınması gerektiği zikredilen, o günkü öğle namazı yerinedir.

Cumua'nın sıhhat şartlarındaki ihtilaf dolayısıyla, Cumua namazının geçerli olmaması ihtimalinden hareketle, kılınan Cumua namazının farzından sonra, zuhr-i ahir namazının kılınmasının zorunluluğunu ileri sürenler olduğu gibi, bunu düşünceye muhalif olanlar da çıkmıştır.

Cumua Namazından Sonra, Zuhr-i Ahir Namazı Şarttır Diyenlerin Delilleri

Cumua namazının farzından sonra o günün aynı vakti olan Zuhr-i ahir namazının da kılınması gerektiğini ileri sürenlerin delilleri; her hangibir yerleşim bölgesinde birden fazla camide, Cumua namazının sahih olmaması ihtimalidir.
Bu görüşe göre, bir mecburiyet olmadıkça bir yerleşim yerinde tek bir yerde Cumua namazı kılınmalıdır. Luzumu yokken, birden fazla yerde Cumua namazının kılınması durumunda, Cumua namazına ilk (önce) kılmaya başlayanların Cumua namazları sahih olur, sonraki kılanların Cumuası kabul olmadığından öğle namazını kılmaları gerekir.
"Cumua namazını hangi camiide önce kılındığının belirlenememesi üzerine, ihtiyaten bütün camilerde öğle namazının (zuhr-i ahir) kılmaları gerekir" denmiştir. Bu görüşe delil olarak da, Cumua namazının toplanmak ve hutbe irat etmek için meşru kılındığı gerekçesine ve Peygamber ve hulefa-i raşidin döneminde sadece bir yerde Cumua namazı kılındığına dayandırmaktadırlar.
(Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, I / 544; Nevevî, el-Mecmu’, IV / 451-452; Sahnun, el-Mudevvene, I / 277-278; İbn Kudâme, el-Muğnî, III / 212; Hurâşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II / 74-75; Şurunbillali ve Ebu’l-Zeyd eş-Şiblî. el-Miftâh Şerhu Nuru’l-İzah. s. 98)

Cumua Namazından Sonra, Zuhr-i Ahir Namazı Kılınmaz Diyenlerin Delilleri

Cumua günü, cumuua namazından sonra aynı vakitte zuhr-i ahir namazı kılınmalı diyenlere karşı çıkanlar şöyle demektedirler:
"Şubheyle yapılan ibadet, geçerli olmaz" düşüncesinden hareketle, böyle bir namazın kılınmaması gerektiğini söylemişlerdir.
Bu düşüncedekiler, şubheyle ibadet makbul değildir, bu sebeble “belki Cumua namazı sahih olmamıştır” vesvesesiyle aynı anda zuhr-i ahir namazı kılmak isabetli olmaz. Ayrıca zuhr-i ahir namazı kılınması gerektiğini ileri sürünce, halkın aklına, Cumua namazı farz değil, öğle namazının farz olduğu ya da, aynı vakitte ikisinin de farz olduğu düşüncesini getirir. İbn Nuceym, Alau’d-din Haskefî, Cemaleddin el-Kasimî, Mehmet Zihni Efendi gibi bilginler bu görüştedirler. (İbn Nuceym, el-Bahru’r-Râik, II/154-155; İbn Abidîn, Reddu’l-Muhtâr, I/536; Cemalettin el-Kasımî, İslahu’l-Mesâcid, s.50; Mehmet Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, 439-440)

Cumua namazının bir yerleşim beldesinde birden fazla camii'de kılınması konusunda ise İmam Muhammed, bir rivâyete göre İmam-ı Âzam’ın görüşlerinden hareket eden daha sonraki ulemâdan İmam Serahsî başta olmak üzere birçok âlim, Cumua namazının bir şehirde bulunan her câmide kılınabileceğine dâir fetva vermişlerdir. (el-Feteva’l-Hindiyye, 1: 145)

Bu konuda İmam Serahsî şöyle der: “Ebu Hanife’nin mezhebinden sahih rivâyete göre, bir şehrin bir veya daha fazla mescidinde Cumua namazını kılmak câizdir. Biz bununla amel ederiz.”
İbni Âbidin’in ise şöyledir: “Cumua namazının muhakkak surette, sadece bir yerde kılınması lazımdır denilirse, bunda açık güçlük vardır. Çünkü bu durumda Cumua’ya gelenlerin pek çoğunun uzun yol yürümesini gerektirir. Halbuki, çeşitli yerlerde Cumua namazının kılınamayacağına dair delil yoktur. Bilakis zaruret meselesi böyle bir şartın bulunmamasını gerektirir. Hususan şehir büyük olursa böyle bir şart bahis mevzuu olamaz.” (İbn Abidin, Reddu'l Muhtar , 1: 541)

Bazı alimler de, Peygamber (s.a.v.), sahabe ve tabiin döneminde zuhr-i ahir diye bir namaz olmayıp, bilinmediğinden, zuhr-i ahir namazı kılmak bid'at görülmüştür. (Nevevî, Mecmu, IV / 452; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I / 544)

'Zuhr-i ahir kılınmaz' diyen âlimlerin, Verdiği Hukumler ve Sebebleri !

1- Zuhr-i ahir kılınmamalıdır diyen bazı alimler, şubhenin ibadeti ifsad edeceğinden hareket ederek zuhr-i âhiri kılmak mekruh olur demişlerdir.
Bunlara göre cumua gibi muberâk ve çok sevablı bir ibâdeti edâ edenler, "bu namaz şu ihtilâf sebebiyle belki sahih olmamıştır" şubhesiyle son öğle namazını (zuhr-i âhiri) de kılarlarsa, cumua namazlarını ifsad ve ibtâl etmiş olurlar. Ayrıca bunu gören halk, cumua namazının farz olmadığını, öğlenin farz olduğunu, yahut da bir vakitte ikisinin de farz olduğunu zanneder. İşte bu sebeble zuhr-i âhiri kılmak mekruhtur.

Bu görüşü İbn Nuceym (v. 970/1563) el-Bahru'r-Râik'ta ileri sürmüş, Alâuddin el-Haskefî de (1088/1677) ed-Durru'l-Muhtâr'da benimseyerek nakletmiştir.

İbn Abidin de el-Makdisî'ye uyarak şöyle demiştir: "Eğer bu namazı kılmak böyle bir yanlış anlayış ve fesada sebeb olursa açıkça kılınmamalıdır; havâs (okumuş yazmış kimseler) bunu evinde kılmalıdır."

Hanefî mezhebinde tercih edilen görüş, Cumua namazının bir yerleşim merkezinde birden fazla camide kılınmasının caiz ve sahih olduğudur.

2- Zuhr-i ahir kılınmamalıdır diyen diğer alimler ise, bid'at esasından yürüyerek zuhr-i âhirin kılınmasını men edip ve günah saymaktadırlar.
Şevkânî, Sunen-i Ebu Dâvud şârihi allâme M. Şemsuddin el-Azimâbâdî, Cemâluddin el-Kâsımî, Mustafa el-Galâyinî, Ali eş-Şebrâmellisî, M. Reşîd Riza el-Huseynî gibi zevatın içinde bulunduğu bu grubun delilini şöylece toparlayabiliriz:
"Batıl olduğunu bilerek cumua namazı kılmak haramdır; cumuanın sahih olduğuna inanılıyorsa öğle namazını kılmaya ihtiyaç yoktur; böyle bir namaz (zuhr-i ahir) sahabe, tabiun ve muctehid imamlar devrinde kılınmamıştır; dinde olmayan bir ibadeti adet haline getirib ona yamamak bid'attır; bunu yapan günahkar olur..."

Ayrıca dört mezheb imamı içinde "zuhr-i ahir kılınmalıdır" diyen birisi yoktur. Muctehid seviyesinde olmayan mukelleflerin (dört mezheb tabiileri), her fıkhi meselede benimsedikleri bir muctehidin görüşüne itibar ederler. İctihadlarına veya tabi oldukları muctehide (mezhebe) göre yaptıkları ibadet sahih ise artık başka bir mezhebe ve muctehide göre sahih olmaması onları ilgilendirmez ve ibadetlerine zarar vermez. Üzerinde ihtilâf edilmiş binlerce meselede bir muctehide tabi olarak ibadet ederken sadece cumua namazında ihtilafı gözönüne alıp ihtiyata riâyet etmeye kalkışmakgereksiz bir davranıştır.
Zuhr-i ahir sebebiyle, cumuanın farzından sonra kılınacak namaz arttırıldığı için, avam halk cumuanın son sünnetini de terk etmeye başlamıştır. Halbuki farzdan sonra sadece 2 veya 4 rekat namazın sünnet olduğu anlatılsa ve tatbikat da buna göre olsa, bu sünneti yerine getireceklerin sayısı artacaktır. Malumdur ki Her bid'at bir sunneti öldürür.
İhtiyat ise, ancak İslam'a uygun ve faydalı olduğu zaman başvurulmalıdır. Bir kimse Ramadan orucuna başlamak için hilali gözetlemeyip (ya da gözetleyenlerin haberine itibar etmeyerek) bir gün önceden oruca başlayamaz veya Ramadan ayını uzatarak Bayram günü oruç tutamaz! Bu ise caiz olmadığı gibi hem haram, hem bid'attır.
Tüm çabamız ve niyetimiz Kur'an ve sahih Hadis-i şeriflere (sunnet) itibar edilerek ibadet/amet edilmesidir.

Bu mesele hakkında anladığımız şudur ki ; esas itibariyle Cumua namazından ayrı olarak aynı vakitte zuhr-i ahir diye bir namazın kılınmamasıdır.

Buna rağmen "Allâh bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar" (Bakara, 286), "Allâh dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi." (Hac, 78) ayetleri ve Rasulullah'ın (s.a.v.) buyurduğu "Ben kulumun benim hakkımdaki zannına göre muamele ederim" (Kudsi Hadis, Muslim, Zikir, 1; Tirmizî, Zuhd, 51) ve "Ameller niyetlere göredir" (Buharî, Bed'u'l-vahy, 1) hadislerini ve bu mesele hakkındaki ictihad farklılığını da göz önüne alarak Cumua namazından sonra zuhr-i ahir olarak 4 rekat daha namaz kılmaktadırlar.
Her ne kadar bütün bu sebebler kendileri için geçerli bir mazeret olmasa da; bu sebeble zuhr-i ahir kılanları, fitneye sebeb olacak şekilde eleştirip tartışmalardan sakınmalıyız.


ORİJİNİ :



İLGİLİ KONULAR :

CUMA HUTBESİNDE [n sonra] ELLERİ KALDIRARAK DUA ETMEK


CAMİ İMAMLARININ ARKASINDA NAMAZ KILMAK (Kılabilmek)
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Cumua Namazı


Cumua Namazını Kim Emrediyor, Kim Yasaklıyor?


1. Kur'an, Cumua namazını kesin şekilde emretmektedir. Müslüman da, Kur'anın hükümlerini uygulamak zorundadır. Allah, insanlara "niye falan muctehidi, filan fetvâyı uygulamadın?" diye sormayacak, ama mutlaka Kur'an'ın emrini uygulayıp uygulamadığından soracaktır.
Kur'an Cumua namazını çok net bir şekilde emretmekte, bu konuda herhangi bir şart ileri sürmemekte, herhangi bir durum sözkonusu olduğunda Cumua namazının kılınmayacağından, işaret yönüyle bile olsa bahsetmemektedir. Müslümanların, Kur'an'ın herhangi bir hükmüne karşı nasıl davranmaları gerektiği de Kur'an'da çok net şekilde açıklanır.

Kur'an, Cumua namazına öyle bir önem vermiştir ki, özel olarak Cumua namazından bahsetmiş, hatta Kur'an'ın bir sûresi (62. sûre) bu isimle adlandırılmıştır. Cumua namazına öyle önem vermiştir ki, helâl olan alışverişi Cumua vakti yasaklamış, müslümanların ezanla birlikte Cumua namazına gitmelerini emretmiş ve gerçeği anlayan, bilen insanlar için en hayırlı şeyin bu olduğunu belirtmiştir:
"Ey iman edenler! Cumua günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı zikretmeye gidin ve alış-verişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan/bilen kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz." (Cumua 9-10)
Müslüman, her şeyden önce Kur'an'a kulak vermeli, onun emirlerini hayata geçirmelidir. Ona ters düşen yorum, te'vil, anlayış ve uygulamalardan kaçınmalıdır. "Sana bu Kitab'ı her şeyi açıklayan ve müslümanlara bir rehber, bir rahmet ve bir müjde olarak gönderdik."(Nahl 89) ; "...Bu Kur'an, her şeyin açıklanması ve mûminler için bir kılavuz ve rahmettir." (Yusuf 111) Müslümanlar, herhangi bir konuda anlaşmazlığa düştüklerinde, onu Allah'a ve Rasûlu'ne arzetmekle mükelleftirler. (Nisa 59) "Biz sana Kitab'ı indirdik ki, hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklayasın ve iman eden bir kavim için yol gösterici ve rahmet olsun."(Nahl 64); "İnsanlar için hidâyet rehberi olan Kur'an, yol gösterici ve hakkı bâtıldan ayırıcı (furkan), apaçık belgeler (beyyinât) olarak Ramazan ayında indirildi."(Bakara 185); "De ki: 'en üstün delil (hüccetü'l-bâliğa) Allah'ındır. Allah dileseydi, elbette hepinizi hidâyete erdirirdi."(En am 147) Allah, Kur'an'da hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır. (En am 38)
Bir müslüman, Kur'an varken, başka hakem arayamaz: "Allah size hakikati apaçık ve ayrıntılı olarak açıklayan Kitab'ı indirmiş iken, ben (neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusunda) ondan başka bir hakem mi arayayım?" (En am 114); "Rabbiniz katından size indirilene uyun. O'ndan başka önderlerin ardından gitmeyin. Ne kadar az öğüt tutuyorsunuz?" (Araf 3)
İnsanlar, falan kişinin ictihad, fetvâ ve yorumuna uymaktan değil; Kur'an'a uyup uymadıklarından hesaba çekileceklerdir: "Muhakkak ki o Kur'an, hem senin hem de ümmetin için bir şeref ve öğüttür. İleride ona uyup uymadığınızdan sorguya çekileceksiniz." (Zuhruf 44)

Kur'an, anlaşılması zor bir kitab değildir. Onun emirleri arasına kimse giremez. O, "apaçık" ve "anlaşılır" bir kitabtır. ( Hûd, 1-2; Hıcr, 1; Şuarâ, 2; Kasas, 2; Şûrâ, 2; Zuhruf, 2); "İşte bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir. Anlayasınız diye onu Arabca bir Kur'an olarak indirdik." (Yusuf 1-2) Allah, kullarına "kaldıramayacakları bir yük yüklememiş" (Bakara 286) , Kur'an'ı herkesin ve her seviyeden insanın anlayabileceği bir dil ve basit, sade, anlaşılır bir üslûpla göndermiş, anlaşılsın ve uygulansın diye kolaylaştırmıştır. "Tâ-hâ. Bu Kur'an'ı sana güçlük çekesin diye değil, Allah'tan korkanlara bir uyarı olsun diye indirdik."(Ta ha 1-3) ; "Yemin olsun! Bu Kur'an'ı öğüt almak ve düşünmek için kolaylaştırdık. Yok mudur öğüt alan?"(Kamer, 17, 22, 32, 40) Allah Teâlâ, kullarına, "ancak kaldıracakları kadar sorumluluk yükler."(Bakara 285) Allah "dinde bir zorluk kılmamıştır." (Hacc 78) Kur'an'a muhâtap olan mûminlerin özelliği, Kur'an'daki her İlâhî fermanı işittiklerinde "semi'nâ we eta'nâ: İşittik ve itaat ettik" demeleridir. (Bakara 285) "Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Rasûlüne çağrıldıkları zaman, iman edenlerin sözü, ancak: 'işittik ve itaat ettik' demeleridir. İşte umduklarına erenler bunlardır, bunlar!"(Nur 51) Dünya ve âhiret felâketlerinin en büyük nedeni, Kur'an'ın emirlerini (önemsemeyerek, te'vil ederek veya herhangi bir gerekçe ile) uygulamayıp arkaya, geri plana atmaktır. "O gün, haksızlığı kendisine yol edinmiş olan kişi ellerini kemirip 'ah, ne olurdu, Rasûl'ün gösterdiği yolu tutmuş olsaydım! Vah, yazıklar bana, ne olurdu filanı da kendime dost edinmeseydim. Çünkü o, gerçekten bana uyarıcı, hatırlatıcı mesaj geldikten sonra beni ondan (Kur'an'dan) saptırmış oldu. Şeytan da insanı yapayalnız ve yardımsız bırakandır.' Ve Peygamber dedi ki: 'Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş bir kitab olarak bıraktılar." (Furkan 27 - 30)

Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfir, zâlim ve fâsık olarak nitelendirilir.(Maide 44, 45, 47) Devamındaki âyetlerde de, başta Peygamber olmak üzere müslümanların Allah'ın indirdiği ile hükmetmesi emredilir: "Sana da, önceki kitabların bir kısmını doğrulayan ve onları düzelten bu Kitab'ı hak olarak indirdik. Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Sana da hak geldikten sonra, onların hevâlarına uyma... De ki: 'Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum."(Maide 48 - 49) Kitabtan pay sahibi olanların, bildikleri ve inandıkları Kitabın hükümlerini uygulamaları, yolların ayrılış noktasıdır: "Kendilerine Kitab'dan bir pay verilenleri görmedin mi? Aralarında Allah'ın Kitab'ı hükmetsin diye çağrılıyorlar da, onlardan bir bölümü yüz çeviriyor. Onlar, işte böyle arka dönenlerdir."(Ali İmran 23) ; "...Onlara: 'Allah'ın indirdiğine ve Peygamber'e gelin' denildiğinde, o münâfıkların senden kaçabildiklerince kaçtıklarını görürsün."(Nisa 61)

Kimsenin Kur'an'ı devre dışı bırakma hakkı yoktur. Hangi niyetle olursa olsun Kur'an'la sâbit bir hükmü, bir ibâdeti kimse yasaklayamaz. Bazı kimseler, Kur'an'da ve sahih hadislerde hiç geçmeyen ve mezhebler arasında da tartışma konusu olan "dâru'l-harp" yaklaşımını sebeb göstererek fâizi helâl kabul edebiliyor, bazıları da Cumua namazı gibi farîzaları yasaklayabiliyor.
Birincisi, kolaylaştırma adına ruhsat, ikincisi de cihad adına azîmet diye takdim edilebiliyor. Biri, Kur'an'la sâbit bir haramı helâl, diğeri de Kur'an'la sâbit bir farzı haram ilân edebiliyor. Bu örneklerin her ikisi arasında pek bir fark yoktur. Dini tahrif eden yaklaşım, daha çok bu tür atmalar veya katmalarla olur. Kur'an'ı ve sahih sünneti devre dışı bırakan hiçbir yaklaşım, sırât-ı mustakîm olamaz. İmanından ve samimiyetinden Şubhe etmediğimiz bazı müslümanların, Kur'an'daki çok net bir emri yasaklamalarına şaşmamak mümkün değildir. Kur'an'ın emrine uyup Cumua namazı kılanlar değil, bunu yasaklayanlar suçlanmalıdır. Ve Kur’an’ın ve Sünnetin kesin emrine rağmen Cumua namazını kılmamakta hâlâ ısrar etmekle kalmayıp başkalarına da yasaklayanların bu tavırlarıyla taban tabana zıt sloganı: “Temel kaynağımız Kur’an ve Sünnettir. Referansımız bu ikisidir. Biz Kur’an ve Sünnet’e bağlıyız!” Ya bu sözü söylemesinler, ya da Kur’an ve Sünnetin emrini suç saymasınlar, deme hakkımız olmalı değil mi?

2. Müslümanın ikinci kaynağı Sünnettir. Sünnet, hiçbir zamanın Kur'an'a ters uygulama içermez. Peygamberimiz de kendisine vahyedilen Kur'an'a uymak zorundadır. O, yaşayışıyla, canlı Kur'an olmuş, Kur'an'ın mücmel âyetlerini açıklamıştır. Peygamberimiz'in Cumua namazının faziletiyle ilgili onlarca hadisi hadis kitablarını doldurduğu halde, Rasûlullah’tan zayıf bile olsa, herhangi bir durumda Cumua namazı kılınmaması gerektiğine dair bir rivâyet söz konusu değildir. Yani, o, Cumuanın şartlarıyla ilgili kesin bir şey söylememiş, hele hele "şu şu şartlar yoksa, Cumua namazı kılmayın!" gibi bir söz onun ağzından kesinlikle çıkmamıştır.

Şu hadisin kapsamına girilip girilmediği bütün müslümanlar tarafından muhâsebe edilmelidir:
"Allah bir toplumdan ilmi çekip almak sûretiyle kaldırmaz. Toplumlar, gerçek âlimlerin tükenmesiyle âlimsiz kalırlar. Gerçek âlimlerin tükendiği bu toplumda, insanlar câhil önderler edinirler. Bu câhil önderler ilimsiz fetvâ verirler. Bu sûretle kendileri de sapar, peşindekileri de saptırırlar." (Buhârî, İlim, 34, Muslim, İlim 13, Tirmizî, İlim 5; İbn Mâce, Mukaddime 8 )

Sahih-i Muslim'de “Cumua'yı Terk Edenler Hakkında Gösterilen Şiddet Bâbı” adlı bölümde birçok hadis vardır. Onlardan biri olan şu hadis-i şerif çok önemli bir uyarıdır: "Birtakım kimseler, Cumua namazlarını terk etmekten ya vazgeçerler yahut Allah, onların kalblerine muhakkak sûrette mühür vurur da artık gâfillerden olurlar." ( Muslim, Cumua 40, hadis no: 865, c. 4, s. 2412-2413 )

Cumua namazının fazîletini belirten; terkedenleri, hafife alanları tenkit ve ihtar eden çok miktarda hadis bulunmasına rağmen, Cumua namazının kılınamayacağı ve kılanların sorumlu tutulacakları bazı şartlara dâir zayıf da olsa tek bir hadis rivâyeti yoktur. Aksi görüşte olanlar, Hanefî mezhebinin bu konudaki şartları için de ileri sürdüğü tek delil olarak İbn Mâce’nin kendisinin de “zayıf” dediği ve aslında hiç de Cumua’nın kılınmaması için bir çıkarım yapılamayacak olan ve Cumua namazı kılmayanları tehdit eden şu zayıf hadisi delil olarak kullanıyorlar:

"Bilmiş olun ki, Allah Teâlâ Cumuayı, benim şu durduğum yerde ve bu yılımın bu ayındaki bu günümde; size kıyâmet gününe kadar farz kılmıştır. Her kim hayatımda olsun, benden sonra olsun, âdil yahut câir (zâlim) bir devlet reisi varken onu istihfaf ederek (önemsemeyerek, hafife alarak) veya inkâr ederek terkedecek olursa, Allah iki yakasını bir araya getirmesin ve kendisine ait hiçbir hususu mübârek kılmasın (işini rast getirmesin). Haberiniz olsun ki, böylesi tevbe etmedikçe ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de başka bir hayrının sevabı vardır. Her kim de tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder (etsin)." (İbn Mâce, Kitâbu İkameti's-Salât 78, hadis no: 1081; Râvîler arasında cerh edilen isimler olduğu için isnâdının zayıf olduğu belirtilir; )

Tekrar ifâde edelim ki, bu hadisten Cumua’nın bazı şartlarının çıkartılması ve Peygamberimiz’e “şu şartlar varsa ancak Cumua’yı kılabilirsiniz, yoksa Cumua namazı kılmayın” şeklinde bir ifâdede bulunduğunu ileri sürmek, Cumuanın şartları için delil kabul etmek birçok yönden kesinlikle doğru ve mümkün değildir. Bu hadis rivâyetinin meşhur hadis âlimlerince zayıf kabul edildiği için delil olarak kullanılamayacağını ifade etmek zorundayız.

Cumua namazının bu ülkede câiz ve sahih olmadığını iddiâ edenler, Cumua konusundaki âyetin mücmel olduğundan dolayı bu çıkarımlara vardıklarını söylüyorlar. Mücmel olan bir âyeti Peygamberimiz tafsîl eder, açıklar, uygulamasıyla izah eder. Peygamberimiz (s.a.v.)'in hadislerinde kesinlikle "sultanın izni şarttır, halife bizzat kendisi veya tâyin ettiği kişi Cumua'yı kıldırmalıdır, yoksa sahih olmaz" veya benzeri zayıf bir rivâyet bile yoktur. O yüzden mücmel âyeti Peygamberimiz sözleriyle ve uygulamasıyla nasıl anlayıp anlattıysa o hükmü Kur'an ve Sünneti esas kabul eden kimseler -tüm âlimler farklı şey ileri sürseler bile-, Allah'ın emrini ve Rasûlu'nün kavlî ve fiilî açıklamasını tercih etmek zorundadırlar.

Sultanın/halifenin izni gibi şartlar, Kur'an'ın ve Sünnetin tâyin ve tesbit ettiği şartlar değildir; ictihâdî, dolayısıyla zannî bir yorumdur, o zamanın şartları dikkate alınarak değerlendirilmiştir. Hiçbir ictihad, âyet ve hadisle sâbit olan bir farzı ibtal edemez. "Allah'a ve Rasûlune itaat edin ki size rahmet edilsin." (Al-i İmran 132)

3. Temel kaynaklar Kur'an ve Sünnet olmakla birlikte, onlara ters düşmemek şartıyla, hatta bu iki kaynağın daha iyi anlaşılmasına hizmet ettiği müddetçe, delilleri sağlam, inandırıcı ve iknâ edici kabul edilince fıkhî ictihadlar, mezhebî görüşler de müslümanların ibâdetleri için istifade edilebilecek ikinci derecede kaynaktır.
Müslümanlar, kendileri Kur'an ve Sünnetten hüküm çıkarabilecek ilmî yetenekte değilse, Kur'an'ın ve sünnetin kesin hükme bağlamadığı konularda delili sağlam olan muctehidin Kur'an ve Sünnete uygun hükmüne uyabilir. Bu konuda dikkat edilmesi gereken şeyler: Bağnaz olmamak, diğer fıkhî görüş ve ictihadları görmezden gelmemek, "benim mezhebim veya muctehidim mutlak doğrudur, diğer mezheb veya muctehidlerin hükmü kesin yanlıştır" dememek, farklı mezhebleri veya ictihadları taklit edenleri kınamamak şarttır. Unutulmamalıdır ki, mezheb imamları ve muctehidler de birer beşerdir, hatâdan ma'sûm/korunmuş değildir. Onların ictihadları da zannîdir, mutlak doğru değil; göreceli doğrulardır, Şubhe sözkonusudur. O yüzden delillerinin kuvvetli olmadığını, ya da bir âyet ve sahih hadise ters düştüğünü gördüğünde, hiçbir müslüman buna rağmen ictihadı öne çıkaramaz. Zaten "Kur'an ve sünnet" vurgusunu öne çıkaranlar, fıkıh bağnazlığının farkına varan, 1200-1300 sene önce yaşamış insanların günümüz şartlarını bilmelerini, kıyâmete kadar geçerli hükümleri hiç yanılmadan ve aşılamayacak şekilde en isâbetli tesbit ettiklerini iddia etmeyen (etmemesi gereken) bilinçtedir.
Eski muctehidler, kendilerine ulaşan deliller ve kendilerini çevreleyen tarihî şartlarla, o günkü problemlere çözüm getirmeye çalışmışlardır. Ve bütün şuurlu müslümanların ittifak ettikleri tek bir mezheb veya muctehid yoktur. Yani, kimine göre bir konuda Hanefî mezhebi veya onun muctehidleri doğruyu yakaladıkları ve kuvvetli delillere sâhib olduğu halde, kimine göre farklı bir mezheb ve muctehidler o konuda veya başka bir konuda daha doğru ve kuvvetli delillere sâhib olabilir. O yüzden bir mezhebin veya muctehidin hükmünü tüm müslümanların uygulamalarını istemeye kimsenin hakkı yoktur. Bir müslüman, falan mezhebin hükmünü tercih edebilir, ama başkalarına dayatamaz, başkası da farklı bir mezhebin görüşünü tercih edebilir. Yoksa mezhebler din edinilmiş olur. "Yoksa onların, dinden Allah'ın izin vermediği şeyleri dinî kaide kılan ortakları mı var? Eğer azâbı erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilir (işleri bitirilir)di. Şubhesiz zâlimler için can yakıcı bir azap vardır." (Şuura 31)

Cumua namazı muhkem bir farîzadır. Farziyeti Kitab, Sünnet ve icmâ ile sâbittir. Kitab ve Sünnet gibi ana deliller mevcud iken, ictihâdî ve tâlî bir şartın yokluğu öne sürülerek, beşer sözü ile Cumua farîzası ortadan kaldırılamaz. "Şek/Şubhe ile yakîn zâil olmaz."
Hanefî mezhebinin dışındaki İslâm mezheblerinin tümü (cumhûr-ı ulemâ), Cumua namazını ne halifenin kıldırma şartını ileri sürer, ne dâr-ı harple işkisini kurar. Elbette hiçbir mezheb ve âlim, Cumua namazının devlet namazı olduğunu da ileri sürmez. Mezheb bağnazı olmayan "Kur'an ve Sünnet, Kur’an ve Sünnet!" diyen müslümanlar, Kur'an ve Sünnetin kesin emri konusunda, gerekirse başka bir mezhebin görüşüyle amel eder, Kur'an ve Sünnetin emrini çiğneme ihtimalini ortadan uzaklaştırır.

Kaldı ki, bu insanlar, kraldan fazla kralcı kesildiklerini fark etmiyorlar mı? Hanefî mezhebi adına Cumua namazının şartları oluşmadığı için Cumua namazının kılınmayacağını iddia edenler, Hanefî mezhebine ait "şu şartlar yerine gelmeyince Cumua namazı kılınmaz, kılmayın!" diye net bir fetvâdan bile bahsedemezler. Nice müslümanın kanını döktüğü gibi, kendisini de zindanlara atıp orada şehid eden zâlim bir yöneticinin hâkim olduğu şartlar altında Ebû Hanife'nin Cumua namazı kılmadığını veya kılınmasını câiz görmediğini kimse iddia ve isbat edememektedir. Onun zamanında da, ondan sonra da hanefî muctehidler, kendi çıkarımlarıyla tesbit ettikleri Cumuanın sıhhat şartları yoksa Cumua namazı kılmayın demedikleri ve tarihte Cumua namazı kılmayan cemaatlerden bahsedilmediği gibi, daha sonra gelen bazı hanefî muctehidleri, bu şartlardan bazıları yerine gelmediği için, Cumua namazı terk edilmez, belki sahih olmamıştır diye, öğle namazı yerine geçmek üzere "zuhr-ı âhir" adı verilen Peygamberimiz zamanında hiç bilinmeyen namazı tavsiye etmiştir. Başka hiçbir mezhebin bilmediği bu namazın tek bir gerekçesi vardır: Bir mezhebe göre şartların yerine gelmediğinde Cumua namazının terk edilmemesi, ama aynı zamanda Cumua namazı sahih olmayabilir endişesinden dolayı, öğle namazı yerine geçecek dört rekâtlık bu namazın da kılınması.

Tarihte olduğu gibi günümüzde de hiçbir ülkede Cumua namazını protesto etme ve Cumua namazının kılınmaması gerektiğini (belki bir-iki istisnâ dışında) âlimler gündeme getirmemiştir.
Bu konuda yüzlerce âlimden kimler Cumua namazı kılınmasına karşıdır?
"Bugünkü şartlarda Cumua namazı kılınmaz" diyen ne kadar âlim gösterilebilir?
Çağımızda dünya çapında kabul gören Mevdûdi mi, Seyyid Kutub mu, kardeşi Muhammed Kutub mu, Hasan el-Bennâ mı, Muhammed Ali Sâbûnî mi, Ebû Ğudde mi, el-Âlbânî mi, Muhammed Gazâlî mi, Yusuf el-Karadavî mi, bunlardan veya bunlara benzer âlimlerden herhangi birinin Cumua namazının kılınmaması gerektiğiyle ilgili bir fetvâ, görüş veya uygulama iddiâ edilebiliyor mu?
Bu konuyu Türkiye'de ilk ortaya atan Yusuf Kerimoğlu (Hüsnü Aktaş) bile bu görüşünden caymış, Cumua namazının kılınması için yine Hanefî fıkıhçıların görüşleri istikametinde çözümler önermeye ve Cumua namazını kılmaya ve kılınmasını istemeye başlamıştır.
Dâru’l-Harb’de durumunda olduğu ve tâğûtî düzeni protesto ve Diyanete tepki için bugünkü şartlarda Türkiye’de Cumua namazı kılınmamalıdır diye ilk kamuoyu oluşturan zâtın, hatasından dönmüş olması sevindiricidir. Bu konuları ondan öğrenen bazı kişilerin hâlâ kraldan fazla kralcılığı ise düşündürücüdür.
Bu konuda şâz kalan rahmetli Sadreddin Yüksel Hoca'dan başka Türkiye'de veya diğer ülkelerde “Cumua namazı kılınmamalıdır” diyen meşhur hiçbir âlim gösterilememektedir.
İhvân-ı Müslimin'den tutun, ülkeleri işgal altındaki (Dâru’l-Harbkavramı için gerçek bir örnek, yani savaş ülkesi olan) Kudüs'te, Filistin topraklarında da Cumua namazı terkedilmemiştir ve hâlâ büyük katılımlarla kılınmaktadır.

Bu konu, tekfir konusuyla da (mevcud câmi imamlarının kâfir olduğu değerlendirmesi ile) ele alınmaktadır.
Tâğutlara gönülden bağlı olmayan resmî görevlilerin, sırf memur diye Allah'ın değil, tâğûtî devletin emrinde olduğunu ve küfrü imana tercih eden kâfirler olduğunu iddiâ etmek, insanı vebal altına sokabilir. Bu konu, Müslümanlar arasında tartışılmaktadır. Sadece Cumua değil, beş vakit farz namazlar da tabii ki Kur’an’ın istediği gibi şirksiz şekilde iman eden müslümanların arkasında kılınabilir.
Akaidinin sağlam olduğunu zannettiğimiz, yani küfre girdiğine dair kesin delillerimizin olmadığı, ağzından elfâz-ı küfür, davranışlarından ef’âl-i küfür sâdır olmayan her kıble ehlini müslüman kabul ederiz.
Hutbesinde tâğutun dostu olduğunu (te'vil edilemeyecek açıklıkta) ifâde eden bir imama (daha doğrusu hakka bâtılı karıştıran devlet memuruna) rastladığında müslümanlar câmiyi terketmeli, alenen tevbe etmediği müddetçe bir daha da o şahsın arkasında hiçbir namazı kılmamalıdır. Tâğutu seven, bunu görüşleriyle ya da okuduğu hutbeyle gösteren bir kimsenin arkasında sadece Cumua değil, hiçbir namaz kılınamaz. Bu konuda diğer namazlarla Cumua namazı arasında fark yoktur. Yani, arkalarında beş vakit namaz kılınması câiz olan kimsenin Cumua imamı olmasında, günümüz şartlarında bir sakınca yoktur.

Okul diplomalarının, resmî nikâh işlemlerinin küfre ait birer vesika kabul edilmeyip düzenin dayattığı birer formaliteden ibâret kabul edildiği gibi, resmî görevlerin de birer formalite kabul edilmesi gerektiğini ileri süren çok sayıda kişi vardır. Bununla birlikte en azından bu konuda Şubhe olduğundan ihtiyatlı davranarak beş vakit namaz ve Cumua namazı gibi çok önemli bir ibâdeti, kabul olmama ihtimalinden dolayı diyanet görevlilerinin arkasında kılmayan kimseleri de haksız görme hakkımız yoktur. Resmî görevlileri namaz ve Cumua imamı kabul etmeyen, ama bunlar yüzünden Cumuayı da terk etmek istemeyip formül arayan çok sayıda muvahhid mûmin bulunmaktadır.

Cumua namazını resmî imamların arkasında kılmak zorunda değiliz; devlet memuru durumundaki resmî görevlilerin arkasında kılmaya gönlümüz yatmıyorsa, kendi aramızda cemaat teşkil ederek herhangi bir yerde Cumua namazı kılmalıyız. Cumua namazlarının ille de bir camide kılınmasının şart olmadığını belirtelim. Özellikle günümüz ortamında câmilerden daha özgür alternatifler oluşturabiliriz. Müslümanlar, diyanete bağlı bir câmi imamının (namaz kıldırma memurunun) arkasında namaz kılmaya gönülleri elvermiyorsa, toplanıp kendi aralarında bir dernekte, vakıfta, hatta bir işyerinde veya uygun bir evde Cumua namazı kılabilirler, kılmalıdırlar.

"Biz de Mûsâ ve kardeşine; 'Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi yönelinecek kıble, namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın. (Ey Mûsâ, size uyan) mûminleri (zaferle) müjdele!' diye vahyettik." (Yunus 87)

Bu âyetten anlaşılmaktadır ki, Firavunların hâkim olduğu yerlerde, evlere sâhib çıkılması, evleri hem bir sığınak, hem birer kale edinmek, tüm fonksiyonlarıyla mescid haline getirip kurumlaştırmak şarttır.

Mekke döneminde, İslâm'ın tebliği ve hâkimiyetine yönelik faâliyet alanı olarak tek kurum vardı: "Erkam'ın evi."
Bu ev, tüm fonksiyonlarıyla mescit ve mektep görevi yapıyordu. Bugünkü cemaat evleri, bağımsız dernek ve vakıf durumundaydı. Kâfirlerin müdâhalesinden, hatta bilgi ve kontrolünden tümüyle uzak bu özgür kurum, insanı hem nefsinin hevâsına kul olmaktan ve hem de değişik tâğutların kulu-kölesi haline gelmekten koruyan bir kale idi.

Mescid, sadece mâbed görevini yerine getirip dünyevî hayatla bağlarını kesen laik kurum değildir.
Asr-ı saâdet örneğindeki mescid, şu fonksiyonları da görür:
Eğitim-öğretim kurumu ve kültür merkezi, kütüphane, cihad karargâhı, irşad yeri, buluşma ve görüşme mekânıdır mescid. Nikâh ve düğün salonudur, misafirhanedir, spor merkezidir, istişâre ve organizasyon meclisidir. O yüzden câhiliyye döneminde mescid haline getirilmesi gereken evlerin de bu özelliklere sâhib olması, ya da tüm bu görevleri yerine getirecek "dâru'l-erkam" tipli cemaat evlerinin, vakıf ve derneklerin -tümüyle tâğûtî özelliklerden bağımsız ve özgür olma şartıyla- oluşturulması gerekmektedir.

Hem Firavunlar çağında, hem Mekke döneminde müslümanlar, evlerini, ders yaptıkları ve cemaat olarak toplandıkları yerleri ihyâ etmeleri, ev ve benzeri yerlerin kendilerini ve çevrelerini ihyâ etmesi için oraları Allah'ın evi haline getirmeleri Kur'ânî bir gereklilik ve nebevî bir tavır olmaktadır.

O yüzden câmilerde Cumua kılmayı uygun görmeyen Müslümanların Cumuayı bu sebebden terk etmeleri de doğru olmaz. Kendilerine alternatif mescidler, yani cemaatle namaz ve Cumua kılabilecekleri mekânlar rahatlıkla bulabilirler, bulmalıdırlar.

20. y.y.ın ilk çeyreğindeki işgal ve savaş zamanlarında Maraş'taki bir imamı, o günkü özel şartlar nedeniyle farklı değerlendirdiğimizde, Cumua namazının Türkiye şartlarında kılınmaması gerektiği, Türkiye'de ilk defa 1970'lerin sonlarına doğru Yusuf Kerimoğlu (Hüsnü Aktaş) ve Sadrettin Yüksel tarafından ortaya atıldı. Osmanlı devletinde olduğu gibi, Cumhuriyetin ilânından sonra da Cumua namazının kılınmaması gerektiği gündeme gelmemiştir. Şeyh Said, Said Nursi, Atıf Hoca ve benzeri düzene belirli oranlarda karşı çıkan hiçbir âlim böyle bir fetvâ vermemiştir. Arab ülkelerinde de aynı şey geçerlidir. Bu konuyu Türkiye'de gündeme getiren kişiler, bununla aslında müslümanların şuurlanmasını, siyasî bilince ulaşmasını, devlet ve tâğut konusunun bu şekilde anlaşılabileceğini düşünmüşlerdir. Ama, hiçbir zaman böyle olmamıştır. Cumua namazı kılmayanların bu görüşünden devletin etkilenip geri adım attığı söylenemeyeceği gibi, halkın da Cumua namazını kılmayanlara tavrı beklentilerin tam aksine olmuştur. Cumua'yı terk, halkı şuurlandıracağına; terkeden gençlerin câmi cemaatinin gözünden tümüyle düşmesine sebeb olmuştur. Cumua, terkedilerek değil; sâhiblenilerek aslî hüviyetine kavuşturulabilir. Haccı (gidişleri Diyanet ve dolayısıyla T.C. düzenliyor ve hac paraları önceden bankaya yatırılıyor diye) câiz görmeyip terketmeye, cemaate katılmamaya, Cumua namazını protestoya hiçbir müslümanın hakkı yoktur. Bu tavırlar, ilhâmını Kur’an ve Sünnetten alan davranışlar olmadığı gibi, tebliğe de zarar veren yanlışlardır.

Cumua namazı kılmayanların da hemen hepsi, Cumua vaktinde vicdânen rahat olmadıklarını, bir ibâdeti terk etmenin vebalini düşündüklerinden dolayı kalplerinin huzura kavuşmadığını -en azından yakın çevrelerine- dillendirirler. Yine bunlardan bazıları, alternatif de oluşturamamakta, bazen de farklı şekilde Cumua namazı kılmak için özel bir yer bulduklarında kendi ictihadlarıyla çelişen tavırlara girebilmektedirler.

Kur'an'dan başka kutsal ve yanlışsız kitab, Peygamberimiz’den başka da mâsum insan yoktur. Muctehidlerin görüşleri de herkesi bağlamaz. Kaldı ki, hiçbir mezhebten hiçbir muctehid, hangi şartlar eksik olursa olsun, Cumua namazının kılınmaması gerektiğini net bir şekilde fetvâya bağlayıp şartlar eksik olunca Cumua’nın kılınmasını yasaklamamıştır. Çünkü Kur'an'ın emrini yasaklamak çok büyük bir cur'ettir. "Yoksa onların, dinden Allah'ın izin vermediği şeyleri dinî kaide kılan şerikleri/ortakları mı var?" (Şuura 21)

Kendisinin muctehid değil; taklitçi olduğunu söylediği halde, muctehidlerin bile vermediği fetvâları, güya onların ictihadlarından yola çıkarak cesâretle vermek, kraldan fazla kralcılıktır; mezhebli olmak değil, mezhebçilik yapmaktır. Kur’an’dan başka kutsal kitablar, Peygamber (s.a.v.)’den başka sözü eleştirilemez insanlar kabulü diye tanımlanacak problemlerle müslümanlar dünyada rahmet ve devlete, âhirette cennete zor kavuşur.

Bugün insanlara sunulan din; büyük oranda şudur:
Beşerî görüşler, göreceli ve tartışmalı konular, cemaatlerin ihtilâflı yorumları, filân efendi hazretlerinin görüşleri, bundan yüzlerce sene önceye ait ve o günkü şartlarla ilgili fetvâlar ve kelâmî değerlendirmeler, hatta yer yer Kur’an’ın bazı emirlerini yasaklayan, bazı yasaklarını mubah kılan tavırlar... Kur’an’ın ısrarla emrettiği halde, bazı müslümanların ısrarla yasakladığı kimi ibâdetler sözkonusu olabilmekte, bazı şahıs ve cemaatler Kur’an’a taban tabana zıt olan bir yasağı, meselâ Kur'ânî bir emrin, Cumua namazının terkini, fâiz gibi bir haramın mubahlığını cihad yorumu ve Dâru’l-Harb’de mantığı ile topluma empoze etmektir. Kimine göre İslâm, sanki cihad nutukları atmaktan veya Cumua kılmamak, câmileri boykot etmekten, İslâm’ın sadece siyâsî taraflarını öne çıkarmaktan ibârettir. Dâvet edilen din, altı çizilen esaslar bu tür beşerî yorumlardır.

Bu gibi durumlar, karşısındakine ictihad hakkı vermeden, kendini veya reisini muctehid ilân etmektir. Hatta, muctehid hata yapabilecek kişi olduğu halde, kendi cemaat görüşünde, liderinde yanılma ihtimali kabul etmeyen kişinin bu tavrının ne anlama geldiği, dilin ifâde etmekten çekindiği fecî bir tavır olmaktadır.
Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), râhiplerini rabler edindiler...” (Tevbe 31)
Adiy bin Hâtem, Rasûlullah’ın yanına geldiğinde bu âyeti okuyunca, Adiy: “Yâ Rasûlallah, hıristiyanlar din adamlarına ibâdet etmiyorlar, onları rab ve ilâh edinmiyorlar ki” dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurdu: Onlara haramı helâl, helâlı da haram yaptılar, onlar da uymadılar mı din adamlarına?
Adiy: “Evet” dedi.
Efendimiz buyurdu ki: İşte bu, onlara ibâdettir, tapınmadır.” (Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’an 10, hadis no: 3292)

Din anlayışımız; özellikle akîdeye, haram-helâl ölçüsüne ve ibâdet hükmündeki ahkâma, mutlak doğrulara dayanmak durumundadır. Mutlak doğruyu te’vil edip beşerî yorumları din haline getiren anlayış, İslâmî anlayış olamaz. Falan hocanın veya filan İmamın bir görüşünü, İslâm’ın olmazsa olmaz bir unsuruymuş gibi din adına ileri sürmek, bu görüş doğru olsa dahi, çok yanlış bir yaklaşımdır. Her grubun, İslâm cemaatini kendisinin temsil ettiğini, kendi dışındakilerin sapma içinde olduğunu zannetmesi, hatta buna inanıp başkalarına dayatması Dinimiz için problem olmaktadır. Müslümanların kendi kanaatlerini, üstad, lider ve âlimlerinin yorumlarını Din zannetmeleri, bugünkü ihtilâfların temelini teşkil etmektedir.

Meşhur hadis-i şerifte, bir kötülük görüldüğünde el, dil veya kalple onun (daha iyisiyle) değiştirilmesi emredilir. ( Muslim, İman 78; Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, İman 17; İbn Mâce, Fiten 20 )
Bu hadis, aynı zamanda alternatif göstermeyi emretmektedir. Kur’an’da Mescid-i takvâ alternatifi gösterilerek mescid-i dırardan bahsedilmesi (Tevbe 107- 109) konuya örnektir.
Takvâ Mescidleri oluşturmadan, diğer mescidlerin hangi mantıkla İslâm’ın mescidi olmadığını ilân edeceğiz?
Yine, bugünkü mescidlerin “dırar” olduğuna; illetin tümüyle benzediğine kim karar verecek, muctehid olmadığını ısrarla vurgulayan muctehid taslakları mı?
İctihad, ilgili nassla yaşanan olay arasında bağ kurabilmektir. Yaşanan hayatı yeterince tanımayan, tahlil edemeyen kimselerden doğru ictihad beklemek, elma ağacından armut beklemek gibidir. Allah aşkına bir bakın, dünyadaki şuurlu müslümanlar bu konularla mı uğraşıyor dersiniz?! Tabii, kabuklarından bir türlü çıkamayan, kapalı devre cemaatçilik oynayanlar, dünyadaki müslümanları tâkib etmek şöyle dursun, etraflarına bile doğru dürüst bakıyorlar mı ki...

Bekri Mustafa’nın imam olmasıyla ilgili fıkrayı konumuza adapte edebiliriz:
Öteki âlemdeki ruhlar sorarlarsa, onlara buralardaki müslümanların câmiye, cumâya, hacca, teşkilatlanmaya din adına karşı çıktıklarını söylersin, onlar gerisini anlarlar...

Dâru’l-Harb’de Cumua Namazı

Hanefîler'in Bu Hususla ilgili Görüşleri:

Diğer mezheb imamlarının bu konuda herhangi bir sorunları bulunmamaktadır. Hanefîler'e gelince, bütün Hanefî âlimleri İslâm devletinin fiilen mevcud olması kaydıyla İmam Ebû Hanîfe tarafından ileri sürülen devlet başkanı şartını kabul etmelerine rağmen, İslâm devletinin fiilen ortadan kalktığı ve "Dâru’l-HarbFıkhı"nın gündeme girdiği fitne zamanlarında Cumua namazının mûteber olabilmesi için devlet başkanı şartını aramayarak sair mezheb imamlarıyla aynı çizgide birleşmişlerdir.

Nitekim bizzat İmam Ebû Hanîfe'nin mektebinde yetişen ve bu mezhebe ait görüşlerin birçoğunda imzası bulunan Hanefî muctehidlerden İmam Muhammed, Cumuanın şartlarını sayarken bu hususta son derece temkinli davranarak şöyle demektedir:
"Cumua namazının şartları; cemaat, hutbe ve vakittir. İkincisi ise, vali ve şehir olup bunlar ihtilâflıdır. (Muhammed İbn Hasan eş-Şeybânî, Câmiu's-Sağîr, s. 111)

Hanefî ulemâsından Kâsânî ise, "el-Bedâî" adlı meşhur eserinde bu şartın sadece İslâm devletinde devlet başkanı ve nâibinin hazır bulunması haliyle sınırlı olup İslâm devlet başkanı, ve nâibinin bulunmadığı fitne dönemlerinde bu şarta riâyet edilmeksizin Cumua namazının kılınacağını hiç bir te'vile imkân vermeyecek bir dille ifade ederek şöyle der:
"Devlet başkanı veya nâibinin kıldırması şartı, devlet başkanı veya nâibi mevcud olduğu zamandır. Ama fitne veya ölüm sebebiyle devlet başkanı olmadığı ve Cumua namazının vakti girinceye kadar henüz başka bir devlet başkanı da hazır bulunmadığı zaman; Kerhî: ‘İnsanların kendilerine Cumua namazını kıldırması için bir kişinin arkasında toplanıp Cumua namazını kılmalarında herhangi bir beis yoktur’ demiştir. Nitekim "El-Uyûn"da İmam Muhammed'den de bu şekilde söylediği rivâyet edilmiştir. Zira Osman (r.anh)'dan rivâyet edildiğine göre kendisi muhâsara edildiği zaman insanlar Hz. Ali'yi öne geçirmişler, o da onlara Cumua namazını kıldırmıştır. (Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyî fî Tertîbi'ş-Şerâyî, 1/261 )

Kâsânî'nin "Devlet başkanı veya nâibinin kıldırması şartı (İslâm devleti ve halife) devlet başkanı veya nâibi mevcud olduğu zamandır." ifâdesi istilâ, anarşî ve benzeri sebeblerle İslâmî otoritenin fiilen ortadan kaldırılması ve ülkenin dâru'l-harbe dönüşmesi hâlinde devlet başkanı şartının aranmayacağı konusunda son derece net bir ifadedir. Bu da gösteriyor ki Hanefîler bu şartı sadace İslâm devletinin mevcud olması haline bağlı olarak ortaya atmışlardır.

Bütün Hanefî ulemâsı aslında mezheblerinin bu husustaki kanaatlerini savunmakla beraber, müslümanların halîfeli toplumdan mahrum edildikleri fitne zamanında ve kâfirlerin istîlâsı altındaki "Dâru'l-Harp"te bu şarta bakılmaksızın Cumua namazının mutlak sûrette kılınacağını belirterek, sonuçta Cumua namazında devleti ve devlet başkanını şart saymayan cumhur-ı ulemâ ile aynı noktada birleşmektedirler. İslâm devletinin dışında ve Dâru’l-Harb’de te Cumua kılınmaz diyen bir tek Hanefî âlimine rastlamak mümkün değildir.Bu da Hanefî mezhebinin bu şartı ileri sürerken günümüzde bazı marjinal grupların anladığı ya da anlamak istedikleri şekilde Cumua namazının bir devlet namazı veya bazılarının uyduruk tabiriyle "kendisinde devletin temsil edildiği resmî bir toplantı namazı(!)" olarak görmediklerini isbâta kâfidir.

Tahânevî'nin de ifade ettiği gibi, "
Aslolan aksine bir delil bulununcaya kadar öğle ile Cumuanın musâvî oluşudur. Çünkü Cumua namazı öğle namazından bedeldir. Bu, üzerinde ittifak olunan bir şeydir." (Tahânevî, İ'lâu's-Sunen, 7/8)

Müslümanlara yakışan, zayıf delillere dayanan bir kısım görüşlere taassup derecesinde sarılmak yerine, daha kuvvetli delillere dayanan cumhûr-ı ulemânın görüşlerine uymak ve Cumua namazı gibi son derece mühim bir ibâdeti terk etmemektir.
Hanefîlerin de itiraf ettikleri gibi, Allah Teâlâ bu namazı kayıt ve şarta bağlamaksızın mutlak olarak emretmiştir. Öyleyse aslına uygun olarak kayıt ve şarta bağlanmaksızın mutlak olarak edâ edilmesi gerekir. Kaldı ki Hanefî ulemâsına göre devlet başkanı meselesi, Cumua namazının "olmazsa olmaz"ı gibi gözükmüyor. Belki Cumua namazını kıldırmak herkesten önce devlet başkanına ait bir vazife sayılıyor, ki doğru olanı da budur. Zira İslâm’da, sadece Cumua namazları değil bütün namazları kıldırmak öncelikle devlet başkanına ve sırasıyla diğer idarecilere ait bir vazifedir.

Peygamberimiz’in buyurduğu gibi, (İmam Nevevî, Şerhu Sahîh-î Muslim, 12/486; Ebû Dâvud, Sunen, 1/159; İbn Hibban, Sahib-u İbn Hibban, I. Baskı, 1971, Medine, Mektebetu’s-s Selefîyye neşri, 3/447; Humeydi, Musnedu’l-Humeydi, 1/217) sadece Cumua namazı değil, bütün namazları kıldırmak devlet başkanının bir vazifesi, hatta müslümanların lideri olma vasfının bir şartı sayılmaktadır. Ama bu, devlet başkanı yoksa beş vakit namazın kılınamayacağı anlamına gelmez. Bunun anlamı, devlet başkanı İslâm’ın kendisine yüklediği diğer vazifelerle birlikte nihâyet bu vazifeyi de yapmadığı zaman müslümanların lideri olma vasfını kaybeder, demektir. Yoksa bu vazife, onu yerine getiren olmadığı için vazîfe olmaktan çıkar, demek değildir. Şu halde tıpkı beş vakit namazı kıldırmak devlet başkanını müslümanların meşrû lideri yapacak önemli bir sıfat olduğu gibi, Cumua namazını kıldırmak da devlet başkanını müslümanların meşrû lideri yapacak önemli bir vazifedir. Ama bu vazîfeyi devlet başkanı yapmadığında beş vakit namazın farziyyeti ortadan kalkmadığı gibi Cumua namazının farziyyeti de ortadan kalkmaz. Çünkü bir vazîfe, o vazifeyi yerine getiren olmadığı için vazîfe olmaktan çıkmaz. Sadece vazîfeyi yapmakla sorumlu olanların nâkısasını ortaya koyar.

Biz, bütün ulemânın izini tâkib ederek Allah'ın mutlak olarak farz kıldığı bir ibâdetin hiç bir kimsenin görüşünden veya herhangi bir topluluğun davranışından dolayı terk edilemeyeceği noktasında herhangi bir tereddüt taşımıyoruz. Biz biliyor ve inanıyoruz ki bütün namazları kıldırmak devlet başkanının bir vazifesi hem de imâmetinin meşrûluğunun sebeblerinden biridir. Fakat devlet başkanının bu namazları kıldırmak vazifesiyle yükümlü olması, bu namazların farziyyetinin ve meşrûluğunun bir sebebi değildir. Bu, bütün mezheb imamlarına göre hatta Hanefî ulemâsına göre de böyledir. Yukarıda naklettiğimiz Hanefî imamlarının görüşleri bunun isbâtıdır. Şâyet Hanefî mezhebine göre devlet başkanı bu namazın meşrûiyyetinin bir sebebi ve "olmazsa olmaz"ı sayılmış olsaydı, bu âlimler "Dâru'l-Harb" olsun "Dâru'l-İslâm" olsun her halükarda Cumua namazının kılınacağı fikrini savunarak "kâfirlerin istîlâ ettiği beldelerde bile sahih olmasına rağmen, fitne zamanlarında kılınan Cumua namazı geçerli değildir" diyenlerin câhilliği ortaya çıkmıştır(İbn Âbidin, Hâşiyetü Reddi'l-Muhtâr Ale'd-Durri'l-Muhtâr Şerhu Tenvîr 'il-Ebsâr, 2/l) derler miydi?!

Gayr-i İslâmî bir yönetimi protesto etmek ya da halkın dikkatini belli bir noktaya çekebilmek için siyâsî tavırla Cumua namazını terk etmek gibi bir yaklaşım, hiçbir ibâdet için hiçbir âlimin öngörmediği her yönüyle yanlış bir değerlendirmedir. İslâm dininde herhangi bir ibâdeti meşrû kılmak ya da Allah tarafından meşrû kılınan herhangi bir ibâdeti ibtal etmek sadece Allah'ın tekelindedir. Peygamber dahi olsa hiçbir kimsenin, bu noktada tercih hakkı yoktur. Her ne kadar Allah, Peygamberini dinde "helâl ve haram" kılma yetkisiyle donatıp onu ummetin şârî'i kabul etmiş olsa bile bu, onun Allah'ın emir ve nehiylerine aykırı olmaksızın hüküm koyabileceği anlamındadır. Değilse Peygamber'in hiçbir şekilde Allah'ın irâdesine aykırı hareket etmesi, yani Allah’ın emrettiği bir şeyi ibtal, haram kıldığı bir şeyi de helâl kılması söz konusu olamaz. Zira Peygamber (s.a.v.)'in yetki ve nüfuz alanı Allah'ın rıdâsıyla sınırlıdır.

Muctehid bile olsa, hiçbir kimsenin, şâri’nin açıkça beyan etmediği bir şeyi illet sayıp onun meşrû kıldığı herhangi bir ameli ictihadı sâyesinde ibtal etme yetkisi yoktur. Muctehidlerin yetkileri naslara işlerlik kazandırmaktan ibarettir. Onlar ictihadları ile herhangi bir nassın hükmünü ibtal edemeyecekleri gibi, nas vârid olan yerde ictihad dahi yapamazlar.
Nitekim “Mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur” Nas mevcud olan yerde ictihada müsaade yoktur (Mecelle, Md. No: 14; Ali Ahmed en-Nedvî, el-Kavaidu'1-Fıkhiyye, s. 148) kaidesi bütün ulemânın ittifafakla kabul ettiği küllî bir kaidedir. O halde Allah ve Rasûlu'nün sarih ve muhkem naslarla farz kıldığı Cumua namazı gibi bir ibâdeti aynı derecede sarih ve muhkem bir delil olmadan ibtal etmek veya siyâsî tavır yaftasıyla insanlara onu terkettirmek nasıl câiz olabilir?
Hedefi ve gayesi ne olursa olsun bu, Allah ve Rasûlune apaçık muhâlefet etmektir. Bu ise sapıklıktan başka bir şey değildir. Nitekim Allah Teâlâ bu hususa işaret ederek şöyle buyurmaktadır:
Allah ve Rasûlu bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadına , o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)

Hükümlerin illetlerinin ve hedeflerinin ne olduğunu kesin olarak ancak Allah ve Rasûlü bilir. Bizim akıl ve re'yimizle naslar ve şer'î hükümler hakkında vereceğimiz hükümler, ancak zandan ibaret kalır. Zan ise, haktan bir şey ifade etmez. (Yunus 36)

O halde elinde kesin bir delili bulunmadığı halde bir müslümanı nasıl olur da Kur'an'ın "zikir" tâbir ettiği bir ibâdetten bahisle "bana göre bu, siyâsî bir ibâdettir" diyebilir ve insanları siyâsî tavırla Cumua namazını terketmeye çağırabilir? Müslüman her türlü hareket felsefesini Kur'an ve sünnetten almak zorundadır. Kur'an ve sünnette ise, şu veya bu ibâdetin bu arada da Cumua namazının siyâsî tavırla îfâ edilip aynı şekilde siyâsî tavırla terk edilebileceğine dair sarih veya dolaylı olarak herhangi bir ifade mevcud değildir. Kezâ bugüne kadar “Cumua namazının siyâsî bir ibâdet olduğunu ve siyâsî tavırla terk edilebileceğini” söyleyen hiçbir muctehide, hiçbir âlime rastlanmamıştır. Bu konuda en katı kurallar getiren Hanefîler bile Cumua namazının siyâsî bir ibâdet olduğunu dolayısıyla da gayr-i İslâmî otoriteler altında kılınamayacağını söylememişlerdir. Aksine onlar kâfirler tarafından istilâ edilen beldelerde dahi kayıtsız şartsız Cumua kılınacağını ifade etmişlerdir.

Hicret yolculuğu esnâsında başını getirene yüz devenin vaadedildiği ve Allah’ın himâyesi dışında henüz hayatından bile emin olmadığı bir ortamda Ranuna vadisinde Sâlim b. Avfoğulları mahallesinde Rasûlullah (s.a.v.) Cumua namazı kıldırmıştır. O esnâda ortada hangi İslâm devletinin ve otoritesinin varlığından söz edilebilir? Kezâ hicretten önce henüz bir Dâru’l-Harb’de olan Medine'de Müslümanlar Rasûlullah (s.a.v.)'in emir ve müsaadeleriyle Cumua namazı kılıyordu. Hiçbir kimse Medine'de o dönemde İslâmî bir otoriteden, hatta ıstılahî mânâda bir cemaatin varlığından bile söz edemez. Zira hicretten önce Medine'de dinî-siyasî anlamda kimsenin liderliği söz konusu değildi. Akabe bey'atından sonra nakib/temsilci seçilen insanların liderliği tamamen kabile bağlarına ve etnik yapıya dayalı bir liderlikti. Bu sebeble o gün Medine'de bir değil, birden fazla lider bulunuyor ve her biri sadece kendi kabilelerinin temsilcisi sayılıyordu. Mus'ab b. Umeyr ise, onların lideri değil, sadece namazlarda imam olan ve Kur'an öğreten bir muallim konumundaydı. Sonra Medinedeki bu insanlar dinî-siyasî mânâda bir cemaat oldukları için kılmış olsalardı Mekkede Rasûlullah (s.a.v.)’in kılması daha evlâ olurdu. Zira Cemaatin asıl lideri kendisiydi. Hâlbuki kılmamıştır. Neden? Çünkü kılma imkânı yoktu da ondan.
O halde Medinede insanların Cumua kılmaları cemaat oldukları için değil, ortamları müsait olduğu içindir. Şâyet iddia edildiği gibi, gayr-i İslâmî sistemlerin otoritesi altında Cumua kılmak o sistemleri meşrû hale getirmek veya onunla entegre olmak veyahut da Tâğût'u velî edinmek anlamına gelseydi, Rasûlullah (s.a.v.)'in İslâm devletinin kurulduğu güne kadar Cumua kılınmasına müsaade etmemesi gerekirdi. Şâyet Rasûlullah bu ictihadında hata etmiş olsaydı, Allah Teâlâ'nın Rasûlünü uyarması, onun da müslümanları bundan vazgeçirmesi icab ederdi. Hâlbuki böyle bir şey olmamıştır.

O halde yeryüzünün her tarafında kâfirlerin hâkim olduğu bir ortamda Allah'ın Rasûlu Cumua kılarak ve kılınmasını emrederek tavır koyarken Cumua namazını terk ederek tavır koymak bu insanların aklına nereden geliyor?
Eğer düzene tavır konulacaksa, bunun yolu Allah'ın farz kıldığı bir ibâdeti terketmek değil, en mühim kamuoyu oluşturma vâsıtası olan bu ibâdeti layık-ı veçhiyle (hangi mekânda daha uygunsa orada) yerine getirerek müslümanları bilinçlendirmek ve buyüzden gayr-i İslâmî güçlerden gelebilecek tehlikelere karşı da göğüs germektir. İslâm’ın farz kıldığı bir ibâdeti terketmek, diğer bir ifadeyle İslâm’ın kesesinden fedâkarlık yapmak tavır değil, tâviz vermektir. Bütün bunlar bir yana İslâm’da "siyâsî tavırla herhangi bir namazı terketmek" diye bir ibâdet şekli yoktur.

Hepsinden önemlisi -keskin sirke küpüne zarar misali- bu tür hareketler başkalarından daha ziyade müslümanları rahatsız etmekte ve geniş halk kitlelerinin kendilerini dışlamalarından başka bir sonuç vermemektedir. Nitekim bunların bu tavrı, başkalarından önce müslümanların büyük bir kesimin tepkisini toplamış ve hemen hemen büyük bir çoğunluk tarafından dışlanmış durumdadır. Daha önce bu anlayışta olan nice Müslüman, bu konuda hataya düştüklerini de kabul etmektedir. Ancak bazılarının nefis ve "ene"leri geri adım atmalarına engel oluyor.

Netice itibariyle hiç bir ibâdet bu arada da Cumua namazı ne siyâsî tavırla ne de başka bir maksatla terkedilemez. Dinde siyâsî tavırla ibâdetlerin terkedilmesi diye bir ibâdet mevcud değildir. Bu kapının aralanması dinin bütün emirlerinin iptaline sebeb olacak çok tehlikeli bir davranış şeklidir. Bu düşünceyi destekler mâhiyette ne bir âyet, ne bir hadis, ne bir sahâbi sözü, ne bir icmâ, ne de bir kıyas bulmak mümkündür.
(Hanefi fakihlerinin Dâru’l-Harb’de te, istilâ edilen ülkede, İslâm devlet başkanı yokken Cumua kılmaları gerektiği hakkında, geniş bilgi ve kaynaklar için bak. Recep Çetintaş, Devlet, Siyaset, İbadet Üçgeninde Cumua Namazı, Usûl Yayınları, s. 350-364. Son birkaç sayfada küçük tasarruflarla alıntılar yaptığımız piyasada mevcudu kalmayan bu eserin yeni baskısının yapılmasının gerekli olduğu kanaatini taşıyor, (son bölümlerindeki bazı ifadelerine yüzde yüz katılmasak da) okuyuculara bu kitabı okumalarını ısrarla tavsiye ediyoruz)


Kur’ân-ı Kerim’de Cumua Namazı

Ey iman edenler! Cumua günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı zikretmeye (Onu anmak için namaz kılmaya) gidin ve alış-verişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.
Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp oraya giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: ‘Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır/faydalıdır. Zira Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cumua 9- 11)


Hadis-i Şeriflerde Cumua Namazı ve Terkinin Günahı

"Bazı insanlar ya Cumua namazını terk etmekten vazgeçerler, yahut da Allah onların kalplerini mühürler de artık gâfillerden olurlar."
(
Muslim, Cumua, 12, 40, hadis no: 865; Nesâî, Cumua 2; Ahmed bin Hanbel, 1/239, 254, 335, 2/84; Abdurrazzak, el-Musannef, 3/166; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 2/61; Beyhakî, Sunenu’l-Kubrâ, 3/171)

"
Kim önemsemeyerek üç Cumua namazını (peş peşe) terkedecek olursa, Allah onun kalbini mühürler."
(Ebû Dâvud, Salât 204, 210, h. no: 1052; Tirmizî, Salât 359, h. no: 500, Cumua 7; Nesâî, Cumua 2, h. no: 3, 88; İbn Mâce, İkamet 93; Dârimî, Salât 205; İmam Mâlik, Muvatta, 1/111; Beyhakî, Sunenu’l-Kubrâ, 3/172; Taberâni, Cumua 20; Ahmed bin Hanbel, 58
)

Kim Cumua ezanını işitir de icâbet etmezse, artık onun hiç bir namazı yoktur. Ancak bir mâzeretten dolayı olursa bu müstesna.” (Abdurrazzak, el-Musannef, 3/165; Beyhakî, Sunen, 3/185 )

"
İçimden öyle geliyor ki bir adama emredeyim de insanlara namaz kıldırsın. Sonra da gidip Cumua namazına gelmeyen kimselerin evlerini üzerlerine yak4ereyim.” ( Muslim, Mesâcid 251, 254; Ahmed bin Hanbel, 2/531, 539; Abdurrazzak b. Hemmam, el-Musannef, 3/166; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 2/62; Hâkim Ebû Abdillah, el-Mustedrek, 1/430; Beyhakî, Sunen'ul-Kubra, 3/172 )

İbn Abbas (r.a.)'dan rivâyete göre şöyle demiştir:
"Her kim peş peşe dört Cumua namazını terkederse İslâm’ı arkasına atmışolur." (Abdurrazzak, el-Musannef, 3/165-166 )

Rasûlullah (s.a.v.)'den rivâyete göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
"Her kim özürsüz olarak üç Cumua namazını terkederse, artık o kimse münâfıktır." (Mevârid'iz-Zeman ilâ Zevâid-i İbn Hibban, s. 146)

"
Allah'a ve âhiret gününe inananlara Cumua namazı farzdır. Ancak yolcu, köle, çocuk, kadın ve hastalar bundan müstesnadır." (Ebû Dâvud, Salât 215, h. no: 1067, h. no: 1067; Dârakutnî, II, 3; Bağavî, Şerhu's-Sünne, I, 225)

Her kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa Cumua gününde Cumua namazı kendisine farzdır. Ancak kadın, yolcu, çocuk yahut köle bundan müstesnadır. Ve her kim bir oyun yahut bir ticâret sebebiyle ondan yüz çevirirse, Allah da ondan yüz çevirir. Allah ganîdir, hamîddir.” ( Beyhakî, Sunen'ul-Kubra, 3/184)

"
Cumua namazını özürsüz olarak kim terkedecek olursa bir dinâr para tasadduk etsin, (bu kadar) bulamazsa, yarım dinâr tasadduk etsin." (Ebû Dâvud, Salât 211, h. no: 1053-1054); Nesâî, Keffâret 3, h. no: 3, 89; İbn Mâce, İkamet 93, h. no: 1128)

"
Ezanı her işitene Cumua farzdır." ( Ebû Dâvud, Salât 212, h. no: 1056)

"
Her ihtilâm olan erkeğe Cumuaya gitmek vâcibtir. Cumuaya her gidene de gusül vâcibtir." (Ebû Dâvud, Tahâret 129, h. no: 342; Nesâî, Cumua 2, h. no: 3, 89)

"
Cumua, geceleyin ailesine dönebilen herkese farzdır." (Kelimeye bağlı tercümesi: "Gece, kimi âilesine sığındırırsa Cumua ona farzdır") (Tirmizî, Salât 360, h. no: 502)

"
Cumua günü olunca şeytan çarşı ve pazara erkenden bayraklarıyla gider, insanlara binbir engel çıkararak mâni olmaya, onları Cumuadan (hiç olsun) geciktirmeye çalışır. Melekler de erkenden gidip mescidin kapılarına dururlar. Gelenleri birinci saatte gelenler, ikinci saatte gelenler diye yazarlar. Bu hâl İmam (hutbeye) çıkıncaya kadar devam eder. Kişi mescidde, İmamı görüp, dinleyebileceği bir yere oturup, can kulağıyla dinledi ve konuşmadı mı, kendisine iki kat sevap vardır. Kişi uzakta kalır ve İmamı dinleyemeyeceği bir yere oturur, sessiz durur ve konuşmazsa bir hisse sevap alır. Eğer, İmamı görüp dinleyebileceği bir yere oturur fakat boş konuşma yapar, sessiz kalmazsa, ona iki hisse vebal yazılır. Eğer, dileme ve görme imkânı olmayan bir yere oturur ve boş konuşur ve sessiz kalmazsa, ona bir hisse vebal vardır. Kimde yanındaki arkadaşına Cumua günü ‘sus!’ derse ‘boş konuşmuş’ olur. Kim de boş konuşur ise, o Cumuadaki sevaptan nasibsiz kalır." (Ebû Dâvud, Salât 209, h. no: 1051)

"Ey insanlar, ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz. (Başka işlerle) meşgul olmadan önce de sâlih ameller işlemeye çalışınız. Allah'ı çokça zikretmek ve gizli ve açık olarak çokça sadaka vermek sûretiyle sizin ile Rabbiniz arasındaki bağı güçlendiriniz. (Böyle yaparsanız) hem rızıklanırsınız. hem de (Allah tarafından) hatırınız hoş tutulur. Şunu biliniz ki: Yüce Allah şu bulunduğum makamda, şu günümde, şu ayımda ve şu yılımda sizlere Cumua'yı farz kılmış bulunuyor. Ve bu kıyâmete kadar böylece devam edecek. Benim hayatımda, ya da benden sonra adâletli yahud da zâlim bir İmamı bulunduğu halde, onu hafife alarak yahut ta inkâr ederek kim terkederse; Allah, onun iki yakasını bir araya getirmesin, hiç bir işini mübarek kılmasın. Haberiniz olsun, böyle bir kimsenin ne namazı vardır ne zekâtı, ne haccı, ne orucu ve ne de iyiliği Tâ ki tevbe edinceye kadar. Artık kim tevbe ederse, Allah, onun tevbesini kabul etsin. Şunu da biliniz ki: Hiç bir kadın bir erkeğe İmam olmasın. (Okuması düzgün olmayan bir bedevî) Arab, bir muhacirin önüne geçip İmam olmasın. Fâcir bir kimse de, kılıcından ya da copundan korktuğu bir zorbanın kendisini zorlaması hali dışında da mûmin bir kimseye İmam olmasın."
(İbn Mâce, Sunen, İstanbul 1401, I, 343, Hadis no: 1081; İbn Mâce hadisin isnâdının zayıf olduğunu belirtir. Çok sayıda hadis âlimleri de bu hadisi zayıf kabul ederler. Hanefî fıkhına göre Cumuanın şartı sayılan devlet başkanının kıldırması konusunda tek delil bu zayıf hadistir. Kaldı ki, bu hadisten Cumuanın devlet başkanı yokken kılınmaması gerektiğini çıkarmak çok zordur)

"
Bizler, bizden önce kitab verilenlere göre en sonuncusuyuz. Kıyâmette ise en öne geçeceğiz. Onlar, Allah'ın kendilerine farz kıldığı bu Cumua gününde ihtilâfa düştüler. Allah onu bize gösterdi. Diğer insanlar bu konuda bize uyuyorlar. Ertesi gün yahûdilerin, daha ertesi gün ise hristiyanlarındır." (Buhârî, Cumua, 1; Muslim, Cumua hadis no: 856. Muslim'in lafzı az farklıdı)

"Rasûlullah (s.a.v.)'a Cumua gününe niçin bu adın verildiği sorulduğu zaman şöyle cevap vermiştir:
"Babanız Âdem'in yaratılışı o günde oldu. Kıyâmet o günde kopacak, yeniden dirilme ve insanların hesab için yakalanması o günde olacaktır. Cumua gününün üç saatinin sonunda öyle bir an vardır ki, o anda duâ edenin duâsı kabul olunur." (Ahmed bin Hanbel, 2/311)

"
Güneşin doğduğu en hayırlı gün Cumuadır;Âdem o gün yaratılmış, o gün Cennete girmiş ve o gün Cennetten çıkarılmıştır; kıyâmet de Cumua günü kopacaktır." (Muslim Cumua 5, 18)

"
Âdem (a.s.)'in yaratılışı işte o gün oldu, yani vücudunun bütün parçaları o gün bir araya getirildi. O gün tevbesi kabul olundu ve o gün vefat etti. Kıyâmet de o gün kopacaktır. İns ve Cin'den başka hiçbir mahluk yoktur ki, Cumua günü tan yeri ağardıktan gün doğuncaya kadar -kıyâmet belki bu gün kopar korkusu ile- kulak kabartmasın. Bir de o günün içinde öyle bir saat vardır ki, hiçbir müslüman kul tesadüfen o esnada namaz kılıp Allah'tan bir hâcetini dilemez ki, onu Allah O'na vermesin." (Muslim, Cumua 5. Hadisin baş tarafındaki ifade Muslim’de, diğer bölümü farklı hadis kitablarında rivayet edilmiştir)

"
Bir kimse Cumua günü gusleder, elinden geldiği kadar temizlenir, yağ veya koku sürünür, sonra mescide gider bulduğu yere oturur ve namazını kılar, hutbeyi dinlerse; geçen Cumua'dan o Cumua ya kadar işlemiş olduğu günahları afvolunur." (Buhari, Cumua 6)

"
Kim Cumua günü cenabet guslü ile gusül yapar, sonra Cumuaya giderse sanki bir deve kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim ikinci saatte giderse bir sığır kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim üçüncü saat giderse boynuzlu bir davar kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim dördüncü saat giderse bir tavuk kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim beşinci saatte giderse bir yumurta tasadduk etmiş gibi (sevaba nâil) olur. İmam (hutbeye) çıkınca melekler hazır olur, zikri dinlerler." (Buhârî Cumua 4, 19; Muslim, Cumua 10, h. no: 850; Muvatta, Cumua 1, h. no: 1, 101; Ebû Dâvud, Tahâret 129, h. no: 351; Tirmizî, Salât 358, h. no: 499; Nesâî, Cumua 14, h. no: 3, 99; İbn Mâce, İkamet 82, h. no: 1092 )

"Cumua günü olunca, mescidin her bir kapısında melekler vardır. İlk gelenleri sırayla yazarlar. İmam (minbere) oturunca defterleri kapatıp, zikri dinlenmeye giderler." ( Muslim, Cumua 24, h. no: 850)

"
Kim (Cumua günü) yıkar ve yıkanırsa, kim erkenden (mescide) gider ve hutbenin başına yetişirse, yürür ve binmezse, İmama yakın durur, dinler, mâlâyâni söz etmezse ona her bir adım için bir yıllık amelin oruçları ve namazlarıyla sevabı yazılır." (Ebû Dâvud, Tahâret 129, h. no: 345, 346; Tirmizî, Salât 356, h. no: 496; Nesâî, Cumua 12, h. no: 3, 97; İbn Mâce, İkamet 80, h. no: 1027; Buhârî, Cumua 6)

"Cumua namazına üç (grup) insan katılır:
1) Kişi var, namaza katılır, boş konuşma yapar. Bunun namazdan hissesi, o konuşmasıdır.
2) Kişi var namaza gelir duâ eder. Bu kimse Allah'a duâda bulunmuştur, Allah dilerse onun istediğini hemen verir, dilerse vermez.
3) Kişi vardır, namaza gelir sadece dinler ve sükut eder, mü'-minlerin arasından yararak geçmez, kimseye eza vermez. Onun bu namazı, daha önce geçen Cumuaya ve fazladan da üç güne kadar (günahlarına) keffârettir. Bu hal Cenâb-ı Hakk'ın şu sözüne binaendir: "Kim bir hayır yaparsa bu kendisinden on misliyle kabul edilir." (Ebû Dâvud, Salât 235, h. no: 1113) (En'âm, 160 )


İbn Abbâs (r.anhuma) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v.)'ın mescidinde kılınan Cumuadan sonra ilk kılınan Cumua namazı, Bahreyn köylerinden olan Cuvâsâ'daki Abdu'l-Kays mescidinde kılınan namazdı." (Buhârî, Cumua 11; Ebû Dâvud, Salât 216, h. no: 1068)


Özetleyecek olursak;

Kur'an ve sünnet nasları ile selef ve halef âlimlerinin uygulamaları ve muctehid imamların görüşleri, dinî hükümlerin asla vazgeçilemeyen yegâne kaynağının, Kur'an ve sünnet nasları olduğunu, hiçbir kimsenin görüşünden dolayı Kur’an ve Sünnetin emir ya da nehiylerinin terk edilemeyeceğini, ulemânın görüşlerine ise, ancak Kur’an ve sahih sünnete dayandığı zaman tâbî olunabileceğini te'vîle mahal bırakmayacak biçimde isbât etmektedir. Bütün bu açıklama ve belgelerden sonra bir kimsenin sünnet olduğu isbat edilen bir hükmü terk edip ona muhâlif olan bir görüşle amel etmesi ya da, ulemânın sahih delillere dayanmayan görüşlerinden dolayı Kur'an ve sünnetin kat'î bir emrini terk etmesi hâlinde Allah'a karşı hiç bir mâzereti olamaz.

"Artık, Peygamberin emrinden uzaklaşıp gidenler, kendilerini bir fitnenin çarpmasından yahud onlara pek acıklı bir azabın gelip çatmasından sakınsınlar." (Nur 63)

Kur’an’ın her tavsiyesi gibi, şu tavsiyesi de çok önemlidir: "Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir azab vardır." (Al-i İmran 105)
Peygamberimiz’in de Cumua konusundaki birçok uyarısı gibi, şu uyarısı da dikkate alınmalıdır:
"Bazı insanlar ya Cumua namazını terk etmekten vazgeçerler, yahut da Allah onların kalplerini mühürler de artık gâfillerden olurlar." (Muslim, Cumua, 12, hadis no: 865)
Cumua namazını boykot etme ve kılmamak için dinî gerekçeler (bahâneler) aramak yerine; bu Kur'ânî emrin, en güzel şekilde nasıl kılınması gerektiğinin ve bugünkü toplumda tüm müslümanlar için kâmil mânâda Cumua namazını edâ etmenin yolları aranmalıdır. Ama, kâmil ve ideal anlamda ortam mevcud değilse bile, en ehven ortamı tercih ederek namaz mutlaka kılınmalıdır.

İdeal olanı, Müslümanların bir araya gelip aralarından birini Cumua imamı seçmesi ve onun arkasında Cumua namazını edâ etmesidir.
Bu namaz ideal anlamda câmilerde kılınır; ama günümüz şartlarında câmilerin devlet dairesi olduğunu ve devlet memuru haline gelen imamların akîdelerinin arkalarında namaz kılınamayacak derecede bozuk olduğunu kabul edenlerin yapmaları gereken şey şudur:
Uygun bir câmi bulunamıyorsa, bazı dernek ve vakıfların günümüzde câminin fonksiyonlarını resmî câmilerden daha fazla yerine getirdiğini değerlendirerek, câmilerden daha özgür bu alanlarda Cumua namazını kılmalıdırlar. Hatta buna da imkân bulamayanlar, uygun bir işyeri veya benzeri başka mekânlarda bu farîzayı edâ etmelidirler.
Radikal (denilen muvahhid ve mucâhid) gençlerin en ideal Cumua alanları ise meydanlar, parklar, kamunun dikkatini çekecek açık alanlardır. Gençler oralarda Cumua namazını kılarak cihad edebilirler.
Halk, gazeteciler ve polisler sorsun “niye buralarda namaz kılıyorsunuz?” diye.
Onlar da güzel bir uslûbla cevab versin ve bazı konuları kamuya yansıtabilsin. Gerekirse “parkta Cumua namazı kıldılar” diye, bu suçlarından(!) dolayı bazı Müslümanları tutuklasınlar.
Televizyonlar göstersin, gazeteler yazsın; “Cumua namazından dolayı tutuklandılar!” diye. Bu durum, bir yönüyle Müslümanlar için şereftir; Allah’a ibâdet ediyor, namaz kılıyor diye başlarına sıkıntılar gelmiş, tutuklanmışlar; diğer yönüyle tebliğdir, bazı konuların kamuya ulaşmasına vesiledir.
Düzenin Cumua ve ibâdet düşmanlığının açığa çıkmasına sebeb olacak, ılımlı Müslümanlığın gerçek Müslümanlığa nasıl tavır aldığını halkın da görmesi sağlanacaktır.

Unutmayalım; Cumua namazı Allah ve Rasûlu tarafından kayıtsız şartsız farz kılınan bir ibâdettir. Kur’an ve Sünnetin hükmüne göre yine kayıtsız şartsız (bu iki kaynağın uygun gördüğü) her türlü ortamda kılınabilir, kılınmalıdır.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Cuma Namazını Kim Emrediyor, Kim Yasaklıyor?


1. Kur'an, Cuma namazını kesin şekilde emretmektedir. Müslüman da, Kur'anın hükümlerini uygulamak zorundadır. Allah, insanlara "niye falan muctehidi, filan fetvâyı uygulamadın?" diye sormayacak, ama mutlaka Kur'an'ın emrini uygulayıp uygulamadığından soracaktır.

Kur'andan Mealen;

43.Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin. http://www.kuran.gen.tr/pop_verse_recommend.php?kid=1&sid=43&ayet_no=43 http://www.cepkuran.com/ http://www.kuran.gen.tr/pop_sura_arapca.php?kid=1&sid=43&ayet_no=43

44.Şüphesiz bu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan hesaba çekileceksiniz. http://www.kuran.gen.tr/pop_verse_recommend.php?kid=1&sid=43&ayet_no=44 http://www.cepkuran.com/ http://www.kuran.gen.tr/pop_sura_arapca.php?kid=1&sid=43&ayet_no=44

45.Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor: Rahmân'dan başka kulluk edilecek ilahlar var etmiş miyiz? (Zuhruf Süresi ayet 43-44-45)

Cezekalahu Hayran akxim Çok Hassas bir noktaya İşaret etmişsiniz ...Müslüman Allah-Subhanahu we Teala-bizi Vahyinden sorumlu tutacaktır...Cuma Namazı ise Muhkemdir...
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Hakkında nass olan meselede içtihad olmaz!

Cuma kılınacak ama günümüzde ve coğrafyamızda nasıl kılınacağı , şartları durumu vb tevhidi bir yaklaşım ile kılınacaktır.
 
Ammar El Munzir Çevrimdışı

Ammar El Munzir

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Esselamu alaikum warahmatullah Allah için kardeşler ben istanbulda oturyorum ve uzun zamandır,muvahhid kardeşler bulamadıgım için cumayi eda edemiyorum gerçekten çok üzülüyorum vallahi kalbim sizliyor,avrupa yakasında oturyorum yok mu bana ulaşabilcek güzel kardeşler falan.Özellikle Abdulhakem abi senin yazıların maşallah ki bana çok faydası oluyor ve çok alıntı yapıorum senin yazılarından ve Allah için senle tanışmayi çok istiyorum.Vallahi Selefin yöntemine dikkat edipte ince eleyip sık dokuyorsun inşallah.Ne tekfircilik ne de modernist bir islam sergilior bu site.Yalnızca kUran ve sunnet.İnanın benle beraber bi kardeşim daha var biz iki kişiyiz başakşehirde oturuyoruz.Allahin izniyle 2muvahhid kardeşiz ama cuma kılacak kardeşlerimiz yok cemaatimiz yok muvahhidler yok.BİZler En çokta güzel bi cemaat birbirlerini Allah için seven kardeşler arıyoruz.vallahi bana ulaşırsanız çok sevinirim.Benim kayıtlarım msn adresim bellidir.Gerekirse konuştuktan sonra inşallah ben telefonumuda veririrm tanışalım kaynaşalım vallahilazim çok ihtiycım var Muvahhidlerden oluşan güzel bir cemaate.Allahumma sen yardım et vallahi çaresizim...
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
canim kardesim avrupa yakasinda sana en yakin bakirkoy zeytinburnu taraflarinda kucuk mescidler var ararsan bulursun ufak esnaflarlardan olusan insanlar imamlarida kendilerinden...CUMAYI KIL CANIM KARDESIM...o mantikla yaklastigin zaman degil turkiyede suudta bile kilmaman gerekir...ALLAH celle celaluhu yardimcim olsun....
 
hamza21 Çevrimdışı

hamza21

Üye
İslam-TR Üyesi
esselamu aleykum kardeşler Abdulhakem hocam bir sorum olacak Peygamber s.a.v. mekkede kılmadı dediniz cuma namazını aynı anda musab bin ümeyr r.a. medinede kıldırdı dediniz cuma süresi medinede nuzul ediyor bununla ilgili bilgi verirmisiniz inşallah.
 
K Çevrimdışı

kurtuba

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Turkiye de Hiyanet isleri baskanligina bagli olan, hutbelerinde Atatürk'e rahmet okunan, Demokrasiyi " islamda ki suraya" benzeten, Cumhuriyet
bayramini kutlayan, isleri gucleri Allah'in dinini saptirmak olan sozde belam Imamlarin arkasinda namaz kilmak caiz degil ammmmaaa Cuma namazi icin caiz oyle mi?

Ben mi yanlis anladim?

Abdulhak kardes diyor ki; Hakkında nass olan meselede içtihad olmaz!

Cuma kılınacak ama günümüzde ve coğrafyamızda nasıl kılınacağı , şartları durumu vb tevhidi bir yaklaşım ile kılınacaktır.

o kadar muallak kelimeler ki bunlar... sartlar dedigi hangi sartlar, tevhidi bir yaklasim ne demek?
ben anlamadim zira alinti yaptigi Ahmed Kalkan diyor ki; Unutmayalım; Cuma namazı Allah ve Rasûlu tarafından kayıtsız şartsız farz kılınan bir ibâdettir. Kur’an ve Sünnetin hükmüne göre yine kayıt*sız şartsız (bu iki kaynağın uygun gördüğü) her türlü ortamda kılınabilir, kılınmalıdır.

Parantez içine dikkat etmek lazım Kuran ve Sünnetin (uygun gördügü)..
Abdulhak kardeş
Kesinlikle muallak bir kelime kullanmamış gayet acık yazmış akıl sahibi her insan gayet rahatça anlayabilir..

Zira burada sizin dediğiniz gibi ataputu veyahut demokrasiyi öven bir imamın arkasında kılmaktan bahsetmiyor, o bahsi gecen imamların arkasında normal namaz nasıl kılınmıyorsa cuma namazıda kılınmaz ama siz bunu nasıl böyle anladınız ben şaşırdım açıkcası..

Türkiyede bir çok camide atatürkün adını agzına almayan hutbelerinde demokrasiyle dalga geçen, laiklik pezevenkliktir diyen imamlar vardır kardeşin zikrettiği Tevhidi yaklaşım budur işte..

Camiyi bırakın özelliklede İstanbul'da bir çok mescid de tevhidi akidesi bozuk olmayan demokrasiyi ve benzer tağuti sistemleri benimsemeyen bir cok degerli hocamız vardır
ama bunlar islami forumlarda gezipte bilgi sahibi olunacak bir şey degildir..

Arkadaş delilini koymuş ayet ve hadis koymuş, biz müslüman olduğumuza göre bizim kaynagımız bunlardır biz bunların üzerine konusuruz varsa deliliniz buyrun söyleyin bir çok ayette geçen akletmezmisiniz ayetlerine muhattab olan bizler elbette ki islami deliller karşısında laf söyleyecek degiliz..
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Turkiye de Hiyanet isleri baskanligina bagli olan, hutbelerinde Atatürk'e rahmet okunan, Demokrasiyi " islamda ki suraya" benzeten, Cumhuriyet
bayramini kutlayan, isleri gucleri Allah'in dinini saptirmak olan sozde belam Imamlarin arkasinda namaz kilmak caiz degil ammmmaaa Cuma namazi icin caiz oyle mi?

Ben mi yanlis anladim?

Abdulhak kardes diyor ki; Hakkında nass olan meselede içtihad olmaz!

Cuma kılınacak ama günümüzde ve coğrafyamızda nasıl kılınacağı , şartları durumu vb tevhidi bir yaklaşım ile kılınacaktır.

o kadar muallak kelimeler ki bunlar... sartlar dedigi hangi sartlar, tevhidi bir yaklasim ne demek?
ben anlamadim zira alinti yaptigi Ahmed Kalkan diyor ki; Unutmayalım; Cuma namazı Allah ve Rasûlu tarafından kayıtsız şartsız farz kılınan bir ibâdettir. Kur’an ve Sünnetin hükmüne göre yine kayıtsız şartsız (bu iki kaynağın uygun gördüğü) her türlü ortamda kılınabilir, kılınmalıdır.

Kardeş siz nereden çıkardınız, tağutu kasıtlı öven,tağutun bayraktarlığını yapan dinsiz kişi-şahıs-firma-ideoloji adına ne dersen de bu tür islamdan gayrısını övenin arkasından site de kim dedi namaz kılın diye? Cümle olarak gösterir misin?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Yazıyı anlamak istediğin gibi okursan olmasını istediğin şekilde anlarsın.


Yazıdan alıntı :


Müslümanlar olarak aranızda birleşip Cuma imamı seçmeniz ve imamın Tağutun hutbelerini okuyan, onların zalimlerini ve beşeri sistemlerini öven, kafirlere dua eden imamlardan olmamasına dikkat ediniz .

Cuma namazını resmî imamların arkasında kılmak zorunda değiliz; devlet memuru durumundaki resmî görevlilerin arkasında kılmaya gönlümüz yatmıyorsa, kendi aramızda cemaat teşkil ederek herhangi bir yerde Cuma namazı kılmalıyız.


Cuma, terkedilerek değil; sahiplenilerek aslî hüviyetine kavuşturulabilir.
Bu sahiplenme de kafirlere , tağuta , yılmaz bekçilerine (asker) dua eden, şeriatın kaldırıldığı günleri bayram diye düzenin hutbelerini okumayan, maaş aldığı rejime belamlık vazifesine soyunmayan, hakkı ve küfrü gizlemeyen imamlar bulunmalı , aranmalı , istenmeli ve oluşturmaya çalışmalıdır.

https://www.islam-tr.org/tevhid/17152-daru-l-harp-te-cuma-namazi.html
 
salah-ad-din Çevrimdışı

salah-ad-din

Üye
İslam-TR Üyesi
canb-ı allah senden razı olsun abdulhak kardeşim. herşeyden evvel ilme ihtiyacımız var.
forumda bu tür çalışmları daha sık görürüz inşaallah.
rabbim seni dinde fakih kılsın:


Muaviye (ra), Rasulullah'tan (Sallallahü aleyhi ve sellem) nadir olarak nakilde bulunurdu. İşte şunlar, onun bir toplulukta Rasûlu İlah'tan naklettiği rivayettir:
"Allah kimin hayrını isterse , onu dinde fakih (doğru anlayış sahibi) kılar. Dünya malı taze bir yemiştir, kim onu hakkıyla alırsa kendisine bereketli olur. Birbirinizi (gereksiz yere ya da yanında) övmekten kaçının, çünkü bu iş boğazlamaktır/helâk etmektir."

[1][23] Müsned, IV/92, H.no:16780; IV/93, H.no:I6789; IV/98-99, H.no: 16845; Taberânl, el Mu 'cemü 'l-kebîr, XIX/350, H.no: 815; Beyhakî, Şuabü 'l-îmân, VII/280, H.no:10307
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Arkadaşlar hepinize tek tek tek sesleniyorum. Allah'dan korkun.

Özel bir durumu örnek getirip onu tevil edip koca bir cumayı red ediyorsunuz.

Söyler misiniz kaç tane demokrasi dinine bağlı bir imamla yüz yüze geldiniz. Kim hutbede en direkt tağutu övmüş, tağutun bayraktalığını yapmış. Allah için saçmalamayın, o kadar ilde onlarca camide namaza durdum, 1'i hariç bu şekilde dediğiniz gibi bir imam görmedim. Ben bu tür iftira atanlara inanmıyorum, bir il ve ilçede onlarca cami var birine denk geldiyseniz başka camiler mi kalmadı. Ne zamandan beri özel halleri genele yansıtır olduk.

Ben de size imam bir arkadaşımdan bahsedim. Kendini şuan milletin öve öve bitiremediği yayınevinden içinde tevhidde bulunan kitaplar çevirmiştir ve birçok müslüman bundan istifade etmiştir. Şimdi ben desem ki tüm imamlar böyle, ne kadar komik olur değil mi?

Sizinki de buna benziyor, yok imamlar tağuta dua ediyormuş, yok imamlar küfre dua ediyormuş, Allah için iftira atmayı bırakırmısınız, hiçmi insafınız kalmadı.

Son dönem müslümanları o kadar gevşekleştiki o ya da bu bahanelerle çoğu ibadeti red eder oldular. Allah için kaçınız herhangibi camii imamıyla bu konuları hakkıyla tartıştınız, yüreğiniz buna yettimi, ilminiz buna yetti mi. O olmaz bu olmaz şu olmaz. Din nerede. İnsan önce kendine çekidüzen verir, sonra ailesinden ve çevresine dini anlatır. Hangi biriniz sözüm ona arkasından namaz kılınamaz dediğiniz imamlarla 10 dk yüz yüze münazara ettiniz? Varsa ettiğiniz münazara buraya tek tek yazın. Bir iki özel örneği getirip bunu genele yansıtmak insafsızlıktır.


Haydi gidelim sizin batıl tevilinizle haccıda iptal edelim. Tağut diyorsunuz, tağut geniş bir kavram, mekkede tağuta dua eden hiç mi imam yok?

Haydi ne olacak hac...
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
bahane bahane bahane

namaz kılmamak için bahane

yok tağut yok demokrasi

arkadaşım sizin namazınıza duanıza karışan mı var...en solcu ünilerde bile mescit var git namazını kıl..o solcu rektörler bile gelip hayır efendim kılamazsın mı diyorlar...

namaz kılmanız için hiç bir engel yoktur...kendi kendinize bahane üretiyorsunuz...
yok efendim imam tağut a dua ediyor.

Allah milletimizi ve devletimizi korusun demek ..onun tağuta dua ettiği anlamını çıkaranlar hepsi kafirdir....

ne kadar uçuk konuştum değilmi...sorun neden

1-siz onlara tağuta çalışıyor diyorsunuz
2-onlara dua ediyor diyorsunuz
3-onları savunuyor diyorsunuz değilmi

peki o kadar imamın içinden sizin dediklerinizi yapmayan ama camii imamlığına devam eden biri varsa ne halt edeceksiniz...adamlara tağutun adamları demek onları kafir ilan etmek demektir..laflarınızın ne kadar büyük olduğunun farkında değilmisiniz

el-insaf

gidip bütün camii imamlarından helallik almak demek olan lafları nasıl diyebiliyorsunuz hayret


o zaman kapatalım camiileri ....gönüllü parasız desteksiz yapılan camiiler açık kalsın diyaneti de kaldıralım

ulenn tek parti dönemindenn beter edersiniz siz bu ülkeyi....kesin sesinizi de hakk konuşsun...

aptal saptal muhabbetler açıyorsunuz

engelimiz varmış....tabii sizi yerinize zincirleyip gitme ne olur imanın yokolcak diyorlar değilmi

imanınızı merak etmeyin sizden başka kimse alamaz..

yok efendim benim tevhidi inancım zayıf tağut beni kandırabilir gibi birşey diyorsanız

gelip te bu konularda aşık atmayın saçmalık oluyor
 
laylay Çevrimdışı

laylay

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Turkiye de Hiyanet isleri baskanligina bagli olan, hutbelerinde Atatürk'e rahmet okunan, Demokrasiyi " islamda ki suraya" benzeten, Cumhuriyet
bayramini kutlayan, isleri gucleri Allah'in dinini saptirmak olan sozde belam Imamlarin arkasinda namaz kilmak caiz degil ammmmaaa Cuma namazi icin caiz oyle mi?

Ben mi yanlis anladim?

Abdulhak kardes diyor ki; Hakkında nass olan meselede içtihad olmaz!

Cuma kılınacak ama günümüzde ve coğrafyamızda nasıl kılınacağı , şartları durumu vb tevhidi bir yaklaşım ile kılınacaktır.

o kadar muallak kelimeler ki bunlar... sartlar dedigi hangi sartlar, tevhidi bir yaklasim ne demek?
ben anlamadim zira alinti yaptigi Ahmed Kalkan diyor ki; Unutmayalım; Cuma namazı Allah ve Rasûlu tarafından kayıtsız şartsız farz kılınan bir ibâdettir. Kur’an ve Sünnetin hükmüne göre yine kayıt*sız şartsız (bu iki kaynağın uygun gördüğü) her türlü ortamda kılınabilir, kılınmalıdır.

Bende tam bunu diyordum iste 611 kardes. Istanbul da var demek kolay bu gibi yerlerde ne yapacak kisi?
Ahmed Kalkan'a göre mutlaka kilacak mi? Yani vakit namazi kilinmaz ama cuma mutlaka kilinmasi mi gerekir?

!slam4ever kardes siz nerede ikamet ediyorsunuz bilmiyorum. Cok iddiali konusuyorsunuz kismet olurda bir gun yolunuz buralara
duserse ins. butun camileri tek tek gezer ve bize sarf ettiginiz o sözlerinizden dolayi mahcup olursunuz.
Karsi karsiya geldiklerimiz de oldu hic kuskunuz olmasin.
Sizde bilirsiniz ki islerine gelmedikleri icin sizi hemen asirilikta itham ederler bizi ettikleri gibi.

"Ben bu tür iftira atanlara inanmıyorum, bir il ve ilçede onlarca cami var birine denk geldiyseniz başka camiler mi kalmadı."diyorsunuz
Evet bir tane dahi cami yok, Subhanallah benim yasadigim yeri benden daha iyi mi bileceksiniz. Ama size göre iftiraci oldugumuzdan sanirim bununda inandirici bir tarafi kalmiyor.

"Demokrasiye dua eden,müslümanlara terörist diyen ve ardından tağut ordularına dua eden imamın arkasından namaz kılanın aklına da dininede şaşarım. " bu sozlerde size ait. Biz bulundugumuz yerde boyle Imamlarin olmadigini dolayisiyla Cuma Namazinin da kilinamiyacagini soyluyoruz.
Yoksa size göre sasilacak olan seyde vakit namazi kilinmaz ama cuma kilinir mi? bunu mu anlamaliyiz.

bir yerde tekfir söz konusu olunca insanlar ne dediklerinide unutuyorlar

diyanete .hıyanet demen bile yeter arkadaş...hala anlamadın mı??
bizim burada öle hoca yok...hepsinin kafirlik nişanını görmüş ve böle diyorsun...
helal olsun sana..ben bile yan camilere gidip imam da imamlık vasıfları varmı diye araştırmıyorum...

ne diyelim Allah sabır versin diyelim
 
elfida17 Çevrimdışı

elfida17

Üye
İslam-TR Üyesi
cuma namazını kılmakla yükümlü olmamamla beraber mehmed alagaşın tartışılan sorular kitabında yaptığı açıklama gayet güzeldir:


9- Cami İmamlarının Arkasında Namaz Kılmak

Bazı kimseler için oldukça tuhaf ve gereksiz olan bu mesele, camilerde görev yapan imamlarla birlikte, diyanet teşkilatıyla ve bu teşkilatın misyonuyla da iigili bir mesele olduğu için, bu meseleyi öncelikle diyanet eksenli açıklamaya çalışacağız.
Diyanet teşkilatı, yaşadığımız ülkedeki insanlara İslam dinini apaçık anlatmayı amaçlayan bir teşkilat olsaydı, elbetteki diyanet teşkilatını ve bu teşkilata bağlı imamların arkasında namaz kılınıp-kılınmayacağını tartışmamıza hiç gerek kalmayacaktı Fakat ne var ki diyanet teşkilatının kuruluş amacı, İslam dinini apaçık bir şekilde anlatmak değil, bu İlahi dini resmi ideolojinin çarpık kalıplarına göre ifade etmektir. Nitekim diyanet çizgisinde faaliyet gösteren günümüzdeki birçok cami, resmi ideolojinin kontrolünde olup, İslam'ın değil, bu ideolojinin maslahatını gözeten yerlerdir.
Resmi ideol'inin maslahatı ile, İslam'ın maslahatı birbiriyle çelişkili olmasa, elbetteki herhangi bir sorunla karşılaşılmayacaktı. Ancak vakıanın tabiatı böyle değildir. Kur'an-ı Kerim'de beyan ettiği hükümler ile her türlü zulme ve sömürüye karşı olan İslam dini. İlahi hükümleri reddeden beşeri ideolojiler ilfe birçok konuda açık bir çatışma içindedir. Kişisel çıkarları ve azgın arzulan söz konusu olduğu zaman Allah'ın haram dediğine helal, helal dediğine haram diyebilen resmi ideoloji yetkilileri, siyasi manevra icabı İslam ile barışık olduklannı ileri sürseler de, İslam böylesi müstekbirlerle barışık değildir.
İslam'a seçici bir mantıkla yaklaşan, işlerine gelen tarafı alıp, işlerine gelmeyen tarafı bırakmayı, tevil ve tahrif etmeyi tercih eden bu müstekbirler. toplumun dini asabiyetini istedikleri bir çerçevede tutabilmek için diyanet teşkilatını kurmuşlardır. İslam adına resmi ideolojinin maslahatını gözeten, İslam ile değil, resmi ideoloji ile çelişmekten sakınan bu misyon, hiç kuşkusuz ki bu çizgisiyle İslam'a ihanet eden bir misyondur.
Laikliği temel ilke olarak benimsedikten sonra, iftann üzümle mi, yoksa hurmayla mı açılmasının daha eftal olduğunu tartışabilenf!) ancak İslam'ın toplum ve yönetimle ilgili birçok hükmünü kesinlikle gündeme getirmeyen bu teşkilat, resmi ideolojinin maslahatı söz konusu olduğu zaman, bazı toplumsal hükümleri resmi İdeolojinin çıkarlarına uygun bir yorumla gündeme getirmektedir. Mesela etnik farklılıkların resmi ideoloji İçin birer sorun olmaya başladığı günümüzde, diyanet teşkilatının en önemli gündemi kavmiyetçilik meselesi olmuş ve &u yetkililer İslam'da ırk ayrımı yapılamayacağının hareretli birer savunucusu durumuna gelmişlerdir!.
Peki ama neden şimdi söylüyorlar? Bu konudaki ayet-i kerimeler yeni mi nazil oldu? İnsanlara etnik kökenlerinden dolayı baskı ve zulüm yapıldığı geçmiş dönemlerde neden söylemediler? O dönemlerde neden sustular?
Efendim o dönemlerde böylesi konuşmalar yasaktı!
Söylenemezdi!.
Mazeretlerini tartışmaya gerek duymadan onlar açısından kabul etsek bile, hakkı söyleyemedikleri o makamlardan, o görevlerden hak adına ayrılmaları gerekmez miydi?
Bu sorulara “Bizler rejimin baskısı karşısında azimetle değil, ruhsatla amel ettik” diyerek cevap verenler olabilcektir. Yüce İslam dini elbetteki zor ve baskıyla karşılaşan müslümanların susmasına ruhsat veren bir dindir.
Ancak bu ruhsat, nakkı söylemek adına minbere çıkan hocalara veya alimlere verilen bir ruhsat değildir. Herhangi bir alim söylenmesi gereken bir hakkı söyleyemeyecekse, bu alime(!) İslam'ın verdiği ruhsat, hakkı söylemek adına minbere çıkıp susması değil, minbere hiç çıkmamasıdır. Hele hele bu minberlerde hakkı gizleyip, batılı meşru göstermek, ruhsatla ilgisi olmayan küfri birer icraattır.
Bu teşkilatta bulunmalanna rağmen batılı meşru göstermekten ve resmi ideoloji adına İslam'a iftira atmaktan sakınan bazı samimi kimseler ise “Efendim, biz bu teşkilatta her doğruyu söyleyemedik, ancak her söylediğimiz doğruydu ve biz hiç olmazsa bu doğruları söylemeyi tercih ettik” diyeceklerdir. Akıla uygun ve makul gibi gözüken bu mazeret, nakile yani İlahi vahye uygun değildir.
Diyeceksiniz ki “Neden?”
Genel tanımlamaya göre İslam'ın şartlarının kelime-i şahadet, namaz, oruç, hac ve zekat olmak üzere beş olduğu ifade edilir. Tabi ki İslam'ın ve imanın en gene! şartı bir olup, bu şart Kur'an-ı Kerime göre inanmak ve Kur'an-ı Kerim'e göre amel etmektir. Nitekim beş olarak zikredilen İslam'ın şartlan da, Kur'an-ı Kerim'in genel mahiyetinde bulunan şartlardır.
Ancak sormak istiyoruz. beş olarak zikredilen bu şartlardan hangisi olmazsa olmaz olan en önemli şarttır?
Kelime-i şahadet getirmek mi?
Namaz kılmak mı?
Oruç tutmak mı?
Hacca gitmek mi?
Zekat vermek mi?
Bunlardan hangisi olmazsa olmaz olan, en önemli şarttır?
Tabi ki kelime-i şahadet.
Çünkü herhangi bir insanın İslam dinine girmesi için kelime-i şahadet esas alınmıştır. Bir insanın müslüman olması için “La ilahe İlla Allah Muhammedun Resulullah” buyruğunu anlamıyla beraber tasdik ve ikrar etmesi gerekmektedir.
Fakat ne var ki, kelime-i şahadetin ifade ettiği gerçeğe iman ve teslim olmak manasını içeren bu şart, halk arasında sadece kelime-i şahadet getirmek olarak anlaşılıyor.
Yani bu ifadeyi telaffuz etmek!.
Nitekim bu ifade bir papağan gibi telaffuz edildiği zaman, İslam'ın en önemli bu şartı hemencecik yerine gelmiş oluyor!. Tabi ki kelime-i şahadetin manasını bilmeden, bunun gerektirdiği tavın idrak etmeden, bu kelimeyi telaffuz eden insanları veya papağanları birer müslüman kabul edebilmemiz mümkün değildir. Çünkü günümüzde yaşayan birçok firavun bile kelime-i şahadeti telaffuz etmekte ve müslüman olduklarını ileri sürmektedirler!.
Kelime-i şahadeti telaffuz etmelerine rağmen firavunlaşan ve firavunlara kulluk yaparı kimseler namaz da kılsa-lar, oruç da tutsalar, harca da gitseler ne yazık ki müslüman değildirler. Çünkü kelime-i şahadet sihirli bir söz veya büyülü bir kelime değildir ki, bu sözü söyleyen kimseyi kendiliğinden mü'min yapabilsin!. Oysa büyüden ve sihirden münezzeh olan kelime-i şahadetin; insanların inançlarına, yaşantılarına, fiillerine müdahale eden yüce bir anlamı vardır ve kelime-i şahadeti bu yüce anlamıyla kabul ve tasdik eden bir insan, kurtuluş yolcusu bir müslüman olabilmektedir.
Bu ifadelerimiz karşısında bazı kimseler “Efendim, bu insanlar kelime-i şahadeti söylüyorlar!. Bunu inanarak mı yoksa inanmadan mı söylediklerini araştırmak bizim görevimiz değildir. Çünkü kalplerde olanı ancak Allah bilir. Bizler kalplerde olanı araştırmakla görevli değiliz.” diyeceklerdir.
Doğrudur kalplerde olanı araştırmak sizin göreviniz değildir. Sizin göreviniz inanarak mı, yoksa inanmadan mı söylediklerini dikkate almak değil, bu kutsal ifadenin gerçek manasını bilerek mi, yoksa bilmeden mi söylediklerini dikkate almaktır.
Ne diyorsunuz, biliyorlar mı?
Bu soruya açıklık kazandırabilmek için, çağın imkanlarından faydalanarak bir kamuoyu yoklaması yapabilir ve insanların bu ifadeden ne anladıklarını sorabilirsiniz.
Halkının yüzde dcksandokuzunun müslüman olduğunu iddia ettiğiniz bu ülkede, kelime-i şahadet gerçeğinin binde doksandokuz tarafından bilinip-bilinmediğini öğrenebilirsiniz.
İsterseniz kamuoyunu bir tarafa bırakabilir, bu yoklamayı öncelikle kendi görevlileriniz arasında da yapabilirsiniz.
“La ilahe İlla Allah Muhammedun Resulullah” ifadesi ne demektir?
Bu ifadeyi tasdik eden kimseler, bu ifade ile neleri tasdik etmekte ve neleri reddetmektedirler?
Birçok din görevlisi ve toplumun bilinçli(!) bir kesimi, bu ifadeyi genel olarak şu manada söylemektedirler.
Allah birdir, bir tanedir, eşi ve ortağı yoktur. Göklerde Allah'tan başka ilah yoktur, ancak Allah vardır.
Peki bu yeterli mi?
Göklerde eş ve ortaklıktan münezzeh olan Allah'ın, göklerde münezzeh olduğu gibi yerlerde ve her yerde de münezzeh olması gerekmez mi?
Alemlerin yegane Rabbi olan Allah (c.c), yeryüzünde ne olduğuna, kimlerin ne yaptığına hiç karışmıyor mu?
Mesela yaşadığımız coğrafyada Allah'ın hükümlerine rağmen hüküm koyan, Allah'ın haram dediğine helal, helal dediğine haram diyebilen müstekbirler vardır.
Kusura bakmayın, sormak istiyoruz, Allah'ın hükümlerine rağmen yaşam şeklini belirleyen yeni hükümler koymak, yeni kanunlar çıkarmak ne demektir?
Allah (c.c.) böyle bir yetkiyi kime vermiştir?
Okuduğu Kur'an-ı Kerim'i anlamaya çalışan herkesin bildiği gibi, Allah (c.c.) böyle bir yetkiyi peygamberlerine dahi vermemiştir. Çünkü insanların nasıl ve ne şekilde yaşayacaklarına dair mutlak hükümler vazetme yetkisi sadece ve sadece Allah (c.c.)'a aittir.
Hiçbir insana verilmeyen bu yetki, hiçbir insana tanınmayan bu hak, sadece ve sadece Allah'ın hakkıdır. Daha açık bir ifadeyle böyle bir yetki veya böyle bir hak, İlah olmakla ilgili bir hak olup, yegane İlah olan Allah (c.c.)'ın hakkıdır.
İnsanların nasıl ve ne şekilde yasayacaklarına dair mutlak hükümler meselesi, İlah olmakla ilgili bir mesele ise, siziere yine sormak istiyoruz.,
İnsanlann nasıl ve ne şekilde yaşamaları gerektiğini beyan eden Allah'ın hükümlerine rağmen, kendi çıkar ve menfaatlerine uygun şeytani hükümler va'zeden, Allah'ın helal dediğine haram, haram dediğine helal diyebilen bu firavunlar, bu politikacılar kimdir?
İnsanların nasıl ve ne şekil yaşayacaklarına dair mutlak hükümler va'zetme meselesi, İîah'hkla ilgili bir mesele olduğuna göre bunlar İlah mıdır?
Bağırsaklannda pislik taşıyan ve tuvaletlerde iki büklüm oturan bu mahluklar, elbetteki İlah değildir. Ne var ki İlah olmayan bu firavunlar, İlah'iıkla ilgili meselelerde hükümler vazederek ilahlaşmaya çalışmaktalar ve tahakküm ettikleri insanlara ilahlık taslamaktadırlar.
Peki, ilahlaşmaya çalışmak veya insanlara İlahlık taslamak bu olduğuna göre, herhangi bir insanın İslam dairesine girebilmesi için kendisine ilahlık taslayan bütün firavunları, bütün müstekbirleri kelime-i şahadette yer alan “La ilahe” buyruğu ile reddetmesi, inkar etmesi gerekmez mi?
Samimi kalplerden yükselen, samimi bir itirafı duyuyoruz., Gerekir, eibetteki gerekir!.
Bu samimi itirafa katılmayan bazı kimseler ise “Beyefendi, bizler İslam devletinde ve İslam'ın belirlediği hükümlere göre değil, laik ve liberal bir rejimde ve bu rejimin belirlediği kanunlar çerçevesinde din görevi yapıyoruz. Dolayısıyla rejimin belirlediği kanunları görmemezlikten gelerek kelime-i şahadetin gerçek manasını belirttiğiniz açıklıkta verebilmemiz mümkün değildir. Tabi ki İslam'ın bu şartını anlatamıyoruz diye, diğer dört şartını anlatmaktan da kaçacak değiliz. Nitekim dilimiz döndüğünce İslam'ın diğer dört şartını anlatmaya çalışıyoruz. İnsanlara bir şey aniatmamaktansa, hiç olmazsa bu dört şartın anlatılması iyi değil mi?” diyeceklerdir.
Tabi ki iyi değil!.
Çünkü İslam'ın olmazsa olmaz olan öncelikli şartı, kelime-i şahadettir. Sadece kelime-i şahadeti anlatıp, diğer dört şartı hiç anlatmasanız, bu durumunuz yine de makul karşılanabilir. Ancak kelime-i şahadetin gözardı edildiği bir tebliğde, diğer dört şart ciltler dolusu açıklamalarla anlatılsa dahi, bu anlatım İslam'ın kabul edebileceği meşru bir tebliğ değildir. “Efendim, ben İslam'ı bilmeyen insanlara kelime-i şahadeti anlatamıyorum ama diğer dört şartı anlatıyorum” diyen kimselerin durumu, kelime-i şahadet inancını terkedip namaz kılan, oruç tutan, hacca giden kimselerin durumu gibidir!.
Oysa İslam, bilerek veya bilmeyerek şirk içine giren kimselerin namaz kılmasını veya oruç tutmasını istemez. Bu insanlara götürülmesi gereken öncelikli tebliğ, bu insanların şirkten kurtarılmasını amaçlayan tevhidi tebliğdir. Resullillah (s.a.v.) ve tüm peygamberler, insanları öncelikle ve öncelikle tevhide davet etmişlerdir. Çünkü herhangi bir insanın İslam dinine girebilmesi için, kendisine iiahlik taslayan bütün firavunları, ilahlaştınlmaya çalışan bütün putları “La ilahe” buyruğu iie inkar etmesi, bu inkardan sonra “İlla Allah” diyerek alemlerin yegane yaratıcısı olan Allah (c.c.)'a yönelmesi ve “Muhammedun Resulullah” buyruğu ile Hz. Munammed Mustafa (s.a.v.)'i Resului'ah olarak, bir önder ve bir örnek olarak kabul ettiğini ikrar etmesi gerekmektedir.
Bu tevhidi hakikatlerin hiç olmazsa genel prensipler halinde bütün cemaate verilmesi ve bu prensiplerin sosyal yaşantıda ne anlama geldiği ise cemaatte ilgi gösteren ve ilgi gösterilmesi gereken kimselere bire bir özel konuşmalarda müşahhas olarak açıklanması gerekir.
Bu asgari tebliği bile yerine getiremeyecekseniz, kelime-i şahadeti ve tevhidi anlat amayacaksanız, diğerlerini de anlatmayın.
Susun, yapmayın bu görevi!.
İslam'ı sadece namaz, oruç ve güze! ahlak olarak algılayan insanların aldatılmasına ve firavunlara kulluğa devam ederek sömürülmesine vesile olmayın. İslam adına konuşma yetkisini, İslam'ı ve İslam'ın bu gerçeklerini apaçık anlatabilecek muvahhid müslümanlara bırakın. Evet. diyanet teşkilatının resmi misyonu ve camilerdeki imamların nasıl olması gerektiği hususunda bu kısa tanımlamada bulunduktan sonra, cami imamlarının arkasında
namaz kılma meselesine geçebiliriz. Mahiyet açısından tek boyutiu olmayan bu meseleye, elbetteki tek bir cevap veremeyiz. Dolayısıyla meseleyi üç ayrı statüde değerlendirecek ve bu üç ayn statüye ilişkin yaklaşımlarımızı ifade edeceğiz.
Camilerde imamlık yapma meselesi, hiç kuşkusuz ki sadece diyanet bağlantılı değerlendireceğimiz bir mesele değildir. Çünkü yaşadığımız ülkenin birçok bölgesindeki camilerde, diyanet teşkilatına bağlı olmadan bu görevi yapan kimseler vardır. Meseleyi bu kimselere göre değerlendirdiğimiz zaman bu kimselerin arasında tevhidi düşünen ve insanlan apaçık bir İslam'a davet eden müsîümanlar bulunmaktadır. Elbetteki bu müslümanların arkasında namaz kılabiliriz.
Diyanet teşkilatına bağlı olarak bu görevi yürüten kimseleri ise iki ayn statüde ele almamız gerekecektir. Bunlardan birincisi hem diyanet teşkilatına bağlı olan ve hem de diyanetin resmi misyonunu benimseyen kimselerdir. Yüce İslam dinini resmi ideolojiye göre algılayan ve bu şekilde anlatan kimselerin arkasında namaz kumamız tabi ki söz konusu değildir. Çünkü Allah'a kullukla ilgili olarak en önemli amelimiz olan namaz, İslami bilinçten yoksun böylesi kimselere emanet edebileceğimiz bir amel değildir.
Diyanet teşkilatına bağlı birer görevli olmalarına rağmen karşılaştıkları, tevhidi gerçekleri kabul ederek diyaneti ve diyanet misyonunu meşru görmeyen, İslam'ı Kuran-ı Kerime göre algılayan ve geçim kaygısından ziyade insanlara Allah'ın dinini tevhid esaslı tebliğ edebilme amacıyla bu görevi sürdüren müslümanların arkasında namaz kılıp-kılmama meselesi ise, bu müslümanların yakından tanınmasıyla, samimıyetieriyle ve bölge şartlarıyla ilgili bir mesele olduğu İçin, bu durumu da o kimselerin yakınında bulunan ve İslam'ı yeterince tanıyan kardeşlerimizin sağlıklı değerlendirmelerine bırakıyoruz.
Çünkü, genele şamil görüş ve tavırlarla sağlıklı bir sonuca bağlanması mümkün olmayan bu husus, mahalli ve özel değerlendirmelerle çok daha olumlu bir neticeye vardırılabilecektir.
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
humble, mana olarak değil sadece lafız olarak diyorum "diyanet işleri başkanlığı" sence Allah'ın hükümlerini uygulayan bir kurum mudur? Tağutu red, tekfir mi ediyor yoksa tağuta hizmet mi ediyor? hiçbir imamı tekfir etmiş değilim ama tağuta ve tağuttan memnun bir millete dua eden birisine ne demeliyiz sence? hem madem orada tağuta hizmet etmiyorlar da ne diye oralarda bulunuyorlar? diyorsun ki "diyaneti kapatalım o zaman" sence niye açık kalmalı? halkı daha fazla uyutmak için mi? daha bağımsız en azından tağuttan bağımsız mescidler sence bir nebze olsun daha özgür olmaz mı? ayrıca bizleri din düşmanı tek partili kafir chp ye benzetmene ne demeli? bizim tek partimiz Allah'ın şeriatıdır. bu tek partiden rahatsız olacağını söylemeyeceksin herhalde, değil mi?


namaz kılmamak için bahane aradığımızı belirtmişsin ama bizlerin ne amaçla terk ettiğimizi hatta gerçekten terk mi etmek istiyoruz yoksa namazı eda edebilmek için uygun şartlar, yer ve kişiler mi arıyoruz hiç dikkat etmemişsin.

ben aslında kesin olarak fıskını, facirliğini görmediğim adamın arkasında bazen namaz kılıyorum, kılmak durumunda kalıyorum. ama mecbur kalmasam kılmam ve eğer daha iyi bir ortam, tevhidi bir ortam bulsam gider orada kılarım inşaAllah ama yok işte. gittiğim camilerde tağuta dua eden imamlar da oldu, etmeyenler de oldu. şimdi etmeyenlerin arkasında kıl diyebilirsin ama oranın da bir sınırı var. orada da yapabildiğinin en fazlası tağutu övmemek, dua etmemek ve tağutu tekfir dışındaki konularda gerçek islam'dan bahsedebilmektir. orada ahlak dersini sonuna kadar verebilirsinz belki ama tağutu red edin, oy vermeyin, ataputa karşı gelin Allah'ın şeriatı için cihad edin gibisinden hutbeleri veremezsiniz. bunu ancak tağuttan bağımsız bir mescidde yapabilirsiniz işte buradada güvenlik meselesi devreye giriyor. şimdi bu tevhidi ortamda tağuta karşı hutbeler okunursa hemen orası basılır ve muvahhidlerin güvenliği tehlikeye girer. bu durumda da burada gerçek manada sahih bir Cuma edası çok zor ve tehlikeli gözüküyor. Allahu alem.

Sizn hassasiyetinizi anlıyor ve taktir de ediyorum, ancak mucahidlere dua etmedi, cihada çağırmadı diye gerçek manada cuma namazı olmaz demeniz sizi bağlar. Şeyh muhaysini Allah cc ona merhamet etsin, şeyh kafirlere beddua etti diye ne tür işkenceler gördü bu hala hafızalarımızda, İbrahim olmak, İbrahimce yaşamak öyle kolay değil. O yüzden meseleleri fazla zorlamayın.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Abdulmuiz ifade aynen su sekilde , aktariyorum :

Cuma namazını resmî imamların arkasında kılmak zorunda değiliz; devlet memuru durumundaki resmî görevlilerin arkasında kılmaya 1-gönlümüz yatmıyorsa, kendi aramızda cemaat teşkil ederek herhangi bir yerde Cuma namazı kılmalıyız.
Bu namaz ideal anlamda câmilerde kılınır; ama günümüz şartlarında câmilerin devlet dairesi olduğunu ve devlet memuru haline gelen 2- imamların akîdelerinin arkalarında namaz kılınamayacak derecede bozuk olduğunu kabul edenlerin yapmaları gereken şey şudur:

1- “gönlümüz yatmiyorsa” kilmayiz yatiyorsa kilabiliriz yani kisilerin tercihine kalmis birsey.
2-Ayrica kabul edenlerin diyor kabul etmeyenler kilabilir mi?

Burdan baska ne mana cikabilir? Bu mesele kisilerin tericihine mi birakiliyor?


Sana bir önceki yazımda, yazıdaki ana kaideyi alıntılayarak göstermeme rağmen, uzunca olan yazının başka bir yerindeki ifadeyi negatif düşünme hastalığından dolayı ana fikre muhalif şekilde yorumluyarak algılaman saplantını gösteriyor. Çünkü yazıdaki anafikir aynen şu idi :

Yazıyı anlamak istediğin gibi okursan olmasını istediğin şekilde anlarsın.


Yazıdan alıntı :


Müslümanlar olarak aranızda birleşip Cuma imamı seçmeniz ve imamın Tağutun hutbelerini okuyan, onların zalimlerini ve beşeri sistemlerini öven, kafirlere dua eden imamlardan olmamasına dikkat ediniz .

Cuma namazını resmî imamların arkasında kılmak zorunda değiliz; devlet memuru durumundaki resmî görevlilerin arkasında kılmaya gönlümüz yatmıyorsa, kendi aramızda cemaat teşkil ederek herhangi bir yerde Cuma namazı kılmalıyız.


Cuma, terkedilerek değil; sahiplenilerek aslî hüviyetine kavuşturulabilir.
Bu sahiplenme de kafirlere , tağuta , yılmaz bekçilerine (asker) dua eden, şeriatın kaldırıldığı günleri bayram diye düzenin hutbelerini okumayan, maaş aldığı rejime belamlık vazifesine soyunmayan, hakkı ve küfrü gizlemeyen imamlar bulunmalı , aranmalı , istenmeli ve oluşturmaya çalışmalıdır.


https://www.islam-tr.org/tevhid/17152-daru-l-harp-te-cuma-namazi.html

Bu net ifadelere rağmen, sanki resmi imamlarda hiç bir sorunu yokmuş gibi dendiğini anlamaya çalışmanız hatadır.
Şimdi hatalı algıladığınız yere değinelim :

Cuma namazını resmî imamların arkasında kılmak zorunda değiliz; devlet memuru durumundaki resmî görevlilerin arkasında kılmaya 1-gönlümüz yatmıyorsa, kendi aramızda cemaat teşkil ederek herhangi bir yerde Cuma namazı kılmalıyız.

1_ Evet kılmak zorunda değiliz! " Kılmak zorunda değilsiniz." denmemiş ki hatalı anlamaya çalışıyorsunuz. Kılmak zorunda değiliz diyerek kendisini de katmıştır.
Yine " 1-gönlümüz yatmıyorsa" denilerek kendisini de katmıştır. " gönlünüz yatmıyorsa" yada "gönlü yatmayan" denmemiştir! Devamında da kendi aramızda cemaat oluşturup başka bir yerde cuma namazı kılmalıyız diyerek "Özne" olarak kendisini de katmıştır .

Bu namaz ideal anlamda câmilerde kılınır; ama günümüz şartlarında câmilerin devlet dairesi olduğunu ve devlet memuru haline gelen 2- imamların akîdelerinin arkalarında namaz kılınamayacak derecede bozuk olduğunu kabul edenlerin yapmaları gereken şey şudur:

Her ne olursa olsun sırf devlet memuru olduğu için cami imamlarının arkasında namaz kılınmaz demiyoruz. Zaten bu konuda izahat yapılmıştır.

CAMİ İMAMLARININ ARKASINDA NAMAZ KILMAK (Kılabilmek)
Sonuç olarak :

1- Diyanete bağlı olup, devletin misyonunu benimseyen, her türlü küfür hutbelerini ve tamimlerini cemaate bildiren , sevdiren, kafirlere , zalimlere dini günlerde dua eden ve ettiren , sisteme bağlatan imamlar (KILINMAZ).

2- Diyanete bağlı fakat devletin misyonunu beğenmeyen , eleştiren , gönderilen tamim ve hutbelere rağmen gerçekleri anlatabilen , küfrü , tağutu açıkça anlatabilen.Böyle imamlar az fakat var ! (KILINIR).


3- Diyanete bağlı olmadan görev yapan imamlar (vakıf , dernek gibi), bunlar hakikati anlattıkları müddetçe , Aynı zamanda tağutların İslam'a olan tutumlarını sergiledikleri müddetçe bu imamların arkasında da namaz caizdir (KILINIR).

Yazıda da imamlar gerçekten namaz kılınabilmeyecek durumlarda ise, (herkesin bulunduğu veya tesbit ettiği Camilere-imamlara göre değişebildiğinden) namaz kılamayacak olanların (kılınabilecek mescid veya imam bulamayanların) yapması gerekenler denilerek nasıl bir yol izlemeleri gerektiği izah edilmiştir. Bu yüzden de aşağıdaki şekilde ifade edilmiştir.

" Müslümanlar olarak aranızda birleşip Cuma imamı seçmeniz ve imamın Tağutun hutbelerini okuyan, onların zalimlerini ve beşeri sistemlerini öven, kafirlere dua eden imamlardan olmamasına dikkat ediniz ."

Sizin bu takıntılarınızdan anlaşıldığına göre siz cami imamların arasında hiç müslüman olabilme ihtimali kabul etmediğinizden bu şekilde anlamaya çalışıyorsunuz. Bu konuda biz sizin gibi itikad sahibi değiliz. Bundan dolayı konuyu uzatmanın bir manası yoktur.
 
T Çevrimdışı

Tuva Vadisi

Üyeliği İptal Edildi
Banned
BU İMAMLARIN ÇOĞU ALLAH AZZE VE CELLE NİN 7 KAT GÖĞÜN ÜSTÜNDE ,ARŞI NIN ÜSTÜNDE OLMASINI RED EDİYOR... HATTA BAZILARI ALLAH Göktedir DİYENİ TEKFİR EDİYOR ALLAHA MEKAN TAYİN ETTİĞİ İÇİN GÜYA. yani iş o kadar karışık ki .... AHİR ZAMANDA olduğumuz ne kadar da belli
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
BU İMAMLARIN ÇOĞU ALLAH AZZE VE CELLE NİN 7 KAT GÖĞÜN ÜSTÜNDE ,ARŞI NIN ÜSTÜNDE OLMASINI RED EDİYOR... HATTA BAZILARI ALLAH Göktedir DİYENİ TEKFİR EDİYOR ALLAHA MEKAN TAYİN ETTİĞİ İÇİN GÜYA. yani iş o kadar karışık ki .... AHİR ZAMANDA olduğumuz ne kadar da belli

Her imamın arkasında namaz olur demedik, sende tevhidi bilen imamların arkasında namaz kıl.
Saydığın ihtilaflı meseleb önemli olmakla beraber, arkasında namaz kılınamayacak daha çok tehlikeli durumları var.
 
Üst Ana Sayfa Alt