Dâru'l-Harb'de Cumua Namazı
Hanefîler'in Bu Hususla ilgili Görüşleri:
Diğer mezheb imamlarının bu konuda herhangi bir sorunları bulunmamaktadır. Hanefîler'e gelince, bütün Hanefî âlimleri İslâm devletinin fiilen mevcut olması kaydıyla İmam Ebû Hanîfe tarafından ileri sürülen devlet başkanı şartını kabul etmelerine rağmen, İslâm devletinin fiilen ortadan kalktığı ve "Dâru'l-Harb Fıkhı"nın gündeme girdiği fitne zamanlarında Cumua namazının mûteber olabilmesi için devlet başkanı şartını aramayarak sair mezheb imamlarıyla aynı çizgide birleşmişlerdir.
Nitekim bizzat İmam Ebû Hanîfe'nin mektebinde yetişen ve bu mezhebe ait görüşlerin birçoğunda imzası bulunan Hanefî müctehidlerden İmam Muhammed, Cumuanın şartlarını sayarken bu hususta son derece temkinli davranarak şöyle demektedir:
"Cumua namazının şartları; cemaat, hutbe ve vakittir. İkincisi ise, vâli ve şehir olup bunlar ihtilâflıdır. (Muhammed İbn Hasan eş-Şeybânî, Câmiu's-Sağîr, s. 111)
Hanefî ulemâsından Kâsânî ise, "el-Bedâî" adlı meşhur eserinde bu şartın sadece İslâm devletinde devlet başkanı ve nâibinin hazır bulunması haliyle sınırlı olup İslâm devlet başkanı, ve nâibinin bulunmadığı fitne dönemlerinde bu şarta riâyet edilmeksizin Cumua namazının kılınacağını hiç bir te'vile imkân vermeyecek bir dille ifade ederek şöyle der:
"Devlet başkanı veya nâibinin kıldırması şartı, devlet başkanı veya nâibi mevcut olduğu zamandır. Ama fitne veya ölüm sebebiyle devlet başkanı olmadığı ve Cumua namazının vakti girinceye kadar henüz başka bir devlet başkanı da hazır bulunmadığı zaman; Kerhî: ‘İnsanların kendilerine Cumua namazını kıldırması için bir kişinin arkasında toplanıp Cumua namazını kılmalarında herhangi bir beis yoktur’ demiştir. Nitekim "El-Uyûn"da İmam Muhammed'den de bu şekilde söylediği rivâyet edilmiştir. Zira Hz. Osman (r.a.)'dan rivâyet edildiğine göre kendisi muhâsara edildiği zaman insanlar Hz. Ali'yi öne geçirmişler, o da onlara Cumua namazını kıldırmıştır. (Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyî fî Tertîbi'ş-Şerâyî, 1/261 )
Kâsânî'nin "Devlet başkanı veya nâibinin kıldırması şartı (İslâm devleti ve halife) devlet başkanı veya nâibi mevcut olduğu zamandır." ifâdesi istilâ, anarşî ve benzeri sebeplerle İslâmî otoritenin fiilen ortadan kaldırılması ve ülkenin dâru'l-harbe dönüşmesi hâlinde devlet başkanı şartının aranmayacağı konusunda son derece net bir ifadedir. Bu da gösteriyor ki Hanefîler bu şartı sadace İslâm devletinin mevcud olması haline bağlı olarak ortaya atmışlardır.
Bütün Hanefî ulemâsı aslında mezhepblerinin bu husustaki kanaatlerini savunmakla beraber, müslümanların halîfeli toplumdan mahrum edildikleri fitne zamanında ve kâfirlerin istîlâsı altındaki "Dâru'l-Harp'dte bu şarta bakılmaksızın Cumua namazının mutlak sûrette kılınacağını belirterek, sonuçta Cumua namazında devleti ve devlet başkanını şart saymayan cumhur-ı ulemâ ile aynı noktada birleşmektedirler. İslâm devletinin dışında ve Dâru’l-harbde Cumua kılınmaz diyen bir tek Hanefî âlimine rastlamak mümkün değildir. Bu da Hanefî mezhebinin bu şartı ileri sürerken günümüzde bazı marjinal grupların anladığı ya da anlamak istedikleri şekilde Cumua namazının bir devlet namazı veya bazılarının uyduruk tabiriyle "kendisinde devletin temsil edildiği resmî bir toplantı namazı(!)" olarak görmediklerini isbâta kâfidir.
Tahânevî'nin de ifade ettiği gibi, "Aslolan aksine bir delil bulununcaya kadar öğle ile Cumua'nın musâvî oluşudur. Çünkü Cumua namazı öğle namazından bedeldir. Bu, üzerinde ittifak olunan bir şeydir." (Tahânevî, İ'lâu's-Sunen, 7/8)
Müslümanlara yakışan, zayıf delillere dayanan bir kısım görüşlere taassup derecesinde sarılmak yerine, daha kuvvetli delillere dayanan cumhûr-ı ulemânın görüşlerine uymak ve Cumua namazı gibi son derece mühim bir ibâdeti terk etmemektir.
Hanefîlerin de itiraf ettikleri gibi, Allah Teâlâ bu namazı kayıt ve şarta bağlamaksızın mutlak olarak emretmiştir. Öyleyse aslına uygun olarak kayıt ve şarta bağlanmaksızın mutlak olarak edâ edilmesi gerekir. Kaldı ki Hanefî ulemâsına göre devlet başkanı meselesi, Cumua namazının "olmazsa olmaz"ı gibi gözükmüyor. Belki Cumua namazını kıldırmak herkesten önce devlet başkanına ait bir vazife sayılıyor, ki doğru olanı da budur. Zira İslâm’da, sadece Cumua namazları değil bütün namazları kıldırmak öncelikle devlet başkanına ve sırasıyla diğer idarecilere ait bir vazifedir.
Peygamberimiz’in buyurduğu gibi, (İmam Nevevî, Şerhu Sahîh-î Muslim, 12/486; Ebû Dâvud, Sunen, 1/159; İbn Hibban, Sahib-u İbn Hibban, I. Baskı, 1971, Medine, Mektebetu’s-s Selefîyye neşri, 3/447; Humeydi, Musnedu’l-Humeydi, 1/217) sadece Cumua namazı değil, bütün namazları kıldırmak devlet başkanının bir vazifesi, hatta müslümanların lideri olma vasfının bir şartı sayılmaktadır. Ama bu, devlet başkanı yoksa beş vakit namazın kılınamayacağı anlamına gelmez. Bunun anlamı, devlet başkanı İslâm’ın kendisine yüklediği diğer vazifelerle birlikte nihâyet bu vazifeyi de yapmadığı zaman müslümanların lideri olma vasfını kaybeder, demektir. Yoksa bu vazife, onu yerine getiren olmadığı için vazîfe olmaktan çıkar, demek değildir. Şu halde tıpkı beş vakit namazı kıldırmak devlet başkanını müslümanların meşrû lideri yapacak önemli bir sıfat olduğu gibi, Cumua namazını kıldırmak da devlet başkanını müslümanların meşrû lideri yapacak önemli bir vazifedir. Ama bu vazîfeyi devlet başkanı yapmadığında beş vakit namazın farziyyeti ortadan kalkmadığı gibi Cumua namazının farziyyeti de ortadan kalkmaz. Çünkü bir vazîfe, o vazifeyi yerine getiren olmadığı için vazîfe olmaktan çıkmaz. Sadece vazîfeyi yapmakla sorumlu olanların nâkısasını ortaya koyar.
Biz, bütün ulemânın izini takip ederek Allah'ın mutlak olarak farz kıldığı bir ibâdetin hiç bir kimsenin görüşünden veya herhangi bir topluluğun davranışından dolayı terk edilemeyeceği noktasında herhangi bir tereddüt taşımıyoruz. Biz biliyor ve inanıyoruz ki bütün namazları kıldırmak devlet başkanının bir vazifesi hem de imâmetinin meşrûluğunun sebeblerinden biridir. Fakat devlet başkanının bu namazları kıldırmak vazifesiyle yükümlü olması, bu namazların farziyyetinin ve meşrûluğunun bir sebebi değildir. Bu, bütün mezheb imamlarına göre hatta Hanefî ulemâsına göre de böyledir. Yukarıda naklettiğimiz Hanefî imamlarının görüşleri bunun isbâtıdır. Şâyet Hanefî mezhebine göre devlet başkanı bu namazın meşrûiyyetinin bir sebebi ve "olmazsa olmaz"ı sayılmış olsaydı, bu âlimler "Dâru'l-Harb" olsun "Dâru'l-İslâm" olsun her halükarda Cumua namazının kılınacağı fikrini savunarak "kâfirlerin istîlâ ettiği beldelerde bile sahih olmasına rağmen, fitne zamanlarında kılınan Cumua namazı geçerli değildir" diyenlerin câhilliği ortaya çıkmıştır (İbn Âbidin, Hâşiyetü Reddi'l-Muhtâr Ale'd-Durri'l-Muhtâr Şerhu Tenvîr 'il-Ebsâr, 2/l) derler miydi?!
Gayr-i İslâmî bir yönetimi protesto etmek ya da halkın dikkatini belli bir noktaya çekebilmek için siyâsî tavırla Cumua namazını terk etmek gibi bir yaklaşım, hiçbir ibâdet için hiçbir âlimin öngörmediği her yönüyle yanlış bir değerlendirmedir. İslâm dininde herhangi bir ibâdeti meşrû kılmak ya da Allah tarafından meşrû kılınan herhangi bir ibâdeti iptal etmek sadece Allah'ın tekelindedir. Peygamber dahi olsa hiçbir kimsenin, bu noktada tercih hakkı yoktur. Her ne kadar Allah, Peygamberini dinde "helâl ve haram" kılma yetkisiyle donatıp onu ümmetin şârî'i kabul etmiş olsa bile bu, onun Allah'ın emir ve nehiylerine aykırı olmaksızın hüküm koyabileceği anlamındadır. Değilse Peygamber'in hiçbir şekilde Allah'ın irâdesine aykırı hareket etmesi, yani Allah’ın emrettiği bir şeyi ibtal, haram kıldığı bir şeyi de helâl kılması söz konusu olamaz. Zira Peygamber (s.a.v.)'in yetki ve nüfuz alanı Allah'ın rıdâsıyla sınırlıdır.
Muctehid bile olsa, hiçbir kimsenin, şâri’nin açıkça beyan etmediği bir şeyi illet sayıp onun meşrû kıldığı herhangi bir ameli ictihadı sâyesinde iptal etme yetkisi yoktur. Müctehidlerin yetkileri naslara işlerlik kazandırmaktan ibarettir.Onlar ictihadları ile herhangi bir nassın hükmünü iptal edemeyecekleri gibi, nas vârid olan yerde ictihad dahi yapamazlar.
Nitekim “Mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur” Nas mevcut olan yerde ictihada müsaade yoktur (Mecelle, Md. No: 14; Ali Ahmed en-Nedvî, el-Kavaidu'1-Fıkhiyye, s. 148) kaidesi bütün ulemânın ittifafakla kabul ettiği küllî bir kaidedir. O halde Allah ve Rasûlu'nün sarih ve muhkem naslarla farz kıldığı Cumua namazı gibi bir ibâdeti aynı derecede sarih ve muhkem bir delil olmadan ibtal etmek veya siyâsî tavır yaftasıyla insanlara onu terkettirmek nasıl câiz olabilir?
Hedefi ve gayesi ne olursa olsun bu, Allah ve Rasûlune apaçık muhâlefet etmektir. Bu ise sapıklıktan başka bir şey değildir. Nitekim Allah Teâlâ bu hususa işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “
Allah ve Rasûlu bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadına , o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)
Hükümlerin illetlerinin ve hedeflerinin ne olduğunu kesin olarak ancak Allah ve Rasûlü bilir. Bizim akıl ve re'yimizle naslar ve şer'î hükümler hakkında vereceğimiz hükümler, ancak zandan ibaret kalır. Zan ise, haktan bir şey ifade etmez. (Yunus 36)
O halde elinde kesin bir delili bulunmadığı halde bir müslümanı nasıl olur da Kur'an'ın "zikir" tâbir ettiği bir ibâdetten bahisle "bana göre bu, siyâsî bir ibâdettir" diyebilir ve insanları siyâsî tavırla Cumua namazını terketmeye çağırabilir? Müslüman her türlü hareket felsefesini Kur'an ve sünnetten almak zorundadır. Kur'an ve sünnette ise, şu veya bu ibâdetin bu arada da Cumua namazının siyâsî tavırla îfâ edilip aynı şekilde siyâsî tavırla terk edilebileceğine dair sarih veya dolaylı olarak herhangi bir ifade mevcud değildir. Kezâ bugüne kadar “Cumua namazının siyâsî bir ibâdet olduğunu ve siyâsî tavırla terk edilebileceğini” söyleyen hiçbir muctehide, hiçbir âlime rastlanmamıştır. Bu konuda en katı kurallar getiren Hanefîler bile Cumua namazının siyâsî bir ibâdet olduğunu dolayısıyla da gayr-i İslâmî otoriteler altında kılınamayacağını söylememişlerdir. Aksine onlar kâfirler tarafından istilâ edilen beldelerde dahi kayıtsız şartsız Cumua kılınacağını ifade etmişlerdir.
Hicret yolculuğu esnâsında başını getirene yüz devenin vaadedildiği ve Allah’ın himâyesi dışında henüz hayatından bile emin olmadığı bir ortamda Ranuna vadisinde Sâlim b. Avfoğulları mahallesinde Rasûlullah (s.a.v.) Cumua namazı kıldırmıştır. O esnâda ortada hangi İslâm devletinin ve otoritesinin varlığından söz edilebilir? Kezâ hicretten önce henüz bir dâru’l-harb olan Medine'de Müslümanlar Rasûlullah (s.a.v.)'in emir ve musaadeleriyle Cumua namazı kılıyordu. Hiçbir kimse Medine'de o dönemde İslâmî bir otoriteden, hatta ıstılahî mânâda bir cemaatin varlığından bile söz edemez. Zira hicretten önce Medine'de dinî-siyasî anlamda kimsenin liderliği söz konusu değildi. Akabe bey'atından sonra nakib/temsilci seçilen insanların liderliği tamamen kabile bağlarına ve etnik yapıya dayalı bir liderlikti. Bu sebeble o gün Medine'de bir değil, birden fazla lider bulunuyor ve her biri sadece kendi kabilelerinin temsilcisi sayılıyordu. Musab b. Umeyr ise, onların lideri değil, sadece namazlarda imam olan ve Kur'an öğreten bir muallim konumundaydı. Sonra Medinedeki bu insanlar dinî-siyasî mânâda bir cemaat oldukları için kılmış olsalardı Mekkede Rasûlullah (s.a.v.)’in kılması daha evlâ olurdu. Zira Cemaatin asıl lideri kendisiydi. Hâlbuki kılmamıştır. Neden? Çünkü kılma imkânı yoktu da ondan.
O halde Medinede insanların Cumua kılmaları cemaat oldukları için değil, ortamları musait olduğu içindir. Şâyet iddia edildiği gibi, gayr-i İslâmî sistemlerin otoritesi altında Cumua kılmak o sistemleri meşrû hale getirmek veya onunla entegre olmak veyahut da Tâğût'u velî edinmek anlamına gelseydi, Rasûlullah (s.a.v.)'in İslâm devletinin kurulduğu güne kadar Cumua kılınmasına müsaade etmemesi gerekirdi. Şâyet Rasûlullah bu ictihadında hata etmiş olsaydı, Allah Teâlâ'nın Rasûlunü uyarması, onun da müslümanları bundan vazgeçirmesi icab ederdi. Hâlbuki böyle bir şey olmamıştır.
O halde yeryüzünün her tarafında kâfirlerin hâkim olduğu bir ortamda Allah'ın Rasûlu Cumua kılarak ve kılınmasını emrederek tavır koyarken Cumua namazını terkederek tavır koymak bu insanların aklına nereden geliyor?
Eğer düzene tavır konulacaksa, bunun yolu Allah'ın farz kıldığı bir ibâdeti terketmek değil, en mühim kamuoyu oluşturma vâsıtası olan bu ibâdeti layık-ı veçhiyle (hangi mekânda daha uygunsa orada) yerine getirerek müslümanları bilinçlendirmek ve buyüzden gayr-i İslâmî güçlerden gelebilecek tehlikelere karşı da göğüs germektir. İslâm’ın farz kıldığı bir ibâdeti terketmek, diğer bir ifadeyle İslâm’ın kesesinden fedâkarlık yapmak tavır değil, tâviz vermektir. Bütün bunlar bir yana İslâm’da "siyâsî tavırla herhangi bir namazı terketmek" diye bir ibâdet şekli yoktur.
Hepsinden önemlisi -keskin sirke küpüne zarar misali- bu tür hareketler başkalarından daha ziyade müslümanları rahatsız etmekte ve geniş halk kitlelerinin kendilerini dışlamalarından başka bir sonuç vermemektedir. Nitekim bunların bu tavrı, başkalarından önce müslümanların büyük bir kesimin tepkisini toplamış ve hemen hemen büyük bir çoğunluk tarafından dışlanmış durumdadır. Daha önce bu anlayışta olan nice Müslüman, bu konuda hataya düştüklerini de kabul etmektedir. Ancak bazılarının nefis ve "ene"leri geri adım atmalarına engel oluyor.
Netice itibariyle hiç bir ibâdet bu arada da Cumua namazı ne siyâsî tavırla ne de başka bir maksatla terk edilemez. Dinde siyâsî tavırla ibâdetlerin terk edilmesi diye bir ibâdet mevcud değildir. Bu kapının aralanması dinin bütün emirlerinin ibtaline sebeb olacak çok tehlikeli bir davranış şeklidir. Bu düşünceyi destekler mâhiyette ne bir âyet, ne bir hadis, ne bir sahâbi sözü, ne bir icmâ, ne de bir kıyas bulmak mümkündür.
(Hanefi fakihlerinin dâru’l-harpte, istilâ edilen ülkede, İslâm devlet başkanı yokken Cumua kılmaları gerektiği hakkında, geniş bilgi ve kaynaklar için bak. Recep Çetintaş, Devlet, Siyaset, İbadet Üçgeninde Cumua Namazı, Usûl Yayınları, s. 350-364. Son birkaç sayfada küçük tasarruflarla alıntılar yaptığımız piyasada mevcudu kalmayan bu eserin yeni baskısının yapılmasının gerekli olduğu kanaatini taşıyor, (son bölümlerindeki bazı ifadelerine yüzde yüz katılmasak da) okuyuculara bu kitabı okumalarını ısrarla tavsiye ediyoruz)
Kur’ân-ı Kerim’de Cumua Namazı
“Ey iman edenler! Cumua günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı zikretmeye (Onu anmak için namaz kılmaya) gidin ve alış-verişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.
Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp oraya giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: ‘Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır/faydalıdır. Zira Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cumua 9- 11)
Hadis-i Şeriflerde Cumua Namazı ve Terkinin Günahı
"Bazı insanlar ya Cumua namazını terk etmekten vazgeçerler, yahud da Allah onların kalplerini mühürler de artık gâfillerden olurlar."
(Muslim, Cumua, 12, 40, hadis no: 865; Nesâî, Cumua 2; Ahmed bin Hanbel, 1/239, 254, 335, 2/84; Abdurrazzak, el-Musannef, 3/166; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 2/61; Beyhakî, Sunenu’l-Kubrâ, 3/171)
"Kim önemsemeyerek üç Cumua namazını (peş peşe) terk edecek olursa, Allah onun kalbini mühürler."
(Ebû Dâvud, Salât 204, 210, h. no: 1052; Tirmizî, Salât 359, h. no: 500, Cumua 7; Nesâî, Cumua 2, h. no: 3, 88; İbn Mâce, İkamet 93; Dârimî, Salât 205; İmam Mâlik, Muvatta, 1/111; Beyhakî, Sunenu’l-Kubrâ, 3/172; Taberâni, Cumua 20; Ahmed bin Hanbel, 58)
“Kim Cumua ezanını işitir de icâbet etmezse, artık onun hiç bir namazı yoktur. Ancak bir mâzeretten dolayı olursa bu müstesna.” (Abdurrazzak, el-Musannef, 3/165; Beyhakî, Sunen, 3/185 )
"İçimden öyle geliyor ki bir adama emredeyim de insanlara namaz kıldırsın. Sonra da gidip Cumua namazına gelmeyen kimselerin evlerini üzerlerine yak4ereyim.” ( Muslim, Mesâcid 251, 254; Ahmed bin Hanbel, 2/531, 539; Abdurrazzak b. Hemmam, el-Musannef, 3/166; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 2/62; Hâkim Ebû Abdillah, el-Mustedrek, 1/430; Beyhakî, Sunen'ul-Kubra, 3/172 )
İbn Abbas (r.anhuma)'dan rivâyete göre şöyle demiştir:
"Her kim peş peşe dört Cumua namazını terk ederse İslâm’ı arkasına atmış olur." (Abdurrazzak, el-Musannef, 3/165-166 )
Rasûlullah (s.a.v.)'den rivâyete göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
"Her kim özürsüz olarak üç Cumua namazını terkederse, artık o kimse munâfıktır." (Mevârid'iz-Zeman ilâ Zevâid-i İbn Hibban, s. 146)
"Allah'a ve âhirat gününe inananlara Cumua namazı farzdır. Ancak yolcu, köle, çocuk, kadın ve hastalar bundan mustesnadır." (Ebû Dâvud, Salât 215, h. no: 1067, h. no: 1067; Dârakutnî, II, 3; Bağavî, Şerhu's-Sünne, I, 225)
“Her kim Allah'a ve âhirat gününe iman ediyorsa Cumua gününde Cumua namazı kendisine farzdır. Ancak kadın, yolcu, çocuk yahud köle bundan müstesnadır. Ve her kim bir oyun yahud bir ticâret sebebiyle ondan yüz çevirirse, Allah da ondan yüz çevirir. Allah ganîdir, hamîddir.” ( Beyhakî, Sunen'ul-Kubra, 3/184)
"Cumua namazını özürsüz olarak kim terkedecek olursa bir dinâr para tasadduk etsin, (bu kadar) bulamazsa, yarım dinâr tasadduk etsin." (Ebû Dâvud, Salât 211, h. no: 1053-1054); Nesâî, Keffâret 3, h. no: 3, 89; İbn Mâce, İkamet 93, h. no: 1128)
"Ezanı her işitene Cumua farzdır." (Ebû Dâvud, Salât 212, h. no: 1056)
"Her ihtilâm olan erkeğe Cumuaya gitmek vâcibdir. Cumuaya her gidene de gusül vâcibtir." (Ebû Dâvud, Tahâret 129, h. no: 342; Nesâî, Cum’a 2, h. no: 3, 89)
"Cumua, geceleyin ailesine dönebilen herkese farzdır." (Kelimeye bağlı tercümesi: "Gece, kimi âilesine sığındırırsa Cumua ona farzdır") (Tirmizî, Salât 360, h. no: 502)
"Cumua günü olunca şeytan çarşı ve pazara erkenden bayraklarıyla gider, insanlara binbir engel çıkararak mâni olmaya, onları Cumuadan (hiç olsun) geciktirmeye çalışır. Melekler de erkenden gidip mescidin kapılarına dururlar. Gelenleri birinci saatte gelenler, ikinci saatte gelenler diye yazarlar. Bu hâl İmam (hutbeye) çıkıncaya kadar devam eder. Kişi mescidde, İmamı görüp, dinleyebileceği bir yere oturup, can kulağıyla dinledi ve konuşmadı mı, kendisine iki kat sevab vardır. Kişi uzakta kalır ve İmamı dinleyemeyeceği bir yere oturur, sessiz durur ve konuşmazsa bir hisse sevab alır. Eğer, İmamı görüp dinleyebileceği bir yere oturur fakat boş konuşma yapar, sessiz kalmazsa, ona iki hisse vebal yazılır. Eğer, dileme ve görme imkânı olmayan bir yere oturur ve boş konuşur ve sessiz kalmazsa, ona bir hisse vebal vardır. Kimde yanındaki arkadaşına Cumua günü ‘sus!’ derse ‘boş konuşmuş’ olur. Kim de boş konuşur ise, o Cumuadaki sevabdan nasibsiz kalır." (Ebû Dâvud, Salât 209, h. no: 1051)
"Ey insanlar, ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz. (Başka işlerle) meşgul olmadan önce de sâlih ameller işlemeye çalışınız. Allah'ı çokça zikretmek ve gizli ve açık olarak çokça sadaka vermek sûretiyle sizin ile Rabbiniz arasındaki bağı güçlendiriniz. (Böyle yaparsanız) hem rızıklanırsınız. hem de (Allah tarafından) hatırınız hoş tutulur. Şunu biliniz ki: Yüce Allah şu bulunduğum makamda, şu günümde, şu ayımda ve şu yılımda sizlere Cumua'yı farz kılmış bulunuyor. Ve bu kıyâmete kadar böylece devam edecek. Benim hayatımda, ya da benden sonra adâletli yahud da zâlim bir İmamı bulunduğu halde, onu hafife alarak yahud da inkâr ederek kim terk ederse; Allah, onun iki yakasını bir araya getirmesin, hiç bir işini mübarek kılmasın. Haberiniz olsun, böyle bir kimsenin ne namazı vardır ne zekâtı, ne haccı, ne orucu ve ne de iyiliği Tâ ki tevbe edinceye kadar. Artık kim tevbe ederse, Allah, onun tevbesini kabul etsin. Şunu da biliniz ki: Hiç bir kadın bir erkeğe İmam olmasın. (Okuması düzgün olmayan bir bedevî) Arab, bir muhacirin önüne geçip İmam olmasın. Fâcir bir kimse de, kılıcından ya da copundan korktuğu bir zorbanın kendisini zorlaması hali dışında da mûmin bir kimseye İmam olmasın."
(İbn Mâce, Sunen, İstanbul 1401, I, 343, Hadis no: 1081; İbn Mâce hadisin isnâdının zayıf olduğunu belirtir. Çok sayıda hadis âlimleri de bu hadisi zayıf kabul ederler. Hanefî fıkhına göre Cumuanın şartı sayılan devlet başkanının kıldırması konusunda tek delil bu zayıf hadistir. Kaldı ki, bu hadisten Cumuanın devlet başkanı yokken kılınmaması gerektiğini çıkarmak çok zordur)
"Bizler, bizden önce kitab verilenlere göre en sonuncusuyuz. Kıyâmette ise en öne geçeceğiz. Onlar, Allah'ın kendilerine farz kıldığı bu Cumua gününde ihtilâfa düştüler. Allah onu bize gösterdi. Diğer insanlar bu konuda bize uyuyorlar. Ertesi gün Yahûdilerin, daha ertesi gün ise hristiyanlarındır." (Buhârî, Cumua, 1; Muslim, Cumua hadis no: 856. Muslim'in lafzı az farklıdı)
"Rasûlullah (s.a.v.)'a Cumua gününe niçin bu adın verildiği sorulduğu zaman şöyle cevab vermiştir:
"Babanız Âdem'in yaratılışı o günde oldu. Kıyâmet o günde kopacak, yeniden dirilme ve insanların hesab için yakalanması o günde olacaktır. Cumua gününün üç saatinin sonunda öyle bir an vardır ki, o anda duâ edenin duâsı kabul olunur." (Ahmed bin Hanbel, 2/311)
"Güneşin doğduğu en hayırlı gün Cumuadır; Âdem o gün yaratılmış, o gün Cennete girmiş ve o gün Cennetten çıkarılmıştır; kıyâmet de Cumua günü kopacaktır." (Muslim Cumua 5, 18)
"Âdem (a.s.)'in yaratılışı işte o gün oldu, yani vücudunun bütün parçaları o gün bir araya getirildi. O gün tevbesi kabul olundu ve o gün vefat etti. Kıyâmet de o gün kopacaktır. İns ve Cin'den başka hiçbir mahluk yoktur ki, Cumua günü tan yeri ağardıktan gün doğuncaya kadar -kıyâmet belki bu gün kopar korkusu ile- kulak kabartmasın. Bir de o günün içinde öyle bir saat vardır ki, hiçbir müslüman kul tesadüfen o esnada namaz kılıp Allah'tan bir hâcetini dilemez ki, onu Allah O'na vermesin."
(Muslim, Cumua 5. Hadisin baş tarafındaki ifade Muslim’de, diğer bölümü farklı hadis kitaplarında rivayet edilmiştir)
"Bir kimse Cumua günü gusleder, elinden geldiği kadar temizlenir, yağ veya koku sürünür, sonra mescide gider bulduğu yere oturur ve namazını kılar, hutbeyi dinlerse; geçen Cumua'dan o Cumua ya kadar işlemiş olduğu günahları afv olunur." (Buhari, Cumua 6)
"Kim Cumua günü cenabet guslü ile gusul yapar, sonra Cumuaya giderse sanki bir deve kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim ikinci saatte giderse bir sığır kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim üçüncü saat giderse boynuzlu bir davar kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim dördüncü saat giderse bir tavuk kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim beşinci saatte giderse bir yumurta tasadduk etmiş gibi (sevaba nâil) olur. İmam (hutbeye) çıkınca melekler hazır olur, zikri dinlerler." (Buhârî Cumua 4, 19; Muslim, Cumua 10, h. no: 850; Muvatta, Cumua 1, h. no: 1, 101; Ebû Dâvud, Tahâret 129, h. no: 351; Tirmizî, Salât 358, h. no: 499; Nesâî, Cum’a 14, h. no: 3, 99; İbn Mâce, İkamet 82, h. no: 1092 )
"Cumua günü olunca, mescidin her bir kapısında melekler vardır. İlk gelenleri sırayla yazarlar. İmam (minbere) oturunca defterleri kapatıp, zikri dinlenmeye giderler." ( Muslim, Cumua 24, h. no: 850)
"Kim (Cumua günü) yıkar ve yıkanırsa, kim erkenden (mescide) gider ve hutbenin başına yetişirse, yürür ve binmezse, İmama yakın durur, dinler, mâlâyâni söz etmezse ona her bir adım için bir yıllık amelin oruçları ve namazlarıyla sevabı yazılır." (Ebû Dâvud, Tahâret 129, h. no: 345, 346; Tirmizî, Salât 356, h. no: 496; Nesâî, Cumua 12, h. no: 3, 97; İbn Mâce, İkamet 80, h. no: 1027; Buhârî, Cumua 6)
"Cumua namazına üç (grup) insan katılır:
1) Kişi var, namaza katılır, boş konuşma yapar. Bunun namazdan hissesi, o konuşmasıdır.
2) Kişi var namaza gelir duâ eder. Bu kimse Allah'a duâda bulunmuştur, Allah dilerse onun istediğini hemen verir, dilerse vermez.
3) Kişi vardır, namaza gelir sadece dinler ve sükut eder, mûminlerin arasından yararak geçmez, kimseye eza vermez. Onun bu namazı, daha önce geçen Cumuaya ve fazladan da üç güne kadar (günahlarına) keffârettir. Bu hal Cenâb-ı Hakk'ın şu sözüne binaendir: "Kim bir hayır yaparsa bu kendisinden on misliyle kabul edilir." (Ebû Dâvud, Salât 235, h. no: 1113) (6/En'âm, 160 )
İbn Abbâs (r.anhuma) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v.)'ın mescidinde kılınan Cumuadan sonra ilk kılınan Cumua namazı, Bahreyn köylerinden olan Cuvâsâ'daki Abdu'l-Kays mescidinde kılınan namazdı." (Buhârî, Cumua 11; Ebû Dâvud, Salât 216, h. no: 1068)
Özetleyecek olursak;
Kur'an ve sünnet nasları ile selef ve halef âlimlerinin uygulamaları ve müctehid imamların görüşleri, dinî hükümlerin asla vazgeçilemeyen yegâne kaynağının, Kur'an ve sünnet nasları olduğunu, hiçbir kimsenin görüşünden dolayı Kur’an ve Sünnetin emir ya da nehiylerinin terk edilemeyeceğini, ulemânın görüşlerine ise, ancak Kur’an ve sahih sünnete dayandığı zaman tâbî olunabileceğini tevîle mahal bırakmayacak biçimde isbât etmektedir. Bütün bu açıklama ve belgelerden sonra bir kimsenin sünnet olduğu isbat edilen bir hükmü terk edip ona muhâlif olan bir görüşle amel etmesi ya da, ulemânın sahih delillere dayanmayan görüşlerinden dolayı Kur'an ve sünnetin kat'î bir emrini terk etmesi hâlinde Allah'a karşı hiç bir mâzereti olamaz.
"Artık, Peygamberin emrinden uzaklaşıp gidenler, kendilerini bir fitnenin çarpmasından yahut onlara pek acıklı bir azabın gelip çatmasından sakınsınlar." (Nur 63)
Kur’an’ın her tavsiyesi gibi, şu tavsiyesi de çok önemlidir: "Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir âzab vardır." (Âl-i İmran 105)
Peygamberimiz’in de Cumua konusundaki birçok uyarısı gibi, şu uyarısı da dikkate alınmalıdır:
"Bazı insanlar ya Cumua namazını terk etmekten vazgeçerler, yahud da Allah onların kalplerini mühürler de artık gâfillerden olurlar." (Muslim, Cumua, 12, hadis no: 865)
Cumua namazını boykot etme ve kılmamak için dinî gerekçeler (bahâneler) aramak yerine; bu Kur'ânî emrin, en güzel şekilde nasıl kılınması gerektiğinin ve bugünkü toplumda tüm müslümanlar için kâmil mânâda Cumua namazını edâ etmenin yolları aranmalıdır. Ama, kâmil ve ideal anlamda ortam mevcut değilse bile, en ehven ortamı tercih ederek namaz mutlaka kılınmalıdır.
İdeal olanı, Müslümanların bir araya gelip aralarından birini Cumua imamı seçmesi ve onun arkasında Cumua namazını edâ etmesidir.
Bu namaz ideal anlamda câmilerde kılınır; ama günümüz şartlarında câmilerin devlet dairesi olduğunu ve devlet memuru haline gelen imamların akîdelerinin arkalarında namaz kılınamayacak derecede bozuk olduğunu kabul edenlerin yapmaları gereken şey şudur:
Uygun bir câmi bulunamıyorsa, bazı dernek ve vakıfların günümüzde câminin fonksiyonlarını resmî câmilerden daha fazla yerine getirdiğini değerlendirerek, câmilerden daha özgür bu alanlarda Cumua namazını kılmalıdırlar. Hatta buna da imkân bulamayanlar, uygun bir işyeri veya benzeri başka mekânlarda bu farîzayı edâ etmelidirler.
Radikal (denilen muvahhid ve mucâhid) gençlerin en ideal Cumua alanları ise meydanlar, parklar, kamunun dikkatini çekecek açık alanlardır. Gençler oralarda Cumua namazını kılarak cihad edebilirler.
Halk, gazeteciler ve polisler sorsun “niye buralarda namaz kılıyorsunuz?” diye.
Onlar da güzel bir üslûpla cevap versin ve bazı konuları kamuya yansıtabilsin. Gerekirse “parkta Cumua namazı kıldılar” diye, bu suçlarından(!) dolayı bazı Müslümanları tutuklasınlar.
Televizyonlar göstersin, gazeteler yazsın; “Cumua namazından dolayı tutuklandılar!” diye. Bu durum, bir yönüyle Müslümanlar için şereftir; Allah’a ibâdet ediyor, namaz kılıyor diye başlarına sıkıntılar gelmiş, tutuklanmışlar; diğer yönüyle tebliğdir, bazı konuların kamuya ulaşmasına vesiledir.
Düzenin Cumua ve ibâdet düşmanlığının açığa çıkmasına sebeb olacak, ılımlı Müslümanlığın gerçek Müslümanlığa nasıl tavır aldığını halkın da görmesi sağlanacaktır.
Unutmayalım; Cumua namazı Allah ve Rasûlu tarafından kayıtsız şartsız farz kılınan bir ibâdettir. Kur’an ve Sünnetin hükmüne göre yine kayıtsız şartsız (bu iki kaynağın uygun gördüğü) her türlü ortamda kılınabilir, kılınmalıdır.
Cabir bin Abdullah (r.anh)'den rivayete göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiştir:
"Ey insanlar biliniz ki şu yerimde, şu ayımda, şu günümde, ve bu yıldan itibaren, kıyamete dek, Allah Cumua'yı üzerinize farz kılmıştır. Artık kim onu benim zamanımda yada benden sonra adil ya da zalim bir imamı varken, hafife alarak ya da inkar ederek terk ederse, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin, işinde bereket kılmasın. Dikkat edin, Onun ne namazı vardır, ne haccı, ne orucu, ne bir iyiliği vardır. Tevbe etmedikçe bunlardan hiç biri kabul edilmez."
(Sunen-i İbn Mace, C. 1, Cumua namazı, bab 78, Hadis No : 1081, S. 337, Konya Yayıncılık ; Sunen-i İbn-i Mace - İst: 1401 Çağrı Yay. C: 1, Sh: 343 Had. No: 1081. Ayrıca Abdi'l Latifi'z Zebidi - Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih tercemesi ve şerhi - Ank: ty (4 bsm) Diyanet Yay. C: 3, Sh: 47 vd.)
İlgili Konu :
CAMİ İMAMLARININ ARKASINDA NAMAZ KILMAK (Kılabilmek)
Hanefîler'in Bu Hususla ilgili Görüşleri:
Diğer mezheb imamlarının bu konuda herhangi bir sorunları bulunmamaktadır. Hanefîler'e gelince, bütün Hanefî âlimleri İslâm devletinin fiilen mevcut olması kaydıyla İmam Ebû Hanîfe tarafından ileri sürülen devlet başkanı şartını kabul etmelerine rağmen, İslâm devletinin fiilen ortadan kalktığı ve "Dâru'l-Harb Fıkhı"nın gündeme girdiği fitne zamanlarında Cumua namazının mûteber olabilmesi için devlet başkanı şartını aramayarak sair mezheb imamlarıyla aynı çizgide birleşmişlerdir.
Nitekim bizzat İmam Ebû Hanîfe'nin mektebinde yetişen ve bu mezhebe ait görüşlerin birçoğunda imzası bulunan Hanefî müctehidlerden İmam Muhammed, Cumuanın şartlarını sayarken bu hususta son derece temkinli davranarak şöyle demektedir:
"Cumua namazının şartları; cemaat, hutbe ve vakittir. İkincisi ise, vâli ve şehir olup bunlar ihtilâflıdır. (Muhammed İbn Hasan eş-Şeybânî, Câmiu's-Sağîr, s. 111)
Hanefî ulemâsından Kâsânî ise, "el-Bedâî" adlı meşhur eserinde bu şartın sadece İslâm devletinde devlet başkanı ve nâibinin hazır bulunması haliyle sınırlı olup İslâm devlet başkanı, ve nâibinin bulunmadığı fitne dönemlerinde bu şarta riâyet edilmeksizin Cumua namazının kılınacağını hiç bir te'vile imkân vermeyecek bir dille ifade ederek şöyle der:
"Devlet başkanı veya nâibinin kıldırması şartı, devlet başkanı veya nâibi mevcut olduğu zamandır. Ama fitne veya ölüm sebebiyle devlet başkanı olmadığı ve Cumua namazının vakti girinceye kadar henüz başka bir devlet başkanı da hazır bulunmadığı zaman; Kerhî: ‘İnsanların kendilerine Cumua namazını kıldırması için bir kişinin arkasında toplanıp Cumua namazını kılmalarında herhangi bir beis yoktur’ demiştir. Nitekim "El-Uyûn"da İmam Muhammed'den de bu şekilde söylediği rivâyet edilmiştir. Zira Hz. Osman (r.a.)'dan rivâyet edildiğine göre kendisi muhâsara edildiği zaman insanlar Hz. Ali'yi öne geçirmişler, o da onlara Cumua namazını kıldırmıştır. (Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyî fî Tertîbi'ş-Şerâyî, 1/261 )
Kâsânî'nin "Devlet başkanı veya nâibinin kıldırması şartı (İslâm devleti ve halife) devlet başkanı veya nâibi mevcut olduğu zamandır." ifâdesi istilâ, anarşî ve benzeri sebeplerle İslâmî otoritenin fiilen ortadan kaldırılması ve ülkenin dâru'l-harbe dönüşmesi hâlinde devlet başkanı şartının aranmayacağı konusunda son derece net bir ifadedir. Bu da gösteriyor ki Hanefîler bu şartı sadace İslâm devletinin mevcud olması haline bağlı olarak ortaya atmışlardır.
Bütün Hanefî ulemâsı aslında mezhepblerinin bu husustaki kanaatlerini savunmakla beraber, müslümanların halîfeli toplumdan mahrum edildikleri fitne zamanında ve kâfirlerin istîlâsı altındaki "Dâru'l-Harp'dte bu şarta bakılmaksızın Cumua namazının mutlak sûrette kılınacağını belirterek, sonuçta Cumua namazında devleti ve devlet başkanını şart saymayan cumhur-ı ulemâ ile aynı noktada birleşmektedirler. İslâm devletinin dışında ve Dâru’l-harbde Cumua kılınmaz diyen bir tek Hanefî âlimine rastlamak mümkün değildir. Bu da Hanefî mezhebinin bu şartı ileri sürerken günümüzde bazı marjinal grupların anladığı ya da anlamak istedikleri şekilde Cumua namazının bir devlet namazı veya bazılarının uyduruk tabiriyle "kendisinde devletin temsil edildiği resmî bir toplantı namazı(!)" olarak görmediklerini isbâta kâfidir.
Tahânevî'nin de ifade ettiği gibi, "Aslolan aksine bir delil bulununcaya kadar öğle ile Cumua'nın musâvî oluşudur. Çünkü Cumua namazı öğle namazından bedeldir. Bu, üzerinde ittifak olunan bir şeydir." (Tahânevî, İ'lâu's-Sunen, 7/8)
Müslümanlara yakışan, zayıf delillere dayanan bir kısım görüşlere taassup derecesinde sarılmak yerine, daha kuvvetli delillere dayanan cumhûr-ı ulemânın görüşlerine uymak ve Cumua namazı gibi son derece mühim bir ibâdeti terk etmemektir.
Hanefîlerin de itiraf ettikleri gibi, Allah Teâlâ bu namazı kayıt ve şarta bağlamaksızın mutlak olarak emretmiştir. Öyleyse aslına uygun olarak kayıt ve şarta bağlanmaksızın mutlak olarak edâ edilmesi gerekir. Kaldı ki Hanefî ulemâsına göre devlet başkanı meselesi, Cumua namazının "olmazsa olmaz"ı gibi gözükmüyor. Belki Cumua namazını kıldırmak herkesten önce devlet başkanına ait bir vazife sayılıyor, ki doğru olanı da budur. Zira İslâm’da, sadece Cumua namazları değil bütün namazları kıldırmak öncelikle devlet başkanına ve sırasıyla diğer idarecilere ait bir vazifedir.
Peygamberimiz’in buyurduğu gibi, (İmam Nevevî, Şerhu Sahîh-î Muslim, 12/486; Ebû Dâvud, Sunen, 1/159; İbn Hibban, Sahib-u İbn Hibban, I. Baskı, 1971, Medine, Mektebetu’s-s Selefîyye neşri, 3/447; Humeydi, Musnedu’l-Humeydi, 1/217) sadece Cumua namazı değil, bütün namazları kıldırmak devlet başkanının bir vazifesi, hatta müslümanların lideri olma vasfının bir şartı sayılmaktadır. Ama bu, devlet başkanı yoksa beş vakit namazın kılınamayacağı anlamına gelmez. Bunun anlamı, devlet başkanı İslâm’ın kendisine yüklediği diğer vazifelerle birlikte nihâyet bu vazifeyi de yapmadığı zaman müslümanların lideri olma vasfını kaybeder, demektir. Yoksa bu vazife, onu yerine getiren olmadığı için vazîfe olmaktan çıkar, demek değildir. Şu halde tıpkı beş vakit namazı kıldırmak devlet başkanını müslümanların meşrû lideri yapacak önemli bir sıfat olduğu gibi, Cumua namazını kıldırmak da devlet başkanını müslümanların meşrû lideri yapacak önemli bir vazifedir. Ama bu vazîfeyi devlet başkanı yapmadığında beş vakit namazın farziyyeti ortadan kalkmadığı gibi Cumua namazının farziyyeti de ortadan kalkmaz. Çünkü bir vazîfe, o vazifeyi yerine getiren olmadığı için vazîfe olmaktan çıkmaz. Sadece vazîfeyi yapmakla sorumlu olanların nâkısasını ortaya koyar.
Biz, bütün ulemânın izini takip ederek Allah'ın mutlak olarak farz kıldığı bir ibâdetin hiç bir kimsenin görüşünden veya herhangi bir topluluğun davranışından dolayı terk edilemeyeceği noktasında herhangi bir tereddüt taşımıyoruz. Biz biliyor ve inanıyoruz ki bütün namazları kıldırmak devlet başkanının bir vazifesi hem de imâmetinin meşrûluğunun sebeblerinden biridir. Fakat devlet başkanının bu namazları kıldırmak vazifesiyle yükümlü olması, bu namazların farziyyetinin ve meşrûluğunun bir sebebi değildir. Bu, bütün mezheb imamlarına göre hatta Hanefî ulemâsına göre de böyledir. Yukarıda naklettiğimiz Hanefî imamlarının görüşleri bunun isbâtıdır. Şâyet Hanefî mezhebine göre devlet başkanı bu namazın meşrûiyyetinin bir sebebi ve "olmazsa olmaz"ı sayılmış olsaydı, bu âlimler "Dâru'l-Harb" olsun "Dâru'l-İslâm" olsun her halükarda Cumua namazının kılınacağı fikrini savunarak "kâfirlerin istîlâ ettiği beldelerde bile sahih olmasına rağmen, fitne zamanlarında kılınan Cumua namazı geçerli değildir" diyenlerin câhilliği ortaya çıkmıştır (İbn Âbidin, Hâşiyetü Reddi'l-Muhtâr Ale'd-Durri'l-Muhtâr Şerhu Tenvîr 'il-Ebsâr, 2/l) derler miydi?!
Gayr-i İslâmî bir yönetimi protesto etmek ya da halkın dikkatini belli bir noktaya çekebilmek için siyâsî tavırla Cumua namazını terk etmek gibi bir yaklaşım, hiçbir ibâdet için hiçbir âlimin öngörmediği her yönüyle yanlış bir değerlendirmedir. İslâm dininde herhangi bir ibâdeti meşrû kılmak ya da Allah tarafından meşrû kılınan herhangi bir ibâdeti iptal etmek sadece Allah'ın tekelindedir. Peygamber dahi olsa hiçbir kimsenin, bu noktada tercih hakkı yoktur. Her ne kadar Allah, Peygamberini dinde "helâl ve haram" kılma yetkisiyle donatıp onu ümmetin şârî'i kabul etmiş olsa bile bu, onun Allah'ın emir ve nehiylerine aykırı olmaksızın hüküm koyabileceği anlamındadır. Değilse Peygamber'in hiçbir şekilde Allah'ın irâdesine aykırı hareket etmesi, yani Allah’ın emrettiği bir şeyi ibtal, haram kıldığı bir şeyi de helâl kılması söz konusu olamaz. Zira Peygamber (s.a.v.)'in yetki ve nüfuz alanı Allah'ın rıdâsıyla sınırlıdır.
Muctehid bile olsa, hiçbir kimsenin, şâri’nin açıkça beyan etmediği bir şeyi illet sayıp onun meşrû kıldığı herhangi bir ameli ictihadı sâyesinde iptal etme yetkisi yoktur. Müctehidlerin yetkileri naslara işlerlik kazandırmaktan ibarettir.Onlar ictihadları ile herhangi bir nassın hükmünü iptal edemeyecekleri gibi, nas vârid olan yerde ictihad dahi yapamazlar.
Nitekim “Mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur” Nas mevcut olan yerde ictihada müsaade yoktur (Mecelle, Md. No: 14; Ali Ahmed en-Nedvî, el-Kavaidu'1-Fıkhiyye, s. 148) kaidesi bütün ulemânın ittifafakla kabul ettiği küllî bir kaidedir. O halde Allah ve Rasûlu'nün sarih ve muhkem naslarla farz kıldığı Cumua namazı gibi bir ibâdeti aynı derecede sarih ve muhkem bir delil olmadan ibtal etmek veya siyâsî tavır yaftasıyla insanlara onu terkettirmek nasıl câiz olabilir?
Hedefi ve gayesi ne olursa olsun bu, Allah ve Rasûlune apaçık muhâlefet etmektir. Bu ise sapıklıktan başka bir şey değildir. Nitekim Allah Teâlâ bu hususa işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “
Allah ve Rasûlu bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadına , o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)
Hükümlerin illetlerinin ve hedeflerinin ne olduğunu kesin olarak ancak Allah ve Rasûlü bilir. Bizim akıl ve re'yimizle naslar ve şer'î hükümler hakkında vereceğimiz hükümler, ancak zandan ibaret kalır. Zan ise, haktan bir şey ifade etmez. (Yunus 36)
O halde elinde kesin bir delili bulunmadığı halde bir müslümanı nasıl olur da Kur'an'ın "zikir" tâbir ettiği bir ibâdetten bahisle "bana göre bu, siyâsî bir ibâdettir" diyebilir ve insanları siyâsî tavırla Cumua namazını terketmeye çağırabilir? Müslüman her türlü hareket felsefesini Kur'an ve sünnetten almak zorundadır. Kur'an ve sünnette ise, şu veya bu ibâdetin bu arada da Cumua namazının siyâsî tavırla îfâ edilip aynı şekilde siyâsî tavırla terk edilebileceğine dair sarih veya dolaylı olarak herhangi bir ifade mevcud değildir. Kezâ bugüne kadar “Cumua namazının siyâsî bir ibâdet olduğunu ve siyâsî tavırla terk edilebileceğini” söyleyen hiçbir muctehide, hiçbir âlime rastlanmamıştır. Bu konuda en katı kurallar getiren Hanefîler bile Cumua namazının siyâsî bir ibâdet olduğunu dolayısıyla da gayr-i İslâmî otoriteler altında kılınamayacağını söylememişlerdir. Aksine onlar kâfirler tarafından istilâ edilen beldelerde dahi kayıtsız şartsız Cumua kılınacağını ifade etmişlerdir.
Hicret yolculuğu esnâsında başını getirene yüz devenin vaadedildiği ve Allah’ın himâyesi dışında henüz hayatından bile emin olmadığı bir ortamda Ranuna vadisinde Sâlim b. Avfoğulları mahallesinde Rasûlullah (s.a.v.) Cumua namazı kıldırmıştır. O esnâda ortada hangi İslâm devletinin ve otoritesinin varlığından söz edilebilir? Kezâ hicretten önce henüz bir dâru’l-harb olan Medine'de Müslümanlar Rasûlullah (s.a.v.)'in emir ve musaadeleriyle Cumua namazı kılıyordu. Hiçbir kimse Medine'de o dönemde İslâmî bir otoriteden, hatta ıstılahî mânâda bir cemaatin varlığından bile söz edemez. Zira hicretten önce Medine'de dinî-siyasî anlamda kimsenin liderliği söz konusu değildi. Akabe bey'atından sonra nakib/temsilci seçilen insanların liderliği tamamen kabile bağlarına ve etnik yapıya dayalı bir liderlikti. Bu sebeble o gün Medine'de bir değil, birden fazla lider bulunuyor ve her biri sadece kendi kabilelerinin temsilcisi sayılıyordu. Musab b. Umeyr ise, onların lideri değil, sadece namazlarda imam olan ve Kur'an öğreten bir muallim konumundaydı. Sonra Medinedeki bu insanlar dinî-siyasî mânâda bir cemaat oldukları için kılmış olsalardı Mekkede Rasûlullah (s.a.v.)’in kılması daha evlâ olurdu. Zira Cemaatin asıl lideri kendisiydi. Hâlbuki kılmamıştır. Neden? Çünkü kılma imkânı yoktu da ondan.
O halde Medinede insanların Cumua kılmaları cemaat oldukları için değil, ortamları musait olduğu içindir. Şâyet iddia edildiği gibi, gayr-i İslâmî sistemlerin otoritesi altında Cumua kılmak o sistemleri meşrû hale getirmek veya onunla entegre olmak veyahut da Tâğût'u velî edinmek anlamına gelseydi, Rasûlullah (s.a.v.)'in İslâm devletinin kurulduğu güne kadar Cumua kılınmasına müsaade etmemesi gerekirdi. Şâyet Rasûlullah bu ictihadında hata etmiş olsaydı, Allah Teâlâ'nın Rasûlunü uyarması, onun da müslümanları bundan vazgeçirmesi icab ederdi. Hâlbuki böyle bir şey olmamıştır.
O halde yeryüzünün her tarafında kâfirlerin hâkim olduğu bir ortamda Allah'ın Rasûlu Cumua kılarak ve kılınmasını emrederek tavır koyarken Cumua namazını terkederek tavır koymak bu insanların aklına nereden geliyor?
Eğer düzene tavır konulacaksa, bunun yolu Allah'ın farz kıldığı bir ibâdeti terketmek değil, en mühim kamuoyu oluşturma vâsıtası olan bu ibâdeti layık-ı veçhiyle (hangi mekânda daha uygunsa orada) yerine getirerek müslümanları bilinçlendirmek ve buyüzden gayr-i İslâmî güçlerden gelebilecek tehlikelere karşı da göğüs germektir. İslâm’ın farz kıldığı bir ibâdeti terketmek, diğer bir ifadeyle İslâm’ın kesesinden fedâkarlık yapmak tavır değil, tâviz vermektir. Bütün bunlar bir yana İslâm’da "siyâsî tavırla herhangi bir namazı terketmek" diye bir ibâdet şekli yoktur.
Hepsinden önemlisi -keskin sirke küpüne zarar misali- bu tür hareketler başkalarından daha ziyade müslümanları rahatsız etmekte ve geniş halk kitlelerinin kendilerini dışlamalarından başka bir sonuç vermemektedir. Nitekim bunların bu tavrı, başkalarından önce müslümanların büyük bir kesimin tepkisini toplamış ve hemen hemen büyük bir çoğunluk tarafından dışlanmış durumdadır. Daha önce bu anlayışta olan nice Müslüman, bu konuda hataya düştüklerini de kabul etmektedir. Ancak bazılarının nefis ve "ene"leri geri adım atmalarına engel oluyor.
Netice itibariyle hiç bir ibâdet bu arada da Cumua namazı ne siyâsî tavırla ne de başka bir maksatla terk edilemez. Dinde siyâsî tavırla ibâdetlerin terk edilmesi diye bir ibâdet mevcud değildir. Bu kapının aralanması dinin bütün emirlerinin ibtaline sebeb olacak çok tehlikeli bir davranış şeklidir. Bu düşünceyi destekler mâhiyette ne bir âyet, ne bir hadis, ne bir sahâbi sözü, ne bir icmâ, ne de bir kıyas bulmak mümkündür.
(Hanefi fakihlerinin dâru’l-harpte, istilâ edilen ülkede, İslâm devlet başkanı yokken Cumua kılmaları gerektiği hakkında, geniş bilgi ve kaynaklar için bak. Recep Çetintaş, Devlet, Siyaset, İbadet Üçgeninde Cumua Namazı, Usûl Yayınları, s. 350-364. Son birkaç sayfada küçük tasarruflarla alıntılar yaptığımız piyasada mevcudu kalmayan bu eserin yeni baskısının yapılmasının gerekli olduğu kanaatini taşıyor, (son bölümlerindeki bazı ifadelerine yüzde yüz katılmasak da) okuyuculara bu kitabı okumalarını ısrarla tavsiye ediyoruz)
Kur’ân-ı Kerim’de Cumua Namazı
“Ey iman edenler! Cumua günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı zikretmeye (Onu anmak için namaz kılmaya) gidin ve alış-verişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.
Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp oraya giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: ‘Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır/faydalıdır. Zira Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cumua 9- 11)
Hadis-i Şeriflerde Cumua Namazı ve Terkinin Günahı
"Bazı insanlar ya Cumua namazını terk etmekten vazgeçerler, yahud da Allah onların kalplerini mühürler de artık gâfillerden olurlar."
(Muslim, Cumua, 12, 40, hadis no: 865; Nesâî, Cumua 2; Ahmed bin Hanbel, 1/239, 254, 335, 2/84; Abdurrazzak, el-Musannef, 3/166; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 2/61; Beyhakî, Sunenu’l-Kubrâ, 3/171)
"Kim önemsemeyerek üç Cumua namazını (peş peşe) terk edecek olursa, Allah onun kalbini mühürler."
(Ebû Dâvud, Salât 204, 210, h. no: 1052; Tirmizî, Salât 359, h. no: 500, Cumua 7; Nesâî, Cumua 2, h. no: 3, 88; İbn Mâce, İkamet 93; Dârimî, Salât 205; İmam Mâlik, Muvatta, 1/111; Beyhakî, Sunenu’l-Kubrâ, 3/172; Taberâni, Cumua 20; Ahmed bin Hanbel, 58)
“Kim Cumua ezanını işitir de icâbet etmezse, artık onun hiç bir namazı yoktur. Ancak bir mâzeretten dolayı olursa bu müstesna.” (Abdurrazzak, el-Musannef, 3/165; Beyhakî, Sunen, 3/185 )
"İçimden öyle geliyor ki bir adama emredeyim de insanlara namaz kıldırsın. Sonra da gidip Cumua namazına gelmeyen kimselerin evlerini üzerlerine yak4ereyim.” ( Muslim, Mesâcid 251, 254; Ahmed bin Hanbel, 2/531, 539; Abdurrazzak b. Hemmam, el-Musannef, 3/166; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 2/62; Hâkim Ebû Abdillah, el-Mustedrek, 1/430; Beyhakî, Sunen'ul-Kubra, 3/172 )
İbn Abbas (r.anhuma)'dan rivâyete göre şöyle demiştir:
"Her kim peş peşe dört Cumua namazını terk ederse İslâm’ı arkasına atmış olur." (Abdurrazzak, el-Musannef, 3/165-166 )
Rasûlullah (s.a.v.)'den rivâyete göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
"Her kim özürsüz olarak üç Cumua namazını terkederse, artık o kimse munâfıktır." (Mevârid'iz-Zeman ilâ Zevâid-i İbn Hibban, s. 146)
"Allah'a ve âhirat gününe inananlara Cumua namazı farzdır. Ancak yolcu, köle, çocuk, kadın ve hastalar bundan mustesnadır." (Ebû Dâvud, Salât 215, h. no: 1067, h. no: 1067; Dârakutnî, II, 3; Bağavî, Şerhu's-Sünne, I, 225)
“Her kim Allah'a ve âhirat gününe iman ediyorsa Cumua gününde Cumua namazı kendisine farzdır. Ancak kadın, yolcu, çocuk yahud köle bundan müstesnadır. Ve her kim bir oyun yahud bir ticâret sebebiyle ondan yüz çevirirse, Allah da ondan yüz çevirir. Allah ganîdir, hamîddir.” ( Beyhakî, Sunen'ul-Kubra, 3/184)
"Cumua namazını özürsüz olarak kim terkedecek olursa bir dinâr para tasadduk etsin, (bu kadar) bulamazsa, yarım dinâr tasadduk etsin." (Ebû Dâvud, Salât 211, h. no: 1053-1054); Nesâî, Keffâret 3, h. no: 3, 89; İbn Mâce, İkamet 93, h. no: 1128)
"Ezanı her işitene Cumua farzdır." (Ebû Dâvud, Salât 212, h. no: 1056)
"Her ihtilâm olan erkeğe Cumuaya gitmek vâcibdir. Cumuaya her gidene de gusül vâcibtir." (Ebû Dâvud, Tahâret 129, h. no: 342; Nesâî, Cum’a 2, h. no: 3, 89)
"Cumua, geceleyin ailesine dönebilen herkese farzdır." (Kelimeye bağlı tercümesi: "Gece, kimi âilesine sığındırırsa Cumua ona farzdır") (Tirmizî, Salât 360, h. no: 502)
"Cumua günü olunca şeytan çarşı ve pazara erkenden bayraklarıyla gider, insanlara binbir engel çıkararak mâni olmaya, onları Cumuadan (hiç olsun) geciktirmeye çalışır. Melekler de erkenden gidip mescidin kapılarına dururlar. Gelenleri birinci saatte gelenler, ikinci saatte gelenler diye yazarlar. Bu hâl İmam (hutbeye) çıkıncaya kadar devam eder. Kişi mescidde, İmamı görüp, dinleyebileceği bir yere oturup, can kulağıyla dinledi ve konuşmadı mı, kendisine iki kat sevab vardır. Kişi uzakta kalır ve İmamı dinleyemeyeceği bir yere oturur, sessiz durur ve konuşmazsa bir hisse sevab alır. Eğer, İmamı görüp dinleyebileceği bir yere oturur fakat boş konuşma yapar, sessiz kalmazsa, ona iki hisse vebal yazılır. Eğer, dileme ve görme imkânı olmayan bir yere oturur ve boş konuşur ve sessiz kalmazsa, ona bir hisse vebal vardır. Kimde yanındaki arkadaşına Cumua günü ‘sus!’ derse ‘boş konuşmuş’ olur. Kim de boş konuşur ise, o Cumuadaki sevabdan nasibsiz kalır." (Ebû Dâvud, Salât 209, h. no: 1051)
"Ey insanlar, ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz. (Başka işlerle) meşgul olmadan önce de sâlih ameller işlemeye çalışınız. Allah'ı çokça zikretmek ve gizli ve açık olarak çokça sadaka vermek sûretiyle sizin ile Rabbiniz arasındaki bağı güçlendiriniz. (Böyle yaparsanız) hem rızıklanırsınız. hem de (Allah tarafından) hatırınız hoş tutulur. Şunu biliniz ki: Yüce Allah şu bulunduğum makamda, şu günümde, şu ayımda ve şu yılımda sizlere Cumua'yı farz kılmış bulunuyor. Ve bu kıyâmete kadar böylece devam edecek. Benim hayatımda, ya da benden sonra adâletli yahud da zâlim bir İmamı bulunduğu halde, onu hafife alarak yahud da inkâr ederek kim terk ederse; Allah, onun iki yakasını bir araya getirmesin, hiç bir işini mübarek kılmasın. Haberiniz olsun, böyle bir kimsenin ne namazı vardır ne zekâtı, ne haccı, ne orucu ve ne de iyiliği Tâ ki tevbe edinceye kadar. Artık kim tevbe ederse, Allah, onun tevbesini kabul etsin. Şunu da biliniz ki: Hiç bir kadın bir erkeğe İmam olmasın. (Okuması düzgün olmayan bir bedevî) Arab, bir muhacirin önüne geçip İmam olmasın. Fâcir bir kimse de, kılıcından ya da copundan korktuğu bir zorbanın kendisini zorlaması hali dışında da mûmin bir kimseye İmam olmasın."
(İbn Mâce, Sunen, İstanbul 1401, I, 343, Hadis no: 1081; İbn Mâce hadisin isnâdının zayıf olduğunu belirtir. Çok sayıda hadis âlimleri de bu hadisi zayıf kabul ederler. Hanefî fıkhına göre Cumuanın şartı sayılan devlet başkanının kıldırması konusunda tek delil bu zayıf hadistir. Kaldı ki, bu hadisten Cumuanın devlet başkanı yokken kılınmaması gerektiğini çıkarmak çok zordur)
"Bizler, bizden önce kitab verilenlere göre en sonuncusuyuz. Kıyâmette ise en öne geçeceğiz. Onlar, Allah'ın kendilerine farz kıldığı bu Cumua gününde ihtilâfa düştüler. Allah onu bize gösterdi. Diğer insanlar bu konuda bize uyuyorlar. Ertesi gün Yahûdilerin, daha ertesi gün ise hristiyanlarındır." (Buhârî, Cumua, 1; Muslim, Cumua hadis no: 856. Muslim'in lafzı az farklıdı)
"Rasûlullah (s.a.v.)'a Cumua gününe niçin bu adın verildiği sorulduğu zaman şöyle cevab vermiştir:
"Babanız Âdem'in yaratılışı o günde oldu. Kıyâmet o günde kopacak, yeniden dirilme ve insanların hesab için yakalanması o günde olacaktır. Cumua gününün üç saatinin sonunda öyle bir an vardır ki, o anda duâ edenin duâsı kabul olunur." (Ahmed bin Hanbel, 2/311)
"Güneşin doğduğu en hayırlı gün Cumuadır; Âdem o gün yaratılmış, o gün Cennete girmiş ve o gün Cennetten çıkarılmıştır; kıyâmet de Cumua günü kopacaktır." (Muslim Cumua 5, 18)
"Âdem (a.s.)'in yaratılışı işte o gün oldu, yani vücudunun bütün parçaları o gün bir araya getirildi. O gün tevbesi kabul olundu ve o gün vefat etti. Kıyâmet de o gün kopacaktır. İns ve Cin'den başka hiçbir mahluk yoktur ki, Cumua günü tan yeri ağardıktan gün doğuncaya kadar -kıyâmet belki bu gün kopar korkusu ile- kulak kabartmasın. Bir de o günün içinde öyle bir saat vardır ki, hiçbir müslüman kul tesadüfen o esnada namaz kılıp Allah'tan bir hâcetini dilemez ki, onu Allah O'na vermesin."
(Muslim, Cumua 5. Hadisin baş tarafındaki ifade Muslim’de, diğer bölümü farklı hadis kitaplarında rivayet edilmiştir)
"Bir kimse Cumua günü gusleder, elinden geldiği kadar temizlenir, yağ veya koku sürünür, sonra mescide gider bulduğu yere oturur ve namazını kılar, hutbeyi dinlerse; geçen Cumua'dan o Cumua ya kadar işlemiş olduğu günahları afv olunur." (Buhari, Cumua 6)
"Kim Cumua günü cenabet guslü ile gusul yapar, sonra Cumuaya giderse sanki bir deve kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim ikinci saatte giderse bir sığır kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim üçüncü saat giderse boynuzlu bir davar kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim dördüncü saat giderse bir tavuk kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim beşinci saatte giderse bir yumurta tasadduk etmiş gibi (sevaba nâil) olur. İmam (hutbeye) çıkınca melekler hazır olur, zikri dinlerler." (Buhârî Cumua 4, 19; Muslim, Cumua 10, h. no: 850; Muvatta, Cumua 1, h. no: 1, 101; Ebû Dâvud, Tahâret 129, h. no: 351; Tirmizî, Salât 358, h. no: 499; Nesâî, Cum’a 14, h. no: 3, 99; İbn Mâce, İkamet 82, h. no: 1092 )
"Cumua günü olunca, mescidin her bir kapısında melekler vardır. İlk gelenleri sırayla yazarlar. İmam (minbere) oturunca defterleri kapatıp, zikri dinlenmeye giderler." ( Muslim, Cumua 24, h. no: 850)
"Kim (Cumua günü) yıkar ve yıkanırsa, kim erkenden (mescide) gider ve hutbenin başına yetişirse, yürür ve binmezse, İmama yakın durur, dinler, mâlâyâni söz etmezse ona her bir adım için bir yıllık amelin oruçları ve namazlarıyla sevabı yazılır." (Ebû Dâvud, Tahâret 129, h. no: 345, 346; Tirmizî, Salât 356, h. no: 496; Nesâî, Cumua 12, h. no: 3, 97; İbn Mâce, İkamet 80, h. no: 1027; Buhârî, Cumua 6)
"Cumua namazına üç (grup) insan katılır:
1) Kişi var, namaza katılır, boş konuşma yapar. Bunun namazdan hissesi, o konuşmasıdır.
2) Kişi var namaza gelir duâ eder. Bu kimse Allah'a duâda bulunmuştur, Allah dilerse onun istediğini hemen verir, dilerse vermez.
3) Kişi vardır, namaza gelir sadece dinler ve sükut eder, mûminlerin arasından yararak geçmez, kimseye eza vermez. Onun bu namazı, daha önce geçen Cumuaya ve fazladan da üç güne kadar (günahlarına) keffârettir. Bu hal Cenâb-ı Hakk'ın şu sözüne binaendir: "Kim bir hayır yaparsa bu kendisinden on misliyle kabul edilir." (Ebû Dâvud, Salât 235, h. no: 1113) (6/En'âm, 160 )
İbn Abbâs (r.anhuma) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v.)'ın mescidinde kılınan Cumuadan sonra ilk kılınan Cumua namazı, Bahreyn köylerinden olan Cuvâsâ'daki Abdu'l-Kays mescidinde kılınan namazdı." (Buhârî, Cumua 11; Ebû Dâvud, Salât 216, h. no: 1068)
Özetleyecek olursak;
Kur'an ve sünnet nasları ile selef ve halef âlimlerinin uygulamaları ve müctehid imamların görüşleri, dinî hükümlerin asla vazgeçilemeyen yegâne kaynağının, Kur'an ve sünnet nasları olduğunu, hiçbir kimsenin görüşünden dolayı Kur’an ve Sünnetin emir ya da nehiylerinin terk edilemeyeceğini, ulemânın görüşlerine ise, ancak Kur’an ve sahih sünnete dayandığı zaman tâbî olunabileceğini tevîle mahal bırakmayacak biçimde isbât etmektedir. Bütün bu açıklama ve belgelerden sonra bir kimsenin sünnet olduğu isbat edilen bir hükmü terk edip ona muhâlif olan bir görüşle amel etmesi ya da, ulemânın sahih delillere dayanmayan görüşlerinden dolayı Kur'an ve sünnetin kat'î bir emrini terk etmesi hâlinde Allah'a karşı hiç bir mâzereti olamaz.
"Artık, Peygamberin emrinden uzaklaşıp gidenler, kendilerini bir fitnenin çarpmasından yahut onlara pek acıklı bir azabın gelip çatmasından sakınsınlar." (Nur 63)
Kur’an’ın her tavsiyesi gibi, şu tavsiyesi de çok önemlidir: "Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir âzab vardır." (Âl-i İmran 105)
Peygamberimiz’in de Cumua konusundaki birçok uyarısı gibi, şu uyarısı da dikkate alınmalıdır:
"Bazı insanlar ya Cumua namazını terk etmekten vazgeçerler, yahud da Allah onların kalplerini mühürler de artık gâfillerden olurlar." (Muslim, Cumua, 12, hadis no: 865)
Cumua namazını boykot etme ve kılmamak için dinî gerekçeler (bahâneler) aramak yerine; bu Kur'ânî emrin, en güzel şekilde nasıl kılınması gerektiğinin ve bugünkü toplumda tüm müslümanlar için kâmil mânâda Cumua namazını edâ etmenin yolları aranmalıdır. Ama, kâmil ve ideal anlamda ortam mevcut değilse bile, en ehven ortamı tercih ederek namaz mutlaka kılınmalıdır.
İdeal olanı, Müslümanların bir araya gelip aralarından birini Cumua imamı seçmesi ve onun arkasında Cumua namazını edâ etmesidir.
Bu namaz ideal anlamda câmilerde kılınır; ama günümüz şartlarında câmilerin devlet dairesi olduğunu ve devlet memuru haline gelen imamların akîdelerinin arkalarında namaz kılınamayacak derecede bozuk olduğunu kabul edenlerin yapmaları gereken şey şudur:
Uygun bir câmi bulunamıyorsa, bazı dernek ve vakıfların günümüzde câminin fonksiyonlarını resmî câmilerden daha fazla yerine getirdiğini değerlendirerek, câmilerden daha özgür bu alanlarda Cumua namazını kılmalıdırlar. Hatta buna da imkân bulamayanlar, uygun bir işyeri veya benzeri başka mekânlarda bu farîzayı edâ etmelidirler.
Radikal (denilen muvahhid ve mucâhid) gençlerin en ideal Cumua alanları ise meydanlar, parklar, kamunun dikkatini çekecek açık alanlardır. Gençler oralarda Cumua namazını kılarak cihad edebilirler.
Halk, gazeteciler ve polisler sorsun “niye buralarda namaz kılıyorsunuz?” diye.
Onlar da güzel bir üslûpla cevap versin ve bazı konuları kamuya yansıtabilsin. Gerekirse “parkta Cumua namazı kıldılar” diye, bu suçlarından(!) dolayı bazı Müslümanları tutuklasınlar.
Televizyonlar göstersin, gazeteler yazsın; “Cumua namazından dolayı tutuklandılar!” diye. Bu durum, bir yönüyle Müslümanlar için şereftir; Allah’a ibâdet ediyor, namaz kılıyor diye başlarına sıkıntılar gelmiş, tutuklanmışlar; diğer yönüyle tebliğdir, bazı konuların kamuya ulaşmasına vesiledir.
Düzenin Cumua ve ibâdet düşmanlığının açığa çıkmasına sebeb olacak, ılımlı Müslümanlığın gerçek Müslümanlığa nasıl tavır aldığını halkın da görmesi sağlanacaktır.
Unutmayalım; Cumua namazı Allah ve Rasûlu tarafından kayıtsız şartsız farz kılınan bir ibâdettir. Kur’an ve Sünnetin hükmüne göre yine kayıtsız şartsız (bu iki kaynağın uygun gördüğü) her türlü ortamda kılınabilir, kılınmalıdır.
Cabir bin Abdullah (r.anh)'den rivayete göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiştir:
"Ey insanlar biliniz ki şu yerimde, şu ayımda, şu günümde, ve bu yıldan itibaren, kıyamete dek, Allah Cumua'yı üzerinize farz kılmıştır. Artık kim onu benim zamanımda yada benden sonra adil ya da zalim bir imamı varken, hafife alarak ya da inkar ederek terk ederse, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin, işinde bereket kılmasın. Dikkat edin, Onun ne namazı vardır, ne haccı, ne orucu, ne bir iyiliği vardır. Tevbe etmedikçe bunlardan hiç biri kabul edilmez."
(Sunen-i İbn Mace, C. 1, Cumua namazı, bab 78, Hadis No : 1081, S. 337, Konya Yayıncılık ; Sunen-i İbn-i Mace - İst: 1401 Çağrı Yay. C: 1, Sh: 343 Had. No: 1081. Ayrıca Abdi'l Latifi'z Zebidi - Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih tercemesi ve şerhi - Ank: ty (4 bsm) Diyanet Yay. C: 3, Sh: 47 vd.)
İlgili Konu :
CAMİ İMAMLARININ ARKASINDA NAMAZ KILMAK (Kılabilmek)
İlmi Konu - Cami İmamlarının Arkasında Namaz Kılmak (Kılabilmek)
CAMİ İMAMLARININ ARKASINDA NAMAZ KILMAK (Kılabilmek) "Onlar (o mûminlerdir) ki, eğer kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirirsek namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler ve fenalığı yasak ederler. Bütün işlerin sonucu Allah'a âittir." (Hacc 41) "Hep Allah’a dönüp itaat...
islam-tr.org