Dar'ul-Harb'te Çocukları Okula Göndermenin Hükmü
İslâm’ın mahkûm olduğu ülkelerin okullarında, çocukların şirkten uzak yetişme özgürlüğünün olmadığı, kimsenin üzerinde pek durmadığı bir durumdur.
Mustevlilerin (işgalci) maşalarının elleriyle yaptırılan inkılablara, okullarda (Milli (!) Eğitim) dahil edilmiştir.
Konuyla ilgili olarak Muhammed Kutub, “Yirminci yüzyıl cahiliyesi” adlı kitabının 334. sayfasında, sömürgeciliğin İslam akidesini yıkma yöntemlerinden bahsederken şöyle diyor:
“İslamı bilmeyen bir kadın nesli ortaya çıkarmak kaçınılmazdı. Bunun yolu eğitimdi… Daha önce erkekler üzerinde denenmiş olan sömürgeci metodla eğitim. Siyonist haçlı sömürgeciliği, Türkiye’de, Mısır’da, Arabistan’da, Hindistan’da, (Afganistan’ın kurulmasından önce) Endonezya ve Afrika’da özgürlük(!) hareketlerini destekledi. Kadınların hem sömürgeciler, hem hükümetler, hem de misyonerler tarafından kurulan okullardaki eğitim sistemine göre okumalarını teşvik edib yönlendirdi ki böylece sadece hissî olarak İslam’dan uzak olan değil, aynı zamanda dinden nefret edip iğrenen bir kadın nesli yetiştirebilsin.
Siyonist haçlı sömürgeciliği Müslüman kadını Müslüman olsun diye eğitmedi. Ancak kendilerinin de ifade ettiği gibi “özgür” olsun diye eğitti. Bu özgürlük, İslam’dan kurtulmak anlamında bir özgürlük… Okullarda ve üniversitelerde yeni bir genç nesil yetiştirdiler. İşte bugün İslam aleminde varlığını sürdüren bu nesil, Siyonist haçlı sömürgeciliğin nihâî hedefiydi çünkü İslam akidesinden geri kalan kırıntıları yok etmeyi işte bu nesil gerçekleştirecekti.”
Asrımızın, halkından müslüman vatandaşların da olduğu Dar'ul Harb'lerin tağuti eğitim kurumlarının asıl maksat ve hedeflerinin neler olduğu akıl sahibleri için zaten bellidir, ortadadır.
Tağuti düzenlerin işleyişini ve amaçlarını iyice kavrayacak olursak , yapmamız gerekenin ilk olarak öğrenci ve öğretmen olarak şirk planyasından geçmeme hakkı için mücâdele etmek olduğunu anlarız.
Okullardaki küfür - şirk kokan söz ve hareketler, müslüman halkın başörtüsü sorunundan çok fazla önemsenmesi gereken en ciddi problemlerdir.
Başörtüsünden daha öncelikli sorunlar ortadayken, varsa yoksa sadece başörtüsü yasağı gündemde. ABD gibi, Avusturya veya Avrupa ülkeleri gibi, başörtüsünün suç olmadığı bazı memleketlerde yaşasaydık, biz bu tağutların okullarından (rejimlerinden) radı mı olacaktık?
Çocuk, anne ve babaya emânet olarak teslim edilmiş bir fitnedir/sınavdır. Ana ve baba, kendisi veya vekilleri eliyle çocuğun ya İslâm fıtratını koruyacak, ya da şirke bulaştıracak. İkincisi olursa, âhirette de kendisini bu şekilde yetiştiren büyüklerine evlât şöyle diyecek:
"Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün, 'Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e itaat etseydik!' derler. 'Ey Rabbimiz! Biz reislerimize/beylerimize ve büyüklerimize itaat edip uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar' derler. 'Rabb'imiz, onlara iki kat azâb ver ve onları büyük bir lânetle lânetleyip rahmetinden kov." (Ahzâb, 66-68)
Dar'ul harbte yaşayan müslümanların sıkıntılarından biri de çocukların okutulması sorunudur. Tehlikeli bir durum olmakla beraber, müslümanların bir an önce alternatif medreseler oluşturması gerekmektedir.
Çocuklarımız evde saksıdaki çiçekler gibi yetiştirilemeyecekler, bu toplumun sorunları ve dertleriyle meşgul olup mucadele etmeye hazırlanacaklardır. Aksi taktirde büyük bir kısmı iki lafı bir araya getiremeyen , karşısındaki insanla sohbet edip tebliğ yapamayan, pisikolojisi bozuk içe kapanık nesiller meydana gelecektir ki bunlarla bir cemaat devlete yürüyemeyecektir.
Tabi bu medrese oluştururken, zengin müslümanların haricinde fakir müslümanlar da dikkate alınmalı.
Bu sureç içerisinde müslüman velilerin, çocuklarına azami dikkat edip sahip çıkmalı, çocuğun eğitimini tağuti düzene göndermeden vermeye çalışmalıdır.
Çocuğunun eğitimiyle maddiyat sebebiyle ilgilenemeyen, alternatif bir eğitime veremeyen müslümanların da çocuklarına okula gitme esnasındaki küfür, şirk, haram meselelerini izah etmeli, bunlardan sakındırmaya çalışmalıdır.
Zira Rabbimiz Allah c.c. şöyle buyurmaktadır :
“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrim / 6)
Ömer (r.anh.) bu ayeti duyduğunda Rasulullah (s.a.v.)'e şöyle sormuştur:
“Ya Rasulullah! Kendimizi ateşten koruruz. Ancak çocuklarımızı nasıl koruyabiliriz?” diye sormuş;
Rasulullah (s.a.v.) : “Allah’ın sizi sakındırdığı şeylerden onları sakındırır ve Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emrederseniz. İşte bu şekilde onları korumuş olursunuz” demiştir..
Bu konuyla ilgili Rasulullah (s.a.v.) Müslüman babaların çocuklarına karşı görevlerini şu şekilde vurgulamaktadır:
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz.” (Buhârî, I, 215)
Şehid Seyyid Kutub'un kardeşi Muhammed Kutub, Vakîuna el-Muasır kitabı sayfa 503'te, günümüz okullarının durumu ve amaçları hakkında şöyle demektedir:
“Şubhesiz bu okullar cahiliyye devrinin boyasıyla boyanmışlardır. İslam düşmanları bu okulları açarken bizleri dinden çıkarmak için açmışlardır. Müslümanları tamamen dinden çıkarmayı başaramamış olsalar da içinde anlatılan vatancılık, kavmiyetçilik, laiklik, sosyalizm gibi kavramların özendirilmesi günah olarak yeterlidir. Bu okulların hedefi insanları Allah’a kulluk etmekten uzaklaştırmaktır.” (Vakîuna el-Muasır , 503)
Hepimizin çok iyi bildiği gibi, bugün tağuti düzenin okullarında çocuklar her sabah Putun ve tağuti rejimin simgesi Bayrağın karşısında sıraya geçerek ant içerler. Ant ismi konularak söylenen bu sözlerin içerisinde şirk, küfür cümlelerde bulunduğu malumdur.
İslam'da And-Yemin sadece Allah adına yapılır. Yemin sâdece Allah adına yapılır. Meselâ “Vallahi, Billahi, Tallahi” gibi. “Babamın başı için, çocuğumun başı için”; “Oğlumun ölüsünü göreyim” şeklinde yaratılmış birinin başına veya hayatına yemin etmek de câiz değildir. Aksi taktirde başkası adına yapılan And'lar ehl-i sünnet akidesine göre küçük şirk içerir.
“Babalarınıza, annelerinize ve putlara yemin etmeyiniz. Allah’dan başkasına yemin etmeyin, Allah’a da ancak yemininizde doğru olduğunuz zaman yemin ediniz.” (Ebû Dâvud, Eyman ve’n-Nuzur: 5)
"Kim yemin edecekse Allah'a yemin etsin veya sussun”(Buhari, Eyman 3)
Kim Allah'dan başkasına yemin ederse kafir ve ya muşrik olur"(Tirmizi)
"Kim lat ve Uzza adına yemin ederse "la ilahe illAllah" desin" Kim arkadaşına "gel kumar oynayalım" derse sadaka versin."(Buhari, Muslim)
Bununla beraber bu cümleleri söyleyen çocuk ergenlik çağına gelmediği sürece şirke girmez. Rasulullah (s.a.v.) "3 kişiden kalemin kaldırıldığını" buyurmuş ve bunlardan bir tanesinin de "ergenlik çağına gelene dek çocuk" olduğunu bildirmiştir.
Şunu bilmeliyiz ki "hükmün varlığı illetin varlığına bağlıdır".
Bu meselede illet ise tekliftir. Yani ergenlik çağına girmektir. Çocukta olmadığı için çocuk küfür sözlerinde ya da amellerinde bulunsa bile kâfir olmaz. Bununla beraber bazı alimler çocuk küfür bir söz söyler ya da amel işlerse kâfir olur demişlerdir. (El-Fıkhu Ala Mezahibi-l Erbaa, 5/434)
Önemle bilmemiz gereken başka bir konu da; kişi ister mükellef olsun ister mükellef olmasın heykel veya tağutu temsil eden bayrağın önünde durursa hemen küfrüne hükmedilemez.
Akla şöyle soru gelebilir:
"Daha önceden bu bayraklar İslam devletini temsil ediyordu. Şimdi de aynı bayraktır."
Hayır, Allah’ın indirdiği ahkâmı terk edib yasaklayan tağutların bayrakları küfrün şiarlarıdır. Kim onlara tazimde bulunursa küfre girer.
Ancak muvahhid bir Müslümanın elinde küfrün şiarı olan bir bayrağı görmemiz sonucunda onu hemen tekfir edemeyiz. Onun bu bayrağı taşımasında niyetini-kastını açığa çıkarmamız ve tevilini öğrenmemiz zaruridir.
Bu bayrak ve heykel onların şiarlarındandır. Mâlum olduğu üzere şiarlar yalnız başına küfrü gerektirmez. Ancak bununla birlikte menfaat ve zarar inancı olursa o zaman heykelin ve bayrağın önünde duran küfre girer ve cahiliyye devrindeki puta tapan putperestler gibi muşrik gibi olur. Çünkü putperestler hem putun karşısında tazim ederek dururlardı hem de putlardan menfaat ve zarar inancı taşırlardı. Ama heykel veya bayrağın önünde durup yapılan tazim; menfaat ve zarar inancı taşımıyorsa sahibinin şirkle itham edilmesi için yeterli değildir.
Çünkü bu durum , sahibini direk olarak küfre götüren bir durum değildir. Bilindiği üzere Kâbe’de 300’ün üzerinde put mevcutken Rasulullah (s.a.v.) orada Rabb'ine ibadet ediyordu.
İslam dini öncesinde Allah'a ibadet secdesinden başka, insanların yüksek mertebede, makamda gördükleri şahıslara da saygı secdesi yaptıkları bilinen bir gerçektir.
-"Ne zaman ki, onlar Yusuf'un yanına vardılar, işte o zaman Yusuf anasını ve babasını kucakladı, yanına aldı ve "Buyurun Allah'ın dilemesiyle güven içinde Mısır'a girin" dedi.
- Anasıyla babasını yüksek bir taht üzerine oturttu ve hepsi birden Yusuf için secdeye kapandılar. Bunun üzerine Yusuf dedi ki: " İşte bu durum, o rüyamın çıkmasıdır. Gerçekten Rabbim onu hak rüya kıldı."(Yusuf 99 -100)
Saygı secdesini İslam nesh etmiş kaldırmıştır.
Hadis Hadisin kaynakları ise Ahmed bin Hanbel’in Musnedi, Taberani, İbni Mace, Bezzar gibi kaynaklarda Abdullah bin Ebi Evfa, Suheb-i Rûmî; Ebu Zabyen ve Zeyd bin Erkam gibi sahabilerden şu manada hadis gelmektedir.
Hadisin rivayetlerinden bir tanesini aktaralım :
Abdullah bin ebi Evfa diyor ki ; Muaz , Şam’dan gelince Rasulullah’a secdeye kapandı.
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ey Muaz bu da ne ?”
Muaz dedi ki: “Ben Şam’a vardım. Orada şuna denk geldim ki, Şam’daki Hırıstiyanlar Oskoflarına, patriklerine secde ediyorlar. İçimden şunu arzuladım ki “biz bunu Rasulullah’a da yapalım ve yaptım”
Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Yapma, çünkü ben bir kişinin başka birine secde etmesini emredecek olsaydım kadının kocasına secde etmesini emretmiş olurdu. Allah’a yemin olsunki kadın beyinin hakkını ödemeden Rabbinin hakkını ödeyemez”
…….
(Sunen-i İbn-i Mace, Bab: Hakku-z Zevc Alel Mir'eh, Hadis No: 1843 ; İbn-i Mace, Abdullah bin Ebi Evfa'dan (r.aleyh) rivayet etmiştir. Ahmed B. Hanbel, Musned)
Rasulullah (s.a.v.), Muaz b. Cebel'i tekfir etmemiştir. Bu olay ile Saygı secdesi kaldırılmış , caiz olmazdığı bildirilmiştir.
İbadet secdesi ise sadece Allaha yapılmaktadır. Allah'tan başkasına İbadet ve menfaat beklemek kastı ile yapılırsa sahibini muşrik kafir yapar!
Bu gibi konularda Şeyh Makdisi şöyle diyor:
"Kafirlerin küfre delaleti açık olmayan bayrağını veya simgelerini taşımak , devlet dairelerinde veya meydanlarda asılmış resimlerin altında bulunmak.
Bunların hiç birisi tekfir için yeterli birer sebeb niteliğinde değildir. Bayrak sebebiyle insanları tekfir edenler, bildiğimiz kadarıyla şu iki sebebe binaen bunu yapmaktadırlar;
Birincisi : onları yüceltmek ve saygı göstermek, putlara sevgi ve tazim göstermek gibidir ilkesi. Halbuki bu doğru ve iyi bir tesbit değildir. Putları yüceltmek , ilahlaştırma ve kulluk manasındadır. Korku ve umudun bulunduğu bir ibadettir. Bunu yapanlar putlara korku ve ümit bağlarlar, putların fayda ve zarar verdiğini ve Allah Tealaya yaklaştırdığını düşünürler.
Yüceltme fiilinde korku ümit ilahlaştırma sevgi ve sevab düşüncesi yoksa, ibadet veya şirk anlamına da gelmez. Aşırılık ve abartma ile yapılması halinde, buna yol açabilecek bir kapı niteliğini alır. Aynı şekilde her sevgi ve korkuda ibadet değildir. Mutlaka bunların ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.
Kimsenin, bu bayrak ve buna benzer simgeleri ibadet niteliğiyle yücelttiğini bilmiyorum. Sadece abartma kabilinden bir yüceltme bulunmaktadır. Şirke yol açabileceği endişesi taşıyan, ama kendisi şirk olmayan yüceltme, abartma, saygı ve tazim olsa olsa Rasulullah (s.a.v.) in yasakladığı, yöneticilere saygı adına ayağa kalkma türünden bir meseledir.
Rasulullah (s.a.v.) hasta iken oturarak namaz kıldığında sahabe(r.anhum) un oturmadığını görünce onları bundan nehy etmiş ve şöyle demiştir:
‘Az önce nerdeyse Bizans ve İranlıların yaptığını yapacaktınız. Kralları otururken onlar ayakta dururlar. Siz bunu yapmayın.’ (Muslim)
İmam Ahmed’in rivayetinde ise şöyle geçmektedir:
‘Acemin birbirlerine saygı göstermek amacıyla ayağa kalktığı gibi sizde ayağa kalkmayın.’ (Musned, c.5, sf: 253-256)
Sahabe (r.anhum) un bu şekilde davranması, küfür anlamı taşımamıştır. Elle selamlama, saygı ve tazim gösterme, ayağa kalkma gibi günümüz devletlerinin ortaya çıkardığı bu törenler, İslam devletini yok eden , Müslümanları bölüp parçalayan , İslam’ın bayrağını indiren bu yönetimler ve devletlerin simgelerine saygı anlamı taşısa bile, mucerret olarak küfre götüren bir ibadet anlamı taşımaz.
Bu mesele için 'Saygı ve bağlılık içinde Allah a kulluk edin' (Bakara 238) ayetini delil göstermekte doğru değildir.
Uzunca ayakta durmak anlamında kullanılsa bile, ayette geçen kunuttan maksad , namaz ve içinde dua bulunan ibadetlerdir. Yoksa herhangi bir amaçla mubah olan ayakta durma veya yasaklanan saygı ve hürmet için ayakta durma manasında değildir. Bu duruşların hiçbiri ibadet veya küfür niteliğinde olmaz.
Alimler, kunut sözcüğünün on kadar manası olduğunu belirtmişlerdir. (Şevkani; Neylul Evtar, Kitabul-libas)
Bu sebeble bir Müslümanın veya çocuğun bu tip heykellerin ve bayrakların önünde durduğu görüldüğü zaman bunun sebebinin kendisine sorulması lazımdır. Menfaat ve zarar inancı olursa küfre girip muşrik olmuş demektir.
Okula çocuklarını gönderen velillerin, Tağuti rejimin okul küfürlerini iyice öğrendikten sonra, çocuklarının anlayabileceği ve uygulayabileceği şekilde izah etmeli ve çocuğunu yakın takibe almalıdır.
Mesela, Okula giriş "tören tazim"lerinden sonra (okulun dış kapısında) çocuğunu okula bırakmalı, ant içme merasimleri yapılırken put sahibine ve sevicilerine küfr edip buğz ettirilmeli; kız erkek karışık (karma eğitim) oturmasına musâde etmemeli gerekirse sorumlu öğretmenle görüşülüp bu konuda hassas olduğumuzu bildirmeliyiz.
Okulun giyim kuşamında İslam'a aykırı tarzlara uymayıp sabote etmek, tağutu övüp dua eden andı izah edip tehlikeli lafızları uyarmalı, tağuti düzenin bayramlarını ya da düzen kurucularının ölüm bayramlarının törenlerine vs. çocuğunu kesinlikle bırakmamalıdır.
Her ne kadar bu okul meselesi tehlikeli durumlar söz konusu olsa da, buna çözüm bulamayan, çocuğunu elinden geldiğince yetiştirip sakındıran veliler ve çocukları, haram işlemiş olsalar da tekfir edilmemelidirler
Üstte saydığımız "sakınma tedbirlerini" almayan, yada alamayan vurdumduymaz ihmalkar veliler , çocuklarını okula gönderemezler.
Evet, Bedir cihadında muşrik esirler, müslümanların okuma yazma bilmeyenlerine okuma yazmayı öğretmesine izin verilmiş, bu sayede özgürlüklerine kavuşan muşrik öğretmenler olmuştu. Tabi buradaki şartlar günümüze ne kadarı benzer ne kadarı benzemez ayrı bir meseledir.
Okula giden çocuklar ve velileri hakkında ifrata kaçarak tekfirde aşırılığa düşen gençler, meseleyi ilmi şekilde araştırmak yerine yüzeysel ve sığ bir biçimde "putun karşına geçti, and içti" vs diyerek hemen basitçe tekfire yönelmektedirler.
Bu arkadaşlar, meseleye ilmi açıdan bakacak olsalar, tağutu bilip sakındırmaya çalışan veliler ile sevip sakındırmayan, rejimden radı olanlardan ayırım yapmadan aynı kefeye koyma zulmünü yaptıklarını fark edeceklerdir.
Evet kişi çocuğunu okula gönderir, çocuğunun eğitimini tamamlayarak tağutlara bağlı bir birey olmasını hedefliyor ise bu zaten apaçık küfürdür.
Bunun dışında günümüz ortamında Müslüman bir kimsenin çocuğunu bu okullara göndermesi haramdır. Ancak çocuğunu bu okullara gönderen babayı, “Küfre rıda göstermek küfürdür” diyerek tekfir etmek yersizdir.
Çünkü bu durumda küfre açık delil olacak bir şey yoktur. Ayrıca Hanefilere göre rıda, bir işi seve seve yapmak demektir. Müslümanın ise bu okullarda yapılan küfrü ve munkeri sevmesi söz konusu bile olamaz.
Çocuğun velisi durumunda olan babaya gelince, işte konunun en ihtilaflı tarafı burasıdır.
Acaba babanın bu fiili küfre rıda kapsamında değerlendirilebilir mi? Bir kimse velayeti altındaki kimselerin küfre girmesine rıda göstermesi sebebiyle kafir olur mu?
İlim ehli arasında bu konu oldukça ihtilaflıdır.
Ulemanın ekserisi kişinin bizzat kendisine yönelik küfre rıdasını küfür kabul etmekle birlikte, bir başkasının küfrüne rıda göstermesinde ise ihtilaf etmişlerdir.
Alimlerin ekserisi bunu küfür kabul ederlerken, bir kısmı ise bir başkasının küfrüne rıda göstermenin küfür olmayacağını söylemişlerdir. Bilhassa Hanefi alimleri bir amirin, emri altındakilere küfürle emretmesini dahi küfür olmayacağını söylemişlerdir.
Bununla beraber, bir başkasının küfrüne rıda göstermenin tezahüründe sadece amel yeterli midir? Yoksa kavli bir beyan da şart mıdır?
İşte asıl ihtilaf edilen husus bu noktadadır.
İlmi az olan bazıları, bu insanlar söz konusu küfürlere radılar diye sırf okullara çocuklarını gönderdikleri için onları tekfir etmektedirler. Yani göndermenin radı olmak olduğunu söylerler. Ancak çocuklarını okullara gönderenlerin çoğu sadece ve sadece okuma - yazma, matematik vs. gibi ilimleri öğrenmek için çocuklarını gönderirler. Bu gibi insanların hallerini şu şekilde inceleyebiliriz:
1) Büyük bir kısmı okuldaki küfürlerden herhangi bir şekilde haberdar değillerdir. Kişi haberdar olmadığı fiilden nasıl radı olabilir ki?!
Çoğu veliler çocuklarının okulda ne yaptığını okuduğu kitabların ne içerdiğini bilmemektedir ve hayatı boyunca bu veli bir okul kitabını dahi açmamıştır.
2) Okuldaki küfürlerden haberdar olanlar ise iki bölümdür:
A) Onlardan radı olduğunu açıklayanlar. Böyle insanlar çocuklarını okula göndermeseler de küfürden radı oldukları için kâfir olmuşlardır.
B) Okuldaki küfürlerden haberdar olup radı olmadığını söyleyenler. Her ne kadar göndermeyi rıdanın alameti olarak kabul etsek bile sözlü ikrarla karşı geldiği zaman (yani kişi açık bir şekilde küfürden radı olmadığını ikrar ettiği zaman) ona (göndermek rıdaya alamettir sözüne) itibar edilmez.
Demokrasi, laiklik, sosyalizm rejimleriyle idare edilen ülkelerin okullarında öğretilen küfri akideleri fark edip dini hassasiyete sahib olan insanlar söz konusu küfür akidelerini kabul etmediklerini ve çocuklarını uyardıklarını söylemektedirler. Bazıları ise okuma yazma bilmesinin önemli olduğunu başka bir İslami alternatif bulunmadığı için çocuğunu bu okullara gönderdiklerini söylemektedirler.
Bugün devletlerin çoğunda eğitimin belli yıllar için mecburiyeti vardır (8 yıl-12 yıl). Çocuğunu göndermeyen ise hapse, mali zararlar, ev haczi gibi sıkıntılara maruz kalabilme cezaları kanunlarında mevcuddur. Yani ikrah şubhesi söz konusu olabilir.
İlim yerine duygusallığa kapılanların terennumu:
''Çocuğu okula göndermek bîzâtihi küfürdür.'' Zannı
Allah imam Şevkani ye rahmet etsin doğru söylemiştir: Dedi ki: “Dinini tehlikeye atmak isteyenler ise ancak kendi aleyhlerine bir cinayet işlemiş olur."
Bu söz ile ilim, hikmet, iman ve Allah’tan korku ile dolu olan eski muhakkik âlimlerimizin sözleri arasında bir mukayese yap, hüküm senindir.
Dediler ki: ''Küfre radı olmak mutlak bir şekilde küfür değildir. Küfre radı olmak ancak istihzan (kabullenmek ve iyi görmek) sebebi ile küfür olur''
Onların delilleri ise Musa (a.s.)’ın Firavunun ölene kadar kâfir kalması için beddua etmesi ve daha başka deliller.
“Musa dedi ki “Ey Rabb'imiz! Sen Firavun'a ve adamlarına şu dünya hayatında göz kamaştırıcı zenginlik ve bol bol servet verdin. Ey Rabb'imiz! Senin yolundan saptırsınlar diye mi? Ey Rabb'imiz! Onların mallarını sil süpür ve kalblerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler.” (Yunus 88)
Keşmiri (rahimehullah) şöyle der: Bazı âlimler, bir şahsın kâfir olarak ölmesi için beddua etmenin küfür olmadığına dair bu ayeti delil gösterdiler. Tabiî ki eğer bedduanın sebebi küfrü beğenmesi değil, Allah Tealanın bu kişiden intikam almasını temenni etmek ise bu küfür değildir. Bu görüşü şeyhu'l-islam Havahir Zade benimsemiştir. Dolayısıyla onların(âlimlerin) başkasının küfrüne radı olmak küfürdür sözü mutlak bir şekilde anlaşılmamalıdır. Bilakis beğenmek şartına bağlanmalıdır.
Ancak ''Zahira'' kitabının muellifi şöyle demiştir:
İmam Ebu Hanife’den, başkasının küfrüne radı olmanın küfür olduğuna dair bir rivayet bulduk ve ayrıntısını görmedik. Hâlbuki Ebu Mansur Maturi den nakledilen görüşe göre ayrıntı vermek gerekir.
Dolayısıyla meselede ihtilaf vardır ve kabul edilmeye şayan görüş şudur ki:
Küfrün kendisinden radı olmak, yani küfür olduğu için küfre radı olmak küfürdür. Bu şart önemlidir.
Hâlbuki küfrün elim azabın sebebi olacağı veya Allah'ın kaderinden olduğu için küfre radı olmak küfür değildir.
Mekke’nin fethinden gelen sahih hadis bu görüşü destekler.
Burada kast ettiğimiz hadis ibn Ebi Serah ile Osman (r.anh)'ın hadisidir. Nebi (s.a.v.) sahabelerden birsi kalkıp onu öldürsün diye durumun başında susmuştur. Daha sonra tövbesini kabul etmiştir.
(Bu hadisi ibn Ebi Şeybe Ebu Davud Nesai ibn Merdebey Sa'd(ra)dan rivayet etmişlerdir siyerde meşhurdur.)
Alimlerin bir kısmı, kişinin sadece amelinin küfre rıda gösterdiğine dair yeterli bir delil olduğunu söylerlerken alimlerin bir kısmı ise, rıdanın kalbin ameli olduğunu, kalbin amelinin ise ancak kavli bir beyanla sabit olabileceğini, bu sebebden dolayı kişinin küfre rıdasının amel ile değil söz ile sabit olacağını söylemişlerdir.
Bu görüşte olan alimlere göre, çocuğunu tağuti rejimin okullarına teslim eden bir velinin bu ameli onun küfre rıda gösterdiğine delalet etmemektedir. Bilakis sözlü olarak çocuğunun bu fiillerinden radı olduğunu beyan etmesi gerekir.
Burada ihtilafları zikretmekteki amacımız bir tercih yapmak değil, bilakis konu üzerinde ihtilaf olduğunu açığa çıkarmamızdır. Zira tekfir hükmü ancak muttefekun aleyh bir şekilde sabit olur. İhtilafın olduğu yerde tekfirden bahsetmek mümkün değildir.
Bu ihtilaflara binaen, çocuğunu okula gönderen bir babanın kat’i suretle haram olmasına karşılık bu kişinin küfründen bahsetmek, kafir olacağını söylemek hatalı ve tehlikeli bir görüştür. Çünkü konu üzerinde ciddi ihtilaflar mevcuddur.
Baştan beri saydığımız sakıncalı durumlara rağmen Dar'ul Harb'te muttakilerin çocuklarını okula göndermeyip eğitimlerini özel olarak vermeleri takdir edilecek bir davranıştır. Böyle müslümanlar ancak tebrik edilebilirler.
Fakat yukarıdaki sıkıntılı ve sakıncalı durumları bilerek çocuğunu okula gönderdiği halde, ant törenlerinden ve sakıncalı eğitim bilgilerinden sakındırıp bilgi donanımını yükleyebilen veliler; bunları yapmayan , tağuti düzeni ve okulları kendinden gören, benimseyen ve kendi çocuğunu tağuti rejimde görev almasını benimseyen bihaber vatandaşlar gibi kesinlikle tekfir edilemezler!
Bir müslüman, okuldaki fitnelerden çocuğunu sakndıran, tağuta küfr edip buğzettiren, bayram ve törenlerine iştirak ettirmeyen kardeşlerini, bu meseleden dolayı, ilmi nassları asli mecrasından çıkararak yorum ve teville tekfir ederek kafir muamelesi yaparak uzaklaşması ancak fitne ve fesada sebeb olur. Zaten tağutla uğraşan müslümanların başına bir de kendisi musallat olmamalıdır.
Bu konuda tekfirden ziyade müslümanlara düşen bir an önce "nasıl kendi medreselerimizi kurup, İslam'ca bir eğitim ve okul nasıl oluşturmalıyız" sorusuna çözüm aramaktır.
Muvahhid bir veli, öncelikle çocuğuna Kur’an’ı ve tevhidi öğretmeye çalışmalıdır.
Bununla birlikte Kur’an’ın indiği dil olan Arabca dilini öğretmeye çalışmalı, kendisinin öğretecek imkânı yoksa Arabca ilimlerinin ve İslami ilimlerin öğretildiği bir okula (medreseye) çocuğunu göndermelidir.
Çocuk bir taraftan İslami ilimleri alırken diğer taraftan da özellikle (dışarıdan bitirmek tercih sebebi) lise diploması alabilir ve bu sayede yurt dışında (özellikle Arab dünyasında İslam ilimlerinin öğretildiği) birçok üniversitede okuma imkânı kazanabilir.
Çocuğunu tüm bu anlatılanlara rağmen radikal çözümlere ve resmî olarak riskli tavırlara hazır değilse ebeveyn, yine yapabileceği hayli tedbirler vardır. En azından Cumartesi ve Pazar günleri, hiç değilse bir günün yarısı, çocukların İslâmî eğitimine ayrılabilmelidir. Mahallenin çocukları her hafta ayrı bir öğrencinin evinde velîlerin tâyin edeceği şuurlu bir veya birkaç öğretmenin eğitim ve terbiyesine teslim edilir. Bir mahallede 5-10 velî bir araya gelip imkânlarını birleştirerek çocukları için alternatif çözümler üretebilir. Üretmiyorlarsa, samimi olmadıklarındandır.
Günümüzde okullarda öğretilenlerin de, öğretilmesi gereken doğrular olup olmadığı müslümanca değerlendirmeli, evde yanlışlar tashih edilmeli, küfür ve şirk mikropları bünyede büyüyüp yerleşmeden temizlemelidir. Her akşam, okul, TV., sokak gibi çocuğu etkileyen tüm etkenler ana-baba tarafından gözden geçirilmeli, özellikle şirk unsurları en hassas ölçüyle tesbit edilip izâle edilmeli, yerine tevhîdî özellikler geçirilmelidir.
Unutmamalıyız ki, yaşlıyken öğrenilenler, su üzerine yazılan yazıya benzese de; çocukken öğrenilenler, mermer üzerine yazılan yazı gibidir.
Çocuğu okula göndermenin küfür (kayıtsız şartsız kafir) olmaması, onun helal olması anlamına gelmez!
Bilakis söz konusu tagutun okulları bu zamanın en büyük fitnelerindendir. Söz konusu okullardaki akidevi, ahlaki ve terbiyevi bozukluklar pek çoktur. Bazı kimselerin "çocukları tagutun okullarına göndermek; küfür değildir" dersek, insanlar hemen cesaretlenip, çocuklarını hemen okula gönderir" diyorlar.
İnsanların çocuklarını okula göndermemeleri için bunu sıkı tutarak, göndermenin küfür olduğunu söyleyerek tekfire kadar gitmektedirler ki bu da tehlikeli ve ifrata düşmektir.
Allah Tealanın dinine yapılan her muhalefeti sınıflandırarak bunlara uygun isim (mekruh küçük/büyük günah küfür gibi..) ve ceza vermiştir. Dinimizde bir eksiklik yoktur. Din tamamlanmıştır. (Maide 3)
Böyle söyleyerek şeriatta sanki bir eksiklik varmış gibi bunu tamamlamaya çalışıyorlar.
Mesela ‘zina küfür değildir’ desek bazı cahil insanlar zina edebilir. Onlara ‘zina küfürdür’ desek belki zina etmezler… ‘Zina küfürdür’ dediğimiz için bazı cahil insanlar zinadan vazgeçerse; bu sözün doğru olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla biz Allah’ın koymuş olduğu sınırları aşmayız… Dinimizi sahih nasslarla anlatırız. Zaten Allah Teala isteseydi Cehennemi yaratmadan insanların bir günah dahi işlemesini takdir etmezdi. Lakin çeşitli hikmetlerin gerçekleşmesi için bunu takdir etti. Dolayısıyla, Allah'ın dininin bir vasiye ihtiyacı yoktur.
Şeyh Makdisi, okulların fesadlarını ayrıntılı bir şekilde anlatan yaklaşık 300 sayfalık bir kitap yazmıştır. İslam dünyasından çeşitli okulları önek göstermiştir. Şeyh Makdisi'nin tekfir konusunda taviz vermediği herkes tarafından bilinmektedir. Buna rağmen ne bahsedilen eserde ne başka eserlerinde nede diğer alimler çocuğun okula gönderilmesinin küfür olduğunu söylememiştir. Hatta getirdiği bazı örneklerde sanki Türkiye okullarından bahsediyormuş gibi görülebilir. Hatta bazı okulların Türkiye okullarından daha kötü olduğu görülüyor. Buna rağmen Şeyh Makdisi çocuğunu o okula gönderenleri tekfir etmemiş onların eleştirirken bile haklarında sık sık Müslüman ifadesi kullanmıştır.
Şeyh Makdisi; Fesad Medreseleri kitabında şöyle demektedir:
Bayrak sadece hakim sistemin sembolüdür. Bilindiği gibi bütün muvahhidlerden istenen; ister put ister kanun ister taş ister anayasa ister hükümet ister güneş yada ay olsun bütün tagutları inkar etmesidir. Bu ibadet ister ruku ederek saygı göstererek itaat ederek vs. olsun fark etmez. Bir muvahhidin çocuklarına bunu öğretmesi bu şekilde yetiştirmesi gerekir. Çünkü bu LA İLAHE İLLALLAH ın gereklerindendir. Muvahhid bir Müslüman’ın vazifesi ise öncelikle bu fesad medreselerine çocuğunu göndererek onu bozguna uğratmak yerine, çocuklarına bu tagutlardan beri olması gerektiğini öğretmesidir. Bâtıl olup kendisine saygı gösterilen her şeyde, bu temel ilkenin göz önüne alınması gerekir.
Allah’a saygı gösterircesine saygı gösterilen, Allah’ı severcesine sevilen bu bez parçasına saygı göstermemesini emretmelidir. Ancak ne yazık ki günümüzde koyun sürüleri mesabesinde olan insanların bir çoğu bu bez parçasına Allah’a gösterilmesi gereken saygıdan daha fazlasını göstermektedir. (Fesad Medreseleri 94-95)
'Türkiye’nin durumu farklıdır !' Zannı :
Bu şubhe onların diğer İslam ülkelerindeki halkı tekfir etmemelerine mazeret olmaktadır. Bu şekilde Müslümanların ekseriyetini tekfir etmekten kurtulmuş olurlar. Çünkü Müslümanların ekseriyetini tekfir edenlerin harici olduklarında şubhe yoktur. Yoksa tekfirde sadece Türkiye ile sınırlı kalmayacaklardır. Aynı şekilde bu şubhe, bu grubun selef âlimlerine ve muasır cihad âlimlerine muhalefet etmemek için bir bahane olmuştur. 'Bu âlimler Türkiye’nin durumundan haberdar değildirler' sözü ile kendilerini (iç duygularını yatıştırmaya) ikna etmeye çalışırlar. Ama sadece kendilerini kandırırlar.
İlk olarak bu söz gerçekten doğru ise yani Türkiye halkının durumu diğer İslam ülkelerinin halkından farklı ise bu durum; ehliyeti ve ilmi olmayan kimselere böyle hassas bir konuda konuşma hakkı vermez. Ancak durum muteber âlimlere iletilir ve onlardan bir bilgi gelene kadar durmak gerekir.
İkinci olarak ise; küfür konusunda sayı ile değil, nevi ile davranılır. Yani bir küfür fiili işleyen kâfir olduğu gibi 15 küfür fiili işleyende kâfirdir. İkisi de İslam’ın gözünde birdir.
Misal verecek olursak, Türkiye okullarında 15 küfür akidesi öğretiliyorsa ve başka Müslüman ülkenin okulunda sadece bir tane küfür akidesi öğretiliyorsa iman ve küfür yönünden her iki okula çocuk göndermek aynı olur.
Aynı şekilde ülkeler arasında farklılığa bakarken küfür eylemlerle, günah fesat ve ahlaki bozukluklar arasında ayırım yapmak gerekir. Şubhesiz ki Türkiye, Tunus gibi ülkeler bu yönden daha ağırdır. Toplumlarında munkerler, içkiler, zinalar.....daha yaygındır. Ancak ilim ehli duygusal bir şekilde davranmamalıdır. İslam veya küfür hükmü vermek için halkın fesatlarına değil şeriatın ölçülerine bakılmalıdır.
Şeyh Makdisi; Akidemiz isimli kitabı, Küfür babında şöyle buyurmaktadır :
"Tağutların okullarına buğzeder, onlardan uzak durmaya çağırırız. Eğitim ve öğretim olarak bu okullara giden kimseleri tekfir etmeyiz. Ancak bu kurumlara giden kimse küfre ortaklık eder veya onu câiz kılar ya da küfre çağırırsa, onu tekfir ederiz.
Şeriatın yasakladığı bir durum olmadığı sürece, faydalı dünyevi ilmin öğrenilmesine engel olmayız. Vesileleri terk etmeye çağırmayız.
Nesilleri Tevhid üzere terbiye etmeye ve Allah’ın dininin sadık askerleri ve yardımcıları olmaları için, din ve dünya işlerinde onları bilinçlendirmeye teşvik ederiz."
“Zalimler, nasıl bir inkılab ile devrileceklerini pek yakında görecekler!” (Şuara 227)
Rabb'im; ummeti aşırılardan muhafaza etsin.
Rabb'im; müslümanlara merhamet etsin..
Tesetturlu Kız Öğrencinin Babasından Laik Spiker Şirin Payzın'a Ders
Okula Gönderilmeyen Çocuklar Aileden Alındı