Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

ESHAB-I KİRAM'DAN, EVLİYALARDAN, TARİHİMİZDEN HİKÂYELER

M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
TAHYİR HADİSESİ

Esteizübillah, Bismillahirrahmanirrahim;

«Ey Habibim! Kendi zevcelerine söyle, dünya yaşayışı, dünya süsü ve ziyneti istiyorlarsa, gelsinler, birkaç mal verip de kendilerine izin veresin. Yok eğer Allah'ı ve O'nun Resulünü ve ahiret evini istiyorlarsa, işte Allah aranızda iyilik eden kadınlar için, büyük mükâfat tedarik kılmıştır.». (Sûre-i Ahzab, Âyet: 28-29)

Bu Ayet-i Celîle nazil olduğu zaman Hazreti Peygamberimiz, evvelâ Hazreti Aişe radıyallahu anhâ validemize, meseleyi bildirmek üzere teşrif ettiler. Ve şöyle buyurdular:

— Ey Âişe sana bir şey söyleyeceğim, ama bunun cevabını düşünüp taşınmadan, hatta anne - babana dahi danışmadan vermeyeceksin.

Hazreti Âişe (r.a.):

— Buyur Ya Resûlallah! dedi.

Hazreti Peygamberimiz de, işte mealini yukarıya aldığımız Âyet-i Kerimeyi okudu.

Hazreti Âişe validemiz:

— Ya Resûlallah! Ben anne - babamla daha evvel bu meseleyi konuşmuştum. Şimdi tekrar konuşmama gerek yoktur. Ben Allah ve Resulünü ve ahiret evini tercih ediyorum, dedi.

Daha sonra Peygamber Efendimiz:

— Ya Âişe ben meseleyi diğer arkadaşlarına da söyleyeceğim, fcu-yurünca, Hazreti Âişe validemiz:

— Ya Resûlallah! Benim verdiğim cevabı onlara söylememenizi rica edebilir miyim ? dedi.

Peygamberimiz de Hazreti Âişe'nin (r.a.) isteğine uyarak ondan aldığı cevabı diğerlerine söylemedi. Fakat, Ezvac-i Mutahheratın tamamı aynı cevabı verdiler. Ezvac-ı Tahirat dünya ile ahiret arasında muhayyer kılındığı için bu hadiseye «Tahyir» hadisesi, Ayet-i Kerîmeye de Tahyir ayeti denilmiştir.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
PEYGAMBERİMİZİN EN ÇOK SEVDİKLERİ

Eshaptan Amr b. As hazretleri, Peygamberimize bir gün:

— Ya Resûlallah! Dünyada en çok kimi seversiniz? diye sordu. Hazreti Peygamberimiz: ,

— Kadınlar arasında Âişe'yi, buyurdular. Sonra Amr hazretleri yine sordular:

— Ya Resûlallah! Erkekler arasında kimi en çok seversiniz? Hazreti Peygamber Efendimiz:

— Âişe'nin babasını! buyurdular.

Onun babasının ismi Sıddık, kızının ismi de Sıddıka unvanıyla şe-reflenmiştir. Allah cümlemizi onların yolunda kılsın.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAZRETİ AİŞE'NİN İLMİ DEĞERİNE MİSAL

Hazreti Muaviye, halife bulunduğu bir sırada, saray mensuplarından birine: -

— En büyük alim kimdir? diye sordu. Adam: .

— Emir-ül Mü'minin olan sizsiniz efendim, dedi.

Hazreti Muaviye O'na:

— Sen doğru söylemedin, eğer Âişe demiş olsaydın, doğru söylemiş olurdun, diyerek Hazreti Âişe (r.a.)'nın ilminin yüksekliğine işaret etti.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAZRETİ ÜMM-Ü HABİBE'NİN PEYGAMBERİMİZLE İZDİVACI

Peygamberimizin hanımlarından Ümm-ü Habibe, kocası Ubeydullah b. Cahş ibn-i Rebah ile, İslâmiyetin ilk yıllarında müslüman olmuşlar ve hicret zamanında beraber Habeşistan'a hicret etmişti. Habeşistan'a vardıktan sonra kocası, oradaki papazların telkinatına kanarak İslâm'dan irtidat etti, yani dinden döndü. Bu hadise vuku bulmadan evvel Ümm-ü Habibe (r.a.) hazretleri bir rüya görmüş, rüyasında kocası acaip suretlere girmişti. Bu rüyadan sonra üzülüyor, bir kötü durum olacağından korkuyor fakat, kocasına bir şey söylemiyordu.

Kocası kendisine bir sabah:

— Ey Ümm-ü Habibe! Ben din hususunda çok düşündüm... Fakat hristiyanlıktan daha iyi bir din göremiyorum. Ben daha önce müslüman olmuştum ama, şimdi tekrar Hıristiyanlığa dönüyorum, istersen benimle, sen de dininden dön!., deyince, Ümm-ü Habibe daha evvel gördüğü rüyayı nakletti ve dininden dönmemesi için nasihatlarda bulundu. Ümm-ü Habibe'nin sözleri, hiçbir tesir göstermedi. Kendisini iyice içkiye veren kocası, kısa zaman sonra öldü. Ümm-ü Habibe (r.a.) hazretleri ise, Habeşistan'da doğan kızı Habibe ile yalnız kaldı.

Habeşistan hükümdarı, müslümanların ülkesine hicretlerini kabul etmiş ve müslüman olmuştu. Orada müslümanlara, dul ve yetimlere yardım ediyordu.

Hazreti Resulü Ekrem Efendimiz, Ümm-ü Habibe'nin yalnız kaldığını ve iddetinin dolduğunu öğrenince nikâh için haber saldı. Bu iş için ise Amr b. Ümeyye Damarî hazretlerini Habeşistan hükümdarına gönderdi. Peygamber Efendimizden bu haber gelince Habeşistan hükümdarı kendi cariyesini Ümm-ü Habibe (r.a.) hazretlerine göndererek meseleyi bildirdi ve:

— Eğer sen de bu işe razı isen kendine bir vekil ta'yin eyle de nikâh işini tamamlayalım, dedi.

Hükümdar, Ümm-ü Habibe'ye hediye olarak, iki gümüş gerdanlık, başka mücevherler ve yüzükler, bilezikler göndermişti.

Hazreti Umm-ü Habibe, kendisine vekil olarak Halid îbn-i Saıd'i tayin etti. Böylece de, nikâh işinin tamamlanmasını bildirmiş oldu. Bunun üzerine Habeşistan hükümdarı, oradaki müslümanları toplayıp şahitleri tayin etti ve aynı mecliste Resûlüllah'dan vekaleten 400 dirhem mehir tayin edip, bizzat Umm-ü Habibe'nin vekiline verdi.

Böylece ümm-ü Habibe validemiz Hicrî sene altıda Ezvacı tahirat arasına girmiş oldu. O zaman Ummü Habibe 37 yaşlarında idi: Allah onlardan razı olsun...

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAZRETI OSMAN'IN MÜSLÜMANLIĞI VE RUKAYYE (R.A.) ILE EVLENMESI

Hazreti Osman (r.a.) îslâmiyeti nasıl kabul ettiğini ve Peygamberimizin mübarek kerimesi Hazreti Zeynep (r.anhâ) ile nasıl nikâhlandıklarını kendisi şöyle anlatmaktadır:

— Bir gün Kabe'nin avlusunda birkaç dostumla oturmakta idim. Birisi gelip bana:

— «Muhammed'in kızı Rukayye'yi Ebûleheb'in oğlu Utbe ile nikahlamışlar. Duydun mu?» diye sordu. Ben Rukayye'nin hüsn-ü cemalini ve edep terbiyesini biliyordum. Şunu iyi biliyordum ki, Rukayye'nin kemalatı hiç bir Arap kızında yoktu. Onun her hususu, bütün kızların gıpta edeceği hallerdendi. Bunun için de, Hazreti Rukayye'ye karşı içimde bir istek vardı. Haberi duyunca bir hayli içim sıkıldı, üzüldüm ve oradan ayrılarak, doğru eve geldim. Eve halam, Sa'de gelmişti. Meseleyi evvela ona açtım. Teyzem, firaset sahibi bir kadındı. Halama anlattıklarımı duyunca, bana şu sözleri söyledi:

— «Ey Osman, sana müjdeler olsun... Hem de, çok kere selâm olsun. Daha üç selâm, başka üç selâm daha olsun. Bu selâmlardan her biri on selâma bedeldir. Allah sana gösterecek, sen iyiliklere kavuşacaksın. Allah'a yemin ederim ki, sen çok güzel, hüsn-ü cemal sahibi bir hatun ile evleneceksin.

Sen hiç evlenmemiş bir erkeksin, senin evlendiğin de bakire bir kızdır. Gayet yüce mertebe sahibi bir zatın kızıdır.»

Teyzemin bu sözlerine bir mânâ verememiş, şaşırıp kalmıştım:

— Teyze; ben ne söylüyorum, sen ne diyorsun? Dedim. (Yani ben Rukayye'nin Ebu Leheb'in oğlu ile evlendiğini söylüyorum, sende bana başka kızdan bahsediyorsun, demek istedim.)

Teyzem söze devamla şunları söyledi:

— Osman, Osman! Senin güzelliğin, kadr ü kıymetin var, işte elinde senet bulunan bir peygamber; Hak Teâlâ onu Resul olarak göndermiş, ona Tenzil ve Furkan nazil kılınmış, sen de ona uy! Gözünü putlar bürüyüp aldatmasın.

Teyzemin bu sözlerinden hiçbir şey anlamamıştım. Yine teyzeme bu meseleyi biraz daha açmasını, beni aydınlatmasını rica ettim; bunun üzerine teyzem yine devam etti, şöyle konuşmaya başladı:

— Allah'ın Resulü hazreti Muhammed, (a.s.) Allah tarafından gelip Kur'ân-ı Kerîm'i getirmiştir. O'nun meş'alesi tek kurtuluş yoludur. Yarın olup da kılıçlar kından çıkıp şakırdamaya başlarsa hiçbir şey kâr etmez.

Teyzemin bu sözlerinden pek bir şey anlamamama rağmen, içime bir ateş düşmüştü, işin ne olabileceğini düşündüm. Hazreti Ebu Bekir (r.a.) ile aramız iyiydi. Çok kere beraber oturur sohbet ederdik. Bu meseleyi bilse bilse o bilir diye düşündüm ve yanına gittim. Ebu Bekir'in yanında kimse yoktu. Ondan çekinmez her şeyi söyleyebilirdim. Aramızda ticaret de vardı. Teyzemin bütün söylediklerini kendisine anlattım.

Hazreti Ebu Bekir:

— Ya Osman! Sen anlayışlı ve düşünceli bir insansın. Senin doğruyu ve yanlışı ayırmadığını görmek bana hayret veriyor. Sizin kavminiz putlara tapıyor. Bu putlar taştan yapılmış, bir işe yaramayan, bir zararı ve yararı dokunmayan şeylerdir. Bunlardan insana ne faide, ne de bir zarar gelir, duymazlar görmezler, dedi.

Ben:

— Senin söylediklerin doğrudur, ey Ebu Bekir, dedim.

Ebu Bekir (r.a.) devamla:

— Yemin ederim ki, senin teyzen ne söylemiş ise tamamı doğrudur. Muhammed ibni Abdullah'ı (s.a.v.) Allah (c.c.) Hak Peygamber olarak göndermiştir. Sen de bir defa onun yanına gidip ne söylediklerini dinlesen, ne zarar edersin, dedi.

Ben de kalktım huzuru Saadete vardım. Resûlullah (s.a.s.) bana:

— Ey Osman Allah seni cennetine çağırıyor, gitmek istemez misin? Ben Allah'ın Resulüyüm. Allah beni hem sana hem bütün insanlığa rehber olarak gönderdi, buyurdu.

Allah'ın Resulü, bana bunları söyledikten sonra o hale gelmiştim ki, adeta kendime hakim değildim. Kendimi tutamıyordum, irade ve ihtiyarım dışında, ne yaptığımı bile bilmez halde; «Eşhedü enlâ ilahe illallah, ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlühü» dedim. Böylece de İslâmiyetle ilk olarak müşerref olmuş oldum.

Bu hadise esnasında «Tebbet» Sûre-i Gelilesi nazil olmuş, Ebu Leheb oğluna, Muhammed'in kızını boşayacaksın diye diretiyordu. Daha henüz Rukayye (r.anhâ) ile birleşmemişlerdi. Ebu Leheb'in oğlu Utbe Rukayye radıyallahu anhâ'yı boşadı. Ondan sonra da Hazreti Osman Peygamberimizin kerimeleri Rukayye (r.a.) ile evlendiler.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ENSAR'IN MUHACİRE GÖSTERDİĞİ YAKINLIK

Hazreti Risalet Penahileri Efendimiz, Mekke'den Medine'ye hicret ettikleri zaman Eyyûb-el Ensari hazretleri'nin evine teşrif etmişlerdi. Hazreti Fâtıma ile Hazreti Ali nikahlanınca onların evinin de Hane-i Saadete yakın olmasını arzu ediyordu.

Hazreti Ali Kerremellahü veçhe evlendikleri zaman bir ev kiralamıştı. Tabii ki bu ev biraz uzakça idi. Bir gün Peygamber Efendimiz, kızının evine geldiklerinde:::

— Ey kızım, isterim ki seni kendime daha yakın göreyim, buyurdular.

Hazreti Fâtıma (r.a.) da:

— Ey babacığım, Haris ibn-i Numan'a buyurun da o, kendi evini bize versin, dedi.

Peygamber Efendimiz:

— Kızım ben Haris ibn-i Numan'a bunu nasıl söyleyebilirim, buyurdular.

Fakat her nasılsa Haris (r.a.) bu meseleyi duymuştu. Gelerek Resûlüllah'a arzetti:

— Duydum ki, kerime hazretleri sizin eve yakın bir evde bulunmak istiyorlarmış. Benim bütün evlerim elbette ki Allah Resulünün emrindedir. Yemin ederim ki ben bana emredilen her şeyi seve seve yaparım ve size lâzım olan bir şeyin sizde olmasını, bin kere bende olmasına tercih ederim.

Resûlüllah (s.a.v.):

— Doğru söylüyorsun... Hak Teâlâ sana rahmet ihsan eylesin, senden bereketini eksik etmesin, buyurdular.

Bundan sonra da hazreti Fâtıma Validemiz, Hazreti Haris ibn-i Numan'ın evine yerleştiler.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HZ. ALİ: «FATMA'YI MI, BENİ Mİ ÇOK SEVERSİNİZ?»

Hazreti Ali Kerremellahü Veçhe anlatıyor:

— Hazreti Fâtıma ile evlendiğimizde yatağımız yoktu. Bir yaygımız vardı, onu gece yatak olarak kullanır, gündüz ise üzerine oturur minder olarak kullanırdık.

Bir ara Ali radıyallahu teâlâ anh, Zatı Saadetlerine:

— Ya Resûlallah! Bizim ikimizden hangimizi çok seversiniz, (yani Fâtıma'yı mı, beni mi?) demek istemişti. Hazreti Peygamberimiz:

— Fâtıma'yı çok severim, ondan sonra da seni çok severim, buyurdular.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
AĞLAYARAK GÜLEN FATMA ANAMIZ

Hazreti Aişe validemiz anlatıyor:

Bir gün Resûlüllah'ın vefatlarından önce, yanlarında oturmakta idik. Hazreti Fâtıma çıkageldi. Çok dikkat ettim. Onun her hareketi, babasının aynıydı. Yemesi, içmesi, oturup kalkması hep Resûlüllah'a benzerdi.

Zatı Saadetleri:

— Hoş geldin kızım, gel otur! buyurarak sağ tarafına oturttu. Sonra Resûlüllah, Fâtıma'nın kulağına eğilerek bir şeyler söyledi. Fâtıma, ağlamaya başlamıştı. Biraz sonra tekrar bir şey söyleyince, bu sefer de Fâtıma gülmeye başladı. Ben hayrette kalmıştım.

Meseleyi Fâtıma'dan sordum:

— Ağlamakla, gülümsemek... ikisi bir anda nasıl oldu bu? Bunların ikisi bir anda olamazlar. Sebebini bana söyler misiniz? dedim. Hz. Fâtıma, bana:

— Bu babama ait bir sırdır. Benim de babamın sırrını başkasına açmağa hakkım yoktur, diye cevap verdi.

Fakat aradan zaman geçip, Resûlüllah vefat ettikten sonra tekrar sordum. Fâtıma (r.a.) cevap verdi:

— Babam artık vefat etmiştir. Bunun için de meseleyi anlatmamda artık beis yoktur, dedi ve Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu anlattı:

Kızım, Cebrail aleyhisselâm her sene bir kere Kur'ân-ı Kerîm'i hatmederdi, bu sene iki kere hatmetti. Ben de bundan anladım ki, benim fani âlemden göçme zamanım yaklaşmıştır, buyurunca ben ağlamağa başladım. Benim ağladığımı gören babam, bu sefer yine kulağıma gizlice:

— «Kızım, ehli beytimden bana ilk kavuşacak sensin» buyurunca gülmeğe başladım. Sonra da bana:

— «Bütün dünya hatunlarının hanımefendisi sen olacaksın» buyurdu, işte beni sevindiren, babama ilk önce benim kavuşacağım haberi idi.»

Hakikaten Peygamber Efendimizden sonra irtihal'dan beka eyleyen ilk ehli beyt Hazreti Fâtıma validemiz olmuştur.

Hazreti Peygamberimiz vefat etmişti. Eshap, defin işini tamamladıktan sonra Hazreti Fâtıma validemizi, teselli etmek gayesiyle ziyaretine gelmişlerdi. Eshabın içerisinde Enes (radıyallahu anh) de vardı.

Hazreti Fâtıma, Hazreti Enes'e:

— Siz Resûlüllah'ı definden mi geliyorsunuz? diye sordu. Onlar:

— Evet! dediler.

Hazreti Fâtıma kendisini ziyarete gelen eshaba:

— Sizin kalbiniz Resûlüllah'ı toprağın altına koyup gömmeye nasıl müsaade etti, dedi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAZRETİ FATMA'NIN VEFATI

Hazreti Fâtıma radıyallahu anhâ hazretleri, 29 yaşında, hicrî sene 11 (Milâdî 632) de vefat etmiştir. Bu tarihe göre, Zatı Saadetlerinden 6 ay sonra vefat etmiş olmaktadır. Ehl-i beytten ilk irtihal eden, yani Peygamberimize ilk kavuşan hazreti Fâtıma olmuştur.

Vefat hadisesini, Umm-ü Seleme hazretleri şöyle anlatmaktadır:

«Hazreti Fâtıma'nın vefatı sırasında Hazreti Ali radıyallahu Teâlâ anh evde yoktu. Hazreti Fâtıma beni çağırıp:

— Bana su hazırla! Ben yıkanacağım, temiz elbiselerimi de çıkar giyineceğim, dedi. -

Ben de suyunu ve elbiselerini hazırladım. Gayet güzel yıkandı ve temiz elbiselerini giyip, «bana yatak hazırla, ben uzanacağım» dedi.

Ben de dediğini yaptım. Yatağını kıbleye doğru çevirip yattı ve bana şöyle söyledi;

— Ey Umm-ü Seleme! Şimdi ise ayrılma zamanı geldi. Kendim yıkanıp guslettim. Bunun için bana birkaç kere guslettirmeye ve vücûdumu ovalamaya da lüzum yok, buyurdu.

Nitekim bir müddet sonra da fani âleme veda etti.» diye anlatmaktadır.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İSLÂM İÇÎN HİCRETİN MÜKAFATI

Hazreti Esma bint-i Umays (r.a.) kocası Hazreti Zübeyr ile birlikte Mekke'den Habeşistan'a hicret etmiştir. Habeşistan'da iken Hazreti Cafer'den üç çocuğu dünyaya gelmiş olduğuna göre orada hayli zaman kaldıkları anlaşılmaktadır. Birkaç sene sonra hicrî sene 7'de Medine'-i Münevvere'ye gelmiştir. Habeşistan'dan geldiklerinde evleri olmadığından Ümm-ül Mü'minin, hazreti Hafsa'nın evinde oturuyordu.

Bir gün Hazreti Ömer (r.a.) oraya gelmişti. Hazreti Hafsa validemize:

— Bu hatun kimdir? diye sordu. Hazreti Esma olduğunu öğrenince de:

— Habeşistan'a gidip, denizleri aşıp gelen Esma mı? diye sordu. Hazreti Esma da:

— Evet! Dediğin Esma... deyince, Hazreti Ömer radıyallahu anh Hazreti Esma'ya lâtife kabilinden:

— Biz sizden daha faziletliyiz.. Zira bizler muhacirizdir, dedi. Hazreti Esma, bu sözlere biraz üzülmüş olacak ki, şunları söyledi:

— Evet! Siz doğru söylüyorsunuz, muhacir olmak fazilet sebebidir, ama şurası da var ki Resûlüllah'la beraber hicret ettiniz. Resûlüllah açların karınlarını doyururdu, bilgisizlere bilgi öğretirdi. Biz ise, kendi yağımızla kavrulan, kendi başına kalan kimsesizlerdeniz. Biz böyle uzak diyarlarda Hak Teâlâ'nın dini ve Resulünün yolu için çeşitli sıkıntılara katlandık.

Hazreti Ömer'le Hazreti Esma arasında bu konuşma geçerken Vesile-i necat sallalîahu aleyhi ve sellem efendimiz teşrif ettiler ve meseleyi öğrendiklerinde şöyle buyurdular:

— O, (yani Hazreti Ömer) bir kere hicret etmiştir, evet, hicretin fazileti vardır; fakat sen iki kere hicret etmişsin. Bu itibarla senin hicretinin fazileti de iki keredir, buyurarak, Hazreti Esma'nın gönlünü aldılar.

Hazreti Esma ve diğer Habeş muhacirleri, Peygamberimizin bu sözlerinden çok memnun olmuşlardı. Bundan sonra, hep Habeş muhacirleri Hazreti Esma'nın huzuruna gelip, bu hadise hakkında bilgi alırlar ve Resûlüilah'ın rızasını kazandıklarından dolayı sevinç duyarlardı.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
BESMELENİN KERAMETİ

Dinine bağlı bir kadının güzel bir alışkanlığı vardı: Bir işe başlarken daima besmele çeker, besmelenin kudsîyetine inanırdı. Bu kadıncağızın bir de, dinine pek bağlı- olmayan ve dinî hususlarla alay eden bir kocası vardı ki, o da karısının her işinde besmele çekmesine içerler: «Ne lüzumu var her zaman bismillah deyip durmanın» derdi kendi kendine...

Bir gün ben bu karıma bir oyun yapayım da öğrensin her zaman besmelenin bir işe yaramadığını diye düşündü ve karısına bir kese altın verip:,

— Karıcığım bunu sağlam bir yere sakla ki kaybolmasın, diye tenbih etti.

Kadın yine kocasının elinden parayı alırken:

— Bismillah, deyip parayı saklamak için sandığa doğru yürüdü... Kocası da gizlice onu takip ediyordu.

Kadın gene: «Bismillahirrahmanirrahiym» deyip parayı sandığa koyup ağzını kapattı.

Aradan bir iki gün geçtikten sonra adam kadının haberi olmadan sandığı açtı ve içinden para kesesini alıp dışardaki su kuyusuna attı. Ondan sonra da gelip karısına:

— Hanım para lâzım oldu, şu parayı getirsene, dedi.

Adam karısının parayı sandıkta bulamayacağını ve dolayısıyla da besmele çekmenin bir faide temin etmediğini anlayacağını düşünüyordu.

Kadıncağız adeti veçhile: «Bismillahirrahmanirrahiym» diyerek sandığı açtı ve keseyi almak için elini uzattı ki, kese ıslaktı. Kadın şaşırmıştı... Bu keseye sandığın içinde ne oldu da ıslandı diye düşünüyordu. Fakat kadının kocası ondan daha fazla hayret içinde kalmıştı. Çünkü biraz evvel para kesesini dışardaki kuyuya bizzat kendisi atmıştı. Vaziyeti gördükten sonra adam meseleyi kadına anlattı artık, çünkü sabredecek durumda değildi:

— Karıcığım, keseyi ben kuyuya atmıştım, fakat besmelen seni mahcup olmaktan kurtardı. Artık ben de besmelenin kerametine inandım, beni affet! dedi, karısına..

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HZ. ÖMER VE KURTLAR

Dağda koyun otlatmakta olan bir çoban vardı. Çoban senelerin çobanı, her kötülükten emin vaziyette koyunlarını güdüyor ve koyunlara da hakikaten hiçbir zarar gelmiyordu. Çoban Allah'ına bağlı son derece de mütteki bir kişi idi. Bir gün koyunlardan birini kurt kaptığını görünce çoban feryatı basıp ağlamaya başladı.

Yanındakiler:

— Bu kadar ağlamana ne gerek var, kurt bir koyun kapmış, diğerleri duruyor ya, diyerek çobanı teselli etmek istediler.

Çoban:

— Ben dedi, koyunumun gittiğine ağlıyor değilim, ben Hazreti Ömer öldü de, O'na ağlıyorum, dedi.

Nereden bildin Hazreti Ömer'in öldüğünü, diyenlere şu cevabı verdi:

— Nasıl bilmem? O sağken kurtlar, değil koyunları parçalamak, koyunlarıma yan bile bakamıyorlardı.

Biraz sonra hakikaten Hazreti Ömer'in öldüğü haberi duyulunca çobanın ne kadar haklı olduğu anlaşıldı.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
MÜSLÜMANIN DEVESİ VE EBU CEHİLL

Uzak çöllerden bir Arabî hazreti Peygamberimizi ziyarete gelmiş; gelirken de yanında bir çok hediyeler getirmişti. Yanında bir de binek için devesi vardı. Peygamberimizle görüşüp geri döneceği zaman yanında hiçbir şeyinin kalmadığının farkına varıp deveyi satmaya karar verdi.

Devenin satılacağını Ebu Cehil de duymuştu. Adam gönderip deveyi satın alacağını bildirerek kendi adınna aldırdı. Adam parayı almaya gelince de:

— Dininden dönersen sana bol para veririm, deyince, Arap:

— Hayır! Dinimden dönmüyorum, paranı da istemiyorum. Bana devemi geri ver, dedi. Ebu Cehil kızmıştı:

— Git, istediğin yere şikâyet et! Deveni de paranı da vermiyorum, dedi.

Adam da doğru Resûlüllah'ın huzuruna çıkıp meseleyi anlattı. Hazreti Peygamberimiz, adamın yanına iki kişi vererek:

— Gidin Ebu Cehil'e söyleyin, ya deveyi versin, ya da parayı, diye ferman buyurdu. Ebu Cehil'in yanına gelen eshap Peygamberimizin emrini bildirdiler.

Ebu Cehil hemen:

— Başüstüne, dedi ve devenin değerini verdi. Müslümanlar gittikten sonra, Ebu Cehil'in adamları: _ Biraz evvel bize ne söylemiştin, şimdi ne yaptın? diyerek sebebini sorduklarında, Ebu Cehil:

— Benim yerimde siz olsaydınız, belki de canınızı verirdiniz. Nasıl vermeyeyim... Adamın başı üzerinde öyle büyük deve gördüm ki, eğer vermemiş olsaydım, o kuyu gibi ağzıyla belki de beni o anda yutacaktı, dedi ama yine de îmana gelmedi hain...

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ANA SÖZÜ DİNLEMEYENİN HÂLİ

Bir kadının bir oğlu vardı, oğlundan başka kimsesi de yoktu. Bütün günlerini onunla geçirir, varı - yoğu oğluna en ufak bir zarar gelmesini, istemezdi. Kadının bu oğlu bir gün tutturdu, illa da hacca gideceğim diyor başka birşey demiyordu.

Annesi ağlamaya başladı. Çünkü oğlunun yanından ayrılmasına tahammül edemeyeceği gibi o gittiği takdirde yapayalnız kalacak ve kimsesizlikten belki de perişan olacaktı.

— Oğlum, Mekke dediğin şurası değil ki, ne zaman gidip - geleceksin. Sen gittikten sonra ben ne yapacağım, etme eyleme, diye yalvardıysa da, oğlu kararında ısrar etti ve hacca gitmek üzere yola çıktı ama, ananın da yüreği yanık kaldı.

Yalnız kalan anne üzgün bir kalple şöyle dua etti:

— Ya Rabbi, oğlumun ayrılığına dayanamayacağım... Söz dinletemedim, onu bir ikaz et de geri dönsün.

Oğul ananın bu yakarışlarından habersiz olarak yoluna devam ediyordu. Bir gece bir şehirde konaklamak için kalmaya karar verip kapısı açık olan bir mescide girdi. O şehirde de azgın bir hırsız evlere dadanmış ne bulursa çalıyor, fakat hırsızı bir türlü yakalıyamıyorlardı. O gece gene hırsız bir yere girip mal çalmış ve kaçmıştı. Hırsızı takip etmeye başladılar, hırsız kaçıyor takipçiler onu kovalıyorlardı. Derken hırsızın izini kaybettiler. Takipçiler buraya girmiş olabilir diye camiye daldılar. Baktılar ki orada bir adam var. Olsa olsa budur diyerek adamı yaka - paça reisin huzuruna çıkardılar. Çünkü her gün hırsızlık vuku bulduğu halde bir türlü yakalıyamıyorlardı. Bu sefer tamam dediler, bu şehri kasıp kavuran hırsız budur. Hırsızın gözünün oyulmasına karar verdi mahkeme. Gözlerini oyup bir merkep üzerine sardılar ve gündüz halkın en kalabalık olduğu bir zamanda şehirde gezdirmeye başladılar. Hırsızı (yani anasının sözünü dinlemeyen ve hırsız zanniyle yakalanan o genci) gezdiren tellâl şehir halkına teşhir ediyor ve:

— Ey ahali işte sizin canınızı yakan, malınızı çalan hırsız nihayet yakalanmıştır; bundan sonra rahat edeceksiniz, diye bağırdıkça, genç, tellâla şöyle bağırmasını rica ediyordu:

— Ey ahali işte anasının sözünü dinlemeyip de illa ben hacca gideceğim diye yola çıkanın hali budur, diye bağır diyordu ama derdini ta baştan kimseye anlatamamıştı ki tellâla anlatsındı.

Bütün şehri dolaştırdıktan sonra genci şehrin dışında bir yol kenarına attılar. Oradan geçenler genci memleketine getirdiler, evini bulmasını temin ettiler.

Genç adamcağız kendi evlerinin kapısına gelince; «bu!» diye seslendi. Tabii ki aradan hayli zaman geçtiği için saçı sakalı uzamış, üstü-başı yırtılmıştı. Kapıyı açan yaşlı kadın, oğlunu tanıyamadı. Bilmiyordu ki kapıya dilenci halinde gelen arkasından, «Ya Rabbi oğlumu azarla da geri dönsün» diye yalvardığı kendi oğluydu.

— Sapa-sağlam adamsın... Dileneceğine çalışıp da kazansana! dedi. Genç:

— Çalışamam, gözlerim kör, deyince, yaşlı kadın:

— Ne oldu gözlerine? diye sordu. Genç:

— Ne_ olacak, annemin hatırını kırdım, sözünü dinlemedim. Allah da benim gözlerimi aldı, diye cevap verince, kadın anladı karşısındakinin oğlu olduğunu, başladı hüngür hüngür ağlamaya...

— Ya Allah'ım! Duam ağır olmuş, ben onun gözlerinin kör olması için dua etmemiştim, diye Allah'a yalvarmaya başladı. Kadına gelen ilâhî bir ses:

— Onun suçuna karşılık biz sadece gözlerini kör ettik, aslında anaya asî olanın cezası daha ağırdır. O buna şükretsin, diyordu.

Kadının oğlu dönüp gelmişti ama gözleri kör olduğundan hiç bir iş yapamıyordu. Kadın çok dua etti Allah'a... Allah'ın iyi bir kulu imiş ki, duası kabul olunarak gencin gözlerini Cenab-ı Allah iade etti...

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
ARSLANA BİNEN ŞEYH

Silsile-i Saadet'ten Şeyh Hasan-ı Harkânî Hazretlerini kendisine mürit olmak isteyen bir kişi ziyaret maksadıyla evine gelip kapısını çaldı. Hasan-ı Harkânî hazretleri evde yoktu..Karısı açtı kapıyı.

— Kim o, ne istiyorsunuz? diye sordu.

Adam çok uzaklardan geldiğini, Ustazı görmek istediğini söyledi.

Kadın ziyarete gelen adama:

— Sen deli misin? Nesi var o adamın görecek... Bir de ta Talkan'dan gelmişsin. Onun inanılacak bir tarafı yoktur. Her hareketi saçmalıklarla doludur. Onu sizin gibi akılsızlar şımartıyor, o da kendisini bir şey zannediyor. Var git işine, kendini boşuna yorma! dedi. Çünkü kendisi Şeyh'e inanmıyor, onun bir sahtekâr olduğunu iddia ediyordu.

Ziyarete gelen adam, kadından bu sözleri dinledi ama, yine de kalbi bozulmuş değildi, inanıyordu, Hasan-ı Harkânî hazretlerinin büyüklüğüne... «Bu kadın ne sapık kadınmış. Ben illa da onu bulacağım», diyerek çarşıya çıktı ve Ustazın nerede olabileceğini sordu. Onu tanıyanlardan birkaç kişi dağda olabileceğini ve oduna gitmiş olduğunu söylediler. Adam dağın yolunu tuttu, içinden bazı şeyler geçiyor, bu adam hakkında neden bu kadar kötü konuştu bu kadın diye düşünüyordu ki, şehirden epeyce uzaklaşmıştı. Baktı ki karşıdan acaip bir şey geliyor ama tozu da dumana katıp geliyor, îyice, gelen şeyin ne olduğu farkedilecek kadar yaklaştığında baktı ki, bir arslân, arslanın arkasında bir hayli odun, üzerinde de bir adam oturmakta... Şaşırmıştı adamcağız, bu nasıl şeydir böyle diye...

İyice yaklaştıktan sonra Hasan-ı Harkânî hazretleri arslanın üzerinden indi ve kendisini ziyarete gelen adama şöyle dedi:

— Biliyorum başına neler geldiğini... Eve gittin, sana bir takım şeyler söylediler ama, sen inanmadın. Fakat şunu iyi bil ki, sabır bütün sıkıntıları savar. Ben o kadına sabretmeseydim belki de bu dereceye ulaşamazdım. Ben onun yükünü çekmeseydim, bu arslân da benim yükümü çekmezdi, dedi.

Ziyarete gelen müridin îmanı bir kat daha artmıştı. Orada ona teslim oldu ve müridlik şerefine nail oldu...

Hasan-ül Harkânî (k.a.) Hazretleri Kars'ta medfundur.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
«SEYAHAT YA RESÜLALLAH»

Meşhur Osmanlı Türk seyyahı Evliya Çelebi, seyahata ve birçok ülkeyi gezmesine başlamadan evvel başından geçen bir hadiseyi seyahatine vesile olarak gösteriyor ve şöyle anlatıyor:

Yemiş iskelesi yakınlarında Ahi Çelebi Camii denilen bir cami vardı. Bir gece rüyamda kendimi o camide gördüm. Derhal caminin kapısı açılıp içeri nur yüzlü, silâhlı bir kısım asker doldu. Sabah namazının sünnetini kılıp salavat getirmeye başladılar.

Aradan bir müddet geçtikten sonra, ben yanımda duran askere:

— Sultanım sizi tanıyabilir miyim? dedim.

— Aşere-i Mübeşşere'den Sa'd ibni Ebi Vakkas'ım, deyince mübarek elini öptüm.

— Bu nurlu adamlar kimdir? diye sorduğumda, bana onların nebilerin ruhları olduğunu söyledi. Ve arkadakileri göstererek, bunlar da diğer evliyaların, eshabın, Kerbelâ şehitlerinin ruhlarıdır... diye anlattı. Ve bana Hazreti Peygamberimizin gelip namaz kıldıracağını, Bilâl-i Habeşi hazretlerinin de müezzinlik yapacağını söyledi. Bana namazdan sonra mihhraptan kalkmadan Resûlullah'ın elini öper, «şefaat Ya Resûlallah» diyerek şefaat dilersin diye de öğretti Ebu Vakkas hazretleri.

Biraz sonra Hazreti Peygamber Efendimiz teşrif ettiler... «Esselâm-u Aleykûm Ya Ümmetîm» buyurdular. Oradakiler selâma mukabele ettiler. Bilâl-i Habeşi Hazretleri ile beraber müezzinlik ettik. Namazları kıldıktan sonra Hazreti Ebi Vakkas beni Resûlüllah'ın huzuruna getirdi ve:

Ya resulullah evliya kulun şefaat diler. buyurdular. Bana da «mübarek ellini öp!» dediler.

Ben, ağlayarak Resûlûllah'ın mübarek eline sarıldım ve öpmek üzereyken heyecandan kendimden geçmiştim. «Şefaat Ya Resûlallah» diyeceğim yere, «Seyahat Ya Resûlallah» demişim.

Hemen Hazret tebessüm edip, «Şefaati, seyahati, ziyareti, sıhhat ve elametle kolay eyle Ya Rabb!» buyurdular ve «elfatiha» dediler... Bütün eshap ve orada bulunanlar fatiha okudular, ben de teker teker hepsinin elini öperek oradan ayrıldım.

Ondan sonra Evliya Çelebi seyahata başlamıştır. Ve dünyanın birçok yerini gezmiş ve, haccı da eda etmiştir.

Evliya Çelebi'nin meşhur seyahatnamesinden anladığımıza göre, Evliya Çelebi sadece gezmekle kalmamış, gezdiği yerleri karış karış hesap ederek her haliyle kitabına almıştır. Bazı tenkidciler Evliya Çelebi'nin fazla mübalağa ettiği görüşünü savunurlarsa da hepsinde bir hakikat payı bulunmaktadır. Her şeyden evvel Seyahatname misline rastlanmayan bir tarih kitabıdır.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
BEYAZIT VELÎ HAZRETLERİNDEN BÎR KISSA

Osmanlı padişahları arasında, Fatih Sultan Mehmed ve onun oğlu Beyazıt Veli gibi, Abdülhamid Han gibi evliya padişahlar çok gelmiştir. Aşağıda okuyacağınız hadise, Evliya Çelebi'nin kaydettiğine göre, Sultan Beyazıt Veli'de vuku bulmuştur.

Hazreti Fatih'in oğlu Sultan Beyazıt, saltanatları zamanında vefatından yedi sene evveline kadar et yememişlerdi. Bir gün o kadar çok paça yemek istedi ki, artık dayanamayacak hale gelmişti. Kendisi ise nefsine harp ilân etmişti, muvaffak olmak için uğraşıyordu. En sonunda bir tabak sirkeli ve sarımsaklı paça getirilmesini emretti. Paça çorbası geldikten sonra da önüne koyup yemedi ve nefsine hitaben:

— Ey nefis! işte arzu ettiğin paça. önünde, istersen çık da ye! deyince hemen ağzından gelinciğe benzer, iki gözlıri de kör, bir mahlûk çıkarak tabağın kenarına geçti ve paçayı köpek kuduz gibi içip bitirdi. Tatmin olduktan, çorbayı bitirdikten sonra da, geldiği yere- geri dönmek maksadıyla Beyazıt veli'nin hırkasından yukarıya doğru tırmanmaya başladı. Beyazıt Veli hazretleri elinin tersiyle vurup yere düşürdü, yerde tortop hale gelen mahlûku göstererek şunu öldürün diye bağırdı. Oraya en yakın hizmetçi gençlerden birisi yetişip ayağı altına alarak öldürdü.

Hadiseyi zamanın şeyhülislâmı duyduğunda:

— Kâmil insan kemalata nefis sayesinde erişir. Nefis insan vücudunun bir direğidir. Bunu kefenleyip gömmek gerek, diye fetva verdi.

Aynı insan cenazesi gibi yıkayıp kefenlediler ve cenazesini kılıp defnettiler. Cenazede sanki padişahın cenazesi imiş gibi çok kalabalık cemaat vardı. Beyazıt Kubbesi yakınında bir yere defnedildi. Bundan dolayı halk Beyazıt Velî hazretleri için «iki kere ölüp cenazesi iki defa kılınan padişah» derlerdi.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
MISIR'IN FETHİNDEN YAVUZ'A DÜŞEN HİSSE

Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır fetholunup Emanet-i Mukaddese ve hilafet istanbul'a taşındığında, Yavuz, en emin adamlarından biri olan Kemal Paşa - zadeyi Mısır'ın emlâkinin yazılmasına memur etti. Kemal Paşa - zade riyasetindeki memurlar yazıp - çizdikten sonra Mısır'da her şeyin vakıf olduğunu ve istanbul'a bir şey getirmenin mümkün olmadığını bildirerek:

— Mısır'da uçan kuştan yerde gezen canlılara Kadar herşey vakıftır, dediler.

Bu haber kendisine ulaşan Osmanlı Sultanı Büyük Yavuz, kendisine hiç bir şey getirilemeyeceğini öğrenince:

— Zararı yok!.. Bize Hadim-ül Haremeyn olmak şerefi yeter, buyurdular.

Osmanlıların bir emperyalist olduğunu ve kendi idaresinde bulunan milletleri sömürdüğünü iddia edenlerin kulakları çınlasın. Osmanlılar kendi idaresindeki yerleri değil sömürmek, onlara hazineden yardım yaparak imar bile etmişlerdir. Bugün yabancı diyarlarda kalan Osmanlı eserleri bunun bir nümunesidir.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
MERKEZEFENDİ KUYUSUNUN HİKAYESİ

Halen istanbul'un, Topkapı civarında, istanbulluların ziyaret yerlerinden biri de Merkezefendi'nin tûrbesidir. Merkezefendi mezarlığına da adını veren bu büyük velînin menkıbeleri anlatılmakla bitmez. Bunlardan bir tanesi de Merkezefendi'deki kuyunun hikâyesidir. Bugün hâlâ kerametine inanılan bu kuyunun ilk kazılışının sebebi şöyle olmuştur:

Bir gün Şeyh Merkezefendi, seccadesini sermiş namaz kılmakta idi. Başını seccadeye koyduğu zaman yerin altından bir ses:

— Ya Şeyh! Ben burada yedibin yıldır kırmızı"renkli, sedef lezzetli hayat pınarıyım... Emrinle yeryüzüne çıkmaya hazırım. Beni Cenabı Hak humma hastalığına yakalananlara şifa olarak halketti. Elbette sen beni bu hapisten kurtaracaksın, diye yalvarmaya başlar. Şeyh Merkezefendi müridlerine:

— Gelin ahbaplar, şu seccadenin bulunduğu yerde bir kuyu kazalım, der ve Bismillah diyerek yere ayağını hızlıca vurur. Etrafında bulunan bütün sadık dervişleri başına üşüşür ve oraya bir kuyu kazılır.

Merkezefendi kuyusu diye anılan o kuyudan her kim her Sabah aç karnına besmele çekerek içerse humma hastalığından şifa bulurmuş. Şimdi hâlâ aynı kuyu durmaktadır.

* * *
 
M Çevrimdışı

Muhamed Dolaku

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
EVLİYALARDAN BİR KISSA

6 yüz sene cihana hükmetmiş Osmanlı imparatorluğunun manevî direkleri o büyük imparatorluğu ayakta tutmuşlardır. Bu büyük veliler her hususta Osmanlı idaresine yardımda bulunur, harp zamanında savaş meydanlarında, sulh anında ise memleket dahilinde padişahlara yol göstermişlerdir. Bunlardan birisi de Dördüncü Sultan Murat devrinde yaşamış, Armağani Mehmet Efendi namı ile meşhur validir. Aslen Foçalı olan Armağanî Mehmet Efendi, herkese bir elma hediye ettiğinden kendisine bu isim verilmiştir..

Armağanî Mehmet Efendi, bir gün Padişah'tan izin alarak akrabalarını ziyarete gidiyordu. Üsküdar tarafında Bostancıbaşı Köprüsünden geçerken vebalıların iyi ve kötü ruhları ile bizzat konuşup, kimlerin bu hastalıktan öleceğini ve kimlerin kurtulacağını öğrendi. Ve bir liste hazırlayarak "Dördüncü Murat Han'a takdim etti. Bu liste verildikten üç gün sonra istanbul'da öyle bir veba velvelesi vuku buldu ki, Armağanî Mehmet Efendi'nin listesine göre tam yedi gün içinde 70 bin insan ruhunu teslim etti.

Bu hadiseden sonra Armağanî Mehmet Efendi hazretleri içindeki sırrı meydana vurduğundan kendisi de memnun olmayarak Foça'ya gitti, ama oraya hemen varır - varmaz vefat etti.

* * *
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt