HADİS İNKARCILARINI İYİ TANIYALIM
1800’lü yıllarda Müslümanları yenemeyeceklerini, islâmı ortadan kaldıramayacaklarını anlayan müsteşrikler eylem değişikliğine gittiler. Şarkiyatçılar yetiştirmeye başladılar. Bu şarkiyatçıların yetiştikleri en önemli alanlardan birisi, hattâ en önemlisi hadis sahasıydı. Adamlar hadis sahasında öyle uzmanlaştılar ki, bugün bizim Türkiye’de hadis profesörü denilen insanların bir çoğundan daha mütehassıs hâle geldiler. Mesela Schacht ve Goldziher bunlardan sâdece ikisidir. Fakat bunlar Müslüman olmak veya islama, Müslümanlara hizmet etmek için hadis sahasında uzmanlaşmadılar. Tam aksine islama, özellikle hadislere şüphe sokmak, Müslümanların kafalarını karıştırmak için bunu yaptılar. Fakat hadisleri müdâfâ eden gerçek hadis âlimleri bunların bütün kâfirliklerini yüz geri ettiler. Onların bütün gayretlerini boşa çıkarttılar. Bu sefer bunlar başka bir yol buldular. O yol da, Müslümanların içinden kendilerine hizmet edecek, yetiştirip Müslümanların içine salacakları ve Müslümanları adı Ahmet olan Mehmet olan kimselerle vuracakları gençleri bulup yetiştirmekti. İşte bunda büyük ölçüde muvaffak oldular. Müslümanların içinden tesbit ettikleri bazı gençleri bazen el altından, onların haberi bile olmadan, bazen açıkça destekleyerek, burslar vererek, Avrupa üniversitelerinde okutarak yetiştirdiler ve tekrar Müslümanların içine saldılar. Bugün işte Müslümanlar için en tehlikeli olan bu yetiştirilmiş ve bizden görünen zındıklardır. Emin olun müsteşrikler bile bu kadar başarılı olamamışlardı.
Meseleye bu kadar değindikten sonra şimdi gelelim Türkiye’deki hadis düşmanlarına ve Kur’an bize yeter deyip Kur’an’ı da kendi bozuk, merdut fikirlerine göre yorumlayanlara. Bunların bazıları Kur’an’ın Allah’ın sözü olamayacağını, Hz. Muhammed’in Allah’ın âyetlerini kendine göre formüle ederek yazdırdığını söyleyecek kadar ileri gitti (Mustafa Öztürk). Bazıları Kur’an’ı tarihsellikle açıklamaya, Kur’an’ın kendi devrindeki vahşi arapları disiplinize etmek için bazı katı ve sert kurallar getirdiğini fakat şimdi insanların medenî olduğunu ve Kur’an’ın o sert âyetlerinin ve cezâlarının bugün geçerli olamayacağını iddiâ ettiler. Adamlar Kur’an’da nesh yoktur diyorlardı ama Kur’an’ı bizzat kendileri neshediyorlardı. Peki kimdir bunlar?
Önce 1995 yılında ölen Ercüment Özkan denilen adamdan başlayalım. Hani bugün bazıları diyorlarya tevhîdî mücâdele, tevhîdî mücadele diye. Eee, bizde öyle diyoruz. Bu adam islamı öyle korkusuzca anlatıyordu ki, Kur’an âyetlerini, hükümlerini öyle korkusuzca haykırıyordu ki, bugün tevhîdî mücadele yapıyorum diyenler onun yanına bile yaklaşamazlar. Adam televizyonlara çıkıyor, sistemin küfür sistemi olduğunu, demokrasinin ve lâikliğin küfür olduğunu kelle koltukta söylüyordu. Hatta hiç unutmam, Ahmet Altan’ın sunduğu bir proğramda Tayyip Erdoğan’la bir araya gelmişti de onunla tartışmış ve Tayyip Erdoğan’a “leküm dînuküm veliyedîn” diyerek onun küfrüne hükmetmişti. Bu kadar cevval olmasına rağmen adam büyük bir hadis münkiri idi. Hadisleri hiç kabul etmiyor, hadislerle ve hadis âlimleri ile alay ediyor, dalga geçiyordu. Bu adam öldüğünde bazı gazeteler büyük büyük başlıklar attılar ve, “Ercüment Özkan Hakk’a yürüdü” diye yazdılar. Bunun cenâzesinde çok fazla insan vardı. Ama o gün ehli sünnet âlimlerinden bir çoğu onun cenazesine katılmadılar. Niye ki? Çünkü hadis inkarcısı olan bir kimse Müslüman olamazdı ki… Hadis inkarcısı olan birisinin cenâze namazı kılınamazdı ki. Ne kadar tevhid derse desin, ne kadar Kur’an’ı savunursa savunsun, hadisleri inkar eden bir kimse tevhid ehli olabilir mi? Hadisleri inkar eden bir adamın Kur’an’ı savunması Kur’an savunması olur mu?
Süleyman Ateş diye bilinen ve Diyânet İşleri Başkanlığı da yapmış olan bir adam var. Hâlâ da yaşıyor. Bu adam da işine gelen hadisleri kabul ediyor, işine gelmeyen hadisleri ise inkar ediyor. Kur’an’ı kafasına göre yorumluyor, bugünkü Hristiyanlarla yâhudîlerin de cennete gideceğini iddiâ ediyor. Ve bu adam tefsir kitabı yazıyor.
Bir de 28 Şubat diye bilinen örtülü darbenin televizyonlara çıkarttığı ve açıkça desteklediği Yaşar Nuri Öztürk ve Zekeriya Beyaz var. Zekeriya Beyaz’da ilim yoktur, câhilin birisidir. Ama Yaşar Nuri Öztürk meseleleri bilen birisi idi. Adamın ağzı iyi de laf yapıyordu. Bundan dolayı onu her gün televizyondan televizyona koşturarak meydanlara sürdüler. Adam önce bid’atlardan başladı, sonra mezhebleri reddetti, sonra yavaş yavaş hadislerin bazılarını reddetti. Sonra tüm hadisleri reddetti ve “Kur’an Dîni” diye bir din uydurdu. Sonra Kur’an’ın sisteme uymayan âyetlerini tarihselliğe vurarak geçersiz kılmaya kalktı. Adam irtidat merdivenlerinden adım adım çıkıyordu. Vee, sonunda bütün vahyi reddetti. Peygamberi reddetti ve ben “deistim, Atatürk de deistti” dedi. Deizm, Allah’ın varlığına inanmakla beraber vahye ve peygambere inanmayan bir akımdır. Buna göre, Allah insanı yaratmış, onu akıl ile donatmış ve sonra salıvermiştir. Peygambere ve vahye ihtiyaç yoktur, insan aklı ile doğruları bulabilir, derler. Reankarnasyonun olduğunu savunuyordu. Allah da onu ölmeden önce maymuna dönderdi ve bu dünyadan rezil ederek çekip aldı.
Şimdi de gelelim AKP zamanına. Ne hikmetse hadis düşmanlarının en çok olduğu dönem bu dönemdir. Aklıma gelenleri sayıvereyim, Bayraktar Bayraklı, Abdulaziz Bayındır, Mehmet Okuyan, İlhami Güler, Hayri Kırbaşoğlu, Caner Taslaman, Mustafa İ.oğlu, Mustafa Öztürk ve son zamanda Ahmet Kalkan. Hani başta İslamcı bir iktidar vardı? Hani bunlar islâmı yavaş yavaş getireceklerdi? İslamcı bir hükümet bunlar hakkında neden bir eylemde bulunmadı? Neden bunların seslerini kesmeye çalışmadı? Neden bunları hâlâ devletin üniversitelerinde tutuyor? Kendisini eleştiren ehli sünnet âlimleri hakkında hemen soruşturmalar açarken neden bunlar hakkında da soruşturmalar açtırmıyor? Üstelik bunların her biri hükümeti destekleyen televizyonlara çıkıyorlar ve bangır bangır hadis inkâr ediyorlar. Anlayın artık, “1400 sene önceki İslâm’ı bugün uygulayamazsınız, İslam güncellenmelidir” diyenler bunlara karşı çıkarlar mı? Onlar, bunlar gibi hadis düşmanları yolu ile İslam’ı güncelliyorlar. Onlar sebebi ile kafaları karıştırıyorlar ve insanları İslam’dan uzaklaştırarak iktidarlarını devam ettiriyorlar. Böylece demokrasi ve lâikliği kuvvetlendiriyorlar ve İslam’a aykırı olmadığını kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Yukarda adlarını saydığım zevatın hepsi hadisleri tümden reddetmiyor. Mesela Abdulaziz Bayındır hadislerin bir çoğunu kabul ediyor. Kendisine sorulan soruların çoğunu hadis naklederek cevaplıyor. Ama bu adam da hadislerden işine gelmeyeni kabul etmiyor. En büyük küfrü ise Allah’ın geleceği bilemeyeceğini iddiâ etmesidir. Nitekim internetlere düşmüştü, bir genç telefonda ona soruyor, “hocam, Allah benim evleneceğim kızı bilebilir mi?” diye de “hayır, bilemez” diyordu. Allah’ın geleceği bilemeyeceğine de Mülk sûresinin ikinci âyetini delil gösteriyor ve, “Allah bilse idi hiç imtihan eder miydi?” diyor.
Bayraktar Bayraklı ve Mehmet Okyan’a gelince, bunlar tam bir hadis düşmanı. Hadislerin hiç birisini kabul etmezler. Hayızlı kadınların namaz kılabileceklerini, oruç tutabileceklerini iddia ederler. Hattâ şu Bayraktar bayraklı denilen zındık diyor ki: “Peygamber devrinde pet bezleri yoktu, bugün ise pet bezleri vardır, bundan dolayı kadınlar hayızlı olduklarında namaz kılabilirler, oruç tutabilirler ve her türlü ibâdetlerini yapabilirler. Şu Mehmet Okuyan denilen zındık ise önceleri Kur’an’ın açık olduğunu, herkesin Kur’an’ın mealine bakarak Kur’anı anlayabileceğini iddia ediyordu. Ama sonra tefsir yazmaya başladı ve, “mealle Kur’an anlaşılamaz, tefsir okumak gerekir” dedi. Niye? Çünkü tefsir yazıyordu ya, o nasıl satılacaktı ve nasıl para kazanacaktı? Behey zındık, eğer Kur’an’ın açıklanmaya ihtiyacı yoksa, Kur’an’ı herkes anlayabilirse neden sizler senelerden beri Kur’an hakkında konuşuyorsunuz? Caner Taslaman’ın islâmi ilimlerle bir ilgisi yoktur. Adnan Oktar’ın tedrisatından geçerek gelmiş birisidir. Diğer saydıklarımın bazısı da üç aşağı beş yukarı böyledir.
Mustafa İ.oğlu’na gelince, bu adam önce Kayseri ilâhiyat fakültesine başlamış, orayı yarım bırakarak Mısır’a gitmiş, orada bir yıl veya bir buçuk yıl kalmış, tam bu arada Humeynî İran’da iktidarı ele geçirince İran’a geçmiş ve orada belli bir süre kalmıştır. İran’da kaldığı süre karanlıktır. Orada yetiştirilerek Türkiye’ye salınmıştır. Şiâ’ya pek dil uzatmaz. Onlardan Şia diye pek bahsetmez. Çünkü Şiâyı savunsa millet ne mal olduğunu bilecek. Bunun yerine ehli beyt mektebinin taraftarları der. Mustafa İ.oğlu şiâya pek dil uzatmazken ehli sünnet âlimlerine ver yansın eder. Onlarla dalga geçer, küçük düşürmeye çalışır. İşin garibi böyleleri başlangıçta pek de böyle değillerdir. İlk önce İslam’ı, hadisleri savunarak işe başlamışlardır. Nitekim bu İ.oğlu denilen adamın yazdığı önceki kitaplara bakın bunu görürsünüz. Daha sonra kademe kademe, hadisleri teker teker reddede reddede sonunda tüm hadisleri ve sünneti reddetmiş ve bize Kur’an yeter, demiştir. Bir de indirilmiş din, uydurulmuş din diye bir din uydurdu. Kur’an âyetlerini de aslında kabul etmemektedir. Açın, yazdığı Gerekçeli Kur’an Tesiri’ne bir bakın bunların hepsini göreceksiniz. Mesela cinlerin varlığını kabul etmez, Hz. Süleyman’ın Hudhud kuşu ile konuşmasını kabul etmez, “o, adı Hudhud olan Mısırlı bir subayın adıdır”, der. Karıncalar vâdisindeki karıncanın konuşmasını kabul etmez, “orada karınca isminde bir kabile yaşıyordu, konuşan da karınca kabilesinin lideri idi” der. Miras paylaşımında iki erkeğe bir kadına taksimini kabul etmez, bir erkeğin şâhitliğine karşı iki kadının şâhitliğini kabul etmez. En büyük kâfirliği de Hz. Adem’in de babası olduğunu iddia etmesiydi. Mealini okuduğumda iki yüzden fazla hatasını tesbit etmiştim.
Şimdi gelelim geçenlerde ölen Ahmed Kalkan efendiye. Bu adamcağız da önceleri müsbet bildiğimiz adamlardandı. Sonra ne olduysa bu da zıvanadan çıktı. Aklına uymayan hadisleri kabul etmemeye, “bizim için yaşanan sünnet delildir, rivayet edilen hadisler değil”, demeye başladı. Hadislerin Kur’an’a arzedilmesi gerektiğini iddiâ etmeye başladı. Buna göre nice sahih ehad hadisleri, meşhur hadisleri ve Nuzûlü Îsâ gibi mânen mütevâtir hadisleri inkar etmeye başladı. Ve öldü gitti. Arkasından ne methiyeler dizdiler ne methiyeler. Neymiş, tevhid mücadelesinin önde gelen âlimlerindenmiş. Hadi oradan be, Ahmet Kalkan hangi hadis âliminden, hangi tefsir âliminden, hangi fıkıh âliminden icâzet almış deyin hele. Hadis reddedilerek tevhid ehli mi olunurmuş ki tevhîdî bir mücâdele vermiş. Eğer o tevhid ehli ise Ercüment Özkan ondan daha eşed bir tevhid ehli idi. Ahmed Kalkan mücâdelede ve dini savunmada Ercüment Özkan’ın dizine bile ulaşamaz. Ama o da hadis inkarcısı idi bu da. Bu yüzden Ahmet Kalkan bu konuda tam olmasa da biraz Ercüment Özkan’a benzemektedir. Bu yüzden o öldüğünde böylelerine rahmet okunamayacağını ve cenaze namazına katılınamayacağını yazmıştım.
Son olarak söyleyeceğim şudur. Ehli sünnete bağlı olarak islâmî bir mücadelenin içinde olanlar âlim diye bilinen kişileri iyi tanımak zorundadırlar. Hadis inkarcısı olanlara âlim diyemezler, onların derslerini dinleyemezler, kitaplarını okuyamazlar. Bunu ancak islamı çok iyi bilen ve onların inkarlarına reddiye yazacak kişiler yapabilir ancak. Allah’ın kitabında “Rasûlume uyun, kim ona itaat ederse bana itaat eder” buyurduğu peygamberin hadislerini kabul etmeyen insanlar nasıl tevhid ehli olabilirler? Onlar tevhid ehli değil ancak tefrik ehlidirler. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Selam ve dua ile.
1800’lü yıllarda Müslümanları yenemeyeceklerini, islâmı ortadan kaldıramayacaklarını anlayan müsteşrikler eylem değişikliğine gittiler. Şarkiyatçılar yetiştirmeye başladılar. Bu şarkiyatçıların yetiştikleri en önemli alanlardan birisi, hattâ en önemlisi hadis sahasıydı. Adamlar hadis sahasında öyle uzmanlaştılar ki, bugün bizim Türkiye’de hadis profesörü denilen insanların bir çoğundan daha mütehassıs hâle geldiler. Mesela Schacht ve Goldziher bunlardan sâdece ikisidir. Fakat bunlar Müslüman olmak veya islama, Müslümanlara hizmet etmek için hadis sahasında uzmanlaşmadılar. Tam aksine islama, özellikle hadislere şüphe sokmak, Müslümanların kafalarını karıştırmak için bunu yaptılar. Fakat hadisleri müdâfâ eden gerçek hadis âlimleri bunların bütün kâfirliklerini yüz geri ettiler. Onların bütün gayretlerini boşa çıkarttılar. Bu sefer bunlar başka bir yol buldular. O yol da, Müslümanların içinden kendilerine hizmet edecek, yetiştirip Müslümanların içine salacakları ve Müslümanları adı Ahmet olan Mehmet olan kimselerle vuracakları gençleri bulup yetiştirmekti. İşte bunda büyük ölçüde muvaffak oldular. Müslümanların içinden tesbit ettikleri bazı gençleri bazen el altından, onların haberi bile olmadan, bazen açıkça destekleyerek, burslar vererek, Avrupa üniversitelerinde okutarak yetiştirdiler ve tekrar Müslümanların içine saldılar. Bugün işte Müslümanlar için en tehlikeli olan bu yetiştirilmiş ve bizden görünen zındıklardır. Emin olun müsteşrikler bile bu kadar başarılı olamamışlardı.
Meseleye bu kadar değindikten sonra şimdi gelelim Türkiye’deki hadis düşmanlarına ve Kur’an bize yeter deyip Kur’an’ı da kendi bozuk, merdut fikirlerine göre yorumlayanlara. Bunların bazıları Kur’an’ın Allah’ın sözü olamayacağını, Hz. Muhammed’in Allah’ın âyetlerini kendine göre formüle ederek yazdırdığını söyleyecek kadar ileri gitti (Mustafa Öztürk). Bazıları Kur’an’ı tarihsellikle açıklamaya, Kur’an’ın kendi devrindeki vahşi arapları disiplinize etmek için bazı katı ve sert kurallar getirdiğini fakat şimdi insanların medenî olduğunu ve Kur’an’ın o sert âyetlerinin ve cezâlarının bugün geçerli olamayacağını iddiâ ettiler. Adamlar Kur’an’da nesh yoktur diyorlardı ama Kur’an’ı bizzat kendileri neshediyorlardı. Peki kimdir bunlar?
Önce 1995 yılında ölen Ercüment Özkan denilen adamdan başlayalım. Hani bugün bazıları diyorlarya tevhîdî mücâdele, tevhîdî mücadele diye. Eee, bizde öyle diyoruz. Bu adam islamı öyle korkusuzca anlatıyordu ki, Kur’an âyetlerini, hükümlerini öyle korkusuzca haykırıyordu ki, bugün tevhîdî mücadele yapıyorum diyenler onun yanına bile yaklaşamazlar. Adam televizyonlara çıkıyor, sistemin küfür sistemi olduğunu, demokrasinin ve lâikliğin küfür olduğunu kelle koltukta söylüyordu. Hatta hiç unutmam, Ahmet Altan’ın sunduğu bir proğramda Tayyip Erdoğan’la bir araya gelmişti de onunla tartışmış ve Tayyip Erdoğan’a “leküm dînuküm veliyedîn” diyerek onun küfrüne hükmetmişti. Bu kadar cevval olmasına rağmen adam büyük bir hadis münkiri idi. Hadisleri hiç kabul etmiyor, hadislerle ve hadis âlimleri ile alay ediyor, dalga geçiyordu. Bu adam öldüğünde bazı gazeteler büyük büyük başlıklar attılar ve, “Ercüment Özkan Hakk’a yürüdü” diye yazdılar. Bunun cenâzesinde çok fazla insan vardı. Ama o gün ehli sünnet âlimlerinden bir çoğu onun cenazesine katılmadılar. Niye ki? Çünkü hadis inkarcısı olan bir kimse Müslüman olamazdı ki… Hadis inkarcısı olan birisinin cenâze namazı kılınamazdı ki. Ne kadar tevhid derse desin, ne kadar Kur’an’ı savunursa savunsun, hadisleri inkar eden bir kimse tevhid ehli olabilir mi? Hadisleri inkar eden bir adamın Kur’an’ı savunması Kur’an savunması olur mu?
Süleyman Ateş diye bilinen ve Diyânet İşleri Başkanlığı da yapmış olan bir adam var. Hâlâ da yaşıyor. Bu adam da işine gelen hadisleri kabul ediyor, işine gelmeyen hadisleri ise inkar ediyor. Kur’an’ı kafasına göre yorumluyor, bugünkü Hristiyanlarla yâhudîlerin de cennete gideceğini iddiâ ediyor. Ve bu adam tefsir kitabı yazıyor.
Bir de 28 Şubat diye bilinen örtülü darbenin televizyonlara çıkarttığı ve açıkça desteklediği Yaşar Nuri Öztürk ve Zekeriya Beyaz var. Zekeriya Beyaz’da ilim yoktur, câhilin birisidir. Ama Yaşar Nuri Öztürk meseleleri bilen birisi idi. Adamın ağzı iyi de laf yapıyordu. Bundan dolayı onu her gün televizyondan televizyona koşturarak meydanlara sürdüler. Adam önce bid’atlardan başladı, sonra mezhebleri reddetti, sonra yavaş yavaş hadislerin bazılarını reddetti. Sonra tüm hadisleri reddetti ve “Kur’an Dîni” diye bir din uydurdu. Sonra Kur’an’ın sisteme uymayan âyetlerini tarihselliğe vurarak geçersiz kılmaya kalktı. Adam irtidat merdivenlerinden adım adım çıkıyordu. Vee, sonunda bütün vahyi reddetti. Peygamberi reddetti ve ben “deistim, Atatürk de deistti” dedi. Deizm, Allah’ın varlığına inanmakla beraber vahye ve peygambere inanmayan bir akımdır. Buna göre, Allah insanı yaratmış, onu akıl ile donatmış ve sonra salıvermiştir. Peygambere ve vahye ihtiyaç yoktur, insan aklı ile doğruları bulabilir, derler. Reankarnasyonun olduğunu savunuyordu. Allah da onu ölmeden önce maymuna dönderdi ve bu dünyadan rezil ederek çekip aldı.
Şimdi de gelelim AKP zamanına. Ne hikmetse hadis düşmanlarının en çok olduğu dönem bu dönemdir. Aklıma gelenleri sayıvereyim, Bayraktar Bayraklı, Abdulaziz Bayındır, Mehmet Okuyan, İlhami Güler, Hayri Kırbaşoğlu, Caner Taslaman, Mustafa İ.oğlu, Mustafa Öztürk ve son zamanda Ahmet Kalkan. Hani başta İslamcı bir iktidar vardı? Hani bunlar islâmı yavaş yavaş getireceklerdi? İslamcı bir hükümet bunlar hakkında neden bir eylemde bulunmadı? Neden bunların seslerini kesmeye çalışmadı? Neden bunları hâlâ devletin üniversitelerinde tutuyor? Kendisini eleştiren ehli sünnet âlimleri hakkında hemen soruşturmalar açarken neden bunlar hakkında da soruşturmalar açtırmıyor? Üstelik bunların her biri hükümeti destekleyen televizyonlara çıkıyorlar ve bangır bangır hadis inkâr ediyorlar. Anlayın artık, “1400 sene önceki İslâm’ı bugün uygulayamazsınız, İslam güncellenmelidir” diyenler bunlara karşı çıkarlar mı? Onlar, bunlar gibi hadis düşmanları yolu ile İslam’ı güncelliyorlar. Onlar sebebi ile kafaları karıştırıyorlar ve insanları İslam’dan uzaklaştırarak iktidarlarını devam ettiriyorlar. Böylece demokrasi ve lâikliği kuvvetlendiriyorlar ve İslam’a aykırı olmadığını kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Yukarda adlarını saydığım zevatın hepsi hadisleri tümden reddetmiyor. Mesela Abdulaziz Bayındır hadislerin bir çoğunu kabul ediyor. Kendisine sorulan soruların çoğunu hadis naklederek cevaplıyor. Ama bu adam da hadislerden işine gelmeyeni kabul etmiyor. En büyük küfrü ise Allah’ın geleceği bilemeyeceğini iddiâ etmesidir. Nitekim internetlere düşmüştü, bir genç telefonda ona soruyor, “hocam, Allah benim evleneceğim kızı bilebilir mi?” diye de “hayır, bilemez” diyordu. Allah’ın geleceği bilemeyeceğine de Mülk sûresinin ikinci âyetini delil gösteriyor ve, “Allah bilse idi hiç imtihan eder miydi?” diyor.
Bayraktar Bayraklı ve Mehmet Okyan’a gelince, bunlar tam bir hadis düşmanı. Hadislerin hiç birisini kabul etmezler. Hayızlı kadınların namaz kılabileceklerini, oruç tutabileceklerini iddia ederler. Hattâ şu Bayraktar bayraklı denilen zındık diyor ki: “Peygamber devrinde pet bezleri yoktu, bugün ise pet bezleri vardır, bundan dolayı kadınlar hayızlı olduklarında namaz kılabilirler, oruç tutabilirler ve her türlü ibâdetlerini yapabilirler. Şu Mehmet Okuyan denilen zındık ise önceleri Kur’an’ın açık olduğunu, herkesin Kur’an’ın mealine bakarak Kur’anı anlayabileceğini iddia ediyordu. Ama sonra tefsir yazmaya başladı ve, “mealle Kur’an anlaşılamaz, tefsir okumak gerekir” dedi. Niye? Çünkü tefsir yazıyordu ya, o nasıl satılacaktı ve nasıl para kazanacaktı? Behey zındık, eğer Kur’an’ın açıklanmaya ihtiyacı yoksa, Kur’an’ı herkes anlayabilirse neden sizler senelerden beri Kur’an hakkında konuşuyorsunuz? Caner Taslaman’ın islâmi ilimlerle bir ilgisi yoktur. Adnan Oktar’ın tedrisatından geçerek gelmiş birisidir. Diğer saydıklarımın bazısı da üç aşağı beş yukarı böyledir.
Mustafa İ.oğlu’na gelince, bu adam önce Kayseri ilâhiyat fakültesine başlamış, orayı yarım bırakarak Mısır’a gitmiş, orada bir yıl veya bir buçuk yıl kalmış, tam bu arada Humeynî İran’da iktidarı ele geçirince İran’a geçmiş ve orada belli bir süre kalmıştır. İran’da kaldığı süre karanlıktır. Orada yetiştirilerek Türkiye’ye salınmıştır. Şiâ’ya pek dil uzatmaz. Onlardan Şia diye pek bahsetmez. Çünkü Şiâyı savunsa millet ne mal olduğunu bilecek. Bunun yerine ehli beyt mektebinin taraftarları der. Mustafa İ.oğlu şiâya pek dil uzatmazken ehli sünnet âlimlerine ver yansın eder. Onlarla dalga geçer, küçük düşürmeye çalışır. İşin garibi böyleleri başlangıçta pek de böyle değillerdir. İlk önce İslam’ı, hadisleri savunarak işe başlamışlardır. Nitekim bu İ.oğlu denilen adamın yazdığı önceki kitaplara bakın bunu görürsünüz. Daha sonra kademe kademe, hadisleri teker teker reddede reddede sonunda tüm hadisleri ve sünneti reddetmiş ve bize Kur’an yeter, demiştir. Bir de indirilmiş din, uydurulmuş din diye bir din uydurdu. Kur’an âyetlerini de aslında kabul etmemektedir. Açın, yazdığı Gerekçeli Kur’an Tesiri’ne bir bakın bunların hepsini göreceksiniz. Mesela cinlerin varlığını kabul etmez, Hz. Süleyman’ın Hudhud kuşu ile konuşmasını kabul etmez, “o, adı Hudhud olan Mısırlı bir subayın adıdır”, der. Karıncalar vâdisindeki karıncanın konuşmasını kabul etmez, “orada karınca isminde bir kabile yaşıyordu, konuşan da karınca kabilesinin lideri idi” der. Miras paylaşımında iki erkeğe bir kadına taksimini kabul etmez, bir erkeğin şâhitliğine karşı iki kadının şâhitliğini kabul etmez. En büyük kâfirliği de Hz. Adem’in de babası olduğunu iddia etmesiydi. Mealini okuduğumda iki yüzden fazla hatasını tesbit etmiştim.
Şimdi gelelim geçenlerde ölen Ahmed Kalkan efendiye. Bu adamcağız da önceleri müsbet bildiğimiz adamlardandı. Sonra ne olduysa bu da zıvanadan çıktı. Aklına uymayan hadisleri kabul etmemeye, “bizim için yaşanan sünnet delildir, rivayet edilen hadisler değil”, demeye başladı. Hadislerin Kur’an’a arzedilmesi gerektiğini iddiâ etmeye başladı. Buna göre nice sahih ehad hadisleri, meşhur hadisleri ve Nuzûlü Îsâ gibi mânen mütevâtir hadisleri inkar etmeye başladı. Ve öldü gitti. Arkasından ne methiyeler dizdiler ne methiyeler. Neymiş, tevhid mücadelesinin önde gelen âlimlerindenmiş. Hadi oradan be, Ahmet Kalkan hangi hadis âliminden, hangi tefsir âliminden, hangi fıkıh âliminden icâzet almış deyin hele. Hadis reddedilerek tevhid ehli mi olunurmuş ki tevhîdî bir mücâdele vermiş. Eğer o tevhid ehli ise Ercüment Özkan ondan daha eşed bir tevhid ehli idi. Ahmed Kalkan mücâdelede ve dini savunmada Ercüment Özkan’ın dizine bile ulaşamaz. Ama o da hadis inkarcısı idi bu da. Bu yüzden Ahmet Kalkan bu konuda tam olmasa da biraz Ercüment Özkan’a benzemektedir. Bu yüzden o öldüğünde böylelerine rahmet okunamayacağını ve cenaze namazına katılınamayacağını yazmıştım.
Son olarak söyleyeceğim şudur. Ehli sünnete bağlı olarak islâmî bir mücadelenin içinde olanlar âlim diye bilinen kişileri iyi tanımak zorundadırlar. Hadis inkarcısı olanlara âlim diyemezler, onların derslerini dinleyemezler, kitaplarını okuyamazlar. Bunu ancak islamı çok iyi bilen ve onların inkarlarına reddiye yazacak kişiler yapabilir ancak. Allah’ın kitabında “Rasûlume uyun, kim ona itaat ederse bana itaat eder” buyurduğu peygamberin hadislerini kabul etmeyen insanlar nasıl tevhid ehli olabilirler? Onlar tevhid ehli değil ancak tefrik ehlidirler. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Selam ve dua ile.