Hadislerin Lafızlarındaki İhtilaf ile Kur’an Gibi Korunmamış Olması
Bir kardeşimiz önceki makalemizi okuduktan sonra özelden aşağıdaki soruyu sordu. Ben de faydanın genel olması için cevabını ikinci bir makale olarak buradan yayınlanmasının daha yararlı olacağına kani oldum. Bu sebeple kardeşimizin sorularına çok kısa olarak cevap yazdım ancak detaylı bilgi isteyenler ilgili kaynaklara başvurabilirler.
“Selamün aleyküm we rahmetullahi we berekatuh. Hocam, ben İslam tr forumdaki mealcilerle ilgili yazınızı okudum. Allah ecrinizi versin hatalarınızı düzeltsin, günahlarınızı affetsin. Konuyu okuduktan sonra aklıma takılan bir soruyu size sormak istedim. Hadislerin metinlerindeki farklılığın nedenleri nelerdir? Bunun hadislerin mana ile rivayetine cevaz verilmesi, Rasullah'ın bazen bir konuyla ilgili farklı yerlerde farklı cümleler kurması ve ravilerin hataları dışında bir nedeni var mıdır? Bu konuyu açıklar mısınız? İkincisi hadisler neden Kur'an gibi korunmamıştır?”
Aleyküm selam ve rahmetullahi ve berekatuhu. Rabbim hayrını ve ecrini versin inşallah güzel kardeşim. Başta şunu belirteyim ki, kuru bir okumayla kalmayıp, oluşabilecek sorulara dikkat çeken veya kapalı kalan ya da anlaşılmayan hususları sorarak istifadeyi bir üst düzeye taşıyan kardeşlerimiz, benim açımdan daha ayrıcalıklıdırlar. Rabbim sayılarını arttırsın inşallah.
Öncelikle aynı hadisin metninde oluşan ihtilafın yani farklı şekilde aktarılmış olmasının başında gelen sebeplerden ikisini kendin zikretmişsin. Resûlullah ﷺ’ın aynı olayı farklı zamanlarda veya farklı kişilere farklı ifadelerle anlatış olması, ilk sebeplerdendir. Bunun yanında hüküm olarak birbirine yakın olan olaylara dair ifadeleri birbirine yakın olan hadisler de aynı hadisin farklı rivayeti olarak görülmüş olabilir. İkinci temel sebep de, amaç ve gayeyi değiştirmediği sürece hadislerin, Resûlullah ﷺ’ın kullandığı ifadelere yakın sözcükler ile aktarılmasına cevaz verilmiş olmasıdır. Bu da, aynı hadisin farklı raviler tarafından aynı manaya gelen birbirine yakın lafızlarla aktarılmasına yol açmıştır.
Âlimler bu iki temel sebebe ilaveten diğer bazı nedenler daha zikrederler. Örneğin ezberleme kapasitesi de hadislerin farklı rivayet edilmesinin bir sebebi olabilmiştir. Yani hıfzı güçlü olan bazı sahabiler veya onlardan sonraki raviler uzun bir hadisin hepsini ezberleyebilmişken, diğer bazıları hadisin ancak bir kısmını ezberleyerek aktarmış olabilir. Aynı şekilde mesela birçok konuya değinen bir hadisi bazı raviler olduğu gibi aktarmışken, diğer bazıları kısaltarak sadece ilgili konuyla alakalı kısmı aktarmış olabiliyor. Başka bir sebep olarak mesela bir sahabi Resûlullah ﷺ’ın meclisine girerken, sözlerinin bir kısmını işitmiş ve sadece işittiği kısmı aktarmış olabiliyor. Buna karşın diğer bazıları da Resûlullah ﷺ’ı baştan beri dinlemiş ve söylediklerinin hepsini aktarmıştır. Aynı şeyin farklı kişiler tarafından sorulmuş olması ve Resûlullah ﷺ’ın da her birisine farklı ifadelerle cevap vermiş olması, başka bir sebep olarak belirtilmiştir.
Nadir de olsa zaman zaman hata sonucunda da farklılık oluşabilmiştir. Mesela bir ravi iki hadisi birbirine karıştırmış ve aktardığı hadise başka bir hadisten ilave yapmış olabiliyor. Bunun daha anlaşılır olması için, Kur’an hafızı bir yeri okurken, benzer ifadeler içeren başka suredeki bir ayete atlayabilmesi örnek verilebilir. Ya da bazen hadis dersi verilirken, şeyh kapalı kaldığını düşündüğü bir ifadeye açıklık getirmek amacıyla açıklayıcı bir söz söylemiş ve talebelerden bazıları bunu da hadisten zannedip aktarmış olabilir. Tabi böylesi durumlar hadisin derecesini zayıflatır. Onun için şaz hadis kategorisi ortaya çıkmıştır. Yani güvenilir bir hadisçinin güvenilir bir muhaddis kitlesinden fazla bir ifade aktarmış olması, en azından o fazlalığın kabul edilmemesine sebep olur.
Emir Senani gibi bazı âlimlerin, hadislerin lafızlarında oluşan ihtilaflara mahsus risaleleri bulunmaktadır. Örneğin Senani’nin İhtilafu Elfazi'l Hadisi'n Nebevi [اختلاف ألفاظ الحديث النبوي] adlı risalesine bazı şerhler yapılarak daha da detaylandırılmıştır. İsteyen buralardan daha ayrıntılı bilgi edinebilir.
Hadislerin Kur’an gibi korunmadığı hususuna gelirsek, hemen şunu diyebiliriz ki; çünkü hadisler Kur’an değildir. Eğer hadisler yani Sünnet de Kur’an gibi yazdırılsaydı ve hem lafız, hem de mana olarak Allah’ın koruması altına alınmış olsaydı, artık ona Sünnet diyemezdik. Aksine, Kur’an olmuş olacaktı, zira aralarında hiçbir fark kalmayacaktı. Diğer bir ifadeyle temel vahiy ile yardımcı vahiy diyebileceğiniz açıklaması birbirinden farklı olmayacak ve ikisi de temel vahiy olacaktı. Şeriatın temel dayanağı olarak Kur’an, vahyin esasıdır. Sünnet ise, onun yardımcı unsurudur. Bu sebeple Kur’an’ın lafızları da Allah Teâlâ tarafından Peygamber ﷺ’e öğretilirken, hadislerin sadece manası vahyedilmiş ve Peygamber ﷺ tarafından manalarına uygun lafızlarla ifade edilmiştir. Buradan hareketle Kur’an temel, Sünnet yardımcı ya da başka bir değişle Kur’an ilk, Sünnet ikinci kaynak olarak kalmıştır. Yoksa hepsi Kur’an ve dolayısıyla temel olurdu ve Sünnet – hadis diye bir kavram olmazdı.
İkinci bir husus olarak, Allah Teâlâ Kur’an dışında hiçbir vahyi koruma altına almamıştır. Âlimler bunun temel hikmetini şöyle açıklar; Muhammed ﷺ’e gelen mesajın son şeriat olması, ondan sonra başka bir peygamberin gelmemesi demektir. Dolayısıyla vahiyde oluşabilecek bir tahrifat, tekrar vahiy yoluyla düzeltme imkânı kalmayacaktır. Ancak önceki vahiyler için böyle bir problem yoktu. Örneğin Musa (as)’dan sonra Tevrat’ta oluşan tahrifatları düzelten birçok nebi gönderilmiştir. Onun için Allah Teâlâ son şeriatın ilk aslını hem lafız ve hem de mana olarak koruma altına almıştır.
Sünnet ise, sadece mana itibariyle korunmuştur. Yani ileri sürüldüğü veya zannedildiği gibi Sünnet’in temelden korumasız olduğu doğru değildir. Yoksa Allah Teâlâ’nın kitabi vahyin korunması için bile önceki ümmetlere nasip etmediği senet ve hadis ilimlerini Muhammed ﷺ’in ümmetine nasip etmiş olmasının amacı nedir ki?! Nitekim hadisler çok dakik bir şekilde incelenmiş ve büyük bir titizlikle tasnif edilmişlerdir. Bir hadisin derecesinin ne olduğunu öğrenebilmek için sadece birkaç kitabı karıştırmak fazlasıyla yeterlidir. Öyle ki, hadisler öncelikle ravi sayısı açısından mütevatir ile ahad olarak birbirinden ayıklanmış ve mütevatir hadisler için müstakil kaynaklar oluşturulmuştur. Sonra ahad hadisler de kuvvet derecesine göre sahih lizatihi, sahih ligayrihi, hasen lizatihi, hasen ligayrihi olarak tasnif edilmiş ve bunlar da müstakil kaynaklarda toplanmıştır.
Bunların şartlarını ihtiva etmeyen rivayetler de zayıf olarak tanımlanmış ve ayrı kaynaklarda veya ahlak ve müstehab ameller için sahih ile hasenlerin aktarıldığı kaynaklarda zikredilmiş ve peşinden durumu belirtilmiştir. Hadis olarak rivayet edilmiş ancak Peygamber ﷺ’e ait olmayan ve kavramsal olarak adına uydurma hadis denilen sözler de ayrıca toplanmış ve bunlara mahsus kaynaklar oluşturulmuştur ki, bilinsin ve diğerleriyle karıştırılmasın. Bunun yanında birisi mevcut kaynaklar yerine kendisi bir hadisi incelemek isterse, rahatlıkla yapabilir. Çünkü bunun için gerekli olan her türlü bilginin de ayrıca kaynakları vardır. Mesela sahabeden başlayarak bir şekilde hadisle ilgisi olan yaklaşık yarım milyon insanın hayatı, gerekli olan detaylarıyla işlenmiş ve kaynaklarda toplanmıştır. Dolayısıyla bugün bile herhangi bir hadis uzmanı, herhangi bir hadis hakkında en ince detayına kadar araştırma yapma imkânına sahiptir ve Resûlullah ﷺ’a aidiyeti hakkında bir sonuca varabilir.
Bu koruma değil de nedir, başka bir ifadeyle korumadan kasıt nedir? Eğer birebir Kur’an gibi bir korumadan bahsedersek, o zaman Sünnet veya hadis diye bir kavramdan söz edemeyiz. Oysa az önce özetlediğim koruma metodu, örneğin bir önceki temel vahiy olan Tevrat veya İncil’in kendisi için bile söz konusu değildir. Şu halde Allah Teâlâ son şeriatın ilk ve temel vahyini hem lafız ve hem de mana olarak koruma altına almışken, ikinci ve açıklayıcı vahyini de mana açısından korumuştur. Aksi halde, bu sefer Kur’an da mana açısından tahrifata açık olur. Çünkü Sünnet Kur’an’ın açıklaması ve beyanı olduğuna göre, Sünnet’in manası tahrif olduğu zaman, açıkladığı Kur’an’ın da manası tahrif olmuş olacaktır. O sebeple Sünnet’in Kur’an olmayıp ikinci kaynak olarak kalması için, Kur’an’a benzer bir koruma altına alınmamıştır. Ancak Kur’an’ın da en azından mana açısından tahrifata açık olmaması için, Sünnet de mana itibariyle korunmuştur. Dolayısıyla hiçbir hadisin anlamına yönelik herhangi bir tahrifat yapılamamıştır ve yapılamıyor.
Bugün hadisleri hedefe koyanların, Kur’an’ın kelimelerini de yerinden oynattıkları, farkında olan herkesin malumudur ve dolayısıyla mana açısından tahrifat yapmaya yeltenmiş oluyorlar. Zaten onun için hadise yükleniyorlar. Yoksa Kur’an’ı kendi heva ve heveslerine göre yorumlayamazlar. Mesela laikliği dahi savunan bir ilahiyatçının hadis münkiri olması, hiç şaşırtıcı değildir. Eğer Kur’an’ın soyut ifadelerini somutlaştırarak amaç ve hedeflerini mücessed hale getiren Sünneti inkâr etmezse, Kur’an’ı kendine göre yorumlaması mümkün olmaz. Yine mesela Kur’an’ın bazı soyut ifadelerine yorumlar getirerek kabir azabını inkâr eden mealci, zorunlu olarak Sünneti veya en azından konuyla alakalı hadisleri inkâr etmek durumundadır. Aynı şekilde neshi temelden reddederek recmi inkâr eden birisi, zorunlu olarak Sünneti veya recimle alakalı hadisleri inkâr edecektir. Bunun başka çıkışı olmaz. Yoksa Kur’an’ı da, sahabeden günümüze kadar ümmetin anladığı gibi anlamak durumunda olacaktır ki adam bunu istemiyor!...
Özetle vahyin temeli olması açısından Kur’an’ın koruması ayrıdır, onun yardımcı unsuru diyebileceğimiz Sünnetin koruması da ayrıdır. İkisi aynı kategoride olsaydı, birbirinden ayrı olmazlardı ve dolayısıyla Sünnet diye bir kavramdan da bahsetmezdik. Ancak ilahi irade böyle istemiştir. Temel vahyin tebliğiyle birlikte tebyin vazifesi verdiği ve ayrıca tezkiye ile arıtma misyonu da yüklediği Peygamber ﷺ’e, bir de hikmet vermiştir. Hikmetin çoğu zaman Kur’an ile birlikte anılmış olması, çok ciddi bir unsur olduğunu gösterir. Sahabeden bugüne kadar ümmet hikmeti Sünnet olarak anlamıştır ve Kur’an’ın amaç ile gayelerinin doğru anlaşılması açısından hayati öneme sahip ikinci kaynak şeklinde kabul etmiştir. Bu anlayıştan sapanlar tarihte sapıttıkları gibi, bugün de sapıtıyorlar.
Bu hususa, Peygamber ﷺ’in Dindeki Konumu Sünnet ve Yarı Mealciler adlı çalışmamızda, Sünnete yönelik şüphelere cevap kısmında da değindik. Tabi orada bir makaleden çok daha fazla detay mevcuttur. Dileyen kardeşlerimiz, Sünnetin korunmamış olduğu ve dolayısıyla vahiy olamayacağı iddiasına dair şüphe ve cevapları için anılan çalışmamızdan istifade edebilir. Rabbim hepimizin ayaklarını Kur’an ve Sünnet’ten müteşekkil sırat-i müştekim üzere sabit kılsın ve Nisa Suresi 115. ayette belirttiği resûle muhalefet ederek müminlerin yolundan sapıtıp akıbeti ateş olanlardan olmaktan korusun.
Burhanüddin Aldiyaî