Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hakan Albayrak’ın "Yüz karası"?

heycan Çevrimdışı

heycan

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
2013929111339-b.jpg


Hakan Albayrak; 25.09.2013 tarihli, Star Gazetesi’nde yayınlanan “Yüz karası” adlı makalesi (1) ile kendisini zor durumda bıraktı, okuyucularını yanlış yönlendirdi, bizleri ve sevenlerini hayli üzdü.

Muhammed Fatih Ergün yazdı:


Makalede açıkça tebârüz eden banallığı, söylemlerinde haklılığı/haksızlığı, tutarlılığı/tutarsızlığı bir yana -ki, bu makalemin konusu o değil-, “Irak-Şam İslâm Devleti” adı ile anılan bir örgüte ve ardından Somali’deki “Şebab” (doğrusu, “Eş-Şebâb”) adlı başka bir örgüte yönelttiği bilimsel ve müdellel olmayan yüzeysel eleştiriler sonrasında, sözü Küresel Cihad’a ve El-Kaide’ye getiriyor, El-Kaide lideri Eymen ez-Zevâhiri’yi de kendi kıstaslarınca tenkit ediyordu. Esas varmak istediği yer ise, oldukça müstehzî bir üslûp(suzluk)la makalesinin sonunda okuyucuya açılıyor:

“Cinin şişeden çıktığı yer, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’dir.”

(…)

“Kenya’daki o alışveriş merkezini kana bulayan sözde mücahitlerle ilgili zaten hiç sorun yok!

Onlar, “Şeyh Üsame”nin dediğinden başka bir şey yapmıyorlar.
El Cezire’ye verdiği mülakatta ne demişti Üsame Bin Ladin?

“Kafirler bizim kadınlarımızı ve çocuklarımızı öldürmeye azmederlerse, biz de onlara aynı şekilde karşılık verebiliriz... Onlar bizim masumlarımızı öldürmekten vazgeçmedikçe biz de onların masumlarını öldüreceğiz”.

Yanlış okumadınız: “Biz de onların MASUMLARINI öldüreceğiz.”

Estağfirullah, estağfirullah, estağfirullah...”

Hakan kardeşim,

Öncelikle;

1. Örgütü ile, örgütsel ve organik hiçbir bağlantım olmadığı halde, nice zamandır, Türkiye'de -sanırım- herkesten daha çok Usame bin Ladin’i ben dinlemiş, izlemiş, o’na ilgi duymuş, o’nu tanımaya ve anlamaya çalışmış, gündem olduğu günlerden (hatta, ondan da “öncesinden”) bu yana kendisine karşı “dengeli” olmuş, yitik gördüğüm hakkını savunmuşumdur. Komplekssiz ve çekincesiz, sağlıklı ve mûteber bilinçle söylüyorum: Usame bin Ladin’i seviyorum, bu sevgimi ve bulunduğum kulvarı Allah’ın benim hakkımda imân olarak yazmasını ve benden kabul buyurmasını dilerim.

2. Usame bin Ladin’in, değerlendirme imkânım olan farklı konuşma ve beyanlarının toplamı -sanırım- 60-70 ayrı dosyadır, ve toplamı (ortalama) 100 saati geçer, vefatı sonrasında -aleyhi rahmetullah- kendisi hakkında konuşulanları da eklediğimizde bu sayı ve süre ikiye, üçe katlar, ayrıca pek çok makale ve kitap da okumuşumdur, bu bakımdan repertuarım hayli geniştir. Gerçeği arıyorsanız eğer, dijital ve matbû arşivimi size açabilirim, kendi konuşmalarının pek çoğu Internet üzerinde de yayınlanmaktadır. (2) Bilgim, belgem, birikimim, itidâlim ve tefekkürlerim -siz dahil- herkesten daha çok bu konuda bana konuşma hakkı verir (diye düşünüyorum). Bakış açım ise, 2005 yılında, Assosited Press Ajansı muhabiri Sayın Selcan Hacaoğlu’nun benimle yaptığı “Selefilik ve El-Kaide Üzerine” adlı röportajda benim tarafımdan (yeteri kadar) dile getirilmiştir, Internet üzerinde yayınlanmaktadır. (3)

3. Eleştirdiğiniz içerikler “kulaktan dolma”… Gazeteci-yazar olmanız, gazete sayfaları ve takvim yapraklarından yola çıkarak yazma/konuşma hakkı kazandırmaz size. Eleştirdiğiniz içeriklerle ilgili bilgiyi kaynağından aldığınızı, kendisini dinlediğinizi, yazılı açıklamalarını okuduğunuzu, incelediğinizi, tüm bunları gereği gibi değerlendirdiğinizi ve hele ki anladığınızı hiç sanmıyorum. Yapılması gereken belli iken, üzerinize farz olduğunu düşündüğüm “taharri” görevini ifâ etmeden bir şeyler söylemeye koyulmuşsunuz. En önemlisi de, dil bilmiyorsunuz; böyle olunca ilk kaynaklar size kapalı kalır ve suyu bulandığı yerden içmek durumunda olursunuz. Böyle başladığınızda, tam bir usûlsüzlükle başlamış olu(yo)rsunuz ki, bu usûlsüzlüğünüz, uslûpsuzluğunuzla da birleşince kanaat belirtme hakkınızı sizden ıskât eder. Yüklendiğiniz yük ise, edâ edemeyeceğiniz yitik bir hak olarak kıyamet gününe dek boynunuzda asılı kalır ve o gün, hesap için durdurulduğunuzda bunun altından kalkamazsınız. Ben sizde bunu görüyorum, sizin için bundan endişe ediyorum; siz de kendiniz için bundan endişe eder misiniz, bu endişe ile sözlerime kulak verebilir misiniz? Bunu yapabilirseniz, sizi şimdiden içtenlikle kutluyorum.

4. Usame bin Ladin, BÖYLE BİR ŞEY DEMİYOR. Her iddia, isbatı gerektirir. Her müddei (iddiâcı), müddeâ aleyh'e (kendisi hakkında iddiâda bulunduğu kimseye) karşı isbatla yükümlüdür. Ümmetin o yiğit çocuğunun kadri bizim yanımızda sizin kıymetinizle hiç kıyaslanmaz, o’nun yanında sizin adınızın ve kıymetinizin sözü bile edilmez ama, ben tezkiyemi bir Müslümanın yitik hakkına sahip çıkma adına yapıyorum (sizin hakkınız yitik kalsa, aynı hassasiyeti size de göstermek isterim). Usame'yi benim tezkiye etmem (de) hiç gerekmiyor, ama sizin söz-lerinizi isbat etmeniz kesinlikle gerekiyor.

Bu isbatı yap(a)madığınızda, eyleminiz “iftira” niteliği taşır, siz de “müfteri” olarak nitelendirilirsiniz. Bu nitelendirmenin üzerinize hak olması için, eylemin “haksız yere” (bi-ğayri haqq) olması yeterli görülür; bu eylemi cehalet, gaflet, hıyânet, acelecilik vb. gibi sâiklerden herhangi birisi ile yapmış olmanız üzerinde vukû bulduğunuz cürmün niteliğini değiştirmez. Dahası ve kötüsü şu ki; iftira gibi azîm bir cürüm, herhangi bir konuda “tanıklık etme” hakkınızı yitirmenize neden olur, “hiçbir zaman” tanıklığınıza başvurulmaz/tanıklığınız tanınmaz, akredite görülmezsiniz; bu, Allah’ın hükmüdür (Tenzili özel, hükmü genel bir suç kapsamında “hürmetlere yönelik” iftiralar nedeniyle uygulanacak aslî ceza sonrasında, toplumu iftiracıların şerrinden korumaya yönelik önlem niteliğinde bu fer’î ceza için bkz.: 24/4). Bu durum, fâil için “kişilik kaybı” demektir, karakterli bir insan böyle bir sonucu ve azîm bir cezayı kendisine (kendi eliyle) yazmaz.

5. Usame bin Ladin'in -Allah rahmet ve mağfireti ile karşılasın-, 11 Eylül olayları sonrasında, Al-Jazeera kanalının kendisi ile yaptığı röportajı bir çok kez izledim, çünkü “bizi” ilgilendiriyordu: O mesajların hiçbirinde "ma’sumlar" kelimesi geçmiyor, bunu siz “üretiyorsunuz”. Atıf yaptığınız Al-Jazeera röportajı, (4) Teysîr el-Allûnî’nin kendisi ile yaptığı röportaj (5) ve konu ile ilgili diğer konuşmaları (6) ilk ağızdan görüntülü olarak Internet üzerinde yayınlanmaktadır, bunlara baktığımızda “üretmelerinizin” gerçekleri örtmeye yetmediğini görmekteyiz. O’nun ifadelerinde geçen sivilleri “ma’sumlar” olarak anlıyorsanız eğer, buradan da başka bir anlayış(sızlık) ve tartışma konusu doğar -ki, bunun da ayrıca tartışılması gerekir ve Müslümanların küçük çocukları bile sanırım bunu böyle anlamaz-.

6. Atıf yaptığınız röportajda ve tüm beyânatında Usame'nin mütemadi (hiç değişmeyen/süregelen) ifadesi/çizgisi hep şöyle idi: "Onlar bizi öldürdüğü gibi, biz de onları..." Evet, nüanslarla birlikte ilkesel cihâdî format hep bu idi, vefatına kadar da hiç değişmedi, en azından ben bunu iyi bilen birisi olarak buna tereddütsüz tanığım, bunun tersi için sizi yalanlıyorum. Ayrıca, bu formatı kendisi şu şekilde gerekçelendiriyordu: “Li-def’i’z-zâlimi an zulmih…”= “Zalimi zulmünden alıkoymak için…” (8)

Örnekler vereyim:

Atıf yaptığınız Al-Jazeera röportajında,

“Mukaddesatımız çiğneniyor, çocuklarımız ölüyor, ırzlarımız kirletiliyor, kadınlarımız tecavüze uğruyor, topraklarımız yağmalanıyor, üzerimize tonlarca bomba yağıyor, Amerikalılar petrollerimizi içiyorlar, insanlık tarihinin en büyük hırsızlığı topraklarımız üzerinden açıkça yapılıyor. (…) Bir tavuk bile kümesine saldırı olduğu zaman kendisini savunur, bir tavuk kadar kendimizi savunmayacak mıyız/buna hakkımız yok mu?” diyordu (1998). (8)

(Nijer olayları münasebeti ile) Fransa halkına yönelik son konuşmalarından birinde tüm samimiyeti ile şöyle diyordu: “Nasıl oluyor da, topraklarımıza yapılan saldırılara ortak olmaya yelteniyorsunuz, çocuklarımızın ve kadınlarımızın öldürülmesi konusunda Amerika’ya yardım ediyor, sonra da güvenlik ve esenlik içinde yaşamak istiyorsunuz (…) Savaşmak ve öldürmek (sizin hakkınızdır da) bizim hakkımız değil midir? Öyle şey yok; denklem kolay ve açıktır: Öldürdüğünüz gibi öldürülürsünüz, esir aldığınız gibi esir alınırsınız, güvenliğimizi tehdit ettiğiniz gibi biz de sizin güvenliğinizi tehdit ederiz. Zulüm, onu yapana geri döner. Bize karşı güvenliğinizi korumanın tek yolu, hepinizin toplu olarak Ümmetimize yaptığınız bütün zulümleri ve zulümlerinizin ortaya çıkardığı sonuçları ortadan kaldırmanızdır.” (9) (2010)

Sanırım, anla(ya)mayacağınız yerleri hiç dinlememişsiniz (aslında, o röportajı izlediğinizi ve anladığınızı da sanmıyorum), “dersinize hiç iyi çalışmamışsınız”, belki de problemli çevirilerden dinleyerek/okuyarak konunun özüne oldukça uzak kalmışsınız. En güzeli, o’nun niçin savaştığını kendisinden dinlemenizdir, (10) Amerikalılara seslendiği bir konuşmasını (11) ve savaşa son verme çağrısını dinledikten sonra insaf etmeniz ve kendinizi sorgulamanızdır (Her iki kaynak da sizin için Türkçe çevirili, alt yazılı). Bu konuda, yapacağınız en hayırlı iş bu(nlar) olur; eğer bunu yaparsanız, bunun hayrınızdan hiçbir şeyi eksiltmeyeceğine ve tam tersine size garanti veririm.

Eğer kendinizi orta ölçekte bir insaf düzeyine ulaşmaya muvaffak kılamazsanız, eski bir CIA ajanının itiraf ve insafından (13) utanmanız gerekecektir -ki, o, Muhammed’in sadâkatine tanıklık eden Mekkelilere benzer bir tanıklık yapmakta ve gerçekten iyi bir ibret olarak önünüzde durmaktadır-. Bunu gördüğünüzde de, tevbe eder, -en azından ve hiç olmazsa- bir Amerikalı kadar insaflı olabilirsiniz, değil mi? Sonrasında da bir Müslüman kadar insaflı olmanın yollarını ararsınız/aramalısınız. Bu aşamadan sonra da, çok duygulanır/duygusallaşır, özür beyânı için Usâme’nin rûhunu çağıracak olursanız, o’nun çağırdığınızda gele(bile)cek bir rûhu yoktur, şimdiki densizliğiniz o sizden hakkını alacağı zaman kadar içinizde kalır/içinizi kemirir.

6. İşin şer’i ve fıkhî yönü bir yana -ki, siz bunun kendisi ile tartışılabileceği ilmî yeterliliğe sahip bir kimse değilsiniz-, sizin 11 Eylül olaylarını, Madrid ve Londra patlamalarını, benzer cihâdî teşebbüslerin arka planını, bunların arkasında yatan psikolojiyi, mazlum psikolojisini ve bu olayların tedâiyyâtını anlayabilmeniz için, Usame bin Ladin’in, Avrupalılara Gürcistan’ın kaderini hatırlattığı gözde bir konuşmasında (2009), “Ben buna bizzat tanığım” diye(rek) aktardığı şu iki elîm olayı içinizin derinliklerinde hissedecek şekilde bizzat yaşamanız gerekirdi.

“Amerikalılar, Afganistan’da Tâliban mücâhitlerini canlı canlı büyük ticâri konteynerlere kapatıyorlar, sonra üstlerine kilit vuruyorlar, öylece konteynerleri nehre bırakıyorlardı, ta ki o Müslümanlar içinde boğulup ölünceye dek…” (12)

“Amerikalılar, Afganistan’da havadan köylerimizi bombalıyorlar, ma’sum çocuklarımızı öldürüyorlar, sonra tüm dünyaya şirin görünmek için bizden öldürdükleri her bir çocuk başına (göstermelik olarak) 100 dolar fidye ödüyorlar. Oysa, bu para karşılığında Amerika’da ve Avrupa’da bir tek koç alınamaz. İşte onların gözünde bizim ma’sumlarımızın kıymeti budur.” (14)

Ayrıca; şunu (da) bilmeliydik ki, “Afganistan işgali, 11 Eylül’e karşı yapılmamıştır. 11 Eylül, Amerika’nın ondan önceki tüm zulümlerine karşı yapılmıştır.” (2007) (15)

Yüreğinizde zerre kadar merhamet duygusu taşıyorsanız, bunu sadece Amerikalıların, İspanyalıların, İngilizlerin, kısacası bizden başka herkesin lehine taşıyor değilseniz, o zaman insaf edebilir, sorgu(lama)ya içeriden değil dışarıdan, bizden değil onlardan, dosttan değil düşmandan başlardınız. Özüne hiçbir şekilde inemediğiniz(i düşündüğüm), sadece bir gazeteci edâsının niteliksiz derinliksizliğinde gereği gibi değerlendiremediğiniz(i açıkça gördüğüm) bu tür eylemlerin şer’î ve fıkhî yönünü değerlendirmek için nitelikli çalışmalar yapılmıştır, kapasitesi kâfi kardeşlerimiz tarafından üzerinde düşünülebilir, tartışılabilir. (16)

7. Terditli savunmada son parça: -Usame, sizin aktardığınız gibi demiş olsa bile- o’ndan önce kendi manifestolarımızı, -tefsir ve hadis müktesebâtı dahil- mûteber (görülen) İslâmi kaynakları(n hemen hemen tümünü) sorgulamak gerekmez mi? Buna cesaretiniz var mı, yüreğiniz yeter mi, yeterliliğiniz var mı? Konjonktürel hesaplar yapmadan, açık gönüllülükle, bu kaynakları sorgulamak için aynı gazetedeki köşenizi kullanabilir misiniz yoksa konu bu olduğunda köşenize çekilmeyi mi tercih edersiniz?

-Ben katılmıyorum ama-; Sünnî kesimde din algısı, Ehl-i Sünnet mezhepleri, Selefiyye çizgisi, pek çok hadis ve siyer rivayeti, doktrin ve uygulama örnekleri savaş hukukunda bu algıya oldukça elverişlidir, hatta işkenceye bile... Bu malzemelere nass gözüyle baktığınızda, bu sonucu çıkarır, bunu da "Allah için" diye(rek) yaparsınız. Ma’sum-ların öldürülmesi onaylanamaz, “insan olan” bunu yapamaz. Ne ki, te'vil yaparsınız, te'vilinizde kendinizi haklı görürsünüz, te'vilinizle muhataplarınız ma’sum olmaktan çıkar, sonra onları (ma’sum görmeden) öldürürsünüz.

Olayımızda ise, buna örnek şu olur:

“Amerika bize zulmediyor, Amerika'ya karşı direniyor-savaşıyoruz, Amerikan halkı da kendisi ile savaş halinde olduğumuz bir devleti (kendi devletlerini) destekliyor/ona tâbi, bu desteği çekmeleri için onları açıkça uyarıyoruz, onlar ise desteklemeye devam ediyorlar ve Amerikan halkı Amerikan devleti kadar mücrim duruma düşüyor, bize de topyekün savaşmaktan başka çare kalmıyor. Amerikan toplumu da Amerikan devleti gibi “harbî” statüsünde bir toplumdur.”

Bu te'vil doğru ya da yanlış bunu tartışırsınız, ama bu te'vili yapıyorsanız -ki, El-Kaide’nin kendilerini haklı buldukları başka te'villerini de biliyorum- bu te'vil(ler)e göre, Amerikan halkı "ma'sum" olmaktan çıkar, harbî statüsüne geçer, bu durumda da bir Müslüman Amerika'nın ağzından konuşarak, başka bir Müslümana (onu bu te’vilinde mazur görmeyerek) "terörist" ya da "ma'sumları öldürüyorlar" diyemez. Sonuçta, muhatabınız kendince doğru bulduğu bir te’vilden hareketle bir sonuca gidiyor, te’vil bir içtihattır, sahibini mazur kılar. Sizin “ma’sum” te’vilinizi, onların “mazur” te’villerine tafdil edecek bir karine ise, ne sizin elinizde bulunur, ne de bizim… Tamam mı, Hakan kardeşim?

İkinci olarak;

1. Fazla kibirli ve bilmiş davranıyorsunuz; biliniz ki, her iki haslet de size hiç yakışmıyor, üzerinizde şık durmuyor. Kibriniz ve şöhretiniz kıymetinizden fazla olunca, bu daha da “sırıtıyor”.

2. Bir dönem, üstâdınızdan eğitim alırken, eğitimle birlikte -belki de hiç farketmeden- kendisinin kişilik ve davranış bozukluklarını da almışsınız (ya da o bunu çaktırmadan vermiş); o eğitimi (ve aldıklarınızı) gözden geçirmeli, sözünü ettiğim diğer bozuklukları kendisine geri bırakmalısınız. Bu sizin için hayırlıdır.

3. O eğitimi bir sıçrama tahtası olarak görünüz, daha nitelikli bir eğitim için çabalayınız. Klasik bir sözü doğruluyor ahvâliniz: “Usulsüzlük vusulsüzlüktür” diyorlardı, ya. Usûl okumanızı önerir, sizi İmam Şâtıbî’nin el-Muvâfakât isimli muhalled eserine yönlendiririm. Bunu okur ve metodoloji bakımından yolunuzu doğrultamazsanız, kusur sizde değilse eğer, buna mukabil size iyi bir bedel ödemeye hazır olduğumu belirtecek kadar iddialıyım.

4. İktidara çok fazla yakın duruyorsunuz, bu -sizce gerekli ise de- aslında gereksiz ve çirkin... Çabalarınızda hasbîliği kendiniz için ilkeselleştirebilirseniz, bu gereksizlik size gizli kalmayacaktır (Not: Bu sözlerimi, rüzgarın lehimize estiği bugünlerde, iktidara karşı, Kemalistlerin, çapsız ve bâtıl muhalefetin, ulusalcıların, terör örgütlerinin ve Silivri’nin kulvarından söylemiyorum.).

5. Şakşakçılara yüz vermeyiniz, sizi dolmuş(ların)a bindirmek isteyenlere iltifat etmeyiniz, yanar-döner olmayınız, rüzgarın yönüne göre yön değiştiren bir duruşunuz olmasın. Daha fazla görünmek/öne çıkmak, daha çok konuşmak yerine, biraz daha “kişilikli” olmanın ve kalabilmenin, heybenizi dolduracak doğru işler yapmanın çabası içinde olunuz ki, bu çabanız sizin için “sâ’y” olarak kabul görsün ve göklerin üstünde teşekküre değer bulunsun.

6. Makalenizin sonundaki mükerrer istiğfarınızı, yeni farkedeceğiniz hatalarınız için bir kez, ama tam ve yerli yerinde yapınız, fakat tevbeniz sonrasında/eşliğinde… Öğütlediğim olası bir istiğfara ve kabûlüne liyâkat kesbedeceğinizi umut etmek istiyorum.

Hakan kardeşim,

Sizi ötekileştirmeden, “bizden olanın” kıymetini bilerek dostça temenni ediyorum: -Eğer siz gerçekten bunu diliyor ve arıyorsanız-, Allah’ın sizi arındırmasını ve rızasına uygun salih amellere başarılı kılmasını dilerim.

DİPNOTLAR

(1) Yz karas - Yazarlar - Hakan Albayrak - Star Gazete
(2) جميع كلمات الشيخ المØ*ارب أسامة بن لادن Ø*Ùظه الله : مؤسسة السØ*اب للإنتاج الإعلامي : Free Download & Streaming : Internet Archive
(3) www.turkiyespot.com web sayfas kontrol panelleleri yardmlama forumlar :: Balk grntleniyor - Selefilik ve El-Kaide zerine l M.F.E.
(4)
(5)
(6) Şeyh Usame'nin Unutulmaz Kasem'i - YouTube
şeyh usame bin laden'in 11 eylül saldırıları sonrası açıklamaları - YouTube


(7) şeyh usame bin laden'in 11 eylül saldırıları sonrası açıklamaları - YouTube
(8)
(9)
(10) şeyh usame bin laden'den islam ümmetine çağrı - YouTube
(11) şeyh usame bin laden'in amerikanlar hakkındaki konuşması - YouTube
(12) Şeyh Usame bin Laden Avrupalılara Gürcistan'ın kaderini hatırlattı - EsasDurus.com - YouTube
(13) Usame bin ladin - (hakkında bilinmeyen Gerçekler) - YouTube
(14) Bir önceki kaynak.
(15) Osama bin laden's message to the American people in 2007 - YouTube
(16) Cihadi Selefi Hareket, El-Kaide Örgütü ve Terör


Muhammed Fatih Ergün
Sütünhaber
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt