Esselamu Aleykum hocam.
Bugün bir sufiyle tartıştım. Velilerin olayların iç yüzünü gördüğünü, bizim onları anlayamayacağımızı, onların hakikat ehli olduğunu söyledi. Delil olarak da musa-Hızır kıssasını getirdi. Hz. Musanın peygamber olmasına rağmen veli olan hızır aleyhisselam'ı anlayamadığını, velilerin de gayb bilgisine sahib olabileceğini iddia etti. Ben de Allah gaybı sadece peygamberlerinden razı olduğuna açacağını (cin suresi) söyledim.
Hızır aleyhisselam peygamber midir yoksa veli midir anlaşamadık.
Sizin bu konuya bir açıklama getirmenizi rica ediyorum. Allah razı olsun.
HZ. HIZIR YAŞIYOR MU YOK ÖLDÜ MÜ?
Kur’anda Musa (a.s.) ile kısa bir yolculuk arkadaşlığı yaptığı zikredilen kişi büyük ihtimalle Hıdır (a.s.)'dır.
(Kehf 68 – 82)
Bazı hadisçilerle tarihçilerin kaydettiği rivayetlere göre Hz. Hızır’ın Deccâl’i yalanlaması için ömrünün uzatıldığı
(İbn Hacer, el-İśâbe, I, 431),
HZ. HIZIR ÖLDÜ DİYENLER...
Başta Buhârî, İbrâhim el-Harbî, Ebû Hayyân el-Endelüsî, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Muhammed Abdürraûf el-Münâvî, Takıyyüddin İbn Teymiyye ve Süyûtî olmak üzere birçok hadis ve tefsir âlimi Hızır’ın hayatta olmadığını söylemiş; onun yaşadığına dair nakledilen haberler İbnü’l-Cevzî, Ali el-Kārî, Muhammed Dervîş el-Hût gibi hadis tenkitçileri tarafından reddedilmiştir.
İbn Kayyim el-Cevziyye de Hz. Hızır’ın hayatına dair nakledilmiş rivayetlerin hepsinin uydurma olduğunu ifade etmiştir (el-Menârü’l-münîf, s. 67).
Hz. Hızır’ın hayatta olmadığını ileri sürenler onun öldüğüne dair Kur’an’a, sünnete ve akla dayanan çeşitli deliller zikretmişlerdir. Kur’an’ın, Hz. Muhammed’den (s.a.v.) önce birçok peygamberin gelip geçtiğini ve hiçbirine ebedî hayat verilmediğini
وَمَا مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ
Muhammed, ancak bir resuldür. Ondan önce de resuller gelip geçti. (Âl-i İmrân 3/144)
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ
Biz, senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ebedî mi kalacaklar? (el-Enbiyâ 21/34),
كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ
her nefsin ölümü tadacağını (Âl-i İmrân 3/185)
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ
Her nefs ölümü tadıcıdır. (el-Enbiyâ 21/35
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Her nefs ölümü tadıcıdır. Sonra Bize döndürüleceksiniz.
( el-Ankebût 29/57)
bildiren âyetleri ve Hz. Peygamber’in vefatına yakın günlerde söylediği,
“Yüz sene sonra bugün yeryüzünde yaşayanlardan hiç kimse kalmaz” (Buhârî, “İlim”, 41; Müslim, “Feżâilü’ś-śaĥâbe”, 219)
sözünü delil getirmektedirler. İ
ibni Kayyim ayrıca, bu konuda muhakkık ulemânın icmâının bulunduğunu söyleyerek onun yaşadığına ilişkin haberlerin doğru olmadığını değişik aklî delillerle ispat etmeye çalışmaktadır (el-Menârü’l-münîf, s. 73-76).
Son devir âlimlerinden Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî ve Kâmil Miras gibi müellifler de Hz. Hızır’ın da her insan gibi öldüğü kanaatindedirler.
Şeyhu'l islam İbn-i Teymiyye'ye (rahimehumullah) bu konu sorulduğunda şu cevabı vermiştir.
"Şayet Hıdır yaşamış olsaydı Peygamber (s.a.v)'in yanına gelir onunla birlikte cihad eder ve ondan ilim öğrenirdi.
Bedir gününde Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardı "Yarabbi eğer Sen bu (Mucahidler) grubunu helak edersen artık yeryüzünde sana ibadet eden kalmaz."
Bu kimseler yaklaşık üç yüz on üç kişiydi. İsimleriyle ve babalarıyla ve hatta kabileleriyle tanınmaktaydılar
. Peki Hıdır nerede?
Kuran, Sünnet ve muhakkik alimlerin görüşleri; Hıdır (a.s.)'ın hayatta olmadığını gösteriyor.
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِّن قَبْلِكَ الْخُلْدَ أَفَإِن مِّتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ
Ey Muhammed! Senden önce hiç kimseyi ölümsüz kılmadık. Sen öleceksin de onlar baki mi kalacaklar?
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ
Her nefs ölümü tadıcıdır. (Enbiya 34-35)
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Şu gecenizi görüyor musunuz? Bu geceden sonra gelecek yüz yılın başında bu gün hayatta olanlardan hiç kimse yeryüzünde bulunmayacaktır."
(Buhari, İlim, 41 ; Muslim)
İbnu'l Cevzi (Ebu’l-Ferec Cemâluddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî) derki: Bize imam Ahmed, Şurayh b. Nûman -Huşeym- Mucâhid- Şâbi- Câbir bin Abdullah (r.anhuma) isnadıyla Nebi (s.a.v.) :
"Nefsim elinde olan Allah'a and olsun ki Musa sağ olsaydı, bana tâbi olmaktan başka bir şey yapmazdı" buyurduğunu nakleder
. (Ahmed bin Hanbel, Musned, 3/387, 338; Beyhakî 2/11; Abdurrezzak 10152, 19209; ibn-i Ebi Asım, Sunne, 1/27)
Kâdı Ebû Yâla da Hıdır'ın öldüğünü İmam Âhmed'in talebelerinden nakledip ilim ehli birininde
"O sağ olsa Efendimize ' gelmesi vâcîb olurdu" diye ihticacını anlatır.
Hızır Aleyhisselam kimdir? Ayet ve hadislerle Hızır Aleyhisselam hakkında bilgiler.
Hızır Aleyhisselâm Hz. Mûsâ döneminde yaşayan, kendisine ilâhî bilgi ve hikmet öğretilen kişidir.
Hadır “yeşil, yeşilliği çok olan yer” mânasındaki ahdar ile eş anlamlıdır. Bu mânadan hareketle hadır kelimesinin özel isimden ziyade lakap ve sıfat olarak kabul edildiği söylenebilir.
Nitekim bazı kaynaklarda Hızır’a bu ismin, kuru yerde oturduğunda altından otların yeşerip dalgalanması (Buhârî, “Enbiyâ”, 29),
cennet pınarından içtiği için bastığı her yerin yeşile bürünmesi (Makdisî, III, 78).
HZ. HIZIR'IN SOYU
Hz. Âdem’in çocuklarından Kābil’in oğlu Hazrûn veya Hz. Nûh’un oğlu Sâm’ın torunlarından Belyâ b. Melkân yahut Hz. İshak’ın torunlarından Hazrûn b. Amâyîl’dir. Bunun yanında onun Hz. Hârûn’un soyundan geldiği, isminin Hadır b. Âmiya veya Hadır b. Fir‘avn olduğu yahut Kur’an’da adı geçen İlyâs veya Elyesa‘ın Hızır’ın kendisi olduğu öne sürülür (Ebû Hâtim es-Sicistânî, s. 3; Makdisî, III, 77; İbn Kesîr, I, 295; Diyarbekrî, I, 106).
Bazı kaynaklarda ise annesinin Rum, babasının Fars olduğu kaydedilir (İbn Kesîr, I, 299; Diyarbekrî, I, 106-107).
İbn Kesîr, İslâmî kaynaklarda Hızır’ın gerçek adı olarak gösterilen Belyâ b. Melkân’ın aslında Kitâb-ı Mukaddes’teki İlya’dan bozma olduğunu belirtmiş (el-Bidâye, I, 299),
Sûrede yer alan kıssanın tefsiri mahiyetindeki rivayetlerin birinde kaydedildiğine göre Saîd b. Cübeyr İbn Abbas’a, Nevf el-Bikâlî’nin Hızır kıssasında sözü edilen Mûsâ’nın İsrâiloğulları’na gönderilen Hz. Mûsâ b. İmrân (a.s.) olmayıp başka bir Mûsâ olduğunu iddia ettiğini söylemiş, İbn Abbas da, “Allah’ın düşmanı yalan söylüyor” diyerek Übey b. Kâ‘b yoluyla Hz. Peygamber’den gelen Hz.Mûsâ (a.s.) merkezli uzunca rivayeti nakletmiştir (Müsned, V, 117-119; Buhârî, “İlim”, 44; “Enbiyâ”, 27; “Tefsîr”, 18/3; Müslim, “Feżâil”, 170-173; Tirmizî, “Tefsîr”, 19/1).
Aynı konuyla ilgili ikinci rivayette kaydedildiğine göre İbn Abbas’ın bir sorusu üzerine Übey b. Kâ‘b, buradaki Mûsâ’nın İsrâiloğulları’na gönderilen Hz. Mûsâ (a.s.) olduğunu ifade eden hadisi nakletmiştir (Müsned, V, 116-117, 122; Buhârî, “İlim”, 16, 19; “Enbiyâ”, 27; “Tevĥîd”, 31; Müslim, “Feżâil”, 174).
Her iki rivayette de belirtildiği üzere Hz. Mûsâ (a.s.), İsrâiloğulları’na hitap ederken kendisine insanların en bilgilisinin kim olduğunun sorulması üzerine “benim” diye cevap verip mutlak ilmin nezd-i ilâhîde olduğunu hatırlatmadığı için Allah tarafından kınanmış ve kendisinden daha bilgili Hadır adında birinin bulunduğu söylenmiştir.
Ebû Hüreyre’nin naklettiği başka bir hadiste Hz. Hızır’a bu adın verilmesinin sebebi
, “Kuru yerde oturduğunda altında otlar yeşerip dalgalanır” (Buhârî, “Enbiyâ”, 27; Tirmizî, “Tefsîr”, 19/1) şeklinde açıklanmıştır.
Bu rivayet Ahd-i Atîk’teki, “İşte adı Filiz olan adam ve o durduğu yerden filizlenecek”
(Zekarya, 6/12) ifadesini hatırlatmaktadır.
Übey b. Kâ‘b’dan rivayet edilen, râvilerinden birinin zayıf sayıldığı bir hadiste Hz. Hızır’ın Firavunlar döneminde Mısır’da yaşayan İsrâiloğulları’ndan bir genç olduğu, bir rahipten hak dini öğrenip benimsediği, fakat bunu gizli tuttuğu, nihayet boşadığı bir hanımın bu sırrı ifşa etmesi üzerine kaçıp bir adaya sığındığı bildirilir (İbn Mâce, “Fiten”, 23).
Buhârî’nin Abdullah b. Abbas’ın görüşü olarak yer verdiği bir rivayette
(“Tefsîr”, 18/4) buluşma yerindeki kayanın dibinde “hayat” denilen bir su kaynağı bulunduğu, damlalarının dokunduğu her şeyin canlandığı, söz konusu balığa da bu sudan birkaç damlanın isabet ettiği ifade edilmekte,
Tirmizî’de ise (“Tefsîr”, 19/1)
Ayrıca Hz. Hızır’ın nebî kabul edilmesi durumunda Hz. Mûsâ’nın (a.s.) ümmetinden olmadığını, dolayısıyla onun şeriatına uymakla yükümlü bulunmadığını da söylemek gerekir (Risâle fî ilmi’l-bâŧın ve’ž-žâhir, s. 250). Hz. Hızır’ın melek olduğu söyler (İbn Hacer, el-İśâbe, I, 429)
el-İSÂBE:İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1449) sahâbenin hayatına dair eseri.
Tam adı el-İṣâbe fî temyîzi’ṣ-ṣaḥâbe olup müellifin Fetḥu’l-bârî’den sonra en önemli eseri kabul edilmektedir.
Hızır’ın melek olduğunu, onun
,
قَالَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا
“doğrusu sen benimle beraber olmaya asla dayanamazsın” Kehf: 67
sözünden de anlayabiliriz. Bu sözden; Hızır’ın sorumluluk alanında yapacakları işlerinin, bir insanın sorumluluk alanıyla ve ilmiyle anlayamayacağı, kabullenemeyeceği ve tahammül edemeyeceği cinsten olduğunu anlıyoruz.
Aslında Hızır aleyhisselâm’ın bu sözü, kendisinin insan cinsinden olmadığı ve insanların sorumlu oldukları sınırlarla sınırlı olmadığı hakkında da ciddi bir karînedir.
Hz. Hızır’ın hayatta olup olmadığının tespiti için,
“Hızır insan mıdır yoksa melek midir?” sorusuna cevap aramamız gerekmektedir. Bu soru, Hızır’ın kimliğinin tespitinde anahtar sorudur.
Kehf Sûresindeki anlatıldığına göre, Hz. Mûsâ, Hızır ile yolculuk yapmıştır. Hızır kelimesi Kur’ân’da geçmemektedir, Sahîh Hadîslerde bu isim zikredilmiştir.
Buhârî, Enbiyâ, 29
فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا
Âyette,
“kendisine tarafımızdan rahmet verdiğimiz ve katımızdan ilim öğretmiş olduğumuz kullarımızdan bir kul” tabiri geçmektedir.
Kehf: 65
Bu seyahat esnasında Hızır aleyhisselâm, bindikleri bir gemiyi deldi Kehf: 71
karşılaştıkları bir erkek çocuğu öldürdü ] Kehf: 74
ve uğradıkları bir kasaba halkından yiyecek istediler, onlar ise kendilerini misafir etmek istemedi. Hızır ise, orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarı onarıp yükseltti. Bunun karşılığında ücret de almadı. Kehf: 77
Bütün bunları o, Allah’ın kendisine gabya dair haberler bildirmesiyle yapmıştır. Gemiyi delmesinin nedeni olarak, geminin denizde çalışan yoksullara ait olduğunu ve geminin gittiği yerde sağlam gemileri gasp eden zâlim bir hükümdarın bulunduğunu söylemiştir. Gemide bulunanlar, bu hükümdarın durumunu bilmiyorlardı. Yüce Allah, bu durumu Hızır’a bildirince o da gemiyi delerek onda kusur meydana getirmiştir. Gemiyi delmiştir ki, o zâlim melik, gemiye el koymasın. Kehf: 79
Erkek çocuğu öldürmesinin nedeni olarak ise, bu çocuğun anne ve babasının mü’min kimseler olduklarını ve ileride büyüdüğünde bu çocuğun anne ve babasına azgınlık ve nankörlük ederek, onlara eziyet edeceğini belirtmiştir, Ayrıca Allah’ın, o çocuğun yerine daha temiz, daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk vermesini dilemiştir. ] Kehf: 80, 81
Tamir ettiği duvarın nedenini ise, oradaki evin duvarının, babaları sâlih bir zat olan iki yetim çocuğa ait olduğunu, duvarın altında, çocuklar büyüyünce sahip çıksınlar diye saklanmış bir hazine bulunduğunu, duvarın erken yıkılıp da hazinenin erken ortaya çıkmasını önlemek için duvarı tamir edip sağlamlaştırdığını söyleyerek açıklamıştır. Kehf: 82
Çünkü Peygamberimiz hayatının sonlarında:
“Yüz sene sonra, bugün yaşayanlardan hiç kimse hayatta kalmayacaktır” buyurmuştur.
Buhârî, İlm, 42
Hızır’ın melek olduğunu kabul ettiğimizde ise, onun şu anda yaşamakta olduğunu da kabul etmiş oluruz.
Alimlerin çoğunluğuna göre, Hızır şu an hayattadır. İmam Buhârî, Ebû Bekir İbnu’l Arabî, Ebû Ya’lâ b. el-Ferrâ gibi bazı âlimlere göre ise, Hızır şu an hayatta değildir.
Hızır’ın şu an itibariyle hayatta olmadığını söyleyenler, yukarıda zikrettiğimiz Hadîs-i Şerîf ile Rabbimizin şu buyruğunu delil gösterirler Kuran, Sünnet ve muhakkik alimlerin görüşleri; Hıdır (a.s.)'ın hayatta olmadığını gösteriyor.
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِّن قَبْلِكَ الْخُلْدَ أَفَإِن مِّتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ
Ey Muhammed! Senden önce hiç kimseyi ölümsüz kılmadık. Sen öleceksin de onlar baki mi kalacaklar?
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ
Her nefs ölümü tadıcıdır. (Enbiya 34-35)
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Şu gecenizi görüyor musunuz? Bu geceden sonra gelecek yüz yılın başında bu gün hayatta olanlardan hiç kimse yeryüzünde bulunmayacaktır."
(Buhari, İlim, 41 ; Muslim)
Bu delillere göre; Hızır aleyhisselâm –ister nebî olsun, ister velî olsun- eğer bir insan ise, o vefat etmiştir ve şu an hayatta değildir. Ama o bir melek ise, şu anda hayattadır.
Peygamberimiz:
يَرْحَمُ اللَّهُ مُوسَى لَوْ كَانَ صَبَرَ فَقَصَّ اللَّهُ عَلَيْنَا مِنْ خَبَرِهِمَا
“Allah, Mûsâ’ya rahmet etsin. Mûsâ sabretseydi de, aralarında geçecek hâdiselerden Allah bize anlatsaydı” Buhârî, Enbiyâ, 29
buyurmuştur.
İmam Buhârî bu Hadîs’i, Hızır’ın hayatta olmadığına delil olarak getirmiştir. Bu görüşteki âlimler, eğer Hızır hayatta olmuş olsaydı, Rasûlullah’ın böyle bir temennide bulunmasına gerek kalmazdı. Allah, onu Peygamberimizin huzuruna gönderir ve ona hayret verici şeyler göstermesini sağlardı, demektedirler. Fakat bu sözler, Hızır’ın bir insan olma ihtimali üzerine söylenmektedir. Hızır’ın bir melek olması durumunda, insanların bu tür beklentiler içerisinde yorum yapmaları anlamını yitirir. Zaten Allah, Peygamberimize, irâde buyurduğu zaman gabya ait haberler vermekteydi. Rasûlullah’ın bu Hadîsteki temennisini de, ikisi arasında geçen hâdiselerle sınırlı anlamak gerekir. Yoksa Peygamberimizi, evrenin işleyişine dair, Allah diledikçe bilgilendirmekteydi. Peygamberimizin,
“Mûsâ sabretseydi de, aralarında geçecek hâdiselerden Allah bize anlatsaydı” sözünden, o hayatta değildir ya da hayatta olsaydı ben de onunla benzer şeyleri yaşamak isterdim, şeklinde bir anlam çıkarmak zordur.
Şu bir gerçektir ki, hiçbir insan kendisine gelen bir ilhâm ya da içgüdüsüyle Şerîat’a aykırı bir amel işleyemez. Çünkü insan, İlâhî emirlere uymak zorundadır. Meselâ, bir kimse kendisine gelen bir ilham yoluyla bir gemiyi korsanların gasp edeceklerini veya bir çocuğun âsî yahut kâfir olacağını bilse dahi, o gemiye zarar veremez ve çocuğu asla öldüremez. Yani ilham, içgüdü, firâset, tahmin, kuvvetli zan yahut benzeri gerekçelerle hüküm verilemez. Hele ki bir kimse asla öldürülemez ve kimsenin malına zarar verilemez.
Bir kimse, Hızır’ın -çocuğu öldürme ve gemiyi delme- şeklindeki bu iki fiilini gerekçe göstererek, kendisine gelen ilham sebebiyle bazı fiillerinin meşruluk illetlerinin bulunduğunu iddia etse bile, bu davranışlar suçtur! Zira meselemiz, Hızır’ın kimin emriyle hareket ettiğinden çok, o aldığı emirlerin niteliği yani onun nasıl bir varlık olduğudur. Rabbimiz, Hızır hakkında, “katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul”
Kehf: 65
ifadesini kullanmıştır. Hızır da:
“Bunları ben kendi işim (görüşüm) olarak yapmadım” Kehf: 82
Hızır ile alâkalı olarak, bir nokta çok dikkat çekicidir. Hızır, Hz. Mûsâ ile buluşuncaya kadar nerede yaşadığı bilinmeyen ve insanlarca tanınmayan bir kimsedir. Hz. Mûsâ ile yolculuğu sona erince de ortadan kaybolmakta ve bir daha da gören ve duyan olmamaktadır. Zâhirî görüntü itibariyle bile, onun, Allah tarafından gönderilmiş ve görevlendirilmiş bir melek olduğu anlaşılmaktadır. Görevi bitince de sırra kadem basmaktadır.
Rabbimiz bu Âyette, Hz. Mûsâ’ya verdiği risâlet ve kendisiyle konuşması nimetiyle, onu insanlar üzerine seçip üstün kıldığını bildirmektedir. Dolayısıyla bu Âyeti dikkate aldığımız zaman, Hızır’ın nebî ya da rasûl olması ihtimali zayıflamaktadır. Çünkü bir kimse peygamber de olsa, o dönemde Hz. Mûsâ’nın Şerîat’ına uymak zorundadır. Fakat Hızır’ın bırakın şerîat’a uymayı, insanlar için bağlayıcı olan genel İlâhi yasalara dahi riâyet etmediğini görmekteyiz. Bu da, onun insan olmadığı sonucunu beraberinde getirmektedir.
Bu Âyeti, Hafız İbn-i Kesîr rahımehullâh şöyle açıklamaktadır:
“Burada Allah Teâlâ, Hz. Mûsâ’ya hitâbını zikrediyor. Onu, risâleti ve kendisiyle konuşmasıyla zamanının âlemleri üzerine seçip üstün kılmıştır. Şüphesiz ki Hz. Muhammed, öncekilerden ve sonrakilerden bütün Âdemoğlunun efendisidir. Bu sebepledir ki Allah, onu nebîlerin ve rasûllerin sonuncusu yapmıştır. Onun Şerîatı kıyamete kadar devam edecektir. Ona tâbi olanlar, diğer bütün nebîlerin ve rasûllerin tâbilerinden daha çoktur. Şeref ve fazilet bakımından ondan sonra İbrâhîm Halîl aleyhisselâm gelir. Sonra da Rahmân’ın Kelîm’i (konuştuğu) Mûsâ b. İmrân aleyhisselâm gelir.
Bu nedenle Allah ona şöyle buyurmuştur:
فَخُذْ مَا آتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِرِينَ
‘Sana verdiğim (kelâm ve yakarışları) al ve buna şükredenlerden ol (benden gücünün yetmeyeceği şeyleri isteme.’“ Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, İbn-i Kesîr, Dâru Usâme, C: 2, S: 828
Allah’ın kendisine bahşettiği bir üstünlük ile zamanının âlemlerine tafdîl edilen, -İbn-i Kesîr’in de belirttiği gibi- sayıları beş tane olan ulu’l azm peygamberlerinin fazilet bakımından üçüncüsü olan bir Rasûlden, kendi zamanında yaşayan bir peygamberin ya da bir insanın daha üstün olduğunu söylemek gerçekten mümkün değildir. Hızır’ın, Hz. Mûsâ’dan üstün olduğunu ancak câhiller iddia edebilir!
Burada önemli bir noktaya daha temas edelim. Bazı zındıklar, Hızır’ın insan olduğu varsayımından hareketle, İslâm Şerîat’ının hükümlerini yıkacak bir yöntem öne sürmüşlerdir. Onlar demişlerdir ki: “İslâm’ın hükümleri zekâ ve ilim seviyesi düşük avam kimseleri bağlar. Evliyâ ve seçkin kimselerin ise İslâm’ın ahkâmına uymalarına gerek yoktur. Onlar yalnızca kalplerine doğanlara uyarlar ve onlara göre hüküm verirler. Nitekim Hızır da kalbine doğan ilimler sebebiyle, Hz Mûsâ’nın Şerîat’ından müstağni olmuştur. Peygamberimizin,
‘Gönlüne sor, kalbine danış’ Dârimî, Büyû’, 2
Hadîsi de bunun delilidir” demişlerdir! Bu görüşler, Bâtıniyye fırkasının zındıklarının görüşlerdir!
Kehf Sûresinin 65. Âyetindeki:
وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا
“Ve Biz ona katımızdan bir ilim öğrettik” ifadesini
bazıları, ‘ilm-i ledün’ diye müstakil bir ilim olarak anlamışlardır. Bu ilim; okumadan, çalışmadan, doğrudan ilham ya da vahiy yoluyla elde edilen ve bir işin gizliliklerini, sırlarını, sebeplerini bildiren ‘bâtınî ilim’ olarak yorumlanmıştır. Bu yorum şekli, gerçekten çok zorlama bir te’vîldir. Haddizâtında Âyetteki o ibâreden teknik olarak böyle bir anlam çıkarmak da mümkün değildir. Mezkûr Âyette bahsedilen, Allah’ın katından öğretilmiş ilimdir. İlim zaten Allah katından gelir. Her şeyin iç yüzünü bilmek ve gaybdan haberdar olmak şeklinde kimseye müstakil bir ilim bahşedilmemiştir. Bu sözler insanları, Şerîat’ın hükümlerini terk etmeye, hevâ ve heveslerine uymaya sevk eder. Allah, peygamberlerine gerek helâl ve haram hükümleri ve gerekse gabya ait bir takım bilgilere dair vahiyler göndermiştir; onlar da, sorumluluk alanlarıyla alakalı olan bu ilmi öğrenip, ona göre vazifelerini icrâ etmişlerdir. Bu ilim, bazen Hızır kıssasında olduğu gibi gabya dair bilgiler olur, bazen de peygamberlere vahyedilen tüm Şerîat’ın esasları ve gelecekle ilgili havâdis’den olur. Bunların hepsi de, Allah katındandır. Biz –Müslümanlar-, Allah’ın gönderdiği Kitâb-ı Kerîm’ine ve Peygamberimizin Sünnet-i Seniyye’sine uyarız, bâtınî fikir ve felsefelere uymayız! Hızır’ın, bâtınî ilimle hareket ettiği söylenirse, deriz ki; Hızır, Allah’ın emrettiklerini yapmakla mükellef olan bir melek idi, insanları bağlayıcı olan yasaları gizli ilimlerle çiğneyen bir insan değildi! Allah Teâlâ, Hızır kıssasını, -sözde gizli ilimler elde etme iddiası ile- gönderdiği buyruklarını insanlar çiğnesinler diye anlatmamıştır! İnsanlığın elde edeceği gizli ilim yoktur! Allah, bizim muhtaç olduğumuz hakikatleri bizden gizlememiştir; son elçisi vasıtasıyla bildirmiştir. İnsanların uymakla mükellef oldukları, Şerîat’ın zâhir ve açık hükümleridir. Şerîat’ın ardında, Şerîat ahkâmına zıt anlamlar uydurup, bunların ‘gizli ilim’ olduğunu söylemek küfürdür!
Hızır’ın, melek olması gerektiği görüşünü açıklamaya devam edelim. Öncelikle şunu ifade edelim ki; melekler, insanların sorumlu olduğu helâl ve haram sorumlulukları ile sınırlanmazlar. Melekler, Allah’a asla karşı gelmeden, O’na itaat ederler:
“Onlar, kendilerine verdiği emirlerde Allah’a isyan etmezler. Ne emir olunurlarsa onu yaparlar.” Tahrîm: 6
“Onlar, üstlerindeki her hususta hâkim olan Rabblerinden korkarlar ve emrolunduklarını yaparlar.” Nahl: 50
Kur’ân’da, Hızır’ın insan olduğu söylenmemiştir.
“Kullarımızdan bir kul” denmiştir. Hadîslerde de Hızır’dan insan olarak bahsedilmemiştir. Sahih bir Hadîs’te, Hızır için “racül” (adam) kelimesi kullanılmıştır.
Buhârî, Enbiyâ, 29, Mûsâ ile Hızır aleyhimesselâm Hadîsi.
Bu kelime genelde insanlar için kullanılmasına rağmen, Hızır için de kullanılabileceği ortaya çıkmaktadır. Rabbimiz, “racül” kelimesini cinler için de kullanmıştır:
“Şu da gerçek ki, insanlardan bazı adamlar (ricâl), cinlerden bazı adamlara/kimselere sığınırlardı. Bununla da onların azgınlıklarını artırırlardı.” Cinn: 6
Demek ki Kur’ân’da “racül/adam” kelimesi yalnızca insan için kullanılmamaktadır.
Kur’ân, Hızır için “kul” kelimesini kullanmıştır. Kur’ân’da bu kelime çeşitli yerlerde melekler için de kullanılmıştır.
بَلْ عِبَادٌ مُّكْرَمُونَ
(Böyle iken) "Rahman, çocuk edindi" dediler. O, böyle şeylerden uzaktır, yücedir. Hayır, (evlat diye niteledikleri) o melekler ikrama erdirilmiş kullardır.Enbiyâ: 26, Zuhruf: 19
Ayrıca insanlara gelen bir melek ya da cin, tam bir insan (beşer) sûretinde görünür. Görünüşü insan sûretinde olduğu için de “beşer” adını alır.
“…Derken Biz ona (Meryem’e) Rûhumuzu (Cebrâil’i) gönderdik. Ona tam bir insan sûretinde göründü.” [Meryem: 17
Tüm insanlar mutlak anlamda Allah’ın Şerîat’ına uymakla mükelleftirler. Sınırlarını Allah’ın belirlediği bu yasaları hiçbir insan ne şekilde olursa olsun, çiğneyemez. Ama meleklerin durumu insanlardan farklıdır
Hadîs-i Şerîf’te anlatıldığına göre, Hz Mûsâ, İsrâiloğullarına hutbe verirken, kendisine “insanların en âlimi kimdir?” diye sorulduğunda: “en âlim benim” demişti. “Allah en iyi bilendir” diye, ilmi Allah’a döndürmediği için, Allah onu azarladı. Ve “iki denizin birleştiği yerde benim bir kulum var, o senden daha âlimdir” buyurdu. Böylece bilinen Hızır ve Mûsâ kıssası gerçekleşti.
Buhârî, Enbiyâ, 29
Burada odaklanılması gereken şey; “insanların en alimi kimdir?” sorusunda ‘insanlar’ ifadesi değildir. Allah tarafından, Hz. Mûsâ’nın en âlim kimse olmadığına dair cevap niteliğinde gösterilen örnek şahsiyetin mutlaka insan cinsinden olması gerekmez. Çünkü Allah’a göre, insan olsun, cin olsun, melek olsun hepsi de “kul”dur. Zaten bu nedenle, Hızır’dan bahseden Âyette
,“kullarımızdan bir kul” tabiri kullanılmıştır; ‘insan’ denilmemiştir. Allah’ın Rasûlü olması nedeniyle, velev ki Hz. Mûsâ o dönemdeki insanlar içinde en âlim kişi bile olsa, insanlar açısından “ben âlimim” sözünün çirkinliğini Allah, bu kıssa ile ortaya koymak istemiştir. Peygamberimizin Hadîslerinde de:
“Kim ben âlimim, derse; o, câhildir” [Taberânî
buyrulmuştur. İnsanları kibre götüren, tevâzuyu yok eden, bir anlık Allah’ın ‘el-Alîm’ olduğundan gaflete sevk eden bu fiilin yanlışlığını Yüce Allah, peygamberinin şahsında göstermek istemiştir.
İnsan ne kadar âlim olursa olsun, insanlar, cinler ya da melekler arasında mutlaka kendisinden daha ilim sahibi kimse bulunur. Bir kimsenin her şeyi bilmesi imkânsızdır. Her ilim sahibine, o ilmi bahşeden ise Allah’tır. Bu sebeple bir yerde, bir dönemde insanlar arasında ilmi en ileri seviyede olsa dahi, bir kimsenin “ben âlimim” veya “en âlim benim” tarzındaki sözlerden sakınması gerekir. Çünkü muhakkak olan şudur ki, o mekânda değilse de başka mekânlarda, o zamanda değilse de başka zamanlarda, insanlar arasında değilse de melekler arasında, bir kimseden daha iyi bilen kimseler mutlaka bulunur. İlmin kaynağı olan Allah bu nedenle ilmin kendisine döndürülmesini, Âyetlerde geçtiği gibi, “Allah daha iyi bilir” denmesini istemektedir. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.
İşte Rabbimiz, Hz. Mûsâ’ya kendisinden daha bilgili bir kimse olduğunu göstermek için, onu Hızır ile buluşturdu ve onunla yolculuk ederek bazı durumlara şahit olmasını istedi. Melekler, kendi görev alanlarında insanlardan ve peygamberlerden daha bilgilidirler. Çünkü onlar, insanların bilmediklerini Allah’ın bildirmesiyle bilirler ve böylece vazifelerini tam olarak yerine getirirler.
Hızır’ın melek olduğunu, onun
,
قَالَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا
“doğrusu sen benimle beraber olmaya asla dayanamazsın” Kehf: 67
sözünden de anlayabiliriz. Bu sözden; Hızır’ın sorumluluk alanında yapacakları işlerinin, bir insanın sorumluluk alanıyla ve ilmiyle anlayamayacağı, kabullenemeyeceği ve tahammül edemeyeceği cinsten olduğunu anlıyoruz.
Aslında Hızır aleyhisselâm’ın bu sözü, kendisinin insan cinsinden olmadığı ve insanların sorumlu oldukları sınırlarla sınırlı olmadığı hakkında da ciddi bir karînedir.
Bu yolculuktan önce Hızır, Allah’ın Rasûlü Hz. Mûsâ’nın kendisine açıklama yapmadıkça hiçbir konuda kendisine soru sormamasını istemiştir. Hz. Mûsâ da, inşâAllah sabredeceğini söylemiştir ama Hızır’ın her yaptığına karşı çıkmıştır. O da:
“Ben sana benimle olmaya asla dayanamazsın demedim mi, demiştir.” Kehf: 72, 75
Ve: “
İşte bu, benimle senin ayrılışımızdır” Kehf: 78
diyerek, Hz. Mûsâ’nın sabretmeye güç yetiremediği şeylerin iç yüzlerini haber vermiştir.
Hızır’ın hayatta olmadığını söyleyen âlimlerin de dediği gibi, Hızır gerçekten dünyayı dolaşıyor olsaydı, en azından Peygamberimizin cenazesinde bulunması gerekirdi. Oysa bunun da gerçekleşmediği muhakkaktır.
Zaten bir kimse ya Allah’ın dostudur, ya da düşmanıdır. Bunların üçüncüsü yoktur!
أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
İyi bilin ki, Allah'ın velileri için bir korku yoktur, onlar asla üzülmeyeceklerdir.
الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ
Onlar, iman eden ve takva sahibi olan kimselerdir. Yûnus: 62, 63