Hüdapar (hizbullah) Akides

TUVEYLİB Çevrimdışı

TUVEYLİB

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Allah için şu yazıya bir bakınız. Bu yazı Mehmet Göktaş kaleme almış.
Bu yazı: Hüdapar'ın akidesinin ne kadar bozuk olduğunu ortaya koyan bir yazı. En önde gelen hocaları: Şiların en büyük liderine rahmet okuyor. Böyle bir şey olabilir mi!
İnsan ya bu kadar cahil olur ya da mutaassıp olur...
Bu yazı: Hüdaparın akidesinin ne kadat tevhid akdiesinden uzak olduğunu gösteren yazılardan sadece bir tanesi...


Bir İmam Humeyni yazısı



05.06.2017 Pazartesi
Dünya ağır sıklet boks şampiyonu Muhammed Ali Clay vefat ettiğinde çok üzülmüştüm. Onu niçin bu kadar sevmiştik acaba diye düşünmüştüm de İslam ümmetinin kaç yüz yıldan beri zaferlere, fetihlere hasret kaldığı bir çağda sadece bir spor dalında da olsa bizlere defalarca zafer yaşattığı için çok sevmiştik onu.

Ümmet olarak yenilgiden, işgalden, sömürülmekten başka bir şeye şahitlik etmediğimiz bir günde bir adam, bir ihtiyar adam çıktı orta orta yere. Akranlarının koltuk değneğiyle torunlarının yardımıyla yürüdüğü, bir kısmının bunaklık dönemine girdiği bir günde bir ihtiyar çıktı dünyanın orta yerine. Elinde bir Kitaptan başka hiç bir şey yoktu.

Dünyaya kan kusturan Amerikan emperyalizminin karşısına dikildi, bir balkondan halı silkeler gibi öyle bir silkeledi, öyle bir salladı ki gerçekten neye uğradıklarını şaşırdılar. Bugün kırkıncı yılına yaklaşılmasına rağmen hâlâ bu şaşkınlıklarını atabilmiş değiller.

Başta Amerika olmak üzere batı emperyalizmi için İmam Humeyni asla unutulmayacak bir şahsiyettir. Onu kendilerinin en büyük düşmanı olarak görmelerine rağmen yaşantısına asla dil uzatamadılar.

İran sefalet içinde kıvranırken tuvalet taşlarını altından yaptıran Şah, onunla yarışa giren çağdaş Arap krallarının yaşantılarıyla İmam Humeyni'nin zahidçe yaşantısı kıyaslandığında zaten bu inkılab çok daha iyi anlaşılacaktır.

Fetihleri, zaferleri ancak tarihin sayfalarından okuyan Müslümanların bütün düşünceleri değişmişti. O günleri yaşayanlar bunun ne anlama geldiğini çok daha iyi bilirler.

Emperyalizme karşı Müslümanlara zafer yaşatan İmam Humeyni'yi biz sevdik.

Sevmeyenler de vardı, özellikle İslami camiadan oldukları halde o gün bizim gibi düşünmeyenler, bu inkılabı benimsemeyenler de vardı. İmam Humeyni ve inkılabının şiî olduğu gerekçesiyle medyalarıyla şiddetle karşı çıkmışlardı.

Anlayamadığımız bir şeyler vardı. İran Sünni bir ülkeydi de İmam Humeyni mi İran'ı Şii yapmıştı? İmam Humeyni Şii'ydi de karşısındaki Şah Rıza ehli sünnet miydi?

Ne acıdır ki bunlar açık açık o gün Amerika'yı destekliyorlardı. Zannedersiniz ki Amerika ehli Sünnetti.

Bu arada yaşadığımız ülke Kenan Evren'in darbe Türkiye'siydi, her gün bir yerde heykel açılışı yapılıyor, bir türlü kabul görmeyen Kemalizm dipçiklerle bir daha dayatılıyordu. Yani Türkiye'deki rejimin hedefindeki bir numaralı şahıs İmam Humeyni idi.

Rejimi ayakta tutmaya çalışanları anlıyoruz da, İslami cenahı anlayamıyoruz.

Bugün “ Daha niye İran'a savaş açmıyoruz” dercesine yazıp çizenlere rağmen biz İmam Humeyni'yi vefat yıl dönümünde rahmetle anıyoruz.


https://dogruhaber.com.tr/yazar/mehmed-goktas/8191-/
 
Melhame-i kübra Çevrimdışı

Melhame-i kübra

Erkek
İslam-TR Üyesi
Bildiğim kadarıyla humeynin ehli sünnete bakış açısı diğerleri gibi değil.
Hatta iran molları onu devirmek istemiş bir ara yönetimdeyken.
bilenler bizi bilgilendirirse şükranlarımızı sunarız.
En iyisini Allah bilir.
 
TUVEYLİB Çevrimdışı

TUVEYLİB

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
((( … ŞİA HUMEYNİ’NİN SAPIK AKİDESİ … VE … FETVALARI … )))

1 = Rafizilerin imamı Humeyni nin zırvaları …

" Osman, Muaviye, Yezid gibi adamlara iktidar bahş eden Allah'a itaat etmek nasil mumkundur … ?

Humeyni, Keşf-ul-Asar, s. 107

2 = Şia’nın eski ve yeni imamları, imamların bilerek veya bilmeyerek hata yapmaktan, dalgınlıktan ve unutkanlıktan masum (korunmuş) olduğu inancında birleşmişlerdir. Onlara göre imamlık makamı peygamberlik makamından daha üstündür. Helal ve haram kılmada mutlak özgürlüğe sahiptirler.

el kafi --Tashihu Akâidi’ş-Şia El-İmamiyye

3 = el-Hukumeti’l-İslamiyye ( İslam Devleti ) isimli kitabında şöyle diyor : “ Şüphesiz imamların övgüye layık bir makamı, yüce bir derecesi ve kainattaki oluşum üzerinde etkileri vardır. Kâinattaki bütün zerreler, onların velâyetine ve yönetimine boyun eğer. Mezhebimizin temel inançlarından biri de, imamların, mukarrab bir meleğin veya gönderilmiş bir peygamberin ulaşamayacağı bir makama sahip oldukları inancıdır…

4 = Humeyni’nin : “ Allah Kur’an’ı sahabeden koruyamadı ” zırvası …

Humeyni “ El-Kur’an / Bab Marifetullah” kitabında “… içerisindeki ayetleriyle birlikte Kur’an, zaman içerisinde birçok tahrif eylemlerinden geçerek insanlara ulaşmıştır.” demektedir. “ Keşf’ül Esrar ” isimli kitabında ise “ Sahabe için Kur’an’dan ayet çıkarmak kolay olmuştur. Müslümanların Yahudilere ve Hıristiyanlara yönelttikleri tahrif suçlaması, şüphesiz sahabe üzerinde de sabittir ” demektedir.

5 = Humeyni yine “ Keşfu’l Esrar ” isimli kitabında “ Şunu vurgularız ki Kur’an’da yüzlerce ayet, imamlardan ve imametten bahsetmektedir. Ama bunu açık bir şekilde ifade etmemektedir” yazmaktadır

Keşful Esrar, Sayfa 151 - Arapça Tercüme : Doktor Muhammed el-Bendari/Daru’lAmmar

6 = Aynı kitapta başka bir mevzuda “ Şunu bilmeniz gerekir ki : Kur’an-ı Kerim’de Ali bin Ebi Talib a.s hakkındaki ayetler sayılamayacak kadar çoktur “ denir

Keşfu’l esrar, Sayfa: 197

Şia’nın büyük Ayetullah’ı Humeyni, hem Kuran’ın büyük bir bölümünün tahrif edildiğini savunmaktadır, hem de kendi yaptığı tüm tahrifleri, tefsir ve tevil adı altında gerçekleştirmektedir.

7 = Humeyni dahil Şii Ayetullahlar Kur’an-ı Kerim’in tertibinin değiştirildiği konusunda ittifak ederler. Onlara göre “ Kur’an’ın tertibi, mevcut Kur’an-ı Kerim’den farklı şekildedir. Hz. Mehdi geldiğinde onu da getirecektir ”. Bu çirkin görüşün, hiçbir ilmi değeri ve dayanağı yoktur.

Halbuki Yüce Allah c.c Kur’an-ı Kerim de : “ Zikri - Kur’an’ı - biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz” Hicr : 9 buyurmaktadır.

8 = Humeyni … “ El-Hükümetü’l İslamiyye” isimli meşhur kitabında, 91.S… Objektif yay. İmamlarının meleki mukarreb, Nebiler ve Resullerden üstün olduğunu anlatır.

“ İmam için övülmüş bir makam vardır, âlemin hükümranlığı kâinatın tüm zerreleriyle imamların vilayetine ve egemenliğine boyun eğer. Mezhebimizin inanç gereklerinden bir tanesi de imamlarımızın bir makama sahip olması ve o makama ne yaklaştırılmış meleklerin, ne de Rasullerin, Nebilerin ulaşamamasıdır” ifadelerini kullanan Humeyni’nin, açıkça İmamların Hz. Peygamberden üstün olduğuna inandığı görülmektedir.

9 = Humeyni … “ Keşful Esrar ” isimli kitabında ; “ Nebi’nin Kur’an da İmamet konusunu açıklamasından geri çekilmesinin sebebi, kendisinden sonra Kur’an’ın tahrif edilmesinden korkması ve Müslümanlar arasında ihtilafların şiddetlenip bununda İslam’a tesir etmesidir. Ve şu da apaçık görünüyor ki, eğer Nebi Allah’ın imamet konusunda ona vahyettiği tebliği yapmış olsaydı, şu anki İslam beldelerinde Müslümanlar arasında ki bu ihtilaflar ve münakaşalar patlak vermezdi ” demektedir.

Keşful Esrar Sayfa 149 – 155

Kendisini yakıştıracak yüce makamlar ihdas etmek için çırpınan devrim lideri,Peygamber s.a.v’i risalet vazifesini yapmamakla suçlayacak kadar küfür ve arsızlık içindedir.

10 = Humeyni’nin sapık inançlarından ve iftiralarından birisi de … Allah Rasulü s.a.v’in Peygamberlik görevini yerine getiremediğine inanmasıdır…

11 = Humeyni “ Muhtarat Min Ehadis ve Hitabat” isimli kitabında, Peygamber s.a.v’in tebliğ görevini hakkıyla yerine getirmediğini ileri sürmektedir. Humeyni açıkça,Peygamber’in tebliğ vazifesini (hâşâ) yüzüne gözüne bulaştırdığını iddia etmektedir.

12 = Humeyni’nin batıl akidesinden biri de : Allah’u Teala’nın ahirette görülmeyeceği inancıdır.

Humeyni’nin Gorbacova mektubu ve şerhi : 87-88.s

13 = Humeyni : “ Taştan veya kayadan bir şeyler talep etmek şirk değildir ” der.

Şiilerin sapkın adetlerinden birisi de, Şii bölgelerinde yaygın kabirlerin önünde gösteri yapmaları, ölülerden yardım ve medet talep etmeleri ve hatta kimilerinin kabirlere yönelerek secde etmeleridir. Kabirleri kutsayan Şia, ölülerin onların isteklerine karşılık vereceklerine inanmaktadırlar. Bu ise dinimizde apaçık şirk ve küfürdür.

Konu hakkında Humeyni, “ Batıl bir amel olsa bile taştan veya kayadan bir şeyler talep etmek şirk değildir. Sonra şüphesiz ki bizler Allah’ın kendilerine kudret verdiği İmamların ve Peygamberlerin mukaddes ruhlarından medet umuyoruz ” demiştir.

Keşfu’l Esrar, Sayfa: 49

14 = Humeyni, kabirleri kutsama ve onlara uzak yollardan gelip ziyaret etme gerekliliği konusunda fetvalar vermiştir. Bu fetvalardaki delillerin tamamı Peygamber s.a.v’e isnat edilen uydurma rivayetlerdir… Şia tarafından uydurulan bir hadiste, Peygamber Hz. Ali’ye der ki :

“ Ey Hüseyin’in babası, muhakkak ki Allah senin ve evlatlarının kabirlerini cennet mekânlarından bir mekân ve bahçelerinden de bir bahçe kıldı. Muhakkak ki Allah yarattıklarından kimilerini seçerek onların kalplerine sizin muhabbetinizi ve sevginizi ekti. Onları, sizin uğrunuzda eziyete ve zillete tahammül edenlerden kıldı. Onlar ki sizin kabirlerinizi inşa ederler ve Allah’a ve Resulüne yaklaşmak için sizin ziyaretinize gelirler. İşte onlar, benim şefaatime dâhil olanların ta kendileridirler. Ey Ali ! Kim sizin kabirlerinizi inşa ederse, ona yetmiş hacının hac sevabı isabet eder, tüm günahları silinir ve sanki annesinden yeni doğan gibi olur! Ben seni, bununla müjdeliyorum ve sen de sevdiklerini hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir aklın tasavvur edemediği bu nimetle müjdele! Bunun dışında sizin kabirlerinizi ziyaret edenleri, zina yapan kadının kınandığı gibi kınayanlar olacak, işte onlar ümmetimin en şerlileridir. Allah’a yemin olsun ki şefaatim onlara ulaşmayacak.”

Keşful Esrar, Sayfa: 84

Yukarıdaki hadisin uydurma olduğunu anlamak için alim olmaya gerek yoktur. Şii türbelerinin, camilerin ve hatta Kabe’nin yerine konulması için gereken bütün propaganda usulü kullanılmıştır. Uydurma hadiste, Hz. Ali sadece Hz. Hüseyin’in babasıdır - nedense Hz. Hasan’ın ismi unutulmuştur -, kabirler cennet mekanı kılınmıştır, türbe inşası teşvik edilmiştir ve bunun dine uygun olmadığını söylemek zina ile eş tutulmuştur.

15 = Şia dininde Allah’a, Rasulüne ve onun Ehl-i Beyt’ine atfen yalan uydurmanın çok kolay olduğu anlaşılmaktadır. Oysa gerçek olan şudur ki, ölümü hatırlamak ve ibret almak maksadıyla kabir ziyareti yapmanın dışında, Ali r.a kabirlere ve temsillere ( put ya da resimlere ) dua etmeyi men etmiştir.”

Sünen-i Ebi Davud : 3/215

16 = Şia bir kısmını kendilerinin tespit ettiği uydurma türbelere hac etmeyi en büyük ibadetlerden birisi olduğunu görmektedir. Hatta bazı Şii Ayetullahlar, o kabirleri hac etmenin, Allah’ın ve Peygamberinin emrettiği Beytullah’ı hac etmekten daha makbul olduğunu ifade etmektedir.

17 = Humeyni .. gücü yettiği halde hacca gitmemiştir …

Humeyni hacca gitmemiştir. Kendilerinde din adına yeni hükümler koyma ve insanları aforoz etme yetkisi gören Iraklı Şii ruhban Sistani gibi Ayetullahların birçoğu hacca gitmemiştir. Halbu ki Ehl-i Sünnet büyük bir özlemle hacca gitmeyi arzularken, Şii ruhban Ayetullahlar hiçbir engel olmaksızın hacca gitmemektedir.

18 = Şii mollaların gerek kitaplarında, gerekse de konuşmalarında, “ Meşhed (şehri) Kıblemiz Olsun ” veya “ Kerbela Kâbe’den Üstündür ”, “Hacc Yerine Kerbela’ya Gidelim ” gibi fikirlerini açıkça ifade etmekten çekinmedikleri bilinmektedir.

19 = Humeyni’nin aynı kitabında vahdeti vucutcu olduğu … İbni rabiyi, Farabiyi, İbni Sinayı ve Aristoyu övdüğünü de açıkca görürsünüz.

Humeyni’nin Gorbacova mektubu ve şerhi : 33 … 90.s

20 = Humeyni’nin sapık fetvalarından bir diğeri de : … Ay halindeki kadına dübürden yaklaşma fetvasıdır ..

Tahriru’l Vesile hayzın ahkamı : 1.c.52.s

21 = Humeyni’nin … Hz Fatıma’ya Cibril a.s’ın 75 gün boyunca vahiy getirdiği inancı … Humeyni bunu 2..Mart 1986 günü Hz Fatımanın doğum günü münasebeti ile verdiği bir konferansta usulü Kafi 228 nolu sahifeden naklederek anlatmıştır…

İslam çağrısı dergisi nisan 86.sayı 34

22 = Humeyni’nin takiyye inancı : … Şia ve Humeyni ye göre takiyye üç kısımdır.

Birincisi …… ; Takiyyeyi a’m…… Yani herkese karşı yapılan takiyye.
İkincisi …… ; Takiyyeyi has …… Yani sünnilere karşı yapılan takiyye.
Üçüncüsü … ; Takiyyeyi şeria … Yani Kendi aralarında, birbirlerine karşı yaptıkları takiyyedir.

Tahriru’l Vesile

23 = Humeyni’nin batıl fetvalarından birisi de … Namazı bozan şeyler babında ;

1 – Önden ve arkadan çıkan şey.
2 – Namaz da elleri bağlamak … der.

Tahriru’l Vesile

24 = Humeyni lanatullahi aleyh der ki :

“ Şüphesiz Ki Ebû Bekir ve Ömer kafir’dir. Onları sevenler de onlar gibi kafirdirler … ”

el-Meclisî Hakku’l-Yakîn : 522 – Humeynî Keşfu’l-Esrâr : 112

Tacuddin El Bayburdi
 
Melhame-i kübra Çevrimdışı

Melhame-i kübra

Erkek
İslam-TR Üyesi
((( … ŞİA HUMEYNİ’NİN SAPIK AKİDESİ … VE … FETVALARI … )))

1 = Rafizilerin imamı Humeyni nin zırvaları …

" Osman, Muaviye, Yezid gibi adamlara iktidar bahş eden Allah'a itaat etmek nasil mumkundur … ?

Humeyni, Keşf-ul-Asar, s. 107

2 = Şia’nın eski ve yeni imamları, imamların bilerek veya bilmeyerek hata yapmaktan, dalgınlıktan ve unutkanlıktan masum (korunmuş) olduğu inancında birleşmişlerdir. Onlara göre imamlık makamı peygamberlik makamından daha üstündür. Helal ve haram kılmada mutlak özgürlüğe sahiptirler.

el kafi --Tashihu Akâidi’ş-Şia El-İmamiyye

3 = el-Hukumeti’l-İslamiyye ( İslam Devleti ) isimli kitabında şöyle diyor : “ Şüphesiz imamların övgüye layık bir makamı, yüce bir derecesi ve kainattaki oluşum üzerinde etkileri vardır. Kâinattaki bütün zerreler, onların velâyetine ve yönetimine boyun eğer. Mezhebimizin temel inançlarından biri de, imamların, mukarrab bir meleğin veya gönderilmiş bir peygamberin ulaşamayacağı bir makama sahip oldukları inancıdır…

4 = Humeyni’nin : “ Allah Kur’an’ı sahabeden koruyamadı ” zırvası …

Humeyni “ El-Kur’an / Bab Marifetullah” kitabında “… içerisindeki ayetleriyle birlikte Kur’an, zaman içerisinde birçok tahrif eylemlerinden geçerek insanlara ulaşmıştır.” demektedir. “ Keşf’ül Esrar ” isimli kitabında ise “ Sahabe için Kur’an’dan ayet çıkarmak kolay olmuştur. Müslümanların Yahudilere ve Hıristiyanlara yönelttikleri tahrif suçlaması, şüphesiz sahabe üzerinde de sabittir ” demektedir.

5 = Humeyni yine “ Keşfu’l Esrar ” isimli kitabında “ Şunu vurgularız ki Kur’an’da yüzlerce ayet, imamlardan ve imametten bahsetmektedir. Ama bunu açık bir şekilde ifade etmemektedir” yazmaktadır

Keşful Esrar, Sayfa 151 - Arapça Tercüme : Doktor Muhammed el-Bendari/Daru’lAmmar

6 = Aynı kitapta başka bir mevzuda “ Şunu bilmeniz gerekir ki : Kur’an-ı Kerim’de Ali bin Ebi Talib a.s hakkındaki ayetler sayılamayacak kadar çoktur “ denir

Keşfu’l esrar, Sayfa: 197

Şia’nın büyük Ayetullah’ı Humeyni, hem Kuran’ın büyük bir bölümünün tahrif edildiğini savunmaktadır, hem de kendi yaptığı tüm tahrifleri, tefsir ve tevil adı altında gerçekleştirmektedir.

7 = Humeyni dahil Şii Ayetullahlar Kur’an-ı Kerim’in tertibinin değiştirildiği konusunda ittifak ederler. Onlara göre “ Kur’an’ın tertibi, mevcut Kur’an-ı Kerim’den farklı şekildedir. Hz. Mehdi geldiğinde onu da getirecektir ”. Bu çirkin görüşün, hiçbir ilmi değeri ve dayanağı yoktur.

Halbuki Yüce Allah c.c Kur’an-ı Kerim de : “ Zikri - Kur’an’ı - biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz” Hicr : 9 buyurmaktadır.

8 = Humeyni … “ El-Hükümetü’l İslamiyye” isimli meşhur kitabında, 91.S… Objektif yay. İmamlarının meleki mukarreb, Nebiler ve Resullerden üstün olduğunu anlatır.

“ İmam için övülmüş bir makam vardır, âlemin hükümranlığı kâinatın tüm zerreleriyle imamların vilayetine ve egemenliğine boyun eğer. Mezhebimizin inanç gereklerinden bir tanesi de imamlarımızın bir makama sahip olması ve o makama ne yaklaştırılmış meleklerin, ne de Rasullerin, Nebilerin ulaşamamasıdır” ifadelerini kullanan Humeyni’nin, açıkça İmamların Hz. Peygamberden üstün olduğuna inandığı görülmektedir.

9 = Humeyni … “ Keşful Esrar ” isimli kitabında ; “ Nebi’nin Kur’an da İmamet konusunu açıklamasından geri çekilmesinin sebebi, kendisinden sonra Kur’an’ın tahrif edilmesinden korkması ve Müslümanlar arasında ihtilafların şiddetlenip bununda İslam’a tesir etmesidir. Ve şu da apaçık görünüyor ki, eğer Nebi Allah’ın imamet konusunda ona vahyettiği tebliği yapmış olsaydı, şu anki İslam beldelerinde Müslümanlar arasında ki bu ihtilaflar ve münakaşalar patlak vermezdi ” demektedir.

Keşful Esrar Sayfa 149 – 155

Kendisini yakıştıracak yüce makamlar ihdas etmek için çırpınan devrim lideri,Peygamber s.a.v’i risalet vazifesini yapmamakla suçlayacak kadar küfür ve arsızlık içindedir.

10 = Humeyni’nin sapık inançlarından ve iftiralarından birisi de … Allah Rasulü s.a.v’in Peygamberlik görevini yerine getiremediğine inanmasıdır…

11 = Humeyni “ Muhtarat Min Ehadis ve Hitabat” isimli kitabında, Peygamber s.a.v’in tebliğ görevini hakkıyla yerine getirmediğini ileri sürmektedir. Humeyni açıkça,Peygamber’in tebliğ vazifesini (hâşâ) yüzüne gözüne bulaştırdığını iddia etmektedir.

12 = Humeyni’nin batıl akidesinden biri de : Allah’u Teala’nın ahirette görülmeyeceği inancıdır.

Humeyni’nin Gorbacova mektubu ve şerhi : 87-88.s

13 = Humeyni : “ Taştan veya kayadan bir şeyler talep etmek şirk değildir ” der.

Şiilerin sapkın adetlerinden birisi de, Şii bölgelerinde yaygın kabirlerin önünde gösteri yapmaları, ölülerden yardım ve medet talep etmeleri ve hatta kimilerinin kabirlere yönelerek secde etmeleridir. Kabirleri kutsayan Şia, ölülerin onların isteklerine karşılık vereceklerine inanmaktadırlar. Bu ise dinimizde apaçık şirk ve küfürdür.

Konu hakkında Humeyni, “ Batıl bir amel olsa bile taştan veya kayadan bir şeyler talep etmek şirk değildir. Sonra şüphesiz ki bizler Allah’ın kendilerine kudret verdiği İmamların ve Peygamberlerin mukaddes ruhlarından medet umuyoruz ” demiştir.

Keşfu’l Esrar, Sayfa: 49

14 = Humeyni, kabirleri kutsama ve onlara uzak yollardan gelip ziyaret etme gerekliliği konusunda fetvalar vermiştir. Bu fetvalardaki delillerin tamamı Peygamber s.a.v’e isnat edilen uydurma rivayetlerdir… Şia tarafından uydurulan bir hadiste, Peygamber Hz. Ali’ye der ki :

“ Ey Hüseyin’in babası, muhakkak ki Allah senin ve evlatlarının kabirlerini cennet mekânlarından bir mekân ve bahçelerinden de bir bahçe kıldı. Muhakkak ki Allah yarattıklarından kimilerini seçerek onların kalplerine sizin muhabbetinizi ve sevginizi ekti. Onları, sizin uğrunuzda eziyete ve zillete tahammül edenlerden kıldı. Onlar ki sizin kabirlerinizi inşa ederler ve Allah’a ve Resulüne yaklaşmak için sizin ziyaretinize gelirler. İşte onlar, benim şefaatime dâhil olanların ta kendileridirler. Ey Ali ! Kim sizin kabirlerinizi inşa ederse, ona yetmiş hacının hac sevabı isabet eder, tüm günahları silinir ve sanki annesinden yeni doğan gibi olur! Ben seni, bununla müjdeliyorum ve sen de sevdiklerini hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir aklın tasavvur edemediği bu nimetle müjdele! Bunun dışında sizin kabirlerinizi ziyaret edenleri, zina yapan kadının kınandığı gibi kınayanlar olacak, işte onlar ümmetimin en şerlileridir. Allah’a yemin olsun ki şefaatim onlara ulaşmayacak.”

Keşful Esrar, Sayfa: 84

Yukarıdaki hadisin uydurma olduğunu anlamak için alim olmaya gerek yoktur. Şii türbelerinin, camilerin ve hatta Kabe’nin yerine konulması için gereken bütün propaganda usulü kullanılmıştır. Uydurma hadiste, Hz. Ali sadece Hz. Hüseyin’in babasıdır - nedense Hz. Hasan’ın ismi unutulmuştur -, kabirler cennet mekanı kılınmıştır, türbe inşası teşvik edilmiştir ve bunun dine uygun olmadığını söylemek zina ile eş tutulmuştur.

15 = Şia dininde Allah’a, Rasulüne ve onun Ehl-i Beyt’ine atfen yalan uydurmanın çok kolay olduğu anlaşılmaktadır. Oysa gerçek olan şudur ki, ölümü hatırlamak ve ibret almak maksadıyla kabir ziyareti yapmanın dışında, Ali r.a kabirlere ve temsillere ( put ya da resimlere ) dua etmeyi men etmiştir.”

Sünen-i Ebi Davud : 3/215

16 = Şia bir kısmını kendilerinin tespit ettiği uydurma türbelere hac etmeyi en büyük ibadetlerden birisi olduğunu görmektedir. Hatta bazı Şii Ayetullahlar, o kabirleri hac etmenin, Allah’ın ve Peygamberinin emrettiği Beytullah’ı hac etmekten daha makbul olduğunu ifade etmektedir.

17 = Humeyni .. gücü yettiği halde hacca gitmemiştir …

Humeyni hacca gitmemiştir. Kendilerinde din adına yeni hükümler koyma ve insanları aforoz etme yetkisi gören Iraklı Şii ruhban Sistani gibi Ayetullahların birçoğu hacca gitmemiştir. Halbu ki Ehl-i Sünnet büyük bir özlemle hacca gitmeyi arzularken, Şii ruhban Ayetullahlar hiçbir engel olmaksızın hacca gitmemektedir.

18 = Şii mollaların gerek kitaplarında, gerekse de konuşmalarında, “ Meşhed (şehri) Kıblemiz Olsun ” veya “ Kerbela Kâbe’den Üstündür ”, “Hacc Yerine Kerbela’ya Gidelim ” gibi fikirlerini açıkça ifade etmekten çekinmedikleri bilinmektedir.

19 = Humeyni’nin aynı kitabında vahdeti vucutcu olduğu … İbni rabiyi, Farabiyi, İbni Sinayı ve Aristoyu övdüğünü de açıkca görürsünüz.

Humeyni’nin Gorbacova mektubu ve şerhi : 33 … 90.s

20 = Humeyni’nin sapık fetvalarından bir diğeri de : … Ay halindeki kadına dübürden yaklaşma fetvasıdır ..

Tahriru’l Vesile hayzın ahkamı : 1.c.52.s

21 = Humeyni’nin … Hz Fatıma’ya Cibril a.s’ın 75 gün boyunca vahiy getirdiği inancı … Humeyni bunu 2..Mart 1986 günü Hz Fatımanın doğum günü münasebeti ile verdiği bir konferansta usulü Kafi 228 nolu sahifeden naklederek anlatmıştır…

İslam çağrısı dergisi nisan 86.sayı 34

22 = Humeyni’nin takiyye inancı : … Şia ve Humeyni ye göre takiyye üç kısımdır.

Birincisi …… ; Takiyyeyi a’m…… Yani herkese karşı yapılan takiyye.
İkincisi …… ; Takiyyeyi has …… Yani sünnilere karşı yapılan takiyye.
Üçüncüsü … ; Takiyyeyi şeria … Yani Kendi aralarında, birbirlerine karşı yaptıkları takiyyedir.

Tahriru’l Vesile

23 = Humeyni’nin batıl fetvalarından birisi de … Namazı bozan şeyler babında ;

1 – Önden ve arkadan çıkan şey.
2 – Namaz da elleri bağlamak … der.

Tahriru’l Vesile

24 = Humeyni lanatullahi aleyh der ki :

“ Şüphesiz Ki Ebû Bekir ve Ömer kafir’dir. Onları sevenler de onlar gibi kafirdirler … ”

el-Meclisî Hakku’l-Yakîn : 522 – Humeynî Keşfu’l-Esrâr : 112

Tacuddin El Bayburdi
JezakAllahu khair , kardeşim.
 
TUVEYLİB Çevrimdışı

TUVEYLİB

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İşte Budur Humeynî Dediğiniz
Bundan otuz küsür yılı aşkın zaman öncesinde İslam adına en ön planlarda olan, mücadele denince hemencecik zihinlerde yerini alan bir isimdi elbet Humeynî. Olayın tanıklarının beyanları veçhiyle; gazeteler onu yazmakta, dergi kapakları onu konu edinmekte, muhafazakâr gruplar onu konuşmakta ve İslamî kesimin büyük bir kısmı ona hayranlık beslemekteydi.

Yıllardır ezilen, itilip kalkılan, ötekileştirilen ve “benim” diyebileceği ne varsa elinden alınan müstazaf müminler Şeriat adına yaptığı ihtilalle yaralarına merhem olacaklarını sanıyorlardı Ayetullah el-Humeynî’nin. Lakin böyle bir şeyin hiçbir zaman olamayacağı aşikârdı. Çünkü İslam dünyasını kucaklamak gibi bir derdi yoktu Humeynî’nin ve olamazdı da zaten. Neden mi? Çünkü onun kendisinden asla feragat edemeyeceği bir mezhebi vardı: Şiilik.

Humeynî’nin bir Şii olduğu Âlem-i İslam tarafından da bilinmekteydi aslında. “O diğerleri gibi değildir, mezhebini ön plana çıkarmaz” diyerek avunan çaresiz müminler yine de çok ümit bağlamışlardı Humeyni’ye. Nasıl bağlamasınlardı ki? Adını “İran İslam Devrimi” verdikleri ihtilalden sonra Tahran’dan yaydıkları “Sünnî-Şiî” kardeşliği” sloganının halavetiyle sermest olmuştu Müslümanların pak gönülleri.

İşin hakikatine muttali olanlarca yukarıda arz edilen mevhum düşüncelerin hilafının tezahür edeceği gün yüzünden aşikârdı. Bunun müşahhas misalleri de yaşanmadı değil elbette. Said Havva’nın, Züheyr Salim ile İran’a gidip Suriyede’ ki ahval için yardım istemesi ve Humeynî’nin bunu reddetmesi bahsini yaptığımız mezhebi taassubun sadece bir tezahüründen ibaretti.

Her neyse…

Benim bu yazıyı kaleme almamla kastım ne Humeynî’nin stratejik hamlelerini tedkik etmek, ne de o günkü İran’ın siyasî tutumlarını eleştirmek. Asıl maksadım günümüzde de –maalesef- benzerlerini gördüğümüz bazı Humeynî sever kardeşlerimizin o pak zihinlerinde oluşturdukları Humeynî portresinin sanıldığı kadar masum olmadığını açığa çıkarmaktır.

Evet, Humeynî’yi birkaç cümleyle özetleyecek olursak; Eslafı gibi bütün hissiyatıyla imameti savunan, ehl-i sünneti en azılı düşmanı olarak gören ve kadim Şiilikte ne varsa hemen tamamını kabulcülükten imtina etmeyen koyu bir Şiidir kendisi. Sözüm ona –tevazu ve tenezzül kastıyla- “Dalalet ve cehalet yolunda heba olup geçmiş ömrüme üzülüyorum[1]diyerek aslında işin hakikatini bizatihi kendisinin de ifade ettiği bir zavallıdır o.

Bizler bu yazıda bizatihi Humeynî’nin kendi matbu eserlerinde yer verdiği ifadelerini alıntılayarak yapacağımız bir maske düşürme operasyonuyla onun gerçek yüzünü görmeye muktedir olamayan kardeşlerimize yardımda bulunma gayesinde olacağız. Sözü fazla uzatmadan sadede gelelim…

Allah’ın rahmeti sadece Şiilere

“el-Erba’ûne Hadisen” isimli eserinde 33. Hadisi şerh bağlamında Furkan süresindeki “Allah onların kötülüklerini hasenata çevirecektir” [2] şeklindeki ayet-i kerimeyi izah eden Humeynî, öncelikle rivayet olarak şu nakli kaydeder: “Günahkâr mümin Kıyamet günü getirilir ve hesap vereceği yerde durdurulur. Onun hesabını alacak kimse sadece Allah olur ve insanlardan kimseyi onun hesabından haberdar kılmaz. Allah Teâlâ bu kula günahlarını bir bir hatırlatır. Kul kendisine hatırlatılan bu günahları ikrar edince Allah Azze ve Celle yazıcı meleklere: “Bu günahları iyiliklere çevirin ve insanlara gösterin” der. O zaman insanlar “Bu kulun bir tek günahı bile yokmuş” derler. Sonra Allah bu kulun Cennet’e götürülmesini emreder. Ayetin manası budur”.

humeyni2.jpg
Buraya kadar her şey normal. Ancak, alıntıladığım bu ibarelerin hemen akabindeki Humeynî’ nin ifadesi şudur: “Bu sadece bizim Şiamızın (taraftarlarımızın) günahkârları hakkındadır.” [3]

Yukarıdaki iddiasına mesnet olarak Tûsî’nin “Emali” sini (I/70) gösterenHumeynî, bu ifadelerinden tam dokuz satır sonra açtığı paragrafta rahmet ayetinin Şia’ya mahsus olduğunu yineler mahiyette bu sefer de şunları söyler: “Malumdur ki bu iş (Allah’ın rahmet etme işi Ö.F.K.) ehl-i beytin Şia’sına mahsus olup diğer insanlar bundan mahrumdurlar. Çünkü iman ancak Masum ve tertemiz olan Ali ile onun vasilerinin velayetinin vasıtasıyla hâsıl olur. Belki velayete iman olmaksızın Allah ve Resulüne iman kabul edilmez. Nitekim ilerdeki fasılda bunu açıklayacağımız gibi.” [4]

İran ordusu Sahabe ordusundan üstündür!

Eserlerinde göze çarpan mezhebi taassubunun zamanındaki İran ordusunun Hz. Peygamber dönemindeki sahabe ordusundan ve Küfe dönemindeki Hz. Ali’nin ordusundan da üstün olduğunu söylemeye kadar götürdüğü Humeyni, “el-Vasiyyetu’s-Siyasiyye” isimli eserinde konuyla ilgili şunları söylemektedir: “Büyük bir cüretle asrımızdaki milyonlarca nüfusu olan İran ordusunun, Resulüllah’ın asrındaki Hicaz ehlinden ve Emiru’l-Müminin Ali ile oğlu Hüseyin dönemindeki Irak’ta bulunan Kufe ehlinden daha üstün olduğunu zannetmekteyim. Çünkü Resulullah’ın dönemindeki Hicaz’da bulunan Müslümanlar’adn bazıları Hz. Peygamber’e itaat etmemişler ve farklı gerekçeler öne sürerek muhtelif yerlere savaşa gitmekten geri durmuşlardır. Ta ki Allah Teâlâ onlara azap vadeden ve onları azarlayab Tevbe süresinin bir kısım ayetlerini indirmiştir. Irak ehli de Şehitlerin Efendisi Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin’e yaptıklarını yapmışlardır. Onu öldürme günahını bizatihi onlar işlemediler ancak savaştan kaçtılar ve ta ki tarihteki bu cürüm meydana gelinceye dek oturdular.” [5]

Görüldüğü gibi Humeynî yaptığı devrimi ön planda tutabilmek adına ordusunun Hz. Peygamber’in ordusundan dahi üstün olduğunu ifade edebilmekte ve bu iddiasına gerekçe olarak da Sahabe hakkında gelen ve zahirleri itibarıyla “tevbih/azarlama” ifade eden ayetleri öne sürebilmektedir. Sahabeyle ilgili bu sakat tutumu bir Şii olarak Humeynî’ye çok görmedik, bunu da ifade etmiş olalım. Ne de olsa üç veya yedi kişi dışında “Sahabe’nin tamamının mürted olduğunu savunan[6] bir mezhebin mensubu değil mi?

Gayrımız kardeşimiz değil

Humeynî’deki –tabir yerindeyse- masonik bağlılık kendisini o denli bir raddeye götürmüştür ki “el-Meksibu’l-Muharreme”sinde “Onların imamlarından, mezhebinden ve kendilerinden beri olmak vacip olduktan sonra bizimle onların arasında bir kardeşlik söz konusu olmadığı için kardeşlik mefhumu Şii olmayanları kapsamaz.” [7] “(…) Onlara (Şii olmayanlara) hürmet gösterilmeyeceği konusunda hiçbir şüphe yoktur. Belki bu mezhebimizin olmazsa olmazlarındandır. Bilakis farklı baplarda zikredilen çeşitli hadiselere bakan bir kişi onların ayıplarını ortaya çıkarmak ve onların gıybetini yapmanın caiz olduğunda hiç şüphe etmeyecektir.” [8]

Humeyni’nin burada kullandığı ifadeler üzerine konuşulmasından dahi müstağni bıraktıracak cinsten. Şia’ya mensup olmayan kimseleri kafirlere yapılacak muamelenin daha da alt derekesine indirgeyen Humeynî’den hala medet beklemek ve ona sevgi beslemek, kıyamete kadar mukabelesi olmayacak bir platonik aşkla beyhude bir talep uğruna ömür tüketmekten gayrı neyle ifade edilebilir?

Sahabe hakkındaki yakışıksız hezeyanlar

Yukarıda da arz etmeye çalıştığımız gibi, Humeynî’nin ilham kaynağı olan Şii kaynaklarının sahabe konusundaki tutumu bizatihi onun satırlarında da kendini göstermektedir. “Kitabu’t-Tahare” sinde Halife’ye dünyevi bir garazdan dolayı karşı çıkma konusunu ele alan el-Humeynî, aynen şunları söylemektedir: “Halifeye başkaldıran Hariciler ve halifeyi kendileri tayin edenler gibi diğer taifeler azap açısından kâfirlerden daha şiddetli bir azaba müstahak iseler de necis/pis olduklarına dair herhangi bir delil mevcut değildir. Şayet bir sultan, Aişe, Zübeyr, Talha ve Muaviye gibi dini bir gerekçe olmaksızın mülkünde onunla rekabet etmek vb. başka bir maksatla Mü’minlerin emirine karşı çıkarsa veya babasının, oğlunun katili olduğu için yahut Arab’a, Benî Haşim’e, Kureyş’e adavetinden dolayı ona beslediği düşmanlık sebebiyle kendisi halife tayin ederse bunların hiç birisi zahiren görünür bir necaseti gerektirmez. Her ne kadar bunlar köpeklerden ve domuzlardan daha pis olsalar da. [9]

Bu ibareleri dikkatli bir biçimde, başıyla sonundaki intibak dengesini güzel kurarak okuyabilen birisi görecektir ki Humeynî, isimlerini saydığı yüce sahabilere “Köpek ve domuzdan pis olma” vasfını nispet etmektedir. Zira Halifeye dini olmayan başka gerekçelerle karşı çıkma eyleminin faillerini bu dört sahâbîyi zikrederek örneklendirenHumeynî, her hangi bir icma, haber ve delil olmamasından dolayı bunların zâhirî bir necislikle muttasıf olmayacaklarını söylerken, bu sahibine layık sarhoş kusmuğu mesabesindeki zındıklık ifadelerini kullanabilmektedir.

Hz. Ebubekir ve Ömer’e büyük iftira

Humeynî büyük bir ihtiras ve hımbıllıkla savunduğu İmamet meselesinde de hissiyatının kurbanı olur ve Hulefâ-i Raşidîn’den Hz. Ebu Bekir ve Ömer hakkında kantarın topuzunun kaçtığını gösteren ifadeler kullanır. “Keşfu’l-Esrâr”ında İmamet mevzuunu ele alan Humeynî, İmamiye’nin bu konuda ne denli haklı olduğunu ispatlamaya çalışır ve buna dair bir takım deliller zikreder. Sonrasında sözü, kendince zikrettiği iki halifenin bu konudaki kasıtlarına getirir ve bu iki halifenin maksatlarının ne pahasına olursa olsun hilafeti elde etmek olduğunu ifade eder. Humeynî, bu meyanda şöyle bir itirazın getirilebileceğini söyler: “Belki de birisi çıkıp şöyle diyecektir: Kur’an şayet açık bir şekilde imametten bahsetseydi Şeyhayn (Ebubekir ve Ömer, Ö.F.K.) buna karşı bir tavır sergilemezlerdi. Hatta onlar karşı tavır sergileseler dahi insanlar onların bu tutumlarını kabulle karşılamazlardı.”[10]

Muarızı tarafından gelebilecek böyle bir itirazı “Biz burada şimdi bu ikisinin Kur’an’ın açıkça zikrettiği şeylere muhalefet ettiklerine dair bir takım deliller zikremeye kendimizi mecbur hissediyoruz” [11] diyerek cevaplandıran el-Humeyni başlar adı verilen kitabın 131. Sahifesinden 138. Sahifesine kadar devam edegelen ve hiçbirisi hakikatı yansıtmayan tezvirat yumağı bir yığın deliller zikretmeye. Ez cümle der sonunda ama yine hızını alamaz ve şöyle söyler: “Geride geçenlerin tamamından ortaya çıkan odur ki; demek ki Ebubekir ve Ömer’in Kur’an’a muhalefet etmeleri Müslümanlar katında cidden önemsenecek bir şey değildir. Müslümanlar ya bunların taraftarları olup bunları destekleyecekler ya da Resulullah (s.a.v)’e ve kızına karşı böyle tasarruflarda bulunan bu kişilerin karşısında olup huzurlarında bir şey söylemeye cesaret edemeyeceklerdi.”[12]

Bu ifadelerin iki satır aşağısında “hulasa” diyerek konuyu toparlayan Humeyni bu sefer de şöyle der: “Özetleyecek olursak, şayet bu işler Kuran’da açık bir şekilde zikredilmiş olsaydı bunlar (Ebubekir ve Ömer) yine gittikleri yoldan vazgeçmeyecekler, bulundukları vazifelerini bırakmayacaklardı.” [13]

Hz. Peygamber vazifesini tam yapsaydı…

“Keşfu’l-Esrâr” ında Gadir Hum konusunu ele alan Humeyni, o vakte kadar Hz. Peygamber (s.a.v)’in bütün hükümleri tebliğ ettiğini ve bunun da orada nazil olan “Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et” şeklindeki ayetin sadece imameti tayini gösterdiğini ifade ediyor. Bununla kalıyor mu peki? Kalmıyor tabi. Devamında bir Müslümanın cüretini aşacak şu sözleri söyleyebiliyor:

“İşte böylece, hadislerin nakli ve delillerden de anlaşılmıştır ki; İmamete davet konusunda Nebi (s.a.v) insanlardan korkmaktaydı. Tarihi hadise ve vakıalara dönüp bakan bir kimse Nebi (s.a.v)’in bu korkusunda haklı olduğunu görecektir.”[14] Bu satırların hemen akabinde Allah Teâlâ’nın bu konuyla ilgili emrine karşı Hz. Peygamber (s.a.v)’in gayret sarf ettiğini ancak mevcut durumun Cenab-ı Hak (c.c) ’ın bu emrini yerine getirmesine müsaade etmediğini belirten Humeynî bu tavrıyla Peygamber’in korkusundan ötürü tebliğini tam yapamadığını ifade etmekten başka neyi kastediyor olabilirdi ki?

Bu sorumuzun cevabını Humeynî’nin aynı eserinin başka bir yerinde bulabiliyoruz. Şöyle diyor Humeynî: “Şu açık bir şey ki; Şayet Nebi (s.a.v) imamet emrini Allah’ın kendisine emrettiği şeklin aynısıyla yerine getirseydi, bu konuda tüm gayretlerini sarf etseydi, İslam beldelerinde bulunan bütün bu görüş ayrılıkları, buğuzlaşlamar ve savaşlar olmayacak ve oralarda dinin usulüne ve füruuna yönelik ihtilaflar da olmayacaktı.”[15]

Görüldüğü gibi Humeynî aşikâr bir şekilde Hz. Peygamber (s.a.v) ’e imameti tebliğ gibi Allah Teâlâ’nın yüklemediği bir vazife nispet ediyor. Ardından bu vazifesini tam bir şekilde icra etmediğini ifade ediyor. Bilahare konuyu günümüzle ilişkilendirerek bu günkü ihtilafların, görüş ayrılıklarının ve savaşların sebebini de Allah Resülü (s.a.v) ’nün Cenab-ı Hak tarafından tebliğ etmesi istendiği imametin tayini vazifesini kifai manada yerine getirmemesine bağlıyor.

Beklenen Mehdi’nin başaracağı ve Allah Resulü’nün başaramadığı?

Humeynî’deki Hz. Peygamber (s.a.v) hakkındaki bu serbest tutum onun bir başka eserinde de farklı bir tezahürle çıkıyor karşımıza. “Muhtârât min Ehadîsi ve Hitâbâti’l-İmami’l-Humeynî isimli eserde Şiilikte bulunan “Beklenen Mehdi” inancına değinen el-Humeyni, onun geliş amacının bütün âlemde adaleti tesis etmek olduğunu ve bunu insanlık tarihinde Hz. Peygamber de dâhil hiçbir peygamberin başaramadığını ifade ediyor. Bu noktada da şöyle diyor Humeynî:

“Peygamberlerden her biri sadece adaleti ikame etmek için gelmiştir ve hedefi o adaleti âlemde tatbik etmek olmuştur. Ancak bunu başaramamıştır. Adaleti tatbik etmek, beşeri manevi kirlerden arındırmak ve ıslah etmek için gönderilen Nebilerin sonuncusu bile aynı şekilde buna muvaffak olamamıştır. Âlemin her yanında adaleti tatbik edip kelimenin tam anlamıyla bunu başaracak olan sadece beklenen Mehdi’dir.” [16]

Burada da gördüğümüz gibi Humeynî Allah Resulü (s.a.v) hakkındaki ihtiramsızlığını devam ettiriyor ve geleceğine elle tutulur gözle görülür hiçbir delilin bulunmadığı “Beklenen Mehdi”yi Kâinatın sultanına tafdil ediyor. Gulüv ve ifratın bu denlisine bir başkasında zor rastladığımız bu garip tutum da Humeynî’nin maskesini düşürüp gerçek yüzünü ortaya koyan bir emare olarak gözümüze çarpıyor.

Kur’an’ın tahrif edildiği inancı

Humeynî’nin farklı eserleri incelendiğinde Kur’an-ı Kerim’den bahsettiği yerlerde “onun tahrif edilen bir kitap olduğu ve bu konudaki mesuliyeti de sahabenin taşıdığı” inancı görülmektedir. Kur’an’ın tahrif edildiği, asıl mushafın 17.000 (On yedi bin) ayeti ihtiva ettiği, Kuran’da Bakara süresinden daha mufassal bir “Velâye” süresinin bulunduğu gibi inançların Şia’ya ait olduğunu biliyoruz. “Tabersî’ye ait “Faslu’l-Hitâb fî isbâti tahrifi kitâbi Rabbi’l-Erbâb” isimli eser bu akidenin mevcudiyetini fazlasıyla ispatlar mahiyettedir.[17]

Kur’an- Kerim üzerine yazdıklarıyla imamet akidesi arasındaki ilintiyi kurmak adına yapmadığı zorlama tevil kalmayanHumeynî, yine “Keşfu’l-Esrar”ında şöyle der: “Şayet imametin Kuran’da sabit kılınması tamam olmuş olsaydı İslam ve Kur’an kavramlarıyla dünyevi garaz ve riyasetten başka bir şey kastetmeyen bunlar (sahabe), Kurandan bir bölümü, şüpheli maksatlarını yerine getirmek için vesile edineceklerdi. Bu sayfaları Kuran’dan silecekler, Kur’an’ı ebediyen âlemlerin gözünden düşüreceklerdi. Müslümanlara ve Kur’an’a ebediyen sürecek büyük bir ar getirecekler ve Müslümanların Yahudi ve Hristiyanları kınadıkları ayıbı Kur’an’ için de ispat edeceklerdi.”[18]

Bu satırlarıyla okuyanlarının zihinlerinde Kuran hakkında “acaba” istifhamlarının oluşması için gayret sarf ettiğini açık bir şekilde hissettiğimiz Humeynî, bu hislerimizi yalancı çıkarmaz ve “Tahriru’l-Vesile” sinde eteklerindekileri biraz daha döker. Konu “Mescidin boş bırakılmasının mekruh olduğudur.” Bu baptaki Humeynî’nin sözleri de şunlar: “Boş bırakılan mescidin Allah Teâlâ’ya şikâyette bulunacak üç şeyden biri olduğu rivayetlerle nakledilmiştir. Bu, Allah Teâlâ’ya şikâyette bulunacağı ifade edilen üç şey hakkındaki rivayetin bizzat kendisidir. Onlardan biri de Mushaf’tır ki o “Beni tahrif ettiler” diyecek.” [19]

Rivayet olarak yer verdiği bu ifadelerinde Mushaf’la tahrif ifadelerini yan yana kullanmakta hiçbir beis görmeyen Humeynîbu yakıştırmayı “el-Kur’an bâbu Ma’rifetillah” isimli eserin de de ilahi kitaplar üzerinde yapılan tahriften bahsettiği kısımda bu kitaplar arasında “Kur’an-ı Şerif” i de zikrederek farklı bir şekilde yineler. [20]

“Vasiyye” sinde de şunları söyler Humeynî: “Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve âlihî ve Sellem’in iki emaneti (Kuran ve ehl-i beyt Ö.F.K) azgınların zulmünün bütün İslam ümmetine belki bütün beşeriyete yapılmış bir zulüm olduğunu söylemek gerekir. (…) Bu ilahi emanet Kuran ve Resul-i Ekrem’in bıraktığının (ehl-i beytin Ö.F.K) başına gelen üzücü felaketlere kan ağlansa yeridir.” [21] Görüldüğü gibi burada da Humeynî, Kur’an’ın başına gelen felaketlerden bahsediyor? Humeynî’ ye göre “Mushaf’ın bizatihi kendisinin başına gelen şey ne olabilir acaba?” diye sorduğumuzda yukarıdaki alıntılarda cevabımızı bulabileceğimizi sanıyorum.

Hz. Ali ve Fatıma (r.anhuma) hakkında aşırılık

Humeynî her bir Şii gibi Hz. Ali ve Fatıma konusunda aşırıya kaçan ve onların insanlar katındaki menzilesini çok daha fazla yüksek tutmak için hiçbir delili ve mesnedi olmayan ifadeler kullanmaktadır. Şunlar, Hz. Ali hakkında söylediklerinden sadece bir tanesi: “Şayet Ali Aleyhisselam Nebi Sallallahu Aleyhi ve alihi’den önce ortaya çıkacak olsaydı kesinlikle gönderilen bir Peygamber olacak ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Alihi Şeriatı nasıl izhar ettiyse o da izhar edecekti. Bu da bu ikisinin ruhaniyette, maddi ve manevi makamlarda bir olmasından kaynaklanmaktadır.” [22] Bu ifadelerde de Humeynî, Hz. Ali (r.a) ile Hz. Peygamber (s.a.v) arasındaki ruhaniyet, maddi ve manevi makamlardaki birlikten söz edebiliyor. İşte bu tavır, herkesi menzilesine yerleştirme itidalini bırakıp, “çok daha yüceltmem lazım” anlayışıyla hareket etmenin ve bu vesileyle ifrata kaçmanın adıdır.

Hz. Fatıma ile ilgili de; normal bir kadın olmadığını ruhani ve melekûti bir kadın olduğunu, hakikatinde ilâhi ceberûtî olup insan ve kadın suretinde varlığa büründüğünü, bütün peygamberlerin hasletleriyle süslendiğini ve erkek olması durumunda Peygamber olacağını ve Resulüllah (s.a.v)’in makamında olacağını belirtmektedir.[23]

Mushaf-ı Fatıma inancı

Şiilikte Mushaf-ı Fatıma diye bir inanç vardır. Bu inancın temeli Küleynî’nin “el-Kâfî”sindeki şu olaya dayanmaktadır: “Allah Nebi (s.a.v)’in ruhunu kabzedince Hz. Fatıma (Radıyallahu Anha) Cenab-ı Hak’tan başka kimsenin bilemeyeceği derecede üzüldü. Allah (Azze ve Celle)’ da ona kendisini teselli edip onunla konuşacak bir melek gönderdi. Bu durumu Hz. Ali’ye şikâyet eden Hz. Fatıma’ya Hz. Ali “Bunu bir daha hissettiğinde ve bu sesi duyduğunda bana haber ver”dedi. Bu hadise bir daha tekerrür edip ona haber verdiğinde Hz. Ali eşi Fatıma’dan o anda duyduğu her şeyi yazdı. Ve böylece Fatıma’nın mushafını oluşturdu.”[24]

Bu sapkın itikada inanan Şiiler, Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra Hz. Fatıma’ya da vahiy geldiğine ve bunun da müstakil bir mushafı teşkil ettiğine inanmakta ve bu vesileyle bir kısım Şii’ler bu günkü elimizde mevcut olan Kur’an’ın eksik olduğuna inanmaktadırlar. Humeynî’de “Keşfu’l-Esrâr”ında Hz. Fatıma’ya geldiği iddia edilen bu meleğin gerçekten geldiğini ve bunun Kur’an’ın vaz etttiği akideye de zıt olmadığını söylemektedir.[25]Bizler onun bahsi geçen kitapta gerekçe olarak öne sürdüğü görüşlerin tahlilini yapacak değiliz. Zira böyle bir ameliye, bu makalenin hem maksadını hem de hacmini aşar. İlmi olan arkadaşlarımız bahsi geçen yere bakarak beyan edilen gerekçelerin zafiyeti ve tutarsızlığını rahat bir şekilde ortaya çıkarabilirler zaten.

Sonuç yerine

İslam tarihi ba husus yakın tarih çerçevesinde incelendiğinde her dönem bir takım maksatlı ellerin bilinçsiz toplumları rahatlıkla yönlendirdiği görülecektir. Bu, haddi zatında bir aldatma faaliyetidir. Vadiyi boş bırakan Âlem-i İslam’ın başına tilkilerin vali olarak tayin edilme faaliyeti. Humeynî’de bu bahsini yaptığımız faaliyetlerin bir neticesidir. İslam’ın omurgası mesabesinde olan ehl-i sünnet itikadını çökertme ve Müslüman toplumları Şiileştirme adına şaşkın balıklar için misinanın ucuna konulan tehlikeli bir av örümceğidir de diyebiliriz.

Göz boyama için yaptırdıkları ihtilalle de yıllardır zaferi bekleyen Müslümanlara yine düşman eli ve müsaadesiyle kavuşulan bir başarının mukavvadan kahramanıdır Humeynî. Bu yazı onun sadece ne denli tehlikeli akideleri bünyesinde barındıran bir şahsiyet olduğunu nebzeten de olsa ortaya koymayı hedef alan bir yazıdır. Bu yazı Üstad Necip Fazıl’ın şu mısraının hedef olarak tayin ettiği amaca hizmet için kaleme alınmıştır:

Bize kalan aziz borç, asırlık zamanlardan;

Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan

Ömer Faruk Korkmaz

Dipnotlar:

[1] Silsiletu’l-Fikr ve’n-Nehci’l-Humeynî, “el-Kur’an, fî Kelami’l-İmam el-Humeynî, s. 84, Merkezu’l-İmami’l-Humeynî es-Sekafi, b. ve trh: Yok
[2] Kur’an, Furkan, 70
[3] Ayetullah Humeynî, “el-Erbaûne Hadîsen”, s.511, Daru’t-Teâruf
[4] Humeynî, “a.g.e.”, a.y.
[5] Humeynî, “el-Vasiyyetu’s-Siyasiyyetu’l-İlâhiyye”, s.27
[6] Küleynî, “el-Kâfi mine’l-Usul”, Kitabu’l-İman ve’l-Küfr, Babun fî kılleti adedi’l-Mü’minîn, II/244
[7] Humeyni, “el-Mekasibu’l-Muharreme”, I/ 250, Müessesetu İsmailiyan
[8] Humeyni, “a.g.e.”, I/251
[9] Humeynî, “Kitabu’t-Tahare”, III/457, Müessesetu Âsâri’l-İmami’l-Humeyni
[10] Humeynî, “Keşfu’l-Esrâr”, s. 131, Dâru Ammar, Amman, 1987, B.I
[11] Humeynî, “Keşfu’l-Esrâr”, a.y.
[12] Humeynî, “Keşfu’l-Esrâr”, s. 138
[13] Humeynî, “Keşfu’l-Esrâr” s. 137
[14] Humeynî, “Keşfu’l-Esrâr” s. 150
[15] Humeynî, “Keşfu’l-Esrâr” s. 155
[16] Ayetullah Humeyni, “Muhtârât min Ehadîsi ve Hitâbâti’l-İmami’l-Humeynî” II/42
[17] Ayrıca, İhsan İlâhî Zahîr’in “eş-Şî’a ve ve’l-Kur’an” isimli eseri de bu konuda kâfi ve vâfî delilleri haizdir. Mektebetu Beyti’l-islam, Riyat, 2008, B.I
[18] Humeynî, “Keşfu’l-Esrâr”, s. 131
[19] Humeynî, “Tahriru’l-Vesile”, I/152
[20] Humeynî, “el-Kur’an bâbu Ma’rifetillâh” s. 50, Daru’l-Hucceti’l-Beydâ, Daru Mektebeti’r-Resûli’l-Ekrem
[21] Humeyni, “Vasiyye”, 68
[22] Humeynî, “el-Erbaûne Hadîsen”, Daru’t-Teâruf s. 153
[23] Muhammed Fadıl el-Mes’ûdî, “el-Esrâru’l-Fâtımiyye”, s. 354-5
[24] Küleynî, “el-Kâfi”, Kitabu’l-Hücce”, Babu zikri’s-sahîfe”, I/239,40-41
[25] Humeynî, “Keşfu’l-Esrâr”, s. 145-47
 
Melhame-i kübra Çevrimdışı

Melhame-i kübra

Erkek
İslam-TR Üyesi
Kendisinin şu sohbetini severim ;

Bu zamana kadar böyle tanırdım kendisini.

Bir diğer husus ise mehmet göktaşın mail adresi var .Kendisine ulaşıp gerekli izahatları onada yaparmısınız.Bilmiyor olabilir.
 
TUVEYLİB Çevrimdışı

TUVEYLİB

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
kardeş...E-mail adresini biliyorsan ver nasihat edelim ınsaallah.
 
Üst