İbn Arabî, Fusûs'unda açıkça şöyle demektedir:
"Velilik peygamberlikten (nubuvvetten) daha büyüktür, hattâ risâletten de daha kâmil (bir makam)dır".
İşte O'nun (İbn Arabi) sözü:
Nubuvvet makamı bir berzahtadır ki
Rasulun az üstünde, velînin altında...
Ve onun ashabından (onun görüşünü benimseyenlerden) bâzısı bunu te'vîle kalkışarak;
"bu peygamberin veliliği nubuvvetinden üstün demektir", veya;
"aynı bunun gibi Rasulun veliliği de resûllüğünden üstün demektir" derler.
Veya, onun veliliğini Allah ile beraber olduğu hâl, resûllüğünü ise, yaratıklarla beraber olduğu hâl şeklinde anlatır ki, bu apaçık cehaletten başka bir şey değildir.
Çünkü, Rasûlullah mahlûkat ile konuşurken, risâleti onlara tebliğ ederken velilikten kopmuş değildir. Aksine o bu halde iken de, diğer hallerinde de Allah'ın velîsidir. Çünkü o, Allah'ın dostudur ve hiçbir halinde Allah'ın düşmanı değildir. Risâleti tebliğ ederkenki hâli, namaz kılarkenki, Allah'a duâ ederken O'na seslenirken ki hâlinden aşağı değildir.
Peki ya o ta'zîmkârın şu sözü hakkında bizim zoraki te'vîlci ne diyecek?
O (İbn Arabi), diyor ki:
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), gümüşten bir kerpiçtir, kendisi ise altından ve gümüşten iki kerpiç. Ve Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in kerpicinin zahirî ilim; kendi iki kerpicinin altın olanının bâtınî ilim, gümüş olanının ise zahirî ilim olduğunu, bu ilimleri aracısız aldığını iddia ediyor ve
Fusûs'unda şunu açıkça söylüyor:
Velilik rütbesi nübüvvet rütbesinden daha büyüktür. Çünkü velî vasıtasız olarak alır, nebî ise vasıtalı olarak alır. Böylece kendisini peygamberden daha meziyetli hâle getiren faziletin (yâni veliliğin), hem kendisinde, hem peygamberde bulunan özellik (zahirî ilim makamın) dan daha büyük olduğunu söylemiş oluyor.
Kısacası o, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e hiçbir hususta tabî olmamaktadır.
Çünkü kendi iddiasına göre o, zahirde tabî olduğu Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in talîmatını Allah'tan almaktadır.
Muctehidin içtihadının başka bir müctehide, Rasûl'un sözlerinin başka bir rasule muvafık olması gibi.
Binâenaleyh ne haber yoluyla bilinen hakikatlerde, ne de şer'î hakikatlerde onun Rasul'e uyması, ondan bir şey alması asla söz konusu değildir.
Evet o, peygamberle bir Musa ve İsâ ilişkisine aynı şeriata bağlı iki âlim ilişkisine falan razı değildir. Kabul ettiği kendi şeriatını Allah'tan bâtınen aldığı iddiasındadır. Öyle olunca, onun Allah'tan şeriat alış biçimi, Rasul'un alış biçiminden daha tumturaklı olmaktadır!
Onun, Rasul'den daha seçkin olduğu ve Rasul'un bu bakımdan ona muhtaç olduğu husus ise "altın kerpiç makamıdır".
İddiası şu:
Kendisi altın kerpici (ilmi)ni, Rasul'e vahyi getiren meleğin aldığı kaynaktan almaktadır.
Şimdi bir bu herifin haline, bir de sonraki bâzı âlimlerin onu tâzîm edişine bak!
Gazâlî açıkça şunu ifâde etmektedir:
"Velîlik rütbesinin, nubüvvet rütbesinden daha yüce olduğunu kim iddia ederse, onu öldürmek bence yüz kâfiri öldürmekten daha sevimli bir iştir. Çünkü onun dine vereceği zarar daha büyüktür".
(Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye; mecmu'ul feteva 4. Cilt SELEF İLE MUTEAHHİRİN'İN YOLU)
****************************************************
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu;
Benimle peygamberler zumresinin benzeri, şu kimsenin benzeri gibidir: O kişi bir ev yaptırmış ve binayı tamamlayıp süslemiş de yalnız bir tuğlası eksik kalmış. Bu vaziyette insanlar binaya girip gezmeye başlarlar. Ve (o eksik yeri görüp) hayret ederek: Şu bir tuğlanın yeri boş bırakılmış olmasaydı! derler. İşte ben, o (yeri boş bırakılan) kerpicim; ben Hatemun-Nebiyyinim (Peygamberlerin sonuyum) (Buhari, Menakıb, 18)
(İman Üzerine. İbn Teymiyye, Pınar Yay. sf: 77)
İbn Arabîi aslında duvardaki boşluğun bir değil iki kerpiçlik yer olduğunu, ne ki biri altın biri gümüş olan bu iki kerpiçten hatem u'l-enbiyâyı (nebilerin sonuncusu) temsil eden gümüş kerpici ALLAH Rasulunun gördüğü halde “hatem u’l-evliyâ (velilerin sonuncusu)’yı temsil eden altın kerpici göremediğini bu hadisiyle belli ettiğini söyler. Halbuki bu ikisi birden olmayınca nübüvvet duvarı asla tamamlanmayacaktır der.
Eserinde nebilerin sonuncusu olan Rasulu temsil eden kerpicin gümüş, velilerin sonuncusu (hatemül-evliyâ)yı temsil eden kerpicin de altın olmasını nubuvvetin zahir, velayetinse batın oluşuyla açıklar. Hatem'ul evliyânın İbn Arabî’nin kendisi olduğunu hatırlatmaya gerek yoktur sanırız.
Tahavi akaidi şarihi yukarıdaki satırları kastederek der ki; Verdiği örnekte nefsini altın kerpiç, ALLAH Rasulu’nü gümüş kerpiç olarak gösterenden daha kafir kim olabilir?
ALLAHın Rasullerine inen bize de ininceye kadar iman etmeyeceğiz (En’âm 124) diyen kimselerin küfründen daha beterdir.
İbn Arabî bir şiirinde şöyle der: Nubuvvet makamının mevkii Rasûlun üstünde ve velinin altında bir yerdir.
(Şerhu Akidetu’t-Tahaviye, II /743). (Buhari, C:7 sf: 3331, 3332)
İbn Arabî gibi ya "Benden sonra peygamber yoktur" sözünün sahibinin (Peygamberimizin) doğru söylediğine inanarak veya başka bir endişeye dayanarak kendilerini peygamberlik sevdasına kaptırmayanlar ve bu iddia ile ortaya çıkmayanlar peygamberlikten bile daha yüksek bir derecenin cazibesine kapılarak velilerin sonuncusu, peygamberlerin sonuncusundan daha büyüktür. Çünkü peygamberler ancak bir aracı vasıtası ile ALLAH’tan bilgi alabilirken veli bu bilgiyi aracısız olarak doğrudan doğruya alabilmektedir demişlerdir.
(İman Risalesi. M. İslâmoğlu. S98,99; Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm, s.154-155,193; İbn Arabî ile ilgili ayrıntılı bilgi için: İmam İbn Teymiyye Külliyat C:2s. 163)
Velinin Peygamberden üstünlüğünün bir diğer sebebi de dinin onun eliyle tamamlanmış olmasıymış.
Shaykh (!) Muhyiddin Ibn Arabi,
(İman Üzerine, İbn Teymiyye, Pınar Yay. Sf: 192; Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm, sf: 193;
Said Nursi’nin; vahyin vasıtalı ilhamın vasıtasız oluşuna dair görüşleri. İlmi ve Hukuki Açıdan Nurculuk Davası. Said Nursi. Sf: 291)
DİNİ DOĞRU ANLAMAK AHMET Y. ÖZÜTOPRAK
Oğulun babasının avukatlığını yapması caiz midir ?
Şimdi size Fusus'tan sayfa numaralarıyla küfür ve şirk inancını içeren ifadeleri sunacağım. Bunu siz okuyun anlamaya çalışın . Belki "akıl edenlerden olursunuz"
Fusus ul-Hikem - Muhyiddin-i Arabi, M.E.B. Yayınları
2 “Aynı olduğu halde eşyayı ızhar edeni tesbih ederim.
Benim gözüm, Onun vechinden başkasına bakmadı. Kulağım Onun kelamından başkasını işitmedi.”
(el-Futuhat, c.II, sf: 604)
“Onların cennetine tatlılığından dolayı “azab” denir. Bu âzab sözü onda gizli olan lezzet için bir kabuk gibidir. Kabuk ise özü koruyan bir şeydir.”
“Küfür ve isyan ehli cehenneme girseler de, orada kendileri için bir zevk ve lezzet vardır. O da onlar için bir cennettir.
Ancak onların cennetleri Huld cennetlerinin nimetlerine benzemez. İkisi de birdir ama aralarında
tecelli farkı vardır.”
(Fususu’l-Hikem, sf: 94)
Abdulkadir Geylani'nin İbnu'l Arabi'nin geleceğini haber vermesi (Sf: 8-9)
Seyyid Abulkadir Geylânî'nin "benden sonra Mağrib diyarından aziz bir zât zuhur edecektir, bu hırkayı ona teslim ediniz" diye vasiyet ettiği hırkanın Abdulkadir'in veresesi tarafından kendisine verildiğini sonra onu manevî oğlu Sadruddin Konevi'ye teslim ettiğini FasI ul-hitab adlı eserinde yazmaktadır.
Muhyiddin Arabi'nin Hz. Muhammed (a.s)'e iftirası (Sf: 11)
Fusûs ul-hikem, Muhyiddin-i Arabi'nin 627 hicret yılında Şam'da bulunduğu sıralarda bir gece görmüş olduğu gerçek bir rüyan'ın ilhamıyla yazılmıştır. Şeyh o gece mâna âleminde Peygamber (a.s.)'i görüyor, elinde bir kitab tutmuş, kendisine hitab ederek, "bu, Fusûs ul-hikem kitabıdır. Bunu al ve halkın faydalanması için muhteviyatını açıkla" diyor.
Şeyh de Yüce Peygamber'in bu manevî işaretine uyarak hemen Cenab-ı Peygamber'den aldığı emir ve ilham çerçevesi içinde, kitab muhtevasını, artıksız ve eksiksiz olarak, olduğu gibi naklediyor, daha doğrusu Hazret-i Peygamber'den aynen nakil ve tercüme ediyor.
Fusus ul-Hikem'in bir hadis kitabı gibi telaki edilmesi yalanı (S.12)
Fusûs ul-Hikem'in doğrudan doğruya Hazret-i Peygamber tarafından Şeyh-i Ekber'e talim ve telkin edilmiş bir eser olduğuna göre, Şeyhin taraftarlan bu hususta şubhe ve tereddüde mahal olmadığını ve Şeyh'e hâşâ yalan isnatı varit olamayacağını söyliyerek mevzu ve gayesi iman ehlinin irşadına matuf olan bu eserin biı hadîs kitabı gibi telâkki edilmesi gerekli bulunduğunda ittifak etmişlerdir.
Yaratan, yaratılan, halık, mahluk, hep o'dur. Yalanı (Sf: 13)
Yaratan, yaratılan, halık, mahluk, hep O'dur.O'nun dışında, O'nun varlığı haricinde hiçbir varlık tassavur edilemez. Çünkü Vücut birdir.
Arabi , yalanlarına Muhammed (s.a.v.)'i alet ediyor.(Sf: 19)
627 hicret yılı Muharrem ayının son günlerinde, Şam'da (bulunduğum sıralarda) Tanrı Peygamberi Muhammed'i gerçek bir rüya âleminde gördüm. Elinde bir kitab tutuyordu. Bana buyurdular ki, bu Fusûs ul-hikem = (Hikmetlerin özü) kitabıdır. Bunu al ve halka açıkça anlat da bu hikmetlerden herkes faydalansın.
Arabi, Allah'ı (haşa) kendine kul ediyor. Şirki (Sf: 83)
Allah beni över, ben de Onu. O bana kulluk eder, ben de Ona,
Bir halde ben Onu ikrar eder ve eşyadaki çokluk ve değişiklikiği görünce inkâr ederim.
Bizden nasıl vazgeçebilir? Ben Ona musaade eder ve Onu zuhur alanına çıkarırım.
"Bir vakit olur ki, kul şüphesiz rab olur." İftirası (Sf: 95-96)
Kul kulluk derekesine inerse Hak ile genişler. Rab olursa yaşayışı daralır.
Kul oluşundan dolayı nefsinin aynını görür, dilekleri şubhesiz Hak'tan genişler.
Rab oluşundan dolayı da Mülk ve Melekûl âlemlerindeki bütün mahlûkların kendisinden bir şey istediklerini görür.
Halbuki onların dileklerini yerine getirmekten zâtiyle âcizdir. Bundan dolayı bazı arifler bu yüzden ağlarlar.
O halde sen Rabb'ın kulu ol, Onun kulunun Rabb'ı olmaya bakma; sonra bu ilgi sebebiyle ateşe ve erimeye mahkûm olursun.
"Sen kulsun ve sen Tanrı'sın." İftirası (S.101)
Sen kulsun ve sen Tanrı'sın; kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir.
Sen Tanrısın ve kulsun; çünkü sözleşmenle kendini Tanrı'ya bağladın.
Şahsın taşıdığı her akideyi o akideden başka inancı olanlar çözebilir.
"Küfür ve isyan ehli cehenneme girse de orada lezzet vardır." Yalanı (S.104)
ŞİİR
Hakk'ın yalnız va'dinde sadık olması tarafı kaldı. Ceza tehdidinde sadık olduğuna dair açık bir alâmet yoktur.
Küfür ve isyan ehli cehenneme girseler de, orada kendileri için bir zevk ve lezzet vardır. O da onlar için bir cennettir.
Ancak onların cennetleri Huld cennetlerinin nimetlerine benzemez. İkisi de birdir amma aralarında tecelli farkı vardır.
- Onların cennetine tatlılığından dolayı azab denir. Bu azab sözü onda gizli olan lezzet için bir kabuk gibidir. Kabuk ise özü koruyan bir şeydir.
"Tek varlıktan başka varlık yoktur. Nur ve zulmet aynıdır." Yalanı (S.152)
---- Var olan kimdir? Varlık nedir? Varlıkta bir belirme vardır. O beliren var olan zâtın kendisidir.
Onu umumîleştiren, hususleştirmiş oldu. Onu hususî gören de umumîleştirmiş oldu.
Tek varlıktan başka varlık yoktur. Şu halde Nur ile Zulmet aynıdır.
Bu hakikatten gafil olan kimse, nefsinde perdeler bulur.
"Biz Allah'ın insan kılığına giren belirtileriyiz." Yalanı (S.190)
ŞİİR
Eğer o olmasaydı veya biz olmasaydık, olan şeyler olmazdı.
Şu halde biz hakikatte kullarız. Allah da muhakkak bizim mevlâmızdır.
Sen veya ben insan dediğimiz vakit, biz onun aynı, yani insan kılığına giren belirtisi oluruz.
Şu halde sen insan sıfatı ile perdelenme, sana bir delil de gösterdi.
İster Hak ol, ister halk ol, Allah ile Rahman olursun.
"Allah Firavunu pak ve temiz öldürdü." Yalanı (S.300-301)
Nasıl ki Firavun suda boğulurken Allah'ın kendisine verdiği iman sayesinde Musa onun için de göz nuru oldu. Şu halde Allah, (bu yüzden) Firavun'un pak ve temiz öldürdü. Çirkin ve fena amellerinden onda bir şey kalmadı. Çünkü Allah onun ruhunu yeni bir günah işlemeden önce ve imana geldiği anda kabz etti. Halbuki İslâm (Yani Hakk'ı teslim ve tasdik) evvelce geçmiş olan günahları ortadan kaldırır. Allah, bu İlim ve mazhariyeti dilediği kimse için âyet ve alâmet kıldı. Tâ ki hiç kimse İlâhî rahmetten umutsuzluğa düşmesin. Çünkü kâfirlerden başka hiç kimse Tanrı rahmetinden umut kesmez.
Şu halde Firavun eğer umutsuzlardan olsaydı imana yanaşmazdı. Demek ki, Firavun'un eşi Asiye'nin kendi hakkında "O, benim ve senin için göz nuru olsun, onu öldürmeyin, ola ki yakında bize faydası dokunur" dediği gerçekleşti ve iş böyle oldu. Gerçi her ne kadar Musa'nın Firavun mülkünü ve adamlarım öldürmeye muktedir bir Nebi olduğuna (kan ve kocadan) ikisinin ve şuuru yoktu. Fakat Allah, Musa ile her ikisine de menfaat verdi.
(Fusus ul-Hikem - Muhyiddin-i Arabi, M.E.B. Yayınları, İst-1992)
Muhyiddin İbn Arabi'nin diğer küfür sözleri ise şöyledir :
"Vakit olur ki kul Rabb olur, şüphesiz, vakit olur ki kul, kul olur şeksiz.”
(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 90. Bosnevi, 1, 433)
"Bizler Allah'ın zahiri suretleriyiz, O'nun tecellisiyiz. Alem ve kevn aslında bir hayal olduğu için biz O'yuz."
(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 159. Bosnevi, 345)
“Halık (yaratıcı) ile mahluk bir tek şeydir.”
(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 78)
“O’ bana hamdeder, be de O’na, O’ bana ibadet eder, ben de O’na. Bir hal içinde O’nu ikrar eylerim, a’yanda ise O’nu inkar eylerim.”
(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 83. Bosnevi, 1, 384-385)
İbn Arabi'nin diğer kitablarında daha farklı küfürleri
kaynaklarıyla :
"Velilik peygamberlikten (nubuvvetten) daha büyüktür, hattâ risâletten de daha kâmil (bir makam)dır".
İşte O'nun (İbn Arabi) sözü:
Nubuvvet makamı bir berzahtadır ki
Rasulun az üstünde, velînin altında...
Ve onun ashabından (onun görüşünü benimseyenlerden) bâzısı bunu te'vîle kalkışarak;
"bu peygamberin veliliği nubuvvetinden üstün demektir", veya;
"aynı bunun gibi Rasulun veliliği de resûllüğünden üstün demektir" derler.
Veya, onun veliliğini Allah ile beraber olduğu hâl, resûllüğünü ise, yaratıklarla beraber olduğu hâl şeklinde anlatır ki, bu apaçık cehaletten başka bir şey değildir.
Çünkü, Rasûlullah mahlûkat ile konuşurken, risâleti onlara tebliğ ederken velilikten kopmuş değildir. Aksine o bu halde iken de, diğer hallerinde de Allah'ın velîsidir. Çünkü o, Allah'ın dostudur ve hiçbir halinde Allah'ın düşmanı değildir. Risâleti tebliğ ederkenki hâli, namaz kılarkenki, Allah'a duâ ederken O'na seslenirken ki hâlinden aşağı değildir.
Peki ya o ta'zîmkârın şu sözü hakkında bizim zoraki te'vîlci ne diyecek?
O (İbn Arabi), diyor ki:
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), gümüşten bir kerpiçtir, kendisi ise altından ve gümüşten iki kerpiç. Ve Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in kerpicinin zahirî ilim; kendi iki kerpicinin altın olanının bâtınî ilim, gümüş olanının ise zahirî ilim olduğunu, bu ilimleri aracısız aldığını iddia ediyor ve
Fusûs'unda şunu açıkça söylüyor:
Velilik rütbesi nübüvvet rütbesinden daha büyüktür. Çünkü velî vasıtasız olarak alır, nebî ise vasıtalı olarak alır. Böylece kendisini peygamberden daha meziyetli hâle getiren faziletin (yâni veliliğin), hem kendisinde, hem peygamberde bulunan özellik (zahirî ilim makamın) dan daha büyük olduğunu söylemiş oluyor.
Kısacası o, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e hiçbir hususta tabî olmamaktadır.
Çünkü kendi iddiasına göre o, zahirde tabî olduğu Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in talîmatını Allah'tan almaktadır.
Muctehidin içtihadının başka bir müctehide, Rasûl'un sözlerinin başka bir rasule muvafık olması gibi.
Binâenaleyh ne haber yoluyla bilinen hakikatlerde, ne de şer'î hakikatlerde onun Rasul'e uyması, ondan bir şey alması asla söz konusu değildir.
Evet o, peygamberle bir Musa ve İsâ ilişkisine aynı şeriata bağlı iki âlim ilişkisine falan razı değildir. Kabul ettiği kendi şeriatını Allah'tan bâtınen aldığı iddiasındadır. Öyle olunca, onun Allah'tan şeriat alış biçimi, Rasul'un alış biçiminden daha tumturaklı olmaktadır!
Onun, Rasul'den daha seçkin olduğu ve Rasul'un bu bakımdan ona muhtaç olduğu husus ise "altın kerpiç makamıdır".
İddiası şu:
Kendisi altın kerpici (ilmi)ni, Rasul'e vahyi getiren meleğin aldığı kaynaktan almaktadır.
Şimdi bir bu herifin haline, bir de sonraki bâzı âlimlerin onu tâzîm edişine bak!
Gazâlî açıkça şunu ifâde etmektedir:
"Velîlik rütbesinin, nubüvvet rütbesinden daha yüce olduğunu kim iddia ederse, onu öldürmek bence yüz kâfiri öldürmekten daha sevimli bir iştir. Çünkü onun dine vereceği zarar daha büyüktür".
(Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye; mecmu'ul feteva 4. Cilt SELEF İLE MUTEAHHİRİN'İN YOLU)
****************************************************
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu;
Benimle peygamberler zumresinin benzeri, şu kimsenin benzeri gibidir: O kişi bir ev yaptırmış ve binayı tamamlayıp süslemiş de yalnız bir tuğlası eksik kalmış. Bu vaziyette insanlar binaya girip gezmeye başlarlar. Ve (o eksik yeri görüp) hayret ederek: Şu bir tuğlanın yeri boş bırakılmış olmasaydı! derler. İşte ben, o (yeri boş bırakılan) kerpicim; ben Hatemun-Nebiyyinim (Peygamberlerin sonuyum) (Buhari, Menakıb, 18)
(İman Üzerine. İbn Teymiyye, Pınar Yay. sf: 77)
İbn Arabîi aslında duvardaki boşluğun bir değil iki kerpiçlik yer olduğunu, ne ki biri altın biri gümüş olan bu iki kerpiçten hatem u'l-enbiyâyı (nebilerin sonuncusu) temsil eden gümüş kerpici ALLAH Rasulunun gördüğü halde “hatem u’l-evliyâ (velilerin sonuncusu)’yı temsil eden altın kerpici göremediğini bu hadisiyle belli ettiğini söyler. Halbuki bu ikisi birden olmayınca nübüvvet duvarı asla tamamlanmayacaktır der.
Eserinde nebilerin sonuncusu olan Rasulu temsil eden kerpicin gümüş, velilerin sonuncusu (hatemül-evliyâ)yı temsil eden kerpicin de altın olmasını nubuvvetin zahir, velayetinse batın oluşuyla açıklar. Hatem'ul evliyânın İbn Arabî’nin kendisi olduğunu hatırlatmaya gerek yoktur sanırız.
Tahavi akaidi şarihi yukarıdaki satırları kastederek der ki; Verdiği örnekte nefsini altın kerpiç, ALLAH Rasulu’nü gümüş kerpiç olarak gösterenden daha kafir kim olabilir?
ALLAHın Rasullerine inen bize de ininceye kadar iman etmeyeceğiz (En’âm 124) diyen kimselerin küfründen daha beterdir.
İbn Arabî bir şiirinde şöyle der: Nubuvvet makamının mevkii Rasûlun üstünde ve velinin altında bir yerdir.
(Şerhu Akidetu’t-Tahaviye, II /743). (Buhari, C:7 sf: 3331, 3332)
İbn Arabî gibi ya "Benden sonra peygamber yoktur" sözünün sahibinin (Peygamberimizin) doğru söylediğine inanarak veya başka bir endişeye dayanarak kendilerini peygamberlik sevdasına kaptırmayanlar ve bu iddia ile ortaya çıkmayanlar peygamberlikten bile daha yüksek bir derecenin cazibesine kapılarak velilerin sonuncusu, peygamberlerin sonuncusundan daha büyüktür. Çünkü peygamberler ancak bir aracı vasıtası ile ALLAH’tan bilgi alabilirken veli bu bilgiyi aracısız olarak doğrudan doğruya alabilmektedir demişlerdir.
(İman Risalesi. M. İslâmoğlu. S98,99; Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm, s.154-155,193; İbn Arabî ile ilgili ayrıntılı bilgi için: İmam İbn Teymiyye Külliyat C:2s. 163)
Velinin Peygamberden üstünlüğünün bir diğer sebebi de dinin onun eliyle tamamlanmış olmasıymış.
Shaykh (!) Muhyiddin Ibn Arabi,
(İman Üzerine, İbn Teymiyye, Pınar Yay. Sf: 192; Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm, sf: 193;
Said Nursi’nin; vahyin vasıtalı ilhamın vasıtasız oluşuna dair görüşleri. İlmi ve Hukuki Açıdan Nurculuk Davası. Said Nursi. Sf: 291)
DİNİ DOĞRU ANLAMAK AHMET Y. ÖZÜTOPRAK
Ebda_fr;128588' Alıntı:Sual:
İbn Arabi, "Velilik Peygamberlikten daha büyüktür” demiş midir? İbn Arabi'nin bu sözdeki amacı nedir?
Cevab:
İbn Arabî’nin, açıkça velayetin risaletten üstün olduğunu söylediğine dair bir ifadesine rastlayamadık.
Sorularla İslamiyet Editör
***
Bu konu hakkında verilebilecek en güzel cevap, bu olsa gerekir. İnşâallah, akıl edenlerden olursunuz...
Selâm ve dua ile.
Oğulun babasının avukatlığını yapması caiz midir ?
Şimdi size Fusus'tan sayfa numaralarıyla küfür ve şirk inancını içeren ifadeleri sunacağım. Bunu siz okuyun anlamaya çalışın . Belki "akıl edenlerden olursunuz"
Fusus ul-Hikem - Muhyiddin-i Arabi, M.E.B. Yayınları
2 “Aynı olduğu halde eşyayı ızhar edeni tesbih ederim.
Benim gözüm, Onun vechinden başkasına bakmadı. Kulağım Onun kelamından başkasını işitmedi.”
(el-Futuhat, c.II, sf: 604)
“Onların cennetine tatlılığından dolayı “azab” denir. Bu âzab sözü onda gizli olan lezzet için bir kabuk gibidir. Kabuk ise özü koruyan bir şeydir.”
“Küfür ve isyan ehli cehenneme girseler de, orada kendileri için bir zevk ve lezzet vardır. O da onlar için bir cennettir.
Ancak onların cennetleri Huld cennetlerinin nimetlerine benzemez. İkisi de birdir ama aralarında
tecelli farkı vardır.”
(Fususu’l-Hikem, sf: 94)
Abdulkadir Geylani'nin İbnu'l Arabi'nin geleceğini haber vermesi (Sf: 8-9)
Seyyid Abulkadir Geylânî'nin "benden sonra Mağrib diyarından aziz bir zât zuhur edecektir, bu hırkayı ona teslim ediniz" diye vasiyet ettiği hırkanın Abdulkadir'in veresesi tarafından kendisine verildiğini sonra onu manevî oğlu Sadruddin Konevi'ye teslim ettiğini FasI ul-hitab adlı eserinde yazmaktadır.
Muhyiddin Arabi'nin Hz. Muhammed (a.s)'e iftirası (Sf: 11)
Fusûs ul-hikem, Muhyiddin-i Arabi'nin 627 hicret yılında Şam'da bulunduğu sıralarda bir gece görmüş olduğu gerçek bir rüyan'ın ilhamıyla yazılmıştır. Şeyh o gece mâna âleminde Peygamber (a.s.)'i görüyor, elinde bir kitab tutmuş, kendisine hitab ederek, "bu, Fusûs ul-hikem kitabıdır. Bunu al ve halkın faydalanması için muhteviyatını açıkla" diyor.
Şeyh de Yüce Peygamber'in bu manevî işaretine uyarak hemen Cenab-ı Peygamber'den aldığı emir ve ilham çerçevesi içinde, kitab muhtevasını, artıksız ve eksiksiz olarak, olduğu gibi naklediyor, daha doğrusu Hazret-i Peygamber'den aynen nakil ve tercüme ediyor.
Fusus ul-Hikem'in bir hadis kitabı gibi telaki edilmesi yalanı (S.12)
Fusûs ul-Hikem'in doğrudan doğruya Hazret-i Peygamber tarafından Şeyh-i Ekber'e talim ve telkin edilmiş bir eser olduğuna göre, Şeyhin taraftarlan bu hususta şubhe ve tereddüde mahal olmadığını ve Şeyh'e hâşâ yalan isnatı varit olamayacağını söyliyerek mevzu ve gayesi iman ehlinin irşadına matuf olan bu eserin biı hadîs kitabı gibi telâkki edilmesi gerekli bulunduğunda ittifak etmişlerdir.
Yaratan, yaratılan, halık, mahluk, hep o'dur. Yalanı (Sf: 13)
Yaratan, yaratılan, halık, mahluk, hep O'dur.O'nun dışında, O'nun varlığı haricinde hiçbir varlık tassavur edilemez. Çünkü Vücut birdir.
Arabi , yalanlarına Muhammed (s.a.v.)'i alet ediyor.(Sf: 19)
627 hicret yılı Muharrem ayının son günlerinde, Şam'da (bulunduğum sıralarda) Tanrı Peygamberi Muhammed'i gerçek bir rüya âleminde gördüm. Elinde bir kitab tutuyordu. Bana buyurdular ki, bu Fusûs ul-hikem = (Hikmetlerin özü) kitabıdır. Bunu al ve halka açıkça anlat da bu hikmetlerden herkes faydalansın.
Arabi, Allah'ı (haşa) kendine kul ediyor. Şirki (Sf: 83)
Allah beni över, ben de Onu. O bana kulluk eder, ben de Ona,
Bir halde ben Onu ikrar eder ve eşyadaki çokluk ve değişiklikiği görünce inkâr ederim.
Bizden nasıl vazgeçebilir? Ben Ona musaade eder ve Onu zuhur alanına çıkarırım.
"Bir vakit olur ki, kul şüphesiz rab olur." İftirası (Sf: 95-96)
ŞİİR
Bir vakit olur ki Kul şüphesiz Rab olur. Başka bir vakitte de iftirasız kulluk ve derekesine iner. Kul kulluk derekesine inerse Hak ile genişler. Rab olursa yaşayışı daralır.
Kul oluşundan dolayı nefsinin aynını görür, dilekleri şubhesiz Hak'tan genişler.
Rab oluşundan dolayı da Mülk ve Melekûl âlemlerindeki bütün mahlûkların kendisinden bir şey istediklerini görür.
Halbuki onların dileklerini yerine getirmekten zâtiyle âcizdir. Bundan dolayı bazı arifler bu yüzden ağlarlar.
O halde sen Rabb'ın kulu ol, Onun kulunun Rabb'ı olmaya bakma; sonra bu ilgi sebebiyle ateşe ve erimeye mahkûm olursun.
"Sen kulsun ve sen Tanrı'sın." İftirası (S.101)
Sen kulsun ve sen Tanrı'sın; kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir.
Sen Tanrısın ve kulsun; çünkü sözleşmenle kendini Tanrı'ya bağladın.
Şahsın taşıdığı her akideyi o akideden başka inancı olanlar çözebilir.
"Küfür ve isyan ehli cehenneme girse de orada lezzet vardır." Yalanı (S.104)
ŞİİR
Hakk'ın yalnız va'dinde sadık olması tarafı kaldı. Ceza tehdidinde sadık olduğuna dair açık bir alâmet yoktur.
Küfür ve isyan ehli cehenneme girseler de, orada kendileri için bir zevk ve lezzet vardır. O da onlar için bir cennettir.
Ancak onların cennetleri Huld cennetlerinin nimetlerine benzemez. İkisi de birdir amma aralarında tecelli farkı vardır.
- Onların cennetine tatlılığından dolayı azab denir. Bu azab sözü onda gizli olan lezzet için bir kabuk gibidir. Kabuk ise özü koruyan bir şeydir.
"Tek varlıktan başka varlık yoktur. Nur ve zulmet aynıdır." Yalanı (S.152)
---- Var olan kimdir? Varlık nedir? Varlıkta bir belirme vardır. O beliren var olan zâtın kendisidir.
Onu umumîleştiren, hususleştirmiş oldu. Onu hususî gören de umumîleştirmiş oldu.
Tek varlıktan başka varlık yoktur. Şu halde Nur ile Zulmet aynıdır.
Bu hakikatten gafil olan kimse, nefsinde perdeler bulur.
"Biz Allah'ın insan kılığına giren belirtileriyiz." Yalanı (S.190)
ŞİİR
Eğer o olmasaydı veya biz olmasaydık, olan şeyler olmazdı.
Şu halde biz hakikatte kullarız. Allah da muhakkak bizim mevlâmızdır.
Sen veya ben insan dediğimiz vakit, biz onun aynı, yani insan kılığına giren belirtisi oluruz.
Şu halde sen insan sıfatı ile perdelenme, sana bir delil de gösterdi.
İster Hak ol, ister halk ol, Allah ile Rahman olursun.
"Allah Firavunu pak ve temiz öldürdü." Yalanı (S.300-301)
Nasıl ki Firavun suda boğulurken Allah'ın kendisine verdiği iman sayesinde Musa onun için de göz nuru oldu. Şu halde Allah, (bu yüzden) Firavun'un pak ve temiz öldürdü. Çirkin ve fena amellerinden onda bir şey kalmadı. Çünkü Allah onun ruhunu yeni bir günah işlemeden önce ve imana geldiği anda kabz etti. Halbuki İslâm (Yani Hakk'ı teslim ve tasdik) evvelce geçmiş olan günahları ortadan kaldırır. Allah, bu İlim ve mazhariyeti dilediği kimse için âyet ve alâmet kıldı. Tâ ki hiç kimse İlâhî rahmetten umutsuzluğa düşmesin. Çünkü kâfirlerden başka hiç kimse Tanrı rahmetinden umut kesmez.
Şu halde Firavun eğer umutsuzlardan olsaydı imana yanaşmazdı. Demek ki, Firavun'un eşi Asiye'nin kendi hakkında "O, benim ve senin için göz nuru olsun, onu öldürmeyin, ola ki yakında bize faydası dokunur" dediği gerçekleşti ve iş böyle oldu. Gerçi her ne kadar Musa'nın Firavun mülkünü ve adamlarım öldürmeye muktedir bir Nebi olduğuna (kan ve kocadan) ikisinin ve şuuru yoktu. Fakat Allah, Musa ile her ikisine de menfaat verdi.
(Fusus ul-Hikem - Muhyiddin-i Arabi, M.E.B. Yayınları, İst-1992)
Muhyiddin İbn Arabi'nin diğer küfür sözleri ise şöyledir :
"Vakit olur ki kul Rabb olur, şüphesiz, vakit olur ki kul, kul olur şeksiz.”
(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 90. Bosnevi, 1, 433)
"Bizler Allah'ın zahiri suretleriyiz, O'nun tecellisiyiz. Alem ve kevn aslında bir hayal olduğu için biz O'yuz."
(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 159. Bosnevi, 345)
“Halık (yaratıcı) ile mahluk bir tek şeydir.”
(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 78)
“O’ bana hamdeder, be de O’na, O’ bana ibadet eder, ben de O’na. Bir hal içinde O’nu ikrar eylerim, a’yanda ise O’nu inkar eylerim.”
(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 83. Bosnevi, 1, 384-385)
İbn Arabi'nin diğer kitablarında daha farklı küfürleri
kaynaklarıyla :
İlmi Konu - Tasavvuf Büyüklerinin Kendi Eserlerinden Küfür Akideleri ! (Kitab)
TASAVVUF BÜYÜKLERİNİN KENDİ ESERLERİNDEN KÜFÜR AKİDELERİ ! 1- BÜYÜKLERİNİN KENDİ ESERLERİNDEN KÜFÜR AKİDELERİ !-İçindekiler 2- Yunus Emre ve Celalettin Rumi'nin (Mevlana) Sapıklıkları 3- Tam İlmihal , Saadet-i Ebediye 4- Vehhabiye Nasihat, H.Hilmi Işık Kitabından Sapıklıklar 5- Mektubat-ı...
www.islam-tr.org