M
Çevrimdışı
İbn Kayyım rahmetullahi aleyh şöyle der:
"Allah'a ve ahiret âlemine giden, hatta herhangi bir maksadı takip eden kimsenin maksadına ulaşması için;
- İlmi kuvvet ve
- Ameli kuvvet olmak üzere iki kuvvete sahip olması gerekir.
İlmi kuvvetiyle yolun merhalelerini görür ve o merhaleleri takip ederek yoluna devam eder. Yine ilmi kuvvetiyle helak olma sebeplerinden, telef olma yerlerinden ve maksada ulaştıran yoldan sapmış olan helak yollarından sakınır. Onun ilmi kuvveti, elinde bulunan ve zifiri karanlık bir gecede kendisiyle yolunu aydınlatıp yürüdüğü bir ışığa benzemektedir.
Bu ışıkla o, karanlıkta yürüyen birinin düşebileceği derin çukurları ve yüksek uçurumları, böyle birinin ayaklarının kayıp düşmesine sebep olabilecek taş, diken ve benzeri şeyleri görür. Yine bu ışıkla o, yol işaretlerini görür ve böylece hiçbir zaman yoldan sapmaz. Bu nur ona iki şeyi gösterir. Yol işaretlerini ve yoldan sapıp helak olma sebeplerini...
Şüphesiz ki bu ışığa sahip olan kimsenin gerçek anlamda yolda yürüyebilmesi, ancak ameli kuvvete sahip olmasıyla mümkün olur. Zaten yolda yürüyor olmak, ameli kuvvetin hakikatleridir; zira bu yürüyüş, yolcunun amelleri demektir.
Hiç şüphe yok ki Rabbine yürüyen kimse, yolu ve yol işaretlerini gördüğü; aynı şekilde kaygan zeminleri, çukurları ve gittiği doğru yoldan sapmış olan yolları müşahede ettiği zaman; saadet ve kurtuluşun yansını elde etmiş olur. Diğer yarısı ise, asasını omuzuna koyması ve merhale merhale yolu katetmek için paçaları sıvamasıdır. Her bir merhaleyi katettiğinde diğerini katetmek için hazırlanır ve biraz daha menzile yaklaştığını hisseder...
Böylece sefer meşakkati ona kolaylaşır. Çok yürümenin verdiği yorgunluktan ve devamlı sefer halinde olmanın getirdiği bıkkınlıktan dolayı onun nefsi her durduğunda, sevgiliyle karşılaşmanın yakınlığını ve visalden sonraki yaşayış güzelliğini nefsine vad eder. Böylece nefsinin dinçliğini, sevincini ve himmetini artırır. O nefsine şöyle der:
"Ey nefis, müjdeler olsun sana! Artık menzil yaklaştı ve karşılaşma zamanı geldi. Sakın menzile ulaşmadan yolda yıkılıp kalmayasın, o halde seninle sevdiklerinin menzilleri arasına engel olunur. Eğer yolun sonuna kadar sabredersen sevinç ve neşe içerisinde övülmeye layık bir şekilde menzile ulaşmış olursun.
Bu durumda da sevdiklerin her türlü hediye ve ikramlarla seni karşılarlar. Şunu da unutma ki, seninle bu sevinç anı arasında sadece bir saat kadar sabretmekten başka bir şey yoktur. Çünkü ahirete nispeten dünya hayatı bir saat kadar bile değildir. Senin ömrün ise, bu saatten sadece bir andır.
Ey nefis! Çölün ortasında yıkılıp kalmak hususunda Allah'tan kork! Allah'a yemin olsun ki, eğer bilenlerden isen bu yok oluş ve helak olmaktır."
Eğer nefsi daha da ona zorluk çıkartıyorsa, onun önünde bulunan sevdiklerini ve onların yanında bulunan ikram ve nimetleri hatırlatsın. Aynı şekilde onun arkasında düşmanlarının bulunduğunu ve onların yanında horlanmanın, azabın ve türlü türlü musibetlerin olduğunu ona hatırlatsın. Bu durumda onun geri dönüşü, düşmanlarının yanına olacak; fakat ilerlemesi halinde sevdiklerine ulaşacaktır. Olduğu yerde durması halinde ise, arkadan onu takip eden düşmanları onu yakalayacaklardır. Nefis, bu üç durumdan birini tercih etmek zorundadır; hangisini isterse onu tercih etsin. Nefsin sevdiklerinin önde bulunması, onun sürükleyicisi; onların marifet ve irşadlarının ışığı, onun doğruya erdiricisi ve rehberi; onların sevgilerinin samimi oluşu, onun gıdası, içeceği ve ilâcı yapılsın. Ayrıca nefis, sefer yolunda tek olduğundan dolayı yalnızlık hissine kapılıp ürkmemeli ve yolda kalanların çokluğuna bakıp aldanmamalıdır. Zira onun yolda kalıp Allah'tan uzaklaşmasının acısı, onlara değil sadece kendisine ulaşır; aynı şekilde Allah'a yakın olması ve O'nun ikramına mazhar olmasındaki hazzı ve lezzeti de onlara değil sadece kendisine erişir.
Bu halde onlarla meşgul olup beraber yolda kalmanın ne manası var ki?
Nefis şunu da bilmelidir ki, bu yalnızlık ve yabanilik hissi devam etmeyecektir. Bilakis bu, yolculuk esnasında gelip geçen arizi bir durumdur. Hiç şüphe yok ki az sonra çadırlar görünecek, menzile ulaştığı ve selâmete erdiği için kendisini tebrik edecek olan karşılayıcılar birazdan çıkıp gelecektir. İşte o zaman göz aydınlığı ve sevinci doruk noktasına çıkacaktır. Zira nefis o zaman şöyle diyecektir:
"Ne olurdu kavmim, Rabb'imin beni bağışladığını ve beni (cennetle) ikram edilenlerden kıldığını bilseydi." (Yasin, 26-27)
Bu yolun yolcusu, tabiatının kesafetinden ve nefsinin gevşek davranıp yavaş yürümesinden de tedirgin olmamalıdır. Zira o, sabah, akşam ve seher vakitlerinde yürümeye devam ettiği zaman; gideceği eve yaklaşır, tabiatının kesafeti letafete dönüşür ve nefsinde bulunan kirlerle pislikler eriyip gider. Böylece onun yüzünde yolcuların himmet ve simaları belirerek vahşeti ünsiyete, kesafeti letafete ve kirleri temizliğe dönüşür."
[Tariku'l-Hicreteyn]
"Allah'a ve ahiret âlemine giden, hatta herhangi bir maksadı takip eden kimsenin maksadına ulaşması için;
- İlmi kuvvet ve
- Ameli kuvvet olmak üzere iki kuvvete sahip olması gerekir.
İlmi kuvvetiyle yolun merhalelerini görür ve o merhaleleri takip ederek yoluna devam eder. Yine ilmi kuvvetiyle helak olma sebeplerinden, telef olma yerlerinden ve maksada ulaştıran yoldan sapmış olan helak yollarından sakınır. Onun ilmi kuvveti, elinde bulunan ve zifiri karanlık bir gecede kendisiyle yolunu aydınlatıp yürüdüğü bir ışığa benzemektedir.
Bu ışıkla o, karanlıkta yürüyen birinin düşebileceği derin çukurları ve yüksek uçurumları, böyle birinin ayaklarının kayıp düşmesine sebep olabilecek taş, diken ve benzeri şeyleri görür. Yine bu ışıkla o, yol işaretlerini görür ve böylece hiçbir zaman yoldan sapmaz. Bu nur ona iki şeyi gösterir. Yol işaretlerini ve yoldan sapıp helak olma sebeplerini...
Şüphesiz ki bu ışığa sahip olan kimsenin gerçek anlamda yolda yürüyebilmesi, ancak ameli kuvvete sahip olmasıyla mümkün olur. Zaten yolda yürüyor olmak, ameli kuvvetin hakikatleridir; zira bu yürüyüş, yolcunun amelleri demektir.
Hiç şüphe yok ki Rabbine yürüyen kimse, yolu ve yol işaretlerini gördüğü; aynı şekilde kaygan zeminleri, çukurları ve gittiği doğru yoldan sapmış olan yolları müşahede ettiği zaman; saadet ve kurtuluşun yansını elde etmiş olur. Diğer yarısı ise, asasını omuzuna koyması ve merhale merhale yolu katetmek için paçaları sıvamasıdır. Her bir merhaleyi katettiğinde diğerini katetmek için hazırlanır ve biraz daha menzile yaklaştığını hisseder...
Böylece sefer meşakkati ona kolaylaşır. Çok yürümenin verdiği yorgunluktan ve devamlı sefer halinde olmanın getirdiği bıkkınlıktan dolayı onun nefsi her durduğunda, sevgiliyle karşılaşmanın yakınlığını ve visalden sonraki yaşayış güzelliğini nefsine vad eder. Böylece nefsinin dinçliğini, sevincini ve himmetini artırır. O nefsine şöyle der:
"Ey nefis, müjdeler olsun sana! Artık menzil yaklaştı ve karşılaşma zamanı geldi. Sakın menzile ulaşmadan yolda yıkılıp kalmayasın, o halde seninle sevdiklerinin menzilleri arasına engel olunur. Eğer yolun sonuna kadar sabredersen sevinç ve neşe içerisinde övülmeye layık bir şekilde menzile ulaşmış olursun.
Bu durumda da sevdiklerin her türlü hediye ve ikramlarla seni karşılarlar. Şunu da unutma ki, seninle bu sevinç anı arasında sadece bir saat kadar sabretmekten başka bir şey yoktur. Çünkü ahirete nispeten dünya hayatı bir saat kadar bile değildir. Senin ömrün ise, bu saatten sadece bir andır.
Ey nefis! Çölün ortasında yıkılıp kalmak hususunda Allah'tan kork! Allah'a yemin olsun ki, eğer bilenlerden isen bu yok oluş ve helak olmaktır."
Eğer nefsi daha da ona zorluk çıkartıyorsa, onun önünde bulunan sevdiklerini ve onların yanında bulunan ikram ve nimetleri hatırlatsın. Aynı şekilde onun arkasında düşmanlarının bulunduğunu ve onların yanında horlanmanın, azabın ve türlü türlü musibetlerin olduğunu ona hatırlatsın. Bu durumda onun geri dönüşü, düşmanlarının yanına olacak; fakat ilerlemesi halinde sevdiklerine ulaşacaktır. Olduğu yerde durması halinde ise, arkadan onu takip eden düşmanları onu yakalayacaklardır. Nefis, bu üç durumdan birini tercih etmek zorundadır; hangisini isterse onu tercih etsin. Nefsin sevdiklerinin önde bulunması, onun sürükleyicisi; onların marifet ve irşadlarının ışığı, onun doğruya erdiricisi ve rehberi; onların sevgilerinin samimi oluşu, onun gıdası, içeceği ve ilâcı yapılsın. Ayrıca nefis, sefer yolunda tek olduğundan dolayı yalnızlık hissine kapılıp ürkmemeli ve yolda kalanların çokluğuna bakıp aldanmamalıdır. Zira onun yolda kalıp Allah'tan uzaklaşmasının acısı, onlara değil sadece kendisine ulaşır; aynı şekilde Allah'a yakın olması ve O'nun ikramına mazhar olmasındaki hazzı ve lezzeti de onlara değil sadece kendisine erişir.
Bu halde onlarla meşgul olup beraber yolda kalmanın ne manası var ki?
Nefis şunu da bilmelidir ki, bu yalnızlık ve yabanilik hissi devam etmeyecektir. Bilakis bu, yolculuk esnasında gelip geçen arizi bir durumdur. Hiç şüphe yok ki az sonra çadırlar görünecek, menzile ulaştığı ve selâmete erdiği için kendisini tebrik edecek olan karşılayıcılar birazdan çıkıp gelecektir. İşte o zaman göz aydınlığı ve sevinci doruk noktasına çıkacaktır. Zira nefis o zaman şöyle diyecektir:
"Ne olurdu kavmim, Rabb'imin beni bağışladığını ve beni (cennetle) ikram edilenlerden kıldığını bilseydi." (Yasin, 26-27)
Bu yolun yolcusu, tabiatının kesafetinden ve nefsinin gevşek davranıp yavaş yürümesinden de tedirgin olmamalıdır. Zira o, sabah, akşam ve seher vakitlerinde yürümeye devam ettiği zaman; gideceği eve yaklaşır, tabiatının kesafeti letafete dönüşür ve nefsinde bulunan kirlerle pislikler eriyip gider. Böylece onun yüzünde yolcuların himmet ve simaları belirerek vahşeti ünsiyete, kesafeti letafete ve kirleri temizliğe dönüşür."
[Tariku'l-Hicreteyn]