Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Islam Âlemine Yeni Tehdit: Tekfirciler ,haberi Üzerine Mülahazalar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Ahlu Tawheed Çevrimdışı

Ahlu Tawheed

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Benim anlamadığım şudur sen alimlerden delil getirme kuran ve sünnetten delil getir diyorsunya bende diyorum ki alim dediğimiz insanlar kuran ve sünnetin dışında bir şey ile mi delil getiriyorlar,oku bak bakalım cehalet mazeret mi?
3. Mazeret : Bilmeme - Cehalet
Cehalet iki zumre insan için söz konusudur.

1. Kendisine hiç davet ulaşmayan, iki peygamber arasında yaşayan ve isimlerine ehl-i fetret denilen insanlar.
2. Peygamberin daveti kısmen kendilerine ulaşan fakat tümüyle ulaşmayan gerek Dar’ul harbte yaşadığından gerekse topluluklardan uzak adalarda, dağlarda vs. yaşayan dinin tamamını bilmeyen insanlar için söz konusudur.
1. sınıftan olan cahiller yani ehl-i fetret olanların ahirette akıbeti ne olacaktır?
Dünyada bunların kafir olduğu , kendilerine kafir muamelesi yapılacağı muhakkaktır.

Adl-i ilahide sorumlu olacaklar mı olmayacaklar mı?
Bu husuta iki görüş zikredilmektedir.

Birincisi :
Maturidi ve Hanefilerin bayraktarlığını yaptığı görüştür ki; buna göre kişiye hiçbir peygamberin daveti ulaşmasa dahi onun Allah’ın zatını, genel olarak sıfatlarını bilme mecburiyeti vardır, aksi taktirde ahirette sorumlu olacaktır. Sorumluluğunun derecesi hususunda da aynı mezheb aynı görüş içerisinde iki görüş vardır.
Birincisine göre “ebedi olarak cehennemde kalacaklardır” manasını kastetmektedirler. İkincisine göre “ahirette günahkar olarak haşrolunacaklar, belli hesabları verdikten sonra akıbeti belli değil Allah bilir” diye ifade etmişlerdir.
Bu gurubun özetle delilleri şunlardır:

Ey Muhammed hatırla, Bir zaman Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zurriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahid tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediği vakit, onlarda demişlerdi ki "evet biz şahidiz ki Sen bizim Rabbimizsin" dediler. (Yüce Mevla)kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu." demeyesiniz diye (yapmıştık). (A’raf 172)
Ayet ahiratte sorumluluğu dolaylı yoldan ifade ediyor. Çünkü insanlık yaratılışında zerrecikler olarak Rabbinin varlığını kabul etmiş, kafasına monte edilen aklı da bunu bilecek güçtedir. Bunu kullanmazsa, acizse muaftır, aciz değil diğer dünyevi işlere kullanıyor dinine kullanmıyorsa adl-i ilahide hesabı vardır. Diğer ayet-i kerime:
{30 حَنِيفاًوَجْهَكَ لِلدِّينِفَأَقِمْ
Sen yüzünü hanif olarak dine çevir. Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. (A’raf 172)

Ayeti kerimede insanın fıtratının temiz olarak yaratıldığı , Allahın dinini kabullenecek temayul ve güçte olduğu beyan buyuruluyor. Buna rağmen Allahın dinini fıtratının gereği bilmezse özellikle yüce Mevla’yı ve sıfatlarını bilmezse ahirette hesaba çekilecektir. Diğer yönden Ankebut 61’de

Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan "Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?”
buyurulmaktadır.
Bakınız muşrikler, Allah’ın yeri ve gökleri yaratıldığını itiraf edip kabul ediyorlar. Buna akıllarıyla vardılarsa yine Allahın birliğini ve diğer sıfatlarını da bilmek zorundadırlar. Yine Mu’minin suresi 84 -85 de:

-(Rasulum!) onlara de ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?"
- "Allah'a aittir" diyecekler. "Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız?" de
. (Mu’minun 84-85) Ve benzeri ayetleri ileri sürüp ahiratte insanların sorumlu olacaklarını , Allahın zatı ve sıfatlarından hesaba çekileceklerini zikretmişlerdir.
Hadis olarak; konuyla ilgili olarak şu iki hadis zikredilmektedir.

Enes’ten nakledilen bir rivayette de şöyle anlatılmaktadır:
Biri: Ya Rasûlullah, babam nerededir? diye sordu. Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem):
Cehennemdedir” buyurdu.
Adam, arkasını dönüp üzgün üzgün giderken, Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) onu çağırdı ve:
Benim de, senin de baban cehennemdedir” buyurdu.
(Muslim, İman, 347-203; Ebû Dâvûd, Sunne, 17-4717; Ahmed b. Hanbel, Musned, 119, 268.)

Başka bir rivayette de şöyle denilmektedir:
Ebû Hureyre’den yapılan bir rivayete şöyle buyurmaktadır:
Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret etti. (Kabrin yanındayken) ağladı. Yanındakileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu:
Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi. Kabirleri ziyaret ediniz, çünkü onlar ölümü hatırlatır
(Ebû Dâvud, Cenâiz 77-3234; İbn Mâce, Cenâiz 49-1572, Muslim, Cenâiz, 105, 106, 108-976; Tirmizî, Cenâiz, 60; Nesâî, Cenâiz, 101-2042; Ahmed b. Hanbel, Musned, II, 441; V, 356.-s.441)

Görüldüğü gibi hadisi şerifte Rasulullah (s.a.v.) daha 6 yaşındayken kaybettiği annesine dua etmeyi taleb etmiş yüce Mevla izin vermemiştir. Eğer kurtuluşa eren, necate erenlerden olsaydı yüce Mevla izin verirdi diye beyanda buyurmuşlardır.

İkincisi :
Eşari ve ona tabi olan alimlerin fetret ehl-i ile mezhebi ise;
Kendisine peygamber gönderilmeyen veya peygamberin daveti kendisine ulaşmayan insanlara ahirette sorumluluk söz konusu değildir. Velev ki Allah’ın zatı ve sıfatları hakkında dahi olsa. Zira Yüce Mevla İsra suresi 15. ayette yüce Mevla :
“… Biz bir Peygamber göndermedikçe, hiç kimseye azab edecek değiliz”. (İsra 15) buyurmuştur.
Bunlara peygamber gönderilmediği, daveti ulaşmadığına göre ahirette nasıl kendilerine azab edilir.

Diğer gurup, birinci görüş sahipleri bu delile cevaben:
“ayeti kerime biz onlara dünyada azab etmeyiz” diye buyurulmuştur yoksa ahiretteki azabı bakidir.”
(Kanaatimizce ayeti kerime mutlak ifade edilmiştir. Onun sadece dünya için geçerli olabilir diye söyleme bir tevildir. Doğruda olabilir yanlışta-Hasan hoca)

2. Kendilerine peygamber gönderilmiş, onun daveti kendilerine ulaşmış fakat tümüyle ulaşmamış insanlar, bu tür insanlardır. Bu tür insanlar, yani dinin tümünün kendilerine ulaşmamış insanların kendilerine ulaşan kısımların tamamından adl-i ilahide sorulacaklarında ittifak vardır.
Ancak dinin kendilerine ulaşmadığı dallarda dini bilmez, sert davranırlarsa hatta kendilerini inkara götürecek laflar söylerde, ciddi bir şekilde uyarılıp onun inkar olduğu kendilerine tebliğ edilmezse bunlar adl-i ilahide sorumlu olmayacakları, bilmedikleri konulardan mazur kalacakları beyan edilmiştir.
Öyle ki bu durum Rasulullah (s.a.v.) zamanında bile yani dine ters sözleri söyleme hatta yüce Mevla’nın bazı sıfatlarında sorularak sorarak “böyle midir” diyerek öğrenmeye çalışmalar olmuştur. Onların cehaletleri Rasulullah (s.a.v.) tarafından mazur görülmüş, kendilerine imanlarını yenilemeleri veya küfre düştükleri tövbe edip yeniden Müslüman olmaları beyan edilmemiştir.

Aşağıda zikredeceğimiz ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde de bunlar vurgulanmaktadır.

Evvela daha önce zikrettiğimiz cehaletin mazeret olduğunu beyan eden İsra 15. ayeti kerimeye ilaveten şu ayetlerde zikredilmiştir:

Eğer biz, onları bundan (peygamber veya Kur'ân'dan) önce bir azab ile yok etseydik, muhakkak "Ey Rabbimiz! bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce âyetlerine uysaydık, olmaz mıydı?" diyeceklerdi (Ta ha 134)

“Yüce Mevla peygamber göndermese onların bu iddiaları baki kalırdı. Peygamber gönderilip daveti ulaşanların artık böyle bir şey söyleme hakkı yoktur” diye izah edilmiştir.

-Daha önce sana anlattığımız peygamberlerle, anlatmadığımız başka peygamberlere de (vahyettik).Ve Allah Musa ile de konuştu.
- Peygamberleri müjdeciler ve azab habercileri olarak gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah mutlak üstündür, yegane hikmet sahibidir.
(Nisa 164-165)
Ayet-i Kerimede uyarıcı ve müjdeleyici peygamberler gönderdik ki artık peygamberler kendilerine geldikten sonra kimse kendisine bir gerekçe sunarak bana peygamber gelmedi demesin. Binealeyh peygamberin davetinin kendisine ulaşmayanın böyle bir şeyden sorumlu olacağı beklenilmemelidir. Adli İlahide buna müsaade edilmez.

De ki: ….. "bu Kur'ân vahyolundu ki, onunla hem sizi, hem de sizden sonra kendisine ulaşan herkesi uyarayım.” (En’am 19)
Belli ki Kur’an kendisine ulaşmayanlar bu hükmün dışında kalıyor. Başka bir ayeti kerimede Yüce Allah cehennemi vasfederken diyor ki :

-Az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: "Size korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi?" diye sorarlar.
- Derler: "Evet, bize uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz." dedik.
(Mulk 8-9)

Görüldüğü gibi ayeti kerimede kendilerine uyarıcılar geliyor, onları yalanlıyorlar ondan sonra cehenneme girmeye hak ediyorlar. Uyarıcının uyarısı kendisine ulaşmayanlar sorumlu değillerdir.
-Ateştekiler, cehennem bekçilerine derler ki: "Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azabı biraz hafifletsin."
- Bekçiler de: "Size peygamberleriniz mucizelerle gelmiyorlar mıydı?" diye sorarlar. Onlar: "Evet" derler. Bekçiler: "Öyle ise kendiniz dua edin" derler. Kâfirlerin duası ise hep çıkmazdadır, sapıklıktır
. (Mu’min 49-50)
- İşte bu (Kur'ân) da mübarek bir Kitap'tır. Onu biz indirdik. Ona uyun ve Allah'tan korkun ki, size rahmet edilsin.
-
(Onu size indirdik ki: "Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa (yahudi ve hıristiyanlara) indirildi; biz ise, onların okumasından habersizdik (o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk)" demeyesiniz.
- Yahut: "Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk", demeyesiniz. İşte size de Rabbinizden açık delil, hidayet ve rahmet geldi. Allah'ın âyetlerini yalanlayıp, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.
(En’am 155-156-157)
-(Allah) "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?" deyince onlar: "Kendi aleyhimize şahidiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şahidlik ettiler. (En’am 130)

Bu konudaki benzeri ayetler Kur’anı Kerim’de oldukça fazladır. Binealeyh kişiye davet tam ulaşmazsa adl-i ilahide ulaşmadığı dalda hesaba çekilmeyecektir.

Bakınız bu konuda İbn Kayyım el Cevziyye Tarikul Hicreteyn ve babu Saadeteyn adlı kitabında şöyle demektedir:
Allah c.c. ancak peygamberliğin ve peygamberin delilinin kendisine ulaştığı kimseyi azab eder. Bu kesin bir şeydir. Fakat insanları ferdlere indirgeyerek Zeyde emre bu deliller ulaştı, ulaşmadı bunu bilmemiz mümkün olmaz. Bunu ancak Allah bilir, Kullarıyla Allah arasındaki incelikleri Ona havale ederiz.”

Yani şunu demek istiyor ki, piyasada bir takım insanlar varsa kendi kanaatimizle “buna dava ulaşmış diyelim yoksa buna dava ulaşmamış diyelim” bilemeyebiliriz bu hususu Allah’a bırakın diyor.
Aslında kula gerekli olan şudur: İslam dininden başka bir dini kendine din edinen genel olarak kafirdir. Bizde Allah kuluna delilini göndermedikçe ona azab etmeyecektir. Buna mukabil işi kişilere bizzat indirgememek, Allahın ilmine bırakmak lazımdır. Yani sana davet ulaşmış, sende iman etmemiş kafirin tekisin demede tedbirli olun diyor. Bu mesele ahiretle ilgili meseledir. Dünyada ise biz bunlara görünürünü yaparız. Kafir görünümlü ise kafir muamelesi, Müslüman görünümlü ise müslüman muamelesi yaparız.

İbn Teymiyye’de fetvalar isimli eserinin 7. cildinin 237 sayfasından şöyle buyuruyor:
Bakarsın ki insan bir şeyi yalanlar veya inkar eder. Peygamberin onu haber verdiğini veya onu emrettiğini bilmez, öyle ki bunu bilecek olsa bunu yalanlamaz, inkar etmez. Sonra zaman gelir onu duyar veya öğrenir , düşünür yahutta anlamamışsa manasını kendisine açıklanır veya kendisi bir başka delilden onun manasını anlar yalanladığı şeyi tasdik eder. Bu onun için yeni bir tasdiktir, yeni bir imandır, imanının artması demektir. Bu kimse bilmediği bir şeyden dolayı daha önceden kafirdir anlamına gelmez, fakat cahil olduğundan mazur görülür. Bu usulde mucmel ve mufassala benzer” diye ibn Teymiyye devam ediyor.

Bu husustaki ayeti kerimeler ve pek çok daha alimlerin ifadeleri de bulunmaktadır.
Dinin kendilerine tebliğ edilmeyen bölümünü iman etmezlerse veya yalanlar iseler ahrette sorumlu olmaz diyenlerin izahları bunlardır.
Bu husustaki bazı hadisleri zikredeceğiz:
Ebu Said el Hudri , ebu Hureyre, Huzeyfe’tul Yeman , Ebubekir es Sıddik, Abdullah bin Mesud, Muaviye bin Hide’den rivayet edilen şu hadisi şeriftir:
Hadisin kısa rivayeti şöyledir.

Rasulullah (s.a.v.) bir adamı anlattı. “Ve bu sizden önce geçen ümmetlerden biriydi” buyurdu.
Allah c.c. bu adama bolca mal ve evlat vermişti. Ölüm gelip kendisine çatınca oğullarına” :
Yavrularım Beni sizin için nasıl bir baba görüyorsunuz?diye sordu.
Oğulları da :
hayırlı bir baba biliyoruzdediler.
Rasulullah s.a.v. buyurdu ki: “Ne var ki bu adam Allah katına hiçbir şey göndermemişti, orada hiçbir şey hazinelememiş, depolamamıştı, hayrı yoktu”.
Ve şöyle dedi: “Eğer Allah bana gücü yeterse azab eder, sizler bakın düşünün ölünce beni yakın, kömür olduğumda beni ezin. Fırtınalı bir günde külümü savurun çevreye dağılsında Allah beni diriltmesin
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Buna dair oğullarından ahidler aldı. Rabbime yemin olsun ki oğullarıda bunu yaptılar. Sonra onu fırtınalı günde külünü savurdular.”
Yüce Mevla buyurdu kiol”.
Hemen adam ayakta bir adam olarak yüce mevlanın karşısında dikildi.
Yüce Mevla buyurdu ki:
Ey kulum , seni bu yaptıklarına sevk eden nedir?diye sordu.
Yakılıp savrulan ve sonra diriltilen adama dönüştürülen kul buyurdu ki
: “Sen daha iyi biliyorsun ki senden korkmamdır”. dedi
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bu sözü ağzından çıkar çıkmaz Allah ona rahmet eyledi , affeyledi.”
(Buhari; tevhid 35, rikak 22, enbiya 50; Muslim 2754- 2757; Nesei Cenaiz 117; İmam Malik Muvatta Cenaiz 115; Ahmed b. Hanbel, Musned c.4. s.30-266)

Görüldüğü gibi bu kişi yüce Mevla’nın kendisinin zerrecikler halinde küllerinin savrulması hainde diriltemeyeceğine inanarak ölmüş. Fakat bunu bilmediğinden dolayı mazur görülmüş , affedilmiş.
Cehaletin mazeret olduğuna hadis olarak en büyük delillerden biridir.
Hadis sahihayn’de yani Buhari ve Muslim’de geçtiği gibi daha pek çok hadis kitabında geçmekte ve pek çok sahabeden gelmekte olması dikkate alınmalıdır.

İkinci bir hadis Muavviz’in kızı Rubeyye’den geliyor. Diyor ki :

Benim tam düğünümün yapıldığı gece Rasulullah (s.a.v.) geldi , şöyle senin oturduğun gibi benim döşeğime oturdu. Birtakım cariyelerde defler çalıyor, Bedir gününde öldürülen babalarına dair marşları, ağıtları söylüyorlardı.
Nihayet bir cariye şöyle dedi : ”İçimizde yarın ne olanı bilen peygamber de var”.
Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki : “Böyle söyleme, daha önce söylediğin şeyleri söyle”
(Buhari: Magazi 12, Nikah 48 , Edeb 51/ 4922 ; Ebu Davud; Tirmizi , İbn Mace)
Tirmizi, hadisin hasen ve sahih olduğunu söylüyor.


Görüldüğü gibi “içimizde yarın ne olacağını bilen peygamber var” diyen sahabeyi cariyeye, Rasulullah (s.a.v.) “Gaybi Allah’tan başka kimsenin bilmediğini” hatırlatarak “sen iman et küfre düştün” diye bir ikazda bulunmuyor , cehaletini mazeret kabul ediyor.

Üçüncü bir hadis-i şerif Muaz bin Cebel’in Rasulullah’a secde etme olayı.

Hadis Abdullah bin ebi Evfa, Suheb-iRûmî; Ebu Zabyen ve Zeyd bin Erkam gibi sahabilerden geliyor.
Hadisin kaynakları ise Ahmed bin Hanbel’in Musnedi, Taberani, İbni Mace, Bezzar gibi kaynaklar.
Bu hadisi şerifin kaynakları yukarıdaki birinci hadisi şerif kadar kuvvetli değil değil ancak çeşitli zatlar tarafından rivayet edilmiş olduğundan güven telkin ediyor.
Hadisin rivayetlerinden bir tanesini aktaralım :

Abdullah bin ebi Evfa diyor ki ; Muaz , Şam’dan gelince Rasulullah’a secdeye kapandı.
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ey Muaz bu da ne ?
Muaz dedi ki: “Ben Şam’a vardım. Orada şuna denk geldim ki, Şam’daki Hırıstiyanlar Oskoflarına, patriklerine secde ediyorlar. İçimden şunu arzuladım ki “biz bunu Rasulullah’a da yapalım ve yaptım
Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Yapma, çünkü ben bir kişinin başka birine secde etmesini emredecek olsaydım kadının kocasına secde etmesini emretmiş olurdu. Allah’a yemin olsunki kadın beyinin hakkını ödemeden Rabbinin hakkını ödeyemez”
…….

(İbn Mace , Ahmed B. Hanbel, Musned; ….. )

Dördüncü bir hadis-i şerif Aişe’nin Rasulullah’ı (s.a.v.) takip etme olayı .

Aişe buyuruyor ki :
Benimle Rasulullah arasında geçen bir olayı anlatayım mı?
Sahabeler diyor ki: “anlat.”
Aişe : “Benim sıram olan gecede Rasulullah yanımdaydı.”
''Nebi (s.a.v.), benim yanımda bulunduğu gece olunca geldi. Muteakiben ridasını yere koydu, ayakkabılarını çıkarıp onları da ayaklarının yanına koydu. İzarının bir tarafını döşeğinin üzerine yayıp uzandı. Ancak benim uyuduğumu zannedinceye kadar bekledi. Muteakiben yavaşça ridasını aldı. Kapıyı yavaşça açtı, evden çıktı yavaşça kapattı.
Elbisemi başımdan geçirip büründüm. İzarımı da giyindim, sonra arkasından gittim. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) Baki mezarlığına vardı, ayakta durdu ve duruşunu uzattı. Sonra üç defa ellerini kaldırdı. Sonra üç defa ellerini kaldırdı. Sonra geri döndü. Bende geri döndüm. O süratle yürüdü. Ben daha süratle yürüdüm, koştum. Neticede ben onun önüne geçtim ve eve girdim. Ben yatar yatmaz o da eve girdi ve:

Rasulullah (s.a.v.) : “Ya Aişe, neyin var soluk soluğasın, karnın kalkıp iniyor?”, buyurdu.
Ben: “Bir şey yok” dedim.
Rasulullah (s.a.v.) : “Ya bana haber verirsin, yahut da Latifu'l Habir Olan Allah bana haber verir”,buyurdu.
Ben: “ya Rasulullah: Anam babam sana feda olsun” dedim ve olanı anlattım.
Rasulullah (s.a.v.) : “O önümde gördüğüm insan karıltısı sen miydin ?buyurdu..
Bunun üzerine beni gögsümden bir defa itti ve bu itişle beni sarstı.
Sonra:(Nöbetinde) Allah ve Rasulunun sana zulmedeceğini mi sandın be ey Aişe?” dedi.
Aişe: “İnsanlar her gizlediğini Allah bilir mi ?” dedim.
Rasulullah (s.a.v.) : “evet bilir” buyurdu. Devamında
Senin gördüğün zaman Cibrîl bana geldi ve beni çağırdı. Senden gizli olarak beni istedi. Bende, O’na cevap verdim fakat cevâbımı sen*den gizledim.
Ben, senin uyuduğunu zannettim de, uyandırmak istemedim. Dışarı çıkıp gittim.
Rabbimin emriyle , Bakî'de yatanların yanına giderek onlar için af diledim.

Bende dedim ki:— Ey Allahın Rasulu, kabristana vardığımda, (ziyaret ettiğimde) onlara ne diyeyim?
Peygamber (s.a.v.)- Deki “Ey mu'min ve Müslüman olan burada yatanlar size selam olsun! Allah, bizden önce geçenlere de rahmet eylesin bizden sonra geleceklerimize de rahmet eylesin. Bizler de inşallah mutlaka sizlere kavuşacağız” kabirde böyle de buyurdu.
(Muslim 974; Nesai, Cenaiz 103/3973; Ahmed b. Hanbel, Musned c.6, s:221)

Bu hadiste Aişe (r.anha), Rasulullah (s.a.v.)’e “insanların her gizlediğini Allahu Teala bilir mi?” diye sorduğunda, Rasulullah (s.a.v.) “Evet bilir” cevabı dışında ek bir ikazda bulunmamıştır. Kendisinin bunu bilmeyişi O’nun o anda küfrüne hüküm
vermeyi gerektirmemiştir. Cehaletin mazeret olduğuna bu yönü delil gösterilmiştir.
Beşinci bir hadis-i şerif;

Ebû Vâkıd el Leysî (r.anh) diyor ki :
Rasulullah (s.a.v.) Hayber’e giderken müşriklere ait bir ağacın yanından geçtiler. Ağaca da askılı ağaç deniliyordu. Muşrikler silahlarını oraya asıyorlar ve orada itikaf ediyorlardı.
Rasulullah (s.a.v.) ile bulunan sahabaler dediler ki : “Ey Allahın Rasulu, nasıl bunların askılı ağaçları varsa sende bize böyle bir ağaç ihdas et, yap
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Subhanallah, bu tıpkı Musa’nın kavminin Musa’ya söylediği sözler: “Ey Musa bunların ilahları olduğu gibi bize de ilah yap (A’raf 138)”. Canım elinde olan Allaha yemin olsun ki sizlerde geçmiş milletlerin yolunu tutacaksınız!
Yüce Mevla buyuruyor ki:
- Ve İsrailoğullarının denizden geçmelerini sağladık? Derken bir kavme vardılar ki, onlar, kendilerine mahsus bir takım putlara tapıyorlardı.
Dediler ki; Ey Musa! Onların ilahları gibi, sen de bize bir ilah yap! Musa da onlara dedi ki: Siz gerçekten cahillik eden bir kavimsiniz
. (A’raf 138)

Musa (a.s.), kavmine “sizler kafir oldunuz” gelin iman edin deme yerine “sizler cahil bir topluluksunuz” diye buyurmuş. Rasulullah (s.a.v.)’de bu olayı hatırlatarak “sizler gelin yeniden dine girin , ne demek tekrar putçuluğa mı dönüyorsunuz” dememiş.
Çünkü “onların bunun putçuluk olduğunu bilmemeleri, böyle ağacın etrafında itikafa girerek tavaf ederse mahzurlu olmadığını sanmaları kendilerini küfre düşürmediğini göstermiştir” diyor alimler.

Günümüzde iç içe yaşadığımız, ve dini mubine ters davranarak, değil ki amellerine namaz kılmamak, sadece oruç tutmama; itikadiyle ilgili, Allah’ın Uluhiyetiyle, Rabbliğiyle, kainatı sevk idare etmesiyle, insanlara yasalar belirlemeyle ilgili sıfatlarında adeta peynir ekmek yer gibi tahriflerde bulunmaları, o sıfatlarını gevelemeleri onları nereye götürüyor?
Bunlar, bu huylarında dediklerinde, yaptıklarında burada zikredilen cahiller guruhundan veya değiller?
Bunu Allah’a bırakalım. Artık İbn Kayyım’ında, İbn Teymiyye’nin de dediği gibi kişilere indirgemede bırakalım Allah’a belirlesin bu bunu biliyor mu bilmiyor mu, ama küfrünü gördüğümüzde “bu küfür işi”, Müslümanlığını gördüğümüzde de “Müslüman işi” diyebiliriz.
Yani bunlara rahat rahat “Müslüman kardeşlerimiz, canımız ciğerimiz, yaptığını da biz yapalım” dersek halimiz ne ola ? Veya “bunlar kafirlerin tekidir, canı, malı, kanı helaldir gidin öldürün” o da caiz değildir.
Allah bu tür olanlara da hakiki iman nasip eylesin. Allah İslam’ın hakimiyetini bize versin ki, kimin ne olduğu net bir şekilde ortaya çıkmış olsun. (Amin)

Ha şöyle kardeşim, bana delil getir, bilmediklerimi öğreneyim, bildiklerimi pekiştireyim. işte şimdi ben de kendi delillerimi koyabilirim!
 
F Çevrimdışı

fatih can

Üye
İslam-TR Üyesi
file:///C:/Documents%20and%20Settings/ali/Belgelerim/Downloads/suphelerin-giderilmesi.pdf

bu kitabı okuda biraz ilim bulaşsın sana eğerki sen kopyala yapıştır yapmasaydın bende yapmazdım..
 
S Çevrimdışı

Süleyman Incek

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ben hakkı isabet etmeyi umarım. Cedel derdim yoktur. Çok bilgiliysen ilminle çık, münazara edelim. Yoksa ahirette zannından ötürü yakana yapışacağım.
Belli belli ...
Lafım sana değildi ama üzerine alınman isabet olmuş ...
Ilmi münazara yapmak istiyorsan, ki öyle bir ehliyetin var mı ???? .... usul ve uslubu ile bilene sor ... burda çakma allame havalarına
girmeyin ...
 
Ahlu Tawheed Çevrimdışı

Ahlu Tawheed

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Belli belli ...
Lafım sana değildi ama üzerine alınman isabet olmuş ...
Ilmi münazara yapmak istiyorsan, ki öyle bir ehliyetin var mı ???? .... usul ve uslubu ile bilene sor ... burda çakma allame havalarına
girmeyin ...
İslami bir meselede münazara yapma hususunda ilim ehliyetine sahip olmanın şart olduğuna dair Kuran ve sünnetten delilini getir.
 
S Çevrimdışı

Süleyman Incek

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İslami bir meselede münazara yapma hususunda ilim ehliyetine sahip olmanın şart olduğuna dair Kuran ve sünnetten delilini getir.
Sende cahillerin bu hakka sahip olduğunu kanıtla ... forumu kendi nefsinizi tatmin etmek için kirletmeyin ... varsa ehliyetiniz ve ilminiz ... açın konuyu ... delil sayın ... sonra cevap bekleyin ...
 
Ahlu Tawheed Çevrimdışı

Ahlu Tawheed

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Sende cahillerin bu hakka sahip olduğunu kanıtla ...

Boş konuşmayın. Allah bu dini alimlere değil, tüm insanlığa göndermiştir. Hristiyanlara benzemeyin!
İbn Hazm rahimehullah der ki, alim olmak için Kuranı ezbere bilmek, hadisleri ezberlemek ve ravi zincirinden anlamak yeterlidir. Alimlerin kendi görüşlerini ezberlemek ilim değildir.

Yine der ki, bir kişi, diğer hiçbir fıkhi konuyu bilmese de, sadece bir meseleyi delilleriyle öğrendiyse O MESELEDE fetva verme ehliyetine sahip olur. Çünkü Kuran ve sünnet, bildiğin konu hakkında konuşup, delillerini sunmayı men etmez. Ruhbanlığı emretmez, her aklı başında müslümanın dinini gücü yettiğince öğrenmesi farzdır.

Bidatçılık yapmayın.
 
A Çevrimdışı

akıncıbir

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Adam eğer cahilse kurandan ve sünnetten bir çok delil kendisine getirebilir.Birçok sapık mezheplerin çıkması da bundan dolayı olmuştur.​
 
ENSAR Çevrimdışı

ENSAR

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Boş konuşmayın. Allah bu dini alimlere değil, tüm insanlığa göndermiştir. Hristiyanlara benzemeyin!
İbn Hazm rahimehullah der ki, alim olmak için Kuranı ezbere bilmek, hadisleri ezberlemek ve ravi zincirinden anlamak yeterlidir. Alimlerin kendi görüşlerini ezberlemek ilim değildir.

Yine der ki, bir kişi, diğer hiçbir fıkhi konuyu bilmese de, sadece bir meseleyi delilleriyle öğrendiyse O MESELEDE fetva verme ehliyetine sahip olur. Çünkü Kuran ve sünnet, bildiğin konu hakkında konuşup, delillerini sunmayı men etmez. Ruhbanlığı emretmez, her aklı başında müslümanın dinini gücü yettiğince öğrenmesi farzdır.

Bidatçılık yapmayın.
Alimlerin görüşlerini ezberlemek ilim değildir,neden naklediyorsun ki ,bana kuran ve sünnetten delil getir ibni hazm dan değil?Senin mantığın?
 
F Çevrimdışı

fatih can

Üye
İslam-TR Üyesi
Hamd ALLAH subhanehu ve teala’ya mahsustur.Yanlız O’ndan yardım diler yalnız O’na ibadet ederiz.Dualarımız yalnızca O’na,tevbelerimiz,tevekkülümüz,tefekkürümüz yalnızca O’nadır…Korkumuz,itaatimiz,ibadetimiz ve kanun koyucumuz ALLAH aziz ve celil olan ALLAH’tır.Bunun dışında ki tüm kanun koyucuları,ibadet edilenleri,el açılıp yalvarılanları,sıkıntı ve darlıkta yardıma çağrılacakları ve çağrılanları KABUL ETMİYORUZ VE RED EDİYORUZ…
Selam ise Alemlere rahmet olarak gönderilen müjdeleyici ve azap habercisi olan hz.Muhammed Mustafa (s.a.v) üzerine ve onunla beraber olan sahabelerinin,ehli beytinin ve resulullah (s.a.v) yolundan gidenlere olsun….

Günümüzde sık sık tanık olduğumuz ve üzerinde ciddi ihtilaflar olduğu bir meselede acizane okumuş olduğum kitaplardan,yaptığım araştırmalar neticesinde CEHALET konusunda biiznillah ALLAH subhanehu ve teala’nın da yardımını alarak bizleri başarılı kılmasını ve bunun ALLAH’tan hatamızın kendisinden olduğunu belirterek konumuza giriş yapmak istiyorum.Hidayete uyanlara selam olsun…

Şunu kesinlikle bilmeliyiz ki şüphesiz peygamber gönderilmeden önce aziz ve celil olan ALLAH’ın takdiri ile hüccet ikamesi kesintiye uğramış belirli bir süre peygamber gönderilmemişti buna fetret dönemi diyoruz.
Dikkat edilecek husus şudur şirk hususu hiçbir zaman mazeret ve özür olamaz çünkü bütün peygamberlerin davetinde kesinlikle bu vardır.zuhruf süresinde ki 65. ayeti okuaylım:
Andolsun ki, sana da senden öncekilere de: "Yemin ederim ki, eğer (Allah'a) ortak koşarsan bütün çalışman boşa gider ve mutlaka kendine yazık edenlerden olursun!" diye vahyolundu.

Hani dedik ya hüccet kesintiye uğramıştı ve yine de şirk sıfatı geçerli demiştik.Bu fiili işleyenlere kesinlikle MÜŞRİK dendiğini kuranı kerim’den biliyoruz ve ALLAH onlar için hiçbir mazeret ayeti bildirmediği halde özürlerinin geçerli olmayacağına dair bir sürü ayetler indirdiği halde, günümüze de bu ayetleri uygularsak ve üzerinde düşünürsek sizlerde takdir edersiniz ki ALLAH’ın vahyi anlaşılmış olur ALLAH’ın dini yaşanmış olur ve ALLAHın kelamı okunmuş,ALLAHa ve kitaplarına iman ettiğini zannedenlere ise güzel güzel anlatılmış olur.

Tevbe süresinde ki 6.ayete göz atacak olursak;
“Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona eman ver, sonra (Müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte böyle (kâfirlikte ısrar etmeleri) onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.”

Demek ki hüccet ikame edilse de edilmese de müşrik ve kafir kavramı ALLAH katında hala gecerlidir ve gecerli olacaktır.Ama ne var ki ALLAH onlar için bilmeyen bir kavim olmalarını bildiriyor.Birileri de işte bu ayet cehalete özürdür diye öne sürüyor..VALLAHİ şu ayetin başını görmüyorlar mı “Eğer müşriklerden biri…..SUBHANALLAH…

Cuma süresinde 2.ayeti okuyalım.Sonuna dikkat edelim sapıklık içersindeydiler buyuruyor ALLAH.Herkes kendisini gözden geçirsin.kendimde dahil.islam fıtratı üzerine yaşayan bizler İslam üzerine yaşayabildik mi?sapıklık içerisinde değilmiydik?O an hepimiz kuran,ALLAH,peygamber namaz bunları bilmiyor muyduk?Ya o hal üzerine ölseydim ve ölseydik ve şu an ÖLSEK…ALLAH katında mazeretimiz olacağını kim söyleyebilir?SUBHANALLAH..Kitabını hak olarak indirilene yeryüzü ve göktekiler sürekli tesbih ediyorlar bizlerde RABBİMİZe ne kadar hamd etsek ne kadar tesbih etsek yeterli gelmeyeceğinin farkındayız.Elhamdulillah….

Ama şu var iman ettikten sonra kurtuluşa ereceğimizin garantisini almadık.Kurtuluş mizanda,kurtuluş sırat köprüsünde,kurtuluş amel defterleri dağıtılırken…
Çünkü ümmiler arasından kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Halbuki onlar önceden apaçık bir sapıklık (dalal) içindeydiler”

Maide süresi 19.ayeti okumadan önce hatırlatmakta yarar var.Demiştik ki; fetret dönemi yaşanmış.hüccet kesilmiş risalet gelmemiş demiştik.Müşrik ve şirk kavramları ise ortadan kalkmamıştı demiştik özür sayılmaz demiştik.

“Ey ehl-i kitabi Peygamberlerin arasının kesildiği bir sırada size elçimiz geldi. Gerçekleri size açıklıyor ki (kıyamette): Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi, demeyesiniz. İste size müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.”

Bir başka ayete göz atalım kasas süresi 47.ayet
“Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına. bir musibet geldiğinde, Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, ayetlerine uysak ve mü’min’lerden olsaydık! diyecek olmasalardı (seni göndermezdik)”

Nisa süresi 165.ayette ise daha içler acısı durum bildiriliyor bizlere
crying.gif
Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların, peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın”

Vallahi kimsenin bahanesi yok.Eskiden dalalet içerisinde olsak da şu an iman ettiğimizi söylesek bile İMAN ESASLARI konusunda bilmeden de yaptığımız işler (küfre götüren söz,fiil ve ibadet şekilleri) hiçbir zaman özür yerine geçmez.Dinimizi dert etmeliyiz ve etmeliydik ALLAH azze ve celle’yi razı etmeliyiz ve razı etmeye çalışmalıydık cenneti girmeyi isteyen biz aciz insanlar cenneti giriş yollarını öğrenmeliydik cehenneme girmek istemeyen biz aciz insanlar yine cehennemden korunma yollarını öğrenmeliydik.Derdimiz bu doğrultuda AĞIRLIKTA olmalıydı.
Yine çalışacağız yine mesleki anlamda kendimizi yetiştireceğiz ama bu bizi ALLAHı anmaktan ve O’nun yolundan alıkoyacaksa oturup düşünmeliyiz..eyvah demeden….

Bakara 213. ayette:
“İnsanlar (aslında) bir tek ümmet (millet) idi. Bu durumda iken Allah müjde verici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da indirdi.”

Şimdi Ey kardeş kulak ver ehli sünnet alimlerinin ve sahabelerinin ashabın anladığı İSLAM dini Resulullah s.a.v anlattığı,öğrettiği ve yaşadığı dinden başka bir şey değildir.
İlk gönderilen nebi nuh (a.s.)’dır.Ondan önce ilk insan hz.Adem’i herkes bilir.oğulları kan dökmüştü.hırsızlık zina her şey vardı ama resul ve resuller inmedi.Ta ki Nuh (a.s) kavmine peygamber gönderilinceye kadar.

Bu insanlar Adem’den (a.s) sonra ve fakat Nuh’tan (a.s) önce tevhid ve ihlas üzerindeydiler. Tıpkı insanlığın atası olan babaları Adem (a.s) gibi. Ta ki kendi kendilerine ihdas ettikleri bir bidat olan şirki icadedip putlara ibadet edinceye kadar. Oysa bu yaptıklarına dair Allah, ne bir kitap ne de bir elçi göndermişti. Bu pisliği, şeytanın fasit kıyas ve sapık düşünce suretiyle süslediği şüphelerle yapmıştılar. Onlardan bir kavim şöyle iddia etmişti:


Şüphesiz heykeller, semavi yıldızların tılsımı, feleklerin basamakları ve yüce ruhlardır. Bunlardan bir kavim de bu heykelleri, aralarındaki enbiya ve salihlerin şeklinde tasvir ve tasavvur ettiler. Diğer bir kavim de bu putları, adi cinni ve şeytani ruhlara binaen edinmişti. Diğer bir kavim ise başka bir görüşte idi. Bunların çoğu reislerini taklit edip hidayet yolundan yüz çeviriyordu. Bu esnada Allah nebisi Nuh’u (a.s) gönderdi. Onları şirk koşmadan sadece tek Allah’a ibadete çağırıyor ve onları ondan başkasına ibadet etmekten sakındırıyordu. Her ne kadar onlar, bunlara sırf kendilerini Allah’a yaklaştırması ve Allah katında kendilerine şefaatçi olmaları için ibadet ettiklerini iddia ediyor idiyselerde….


ŞİMDİ SORUYORUZ:
malum olduğu üzere Nuh (a.s), kavmine, Müslüman değil müşrikler olarak hitap etmekteydi.


Bu bağlamda sormak lazım; kendisinden önce, onlar için ortaya delil koyan (hüccet ikame eden) elçi hani nerededir? Ta ki onlara şirk sıfatı ve müşrik hükmü sabit olabilsin??
SORUMUZUN CEVABINI VERELİM.HÜKÜM AYNIDIR.ALLAH onlara rahmet etmeseydi içlerinde bulundukları durum onları ahiret hayatlarına mal olacağını bile bildirmiştir hatta bunu tüm resuller kesinlikle söylemiştir VALLAHİ…


"Andolsun biz Nuh'u kavmine (peygamber olarak) gönderdik. Onlara, Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım. -Allah'tan başkasına tapmayınız! Çünkü ben size (gelecek) acıklı bir günün azabından korkuyorum" hud süresi 25-26

Buraya kadar inşallah anlaşılmıştır.ALLAH subhanehu ve teala’yı bilmek imandır.O’nu hakkıyla bilmemek ve tanımamak kişiyi KESİNLİKLE küfre ve şirke götürür.yaratıcımızı tanımak ve bizden ne istediğini bilirsek yaratılış gayemizi ve resullerin davetinin asıl maksadını anlamış olmaz mıyız?


Şunu da belirtelim inşallah…
Şirkin kaynağı ve hareket noktası (itikad) inançtır. Oysa ötekinin kaynağı ve hareket noktası sırf şehvettir.


Nitekim zani, hırsız ve içkici, masiyetinin haram ve çirkinliğini bilmektedir. Fakat onu işlemeye, kötü şehvet itmektedir. Tabi ki, kurban, nezir, dua ve istiğasenin(sığınma) tam zıddınadır bu. Çünkü bunları işlemeye zorlayan etken şehvet değil, itikattır.
Bu yüzden hiçbir kulu göremezsin ki şu veya bu şekildeki bir şirkin haram ve çirkinliğine inansın, sonra bunun, failini ebediyen cehennemde kalmaya sürüklediğini, cennete girmesini önlediğini ve amelini tümüyle heba ettiğini bilsin, ondan sonra da bunu Allah’a yaklaşmak kastıyla işlesin. İşte bu, mümkün değildir.

Cehalet konusunu biraz yayalım ve faydalı olabilelim.çünkü cehalete sığınan insanlar bazı iman esaslarını geriye atıyorlar ve atabilirler..
“biz bilmiyorduk”,”öğretmediler”, “imamlar var”, “dayım hafız o söylemedi”, “bakkal hasan hacca gitti o bilmiyor mu”, “kaç kitap okudun ki ilmin ne cürmün ne ki bu söylediklerini kimse söylemiyor” diye ÇIĞIRTKANLIK yapanlara yine rahmet ile muamele ederek (sadece dua ederiz ve hadlerini aşmamaları gerektiğini ikaz ederiz) her şeye ilim ile yaklaşmalı hikmetli davranmalıyız.

“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini aldı ve onları kendilerine şahid tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da) evet (rabbimiz olduğuna) şahit olduk dediler. “ -
“Yahut (ne yapalım) daha önce babalarımız Allah’a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onun için biz de onların izinden gittik. Ahdi) iptal edenlerin yüzünden bizi helak edecek misin?” -
“İşte böylece (kâfirlikten) dönmeleri için ayetleri açıklıyoruz.”
Gayet açık bir ayet.Herşey ortada..

Yine söylüyoruz iman esasları hususunda mazaret yoktur cehalet kabul edilmez.Hz.ibrahim bize örnektir.çünkü kuranı kerim de buyuruluyor ki And olsun ki ibrahim’de sonradan gelecekler için örnekler vardır.Üzerinde yoğunlaşalım nedir bu örnek?Ne yapmıştı ne arayışına girmişti ve sonra neyi buldu?Sonra babası ve kavmi O’na hangi kelimelerinden ötürü eziyet etmek ve öldürmek istemişti?


Lut kavmi örneğini vereceğim.Üzerinde yoğunlaşalım.ne yapıyordu bu kavim?evet sapık bir kavimdi.kurana göz atacak olursanız buyuruluyor ki ayette:
“Siz sizden evvelki insanların yapmadığı fena bir iş yapıyorsunuz”
Şimdi bunlar için bir özür gecerli midir?cehalet midir?


Bir örnek daha vererek konumuzu inşaallah noktalandıralım.
Hz musa (a.s) firavuna gittiği vakit ALLAH azze ve celle ne buyurdu.
“Firavuna git ve şüphesiz o çok azıttı milleti paramparça etti böldü” ve diğer ayetlerde ise ona yumuşak konuş buyurdu.sizce ALLAH hz musa (a.s) yollamasa özrü varmıydı ve cehaleti gecerli miydi firavunun?
 
Ahlu Tawheed Çevrimdışı

Ahlu Tawheed

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Alimlerin görüşlerini ezberlemek ilim değildir,neden naklediyorsun ki ,bana kuran ve sünnetten delil getir ibni hazm dan değil?Senin mantığın?

Hemen getiriyorum kardeş:

"Allah'a, resulune, ulu emre itaat edin. Eğer aranızda ihtilafa düşerseniz, onu ALLAH VE RESULUNE GÖTÜRÜN." Nisa59

İtaate ulul emr de dahildir: lakin şerri meselelerde tek merci Kuran sünnettir. Kuran sünneti bilmek, kişinin ebediyetini kurtarır.
 
F Çevrimdışı

fatih can

Üye
İslam-TR Üyesi
delillse al sana gerçek delil

  1. Dinin Aslı Olan Tevhid de Cehalet Özür Değildir
    “Asıllar” (usul) veya “asıl” kelimesi ilim ve fıkıh kitaplarında şu üç farklı manada kullanılmıştır:
    1- Dinin aslı; tevhid ve İslam’ın aslı manasında kullanılmıştır.
    2- Genellikle mütevatir olmayan hadislerle sabit olmuş kabir azabı ve benzeri gibi gayb inancıyla ilgili meseleler “ehli sünnet ve’l cemaat” nazarında “dinin asılları” lafzıyla ifade edilmiştir.
    Bu kısma kat’i delillerle sabit olan fakat tek manalı olmayan, te’vil edilebilen bir delile dayanan itikadi meseleler girer. Bu deliller sübut bakımından kat’i fakat delalet bakımından zanni olan delillerdir. Ehli sünnet alimleri bu gibi delillere dayanarak asıllar çıkartmış ve bunları usulu’d din (dinin asılların)den saymışlardır.
    Diğer İslam fırkaları delilleri kabul etmelerine rağmen, onlara ehli sünnet alimlerinin verdikleri manayı vermediler. Böylece ehli sünnetin usulden saydıkları meseleleri usulden saymamışlardır.
    3- Dinde fıkhın asılları (usul’ül fıkh) veya şeriatin asılları (usulü’ş-şeria) manasında kullanılmıştır. Bu ise; naslar veya istikra (delillerden okuyarak hüküm çıkartmak) ile sabit olan fıkıh ve şeriatteki kat’i kaideler demektir.
    Buna göre “asıl”veya “asıllar” (usul) kelimesi, sadece tek manayı içermeyen, değişik manaları da ifade etmek için kullanılan müşterek bir lafızdır. Bu nedenle bu lafzın kullanıldığı yer iyi kavranılmazsa cehaletin mazeret kabul edildiği yer ile cehaletin mazeret kabul edilmediği yerin karıştırıldığı gibi daha bir çok mesele de karıştırılabilir.
    Öyle ki bazı insanlar, fıkıh veya akaid kitaplarının bazılarında dinin asıllarından sayılan ve o konuda cehaletin mazeret kabul edildiği bazı meselelere rastlayabilirler. Şayet bu meselelerde neyin kastedildiğini anlamazlarsa, bundan; dinin aslı olan ve cehaletin mazeret kabul edilmediği tevhidin kastedildiğini zannederler ve sonuçta dinin aslı olan tevhidi bozmada cehaletin mazeret olabileceği anlayışına sahib olurlar.
    İşte böyle yapmak doğru değildir. Çünkü Dinin Aslı Olan Tevhid de Cehalet Mazeret Değildir.
    Allah-u teala’nın izniyle bu meseleyi geniş bir şekilde açıklayalım.
    Dinin Aslı Olan Tevhid de Cehaletin Özür Olmadığına Dair Alimler Arasında İhtilaf Yoktur.

    İster daru’l İslam’da ister daru’l harpte olsun, ister öğrenme imkanı olsun ister olmasın, ister kendisine huccet ikame edilmiş, ister edilmemiş olsun, Tevhid’in (La İlahe İllallah’ın) aslının bozulmasında cehalet, tevil ve taklid mazeret değildir.
    İster cehalet, ister te’vil, ister taklid sebebiyle olsun Tevhid’in aslını bilmeyen, bozan kişi müslüman sayılmaz.
    Tevhidin Aslı (temeli) ise; Allah (c.c)’ı Bilmek, Sadece O’na İbadet Etmek, İbadette O’na Ortak (şirk) Koşmamaktır.
    Tevhidin aslında yani “Tevhidi Direk İlgilendiren (büyük şirk olan) Meselelerde Cehalet Mazeret Değildir.”
    Büyük şirk olan her mesele akideyi direk ilgilendirir ve tevhidi bozar. Tevhidi bozucu büyük şirk işleyen herkes müşriktir, cehaleti mazeret değildir.

    Büyük şirk işleyen kişiye ister ona huccet ulaşsın, ister ulaşmasın, ister cahil olsun, ister bilgi sahibi olsun, dünyada müşrik hükmü verme konusunda cehalet mazeret değildir, dünya hükmünde müşriktir. Fakat ahirette azab görüp görmemesi, ona hüccetin (risaletin) ulaşıp ulaşmamasına bağlıdır. Bu meseleyi Allah’ın yardımıyla, detaylı olarak ispat ettik.(1) Bunu ispat eden mütevatir deliller vardır. Zira bu noktalar Allah’ın kitabın da ve Rasulullah’ın haberlerinde tartışmaya yer vermeyecek şekilde açıktır. Ayrıca bu konuda ehli sünnet alimleri arasında icma vardır. Bu konu üzerinde ihtilaf etmeye dahi yer bırakmayacak bir şekilde ittifak edilmiştir.
    Ne ilk üç yüz yılda yaşayan sahabeler ve selefi salih, ne de onlardan sonra gelen onlara bağlı olan alimlerin bir tanesi bile büyük şirk konusunda cehalet mazerettir dememiştir. Dünyada işledikleri şirk fiilleri sebebiyle Rasuller gönderilmeden ve hücceti (hakkı ve delilleri açıklamadan) ikame etmeden önce de şirk koşanlara müşrik sıfatı verildiğine dair icma vardır. Aslında bu konu gayet açık bir konudur. Zira son rasul Muhammed (s.a.v) tüm alemlere rahmet olarak gönderilmiş ve daveti de ilk günkü gibi açık ve nettir.


    ________________________ (1) “Rasuller Gönderilmeden ve Hücceti İkame Etmeden (hakkı ve delilleri açıklamadan) Önce de Şirk Koşanlara Müşrik Sıfatı Verilmiştir.”bölümüne bakınız.
    Alimler cehalet meselesini değişik yönlerden incelediler:
    A- Meçhul (Bilinmeyen) şeyler açısından:
    Bunu iki şıkka ayırdılar: Temelde (usulde) cahillik ve teferruatta (fer’i konularda) cahillik. Temel (usulde) meselelerde İslam’ın aslında cahilliğin özür sayılamayacağı konusunda alimler ittifak etmişlerdir.
    B- Cahil (kişi) açısından:
    Alimler iki sınıf insanın cehaletini geçerli mazeret saymışlardır. (Tabi ki bu cehalet temel meselelerde olmamalıdır.)
    1- Yeni İslam’a giren kimseler: Bunların mazeretli sayılabilmeleri; bu gibi kişilerin bilgi sahibi olup olmamaları ihtimaline bağlıdır. Mesela Darul İslam’da yaşayan zımmi (kitap ehli) müslüman olursa, dinde herkesin bilmesi gereken meselelerde cehaleti kabul edilmez. Çünkü Dar’ul İslam’da yaşadığı için bunları bilir.
    Bu kaideden dolayı; Ebu Bekir dönemindeki zekatı vermeyenleri tekfir konusunda alimler ihtilaf etmişlerdir. Bunları tekfir etmeyenlerin getirdikleri delil ise şöyledir: Ebu Bekir zamanındaki Zekatı vermeyen kimseler mazeretli olabilir. Çünkü İslam’a daha yeni girmişlerdir. Bu yüzden zekatın farz olduğunu bilmeyebilirler.
    Fakat Ömer döneminde İslam yayıldığı için zekatı vermeyenlerin kafir oldukları konusunda alimler arasında ihtilaf yoktur. Çünkü artık bilmeme mazereti sözkonusu değildir.
    İslam diyarı gibi öğrenme imkanı olan bir yerde yaşayan kimse için dinde herkesin bilmesi gereken meselelerde ki cehaleti mazeret değildir. O kimse bu konuda herhangi bir muhalefette bulunursa cahil olsa bile mazeretli sayılmaz, suçludur ve ona had uygulanır. Bu konuda ister cahil olsun, isterse de bir te’vili olsun farketmez. Haddi gerektiren bir amel işlerse had ona uygulanır. Cehaletinden ve te’vilinden dolayı mazeretli sayılmaz.
    Fakat daru’l harp gibi öğrenme imkanı olmayan bir yerde yaşıyorsa İslam şeriatinin asıllarından herhangi birini bilmemesi sebebiyle mazeretli sayılır. Ancak ona huccet ikame edildikten sonra kabul etmezse tekfir edilir, bundan önce tekfir edilmez. Eğer daru’l harpte yaşıyorsa ve öğrenme imkanı varsa cehaleti sebebiyle mazeretli sayılmaz. Önemli olan öğrenme imkanının bulunmasıdır. Bilip bilmemesi ise önemli değildir. Öğrenme imkanı olduğu halde öğrenmeyip cahil kalırsa cehaleti sebebiyle mazeretli değildir.
    İmam ElKesani bu konuda şöyle demiştir:
    “Mutlaka bilmesi şart değildir. Hüküm vermek için öğrenme imkanının olması yeterlidir.” (Bedaiu’s-Senai c: 9 s: 3378)
    İmam Beydavi:
    “Bu Kur’an, sizi ve ona ulaşanı kendisiyle uyarmam için bana vahyolundu.” (En’am: 19) ayetinin tefsiri hakkında şöyle demiştir:
    “Bu ayet Kur’an indiği sırada bulunan ve sonradan gelen kimselerin Kur’an ayetlerinin hükümlerini uygulamakla sorumlu tutulduğunu gösterir. Kur’an ayetleri kendisine ulaşmayan kimseler ise sorumlu tutulmazlar.” (Beydavi Tefsiri c: 1 s: 168)
    Muhammed Ebu Zehra İmam Şafii’nin Er-Risale kitabından şöyle naklediyor:
    “İmam Şafii ilmi şu iki kısma ayırmıştır:
    1- Kat’i meseleleri bilmek: Şafii (r.a) bu ilmi halkın ilmi olarak isimlendirmiştir. Yani bütün müslümanların hepsinin istisnasız bildiği ve hiç kimsenin cehaletinden dolayı mazeretli sayılmadığı şeylerdir. Örneğin; oruç, hac ve zekatın farz olması, adam öldürmenin, zinanın, ve içkinin haramlılığı gibi kulların farz olması sebebiyle yapmaları, haram olması sebebiyle yapmamaları gereken şeylerdir.
    Bu meseleler Kuran’ın naslarında, Rasulullah’ın hadislerinde sabit olan veya müslümanların icma ile kabul ettiği şeylerdir. Bunlar (malum min’eddin biddarurah) “herkes tarafından bilinen şeyler” olarak isimlendirilir. Bunları bilmeden veya kabul etmeden müslüman olunmaz. Ancak bunları bilerek ve kabul ederek müslüman olunur.” (Ebu Zehra İslam Fıkhındaki Suç Ve Ceza s: 530)
    2- İlim kaynaklarından uzak olup da ulaşma imkanı olmayan kimseler:
    Mesela çölde yaşama veya kendisiyle ilmi kaynaklar arasında aşılması güç engellerin (orman, vahşi hayvan tehlikesi vb gibi) söz konusu olması gibi bir imkansızlık var ise cehalet mazeret olabilir. Ama bu kişilerin uzakta olsa bile öğrenebilme ihtimalleri varsa bu özür yine ortadan kalkar.
    C- Cehaletin Şekli Açısından:
    Bu konuda kişi ister kendisi araştırarak, isterse başkasına sorarak bilgiye ulaşma ihtimali varsa mazeretli sayılmaz. Eğer bilgi sahibi olma ihtimali söz konusu değil ise tevhidin rükunları dışındaki meselelerde mazeretli sayılır.
    Ayrıca alimlerin sözlerini iyice anlayabilmemiz için alimlerin bu meseleye verdikleri hükümleri de iyice ayırdetmemiz gerekir. Bu hükümler:
    1- Dünyadaki hüküm açısından.
    2- Ahiretteki hüküm açısından,
    3- Bu hükümlerden dolayı uygulanacak cezalar açısından olmak üzere üçe ayrılır.
    İşte bu hükümler gözönüne alınmazsa bu alimlerin görüşlerini anlama ve tatbik konusunda çok yanlışlar yapılır. Halbuki bu hükümler gözönüne alınarak alimlerin sözlerine bakılır ve hangi meseleye hangi hükmü verdikleri anlaşılırsa alimlerin sözü de iyice kavranmış olur. Bunu daha iyi anlamak için bazı örnekler verelim:
    a) Büluğ çağına ermeyen çocuğun dünya hükmü bakımından şöyledir:
    Alimlerin ittifakıyla çocuk dünya hükmü bakımından babasına ve annesine bağlıdır. Yani babası ve annesi müslüman ise müslümandır, babası ve annesi kafir ise kafirdir. Eğer babası ve annesi yoksa yaşadığı diyara bağlıdır.
    Dar’ül İslam’da yaşıyorsa müslüman, dar’ül harpte yaşıyorsa kafirdir. Aynı şekilde cehaletinden dolayı tevhidin rükünlerini tam olarak yerine getirmeyen kişi de dünya hükmü olarak müşriktir. Rasulullah (s.a.s)’in gelmesinden önceki kişilerin cehaletleri çok olmasına rağmen bunların cehaletlerini mazeret olarak kabul edip onların müslüman olduğunu söyleyen hiçbir alim yoktur. Bunlar zaten Allah’ın istemiş olduğu tevhid üzere değillerdi. Tevhid üzerinde olsalardı Allah (c.c) onlara niçin rasul gördermiş olsun? Şirk üzerinde olmasaydılar tevhidi öğreten rasullerin gönderilmesi gerekmezdi. Dolayısıyla bunlar şirk üzerinde oldukları için ve tevhidin rükünlerini yerine getirmedikleri için bunların dünyadaki hükümleri; müslüman değil, müşriktir. Ama ahiretteki hükümleri Allah’a kalmıştır. Allah (c.c) rasul göndermediği kavmi azaba uğratmaz.
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
    “Biz rasul göndermedikçe azap etmeyiz” (İsra: 15) Tabi ki bu ayetin hükmü ahiret ile ilgili hükümdür.
    b) Ahiret Hükmü Hakkındaki Örnek;
    Alimler büluğ çağına ermeyen çocuğun dünyadaki hükmü hakkında daha önceden açıkladığımız gibi ihtilaf etmedikleri halde ahiretteki hükmü hakkında sekiz görüşe ayrılmışlardır. Aynı şekilde cahillik mazeretinden dolayı tevhidin rükünlerini yerine getirmeyen ve dolayısıyla şirk koşan kişilerin dünyadaki hükmü hakkında ittifak ettikleri halde ahiretteki hükmü hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bu kişiler hakkındaki en tercih edilen görüş; kıyamet gününde Allah (c.c) tarafından imtihan edilecekleri ve imtihanın neticesine göre cennetlik veya cehennemlik olacaklarıdır.
    Alimler daha çok ahiret hükmü hakkında konuşmuşlardır. Zaten ahiret hükmü Allah’ın elindedir. Bunun da pratik olarak hayatımızda pek fazla etkisi yoktur. Bize lazım olan dünyadaki hüküm, yani; zahire göre hükümdür.
    c) Bu hükümlerden dolayı uygulanacak cezalara örnek olarak alimler şu şekilde dediler;
    Dünyada müşrik olarak kabul edilen çocuk, müşrik olduğu için öldürülmez, ancak müşrik kavmine savaşta yardım ederse öldürülür. Ayrıca alimler dediler ki: Tebliğ ulaşmayan kişileri öldürmeden önce İslam’ı tebliğ etmek gerekir. Şirk işleyen kişi veya tevhidin rükünlerini yerine getirmeyen kişinin dünyadaki hükmü müslüman değil müşriktir. Fakat öldürmeden önce eğer cahilliğinden dolayı böyle bir şey yapmışsa İslam ona güzel bir şekilde açıklanır ve kabul etmezse öldürülür.
    Mürtedin de tevbeye çağrılması bilmediği şeyleri ortadan kaldırmak için değil, irtidadından dönmesi için bir fırsat vermek içindir. Bundan dolayı mürtedi tevbeye çağırmak Şafiiler ve Malik’ilere göre farz değil, müstehaptır. Mürtedin tevbeye çağırılması bilmediği şeyleri öğretmek için olsaydı bütün alimlere göre farz olurdu.
    Bundan dolayı dünyada cehaletinden dolayı şirk koşan veya tevhidin rükünlerini yerine getirmeyen kişiye zahire göre müslüman değil, müşrik hükmü verilmesi gerekir. Bu hükmü verdikten sonra ona İslam açık bir şekilde anlatılır. Yoksa şirk koştuğu veya tevhidin rükünlerini yerine getirmediği halde bu kişiler cahil oldukları için onlar hakkında müslüman değildir veya müşriktir hükmünü vermeyelim de İslam’ı anlattıktan sonra dünyadaki hükmü verelim görüşü apaçık bir yanlıştır.
    Alimlerin sözlerinde günahkar müslüman, fasık müslüman geçmektedir. Fakat; kalıcı bir sıfat olarak cahil müslüman sıfatına rastlanmamıştır. Onların cehaletten kasıtları belli konulardaki cehalettir. Yoksa kalıcı bir sıfat olarak değildir. O halde İslam’ı bilmeyen kişi nasıl müslüman olabilir? Manasını bilmediği halde küfür sözü söyleyen kişi nasıl ki kafir olmuyorsa La ilahe illallah’ın manasını bilmediği halde La ilahe illallah’ı söyleyen kişi nasıl müslüman olur?
    Tevhid öyle bir sıfattır ki o sıfatın muhakkak o şahısta bulunması gerekir ki o şahıs muvahhid olsun. Tevhid sıfatını Allah insanlara bırakmamış bizzat kendisi belirlemiştir. Tevhid sadece bir sözden ibaret değildir. Tevhidin rükünleri ve gerektirdiği şeyler vardır. Tevhidin bu rükünleri ve gerektirdiği şeyler şahısta bulunmazsa bu şahıs istediği kadar ben muvahhidim dese de o muvahhid değildir. Nasıl namazın rükünlerinin bir tanesini yapmayan kişi istediği kadar ben namaz kıldım dese ve bu cehaletinden dolayı olsa bile namazı nasıl geçersizse, cehaletinden dolayı bile olsa tevhidin rükünlerinden bir tanesini yerine getirmeyen kişinin tevhidi de geçersizdir. Kişi ne kadar da imanının sahih olduğunu iddia etse bile.
    Bedihi ve açık birşey vardır ki; insan bilmediği şeylere itikad edemez. Çünkü insanın bilmediği şeylere inanması mümkün değildir. Ancak insan bildiği şeylere itikad edebilir. Tevhid bilinmeden tehvid akidesine inanılamaz. Tevhid akidesine inanmayan kimse de müşrik ve kafirdir.

    Şikayet
    Dua Et
  2. 15 Mayıs 2009#7

    cendelIslam-TR Üyesi
    Kayıt:
    11 Kasım 2008
    Mesajlar:
    408
    Dua Alan Mesajları:
    64
    Fetret Dönemi
    Kendilerine tevhidin ulaşmadığı veya tevhide ulaşma imkanı olmayan kimseler fetret ehlinden sayılmaktadırlar. O halde öncelikle bu noktada, kısaca açıklamalarda bulunmakta fayda vardır.
    Fetret Dönemi (Rasulsüz Geçen Zaman);
    “Sukun bulmak, o zamana kadar yapılan çalışmanın kesintiye uğraması, baş parmak ile şehadet parmağı arasındaki uzaklık, iki muayyen zaman dilimi gibi manalara gelen fetret kelimesi, iki peygamber arasındaki kesinti süresi olarak kullanılmıştır.” (Kurtubi, El’Camiu Li’Ahkam 6/143)
    Vahyin kesilip iki peygamber arasındaki geçen süreye fetret dönemi denmekle birlikte genelde Peygamber Efendimiz ile Hz. İsa arasında geçen sürenin kastedildiği görüşü daha çok yaygındır. O halde fetret dönemi insanları iki peygamber arasında yaşamış olup, önceki peygamber kendilerine gönderilmemiş, sonradan gelen peygambere de kendileri yetişmemiş kimselerdir.
    Fetret ehlini kabul eden alimler fetret ehlini başlıca iki kısma ayırdılar. Bunlar:
    a) Şirk ehline tabi olan, şirk ehlinin yaptığı şirklerden rahatsız olmayan, yaşadığı zamanda ister bulunsun ister bulunmasın şirk ehlinin dininden başka bir din aramayan kimselerdir. Bu kimseler cehaletleri sebebiyle mazeretli değillerdir. İsra: 15 ayetinin hükmüne veya kıyamet gününde imtihan edilecek dört kişi hadisinin kapsamına girmezler.
    b) Yaşadığı zamandaki mevcut şirkleri bilen, bunları kabul etmeyip reddeden, fakat Allah’a ibadet etmek için Allah’ın rasul gönderdiği zamanda yaşamadığından dolayı Allah’ın dinini bulamayan kimselerdir. Bu kimseler:
    Ya Allah’a yaklaşacağı bir şeriat bulamayan birer muvahhittir. Bu özellikleri sebebiyle kıyamet gününde Allah’ın azabından kurtulacaklardır. Rasulullah gelmeden önce yaşamış ve kendilerine “hanifler” (Hanifler dedelerinin ve babalarının şirk dinini terkedip sadece Allah’a yönelen muvahhidlerdir. Bunlar Rasulullah rasul olmadan önce mevcut idiler. Fakat Allah’a ibadet etmek için yaşadıkları dönemde Allah’ın şeriatini bulamadılar. Zeyd b. Amr b. Nufeyl onlardandır.) denilen kimseler bunlardandır.
    Ya da kavimlerinin işlediği şirki terkeden fakat bu şirk hakkında hüküm veremeyen, bütün gücünü kullandığı halde sahih dine ulaşamayan kimsedir. İşte ancak bu kısma dahil olan kimseler İsra: 15 ayetinin ve imtihan edilecek dört kişi hadisinin hükmü dahilindedirler. (Şatibi El İhtisam c:1 s: 161 İbni Kayyım Tariku’l Hicreteyn s: 413 bak)
    Birinci kısım kendilerine bir rasulün ulaşmadığı, rasullerin gönderilmesinin kesilmesi sebebiyle bizzat bir rasul tarafından tebliğe muhatap olmayan, bununla beraber kendilerine herhangi bir şekilde tebliğ ulaşan kimselerdir. Yani birinci kısımda bulunan fetret ehli kimselere bir rasul gelmemiştir. Ancak kendilerine bir rasulün tebliği her hangi bir şekilde ulaşmıştır.
    İkinci kısım ise kendilerine bir rasulün davetinin ulaşmadığı kimselerdir. Bu kimselere ne bir rasulün kendisi, ne de bir rasulün daveti ulaşmış değildir.
    Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır:
    “Ey kitap ehli! Peygamberlerin arasının kesildiği bir sırada (fetret döneminde) size Resulümüz geldi, gerçekleri açıklıyor ki, (yarın kıyamet gününde): ‘Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi’ demeyiniz. İşte müjdeleyici ve uyarıcı geldi. Allah, her şeye kadirdir.” (Maide: 19)
    İbn-i Cerir Et’Taberi bu ayet hakkında şöyle demektedir:
    “-Peygamberlerin arasının kesildiği bir sırada…” Burada fetret kopmak demektir. Yani, elçilerin arasının kesildiği bir dönemde size beyanda bulunacak elçimiz geldi.” (İbn- Cerir Et’Taberi, Camiu’l Beyan 2/474)
    Yine aynı ayet hakkında Kurtubi ve İbni Kesir tefsirlerinde, şunlar yer almaktadır:
    “Şüphesiz Allah Muhammed (s.a.v)’i, elçilerinin arasının kesilmiş olduğu ve doğru yolun izlerinin kaybolduğu bir dönemde gönderdi. Üstelik bu dönemde dinler bozulmuş, putlara, ateş ve haça ibadet çoğalmıştı. Binaenaleyh bu nimet, olabilecek en iyi nimetti. İhtiyaç zaten umumi idi. Şüphesiz fesad, tuğyan ve cehalet bütün beldelere yayılmıştı. Din bütün yeryüzü halkı arasında karmakarışık olmuştu.“ (İbn-i Kesir Tefsiri 5/2186)
    “Katade Hz. İsa (a.s) ile Hz. Muhammed (s.a.v)’in arasında altı yüz yıl geçtiğini söylemiştir. Mukatil, Dahhak ve Vehb bin Münebbih’de bu görüştedirler. İbn’i Sa’d, İbn-i Abbas’tan bu sürenin beşyüz altmış dokuz yıl olduğunu rivayet etmiştir.” (Kurtubi, El’Camiu Li’Ahkam 6/144)
    Gerçek olan şudur ki; Rasulullah (s.a.v), vahyin uzun bir süre kesintiye uğradığı bir dönemde gönderilmiştir. Zira bu durum vahiy ile sabittir.
    Maide suresinin 19. ayeti rasul gelmeden ve deliller gösterilmeden önce şirk işleyenlere de müşrik sıfatının verildiğini ispat etmektedir.
    Çünkü bu ayete göre, İsa (a.s) ile Rasulullah (s.a.s) arasında çok uzun bir süre vardır. Bu uzun süreye rağmen Rasulullah (s.a.s), gerek hristiyanlara gerek yahudilere ve gerekse diğer putperest araplara, delilleri sunmadan önce müşrik muamelesi yapmıştır.
    Buna göre kim şirk işlerse müşrik ve kafir sıfatını alır. Fakat şirk sebebiyle azab görme meselesi, rasulün gelip gelmemesine bağlıdır.

    Her dönemde ve her zamanda fetret (Rasulsüz geçen zaman) ehli gibi insanlar vardır. Bu insanlar dünyada şirk işledikleri için onlara müşrik hükmü verilir. Fakat bu onların ahirette azap göreceği anlamına gelmez. Bunlar ahirette imtihan olacaktır. İmtihan olacağına dair sahih bir hadis vardır. İmtihana tabi tutulacak fetret ehlinden kasıt; Onlara tevhid ulaşmayan, tevhide ulaşmak için bütün gücünü kullananlar demektir. Tevhide ulaşmak için bütün gücünü kullanmayanlar, mazeretli olan fetret ehlinden değillerdir. Zamanımızda mutlaka bu sıfata sahip olanlar olabilir. Tevhide ulaşmak için bütün gücünü kullanmış fakat gerçek tevhide ulaşmamıştır. İşte böyle olan kişiler Allah katında mazeretlidirler ve kıyamet gününde imtihana tabi tutulacaklardır. Tevhid bir kişiye ulaşmışsa veya bu kişi tevhide ulaşma imkanı olupta bu imkanını kullanmazsa; fetret ehlinden sayılmaz mazeretli değildir.

    Şikayet
    Dua Et
  3. 15 Mayıs 2009#8

    cendelIslam-TR Üyesi
    Kayıt:
    11 Kasım 2008
    Mesajlar:
    408
    Dua Alan Mesajları:
    64
    Dünyada Tevhid Daveti Herhangi Bir Şekilde Kendisine Ulaşmayan Kişiler var mıdır?
    Bu konuda alimler ihtilaf etmişlerdir.
    1) Bazı alimlere göre aklen caiz olmasına rağmen şer’an tevhidin kendisine dünyada ulaşmadığı kimseler yoktur.
    Delilleri ise; Kuran’ı kerimde dünyada her şahsa rasul gönderildiğini ve ona huccet ikame edildiğini bildiren ayetlerdir. Ayrıca bu alimlere göre dünya imtihan ve sorumluluk yeridir. Ondan sonra sorumluluk ve imtihan yoktur.
    Bu görüş sahibleri aşağıdaki ayetlerin genel manasını delil olarak gösterdiler:
    “Muhakkak biz, seni müjdeleyici ve korkutucu olarak hakla gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki onların arasında bir uyarıcı bulunmamış olsun.” (Fatır: 24)
    “İnsanların Allah’a karşı bir delili olmaması için cennetle müjdeleyici cehennemle korkutucu rasuller gönderdik. Allah Aziz’ dir, Hakim’dir.” (Nisa: 165)
    “Biz senden önce hiçbir rasul göndermiş olmayalım ki ona: “Benden başka ibadete layık ilah yoktur, yalnız bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya: 25)
    “İnkar eden o kimseler derler ki: “Rabbinden ona bir ayet indirilseydi ya.” Muhakkak ki sen, bir (korkutucu ve) uyarıcısın. Ayrıca her kavim için bir hidayet edici vardır.” (Ra’d: 7)
    “Andolsun ki her ümmete: “Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının” diye (söylemeleri için) bir rasul gönderdik. Böylelikle onlardan kimine Allah hidayet etti ve onlardan kiminin üzerine de sapıklık hak oldu. Öyleyse yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.” (Nahl: 36)
    “Öfkeden neredeyse parçalanacak! Oraya bir grup her ne zaman atılsa onun bekçileri onlara: “Size bir (korkutucu ve) uyarıcı gelmedi mi?” diye sorarlar.” Derler ki: “Evet, gerçekten bize bir (korkutucu ve) uyarıcı geldi. Fakat biz (onu) yalanladık ve dedik ki: “Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz.” (Mülk: 89)
    “Ey cin ve insan topluluğu! Sizin içinizden ayetlerimi size anlatan ve karşılaşılan şu gününüzle sizi uyaran rasuller size gelmedi mi? Derler ki: “Nefislerimiz üzerine şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldatmış ve gerçekten kafir olduklarına dair kendi nefisleri üzerine şahitlik etmişlerdir.” (En’am: 130)
    Ayrıca Beni Müntefak’ın hadisini delil gösterdiler.
    Müntefak’ın oğlu Rasulullah’a:
    “Ey Allah’ın rasulü! Cahiliyede ölmüş olanlara geçmişte işlediği hayırlardan dolayı bir mükafat var mı?” diye sordu. Bunun üzerine Kureyş’ten bir müslüman:
    “Vallahi senin baban olan Müntefak ateştedir” diyerek cevab verdi. Bu sözü duyunca sanki yüzümün cildi ile eti arasında çok şiddetli bir sıcaklık hissettim. Çünkü bunu bana insanların arasında söyledi. Bundan dolayı Rasulullah’a:
    “Ey Allah’ın rasulü! Senin baban böyle midir?” diye soracaktım fakat daha güzel bir üslup kullanarak Rasulullah’a: “Ey Allah’ın rasulü senin cahiliyede ölmüş ehlinin durumu nedir?” diye sordum. Rasulullah bana şöyle cevap verdi:
    “Benim cahiliyede ölmüş ehlim de aynı şekilde ateştedir. Mezarlığa git, yanından geçtiğin Amir, Kureyş ya da Devs kabilelerinden olan herhangi bir ölüye: “Muhammed beni sana, seni üzecek bir haberle gönderdi. Ateşte yüzüstü ve karın üstü sürüneceksiniz” de.” Bunun üzerine Rasulullah’a şöyle dedim:
    “Onlara niçin böyle yapılacaktır? Halbuki onlar ancak yapabileceklerini yapıyorlar, yaptıkları konusunda ıslahçı olduklarını zannediyorlar ve bundan başka bir şey yapamıyorlardı.” Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:
    “Çünkü Allah (c.c) her yedi ümmet sonunda bir nebi gönderdi. Kim bu nebiye karşı gelirse sapıklardan, kim bu nebiye itaat ederse hidayete kavuşanlardan olur.” (Ahmed)
    Şer’an “dünyada tevhidin kendisine herhangi bir sebeple ulaşamadığı kişiler yoktur” diyen alimler fetret ehli diye birşey kabul etmediler ve kıyamet gününde imtihan edilecek dört kişinin hadisini sahih görmediler. (Kurtubi tefsiri İsra 15 ayetinin tefsirine , İbni Kesir C: 5 S. 54 , Alusi tefsiri c: 15 s: 37 ve İbni Rüşd’ün El Mukaddimat C: 1 S:266’ya bakabilirsin .)
    2) Bazı alimlere göre hem aklen, hem şer’an dünyada fetret ehli diye isimlendirilen ve tevhid daveti kendisine ulaşmayan kişiler vardır.
    Delilleri ise; Allah’ın kıyamet gününde imtihan edeceği dört kişinin hadisidir. Bu hadisi sahih gördüler ve görüşlerine delil gösterdiler. İbni Kesir, Kurtubi, İbni Teymiye, İbni Kayyım, İbni Hazm ve Şankıtiy bu alimlerdendir. (Tefsir İbni Kesir c: 5 s: 55 İbni Kayyım Tariku’lHicreteyn s: 414 İbni Hazm Elİhkam c: 5 s: 686 Şankitiy Edvau’lBeyan c: 3 s: 348 440 Bak)
    Ahirette imtihan edilecek dört kişiyle ilgili olarak delil aldıkları hadis şöyledir:
    El Esved b. Seri’ (r.a)’den Rasulullah (s.a.v)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
    “Kıyamet gününde dört çeşit insan konuşacaktır. Hiç duymayan sağır, deli, çok yaşlı olan ve fetret döneminde ölenler.
    Sağıra gelince... Şöyle diyecek: “Rabbim! İslam geldiği zaman ben, hiç bir şey duymuyordum.”
    Deliye gelince... Şöyle diyecek: “Rabbim! İslam geldiği zaman çocuklar bana hayvan pislikleri atıyorlardı.”
    Yaşlıya gelince... Şöyle diyecek: “Rabbim! İslam geldiği zaman ben, hiç bir şey anlamıyordum.”
    Fetret (Rasulsüz geçen zaman) döneminde ölmüş olan kişiye gelince... Şöyle diyecek: “Rabbim! Senin tarafından bana herhangi bir rasul gelmedi.”
    Bunun üzerine Allah (c.c) onlardan kendisine itaat edeceğine dair söz alır. Sonra onlara: “Ateşe girin!” diye haber gönderir. Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki ateşe girerlerse ateş onlar için soğuk ve zararsız olur.” (Ahmed rivayet etti. Bu hadis için bir çok alim sahih dedi. İbni Kesir, Tefsirinde c: 5 s: 51’de bu hadisin değişik rivayetlerini nakletti.)

    Şikayet
    Dua Et
  4. 15 Mayıs 2009#9

    cendelIslam-TR Üyesi
    Kayıt:
    11 Kasım 2008
    Mesajlar:
    408
    Dua Alan Mesajları:
    64
    Şikayet
    Dua Et
  5. 15 Mayıs 2009#10

    cendelIslam-TR Üyesi
    Kayıt:
    11 Kasım 2008
    Mesajlar:
    408
    Dua Alan Mesajları:
    64
    Rasuller Gönderilmeden ve Hücceti İkame Etmeden
    (hakkı ve delilleri açıklamadan) Önce de Şirk Koşanlara Müşrik Sıfatı Verildiğine Dair Deliller.
    Birinci Delil
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
    “Kitap ehlinden ve müşriklerden inkar edenler kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar küfürlerinden ayrılacak değillerdi. (İşte o delil) Allah’tan gönderilmiş bir elçidir ki tertemiz sahifeleri okumaktadır.” (Beyyine: 1-2)
    Rasuller gönderilmeden ve hücceti ikame etmeden (hakkı ve delilleri açıklamadan) önce de şirk koşanlara cahil olmalarına rağmen müşrik sıfatı verildiğini söylemiştik. Kur’an’ı Kerim’de buna dair bir çok delil vardır.
    İşte bu ayeti kerime, Rasulullah’ın gönderilip Kur’an’ı insanlara açıklamasından önce, insanların küfür ve şirkle vasıflandırıldığını açık bir şekilde ispat etmektedir.
    Ayette geçen “munfekkiin” kelimesini Kurtubi şöyle açıklamıştır:
    “Yani küfürlerini bırakacak değillerdir.” (Kurtubi Tefsiri)
    İbni Kesir şöyle dedi:
    “Mücahid dedi ki: “Munfekkiine” yani hak kendilerine açıklanıncaya kadar küfürlerini bırakacak değillerdir.” Katade de böyle demiştir. Onlara “beyyine” yani Kur’an gelinceye kadar küfürlerini bırakacak değillerdir.” (İbn Kesir Tefsiri)
    İbni Teymiye dedi ki:
    “Ebi’l Ferec el-Cevzi şöyle demiştir:
    “Kitap ehlinden... inkar edenler...” Bunlar, yahudi ve hristiyanlardır.
    “müşrikler...” ise; putlara ibadet edenlerdir. “Münfekkiin” yani bırakanlar, ayrılanlar demektir. Ayetin manası ise şöyledir: “Onlara apaçık bir delil gelinceye kadar küfürlerini ve şirklerini bırakacak değillerdir.”
    Burada; “Te’tiyehum” lafzı müstakbel kalıbındadır. Fakat mana olarak geçmişi ifade eder. “Beyyine” ise rasuldur. O rasul ise Muhammed (s.a.s)’dir ve onlara sapıklıklarını ve cehaletlerini açıklamıştır.
    İmam Begavi’nin tefsirinde de böyle geçmektedir.
    İmam Begavi şöyle dedi:
    “Apaçık bir delil gelinceye kadar küfürlerinden ve şirklerinden ayrılacak değillerdi.” sözü gelecek kalıbındadır, manası ise geçmişi ifade etmektedir. Yani; ta ki onlara beyyine (apaçık deliller) gelinceye kadar... Beyyine yani “apaçık bir delil”; Muhammed (s.a.s)’dir. Onlara Kur’an’la gelmiş ve içinde bulundukları sapıklığı ve cehaleti açıklayıp onları imana davet etmiştir. Böylece Allah (c.c), rasulü vasıtasıyla onları cehalet ve sapıklıktan kurtarmıştır.” (Mecmuat’ul Fetavi c: 16, s: 483-486)
    Şevkani şöyle demiştir:
    “Vahidi dedi ki: “Ayetin manası; Muhammed (a.s) Kuran’la gelerek, içinde bulundukları sapıklık ve cehaleti açıklayıp onları imana davet edinceye kadar kafir ve müşriklerin küfürlerini ve şirklerini bırakmayacaklarını Allah (c.c)’nun haber vermesidir.
    Bu; Allah (c.c)’nun, rasulü vasıtasıyla kafir ve müşrikleri, içinde bulundukları cehalet ve sapıklıktan kurtarma nimetinin açıklanmasıdır.” (Fethulkadir Tefsiri)


    İkinci Delil
    Allah (c.c) insanların çoğunun cahil ve bilgisiz olduklarını, bilgisizlikleri yüzünden de şirke düştüklerini ve bunun kendileri için mazeret olmadığını bildirmiştir. Eğer cehalet mazeret olsa idi Kur’anı Kerimde bilgisiz olduğu halde Allah’a şirk koşan kimselerden mazeretli kimseler diye bahsedilirdi.
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
    “Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona eman ver. Sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu, onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.” (Tevbe: 6)
    Allah (c.c) bu ayette müşriklerden bahsederken onların bilgisiz kimseler olduğunu fakat bilgisiz olmalarının müşrik olmalarına engel olmadığını bildirmiştir. Bu ayetin tefsiri ilerleyen bölümde genişçe açıklanmıştır.
    Bu muhkem olan ayet; Şeriatlerin unutulduğu, hakka giden yolların karanlıklar içinde kaldığı bir dönemde bile, şiddetli cehalete rağmen şirk koşanlaramüşrik hükmü verildiğini ispat etmektedir. Bu ayete baktığımızda, söz konusu şahısta aynı anda iki sıfat bulunduğunu görüyoruz. Bunlar ise; şirk ve Rasulullah’ın risaletini bilmemektir. Görülüyor ki Rasulullah’ın risaletini bilmemek, şirk işleyen kişiye “müşrik” sıfatının verilmesine engel olmamıştır.
    İmam Begavi dedi ki:
    “Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar...” İslam’ı kabul ettiklerinde Allah katında nasıl mükafatlar kazanacaklarını, İslam’ı kabul etmediklerinde de Allah katında onları nasıl bir azabın beklediğini öğreninceye kadar...
    “İşte bu, onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.”
    Yani; onlar Allah’ın dinini ve tevhidini bilmezler. Bundan dolayı Allah’ın kelamını dinlemeye muhtaçtırlar.
    Hasan dedi ki:
    “Bu ayet kıyamet kopuncaya kadar muhkemdir.” (Begavi Tefsiri)
    İmam Taberi dedi ki:
    “Allah (c.c) ayeti kerimede nebisine şöyle buyuruyor: “Ey Muhammed! Haram aylar geçtikten sonra sana öldürülmelerini emrettiğim müşriklerden biri Allah’ın kelamı olan, Allah’ın sana indirdiği Kur’anı dinlemek için senden eman isterse “fe’ecirhu” yani; Allah’ın kelamını dinleyinceye ve sen ona Kur’an’ı okuyuncaya kadar ona eman ver. Sonra onu, güvenlik içinde olacağı bir yere ulaştır.
    “Bu onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.” Yani onlara istedikleri emanı vermen, Kur’an’ı dinlemeleri içindir. Onlar İslam’ı kabul etmedikleri taktirde onları güvenlik içinde olacakları bir yere ulaştırman da; onların cahil bir topluluk olmalarından ve Allah katından gelen delillere iman ettiklerinde Allah katında ne mükafatlar bulacaklarını, Allah’a imanı terk ettiklerinde ne kadar sorumluluk ve günah altında kalacaklarını bilmemelerinden dolayıdır.” (Taberi Tefsiri)
    Allah (c.c) Tevbe suresi 6. ayette buyuruyor ki: Müşriklerden yani Allah’a şirk koşanlardan biri sana geldiğinde, onlar eğer islamı tanımak için kendilerine bir fırsatın verilmesini talep ederlerse, müslümanlar himaye edeceklerine dair onlara teminat vermeli ve gelip ziyaret ederek kendilerinin gözlenmesine müsade etmelidirler. Daha sonra onları tanımak için onlara islamı tebliğ etmeli, Allah’a şirk koşmamalarını, yalnız Allah’a ibadet etmelerini onlara anlatmalıdırlar. Bundan sonra şayet islamı kabul etmeye yanaşmazlarsa kendilerine eman verdiğiniz için onları kendi yurtlarına güvenle iletmelidirler.. Ayette: Zaten onlar bilgisiz kimselerdir. Allah (c.c) ayetin başında bu kimselerden müşrikler diye bahsediyor. Sonunda ise bunların bilgisiz kimseler olduğunu haber veriyor. Yani bilgisiz olmalarının müşrik olmalarına engel olmadığını bildiriyor.
    Eğer cehalet mazeret olsa idi Allah (c.c) onlardan mazeretli kimseler diye bahsederdi. Onlara tebliğ edilmeden müşriklikle itham edilmemesi gerektiğini bize bildirirdi. Oysa Allah (c.c) onların cehaletini mazeret olarak kabul etmiyor. Çünkü ayetin başında müşrikler diye bahsediyor. Dolayısıyla bilgisiz olmanın mazeret olmadığını bildiriyor. Şayet onlar Allah’a şirk koşmayan kimseler olsalardı Allah (c.c) onlardan müşrikler diye bahsetmezdi.



    Üçüncü Delil
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor : “Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.” (Ali İmran: 103)
    Bu ayeti kerime, Allah’ın nimeti sayesinde müslüman olan Evs ve Hazreç kabileleri hakkında nazil olmuştur. Bu iki kabile müslüman olmadan önce, 120 yıl birbirileri ile savaşmışlardır. Ancak İslam gelmiş, onun nimeti sayesinde kardeşler olarak hep birden İslam’a girmişleridir. Rasulullah’ın tebliğinden önce bu kimseler bizzat bir rasulün kendisi ile muhatap olmamışlar ve yine bu kimseler Maide Suresi’nin 19. ayetinde açık bir şekilde fetret ehli olarak isimlendirilmişlerdir. Rasulullah (s.a.v)’den önce kendilerinin bir rasul vasıtasıyla bizzat uyarılmamalarına ve yine fetret ehli kimseler olmalarına rağmen, bu kimseler ayette de belirtildiği üzere bir ateş çukurunun tam kıyı başında durmakta idiler. Elbette bir ateş çukuruna düşme tehlikeleri bizzat şirk ve küfür içinde olmaları sebebiyledir. Bakınız bu ayette geçen “…siz bir ateş çukurunun kenarında idiniz de…” ifadesi hakkında müfessirlerin yorumları şu şekildedir.
    Alusi, İbn-i Abbas’tan şunu nakletmektedir:
    “-Siz bir ateş çukurunun kenarında idiniz de…- Yani siz daha önce cehennemin tam kıyısında, bir çukurun yanı başında idiniz. Sizinle cehennem arasında ancak ölüm vardı.” (Alusi, Ruhu’l Meani, 4/20)
    Kurtubi, El’Mehdevi’den bu noktada şu ifadeyi nakletmektedir:
    “Bu ifade onların küfürden çıkıp imana girişlerini anlatan temsili bir ifadedir.” (Kurtubi, El’Camiu Li’Ahkam 4/319)
    Kadı Beydavi şöyle demiştir:
    “Küfrünüz sebebi ile cehennem ateşinin tam kenarında durmakta idiniz. Şayet bu hal üzere ölüm size ulaşsa idi ateşte olurdunuz.” (Kadı Beyzavi, Envar’ut Tenzil, 1/224)
    İbn-i Cerir Et’Taberi şöyle demiştir:
    “Allah sizi İslam ile nimetlendirmeden, ihtilaflarınızı kardeşliğe dönüştürmeden önce sizler küfrünüz sebebiyle cehennemin tam kıyısında idiniz. Sizinle bu ateş çukuru arasında tek engel ölümdür. Küfrünüz sebebiyle her an başınıza gelebilecek bir ölüm o çukura düşmenize ve orada ebedi kalmanıza sebep olacaktır.” (Taberi, Cami’ul Beyan, 4/36)
    İbn-i Kesir şöyle demiştir:
    “Onlar küfürleri sebebiyle cehannem ateşinin kenarında idiler. Ancak Allahü Teala onları iman etmeleri sebebiyle kurtardı.” (İbn- Kesir Tefsiri, 1/397)
    Fahreddin Er’Razi şöyle demiştir:
    “Şayet onlar küfürleri üzere ölmüş olsalardı, muhahkak ki cehenneme düşerlerdi. İşte böylece, kendisinden sonra ateşe düşmeleri beklenen o hayatları, çukurun tam kenarında oturmaya benzetilmektedir.” (F. Razi, Tefsiri Kebir, 6/519)
    İmam Şafii şöyle demiştir:
    “Allahü Teala Muhammed (s.a.v) sayesinde onları kurtarmadan önce de, ayrı ayrı iken de, bir arada olduklarında da onlar kafir idiler. Onları bir araya getiren en büyük şey Allah’ı inkar etmek ve Allah’ın izin vermediği şeyleri ortaya atmak idi. Allah onların dediklerinden münezzehtir. Ondan başka ilah yoktur. Her şeyin rabbi ve yaratıcısı odur. Bunlardan yaşayanlar Allah’ın vasfettiği hal üzere yaşıyorlardı. Amel ve sözleriyle Allah’ın gazabını üzerlerine çekiyorlar ve O’na isyanda ileri gidiyorlardı. Onlardan ölenler ise Allah’ın onların sözlerini ve amellerini vasıflandırdığı gibi O’nun azabına uğruyorlardı.” (İmam Şafii, Risale sy: 4-5)
    Gerek ayetin metninden, gerek ayete dair müfessirlerden yaptığımız alıntılardan anlaşılan şudur ki; nebevi hüccet ikame edilmeden önce de insanlara şirk vasfı verilebilmektedir. Kişiler işledikleri şirk fiilleri sebebiyle müşrik olarak isimlendirilebilmektedir. Nebevi hüccetin ikame edilmemesi, şirk fiilleri işleyen kimselere müşrik vasfını vermemek için geçerli bir mazeret değildir. Dikkat edilirse müfessirlerin hemen hemen hepsi onların işledikleri fiiller sebebiyle kafir olduklarını açıkca belirtmişlerdir. İmam Şafi’nin yukarıda alıntıladığımız sözü bunu açıkca ortaya koymaktadır.


    Dördüncü Delil
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor : “Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde: “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir rasul gönderseydin de, ayetlerine uysak ve mü’minlerden olsaydık!” diyecek olmasalardı (seni göndermezdik).” (Kasas: 47)
    İmam Taberi şöyle demiştir:
    “Allah (c.c) ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: “Ey Muhammed! Eğer seni kendilerine rasul olarak gönderdiğim o kimselere, seni onlara rasul olarak göndermeden önce Rablerini inkar etmeleri, aşırı günah kazanmaları ve isyanda ileri gitmeleri yüzünden ceza verseydik ya da azaba uğratsaydık:
    “Rabbimiz! Bize gazab edip azabınla zelil etmeden önce bir rasul gönderseydin; şüphesiz biz de senin rasulüne indirdiğin delillerine yani kitabına uyar, senin uluhiyyetine iman edip emrettiğin ve yasakladığın şeylerde rasulünu tasdik edenlerden olurduk” diyecek olmasalardı, seni onlara rasul olarak göndermeden önce işledikleri şirkler yüzünden onları azaba uğratırdık. Fakat biz seni onlara rasul olarak gönderdik ki küfürlerine karşı onları uyarasın ve böylece rasullerden sonra insanların Allah’a karşı öne sürebilecekleri bir delili olmasın.” (Taberi Tefsiri)
    İbni Kesir şöyle demiştir:
    “Biz seni onlara rasul olarak gönderdik ki onlara hücceti ikame edesin. Böylece işledikleri küfürler sebebiyle başlarına bir azab geldiğinde kendilerine bir rasul ve uyarıcı gelmediğini bahane edemesinler.” (İbn Kesir Tefsiri)
    İmam Begavi dedi ki:
    “Eğer onlara isabet edecek olursa” yani; bir ceza veya kötülük “bizzat kendi elleriyle kazandıkları yüzünden” yani; İşledikleri küfür ve günahlar yüzünden “derlerdi ki: Rabbimiz! Ne olurdu bize bir rasul gönderseydin de senin ayetlerine tabi olup mü’minlerden olsaydık.”
    Yani; eğer onlar kendilerine rasul gönderilmemesini mazeret olarak öne sürecek olmasalardı, onlara azab etmede acele ederdik.
    Denildi ki: “Ayetin manası şudur: “Eğer onlar kendilerine rasul gönderilmemesini mazeret olarak öne sürecek olmasalardı onlara seni rasul olarak göndermezdik. Fakat biz seni onlara rasul olarak gönderdik ki rasullerden sonra insanların Allah’a karşı öne sürebilecekleri mazeretleri kalmasın.” (Begavi Tefsiri)
    Bu ayeti kerime açıkça gösteriyor ki Muhammed (s.a.s) rasul olarak gönderilmeden önce de Allah’a şirk koşanlar müşrik sıfatıyla vasfedilmiştir. Fakat onların işledikleri şirk yüzünden azab görmeleri meselesine gelince; bunun içinonlara rasul gönderilip Kur’an’ı Kerim vasıtasıyla huccetin ikame edilmesine ihtiyaç vardır ki, ancak işte o zaman onların Allah’a karşı sunacak mazeretleri kalmaz. Bununla birlikte selef, kendilerine huccet ikame edilmeden önce de onların müşrik ve kafir olduklarında, müslüman olmadıklarında ittifak etmiştir. Fakat kendilerine huccet ikame edilinceye ve rasul gönderilinceye kadar işlemiş oldukları küfür ve şirk sebebiyle azaba uğratılıp uğratılmayacakları konusunda selef alimleri ihtilaf etmiştir.




    Beşinci Delil
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
    “Bu; Rabbinin, halkı habersizken zulümlerinden dolayı ülkeleri helak edici olmamasındandır.” (Enam: 131)
    İmam Kurtubi dedi ki:
    “Yani; bizim onlara böyle davranmamızın sebebi şudur: Ben ülkeleri, işledikleri zulümlere karşılık helak edici değilim. Yani; kendilerine rasul ve uyarıcı gelmemesini bahane etmesinler diye, rasul gönderilmeden önce, işlemiş oldukları şirkler sebebiyle azaba uğratılmazlar.”
    Yine denildi ki: “Onlardan şirk koşanların işledikleri şirkler yüzünden ülkeleri helak edici değilim. Bu, şu ayete benzer:
    “Kimse başkasının günahını yüklenmez.”
    Eğer Allah (c.c), rasul göndermeden önce de şirk ve küfürleri sebebiyle onları helak etseydi yine bunda haklı olur ve onlara zulmetmiş olmazdı.” (Kurtubi Tefsiri)
    İmam Begavi dedi ki:
    “Yani; bizim sana kıssalarını anlattığımız rasuller ve onları yalanlayanların başına gelen azab, Rabbinin ülkelere haksız yere zulümlerinden dolayı azab edici olmamasındandır (yani; onlar uyarıldılar ve azabı hakettiler). “Zulümlerinden” kasıt; işledikleri şirktir.
    “Halkı habersizken” yani; onlara rasul gönderilip uyarılıncaya kadar uyarılmadılar.” (Begavi Tefsiri)
    İmam Taberi dedi ki:
    “Allah (c.c)’nun “zulümlerinden” sözünün iki manası olabilir:
    Bunlardan Birincisi: Bu, ülkelerin halkı habersizken, şirk ve benzeri şeyleri sebebiyle Rabbinin haksız yere onları helak edici olmaması sebebiyledir. Yani; Allah (c.c) onlara, Allah’ın ayetlerini bildirip onları uyaran ve kıyamet gününde Allah’ın azabıyla korkutan bir rasul göndermeden önce azab etmede acele etmez. Onlar “bize müjdeleyici ve uyarıcı bir rasul gelmedi” demesinler diye, habersizken onlara azab etmez.
    İkinci ise: “Bu, zulümlerinden dolayı halkı habersizken Rabbinin, ülkeleri helak edici olmadığındandır.” Yani; onları rasulü vasıtasıyla uyarıp, hatırlatmadan, ibretler ve ayetleri göstermeden önce helak edecek ve böylece onlara zulmedecek değildir. Allah (c.c) kullarına asla zulmetmez.” (Sonra meselenin birinci yönünün daha kuvvetli olduğunu söyleyerek açıklamalarına devam etti.) (Taberi Tefsiri)
    Bu naslar ve selefin anlayışı da ispat ediyor ki; rasul gönderilmeden önce de cehalete rağmen şirk işleyene müşrik sıfatı verilir. Fakat azab, ancak rasul gönderildikten sonra söz konusu olur.



    Altıncı Delil
    Yeryüzünde ilk şirk, Nuh (a.s)’un kavminde ortaya çıkmıştır. Çok iyi bilindiği üzere Adem (a.s) zürriyetini halis tevhid üzere bırakmıştı. Daha sonra, ümmetin büyük alimi İbn Abbas (r.a)’ın hadisinde bildirildiği gibi, şirk yavaş yavaş şeytani metotlarla Nuh (a.s)’un kavmine girmeye başladı. Sonra da müşrik oldular. Bunun üzerine Allah (c.c), şefaat hadisinde geçtiği üzere Nuh (a.s)’u yeryüzü halkına ilk rasul olarak gönderdi.
    Yine bilindiği üzere, Nuh (a.s) kavmiyle konuşup onları uyarırken onların müşrik olduklarını, müslüman olmadıklarını söylüyordu .
    Acaba Nuh (a.s)’dan önce onlara hucceti ikame edip şirkin vasfını ve hükmünü bildiren bir rasul gelmiş midir? Bakınız Allah (c.c) aşağıdaki ayeti kerimesinde ne buyuruyor:
    “İnsanlar tek bir ümmetti. Sonra Allah insanların aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda hüküm vermeleri için müjdeleyici ve uyarıcı rasuller gönderdi. Onlarla birlikte hak yolu gösteren kitapları da indirdi.” (Bakara: 213)
    İbn Kesir şöyle dedi:
    “İbn Cerir dedi ki: “İbn Abbas (r.a) şöyle dedi: “Nuh (a.s) ve Adem (a.s) arasında on asır vardır. Bu süre içinde bütün insanlar hak olan bir şeriat üzere idi. Sonra ihtilafa düştüler. Allah (c.c) da müjdeleyici ve uyarıcı nebiler gönderdi.”
    İbn Kesir dedi ki:
    “İnsanlar, putlara ibadet etmeye başlayıncaya kadar Adem (a.s)’ın milleti üzere idiler. Sonra Allah (c.c) yeryüzü halkına ilk rasul olarak Nuh (a.s)’ı gönderdi.” (İbn Kesir Tefsiri)
    İbn Teymiye dedi ki:
    “İnsanlar, Adem (a.s)’dan Nuh (a.s)’a kadar, tüm insanların babası olan, babaları Adem (a.s) gibi tevhid ve ihlas üzere idiler. Ta ki kendi kendilerine bidatler uydurarak şirk koşmaya başlayıp putlara ibadet edinceye kadar... Halbuki onların bu konuda hiç bir delilleri yoktu. Allah (c.c) böyle yapmaları için ne bir kitap indirmiş ne de bir rasul göndermişti. Şeytan bozuk kıyaslar yaptırarak onlara şüpheleri süslü gösterdi.
    Bazıları putlarda, tılısımlarda, gökyüzündeki yıldızlarda, felek derecelerinde, yüce ruhlarda(!) bir takım güçler olduğunu iddia ediyorlardı. Onlardan bazıları ise kendilerini Allah’a daha çok yaklaştıracağı inancıyla daha önceki nebi ve salih kimselerin resimlerini edindi. Bazıları da cinlere ve şeytanlara ibadet etti. Toplumun kalan kısmı ise değişik inançlara sahipti. Halkın çoğunluğu ise haktan yüz çevirerek liderlerine uymuştu. Nihayet Allah (c.c) nebisi Nuh (a.s)’ı, insanları tek olan ve ortağı olmayan Allah’a ibadete davet etmesi ve O’ndan başkasına ibadet etmekten sakındırması için gönderdi. Çünkü onlar, Allah’tan başka şeyleri şefaatçi edinip onlara ibadet ediyor ve bu yaptıklarının kendilerini Allah’a yaklaştıracağına inanıyorlardı.” (Mecmuatu’t Tevhid c:28 s : 603-604)
    Sahihi Buhari’de İbn Abbas (r.a)’dan rivayet edildiğine göre; Nuh (a.s)’ın kavminin putlara ibadet etme sabebi, salih kişiler hakkında aşırı gitmeleridir. Heykeller yapıp daha önce ölmüş salih kimselerin isimlerini onlara verdiler. Şeytan bu salih kimselerin heykellerini, onların daha önce oturdukları meclislere koyup onlara isimler vermelerini fısıldadı. Onlar da bunu yaptılar. (İlk başlangıçta bu putları salih kişileri hatırlamak için yapmışlardı ve) onlara ibadet etmiyorlardı. Fakat zamanla ilim unutuldu ve onlara ibadet etmeye başladılar.” (Fethulbari c: 8 s: 535)
    Allah sana ve bize merhamet etsin. İbn Abbas’ın sözüne dikkatle bak! Onlar başlangıçta hiç bir puta ibadet etmiyorlardı. Tabii ki asıl önemli olan onlara ibadet etmektir. Fakat zamanla ilim zayıflamış ve cehalet yaygınlaşmıştır. Zaten müşrikler nerede olurlarsa olsunlar üzerinde bulundukları dinin kendilerini Allah’a yaklaştıracağına inanırlar. Zaten kul, boş ve geçersiz olduğuna inandığı bir şeyle nasıl Allah’a yaklaşmaya çalışabilir? Görülüyor ki şirkin kaynağı ve meydana geliş sebebi inançtır. Günahın kaynağı ve meydana geliş sebebi ise şehvetlerin insana galib gelmesidir. Zina eden, hırsızlık yapan, içki içen kimseler bunun çirkinliğini ve haramlığını bilirler. Fakat şehvetleri galeyana gelince onları bu haramları işlemeye sevkeder. Bunun tersine, Allah’tan başkasına kurban kesen, adak adayan, dua eden, yardımına çağıran kimseleri buna iten şey ise şehvetleri değil, inançlarıdır. İşte bu yüzdendir ki şirkin çirkinliğini, haramlığını ve şirk işleyenin ebedi olarak cehennemde kalıp bütün amellerinin boşa çıkacağını bilen hiçbir kul, bu amelin kendisini Allah’a yaklaştıracağını umarak şirk olan bir ameli asla işlemez.
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
    “Andolsun ki biz Nuh’u kavmine gönderdik. (Onlara) Dedi ki: “Ben sizin için apaçık uyarıcıyım. Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım.” (Hud: 25-26)
    İbn Kesir dedi ki:
    “Allah (c.c) bu ayeti kerimede Nuh (a.s)’ın kavminden haber veriyor. O, Allah (c.c)’nun yeryüzü halkına ve müşriklerle puta ibadet edenlere göndermiş olduğu ilk rasulüdür. O kavmine şöyle dedi: “Ben sizin için apaçık uyarıcıyım.” Yani; ben sizi Allah’ın azabına karşı uyaran apaçık bir uyarıcıyım.
    Yine kavmine dedi ki: “Ben size gelecek olan acı bir günün azabından korkarım.” Yani; eğer bulunduğunuz halde kalmaya devam ederseniz Allah (c.c) size ahiret gününde acıklı, can yakıcı ve yürek parçalayıcı bir şekilde azap eder.”
    İbn Abbas’ın, Nuh (a.s)’ın kavminde şirkin ortaya çıkmasına sebep olarak ilmin ortadan kalkmasını göstermesi onun ne kadar büyük bir alim olduğunu gösterir. İbn Abbas şöyle dedi:
    “Başlangıçta onlar bu putlara ibadet etmiyorlardı. Fakat putların gerçek yapılış sebebini bilen kimselerin ölmesi ve ilmin ortadan kalkması sonucu putlara ibadet edilmeye başlandı. Bu insanlar başlangıçta tevhid üzere olan, muvahhid kimselerdi. Daha sonra cahillikleri sebebiyle, Allah katından hiçbir delilleri olmamasına rağmen kendilerini Allah’a daha çok yaklaştıracağını umarak bir takım batıl teviller sonucu şirke düşüp, müşrik oldular. İşte o zaman Allah (c.c), karşı gelen kişiye dünya ve ahiret azabını gerekli kılan hücceti ikame etmesi için müjdeleyici ve uyarıcı olarak Nuh (a.s)’ı gönderdi.” (İbn Kesir Tefsiri)
    Nuh (a.s)’un kavmi hakkında söylenenler, iki rasul arasında geçen zaman diliminde yaşamış her kavim hakkında söylenilebilir. Çünkü rasuller, müşrik ve cahil olan toplumlara İslam’la gönderilmiştir. Toplumun çoğunluğu onları inkar eder, Allah’ın hidayete muvaffak kıldığı kimseler ise onlara inanır. Sonra da Allah (c.c) onlarla inkarcı kavimlerinin arasını ayırır. Risaleti inkar eden kafirlerin helak olmasından sonra ise muvahhidler Allah’ın dilediği bir zaman tevhid üzere kalırlar. İlmin unutulup cehaletin yayılmasıyla da yavaş yavaş şirke düşerler ve cahillikleri sebebiyle Allah’a, zatına yakışmayan şeyler isnad ederler, Allah (c.c) hakkında delilsiz konuşurlar. İşte o zaman Allah (c.c) onları karanlıklardan aydınlığa, şirkten tevhide, cehaletten ilme çıkarması için rasuller gönderir. Rasuller de onlara, risalet kendilerine ulaştıktan sonra hala şirk ve küfürlerinde devam edecek olurlarsa, dünya ve ahiret azabına uğrayacaklarını bildirirler.
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
    “İnsanların Allah’a karşı bir delili olmaması için cennetle müjdeleyici cehennemle korkutucu rasuller gönderdik. Allah Aziz’ dir, Hakim’dir.” (Nisa: 165)
    Anlatılanlardan anlaşılıyor ki; şirk işleyenlere, risalet ulaşmadan önce de müşrik sıfatı verilmiştir. Fakat müşriklerin dünya ve ahirette azaba uğratılmaları ise ancak onlara risaletin ulaşmasından sonra söz konusu olur.
    İbni Teymiye (r.a) şöyle dedi:
    “Allah (c.c) Hud (a.s)’un, kavmine şöyle dediğini haber veriyor :
    “Siz ancak iftiracılarsınız.” (Hud: 50)
    Hud (a.s) onlara Allah’ın hükmünü bildirip, onlar hükmü reddetmeden önce onları iftiracılıkla vasfetmiştir. Çünkü onlar, kendilerine rasul gelmeden önce Allah’la beraber başka bir ilah ediniyorlardı.
    Görülüyor ki müşrik sıfatı, risalet gelmeden önce de verilmiştir. Çünkü müşrik; Rabbine şirk koşmuş, onun koyduğu sınırı aşmış, risalet gelmeden önce ondan başka ilahlar edinmiş, ona ortak koşmuştur.
    Bu gösteriyor ki, risaletten önce de şirk işleyene müşrik ismi verilir. Cahillik ve cahiliye isimleri de böyledir. Rasul gelmeden önce de cehalet ve cahiliye denilirdi. Fakat onlar, rasul gönderilmeden önce azaba uğratılmazlar.
    İtaatten yüz çevirmek ise Allah’ın şu ayetinde buyurduğu gibi, rasul gönderildikten sonra söz konusu olur.
    “Ne doğruladı, ne de namaz kıldı. Fakat yalanladı ve yüz çevirdi.” (Kıyamet: 31-32)(Mecmuatu’l Fetava c:20 s:37)
    İbni Teymiye, Muhammed b. Nasr el-Meruzi’den naklederek şöyle demiştir:
    “Allah (c.c)’ı bilmek iman, bilmemek ise küfürdür. Farzlarla amel etmek de imandır. Fakat Allah (c.c) farzları bildirmeden önce bunları bilmemek küfür olmaz. Çünkü Rasulullah (s.a.s)’ın ashabı, Allah (c.c) rasulünü gönderdiği zaman Allah’a iman ettiler. Onlar, o zaman henüz Allah’ın onlara neyi farz kıldığını bilmiyorlardı. Bu konudaki cahillikleri onları kafir yapmamıştır. Daha sonra Allah (c.c) onlara farzları bildirdi. Onların bu farzları kabul edip onlarla amel etmeleri imandır. Ancak Allah’ın bildirdiği farzları yalanlayıp inkar edenler kafir olurlar. Allah’ın haber vermediği konulardaki cahillik kişiyi kafir yapmaz. Allah (c.c) bir konuda birşey bildirirse ve müslümanlardan bunu duymayan varsa, o kişi bundan dolayı kafir olmaz. Fakat Allah (c.c)’ı bilmemek böyle değildir. Bu konuda kendisine haber ulaşsın veya ulaşmasın Allah (c.c)’ı bilmemek her halukarda küfürdür.” (Mecmuat’ul-Fetava c: 7 s: 325)
    “Bedaiu’s Senai” kitabının yazarı şöyle demiştir:
    “Ebu Yusuf, Ebu Hanife (r.a)’den şu ibareleri nakletmiştir. Ebu Hanife şöyle demiştir:
    “Yaratılmışlardan hiçkimsenin, yaratanını bilmeme konusunda mazereti olamaz. Çünkü bütün mahlukatın, Rablerini ve onun tevhidini bilmesi farzı ayındır. Göklere, yere, kendi nefsine ve Allah’ın yarattığı diğer şeylere ibretle bakıp düşünen kişiyi bu düşünce, tek olan Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaya sevkeder.
    Allah’ın farz kıldığı şeyleri bilmek ise böyle değildir. Bunlar ancak, birisi bildirirse bilinebilir. Farzları bilmeyen, ona ulaşamayan bir kimseye huccet ulaşmamış demektir, bundan dolayı sorumlu tutulmaz.” (Bedaiu’s-Senai c:7 s:132)


    Yedinci Delil
    Misak Delili
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
    “Rabbin Adem oğullarının sırtlarından onların zürriyyetlerini aldı ve: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (sorusuna karşılık) onlar: “Evet (Rabbimizsin). Biz (buna) şahid olduk” demeleriyle onları kendilerine şahit tuttu. Kıyamet gününde muhakkak ki biz bundan habersizdik” dersiniz diye (bunu yaptık)... Ya da: “Muhakkak ki babalarımız da önceden şirk koşmuşlardı. Biz ise onlardan sonraki zürriyetiz. Batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mi edeceksin?” dersiniz diye (bunu yaptık). İşte ayetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki belki (hakka) geri dönerler.” (A’raf: 172-174)
    Bu ayet şirk işleyene müşrik sıfatı verilmesi gerektiğini gösteren başlıbaşına bir delildir. Kim, imanı ve tevhid kelimesini bozan büyük şirk işlerse, tebliğ ona ulaşmamış olsa bile dünyada müşrik sıfatı verilir ve ona müşriklere davranıldığı gibi davranılır. Ancak müşrik olan kişi, kendisine tebliğ ulaşmadığı sürece, dünyada da ahirette de azaba uğratılmaz. Azap, ancak tebliğ ulaştıktan sonra olur.
    Açık ve net bir şekilde görüleceği üzere Allahu Teala insanoğlunun fıtratına, kendisi ile ilgili yeterli bilgiyi yerleştirmiş ve kıyamet gününde bu noktada bir bilgisizliği ya da ataları taklit sebebi ile doğru yoldan sapma gibi bir mazereti asla kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Hakkıyla Allah’a iman eden kullara düşen ise bu vahyi esas karşısında susup hiç tahrif ve tebdile gitmemeleridir. Ancak bu ayet ile ortaya konulan esas gün ışığı gibi berrak olmasına rağmen cehalet heveslileri bu ayeti de tahrif etmişlerdir. Biz bu noktada var olan şüphelerin tamamıyla izale edilmesi adına bu ayete dair bir çok müfessirin izahlarını buraya almakta fayda görmekteyiz.
    İbni Kesir dedi ki:
    “Allah-u Teâlâ, ademoğullarının bellerinden zürriyetlerini çıkararak onları; “Allah-u Teâlâ’nın onların Rabbi ve Meliki olduğuna, O’ndan başka ibadete layık ilah olmadığına şahit tuttuğunu haber vermektedir. İşte Allah-u Teâlâ, onları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.”
    Bazı sahabe ve alimler:
    “Ayette geçen “şahitlik” ten kasıt; Allah-u Teâlâ’nın onları tevhid fıtratı üzerine yaratmasıdır, demişlerdir.“ (Bu görüşün daha kuvvetli olduğunu ispat etmek için delillendirmeye başladı.)
    Allah’ın, ademoğluna şahitlik ettirme olayını,şirk koşanların aleyhine delil kılması, ademoğlunun tevhid fıtratı üzere yaratıldığına delalet eder. Eğer bu olay, bazılarının dediği gibi gerçekten meydana gelmiş olsaydı (yani ademoğlunun sulbünden zürriyetinin çıkarılıp kendilerine şahit tutulması ve Allah’ın onlardan ahid ve misak alması), o taktirde her insanın kendi aleyhine delil olabilecek bu olayı hatırlaması gerekirdi.
    Denilebilir ki:
    Rasulullah’ın bunu haber vermesi, bunun gerçek olduğunu ispat etmek için yeterlidir.
    Bu itiraza şöyle cevap verilir:
    Müşriklerden inkar edip yalanlayanlar, ister bu olay olsun, ister başka bir olay olsun rasullerden gelen her şeyi yalanlarlar. O halde ahid ve misak olayı başlı başına onların aleyhine nasıl bir delil olabilir?
    Bu gösteriyor ki, bu ahid ve şahitlikten kastedilen; ademoğlunun tevhid fıtratı üzerine yaratılmış olmasıdır. Bunun için Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
    “Demeyesiniz diye...” Yani; “kıyamet gününde demeyesiniz diye”,“biz bundan”yani; tevhitten gafildik (demeyesiniz diye)...
    “Yahut; “daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu” dememeniz için...” (İbni Kesir Tefsiri)
    İmam Taberi şöyle demiştir:
    “Yahut; “daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu“ dememeniz için...“
    Allah-u Teâlâ, kitabında buyuruyor ki:
    “Şahit tuttuk.“ yani; “Allah-u Teâlâ’nın Rabbiniz olduğunu ikrar edenler! Biz nefislerinizi buna şahit tuttuk ki kıyamet gününde biz bundan habersizdik, böyle bir şey duymadık demeyesiniz.“
    “Yahut: “Daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik“ dememeniz için...“ Yani; “biz hakkı bilmediğimiz için onların yoluna uyduk.“ (Taberi Tefsiri)
    İmam Kurtubi şöyle demiştir:
    “Tartuşi şöyle dedi: “İnsanoğlu dünya hayatında bu olayı hatırlamasa bile onları bağlar ve verdiği sözü yerine getirmesi gereklidir. Tıpkı hanımını boşayıp da boşadığını unutan kişiye, bu hatırlatıldığı halde hatırlamasa bile hanımının boş sayılması gibi...
    İbn Abbas ve Ubey b. Ka’b şöyle demişlerdir:
    “Ayette geçen; “Biz (buna) şahit olduk” sözü, Adem oğullarının söylediği bir sözdür. “Şahit olduk” sözünün manası ise; “senin, bizim Rabbimiz ve ilahımız olduğuna şahit olduk” demektir.
    “Batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mi edeceksin?” Yani; “sen böyle yapmazsın” demektir.
    Fakat tevhidde taklitçinin özrü yoktur.” (Kurtubi Tefsiri)
    Şevkani bu ayetin tefsirinde şöyle dedi:
    “Böyle yapmamızın sebebi; bilmediğinizi bahane etmemeniz ve işlediğiniz şirklerden dolayı babalarınızı suçlamamanız içindir.”
    Onlar iki şeyi mazeret olarak öne sürerler:
    “Daha önce“ yani; bizim zamanımızdan önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu. “Biz de onlardan sonra gelen nesildik.” Yani; bu sebeple biz, doğruyu bilemediğimiz için hak yolu bulamadık.
    “Batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak mi edeceksin?” Batıl işleyen babalarımız yüzünden bizi helak mi edeceksin? Halbuki cahilliğimizden, hakkı bulamamakta ki acizliğimizden ve bizden öncekilere uymamızdan dolayı suç bizde değildir.
    Bu ayette Allah-u Teâlâ, ademoğlunun belinden zürriyetini çıkarıp, Allah-u Teâlâ’nın onların Rableri olduğuna kendilerini şahit tutmasının hikmetini açıklamaktadır. Allah-u Teâlâ’nın böyle yapmasının sebebi; onların kıyamet gününde bu sözleri söylememeleri, böyle geçersiz ve boş şeyleri bahane olarak öne sürmemeleri içindir.” (Şevkani Fethül Kadir Tefsiri)
    İmam Begavi dedi ki:
    “Eğer kişi verdiği sözü hatırlamıyorsa, nasıl bundan dolayı sorumlu tutulabilir” denilirse, buna şöyle cevap verilir:
    Allah-u Teâlâ vahdaniyyetine ait delilleri açıklamış, rasullerinin haber verdiği şeylerin doğru olduğuna dair deliller vermiştir. Bundan sonra kim bu gerçekleri, Allah-u Teâlâ’ya verdiği sözü bozarak, bile bile, inadından dolayı inkar ederse bu yaptığından sorumlu tutulur. İnsanların Allah-u Teâlâ’ya verdikleri sözü unutup hatırlamamaları, mucize sahibi olan güvenilir rasulden (onun gelip hatırlatmasından) sonra artık onları sorumluluktan kurtarmaz. Allah-u Teâlâ’nın:
    “Yahut: “Daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu. Biz de onlardan sonra gelen nesildik“ dememeniz için...” sözünden kasıt şudur:
    Ey müşrikler! Sizin; “daha önce babalarımız ortak koşarak Allah-u Teâlâ’ya verdikleri sözü bozdu. Biz de onlardan sonra gelen nesildik.” Yani; onlara uyup tabi olduk deyip bunu kendinize bahane ederek; “batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak mi edeceksin” yani; sapık babalarımızın işledikleri günahlar yüzünden bize azab mı edeceksin? Dememeniz için Allah-u Teâlâ sizden bu sözü almıştır.
    Allah-u Teâlâ’nın, ademoğlundan tevhid üzere söz aldığını hatırlatmasından sonra müşrikler artık böyle sözleri bahane edemezler. “İşte böylece ayetleri açıklarız.”Yani; biz kulların ibret alması için ayetleri açıklarız. “Belki onlar hakka dönerler” yani; küfürden tevhide dönerler.” (Begavi Tefsiri)
    İbni Kayyım dedi ki:
    “(Allah) onları, kendilerine şahit tutarak; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi. Onlar da: Evet (buna şahit olduk) dediler. İşte! Onların bu şekilde Allah-u Teâlâ’nın rububiyyetini ikrar etmeleriyle, kendilerine hüccet ikame edilmiş oldu. Allah-u Teâlâ’nın rasulleri vasıtasıyla bu ayetinde buyurduğu ikrar, onlar aleyhine bir delildir. Aşağıdaki ayetler gibi...
    “Rasulleri onlara dedi ki: Allah’ın varlığında şüphe var mı?”(İbrahim: 10)
    “Eğer onlara gökleri ve yeri kim yarattı diye soracak olsan “Allah“ derler.” (Lokman: 25)
    “Yeryüzünü ve içindekileri kim yarattı biliyorsanız söyleyin, de! “Allah” diyeceklerdir.” (Mü’minun: 84)
    Kur’an’ı kerimde, insanların Rablerini ikrar fıtratı üzere yaratıldıklarını hatırlatıp onları sadece Allah-u Teâlâ’ya ibadete ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmamaya davet eden bunlara benzer bir çok ayet vardır. Bu, Kur’an’ın metodudur. Bu yüzden A’raf suresindeki ayette Allah:
    “Hani Rabbin söz almıştı.” diyerek ayete başlamış ve sonunda da “Kıyamet gününde; “biz bundan gafildik” demeyesiniz diye” buyurmuştur. Allah, bu ayette onlara, şirklerinden ve kendisinden başkalarına ibadetten vazgeçmeleri gerektiğine delil olarak, kendisinin Rububiyyetini ikrar etmelerini hatırlatıyor ve kıyamet gününde, hakkı bilmemeyi veya batılı taklit etmeyi mazeret olarak ileri sürmemelerini bildiriyor. Çünkü hak yoldan sapmanın, yani dalaletin iki sebebi vardır:
    Birincisi; gaflet sebebiyle hakkı bilmemek, ikincisi ise; sapıkları taklid etmektir.” (Ahkamu Ehli’z-Zımme c:2 s: 553-557)
    Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
    “Hani Adem’in sulbünden söz alındığını, sonra Rablerinin Allah olduğuna kendilerini şahid tutarak, kendilerini yaratanı itiraf eden bir fıtrat üzere yaratıldıklarını hatırla!”
    İşte bu ikrar kıyamet gününde onların aleyhlerine bir delildir.
    “Dememeniz için...” Yani; dememeniz için veya demeyeseniz diye….
    “Biz bundan habersizdik” yani; Allah-u Teâlâ’nın rububiyyetini ikrar etmemiz gerektiğinden ve ibadeti sadece Allah-u Teâlâ’ya has kılıp ona hiçbir şeyi eş koşmamamız gerektiğinden habersizdik.
    “Yahud: “Daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu. Biz de onlardan sonra gelen nesildik.”
    Allah-u Teâlâ, bu şahitliğe karşı onların öne süreceği iki bahaneyi zikrediyor.
    İlk olarak şöyle diyecekler:
    “Biz bundan habersizdik”
    Allah-u Teâlâ ise bundan habersizliğin mazeret olmadığını, çünkü her insanın bunu bilmesi gereken bir fıtrat üzere yaratıldığını bildirmektedir. İnsanların, kainatın yaratıcısının varlığına iman fıtratı üzere yaratılması, aynı zamanda Allah’ın varlığını inkar edenlerin aleyhinde bir delildir.
    Onlar ikinci olarak şöyle diyecekler:
    “Daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen nesildik. Batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak mi edeceksin?”
    Bizim babalarımız müşrikti, yani; bize başkalarının günahları yüzünden azab mı edeceksin?
    Müşriklerin düşüncesine göre; eğer Allah-u Teâlâ onların hidayet üzere olmalarını dileseydi babalarını müşrik olarak bulmazlardı. Çünkü onlar babalarından sonra gelen nesildi ve onlara uymaları gayet tabi idi.
    Normalde kişi, babası tarafından yetiştirilmişse işinde, evinde, giyim ve yemek tarzında babasının alışkanlıklarını taklid eder. Bunun için eğer ana babası yahudi, hristiyan veya mecusi ise o da onlar gibi olur. İnsan adet ve tabiatı gereği, fıtratı ve aklıyla çelişmedikçe ana, babasını taklid eder.
    Onlar derler ki: “Biz ve müşrik babalarımız mazeretliyiz. Çünkü biz müşrik bir soydan türemiş bir nesildik ve bizim onların hatalı olduğunu anlayabileceğimiz bir delilimiz de yoktu.“
    Oysa, tek olan Allah’ın, kendilerinin Rabbi olduğuna şehadet ederek yaratıldıkları fıtratı bozmazlarsa içinde bulundukları şirkin batılllığını açıkça görebilirler.
    Onlar babalarına tabi olmalarının normal ve kaçınılmaz bir davranış olduğunu iddia edecek olurlarsa, aslında kendi aleyhlerine bir delil sunmuş olurlar. Çünkü asıl ve kaçınılmaz olan fıtratlarının gereğine göre hareket etmeleridir. Çünkü, İslam’ı kabul etmelerini gerektiren fıtrat üzere yaratılmaları, onların uymak zorunda olduklarını iddia ettikleri terbiyeden çok daha önce olmuş bir olaydır.
    Allah-u Teâlâ’nın, bu kainatın tek yaratıcısı olduğunu bildikleri akılla, aynı zamanda şirkin batıllığını da görmeleri gerekir. Bunun için rasule ihtiyaç yoktur. Çünkü Allah-u Teâlâ önceden bunu onlara bildirirken, rasul yoktu. Bu, Allah-u Teâlâ’nun şu ayetine ters değildir:
    “Biz rasul göndermedikçe azab etmeyiz.”(İsra: 15)
    Rasul insanları tevhide davet eder. Fakat fıtratları gereği akıllarıyla kainatın tek bir yaratıcısı olduğunu bilirler. Kainatın tek bir yaratıcısı olduğunu bilmede fıtrat akli bir delildir. Bu sebeblerisalet, onlar için tek hüccet değildir. RablerininAllah-u Teâlâ olduğunu kabul edip Allah’ı bilmeleri, bütün ademoğullarının rasulleri de tasdik etmelerinigerekli kılar.
    Hiç kimsenin kıyamet gününde:
    “Suçlu olan müşrik babamdır. Çünkü o, Allah-u Teâlâ’nın, Rabbi olduğunu ve O’nun hiç bir şeriki bulunmadığını bilirdi“ demesi, Allah’ı inkar etmede ve şirk koşmada kendisine mazeret sayılmayacaktır. Bilakis, hakettiği azaba uğratılacaktır. “Ben bundan habersizdim, benim suçum yok“ diyemez.
    Sonra Allah-u Teâlâ, rahmet ve ihsanının kemali gereği, kişi her ne kadar azabı haketse de rasul göndermeden azab etmez. Allah-u Teâlâ iki delil gerçekleşmedikçe kuluna azab etmeyeceğini bildirmiştir:
    Birincisi: Kulunu; Rabbi, meliki ve yaratıcısının Allah olduğunu ve O’nun hakkını yerine getirmesinin gerekli olduğunu ikrar eden bir fıtrat üzere yaratması.
    İkincisi: Kuluna, fıtratı üzere yaratıldığı tevhidi tafsilatlı bir şekilde açıklayan, ikrar eden ve tamamlayan rasuller göndermesi.
    Kıyamet gününde fıtrat ve risalet, insan aleyhinde delil olur ve kişi daha önce kafir olduğunu kendisi de kabul eder. Tıpkı Allah’ın şu ayetinde buyurduğu gibi:
    “Ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.” (Enam:130)
    Allah, kafirin cezasını ancak, kul kendisinin kafir olduğunu kabul ettikten ve kuluna iki hücceti; fıtrat ve risalet hüccetlerini ikame ettikten sonra verir. İşte bu, adaletin en üstün seviyesidir.”(Ahkamu Ehli’z-Zimme c: 2 s: 562)
    İbni Teymiyye şöyle demiştir:
    “Allah’a hamd olsun! Rasulullah (s.a.s) şöyle demiştir:
    “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar, sonra anne ve babası onu yahudileştirir, hristiyanlaştırır veya mecusileştirir.” (Buhari, Müslim)
    Doğru olan; Allah’ın, insanların fıtratını üzerinde yarattığı şeydir. Bu ise İslam fıtratıdır. Bu fıtrat; Allah’ın ademoğluna: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna karşılık onların da:
    “Evet (Rabbimizsin).” dediği gün yaratıldıkları fıtrattır. Bu fıtrat batıl itikatlardan uzak olan ve doğru inançları kabul eden bir fıtrattır. Zaten İslam; teslimiyeti Allah’tan başkalarına değil, sadece Allah’a yapmaktır. Bu, la ilahe illallah’ın manasıdır. Rasulullah (s.a.s) buna bir örnek vererek şöyle demiştir:
    “İşte bu, hayvanın yavrusunu, uzuvları eksiksiz olarak doğurması gibidir. Hiç uzuvları eksik olarak doğan bir hayvan gördünüz mü?” Rasulullah (s.a.s), kalbin hatalardan uzak olmasının, bedenin ayıplardan uzak olması gibi olduğunu açıklamıştır. Çünkü bozulma doğuştan değil, sonradan olan bir şeydir.
    Müslim’in sahihinde İyad b Hamar, Rasulullah’ın bir hadisi kudsiyi şöyle rivayet ettiğini haber vermiştir:
    “Ben, kullarımı hanifler (şirkten uzak kimseler) olarak yarattım. (Sonra) Şeytan onları değiştirdi. Onlara helal kıldığım şeyleri haram kıldı ve hakkında hiçbir delil indirmediğim halde bana şirk koşmalarını emretti.”
    İmam Ahmed b. Hanbel, bu hadise dayanarak meşhur olan görüşünde, asıl fıtratı değiştirecek sebeb ortadan kalktığı için, kafir anne ve babasından birisi ölen çocuğun, İslam’ına hükmetmiştir.
    Ahmed b. Hanbel, İbn Mübarek ve başkalarının şöyle dediği rivayet edilmiştir:
    “Onlar (insanlar), kafir veya mü’min olarak yaratıldıkları fıtrat üzere doğarlar.”
    Bu söz, öncekine ters değildir. Her çocuk küfür ve şirkten uzak olarak doğar. Fakat Allah (c.c), ezeli ilmi ile onun kafir (mi yoksa mü’min mi) olacağını bilip levhi mahfuzda yazmıştır. Şüphe yok ki her yaratılanın sonu, levhi mahfuzda yazılı olduğu şekilde biter. Tıpkı bir hayvanı, ileride sakatlanacağını bildiği halde sağlam yaratması gibi…
    Şöyle devam ediyor: “Ademoğlunun İslam fıtratı üzerine yaratılması demek; doğduğu andan itibaren gerçekten İslam’a inanan kişiler olarak yaratılması demek değildir. Çünkü Allah, annemizin karnından hiç birşey bilmez halde doğduğumuzu bildirmiştir. Fakat İslam fıtratından kasıt; kalbin şirk ve küfürden uzak olması, hakkı kabul etmeye ve hakkı yani İslam’ı istemeye meyilli yaratılması demektir. Öyle ki, eğer onu değiştiren hiç bir etken olmasaydı, mutlaka müslüman olurdu. İşte! Bu pratik ilmi kuvvetin, onu engelleyen bir şey olmadıkça insanı İslam’a sevketmesi gerekir. Bu da Allah’ın fıtratıdır ki, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.” (Fetvalar c: 4 s: 245)
    İmam İbn Teymiye (r.a) şöyle demiştir:
    “Allah (c.c)’ın bizden aldığı ahit ve misak, O’nun bütün insanları İslam fıtratı üzerine yarattığını ispat etmektedir. Allah (c.c) her nefsi, hakkı kabul edip batıl inanaçlardan uzak durmaya meyilli bir fıtrat üzere yaratmıştır. İşte bu fıtrat değiştirilmeden olduğu gibi kalırsa, sahibi müslüman olur. Bundan dolayı bilinmesi gerekir ki; kendisine risalet ulaşmamış müşrik, kendisinden alınan ahit ve misakı bozmuştur.” (Feteva,4/245 *Külliyat 4/220. 56)
    Seyyid Kutub şöyle demiştir:
    “Hiç kimse kalkıp Allah’ın insanı Tevhid’e ileten kitabından habersiz olduğunu, bu Tevhid’e çağıran Allah’ın peygamberlik misyonlarından haber alamadığını söyleyemez. Yahut da, ‘ben varlık alemine geldiğimde atalarımın Allah’a ortak koştuklarını gördüm. Tevhid’i tanıyabilmem için önümde hiçbir yol yoktu. Ben atalarımın sapıklığa düşmeleri nedeniyle sapıklığa düştüm. Bu işten yalnız onlar sorumludur. Ben sorumlu değilim’ demesi asla tutarlı olmaz.” (Seyyid Kutub, Fi’Zilal’il Kur’an, 6/313)
    Bu ayeti kerime hakkındaki bu açıklamalardan sonra, açık bir şekilde anlaşılıyor ki: Bu ayet, Allah (c.c)dan başka şeylere ibadet eden adem oğullarının bütün bahanelerini ortadan kaldırmıştır. Misak ayetiyle ilgili bu nakillerden sonra artık delaletinde muhkem ve kesin olan bu naslardan sonra başka bir nas’a ihtiyaç kalır mı? Bu delilden sonra başka bir delile gerek var mıdır? Bu açıklamalardan sonra başka bir açıklamaya ihtiyaç var mıdır? Şüphesiz ki bahsi geçen müfessirler bu ayetin, şirk konusunda müstakil bir delil olduğunda ittifak etmişlerdir.


    Sekizinci Delil
    Allah (c.c) bir çok ayetde saptırıldıklarını dile getiren kişilerin mazeretlerini kabul etmeyip, helak ettiği kimselerin bir kısmının tabi olanlar, diğer kısmının da tabi olunanlar (reis-liderler) olduklarını, bunların sonuç itibariyle azapta müşterek olduğunu ve suçu birbirlerine yüklediklerini haber vermiştir. Allah cahillikleri sebebiyle tabi oldukları insanlar tarafından saptırılan insanları mazur görmemiştir.
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
    “(Kıyamet gününde Allah onlara) diyecek ki:
    “Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin. Her ümmet girdikçe (ta’bi oldukları) yoldaşlarına lanet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (Cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için “Ey rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten kat kat azap ver.” diyecekler. “Allah’da (onlara)” “Herbiri için kat kat azap vardır. Fakat siz bilmezsiniz” diyecek. Öncekiler de sonrakilere derler ki: “Sizin bize bir üstünlüğünüz yok ki. O halde siz de kazandıklarınıza karşılık azabı tadın.” (A’raf: 38-39)
    Böylesi ayetlerde anlatıldığına göre tabi durumunda olanlar Rablerine haklı olduklarını şu gerekçe ile ifade etmişlerdir.
    “Yüzlerinin ateşte çevrileceği gün derler ki: “Yazıklar olsun bizlere! Keşke bizler de Allah’a itaat etseydik ve rasule de itaat etseydik!” (Yine) derler ki: “Rabbimiz! Muhakkak ki biz, reislerimize ve büyüklerimize itaat ettik. Onlar da bizi (doğru) yoldan saptırdılar.Rabbimiz! Onlara azabtan iki kat ver ve büyük bir lanetle onlara lanet et!” (Ahzab: 66-68)
    Bugün günümüzde insanların büyük bir çoğunluğu sırf bilgisiz ve cahil olmaları sebebiyle, ta’bi oldukları alimler, hocalar ve bilginleri tarfından tevhidi çizgiden bile bile saptırılmaktadırlar.
    Eğer gerçekten cehalet, günümüzdeki belamların iddia ettiği gibi özür olsa idi Allah (c.c) bu saptırılan kimselere sizin bir günahınız yoktur. Sizler bilgisiz olduğunuz için size azap etmeyiz, sizi cehenneme atmayız derdi. Ama Allah (c.c) onların cehalet ve bilgisizliklerini kabul etmeyip, herkesin azabı kat kattır fakat siz bunu bilemezsiniz diyerek cahillik iddialarını yüzlerine çarparcasına ayetlerini hatırlatıyor.
    Müşriklerin öncüleri yani; tabi olunan, itaat edilen liderler ve reisler, kendilerine tabi olup taklid edenlerle birlikte ateşe gireceklerdir.
    Allah’a iftira eden ve O’nun ayetlerini yalanlayan her müşrik topluluğu ateşe girdikçe ve ateşin şiddetli azabını, oradaki zilleti, ihaneti ve alçaklığı gördükçe dünyada tabi olduğu, taklit ettiği yoldaşlarına, liderlerine lanet eder. Zira o kimse, onları taklid etmesi ve küfürde onlara tabi olması sebebiyle cehenneme girmiştir.
    Bütün müşrik ve kafirler cehennemde toplandığında, sonrakiler yani; tabi olanlar, liderlerini taklid edenler, öncekileri yani; tabi olunan liderleri ve reisleri hakkında Allah’a şöyle derler:
    “Ey Rabbimiz! Dünyada bizi saptıranlar işte bunlardır. Onları taklid ettiğimiz ve onlara tabi olduğumuz için şirke girdik, hakkı göremedik ve böylece doğru yolu bulamadık. Ey Rabbimiz! Bizi saptırdıkları için onlara ateşten bir kat daha fazla azab ver. diyecekler.
    Müşriklerden tabi olunan, itaat edilen liderler ve reisler, sonrakilere yani; kendilerine tabi olup itaat edenlere şöyle derler:
    “Sizin bizden ne üstünlüğünüz var ki, bizim için iki kat azap istiyorsunuz? Biz sadece Allah’a isyana davet ettik ve şirk yollarını gösterdik. Sizi zorlamadık ki! Sizler bizim davetimize kendi serbest iradenizle ve isteyerek icabet ettiniz. Bizler nasıl sapmış, şirk koşmuş, Allah’a iftira etmiş, Allah’ın ayetlerini yalanlamış, insanların hakka bağlanmalarına, hak yolda yürümelerine engel olmuşsak, sizler de bizler gibi yaptınız. Öyleyse bu amelleri işleme bakımından sizler de bizimle eşitsiniz. Aramızda herhangi bir fark yoktur. Azapta ortağız. Bu nedenle sizler de bizim gibi iki kat azap görmelisiniz, azabınızın hafifletilmesini haketmiyorsunuz. Yaptıklarınızdan dolayı, sizler de cehennemin şiddetli azabını tadın bakalım!
    Şirk ve küfür işleyenler,
    Başkalarını saptırıp hak yoldan alıkoyanlar,
    Tabi olanlar, tabi olunanlar,
    Lider, şeyh, komutan ve hocalar,
    Bunların dediğini yapan memur, mürid, asker ve öğrenciler,
    Evet, küfür ve şirkte öncülük edip yol gösterenler ve bunların yolundan gidenler hep birlikte ateşe gireceklerdir.
    Allah (c.c) bu konuyla alakalı olarak başka ayetlerde şöyle buyurmuştur:
    “O vakit, tabi olunanlar, tabi olanlardan ayrılarak uzaklaşmıştır ve (her iki taraf da) azabı görmüştür ve onların (aralarındaki) bütün bağları da kopup parçalanmıştır. Tabi olanlar: “Ah keşke bir kere daha (dünyaya) döndürülsek de onların bizden ayrılarak uzaklaştıkları gibi biz de onlardan ayrılarak uzaklaşsak” derler. Allah, böylece onlara işledikleri amelleri hasretler (pişmanlıklar) halinde kendilerine gösterecektir ve onlar ateşten çıkacak da değildirler.” (Bakara: 166-167)
    “Birbirlerinin karşısına geçip sorarlar. Derler ki: “Muhakkak ki siz, bize sağdan geliyordunuz.” Onlar da derler ki: “Aksine, sizler mü’min değildiniz. Bizim, sizin üzerinizde hiçbir gücümüz de yoktu. Zaten siz, haddi aşan bir kavimdiniz.” Rabbimizin sözü üzerimize hak oldu. Şüphesiz ki biz (azabı) tadıcılarız. Sizi biz, azdırdık. Şüphesiz, biz de azgınlardandık.” Muhakkak ki onlar, o gün azabta ortaktırlar.” (Saffat: 27-33)


    Dokuzuncu Delil
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
    “İşte! Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)
    İbn Kesir yukardaki ayetin tefsirinde şöyle diyor:
    “Yani; insanların çoğu cehalet sebebiyle müşriktir.” (İbn Kesir Tefsiri)
    Kur’anı kerimin bir çok ayetinde insanların çoğunun cahil olduğu ve bu yüzden şirke düştükleri bildirilmiştir.
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
    “Hamd, Allah’a aittir de! Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Lokman: 25)
    “Biz onları, yalnızca hak ile yarattık. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Duhan: 39)
    “Fakat insanların çoğu bilmiyor.” (Casiye: 26)
    “Onun (asıl) koruyucuları sadece korkup sakınanlardır. Ancak onların çoğu bilmezler.” (Enfal: 34)
    “Onlar Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü o’nun tasarrufundadır. Gökler O’nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” (Zümer: 67)
    Allah (c.c) birçok ayette, insanların çoğunu cahillikle ve ilimsizlikle vasfetmiştir. Aynı, Kur’anı kerimin bir çok ayetinde insanların çoğunun müşrikler ve doğru yoldan sapanlar olduğunu zikrettiği gibi...
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
    “Onların çoğu ancak şirk koşarak Allah’a iman ederler.” (Yusuf: 106)
    Allah’u Tea’la bu ayette insanların çoğunun Allah’a şirk koşmadan iman etmeyeceklerini bildirmiştir.
    Allah’u Tea’la bir başka ayette ise kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamayacağını bildirmektedir.
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
    “Allah, kendisine ortak (şirk) koşulmasını asla bağışlamaz. Ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa derin bir sapıklığa sapmıştır.” (Nisa: 116)
    Şayet cehalet özür olsa idi Allah (c.c) kendisine şirk koşarak ölenleri bağışlaması gerekirdi. Oysa Allah (c.c) şirki tevbe olmadan kabul etmeyeceğini, (Zümer: 54)’de “Rabbinize yönelin, azab size gelmeden önce O’na teslim olun. Sonra yardım görmezsiniz” diye bildirmektedir.
    Yine Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
    “Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.” (Enam: 116)
    Zikredilen Kur’an nasları açıkça şuna delalet etmektedir: İnsanların çoğu şirk ve cehalet vasfını birlikte taşımaktadırlar. Buna rağmen Allah (c.c)’nun: “Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz” sözünü, sadece bilen ve bildiği halde inat eden kimselerle sınırlandırabilir miyiz? Bu takdirde bu ayeti çok az kimseye tatbik etmiş oluruz. Halbuki bilindiği gibi Kur’an nasları nadir azınlık için değil, yaygın çoğunluk için inmiştir.
    İmam Ebu Batin, İbn Teymiye’den naklettikten sonra şöyle diyor:
    “İbn Teymiye (r.a), zikrettiği çeşitli konularda defalarca, şirk çeşitlerinden birini işleyen kişinin müşrik olduğunu kesin olarak belirtmiş ve alimlerin bu konuda icma ettiğini söylemiştir. İbn Teymiye müşrik hükmü verirken cahil olanla olmayan arasında bir fark gözetmemiştir.
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
    “Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz.” (Nisa: 48 ve Nisa:116)
    Allah (c.c) Kur’an’ı kerimde, Mesih (a.s)’ın dilinden şöyle buyuruyor:
    “Allah’a şirk koşan kimseye cenneti haram kılar. Onun varacağı yer ateştir.” (Maide: 72)
    Kim bu ayetteki geneli haslaştırır ve sadece bildiği halde inad eden müşriklere has kılar, cahil, tevilci ve taklidcileri bunun dışında tutarsa, Allah ve rasulünün gösterdiği yoldan başka bir yol tutmuş, mü’minlerin yolundan çıkmış olur.
    İslam fıkıh alimleri, Allah’a şirk koşup mürted olanlarla ilgili hüküm bildirirken, bu hükmü hiçbir zaman, bildiği halde inat edenlerle sınırlandırmamışlardır. Bu açık olan bir meseledir. Hamd Allah’a mahsustur.” (El İntisar li Hizbillahi’l Muvahhidin)

    Onuncu Delil
    Daha İslamı tebliğin başında iken Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir’le karşılaşınca, Ebu Bekir (r.a) O’na şöyle dedi:
    “Ey Muhammed, kureyşin senin hakkında bizim ilahlarımızı kabul etmiyor kahinlerimizi ve akıllarımızı da kıt görüyor, atalarımızı ve babalarımızı tekfir ediyor diye söylediği doğrumudur.”
    Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
    “Evet ben Allah’ın elçisiyim. Allah’ın risaletini insanlara tebliğ etmek ve sizi yalnız Allah’a ibadet etmeye çağırmak için gönderildim. “Ey Ebu Bekir seni bir olan, ortağı olmayan Allah’a iman edip ibadet etmeye Allah’tan başkalarına ibadet etmemeye, onları reddetmeye, Allah’ın itaat edilmesini yasakladığı kimselere itaat etmemeye onları dost edinmemeye davet ediyorum.” (Siyeri İbni Hişam)
    Burada üzerinde önemle durulması gereken bir nokta vardır. Eğer bir kavme bir Rasul gönderilmişse bu Rasul insanları öncelikle tevhide çağırıp şirkten sakındırmıştır. Fakat Allah’ın hidayet verdiği dışında kalan kimseler Rasulün getirdiği hak dini tahrif edip İslamdan sapmış iseler Rasulün getirdiği Kitab ve şeriat üzerinden sorumlu tutulurlar. Kendilerine bir uyarıcı geldiği için, amellerinde Allah’a şirk koşar, Rasulün getirdiği hak dinden uzaklaşırlarsa kafir ve müşrik olurlar hiçbir mazeretleri kalmaz. Hayatlarını kendilerine gönderilen kitaba göre düzenlemedikleri müddetçe, bu kimselerin hükmü kafir ve müşriktir.
    Zaten Allah (c.c) kendilerine Rasul ve Kitab göndererek kafirlikten ve müşriklikten kurtulmalarını, insanların müslüman olup Allah’ın dinine girmelerini istiyor. Allah (c.c) dinine girinciye kadar insanların genel hükmü kafir ve müşriktir.
    Şayet cehalet mazeret olsa idi, Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir (r.a)’e siz cahil kimselersiniz size İslam ulaşmadığı için veya benden öncekilerin getirdiği şeriattan sorumlu tutulmadığınız için sizler Allah katında günahsız mazeretli kimselersiniz, eğer size İslam anlatılır da siz de kabul etmezseniz işte o zaman kafir olursunuz derdi. Oysa ki Rasulullah (s.a.s) böyle birşey söylememiş bilakis Ebu Bekir’in atalarını, babalarını ve kendisini, Allah’ın kendisine bildirmiş olduğu risaleti, henüz tebliğ etmeden bu kimseleri üzerinde bulundukları şirkten dolayı, akıllarını kıt görüp atalarını, babalarını ve Ebu Bekir’i tekfir etmiştir.
    Bu hadiste Rasulullah'ın Kureyş'in ölmüş babalarını Allah’a şirk koştukları için, tekfir ettiğine şahit oluyoruz. Halbuki Kureyş'in babalarına herhangi bir rasul gönderilmemişti ve onlara İslami tebliğ ulaşmamıştı.
    Küfür olan dinlerini terk edip Allah’ın dinine girinceye kadar Ebu Bekir (ra) için durum bu olursa, günde bir değil bin defa Allah’a eş ve ortak koşan kimselerin durumu tabiki daha da kötüdür. Ebu Bekir (r.a)’ın babaları ve ataları Allah (c.c)’a inanmakla birlikte Allah’a ibadetlerinde eş koşan kimselerdi. İşte Rasulullah (s.a.s) böyle bir kavmin mazeretli olmadığını bizlere bildirmektedir.
    Bu konuya benzer diğer bir delil ise Rasulullah ile Kureyş arasında uzlaşma yapmak için Rasulullah'a gelmiş olan Utbe b. Rabia’nın sözleridir.
    Utbe, Rasulullah’a şöyle demiştir:
    “Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmine büyük bir işle geldin. Onunla kavmimizin birliğini dağıttın, onların akıllarını akılsızlıkla itham ettin, ilahlarını ve bağlı oldukları dinlerini küçülttün ve onların ölmüş olan atalarını tekfir ettin.” (Siyeri İbn-i Hişam)
    Bu rivayet de Rasulullah’ın kendilerine İslami tebliğ ulaşmayan Kureyş'in atalarını tekfir ettiğini açıkça gösteriyor.

    Onuncu Delil
    Daha İslamı tebliğin başında iken Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir’le karşılaşınca, Ebu Bekir (r.a) O’na şöyle dedi:
    “Ey Muhammed, kureyşin senin hakkında bizim ilahlarımızı kabul etmiyor kahinlerimizi ve akıllarımızı da kıt görüyor, atalarımızı ve babalarımızı tekfir ediyor diye söylediği doğrumudur.”
    Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
    “Evet ben Allah’ın elçisiyim. Allah’ın risaletini insanlara tebliğ etmek ve sizi yalnız Allah’a ibadet etmeye çağırmak için gönderildim. “Ey Ebu Bekir seni bir olan, ortağı olmayan Allah’a iman edip ibadet etmeye Allah’tan başkalarına ibadet etmemeye, onları reddetmeye, Allah’ın itaat edilmesini yasakladığı kimselere itaat etmemeye onları dost edinmemeye davet ediyorum.” (Siyeri İbni Hişam)
    Burada üzerinde önemle durulması gereken bir nokta vardır. Eğer bir kavme bir Rasul gönderilmişse bu Rasul insanları öncelikle tevhide çağırıp şirkten sakındırmıştır. Fakat Allah’ın hidayet verdiği dışında kalan kimseler Rasulün getirdiği hak dini tahrif edip İslamdan sapmış iseler Rasulün getirdiği Kitab ve şeriat üzerinden sorumlu tutulurlar. Kendilerine bir uyarıcı geldiği için, amellerinde Allah’a şirk koşar, Rasulün getirdiği hak dinden uzaklaşırlarsa kafir ve müşrik olurlar hiçbir mazeretleri kalmaz. Hayatlarını kendilerine gönderilen kitaba göre düzenlemedikleri müddetçe, bu kimselerin hükmü kafir ve müşriktir.
    Zaten Allah (c.c) kendilerine Rasul ve Kitab göndererek kafirlikten ve müşriklikten kurtulmalarını, insanların müslüman olup Allah’ın dinine girmelerini istiyor. Allah (c.c) dinine girinciye kadar insanların genel hükmü kafir ve müşriktir.
    Şayet cehalet mazeret olsa idi, Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir (r.a)’e siz cahil kimselersiniz size İslam ulaşmadığı için veya benden öncekilerin getirdiği şeriattan sorumlu tutulmadığınız için sizler Allah katında günahsız mazeretli kimselersiniz, eğer size İslam anlatılır da siz de kabul etmezseniz işte o zaman kafir olursunuz derdi. Oysa ki Rasulullah (s.a.s) böyle birşey söylememiş bilakis Ebu Bekir’in atalarını, babalarını ve kendisini, Allah’ın kendisine bildirmiş olduğu risaleti, henüz tebliğ etmeden bu kimseleri üzerinde bulundukları şirkten dolayı, akıllarını kıt görüp atalarını, babalarını ve Ebu Bekir’i tekfir etmiştir.
    Bu hadiste Rasulullah'ın Kureyş'in ölmüş babalarını Allah’a şirk koştukları için, tekfir ettiğine şahit oluyoruz. Halbuki Kureyş'in babalarına herhangi bir rasul gönderilmemişti ve onlara İslami tebliğ ulaşmamıştı.
    Küfür olan dinlerini terk edip Allah’ın dinine girinceye kadar Ebu Bekir (ra) için durum bu olursa, günde bir değil bin defa Allah’a eş ve ortak koşan kimselerin durumu tabiki daha da kötüdür. Ebu Bekir (r.a)’ın babaları ve ataları Allah (c.c)’a inanmakla birlikte Allah’a ibadetlerinde eş koşan kimselerdi. İşte Rasulullah (s.a.s) böyle bir kavmin mazeretli olmadığını bizlere bildirmektedir.
    Bu konuya benzer diğer bir delil ise Rasulullah ile Kureyş arasında uzlaşma yapmak için Rasulullah'a gelmiş olan Utbe b. Rabia’nın sözleridir.
    Utbe, Rasulullah’a şöyle demiştir:
    “Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmine büyük bir işle geldin. Onunla kavmimizin birliğini dağıttın, onların akıllarını akılsızlıkla itham ettin, ilahlarını ve bağlı oldukları dinlerini küçülttün ve onların ölmüş olan atalarını tekfir ettin.” (Siyeri İbn-i Hişam)
    Bu rivayet de Rasulullah’ın kendilerine İslami tebliğ ulaşmayan Kureyş'in atalarını tekfir ettiğini açıkça gösteriyor.


    Onuncu Delil
    Daha İslamı tebliğin başında iken Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir’le karşılaşınca, Ebu Bekir (r.a) O’na şöyle dedi:
    “Ey Muhammed, kureyşin senin hakkında bizim ilahlarımızı kabul etmiyor kahinlerimizi ve akıllarımızı da kıt görüyor, atalarımızı ve babalarımızı tekfir ediyor diye söylediği doğrumudur.”
    Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
    “Evet ben Allah’ın elçisiyim. Allah’ın risaletini insanlara tebliğ etmek ve sizi yalnız Allah’a ibadet etmeye çağırmak için gönderildim. “Ey Ebu Bekir seni bir olan, ortağı olmayan Allah’a iman edip ibadet etmeye Allah’tan başkalarına ibadet etmemeye, onları reddetmeye, Allah’ın itaat edilmesini yasakladığı kimselere itaat etmemeye onları dost edinmemeye davet ediyorum.” (Siyeri İbni Hişam)
    Burada üzerinde önemle durulması gereken bir nokta vardır. Eğer bir kavme bir Rasul gönderilmişse bu Rasul insanları öncelikle tevhide çağırıp şirkten sakındırmıştır. Fakat Allah’ın hidayet verdiği dışında kalan kimseler Rasulün getirdiği hak dini tahrif edip İslamdan sapmış iseler Rasulün getirdiği Kitab ve şeriat üzerinden sorumlu tutulurlar. Kendilerine bir uyarıcı geldiği için, amellerinde Allah’a şirk koşar, Rasulün getirdiği hak dinden uzaklaşırlarsa kafir ve müşrik olurlar hiçbir mazeretleri kalmaz. Hayatlarını kendilerine gönderilen kitaba göre düzenlemedikleri müddetçe, bu kimselerin hükmü kafir ve müşriktir.
    Zaten Allah (c.c) kendilerine Rasul ve Kitab göndererek kafirlikten ve müşriklikten kurtulmalarını, insanların müslüman olup Allah’ın dinine girmelerini istiyor. Allah (c.c) dinine girinciye kadar insanların genel hükmü kafir ve müşriktir.
    Şayet cehalet mazeret olsa idi, Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir (r.a)’e siz cahil kimselersiniz size İslam ulaşmadığı için veya benden öncekilerin getirdiği şeriattan sorumlu tutulmadığınız için sizler Allah katında günahsız mazeretli kimselersiniz, eğer size İslam anlatılır da siz de kabul etmezseniz işte o zaman kafir olursunuz derdi. Oysa ki Rasulullah (s.a.s) böyle birşey söylememiş bilakis Ebu Bekir’in atalarını, babalarını ve kendisini, Allah’ın kendisine bildirmiş olduğu risaleti, henüz tebliğ etmeden bu kimseleri üzerinde bulundukları şirkten dolayı, akıllarını kıt görüp atalarını, babalarını ve Ebu Bekir’i tekfir etmiştir.
    Bu hadiste Rasulullah'ın Kureyş'in ölmüş babalarını Allah’a şirk koştukları için, tekfir ettiğine şahit oluyoruz. Halbuki Kureyş'in babalarına herhangi bir rasul gönderilmemişti ve onlara İslami tebliğ ulaşmamıştı.
    Küfür olan dinlerini terk edip Allah’ın dinine girinceye kadar Ebu Bekir (ra) için durum bu olursa, günde bir değil bin defa Allah’a eş ve ortak koşan kimselerin durumu tabiki daha da kötüdür. Ebu Bekir (r.a)’ın babaları ve ataları Allah (c.c)’a inanmakla birlikte Allah’a ibadetlerinde eş koşan kimselerdi. İşte Rasulullah (s.a.s) böyle bir kavmin mazeretli olmadığını bizlere bildirmektedir.
    Bu konuya benzer diğer bir delil ise Rasulullah ile Kureyş arasında uzlaşma yapmak için Rasulullah'a gelmiş olan Utbe b. Rabia’nın sözleridir.
    Utbe, Rasulullah’a şöyle demiştir:
    “Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmine büyük bir işle geldin. Onunla kavmimizin birliğini dağıttın, onların akıllarını akılsızlıkla itham ettin, ilahlarını ve bağlı oldukları dinlerini küçülttün ve onların ölmüş olan atalarını tekfir ettin.” (Siyeri İbn-i Hişam)
    Bu rivayet de Rasulullah’ın kendilerine İslami tebliğ ulaşmayan Kureyş'in atalarını tekfir ettiğini açıkça gösteriyor.


    Onbirinci Delil
    Müseyyep b, Hazn (ra) şöyle rivayet etmiştir:
    “Ebu Talip ölüm döşeğinde iken Rasulullah:
    Ey amca “La İlahe İllallah” de kıyamet gününde kendisiyle sana şehadet ve şefaat edebileceğim bu kelimeyi söyle” buyurdu. Ebu Talibin son sözü, ben Abdulmuttalibin dini üzereyim demek oldu. Rasulullah (s.a.s) Allah’ın kendisini men edinceye kadar, Allah’tan Ebu Talip hakkında mağfiret dileyeceğini söyledi. Bu konu üzerine Tevbe 113 ayeti kerimesi nazil oldu.” (Buhari-Müslim)
    Demek ki, Rasulullah'ın dedesi Abdulmuttalib'e tebliğ ulaşmamış olmasına rağmen Abdulmuttalib kafir idi. Çünkü onun dini üzere ölen Ebu Talib kafir olarak ölmüştür.
    - Bunun gibi Ebu Talib'in ölümünden sonra yeğeni Muhammed (s.a.s)'i himayesine alan Ebu Leheb ile Rasulullah arasında geçen konuşma da buna açık bir delildir. Kureyşliler Ebu Leheb'i himayeden vazgeçirebilmek için, ona:
    “Git, Muhammed'e dedesinin nerede olduğunu sor.” dediler. Ebu Leheb, Rasulullah (s.a.s)'e gelip sorduğunda Rasulullah (s.a.s.):
    “Abdulmuttalib ve onun gibi olanlar cehenneme girerler.” buyurdu. (İbn-i Cevzi)
    Bu hadis Rasulullah'ın Abdulmuttalib ve onun durumunda olan, kendilerine tebliğ ulaşmamış dahi olsa Allah'a şirk koşan kişileri tekfir ettiğini açıkça göstermektedir.
    Abdulmuttalib’e Rasulullah’ın risaleti ulaşmamıştı. Eğer cehaleti özür sayanların anladığı manada hüccet ulaşmayan kimseler tekfir edilmemiş olsaydı, hem Ebu Talib’in hemde Abdulmuttalibin kurtulmuş olmaları gerekirdi. Oysa Abdulmuttalib’e Rasulullah’ın risaleti ulaşmamıştır. Bundan dolayıda cehaleti özür sayanların Abdulmuttalibi tekfir etmemeleri gerekir.


    Onikinci Delil
    Buhari’nin sahihinde, Ebu Hureyre’den naklettiği bir rivayette Peygamber (s.a.v)’in şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
    “Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, İzin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim bana izin verdi.” (Buhari. Edep. Müslim, Ebû Dâvud, Cenâiz 77; İbn Mâce, Cenâiz 49)
    Şurası bilinen bir gerçektir ki Tevbe: 84 ayetinde de belirtildiği gibi ölüler için mağfiret dilenmesi sadece müslüman olmayan ölüler için caiz değildir. Rasulullah'ın annesine tebliğ ulaşmadığı halde Allah (c.c), Rasulullah’ın onun için dua etmesini niçin yasaklıyor? Demek ki, tebliğ ulaşmamış olsa dahi şirk üzere yaşayan kimselere müslüman denilemez ve onlara müslüman muamelesi yapılamaz.
    Cehaleti özür sayanlar Rasulullah’ın annesine hüccet ulaşmadığından dolayı özürlü sayıp müslüman demeleri gerekirken, müslüman olarak görmemektedirler. Eğer onların anlayışına göre hüccet ulaşmayan kimseler özürlü sayılıyor ise Rasulullah (s.a.s)’ın annesine tebliğ ulaşmadığından dolayı tekfir etmemeleri gerekir. Buda onların tam bir tezat içinde olduklarını gösteriyor.
    Enes’ten nakledilen sahih bir rivayette de şöyle anlatılmaktadır: “Birisi:
    “Ya Rasulullah babam nerededir?” diye sordu. Rasulullah (s.a.s): “Cehennemdedir.” buyurdu. Adam arkasını dönüp gidecekken Rasulullah (s.a.s) onu çağırdı ve: “Benimde senin de baban cehennemdedir.” buyurdu.(Müslim, İman: 347)

    Onüçüncü Delil
    İmran b. Hüseyin (r.a)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
    “Rasulullah (s.a.s) eline bakırdan bir halka takmış bir müslümanı görünce ona: “Bu nedir?” dedi. Adam:
    “Bu kötülüklerden koruyan birşeydir.” dedi. Rasulullah:
    “Hemen onu çıkart. Bu seni daha kötü yapar. Eğer bu üzerinde olduğu halde ölseydin asla felaha erişmezdin.” (Ahmed ve Hakim sahih senetle rivayet ettiler.)
    Muhammed b. Abdulvehhab bu hadisi zikrettikten sonra şöyle dedi:
    “Bu gösteriyor ki şirk hem büyük hem küçük olabilir ve onda cehalet mazeret değildir.” (Fethu’l Mecid s: 117)
    Hadise göre küçük şirk işlediğinde adamın cehaleti mazeret kabul edilmedi. Acaba büyük şirk işleme konusunda cehalet nasıl mazeret olabilir?
    Gerçekten cehalet özür olsa idi Rasulullah o kimseye bu üzerinde öyseydin asla felaha erişemezdin demezdi. Bir sahabi için durum bu olursa kendilerine kitab ve sünnet ulaştığı halde hayatlarını bu kaynaklara göre düzenlemeyen insanların cehaleti nasıl mazeret olabilir.
    Huzeyfe (r.a.) bir adamın kolunda hastalıktan korunmak için takılan bir ip görünce onu hemen koparıp attı ve şu ayeti kerimeyi okudu “Onların çoğu orta koşmadan Allaha iman etmezler.” (Yusuf: 106 Ebu Hatim. sahih senetle)

    Ondördüncü Delil
    Rasulullah (s.a.s) şöyle demiştir:
    “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. (Bir başka rivayette ise; İslam milleti üzere doğar.) Daha sonra anne ve babası onu yahudileştirir, hristiyanlaştırır veya mecusileştirir.” (Buhari, Müslim)
    Biz kesin olarak biliyoruz ki; yahudi, hrıstiyan ve mecusi halklarının küfürlerinin sebebi, cehalet ve taklittir. Buna rağmen onlar yine de mazeretli görülmemiş ve onlara kafir hükmü verilmiştir. Eğer böyle yapılmazsa onlara müslüman ve muvahhid hükmü verilmiş olunur. Bu ise doğru bir hüküm değildir.
    Fıtrat; yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mizaç gibi manalara da gelir.
    Terim olarak fıtrat: “Allah Teâlâ’nın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır” (İbn Manzur, Lisânü’l-Arab)
    Ademoğlunun İslam fıtratı üzerine yaratılması demek; doğduğu andan itibaren gerçekten İslam’a inanan kişiler olarak yaratılması demek değildir. Çünkü Allah, annemizin karnından hiç birşey bilmez halde doğduğumuzu bildirmiştir. Fakat İslam fıtratından kasıt; kalbin şirk ve küfürden uzak olması, hakkı kabul etmeye ve hakkı, yani İslam’ı istemeye meyilli yaratılması demektir. Öyle ki, eğer onu değiştiren hiç bir etken olmasaydı, mutlaka müslüman olurdu. İşte! Bu pratik ilmi kuvvetin, onu engelleyen bir şey olmadıkça insanı İslam’a sevketmesi gerekir. Bu da Allah’ın fıtratıdır ki, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.

    Onbeşinci Delil
    Rasulullah (s.a.v) şöyle demiştir:
    “Allah (c.c), kudsi bir hadiste şöyle buyuruyor:
    “Ben, kullarımı hanifler (şirkten uzak kimseler) olarak yarattım. (Sonra) Şeytan onları değiştirdi. Onlara helal kıldığım şeyleri haram kıldı ve hakkında hiçbir delil indirmediğim halde bana şirk koşmalarını emretti.” (Müslim)
    Bu hadis gösteriyor ki, ister cahil olsun ister alim olsun, ister inad etsin ister inad etmesin, ister taklid etsin ister düşünsün, isterse de araştırsın kim tevhidden çıkıp şirk işlerse Allah’ın hak dininden çıkar şirk ve küfür dinine girer.

    Onaltıncı Delil
    Tarık b. Şihab (r.a)’dan Rasulullah (s.a.v)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
    “Bir sinek yüzünden adamın biri cennete diğeri de cehenneme girdi.” Sahabeler:
    “Bu nasıl oldu ey Allah’ın rasulü!” dediler. Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:
    “İkisi birlikte bir şehre uğradılar. Bu şehir halkının oradan her geçenin mutlaka kurban takdim etmesi gereken bir putları vardı. Birine: “Bir kurban takdim et” dediler. O da: “Takdim edecek hiçbir şeyim yok ki!” dedi. Onlar da: “Hiç değilse bir sinek takdim et.” dediler. O da bir sinek takdim etti. Yolunu açtılar, serbest bıraktılar. Allah (c.c.) o kişiyi bu amelinden dolayı cehenneme soktu. Diğerine:
    “Sen de takdim et.” dediler. O da: “Allah’tan başka hiçbir şeye bir sinek dahi takdim etmem.” dedi. Boynunu vurdular. Ve o adam bu yüzden cennete girdi.” (Ahmed)
    Fethu’l Mecid kitabının sahibi bu hadisi zikrettikten sonra şöyle demiştir:
    “Bu hadiste şirke düşmekten şiddetle kaçındırma vardır. Çünkü insan bilmeden kendisini cehenneme sokacak şirke girebilir.” (Fethu’l Mecid s: 149)
    Fethu’l Mecid kitabının sahibi aynı sayfada şöyle demiştir:
    “Kurban olarak sinek takdim eden kişi kurban takdim etmeden önce müslüman idi. Yani yaptığı bu fiille kafir oldu. Çünkü müslüman olmasaydı Rasulullah (s.a.s) onun hakkında: “Bir sinek yüzünden cehenneme girdi” demezdi.”



    Onyedinci Delil
    İmam EsSan’ani zamanımız müşrikleri hakkında şöyle demiştir:
    “Mezarlar ve veliler hakkında aşırı düşünenler, puta ibadet edenler gibi müşrik olurlar mı? diye sorarsan sana şöyle cevap veririm: “Evet onlar gibi müşrik olurlar. Çünkü onların yaptıkları gibi yaptılar. Hatta inanma, boyun eğme, köle olma bakımından daha da ileriye gittiler. Onun için onlarla puta ibadet edenler arasında bir fark yoktur.
    Eğer bu mezarlara ibadet edenler: “Biz Allah’a hiçbir şeyi eş koşmuyoruz. Hiçbir şeyi O’na denk tutmuyoruz. Velilere inanmak, onlara sığınmak şirk değildir” diyorlar” dersen sana şöyle cevap veririm: “Evet. “Bunlar kalblerinde bulunmayan şeyleri dilleriyle söylerler. Onların böyle söylemelerinin sebebi şirkin manasını bilmemelerindendir. Veliler konusunda aşırı gitmeleri, onlar için kurban kesmeleri şirktir.
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
    “Rabbin için namaz kıl, kurban kes!” (Kevser: 3) Yani; Allah’tan başkasına kurban kesme, demektir.
    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
    “Muhakkak ki mescidler Allah’ındır. Öyleyse Allah’la beraber bir başkasını çağırmayın.” (Cin: 18)
    Daha önce anlattıklarımızdan Rasulullah (s.a.s)’ın riyayı şirk olarak isimlendirdiğini öğrendin. Mezarlara ve velilere karşı yaptıkları şeyler bundan daha kötüdür. Velilere karşı yaptıkları amel ile müşriklerin putlarına karşı yaptıklarından dolayı müşrik sıfatını hakettikleri amel aynıdır. “Biz Allah’a eş koşmuyoruz” sözleri onlara fayda vermez. Çünkü yaptıkları amel sözlerini yalanlamıştır.
    Eğer “onlar yaptıklarından dolayı şirke gireceklerini bilmiyorlardı.” dersen sana şöyle derim:
    “Fıkıh alimleri fıkıh kitaplarında Riddet babında apaçık bir şekilde şöyle diyorlar:
    “Manasını kastetmezse bile küfür kelimesini söyleyen kimse küfre girer. Kendilerinin yaptıkları amelden dolayı şirke gireceklerini bilmemeleri İslam’ın hakikatini, tevhidin mahiyetini bilmediklerini gösterir. İşte bundan dolayı İslam’a hiç girmemiş kafirlerden olmuşlardır.
    Eğer “bunlar müşrik olmuşlarsa onlarla cihad etmek vacip olmuştur. Ve Rasulullah (s.a.s)’ın müşriklere karşı takındığı tavrı takınmak gerekir.” dersen sana şöyle cevap veririm:
    “Alimler bu hükmü vermişler ve şöyle demişlerdir: “Savaş açmadan önce onları tevhide çağırmak gerekir” (Tathiru’l İtikad An Edran el-İlhad s: 22)
    İbni Kudame şöyle demiştir:
    “El-Cahiz, İslam milletine muhalefet eden kişi eğer araştırdıktan sonra hakka ulaşamazsa mazeretli olduğunu, suçlu olmadığını iddia etti. Bu görüş apaçık bir şekilde batıldır. Allah’ı inkar etmek ve Rasulullah’ın söylediğini reddetmektir. Çünkü kesin bir şekilde biliyoruz ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yahudi ve hrıstiyanların müslüman olmalarını ve ona tabi olmalarını emretti. İslam’a tabi olmayıp kendi dinleri üzerinde olmakta ısrar ettikleri için onları kötüledi. Biz hiç kimseyi ayırdetmeden onlara karşı savaş açıyor ve onlardan büluğa erenleri öldürüyoruz. Halbuki biliyoruz ki onlardan hakkı bilip inat eden kişiler çok azdır. Onların çoğu, kendisine bağlandıkları dinlerine babalarını taklit etmek suretiyle tabi oldular. Ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mucizesini bilmiyorlardı.”
    Sonra bununla ilgili ayetleri zikretmeye başladı. (Ravdatu’n Nazır İctihad babı)
    Şevkani şöyle demiştir:
    “Allah’ı ve rasulünü bilmeyi engelleyen hatalar olmuş ise, yani; yaratıcının bilinmesi, tevhid ve adalet konuları gibi konularda hatalar olmuşsa” bu konuda hak birdir. Kim ona isabet ederse hakka isabet etmiştir. Kim bu konuda hata yaparsa işte o kimse kafir olur.” (İrşadu’l Fuhul İctihad babı)
    Şeyh Abdullatif b. Abdurrahman, İbni Teymiye’nin sözlerini şöyle açıklamıştır:
    “İbni Teymiye tevhidi ve imanı bozan, Rasulullah (s.a.s)’ın risaletine zıt olan amelleri işleyen kişinin kafir olduğunu, tevbeye çağırdıktan sonra tevbe etmezse öldürüleceğini, bu konuda cehaletinin mazeret olmadığını kitaplarında değişik yerlerde beyan etmiştir.” (Minhac’Et-Tesis s: 101, Ed-Dürerü’s-Seniye c: 10 s: 432-433)
    Şeyh Abdurrahman b. Hasan ale’ş-Şeyh şöyle demiştir:
    “Alimler (Allah onlara rahmet etsin) doğru yolda yürüyerek mürtedin hükmünü belirtmişlerdir. Mürtedin hükmünü belirtirlerken onlardan hiçbirisi:
    “Bir kimse şehadeti bozan küfür bir sözü veya küfür bir ameli cehaleti sebebiyle işlese kafir olmaz” diye söylememiştir.
    Allah-u teala Kur’an’ı kerim’de müşriklerin bazılarının cahil ve taklitçi olduğunu, buna rağmen azaba uğradıklarını ve cehaletleri sebebiyle mazeretli sayılmayıp azabtan kurtulmadıklarını haber vermiştir.
    Allah-u teala şöyle buyuruyor:
    “İnsanlardan kimi, Allah hakkında bilgisi olmaksızın tartışır durur ve her azgın şeytana tabi olur. Muhakkak ona (şeytana) dost olanı, (şeytanın) saptıracağı ve alevli bir azaba ulaştıracağı yazılmıştır.” (Hac: 3-4) (Ed-Dürerü’s-Seniyye c: 11 s: 478–479)​
 
Ahlu Tawheed Çevrimdışı

Ahlu Tawheed

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Fatih can kardeş cehalet tartışması için farklı konuyu aç, şu an sayfayı kaplama. Burada Allah'ın dininin şart koşmadığı şeyleri şart koşmak konusunda konuşuyoruz.

 
F Çevrimdışı

fatih can

Üye
İslam-TR Üyesi
burayı özellikle oku kesin delil olmayan şüpheleri ortaya atmayın bunu ancak mürcieler yapar..
Onuncu Delil
Daha İslamı tebliğin başında iken Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir’le karşılaşınca, Ebu Bekir (r.a) O’na şöyle dedi:
“Ey Muhammed, kureyşin senin hakkında bizim ilahlarımızı kabul etmiyor kahinlerimizi ve akıllarımızı da kıt görüyor, atalarımızı ve babalarımızı tekfir ediyor diye söylediği doğrumudur.”
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
“Evet ben Allah’ın elçisiyim. Allah’ın risaletini insanlara tebliğ etmek ve sizi yalnız Allah’a ibadet etmeye çağırmak için gönderildim. “Ey Ebu Bekir seni bir olan, ortağı olmayan Allah’a iman edip ibadet etmeye Allah’tan başkalarına ibadet etmemeye, onları reddetmeye, Allah’ın itaat edilmesini yasakladığı kimselere itaat etmemeye onları dost edinmemeye davet ediyorum.” (Siyeri İbni Hişam)
Burada üzerinde önemle durulması gereken bir nokta vardır. Eğer bir kavme bir Rasul gönderilmişse bu Rasul insanları öncelikle tevhide çağırıp şirkten sakındırmıştır. Fakat Allah’ın hidayet verdiği dışında kalan kimseler Rasulün getirdiği hak dini tahrif edip İslamdan sapmış iseler Rasulün getirdiği Kitab ve şeriat üzerinden sorumlu tutulurlar. Kendilerine bir uyarıcı geldiği için, amellerinde Allah’a şirk koşar, Rasulün getirdiği hak dinden uzaklaşırlarsa kafir ve müşrik olurlar hiçbir mazeretleri kalmaz. Hayatlarını kendilerine gönderilen kitaba göre düzenlemedikleri müddetçe, bu kimselerin hükmü kafir ve müşriktir.
Zaten Allah (c.c) kendilerine Rasul ve Kitab göndererek kafirlikten ve müşriklikten kurtulmalarını, insanların müslüman olup Allah’ın dinine girmelerini istiyor. Allah (c.c) dinine girinciye kadar insanların genel hükmü kafir ve müşriktir.
Şayet cehalet mazeret olsa idi, Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir (r.a)’e siz cahil kimselersiniz size İslam ulaşmadığı için veya benden öncekilerin getirdiği şeriattan sorumlu tutulmadığınız için sizler Allah katında günahsız mazeretli kimselersiniz, eğer size İslam anlatılır da siz de kabul etmezseniz işte o zaman kafir olursunuz derdi. Oysa ki Rasulullah (s.a.s) böyle birşey söylememiş bilakis Ebu Bekir’in atalarını, babalarını ve kendisini, Allah’ın kendisine bildirmiş olduğu risaleti, henüz tebliğ etmeden bu kimseleri üzerinde bulundukları şirkten dolayı, akıllarını kıt görüp atalarını, babalarını ve Ebu Bekir’i tekfir etmiştir.
Bu hadiste Rasulullah'ın Kureyş'in ölmüş babalarını Allah’a şirk koştukları için, tekfir ettiğine şahit oluyoruz. Halbuki Kureyş'in babalarına herhangi bir rasul gönderilmemişti ve onlara İslami tebliğ ulaşmamıştı.
Küfür olan dinlerini terk edip Allah’ın dinine girinceye kadar Ebu Bekir (ra) için durum bu olursa, günde bir değil bin defa Allah’a eş ve ortak koşan kimselerin durumu tabiki daha da kötüdür. Ebu Bekir (r.a)’ın babaları ve ataları Allah (c.c)’a inanmakla birlikte Allah’a ibadetlerinde eş koşan kimselerdi. İşte Rasulullah (s.a.s) böyle bir kavmin mazeretli olmadığını bizlere bildirmektedir.
Bu konuya benzer diğer bir delil ise Rasulullah ile Kureyş arasında uzlaşma yapmak için Rasulullah'a gelmiş olan Utbe b. Rabia’nın sözleridir.
Utbe, Rasulullah’a şöyle demiştir:
“Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmine büyük bir işle geldin. Onunla kavmimizin birliğini dağıttın, onların akıllarını akılsızlıkla itham ettin, ilahlarını ve bağlı oldukları dinlerini küçülttün ve onların ölmüş olan atalarını tekfir ettin.” (Siyeri İbn-i Hişam)
Bu rivayet de Rasulullah’ın kendilerine İslami tebliğ ulaşmayan Kureyş'in atalarını tekfir ettiğini açıkça gösteriyor.
 
ENSAR Çevrimdışı

ENSAR

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hemen getiriyorum kardeş:

"Allah'a, resulune, ulu emre itaat edin. Eğer aranızda ihtilafa düşerseniz, onu ALLAH VE RESULUNE GÖTÜRÜN." Nisa59

İtaate ulul emr de dahildir: lakin şerri meselelerde tek merci Kuran sünnettir. Kuran sünneti bilmek, kişinin ebediyetini kurtarır.
itaate ulul emr de dahildir diyorsun ,ulul emr i, alimler diye tefsir edenleri ne yapacaksın,ha sana alimlerden delil getirmiyeyim demi?
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt