15 Mayıs 2009#10
cendelIslam-TR Üyesi
Kayıt:
11 Kasım 2008
Mesajlar:
408
Dua Alan Mesajları:
64
Rasuller Gönderilmeden ve Hücceti İkame Etmeden
(hakkı ve delilleri açıklamadan) Önce de Şirk Koşanlara Müşrik Sıfatı Verildiğine Dair Deliller.
Birinci Delil
Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
“Kitap ehlinden ve müşriklerden inkar edenler kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar küfürlerinden ayrılacak değillerdi. (İşte o delil) Allah’tan gönderilmiş bir elçidir ki tertemiz sahifeleri okumaktadır.” (Beyyine: 1-2)
Rasuller gönderilmeden ve hücceti ikame etmeden (hakkı ve delilleri açıklamadan) önce de şirk koşanlara cahil olmalarına rağmen müşrik sıfatı verildiğini söylemiştik. Kur’an’ı Kerim’de buna dair bir çok delil vardır.
İşte bu ayeti kerime, Rasulullah’ın gönderilip Kur’an’ı insanlara açıklamasından önce, insanların küfür ve şirkle vasıflandırıldığını açık bir şekilde ispat etmektedir.
Ayette geçen “munfekkiin” kelimesini Kurtubi şöyle açıklamıştır:
“Yani küfürlerini bırakacak değillerdir.” (Kurtubi Tefsiri)
İbni Kesir şöyle dedi:
“Mücahid dedi ki: “Munfekkiine” yani hak kendilerine açıklanıncaya kadar küfürlerini bırakacak değillerdir.” Katade de böyle demiştir. Onlara “beyyine” yani Kur’an gelinceye kadar küfürlerini bırakacak değillerdir.” (İbn Kesir Tefsiri)
İbni Teymiye dedi ki:
“Ebi’l Ferec el-Cevzi şöyle demiştir:
“Kitap ehlinden... inkar edenler...” Bunlar, yahudi ve hristiyanlardır.
“müşrikler...” ise; putlara ibadet edenlerdir. “Münfekkiin” yani bırakanlar, ayrılanlar demektir. Ayetin manası ise şöyledir: “Onlara apaçık bir delil gelinceye kadar küfürlerini ve şirklerini bırakacak değillerdir.”
Burada; “Te’tiyehum” lafzı müstakbel kalıbındadır. Fakat mana olarak geçmişi ifade eder. “Beyyine” ise rasuldur. O rasul ise Muhammed (s.a.s)’dir ve onlara sapıklıklarını ve cehaletlerini açıklamıştır.
İmam Begavi’nin tefsirinde de böyle geçmektedir.
İmam Begavi şöyle dedi:
“Apaçık bir delil gelinceye kadar küfürlerinden ve şirklerinden ayrılacak değillerdi.” sözü gelecek kalıbındadır, manası ise geçmişi ifade etmektedir. Yani; ta ki onlara beyyine (apaçık deliller) gelinceye kadar... Beyyine yani “apaçık bir delil”; Muhammed (s.a.s)’dir. Onlara Kur’an’la gelmiş ve içinde bulundukları sapıklığı ve cehaleti açıklayıp onları imana davet etmiştir. Böylece Allah (c.c), rasulü vasıtasıyla onları cehalet ve sapıklıktan kurtarmıştır.” (Mecmuat’ul Fetavi c: 16, s: 483-486)
Şevkani şöyle demiştir:
“Vahidi dedi ki: “Ayetin manası; Muhammed (a.s) Kuran’la gelerek, içinde bulundukları sapıklık ve cehaleti açıklayıp onları imana davet edinceye kadar kafir ve müşriklerin küfürlerini ve şirklerini bırakmayacaklarını Allah (c.c)’nun haber vermesidir.
Bu; Allah (c.c)’nun, rasulü vasıtasıyla kafir ve müşrikleri, içinde bulundukları cehalet ve sapıklıktan kurtarma nimetinin açıklanmasıdır.” (Fethulkadir Tefsiri)
İkinci Delil
Allah (c.c) insanların çoğunun cahil ve bilgisiz olduklarını, bilgisizlikleri yüzünden de şirke düştüklerini ve bunun kendileri için mazeret olmadığını bildirmiştir. Eğer cehalet mazeret olsa idi Kur’anı Kerimde bilgisiz olduğu halde Allah’a şirk koşan kimselerden mazeretli kimseler diye bahsedilirdi.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
“Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona eman ver. Sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu, onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.” (Tevbe: 6)
Allah (c.c) bu ayette müşriklerden bahsederken onların bilgisiz kimseler olduğunu fakat bilgisiz olmalarının müşrik olmalarına engel olmadığını bildirmiştir. Bu ayetin tefsiri ilerleyen bölümde genişçe açıklanmıştır.
Bu muhkem olan ayet; Şeriatlerin unutulduğu, hakka giden yolların karanlıklar içinde kaldığı bir dönemde bile, şiddetli cehalete rağmen şirk koşanlaramüşrik hükmü verildiğini ispat etmektedir. Bu ayete baktığımızda, söz konusu şahısta aynı anda iki sıfat bulunduğunu görüyoruz. Bunlar ise; şirk ve Rasulullah’ın risaletini bilmemektir. Görülüyor ki Rasulullah’ın risaletini bilmemek, şirk işleyen kişiye “müşrik” sıfatının verilmesine engel olmamıştır.
İmam Begavi dedi ki:
“Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar...” İslam’ı kabul ettiklerinde Allah katında nasıl mükafatlar kazanacaklarını, İslam’ı kabul etmediklerinde de Allah katında onları nasıl bir azabın beklediğini öğreninceye kadar...
“İşte bu, onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.”
Yani; onlar Allah’ın dinini ve tevhidini bilmezler. Bundan dolayı Allah’ın kelamını dinlemeye muhtaçtırlar.
Hasan dedi ki:
“Bu ayet kıyamet kopuncaya kadar muhkemdir.” (Begavi Tefsiri)
İmam Taberi dedi ki:
“Allah (c.c) ayeti kerimede nebisine şöyle buyuruyor: “Ey Muhammed! Haram aylar geçtikten sonra sana öldürülmelerini emrettiğim müşriklerden biri Allah’ın kelamı olan, Allah’ın sana indirdiği Kur’anı dinlemek için senden eman isterse “fe’ecirhu” yani; Allah’ın kelamını dinleyinceye ve sen ona Kur’an’ı okuyuncaya kadar ona eman ver. Sonra onu, güvenlik içinde olacağı bir yere ulaştır.
“Bu onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.” Yani onlara istedikleri emanı vermen, Kur’an’ı dinlemeleri içindir. Onlar İslam’ı kabul etmedikleri taktirde onları güvenlik içinde olacakları bir yere ulaştırman da; onların cahil bir topluluk olmalarından ve Allah katından gelen delillere iman ettiklerinde Allah katında ne mükafatlar bulacaklarını, Allah’a imanı terk ettiklerinde ne kadar sorumluluk ve günah altında kalacaklarını bilmemelerinden dolayıdır.” (Taberi Tefsiri)
Allah (c.c) Tevbe suresi 6. ayette buyuruyor ki: Müşriklerden yani Allah’a şirk koşanlardan biri sana geldiğinde, onlar eğer islamı tanımak için kendilerine bir fırsatın verilmesini talep ederlerse, müslümanlar himaye edeceklerine dair onlara teminat vermeli ve gelip ziyaret ederek kendilerinin gözlenmesine müsade etmelidirler. Daha sonra onları tanımak için onlara islamı tebliğ etmeli, Allah’a şirk koşmamalarını, yalnız Allah’a ibadet etmelerini onlara anlatmalıdırlar. Bundan sonra şayet islamı kabul etmeye yanaşmazlarsa kendilerine eman verdiğiniz için onları kendi yurtlarına güvenle iletmelidirler.. Ayette: Zaten onlar bilgisiz kimselerdir. Allah (c.c) ayetin başında bu kimselerden müşrikler diye bahsediyor. Sonunda ise bunların bilgisiz kimseler olduğunu haber veriyor. Yani bilgisiz olmalarının müşrik olmalarına engel olmadığını bildiriyor.
Eğer cehalet mazeret olsa idi Allah (c.c) onlardan mazeretli kimseler diye bahsederdi. Onlara tebliğ edilmeden müşriklikle itham edilmemesi gerektiğini bize bildirirdi. Oysa Allah (c.c) onların cehaletini mazeret olarak kabul etmiyor. Çünkü ayetin başında müşrikler diye bahsediyor. Dolayısıyla bilgisiz olmanın mazeret olmadığını bildiriyor. Şayet onlar Allah’a şirk koşmayan kimseler olsalardı Allah (c.c) onlardan müşrikler diye bahsetmezdi.
Üçüncü Delil
Allah (c.c) şöyle buyuruyor : “Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.” (Ali İmran: 103)
Bu ayeti kerime, Allah’ın nimeti sayesinde müslüman olan Evs ve Hazreç kabileleri hakkında nazil olmuştur. Bu iki kabile müslüman olmadan önce, 120 yıl birbirileri ile savaşmışlardır. Ancak İslam gelmiş, onun nimeti sayesinde kardeşler olarak hep birden İslam’a girmişleridir. Rasulullah’ın tebliğinden önce bu kimseler bizzat bir rasulün kendisi ile muhatap olmamışlar ve yine bu kimseler Maide Suresi’nin 19. ayetinde açık bir şekilde fetret ehli olarak isimlendirilmişlerdir. Rasulullah (s.a.v)’den önce kendilerinin bir rasul vasıtasıyla bizzat uyarılmamalarına ve yine fetret ehli kimseler olmalarına rağmen, bu kimseler ayette de belirtildiği üzere bir ateş çukurunun tam kıyı başında durmakta idiler. Elbette bir ateş çukuruna düşme tehlikeleri bizzat şirk ve küfür içinde olmaları sebebiyledir. Bakınız bu ayette geçen “…siz bir ateş çukurunun kenarında idiniz de…” ifadesi hakkında müfessirlerin yorumları şu şekildedir.
Alusi, İbn-i Abbas’tan şunu nakletmektedir:
“-Siz bir ateş çukurunun kenarında idiniz de…- Yani siz daha önce cehennemin tam kıyısında, bir çukurun yanı başında idiniz. Sizinle cehennem arasında ancak ölüm vardı.” (Alusi, Ruhu’l Meani, 4/20)
Kurtubi, El’Mehdevi’den bu noktada şu ifadeyi nakletmektedir:
“Bu ifade onların küfürden çıkıp imana girişlerini anlatan temsili bir ifadedir.” (Kurtubi, El’Camiu Li’Ahkam 4/319)
Kadı Beydavi şöyle demiştir:
“Küfrünüz sebebi ile cehennem ateşinin tam kenarında durmakta idiniz. Şayet bu hal üzere ölüm size ulaşsa idi ateşte olurdunuz.” (Kadı Beyzavi, Envar’ut Tenzil, 1/224)
İbn-i Cerir Et’Taberi şöyle demiştir:
“Allah sizi İslam ile nimetlendirmeden, ihtilaflarınızı kardeşliğe dönüştürmeden önce sizler küfrünüz sebebiyle cehennemin tam kıyısında idiniz. Sizinle bu ateş çukuru arasında tek engel ölümdür. Küfrünüz sebebiyle her an başınıza gelebilecek bir ölüm o çukura düşmenize ve orada ebedi kalmanıza sebep olacaktır.” (Taberi, Cami’ul Beyan, 4/36)
İbn-i Kesir şöyle demiştir:
“Onlar küfürleri sebebiyle cehannem ateşinin kenarında idiler. Ancak Allahü Teala onları iman etmeleri sebebiyle kurtardı.” (İbn- Kesir Tefsiri, 1/397)
Fahreddin Er’Razi şöyle demiştir:
“Şayet onlar küfürleri üzere ölmüş olsalardı, muhahkak ki cehenneme düşerlerdi. İşte böylece, kendisinden sonra ateşe düşmeleri beklenen o hayatları, çukurun tam kenarında oturmaya benzetilmektedir.” (F. Razi, Tefsiri Kebir, 6/519)
İmam Şafii şöyle demiştir:
“Allahü Teala Muhammed (s.a.v) sayesinde onları kurtarmadan önce de, ayrı ayrı iken de, bir arada olduklarında da onlar kafir idiler. Onları bir araya getiren en büyük şey Allah’ı inkar etmek ve Allah’ın izin vermediği şeyleri ortaya atmak idi. Allah onların dediklerinden münezzehtir. Ondan başka ilah yoktur. Her şeyin rabbi ve yaratıcısı odur. Bunlardan yaşayanlar Allah’ın vasfettiği hal üzere yaşıyorlardı. Amel ve sözleriyle Allah’ın gazabını üzerlerine çekiyorlar ve O’na isyanda ileri gidiyorlardı. Onlardan ölenler ise Allah’ın onların sözlerini ve amellerini vasıflandırdığı gibi O’nun azabına uğruyorlardı.” (İmam Şafii, Risale sy: 4-5)
Gerek ayetin metninden, gerek ayete dair müfessirlerden yaptığımız alıntılardan anlaşılan şudur ki; nebevi hüccet ikame edilmeden önce de insanlara şirk vasfı verilebilmektedir. Kişiler işledikleri şirk fiilleri sebebiyle müşrik olarak isimlendirilebilmektedir. Nebevi hüccetin ikame edilmemesi, şirk fiilleri işleyen kimselere müşrik vasfını vermemek için geçerli bir mazeret değildir. Dikkat edilirse müfessirlerin hemen hemen hepsi onların işledikleri fiiller sebebiyle kafir olduklarını açıkca belirtmişlerdir. İmam Şafi’nin yukarıda alıntıladığımız sözü bunu açıkca ortaya koymaktadır.
Dördüncü Delil
Allah (c.c) şöyle buyuruyor : “Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde: “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir rasul gönderseydin de, ayetlerine uysak ve mü’minlerden olsaydık!” diyecek olmasalardı (seni göndermezdik).” (Kasas: 47)
İmam Taberi şöyle demiştir:
“Allah (c.c) ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: “Ey Muhammed! Eğer seni kendilerine rasul olarak gönderdiğim o kimselere, seni onlara rasul olarak göndermeden önce Rablerini inkar etmeleri, aşırı günah kazanmaları ve isyanda ileri gitmeleri yüzünden ceza verseydik ya da azaba uğratsaydık:
“Rabbimiz! Bize gazab edip azabınla zelil etmeden önce bir rasul gönderseydin; şüphesiz biz de senin rasulüne indirdiğin delillerine yani kitabına uyar, senin uluhiyyetine iman edip emrettiğin ve yasakladığın şeylerde rasulünu tasdik edenlerden olurduk” diyecek olmasalardı, seni onlara rasul olarak göndermeden önce işledikleri şirkler yüzünden onları azaba uğratırdık. Fakat biz seni onlara rasul olarak gönderdik ki küfürlerine karşı onları uyarasın ve böylece rasullerden sonra insanların Allah’a karşı öne sürebilecekleri bir delili olmasın.” (Taberi Tefsiri)
İbni Kesir şöyle demiştir:
“Biz seni onlara rasul olarak gönderdik ki onlara hücceti ikame edesin. Böylece işledikleri küfürler sebebiyle başlarına bir azab geldiğinde kendilerine bir rasul ve uyarıcı gelmediğini bahane edemesinler.” (İbn Kesir Tefsiri)
İmam Begavi dedi ki:
“Eğer onlara isabet edecek olursa” yani; bir ceza veya kötülük “bizzat kendi elleriyle kazandıkları yüzünden” yani; İşledikleri küfür ve günahlar yüzünden “derlerdi ki: Rabbimiz! Ne olurdu bize bir rasul gönderseydin de senin ayetlerine tabi olup mü’minlerden olsaydık.”
Yani; eğer onlar kendilerine rasul gönderilmemesini mazeret olarak öne sürecek olmasalardı, onlara azab etmede acele ederdik.
Denildi ki: “Ayetin manası şudur: “Eğer onlar kendilerine rasul gönderilmemesini mazeret olarak öne sürecek olmasalardı onlara seni rasul olarak göndermezdik. Fakat biz seni onlara rasul olarak gönderdik ki rasullerden sonra insanların Allah’a karşı öne sürebilecekleri mazeretleri kalmasın.” (Begavi Tefsiri)
Bu ayeti kerime açıkça gösteriyor ki Muhammed (s.a.s) rasul olarak gönderilmeden önce de Allah’a şirk koşanlar müşrik sıfatıyla vasfedilmiştir. Fakat onların işledikleri şirk yüzünden azab görmeleri meselesine gelince; bunun içinonlara rasul gönderilip Kur’an’ı Kerim vasıtasıyla huccetin ikame edilmesine ihtiyaç vardır ki, ancak işte o zaman onların Allah’a karşı sunacak mazeretleri kalmaz. Bununla birlikte selef, kendilerine huccet ikame edilmeden önce de onların müşrik ve kafir olduklarında, müslüman olmadıklarında ittifak etmiştir. Fakat kendilerine huccet ikame edilinceye ve rasul gönderilinceye kadar işlemiş oldukları küfür ve şirk sebebiyle azaba uğratılıp uğratılmayacakları konusunda selef alimleri ihtilaf etmiştir.
Beşinci Delil
Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
“Bu; Rabbinin, halkı habersizken zulümlerinden dolayı ülkeleri helak edici olmamasındandır.” (Enam: 131)
İmam Kurtubi dedi ki:
“Yani; bizim onlara böyle davranmamızın sebebi şudur: Ben ülkeleri, işledikleri zulümlere karşılık helak edici değilim. Yani; kendilerine rasul ve uyarıcı gelmemesini bahane etmesinler diye, rasul gönderilmeden önce, işlemiş oldukları şirkler sebebiyle azaba uğratılmazlar.”
Yine denildi ki: “Onlardan şirk koşanların işledikleri şirkler yüzünden ülkeleri helak edici değilim. Bu, şu ayete benzer:
“Kimse başkasının günahını yüklenmez.”
Eğer Allah (c.c), rasul göndermeden önce de şirk ve küfürleri sebebiyle onları helak etseydi yine bunda haklı olur ve onlara zulmetmiş olmazdı.” (Kurtubi Tefsiri)
İmam Begavi dedi ki:
“Yani; bizim sana kıssalarını anlattığımız rasuller ve onları yalanlayanların başına gelen azab, Rabbinin ülkelere haksız yere zulümlerinden dolayı azab edici olmamasındandır (yani; onlar uyarıldılar ve azabı hakettiler). “Zulümlerinden” kasıt; işledikleri şirktir.
“Halkı habersizken” yani; onlara rasul gönderilip uyarılıncaya kadar uyarılmadılar.” (Begavi Tefsiri)
İmam Taberi dedi ki:
“Allah (c.c)’nun “zulümlerinden” sözünün iki manası olabilir:
Bunlardan Birincisi: Bu, ülkelerin halkı habersizken, şirk ve benzeri şeyleri sebebiyle Rabbinin haksız yere onları helak edici olmaması sebebiyledir. Yani; Allah (c.c) onlara, Allah’ın ayetlerini bildirip onları uyaran ve kıyamet gününde Allah’ın azabıyla korkutan bir rasul göndermeden önce azab etmede acele etmez. Onlar “bize müjdeleyici ve uyarıcı bir rasul gelmedi” demesinler diye, habersizken onlara azab etmez.
İkinci ise: “Bu, zulümlerinden dolayı halkı habersizken Rabbinin, ülkeleri helak edici olmadığındandır.” Yani; onları rasulü vasıtasıyla uyarıp, hatırlatmadan, ibretler ve ayetleri göstermeden önce helak edecek ve böylece onlara zulmedecek değildir. Allah (c.c) kullarına asla zulmetmez.” (Sonra meselenin birinci yönünün daha kuvvetli olduğunu söyleyerek açıklamalarına devam etti.) (Taberi Tefsiri)
Bu naslar ve selefin anlayışı da ispat ediyor ki; rasul gönderilmeden önce de cehalete rağmen şirk işleyene müşrik sıfatı verilir. Fakat azab, ancak rasul gönderildikten sonra söz konusu olur.
Altıncı Delil
Yeryüzünde ilk şirk, Nuh (a.s)’un kavminde ortaya çıkmıştır. Çok iyi bilindiği üzere Adem (a.s) zürriyetini halis tevhid üzere bırakmıştı. Daha sonra, ümmetin büyük alimi İbn Abbas (r.a)’ın hadisinde bildirildiği gibi, şirk yavaş yavaş şeytani metotlarla Nuh (a.s)’un kavmine girmeye başladı. Sonra da müşrik oldular. Bunun üzerine Allah (c.c), şefaat hadisinde geçtiği üzere Nuh (a.s)’u yeryüzü halkına ilk rasul olarak gönderdi.
Yine bilindiği üzere, Nuh (a.s) kavmiyle konuşup onları uyarırken onların müşrik olduklarını, müslüman olmadıklarını söylüyordu .
Acaba Nuh (a.s)’dan önce onlara hucceti ikame edip şirkin vasfını ve hükmünü bildiren bir rasul gelmiş midir? Bakınız Allah (c.c) aşağıdaki ayeti kerimesinde ne buyuruyor:
“İnsanlar tek bir ümmetti. Sonra Allah insanların aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda hüküm vermeleri için müjdeleyici ve uyarıcı rasuller gönderdi. Onlarla birlikte hak yolu gösteren kitapları da indirdi.” (Bakara: 213)
İbn Kesir şöyle dedi:
“İbn Cerir dedi ki: “İbn Abbas (r.a) şöyle dedi: “Nuh (a.s) ve Adem (a.s) arasında on asır vardır. Bu süre içinde bütün insanlar hak olan bir şeriat üzere idi. Sonra ihtilafa düştüler. Allah (c.c) da müjdeleyici ve uyarıcı nebiler gönderdi.”
İbn Kesir dedi ki:
“İnsanlar, putlara ibadet etmeye başlayıncaya kadar Adem (a.s)’ın milleti üzere idiler. Sonra Allah (c.c) yeryüzü halkına ilk rasul olarak Nuh (a.s)’ı gönderdi.” (İbn Kesir Tefsiri)
İbn Teymiye dedi ki:
“İnsanlar, Adem (a.s)’dan Nuh (a.s)’a kadar, tüm insanların babası olan, babaları Adem (a.s) gibi tevhid ve ihlas üzere idiler. Ta ki kendi kendilerine bidatler uydurarak şirk koşmaya başlayıp putlara ibadet edinceye kadar... Halbuki onların bu konuda hiç bir delilleri yoktu. Allah (c.c) böyle yapmaları için ne bir kitap indirmiş ne de bir rasul göndermişti. Şeytan bozuk kıyaslar yaptırarak onlara şüpheleri süslü gösterdi.
Bazıları putlarda, tılısımlarda, gökyüzündeki yıldızlarda, felek derecelerinde, yüce ruhlarda(!) bir takım güçler olduğunu iddia ediyorlardı. Onlardan bazıları ise kendilerini Allah’a daha çok yaklaştıracağı inancıyla daha önceki nebi ve salih kimselerin resimlerini edindi. Bazıları da cinlere ve şeytanlara ibadet etti. Toplumun kalan kısmı ise değişik inançlara sahipti. Halkın çoğunluğu ise haktan yüz çevirerek liderlerine uymuştu. Nihayet Allah (c.c) nebisi Nuh (a.s)’ı, insanları tek olan ve ortağı olmayan Allah’a ibadete davet etmesi ve O’ndan başkasına ibadet etmekten sakındırması için gönderdi. Çünkü onlar, Allah’tan başka şeyleri şefaatçi edinip onlara ibadet ediyor ve bu yaptıklarının kendilerini Allah’a yaklaştıracağına inanıyorlardı.” (Mecmuatu’t Tevhid c:28 s : 603-604)
Sahihi Buhari’de İbn Abbas (r.a)’dan rivayet edildiğine göre; Nuh (a.s)’ın kavminin putlara ibadet etme sabebi, salih kişiler hakkında aşırı gitmeleridir. Heykeller yapıp daha önce ölmüş salih kimselerin isimlerini onlara verdiler. Şeytan bu salih kimselerin heykellerini, onların daha önce oturdukları meclislere koyup onlara isimler vermelerini fısıldadı. Onlar da bunu yaptılar. (İlk başlangıçta bu putları salih kişileri hatırlamak için yapmışlardı ve) onlara ibadet etmiyorlardı. Fakat zamanla ilim unutuldu ve onlara ibadet etmeye başladılar.” (Fethulbari c: 8 s: 535)
Allah sana ve bize merhamet etsin. İbn Abbas’ın sözüne dikkatle bak! Onlar başlangıçta hiç bir puta ibadet etmiyorlardı. Tabii ki asıl önemli olan onlara ibadet etmektir. Fakat zamanla ilim zayıflamış ve cehalet yaygınlaşmıştır. Zaten müşrikler nerede olurlarsa olsunlar üzerinde bulundukları dinin kendilerini Allah’a yaklaştıracağına inanırlar. Zaten kul, boş ve geçersiz olduğuna inandığı bir şeyle nasıl Allah’a yaklaşmaya çalışabilir? Görülüyor ki şirkin kaynağı ve meydana geliş sebebi inançtır. Günahın kaynağı ve meydana geliş sebebi ise şehvetlerin insana galib gelmesidir. Zina eden, hırsızlık yapan, içki içen kimseler bunun çirkinliğini ve haramlığını bilirler. Fakat şehvetleri galeyana gelince onları bu haramları işlemeye sevkeder. Bunun tersine, Allah’tan başkasına kurban kesen, adak adayan, dua eden, yardımına çağıran kimseleri buna iten şey ise şehvetleri değil, inançlarıdır. İşte bu yüzdendir ki şirkin çirkinliğini, haramlığını ve şirk işleyenin ebedi olarak cehennemde kalıp bütün amellerinin boşa çıkacağını bilen hiçbir kul, bu amelin kendisini Allah’a yaklaştıracağını umarak şirk olan bir ameli asla işlemez.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Andolsun ki biz Nuh’u kavmine gönderdik. (Onlara) Dedi ki: “Ben sizin için apaçık uyarıcıyım. Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım.” (Hud: 25-26)
İbn Kesir dedi ki:
“Allah (c.c) bu ayeti kerimede Nuh (a.s)’ın kavminden haber veriyor. O, Allah (c.c)’nun yeryüzü halkına ve müşriklerle puta ibadet edenlere göndermiş olduğu ilk rasulüdür. O kavmine şöyle dedi: “Ben sizin için apaçık uyarıcıyım.” Yani; ben sizi Allah’ın azabına karşı uyaran apaçık bir uyarıcıyım.
Yine kavmine dedi ki: “Ben size gelecek olan acı bir günün azabından korkarım.” Yani; eğer bulunduğunuz halde kalmaya devam ederseniz Allah (c.c) size ahiret gününde acıklı, can yakıcı ve yürek parçalayıcı bir şekilde azap eder.”
İbn Abbas’ın, Nuh (a.s)’ın kavminde şirkin ortaya çıkmasına sebep olarak ilmin ortadan kalkmasını göstermesi onun ne kadar büyük bir alim olduğunu gösterir. İbn Abbas şöyle dedi:
“Başlangıçta onlar bu putlara ibadet etmiyorlardı. Fakat putların gerçek yapılış sebebini bilen kimselerin ölmesi ve ilmin ortadan kalkması sonucu putlara ibadet edilmeye başlandı. Bu insanlar başlangıçta tevhid üzere olan, muvahhid kimselerdi. Daha sonra cahillikleri sebebiyle, Allah katından hiçbir delilleri olmamasına rağmen kendilerini Allah’a daha çok yaklaştıracağını umarak bir takım batıl teviller sonucu şirke düşüp, müşrik oldular. İşte o zaman Allah (c.c), karşı gelen kişiye dünya ve ahiret azabını gerekli kılan hücceti ikame etmesi için müjdeleyici ve uyarıcı olarak Nuh (a.s)’ı gönderdi.” (İbn Kesir Tefsiri)
Nuh (a.s)’un kavmi hakkında söylenenler, iki rasul arasında geçen zaman diliminde yaşamış her kavim hakkında söylenilebilir. Çünkü rasuller, müşrik ve cahil olan toplumlara İslam’la gönderilmiştir. Toplumun çoğunluğu onları inkar eder, Allah’ın hidayete muvaffak kıldığı kimseler ise onlara inanır. Sonra da Allah (c.c) onlarla inkarcı kavimlerinin arasını ayırır. Risaleti inkar eden kafirlerin helak olmasından sonra ise muvahhidler Allah’ın dilediği bir zaman tevhid üzere kalırlar. İlmin unutulup cehaletin yayılmasıyla da yavaş yavaş şirke düşerler ve cahillikleri sebebiyle Allah’a, zatına yakışmayan şeyler isnad ederler, Allah (c.c) hakkında delilsiz konuşurlar. İşte o zaman Allah (c.c) onları karanlıklardan aydınlığa, şirkten tevhide, cehaletten ilme çıkarması için rasuller gönderir. Rasuller de onlara, risalet kendilerine ulaştıktan sonra hala şirk ve küfürlerinde devam edecek olurlarsa, dünya ve ahiret azabına uğrayacaklarını bildirirler.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
“İnsanların Allah’a karşı bir delili olmaması için cennetle müjdeleyici cehennemle korkutucu rasuller gönderdik. Allah Aziz’ dir, Hakim’dir.” (Nisa: 165)
Anlatılanlardan anlaşılıyor ki; şirk işleyenlere, risalet ulaşmadan önce de müşrik sıfatı verilmiştir. Fakat müşriklerin dünya ve ahirette azaba uğratılmaları ise ancak onlara risaletin ulaşmasından sonra söz konusu olur.
İbni Teymiye (r.a) şöyle dedi:
“Allah (c.c) Hud (a.s)’un, kavmine şöyle dediğini haber veriyor :
“Siz ancak iftiracılarsınız.” (Hud: 50)
Hud (a.s) onlara Allah’ın hükmünü bildirip, onlar hükmü reddetmeden önce onları iftiracılıkla vasfetmiştir. Çünkü onlar, kendilerine rasul gelmeden önce Allah’la beraber başka bir ilah ediniyorlardı.
Görülüyor ki müşrik sıfatı, risalet gelmeden önce de verilmiştir. Çünkü müşrik; Rabbine şirk koşmuş, onun koyduğu sınırı aşmış, risalet gelmeden önce ondan başka ilahlar edinmiş, ona ortak koşmuştur.
Bu gösteriyor ki, risaletten önce de şirk işleyene müşrik ismi verilir. Cahillik ve cahiliye isimleri de böyledir. Rasul gelmeden önce de cehalet ve cahiliye denilirdi. Fakat onlar, rasul gönderilmeden önce azaba uğratılmazlar.
İtaatten yüz çevirmek ise Allah’ın şu ayetinde buyurduğu gibi, rasul gönderildikten sonra söz konusu olur.
“Ne doğruladı, ne de namaz kıldı. Fakat yalanladı ve yüz çevirdi.” (Kıyamet: 31-32)(Mecmuatu’l Fetava c:20 s:37)
İbni Teymiye, Muhammed b. Nasr el-Meruzi’den naklederek şöyle demiştir:
“Allah (c.c)’ı bilmek iman, bilmemek ise küfürdür. Farzlarla amel etmek de imandır. Fakat Allah (c.c) farzları bildirmeden önce bunları bilmemek küfür olmaz. Çünkü Rasulullah (s.a.s)’ın ashabı, Allah (c.c) rasulünü gönderdiği zaman Allah’a iman ettiler. Onlar, o zaman henüz Allah’ın onlara neyi farz kıldığını bilmiyorlardı. Bu konudaki cahillikleri onları kafir yapmamıştır. Daha sonra Allah (c.c) onlara farzları bildirdi. Onların bu farzları kabul edip onlarla amel etmeleri imandır. Ancak Allah’ın bildirdiği farzları yalanlayıp inkar edenler kafir olurlar. Allah’ın haber vermediği konulardaki cahillik kişiyi kafir yapmaz. Allah (c.c) bir konuda birşey bildirirse ve müslümanlardan bunu duymayan varsa, o kişi bundan dolayı kafir olmaz. Fakat Allah (c.c)’ı bilmemek böyle değildir. Bu konuda kendisine haber ulaşsın veya ulaşmasın Allah (c.c)’ı bilmemek her halukarda küfürdür.” (Mecmuat’ul-Fetava c: 7 s: 325)
“Bedaiu’s Senai” kitabının yazarı şöyle demiştir:
“Ebu Yusuf, Ebu Hanife (r.a)’den şu ibareleri nakletmiştir. Ebu Hanife şöyle demiştir:
“Yaratılmışlardan hiçkimsenin, yaratanını bilmeme konusunda mazereti olamaz. Çünkü bütün mahlukatın, Rablerini ve onun tevhidini bilmesi farzı ayındır. Göklere, yere, kendi nefsine ve Allah’ın yarattığı diğer şeylere ibretle bakıp düşünen kişiyi bu düşünce, tek olan Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaya sevkeder.
Allah’ın farz kıldığı şeyleri bilmek ise böyle değildir. Bunlar ancak, birisi bildirirse bilinebilir. Farzları bilmeyen, ona ulaşamayan bir kimseye huccet ulaşmamış demektir, bundan dolayı sorumlu tutulmaz.” (Bedaiu’s-Senai c:7 s:132)
Yedinci Delil
Misak Delili
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Rabbin Adem oğullarının sırtlarından onların zürriyyetlerini aldı ve: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (sorusuna karşılık) onlar: “Evet (Rabbimizsin). Biz (buna) şahid olduk” demeleriyle onları kendilerine şahit tuttu. Kıyamet gününde muhakkak ki biz bundan habersizdik” dersiniz diye (bunu yaptık)... Ya da: “Muhakkak ki babalarımız da önceden şirk koşmuşlardı. Biz ise onlardan sonraki zürriyetiz. Batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mi edeceksin?” dersiniz diye (bunu yaptık). İşte ayetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki belki (hakka) geri dönerler.” (A’raf: 172-174)
Bu ayet şirk işleyene müşrik sıfatı verilmesi gerektiğini gösteren başlıbaşına bir delildir. Kim, imanı ve tevhid kelimesini bozan büyük şirk işlerse, tebliğ ona ulaşmamış olsa bile dünyada müşrik sıfatı verilir ve ona müşriklere davranıldığı gibi davranılır. Ancak müşrik olan kişi, kendisine tebliğ ulaşmadığı sürece, dünyada da ahirette de azaba uğratılmaz. Azap, ancak tebliğ ulaştıktan sonra olur.
Açık ve net bir şekilde görüleceği üzere Allahu Teala insanoğlunun fıtratına, kendisi ile ilgili yeterli bilgiyi yerleştirmiş ve kıyamet gününde bu noktada bir bilgisizliği ya da ataları taklit sebebi ile doğru yoldan sapma gibi bir mazereti asla kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Hakkıyla Allah’a iman eden kullara düşen ise bu vahyi esas karşısında susup hiç tahrif ve tebdile gitmemeleridir. Ancak bu ayet ile ortaya konulan esas gün ışığı gibi berrak olmasına rağmen cehalet heveslileri bu ayeti de tahrif etmişlerdir. Biz bu noktada var olan şüphelerin tamamıyla izale edilmesi adına bu ayete dair bir çok müfessirin izahlarını buraya almakta fayda görmekteyiz.
İbni Kesir dedi ki:
“Allah-u Teâlâ, ademoğullarının bellerinden zürriyetlerini çıkararak onları; “Allah-u Teâlâ’nın onların Rabbi ve Meliki olduğuna, O’ndan başka ibadete layık ilah olmadığına şahit tuttuğunu haber vermektedir. İşte Allah-u Teâlâ, onları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.”
Bazı sahabe ve alimler:
“Ayette geçen “şahitlik” ten kasıt; Allah-u Teâlâ’nın onları tevhid fıtratı üzerine yaratmasıdır, demişlerdir.“ (Bu görüşün daha kuvvetli olduğunu ispat etmek için delillendirmeye başladı.)
Allah’ın, ademoğluna şahitlik ettirme olayını,şirk koşanların aleyhine delil kılması, ademoğlunun tevhid fıtratı üzere yaratıldığına delalet eder. Eğer bu olay, bazılarının dediği gibi gerçekten meydana gelmiş olsaydı (yani ademoğlunun sulbünden zürriyetinin çıkarılıp kendilerine şahit tutulması ve Allah’ın onlardan ahid ve misak alması), o taktirde her insanın kendi aleyhine delil olabilecek bu olayı hatırlaması gerekirdi.
Denilebilir ki:
Rasulullah’ın bunu haber vermesi, bunun gerçek olduğunu ispat etmek için yeterlidir.
Bu itiraza şöyle cevap verilir:
Müşriklerden inkar edip yalanlayanlar, ister bu olay olsun, ister başka bir olay olsun rasullerden gelen her şeyi yalanlarlar. O halde ahid ve misak olayı başlı başına onların aleyhine nasıl bir delil olabilir?
Bu gösteriyor ki, bu ahid ve şahitlikten kastedilen; ademoğlunun tevhid fıtratı üzerine yaratılmış olmasıdır. Bunun için Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Demeyesiniz diye...” Yani; “kıyamet gününde demeyesiniz diye”,“biz bundan”yani; tevhitten gafildik (demeyesiniz diye)...
“Yahut; “daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu” dememeniz için...” (İbni Kesir Tefsiri)
İmam Taberi şöyle demiştir:
“Yahut; “daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu“ dememeniz için...“
Allah-u Teâlâ, kitabında buyuruyor ki:
“Şahit tuttuk.“ yani; “Allah-u Teâlâ’nın Rabbiniz olduğunu ikrar edenler! Biz nefislerinizi buna şahit tuttuk ki kıyamet gününde biz bundan habersizdik, böyle bir şey duymadık demeyesiniz.“
“Yahut: “Daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik“ dememeniz için...“ Yani; “biz hakkı bilmediğimiz için onların yoluna uyduk.“ (Taberi Tefsiri)
İmam Kurtubi şöyle demiştir:
“Tartuşi şöyle dedi: “İnsanoğlu dünya hayatında bu olayı hatırlamasa bile onları bağlar ve verdiği sözü yerine getirmesi gereklidir. Tıpkı hanımını boşayıp da boşadığını unutan kişiye, bu hatırlatıldığı halde hatırlamasa bile hanımının boş sayılması gibi...
İbn Abbas ve Ubey b. Ka’b şöyle demişlerdir:
“Ayette geçen; “Biz (buna) şahit olduk” sözü, Adem oğullarının söylediği bir sözdür. “Şahit olduk” sözünün manası ise; “senin, bizim Rabbimiz ve ilahımız olduğuna şahit olduk” demektir.
“Batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mi edeceksin?” Yani; “sen böyle yapmazsın” demektir.
Fakat tevhidde taklitçinin özrü yoktur.” (Kurtubi Tefsiri)
Şevkani bu ayetin tefsirinde şöyle dedi:
“Böyle yapmamızın sebebi; bilmediğinizi bahane etmemeniz ve işlediğiniz şirklerden dolayı babalarınızı suçlamamanız içindir.”
Onlar iki şeyi mazeret olarak öne sürerler:
“Daha önce“ yani; bizim zamanımızdan önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu. “Biz de onlardan sonra gelen nesildik.” Yani; bu sebeple biz, doğruyu bilemediğimiz için hak yolu bulamadık.
“Batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak mi edeceksin?” Batıl işleyen babalarımız yüzünden bizi helak mi edeceksin? Halbuki cahilliğimizden, hakkı bulamamakta ki acizliğimizden ve bizden öncekilere uymamızdan dolayı suç bizde değildir.
Bu ayette Allah-u Teâlâ, ademoğlunun belinden zürriyetini çıkarıp, Allah-u Teâlâ’nın onların Rableri olduğuna kendilerini şahit tutmasının hikmetini açıklamaktadır. Allah-u Teâlâ’nın böyle yapmasının sebebi; onların kıyamet gününde bu sözleri söylememeleri, böyle geçersiz ve boş şeyleri bahane olarak öne sürmemeleri içindir.” (Şevkani Fethül Kadir Tefsiri)
İmam Begavi dedi ki:
“Eğer kişi verdiği sözü hatırlamıyorsa, nasıl bundan dolayı sorumlu tutulabilir” denilirse, buna şöyle cevap verilir:
Allah-u Teâlâ vahdaniyyetine ait delilleri açıklamış, rasullerinin haber verdiği şeylerin doğru olduğuna dair deliller vermiştir. Bundan sonra kim bu gerçekleri, Allah-u Teâlâ’ya verdiği sözü bozarak, bile bile, inadından dolayı inkar ederse bu yaptığından sorumlu tutulur. İnsanların Allah-u Teâlâ’ya verdikleri sözü unutup hatırlamamaları, mucize sahibi olan güvenilir rasulden (onun gelip hatırlatmasından) sonra artık onları sorumluluktan kurtarmaz. Allah-u Teâlâ’nın:
“Yahut: “Daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu. Biz de onlardan sonra gelen nesildik“ dememeniz için...” sözünden kasıt şudur:
Ey müşrikler! Sizin; “daha önce babalarımız ortak koşarak Allah-u Teâlâ’ya verdikleri sözü bozdu. Biz de onlardan sonra gelen nesildik.” Yani; onlara uyup tabi olduk deyip bunu kendinize bahane ederek; “batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak mi edeceksin” yani; sapık babalarımızın işledikleri günahlar yüzünden bize azab mı edeceksin? Dememeniz için Allah-u Teâlâ sizden bu sözü almıştır.
Allah-u Teâlâ’nın, ademoğlundan tevhid üzere söz aldığını hatırlatmasından sonra müşrikler artık böyle sözleri bahane edemezler. “İşte böylece ayetleri açıklarız.”Yani; biz kulların ibret alması için ayetleri açıklarız. “Belki onlar hakka dönerler” yani; küfürden tevhide dönerler.” (Begavi Tefsiri)
İbni Kayyım dedi ki:
“(Allah) onları, kendilerine şahit tutarak; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi. Onlar da: Evet (buna şahit olduk) dediler. İşte! Onların bu şekilde Allah-u Teâlâ’nın rububiyyetini ikrar etmeleriyle, kendilerine hüccet ikame edilmiş oldu. Allah-u Teâlâ’nın rasulleri vasıtasıyla bu ayetinde buyurduğu ikrar, onlar aleyhine bir delildir. Aşağıdaki ayetler gibi...
“Rasulleri onlara dedi ki: Allah’ın varlığında şüphe var mı?”(İbrahim: 10)
“Eğer onlara gökleri ve yeri kim yarattı diye soracak olsan “Allah“ derler.” (Lokman: 25)
“Yeryüzünü ve içindekileri kim yarattı biliyorsanız söyleyin, de! “Allah” diyeceklerdir.” (Mü’minun: 84)
Kur’an’ı kerimde, insanların Rablerini ikrar fıtratı üzere yaratıldıklarını hatırlatıp onları sadece Allah-u Teâlâ’ya ibadete ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmamaya davet eden bunlara benzer bir çok ayet vardır. Bu, Kur’an’ın metodudur. Bu yüzden A’raf suresindeki ayette Allah:
“Hani Rabbin söz almıştı.” diyerek ayete başlamış ve sonunda da “Kıyamet gününde; “biz bundan gafildik” demeyesiniz diye” buyurmuştur. Allah, bu ayette onlara, şirklerinden ve kendisinden başkalarına ibadetten vazgeçmeleri gerektiğine delil olarak, kendisinin Rububiyyetini ikrar etmelerini hatırlatıyor ve kıyamet gününde, hakkı bilmemeyi veya batılı taklit etmeyi mazeret olarak ileri sürmemelerini bildiriyor. Çünkü hak yoldan sapmanın, yani dalaletin iki sebebi vardır:
Birincisi; gaflet sebebiyle hakkı bilmemek, ikincisi ise; sapıkları taklid etmektir.” (Ahkamu Ehli’z-Zımme c:2 s: 553-557)
Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“Hani Adem’in sulbünden söz alındığını, sonra Rablerinin Allah olduğuna kendilerini şahid tutarak, kendilerini yaratanı itiraf eden bir fıtrat üzere yaratıldıklarını hatırla!”
İşte bu ikrar kıyamet gününde onların aleyhlerine bir delildir.
“Dememeniz için...” Yani; dememeniz için veya demeyeseniz diye….
“Biz bundan habersizdik” yani; Allah-u Teâlâ’nın rububiyyetini ikrar etmemiz gerektiğinden ve ibadeti sadece Allah-u Teâlâ’ya has kılıp ona hiçbir şeyi eş koşmamamız gerektiğinden habersizdik.
“Yahud: “Daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu. Biz de onlardan sonra gelen nesildik.”
Allah-u Teâlâ, bu şahitliğe karşı onların öne süreceği iki bahaneyi zikrediyor.
İlk olarak şöyle diyecekler:
“Biz bundan habersizdik”
Allah-u Teâlâ ise bundan habersizliğin mazeret olmadığını, çünkü her insanın bunu bilmesi gereken bir fıtrat üzere yaratıldığını bildirmektedir. İnsanların, kainatın yaratıcısının varlığına iman fıtratı üzere yaratılması, aynı zamanda Allah’ın varlığını inkar edenlerin aleyhinde bir delildir.
Onlar ikinci olarak şöyle diyecekler:
“Daha önce babalarımız Allah-u Teâlâ’ya ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen nesildik. Batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak mi edeceksin?”
Bizim babalarımız müşrikti, yani; bize başkalarının günahları yüzünden azab mı edeceksin?
Müşriklerin düşüncesine göre; eğer Allah-u Teâlâ onların hidayet üzere olmalarını dileseydi babalarını müşrik olarak bulmazlardı. Çünkü onlar babalarından sonra gelen nesildi ve onlara uymaları gayet tabi idi.
Normalde kişi, babası tarafından yetiştirilmişse işinde, evinde, giyim ve yemek tarzında babasının alışkanlıklarını taklid eder. Bunun için eğer ana babası yahudi, hristiyan veya mecusi ise o da onlar gibi olur. İnsan adet ve tabiatı gereği, fıtratı ve aklıyla çelişmedikçe ana, babasını taklid eder.
Onlar derler ki: “Biz ve müşrik babalarımız mazeretliyiz. Çünkü biz müşrik bir soydan türemiş bir nesildik ve bizim onların hatalı olduğunu anlayabileceğimiz bir delilimiz de yoktu.“
Oysa, tek olan Allah’ın, kendilerinin Rabbi olduğuna şehadet ederek yaratıldıkları fıtratı bozmazlarsa içinde bulundukları şirkin batılllığını açıkça görebilirler.
Onlar babalarına tabi olmalarının normal ve kaçınılmaz bir davranış olduğunu iddia edecek olurlarsa, aslında kendi aleyhlerine bir delil sunmuş olurlar. Çünkü asıl ve kaçınılmaz olan fıtratlarının gereğine göre hareket etmeleridir. Çünkü, İslam’ı kabul etmelerini gerektiren fıtrat üzere yaratılmaları, onların uymak zorunda olduklarını iddia ettikleri terbiyeden çok daha önce olmuş bir olaydır.
Allah-u Teâlâ’nın, bu kainatın tek yaratıcısı olduğunu bildikleri akılla, aynı zamanda şirkin batıllığını da görmeleri gerekir. Bunun için rasule ihtiyaç yoktur. Çünkü Allah-u Teâlâ önceden bunu onlara bildirirken, rasul yoktu. Bu, Allah-u Teâlâ’nun şu ayetine ters değildir:
“Biz rasul göndermedikçe azab etmeyiz.”(İsra: 15)
Rasul insanları tevhide davet eder. Fakat fıtratları gereği akıllarıyla kainatın tek bir yaratıcısı olduğunu bilirler. Kainatın tek bir yaratıcısı olduğunu bilmede fıtrat akli bir delildir. Bu sebeblerisalet, onlar için tek hüccet değildir. RablerininAllah-u Teâlâ olduğunu kabul edip Allah’ı bilmeleri, bütün ademoğullarının rasulleri de tasdik etmelerinigerekli kılar.
Hiç kimsenin kıyamet gününde:
“Suçlu olan müşrik babamdır. Çünkü o, Allah-u Teâlâ’nın, Rabbi olduğunu ve O’nun hiç bir şeriki bulunmadığını bilirdi“ demesi, Allah’ı inkar etmede ve şirk koşmada kendisine mazeret sayılmayacaktır. Bilakis, hakettiği azaba uğratılacaktır. “Ben bundan habersizdim, benim suçum yok“ diyemez.
Sonra Allah-u Teâlâ, rahmet ve ihsanının kemali gereği, kişi her ne kadar azabı haketse de rasul göndermeden azab etmez. Allah-u Teâlâ iki delil gerçekleşmedikçe kuluna azab etmeyeceğini bildirmiştir:
Birincisi: Kulunu; Rabbi, meliki ve yaratıcısının Allah olduğunu ve O’nun hakkını yerine getirmesinin gerekli olduğunu ikrar eden bir fıtrat üzere yaratması.
İkincisi: Kuluna, fıtratı üzere yaratıldığı tevhidi tafsilatlı bir şekilde açıklayan, ikrar eden ve tamamlayan rasuller göndermesi.
Kıyamet gününde fıtrat ve risalet, insan aleyhinde delil olur ve kişi daha önce kafir olduğunu kendisi de kabul eder. Tıpkı Allah’ın şu ayetinde buyurduğu gibi:
“Ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.” (Enam:130)
Allah, kafirin cezasını ancak, kul kendisinin kafir olduğunu kabul ettikten ve kuluna iki hücceti; fıtrat ve risalet hüccetlerini ikame ettikten sonra verir. İşte bu, adaletin en üstün seviyesidir.”(Ahkamu Ehli’z-Zimme c: 2 s: 562)
İbni Teymiyye şöyle demiştir:
“Allah’a hamd olsun! Rasulullah (s.a.s) şöyle demiştir:
“Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar, sonra anne ve babası onu yahudileştirir, hristiyanlaştırır veya mecusileştirir.” (Buhari, Müslim)
Doğru olan; Allah’ın, insanların fıtratını üzerinde yarattığı şeydir. Bu ise İslam fıtratıdır. Bu fıtrat; Allah’ın ademoğluna: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna karşılık onların da:
“Evet (Rabbimizsin).” dediği gün yaratıldıkları fıtrattır. Bu fıtrat batıl itikatlardan uzak olan ve doğru inançları kabul eden bir fıtrattır. Zaten İslam; teslimiyeti Allah’tan başkalarına değil, sadece Allah’a yapmaktır. Bu, la ilahe illallah’ın manasıdır. Rasulullah (s.a.s) buna bir örnek vererek şöyle demiştir:
“İşte bu, hayvanın yavrusunu, uzuvları eksiksiz olarak doğurması gibidir. Hiç uzuvları eksik olarak doğan bir hayvan gördünüz mü?” Rasulullah (s.a.s), kalbin hatalardan uzak olmasının, bedenin ayıplardan uzak olması gibi olduğunu açıklamıştır. Çünkü bozulma doğuştan değil, sonradan olan bir şeydir.
Müslim’in sahihinde İyad b Hamar, Rasulullah’ın bir hadisi kudsiyi şöyle rivayet ettiğini haber vermiştir:
“Ben, kullarımı hanifler (şirkten uzak kimseler) olarak yarattım. (Sonra) Şeytan onları değiştirdi. Onlara helal kıldığım şeyleri haram kıldı ve hakkında hiçbir delil indirmediğim halde bana şirk koşmalarını emretti.”
İmam Ahmed b. Hanbel, bu hadise dayanarak meşhur olan görüşünde, asıl fıtratı değiştirecek sebeb ortadan kalktığı için, kafir anne ve babasından birisi ölen çocuğun, İslam’ına hükmetmiştir.
Ahmed b. Hanbel, İbn Mübarek ve başkalarının şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Onlar (insanlar), kafir veya mü’min olarak yaratıldıkları fıtrat üzere doğarlar.”
Bu söz, öncekine ters değildir. Her çocuk küfür ve şirkten uzak olarak doğar. Fakat Allah (c.c), ezeli ilmi ile onun kafir (mi yoksa mü’min mi) olacağını bilip levhi mahfuzda yazmıştır. Şüphe yok ki her yaratılanın sonu, levhi mahfuzda yazılı olduğu şekilde biter. Tıpkı bir hayvanı, ileride sakatlanacağını bildiği halde sağlam yaratması gibi…
Şöyle devam ediyor: “Ademoğlunun İslam fıtratı üzerine yaratılması demek; doğduğu andan itibaren gerçekten İslam’a inanan kişiler olarak yaratılması demek değildir. Çünkü Allah, annemizin karnından hiç birşey bilmez halde doğduğumuzu bildirmiştir. Fakat İslam fıtratından kasıt; kalbin şirk ve küfürden uzak olması, hakkı kabul etmeye ve hakkı yani İslam’ı istemeye meyilli yaratılması demektir. Öyle ki, eğer onu değiştiren hiç bir etken olmasaydı, mutlaka müslüman olurdu. İşte! Bu pratik ilmi kuvvetin, onu engelleyen bir şey olmadıkça insanı İslam’a sevketmesi gerekir. Bu da Allah’ın fıtratıdır ki, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.” (Fetvalar c: 4 s: 245)
İmam İbn Teymiye (r.a) şöyle demiştir:
“Allah (c.c)’ın bizden aldığı ahit ve misak, O’nun bütün insanları İslam fıtratı üzerine yarattığını ispat etmektedir. Allah (c.c) her nefsi, hakkı kabul edip batıl inanaçlardan uzak durmaya meyilli bir fıtrat üzere yaratmıştır. İşte bu fıtrat değiştirilmeden olduğu gibi kalırsa, sahibi müslüman olur. Bundan dolayı bilinmesi gerekir ki; kendisine risalet ulaşmamış müşrik, kendisinden alınan ahit ve misakı bozmuştur.” (Feteva,4/245 *Külliyat 4/220. 56)
Seyyid Kutub şöyle demiştir:
“Hiç kimse kalkıp Allah’ın insanı Tevhid’e ileten kitabından habersiz olduğunu, bu Tevhid’e çağıran Allah’ın peygamberlik misyonlarından haber alamadığını söyleyemez. Yahut da, ‘ben varlık alemine geldiğimde atalarımın Allah’a ortak koştuklarını gördüm. Tevhid’i tanıyabilmem için önümde hiçbir yol yoktu. Ben atalarımın sapıklığa düşmeleri nedeniyle sapıklığa düştüm. Bu işten yalnız onlar sorumludur. Ben sorumlu değilim’ demesi asla tutarlı olmaz.” (Seyyid Kutub, Fi’Zilal’il Kur’an, 6/313)
Bu ayeti kerime hakkındaki bu açıklamalardan sonra, açık bir şekilde anlaşılıyor ki: Bu ayet, Allah (c.c)dan başka şeylere ibadet eden adem oğullarının bütün bahanelerini ortadan kaldırmıştır. Misak ayetiyle ilgili bu nakillerden sonra artık delaletinde muhkem ve kesin olan bu naslardan sonra başka bir nas’a ihtiyaç kalır mı? Bu delilden sonra başka bir delile gerek var mıdır? Bu açıklamalardan sonra başka bir açıklamaya ihtiyaç var mıdır? Şüphesiz ki bahsi geçen müfessirler bu ayetin, şirk konusunda müstakil bir delil olduğunda ittifak etmişlerdir.
Sekizinci Delil
Allah (c.c) bir çok ayetde saptırıldıklarını dile getiren kişilerin mazeretlerini kabul etmeyip, helak ettiği kimselerin bir kısmının tabi olanlar, diğer kısmının da tabi olunanlar (reis-liderler) olduklarını, bunların sonuç itibariyle azapta müşterek olduğunu ve suçu birbirlerine yüklediklerini haber vermiştir. Allah cahillikleri sebebiyle tabi oldukları insanlar tarafından saptırılan insanları mazur görmemiştir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
“(Kıyamet gününde Allah onlara) diyecek ki:
“Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin. Her ümmet girdikçe (ta’bi oldukları) yoldaşlarına lanet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (Cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için “Ey rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten kat kat azap ver.” diyecekler. “Allah’da (onlara)” “Herbiri için kat kat azap vardır. Fakat siz bilmezsiniz” diyecek. Öncekiler de sonrakilere derler ki: “Sizin bize bir üstünlüğünüz yok ki. O halde siz de kazandıklarınıza karşılık azabı tadın.” (A’raf: 38-39)
Böylesi ayetlerde anlatıldığına göre tabi durumunda olanlar Rablerine haklı olduklarını şu gerekçe ile ifade etmişlerdir.
“Yüzlerinin ateşte çevrileceği gün derler ki: “Yazıklar olsun bizlere! Keşke bizler de Allah’a itaat etseydik ve rasule de itaat etseydik!” (Yine) derler ki: “Rabbimiz! Muhakkak ki biz, reislerimize ve büyüklerimize itaat ettik. Onlar da bizi (doğru) yoldan saptırdılar.Rabbimiz! Onlara azabtan iki kat ver ve büyük bir lanetle onlara lanet et!” (Ahzab: 66-68)
Bugün günümüzde insanların büyük bir çoğunluğu sırf bilgisiz ve cahil olmaları sebebiyle, ta’bi oldukları alimler, hocalar ve bilginleri tarfından tevhidi çizgiden bile bile saptırılmaktadırlar.
Eğer gerçekten cehalet, günümüzdeki belamların iddia ettiği gibi özür olsa idi Allah (c.c) bu saptırılan kimselere sizin bir günahınız yoktur. Sizler bilgisiz olduğunuz için size azap etmeyiz, sizi cehenneme atmayız derdi. Ama Allah (c.c) onların cehalet ve bilgisizliklerini kabul etmeyip, herkesin azabı kat kattır fakat siz bunu bilemezsiniz diyerek cahillik iddialarını yüzlerine çarparcasına ayetlerini hatırlatıyor.
Müşriklerin öncüleri yani; tabi olunan, itaat edilen liderler ve reisler, kendilerine tabi olup taklid edenlerle birlikte ateşe gireceklerdir.
Allah’a iftira eden ve O’nun ayetlerini yalanlayan her müşrik topluluğu ateşe girdikçe ve ateşin şiddetli azabını, oradaki zilleti, ihaneti ve alçaklığı gördükçe dünyada tabi olduğu, taklit ettiği yoldaşlarına, liderlerine lanet eder. Zira o kimse, onları taklid etmesi ve küfürde onlara tabi olması sebebiyle cehenneme girmiştir.
Bütün müşrik ve kafirler cehennemde toplandığında, sonrakiler yani; tabi olanlar, liderlerini taklid edenler, öncekileri yani; tabi olunan liderleri ve reisleri hakkında Allah’a şöyle derler:
“Ey Rabbimiz! Dünyada bizi saptıranlar işte bunlardır. Onları taklid ettiğimiz ve onlara tabi olduğumuz için şirke girdik, hakkı göremedik ve böylece doğru yolu bulamadık. Ey Rabbimiz! Bizi saptırdıkları için onlara ateşten bir kat daha fazla azab ver. diyecekler.
Müşriklerden tabi olunan, itaat edilen liderler ve reisler, sonrakilere yani; kendilerine tabi olup itaat edenlere şöyle derler:
“Sizin bizden ne üstünlüğünüz var ki, bizim için iki kat azap istiyorsunuz? Biz sadece Allah’a isyana davet ettik ve şirk yollarını gösterdik. Sizi zorlamadık ki! Sizler bizim davetimize kendi serbest iradenizle ve isteyerek icabet ettiniz. Bizler nasıl sapmış, şirk koşmuş, Allah’a iftira etmiş, Allah’ın ayetlerini yalanlamış, insanların hakka bağlanmalarına, hak yolda yürümelerine engel olmuşsak, sizler de bizler gibi yaptınız. Öyleyse bu amelleri işleme bakımından sizler de bizimle eşitsiniz. Aramızda herhangi bir fark yoktur. Azapta ortağız. Bu nedenle sizler de bizim gibi iki kat azap görmelisiniz, azabınızın hafifletilmesini haketmiyorsunuz. Yaptıklarınızdan dolayı, sizler de cehennemin şiddetli azabını tadın bakalım!
Şirk ve küfür işleyenler,
Başkalarını saptırıp hak yoldan alıkoyanlar,
Tabi olanlar, tabi olunanlar,
Lider, şeyh, komutan ve hocalar,
Bunların dediğini yapan memur, mürid, asker ve öğrenciler,
Evet, küfür ve şirkte öncülük edip yol gösterenler ve bunların yolundan gidenler hep birlikte ateşe gireceklerdir.
Allah (c.c) bu konuyla alakalı olarak başka ayetlerde şöyle buyurmuştur:
“O vakit, tabi olunanlar, tabi olanlardan ayrılarak uzaklaşmıştır ve (her iki taraf da) azabı görmüştür ve onların (aralarındaki) bütün bağları da kopup parçalanmıştır. Tabi olanlar: “Ah keşke bir kere daha (dünyaya) döndürülsek de onların bizden ayrılarak uzaklaştıkları gibi biz de onlardan ayrılarak uzaklaşsak” derler. Allah, böylece onlara işledikleri amelleri hasretler (pişmanlıklar) halinde kendilerine gösterecektir ve onlar ateşten çıkacak da değildirler.” (Bakara: 166-167)
“Birbirlerinin karşısına geçip sorarlar. Derler ki: “Muhakkak ki siz, bize sağdan geliyordunuz.” Onlar da derler ki: “Aksine, sizler mü’min değildiniz. Bizim, sizin üzerinizde hiçbir gücümüz de yoktu. Zaten siz, haddi aşan bir kavimdiniz.” Rabbimizin sözü üzerimize hak oldu. Şüphesiz ki biz (azabı) tadıcılarız. Sizi biz, azdırdık. Şüphesiz, biz de azgınlardandık.” Muhakkak ki onlar, o gün azabta ortaktırlar.” (Saffat: 27-33)
Dokuzuncu Delil
Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
“İşte! Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)
İbn Kesir yukardaki ayetin tefsirinde şöyle diyor:
“Yani; insanların çoğu cehalet sebebiyle müşriktir.” (İbn Kesir Tefsiri)
Kur’anı kerimin bir çok ayetinde insanların çoğunun cahil olduğu ve bu yüzden şirke düştükleri bildirilmiştir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor :
“Hamd, Allah’a aittir de! Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Lokman: 25)
“Biz onları, yalnızca hak ile yarattık. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Duhan: 39)
“Fakat insanların çoğu bilmiyor.” (Casiye: 26)
“Onun (asıl) koruyucuları sadece korkup sakınanlardır. Ancak onların çoğu bilmezler.” (Enfal: 34)
“Onlar Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü o’nun tasarrufundadır. Gökler O’nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.” (Zümer: 67)
Allah (c.c) birçok ayette, insanların çoğunu cahillikle ve ilimsizlikle vasfetmiştir. Aynı, Kur’anı kerimin bir çok ayetinde insanların çoğunun müşrikler ve doğru yoldan sapanlar olduğunu zikrettiği gibi...
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Onların çoğu ancak şirk koşarak Allah’a iman ederler.” (Yusuf: 106)
Allah’u Tea’la bu ayette insanların çoğunun Allah’a şirk koşmadan iman etmeyeceklerini bildirmiştir.
Allah’u Tea’la bir başka ayette ise kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamayacağını bildirmektedir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Allah, kendisine ortak (şirk) koşulmasını asla bağışlamaz. Ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa derin bir sapıklığa sapmıştır.” (Nisa: 116)
Şayet cehalet özür olsa idi Allah (c.c) kendisine şirk koşarak ölenleri bağışlaması gerekirdi. Oysa Allah (c.c) şirki tevbe olmadan kabul etmeyeceğini, (Zümer: 54)’de “Rabbinize yönelin, azab size gelmeden önce O’na teslim olun. Sonra yardım görmezsiniz” diye bildirmektedir.
Yine Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.” (Enam: 116)
Zikredilen Kur’an nasları açıkça şuna delalet etmektedir: İnsanların çoğu şirk ve cehalet vasfını birlikte taşımaktadırlar. Buna rağmen Allah (c.c)’nun: “Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz” sözünü, sadece bilen ve bildiği halde inat eden kimselerle sınırlandırabilir miyiz? Bu takdirde bu ayeti çok az kimseye tatbik etmiş oluruz. Halbuki bilindiği gibi Kur’an nasları nadir azınlık için değil, yaygın çoğunluk için inmiştir.
İmam Ebu Batin, İbn Teymiye’den naklettikten sonra şöyle diyor:
“İbn Teymiye (r.a), zikrettiği çeşitli konularda defalarca, şirk çeşitlerinden birini işleyen kişinin müşrik olduğunu kesin olarak belirtmiş ve alimlerin bu konuda icma ettiğini söylemiştir. İbn Teymiye müşrik hükmü verirken cahil olanla olmayan arasında bir fark gözetmemiştir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz.” (Nisa: 48 ve Nisa:116)
Allah (c.c) Kur’an’ı kerimde, Mesih (a.s)’ın dilinden şöyle buyuruyor:
“Allah’a şirk koşan kimseye cenneti haram kılar. Onun varacağı yer ateştir.” (Maide: 72)
Kim bu ayetteki geneli haslaştırır ve sadece bildiği halde inad eden müşriklere has kılar, cahil, tevilci ve taklidcileri bunun dışında tutarsa, Allah ve rasulünün gösterdiği yoldan başka bir yol tutmuş, mü’minlerin yolundan çıkmış olur.
İslam fıkıh alimleri, Allah’a şirk koşup mürted olanlarla ilgili hüküm bildirirken, bu hükmü hiçbir zaman, bildiği halde inat edenlerle sınırlandırmamışlardır. Bu açık olan bir meseledir. Hamd Allah’a mahsustur.” (El İntisar li Hizbillahi’l Muvahhidin)
Onuncu Delil
Daha İslamı tebliğin başında iken Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir’le karşılaşınca, Ebu Bekir (r.a) O’na şöyle dedi:
“Ey Muhammed, kureyşin senin hakkında bizim ilahlarımızı kabul etmiyor kahinlerimizi ve akıllarımızı da kıt görüyor, atalarımızı ve babalarımızı tekfir ediyor diye söylediği doğrumudur.”
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
“Evet ben Allah’ın elçisiyim. Allah’ın risaletini insanlara tebliğ etmek ve sizi yalnız Allah’a ibadet etmeye çağırmak için gönderildim. “Ey Ebu Bekir seni bir olan, ortağı olmayan Allah’a iman edip ibadet etmeye Allah’tan başkalarına ibadet etmemeye, onları reddetmeye, Allah’ın itaat edilmesini yasakladığı kimselere itaat etmemeye onları dost edinmemeye davet ediyorum.” (Siyeri İbni Hişam)
Burada üzerinde önemle durulması gereken bir nokta vardır. Eğer bir kavme bir Rasul gönderilmişse bu Rasul insanları öncelikle tevhide çağırıp şirkten sakındırmıştır. Fakat Allah’ın hidayet verdiği dışında kalan kimseler Rasulün getirdiği hak dini tahrif edip İslamdan sapmış iseler Rasulün getirdiği Kitab ve şeriat üzerinden sorumlu tutulurlar. Kendilerine bir uyarıcı geldiği için, amellerinde Allah’a şirk koşar, Rasulün getirdiği hak dinden uzaklaşırlarsa kafir ve müşrik olurlar hiçbir mazeretleri kalmaz. Hayatlarını kendilerine gönderilen kitaba göre düzenlemedikleri müddetçe, bu kimselerin hükmü kafir ve müşriktir.
Zaten Allah (c.c) kendilerine Rasul ve Kitab göndererek kafirlikten ve müşriklikten kurtulmalarını, insanların müslüman olup Allah’ın dinine girmelerini istiyor. Allah (c.c) dinine girinciye kadar insanların genel hükmü kafir ve müşriktir.
Şayet cehalet mazeret olsa idi, Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir (r.a)’e siz cahil kimselersiniz size İslam ulaşmadığı için veya benden öncekilerin getirdiği şeriattan sorumlu tutulmadığınız için sizler Allah katında günahsız mazeretli kimselersiniz, eğer size İslam anlatılır da siz de kabul etmezseniz işte o zaman kafir olursunuz derdi. Oysa ki Rasulullah (s.a.s) böyle birşey söylememiş bilakis Ebu Bekir’in atalarını, babalarını ve kendisini, Allah’ın kendisine bildirmiş olduğu risaleti, henüz tebliğ etmeden bu kimseleri üzerinde bulundukları şirkten dolayı, akıllarını kıt görüp atalarını, babalarını ve Ebu Bekir’i tekfir etmiştir.
Bu hadiste Rasulullah'ın Kureyş'in ölmüş babalarını Allah’a şirk koştukları için, tekfir ettiğine şahit oluyoruz. Halbuki Kureyş'in babalarına herhangi bir rasul gönderilmemişti ve onlara İslami tebliğ ulaşmamıştı.
Küfür olan dinlerini terk edip Allah’ın dinine girinceye kadar Ebu Bekir (ra) için durum bu olursa, günde bir değil bin defa Allah’a eş ve ortak koşan kimselerin durumu tabiki daha da kötüdür. Ebu Bekir (r.a)’ın babaları ve ataları Allah (c.c)’a inanmakla birlikte Allah’a ibadetlerinde eş koşan kimselerdi. İşte Rasulullah (s.a.s) böyle bir kavmin mazeretli olmadığını bizlere bildirmektedir.
Bu konuya benzer diğer bir delil ise Rasulullah ile Kureyş arasında uzlaşma yapmak için Rasulullah'a gelmiş olan Utbe b. Rabia’nın sözleridir.
Utbe, Rasulullah’a şöyle demiştir:
“Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmine büyük bir işle geldin. Onunla kavmimizin birliğini dağıttın, onların akıllarını akılsızlıkla itham ettin, ilahlarını ve bağlı oldukları dinlerini küçülttün ve onların ölmüş olan atalarını tekfir ettin.” (Siyeri İbn-i Hişam)
Bu rivayet de Rasulullah’ın kendilerine İslami tebliğ ulaşmayan Kureyş'in atalarını tekfir ettiğini açıkça gösteriyor.
Onuncu Delil
Daha İslamı tebliğin başında iken Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir’le karşılaşınca, Ebu Bekir (r.a) O’na şöyle dedi:
“Ey Muhammed, kureyşin senin hakkında bizim ilahlarımızı kabul etmiyor kahinlerimizi ve akıllarımızı da kıt görüyor, atalarımızı ve babalarımızı tekfir ediyor diye söylediği doğrumudur.”
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
“Evet ben Allah’ın elçisiyim. Allah’ın risaletini insanlara tebliğ etmek ve sizi yalnız Allah’a ibadet etmeye çağırmak için gönderildim. “Ey Ebu Bekir seni bir olan, ortağı olmayan Allah’a iman edip ibadet etmeye Allah’tan başkalarına ibadet etmemeye, onları reddetmeye, Allah’ın itaat edilmesini yasakladığı kimselere itaat etmemeye onları dost edinmemeye davet ediyorum.” (Siyeri İbni Hişam)
Burada üzerinde önemle durulması gereken bir nokta vardır. Eğer bir kavme bir Rasul gönderilmişse bu Rasul insanları öncelikle tevhide çağırıp şirkten sakındırmıştır. Fakat Allah’ın hidayet verdiği dışında kalan kimseler Rasulün getirdiği hak dini tahrif edip İslamdan sapmış iseler Rasulün getirdiği Kitab ve şeriat üzerinden sorumlu tutulurlar. Kendilerine bir uyarıcı geldiği için, amellerinde Allah’a şirk koşar, Rasulün getirdiği hak dinden uzaklaşırlarsa kafir ve müşrik olurlar hiçbir mazeretleri kalmaz. Hayatlarını kendilerine gönderilen kitaba göre düzenlemedikleri müddetçe, bu kimselerin hükmü kafir ve müşriktir.
Zaten Allah (c.c) kendilerine Rasul ve Kitab göndererek kafirlikten ve müşriklikten kurtulmalarını, insanların müslüman olup Allah’ın dinine girmelerini istiyor. Allah (c.c) dinine girinciye kadar insanların genel hükmü kafir ve müşriktir.
Şayet cehalet mazeret olsa idi, Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir (r.a)’e siz cahil kimselersiniz size İslam ulaşmadığı için veya benden öncekilerin getirdiği şeriattan sorumlu tutulmadığınız için sizler Allah katında günahsız mazeretli kimselersiniz, eğer size İslam anlatılır da siz de kabul etmezseniz işte o zaman kafir olursunuz derdi. Oysa ki Rasulullah (s.a.s) böyle birşey söylememiş bilakis Ebu Bekir’in atalarını, babalarını ve kendisini, Allah’ın kendisine bildirmiş olduğu risaleti, henüz tebliğ etmeden bu kimseleri üzerinde bulundukları şirkten dolayı, akıllarını kıt görüp atalarını, babalarını ve Ebu Bekir’i tekfir etmiştir.
Bu hadiste Rasulullah'ın Kureyş'in ölmüş babalarını Allah’a şirk koştukları için, tekfir ettiğine şahit oluyoruz. Halbuki Kureyş'in babalarına herhangi bir rasul gönderilmemişti ve onlara İslami tebliğ ulaşmamıştı.
Küfür olan dinlerini terk edip Allah’ın dinine girinceye kadar Ebu Bekir (ra) için durum bu olursa, günde bir değil bin defa Allah’a eş ve ortak koşan kimselerin durumu tabiki daha da kötüdür. Ebu Bekir (r.a)’ın babaları ve ataları Allah (c.c)’a inanmakla birlikte Allah’a ibadetlerinde eş koşan kimselerdi. İşte Rasulullah (s.a.s) böyle bir kavmin mazeretli olmadığını bizlere bildirmektedir.
Bu konuya benzer diğer bir delil ise Rasulullah ile Kureyş arasında uzlaşma yapmak için Rasulullah'a gelmiş olan Utbe b. Rabia’nın sözleridir.
Utbe, Rasulullah’a şöyle demiştir:
“Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmine büyük bir işle geldin. Onunla kavmimizin birliğini dağıttın, onların akıllarını akılsızlıkla itham ettin, ilahlarını ve bağlı oldukları dinlerini küçülttün ve onların ölmüş olan atalarını tekfir ettin.” (Siyeri İbn-i Hişam)
Bu rivayet de Rasulullah’ın kendilerine İslami tebliğ ulaşmayan Kureyş'in atalarını tekfir ettiğini açıkça gösteriyor.
Onuncu Delil
Daha İslamı tebliğin başında iken Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir’le karşılaşınca, Ebu Bekir (r.a) O’na şöyle dedi:
“Ey Muhammed, kureyşin senin hakkında bizim ilahlarımızı kabul etmiyor kahinlerimizi ve akıllarımızı da kıt görüyor, atalarımızı ve babalarımızı tekfir ediyor diye söylediği doğrumudur.”
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
“Evet ben Allah’ın elçisiyim. Allah’ın risaletini insanlara tebliğ etmek ve sizi yalnız Allah’a ibadet etmeye çağırmak için gönderildim. “Ey Ebu Bekir seni bir olan, ortağı olmayan Allah’a iman edip ibadet etmeye Allah’tan başkalarına ibadet etmemeye, onları reddetmeye, Allah’ın itaat edilmesini yasakladığı kimselere itaat etmemeye onları dost edinmemeye davet ediyorum.” (Siyeri İbni Hişam)
Burada üzerinde önemle durulması gereken bir nokta vardır. Eğer bir kavme bir Rasul gönderilmişse bu Rasul insanları öncelikle tevhide çağırıp şirkten sakındırmıştır. Fakat Allah’ın hidayet verdiği dışında kalan kimseler Rasulün getirdiği hak dini tahrif edip İslamdan sapmış iseler Rasulün getirdiği Kitab ve şeriat üzerinden sorumlu tutulurlar. Kendilerine bir uyarıcı geldiği için, amellerinde Allah’a şirk koşar, Rasulün getirdiği hak dinden uzaklaşırlarsa kafir ve müşrik olurlar hiçbir mazeretleri kalmaz. Hayatlarını kendilerine gönderilen kitaba göre düzenlemedikleri müddetçe, bu kimselerin hükmü kafir ve müşriktir.
Zaten Allah (c.c) kendilerine Rasul ve Kitab göndererek kafirlikten ve müşriklikten kurtulmalarını, insanların müslüman olup Allah’ın dinine girmelerini istiyor. Allah (c.c) dinine girinciye kadar insanların genel hükmü kafir ve müşriktir.
Şayet cehalet mazeret olsa idi, Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir (r.a)’e siz cahil kimselersiniz size İslam ulaşmadığı için veya benden öncekilerin getirdiği şeriattan sorumlu tutulmadığınız için sizler Allah katında günahsız mazeretli kimselersiniz, eğer size İslam anlatılır da siz de kabul etmezseniz işte o zaman kafir olursunuz derdi. Oysa ki Rasulullah (s.a.s) böyle birşey söylememiş bilakis Ebu Bekir’in atalarını, babalarını ve kendisini, Allah’ın kendisine bildirmiş olduğu risaleti, henüz tebliğ etmeden bu kimseleri üzerinde bulundukları şirkten dolayı, akıllarını kıt görüp atalarını, babalarını ve Ebu Bekir’i tekfir etmiştir.
Bu hadiste Rasulullah'ın Kureyş'in ölmüş babalarını Allah’a şirk koştukları için, tekfir ettiğine şahit oluyoruz. Halbuki Kureyş'in babalarına herhangi bir rasul gönderilmemişti ve onlara İslami tebliğ ulaşmamıştı.
Küfür olan dinlerini terk edip Allah’ın dinine girinceye kadar Ebu Bekir (ra) için durum bu olursa, günde bir değil bin defa Allah’a eş ve ortak koşan kimselerin durumu tabiki daha da kötüdür. Ebu Bekir (r.a)’ın babaları ve ataları Allah (c.c)’a inanmakla birlikte Allah’a ibadetlerinde eş koşan kimselerdi. İşte Rasulullah (s.a.s) böyle bir kavmin mazeretli olmadığını bizlere bildirmektedir.
Bu konuya benzer diğer bir delil ise Rasulullah ile Kureyş arasında uzlaşma yapmak için Rasulullah'a gelmiş olan Utbe b. Rabia’nın sözleridir.
Utbe, Rasulullah’a şöyle demiştir:
“Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmine büyük bir işle geldin. Onunla kavmimizin birliğini dağıttın, onların akıllarını akılsızlıkla itham ettin, ilahlarını ve bağlı oldukları dinlerini küçülttün ve onların ölmüş olan atalarını tekfir ettin.” (Siyeri İbn-i Hişam)
Bu rivayet de Rasulullah’ın kendilerine İslami tebliğ ulaşmayan Kureyş'in atalarını tekfir ettiğini açıkça gösteriyor.
Onbirinci Delil
Müseyyep b, Hazn (ra) şöyle rivayet etmiştir:
“Ebu Talip ölüm döşeğinde iken Rasulullah:
Ey amca “La İlahe İllallah” de kıyamet gününde kendisiyle sana şehadet ve şefaat edebileceğim bu kelimeyi söyle” buyurdu. Ebu Talibin son sözü, ben Abdulmuttalibin dini üzereyim demek oldu. Rasulullah (s.a.s) Allah’ın kendisini men edinceye kadar, Allah’tan Ebu Talip hakkında mağfiret dileyeceğini söyledi. Bu konu üzerine Tevbe 113 ayeti kerimesi nazil oldu.” (Buhari-Müslim)
Demek ki, Rasulullah'ın dedesi Abdulmuttalib'e tebliğ ulaşmamış olmasına rağmen Abdulmuttalib kafir idi. Çünkü onun dini üzere ölen Ebu Talib kafir olarak ölmüştür.
- Bunun gibi Ebu Talib'in ölümünden sonra yeğeni Muhammed (s.a.s)'i himayesine alan Ebu Leheb ile Rasulullah arasında geçen konuşma da buna açık bir delildir. Kureyşliler Ebu Leheb'i himayeden vazgeçirebilmek için, ona:
“Git, Muhammed'e dedesinin nerede olduğunu sor.” dediler. Ebu Leheb, Rasulullah (s.a.s)'e gelip sorduğunda Rasulullah (s.a.s.):
“Abdulmuttalib ve onun gibi olanlar cehenneme girerler.” buyurdu. (İbn-i Cevzi)
Bu hadis Rasulullah'ın Abdulmuttalib ve onun durumunda olan, kendilerine tebliğ ulaşmamış dahi olsa Allah'a şirk koşan kişileri tekfir ettiğini açıkça göstermektedir.
Abdulmuttalib’e Rasulullah’ın risaleti ulaşmamıştı. Eğer cehaleti özür sayanların anladığı manada hüccet ulaşmayan kimseler tekfir edilmemiş olsaydı, hem Ebu Talib’in hemde Abdulmuttalibin kurtulmuş olmaları gerekirdi. Oysa Abdulmuttalib’e Rasulullah’ın risaleti ulaşmamıştır. Bundan dolayıda cehaleti özür sayanların Abdulmuttalibi tekfir etmemeleri gerekir.
Onikinci Delil
Buhari’nin sahihinde, Ebu Hureyre’den naklettiği bir rivayette Peygamber (s.a.v)’in şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
“Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, İzin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim bana izin verdi.” (Buhari. Edep. Müslim, Ebû Dâvud, Cenâiz 77; İbn Mâce, Cenâiz 49)
Şurası bilinen bir gerçektir ki Tevbe: 84 ayetinde de belirtildiği gibi ölüler için mağfiret dilenmesi sadece müslüman olmayan ölüler için caiz değildir. Rasulullah'ın annesine tebliğ ulaşmadığı halde Allah (c.c), Rasulullah’ın onun için dua etmesini niçin yasaklıyor? Demek ki, tebliğ ulaşmamış olsa dahi şirk üzere yaşayan kimselere müslüman denilemez ve onlara müslüman muamelesi yapılamaz.
Cehaleti özür sayanlar Rasulullah’ın annesine hüccet ulaşmadığından dolayı özürlü sayıp müslüman demeleri gerekirken, müslüman olarak görmemektedirler. Eğer onların anlayışına göre hüccet ulaşmayan kimseler özürlü sayılıyor ise Rasulullah (s.a.s)’ın annesine tebliğ ulaşmadığından dolayı tekfir etmemeleri gerekir. Buda onların tam bir tezat içinde olduklarını gösteriyor.
Enes’ten nakledilen sahih bir rivayette de şöyle anlatılmaktadır: “Birisi:
“Ya Rasulullah babam nerededir?” diye sordu. Rasulullah (s.a.s): “Cehennemdedir.” buyurdu. Adam arkasını dönüp gidecekken Rasulullah (s.a.s) onu çağırdı ve: “Benimde senin de baban cehennemdedir.” buyurdu.(Müslim, İman: 347)
Onüçüncü Delil
İmran b. Hüseyin (r.a)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Rasulullah (s.a.s) eline bakırdan bir halka takmış bir müslümanı görünce ona: “Bu nedir?” dedi. Adam:
“Bu kötülüklerden koruyan birşeydir.” dedi. Rasulullah:
“Hemen onu çıkart. Bu seni daha kötü yapar. Eğer bu üzerinde olduğu halde ölseydin asla felaha erişmezdin.” (Ahmed ve Hakim sahih senetle rivayet ettiler.)
Muhammed b. Abdulvehhab bu hadisi zikrettikten sonra şöyle dedi:
“Bu gösteriyor ki şirk hem büyük hem küçük olabilir ve onda cehalet mazeret değildir.” (Fethu’l Mecid s: 117)
Hadise göre küçük şirk işlediğinde adamın cehaleti mazeret kabul edilmedi. Acaba büyük şirk işleme konusunda cehalet nasıl mazeret olabilir?
Gerçekten cehalet özür olsa idi Rasulullah o kimseye bu üzerinde öyseydin asla felaha erişemezdin demezdi. Bir sahabi için durum bu olursa kendilerine kitab ve sünnet ulaştığı halde hayatlarını bu kaynaklara göre düzenlemeyen insanların cehaleti nasıl mazeret olabilir.
Huzeyfe (r.a.) bir adamın kolunda hastalıktan korunmak için takılan bir ip görünce onu hemen koparıp attı ve şu ayeti kerimeyi okudu “Onların çoğu orta koşmadan Allaha iman etmezler.” (Yusuf: 106 Ebu Hatim. sahih senetle)
Ondördüncü Delil
Rasulullah (s.a.s) şöyle demiştir:
“Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. (Bir başka rivayette ise; İslam milleti üzere doğar.) Daha sonra anne ve babası onu yahudileştirir, hristiyanlaştırır veya mecusileştirir.” (Buhari, Müslim)
Biz kesin olarak biliyoruz ki; yahudi, hrıstiyan ve mecusi halklarının küfürlerinin sebebi, cehalet ve taklittir. Buna rağmen onlar yine de mazeretli görülmemiş ve onlara kafir hükmü verilmiştir. Eğer böyle yapılmazsa onlara müslüman ve muvahhid hükmü verilmiş olunur. Bu ise doğru bir hüküm değildir.
Fıtrat; yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mizaç gibi manalara da gelir.
Terim olarak fıtrat: “Allah Teâlâ’nın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır” (İbn Manzur, Lisânü’l-Arab)
Ademoğlunun İslam fıtratı üzerine yaratılması demek; doğduğu andan itibaren gerçekten İslam’a inanan kişiler olarak yaratılması demek değildir. Çünkü Allah, annemizin karnından hiç birşey bilmez halde doğduğumuzu bildirmiştir. Fakat İslam fıtratından kasıt; kalbin şirk ve küfürden uzak olması, hakkı kabul etmeye ve hakkı, yani İslam’ı istemeye meyilli yaratılması demektir. Öyle ki, eğer onu değiştiren hiç bir etken olmasaydı, mutlaka müslüman olurdu. İşte! Bu pratik ilmi kuvvetin, onu engelleyen bir şey olmadıkça insanı İslam’a sevketmesi gerekir. Bu da Allah’ın fıtratıdır ki, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.
Onbeşinci Delil
Rasulullah (s.a.v) şöyle demiştir:
“Allah (c.c), kudsi bir hadiste şöyle buyuruyor:
“Ben, kullarımı hanifler (şirkten uzak kimseler) olarak yarattım. (Sonra) Şeytan onları değiştirdi. Onlara helal kıldığım şeyleri haram kıldı ve hakkında hiçbir delil indirmediğim halde bana şirk koşmalarını emretti.” (Müslim)
Bu hadis gösteriyor ki, ister cahil olsun ister alim olsun, ister inad etsin ister inad etmesin, ister taklid etsin ister düşünsün, isterse de araştırsın kim tevhidden çıkıp şirk işlerse Allah’ın hak dininden çıkar şirk ve küfür dinine girer.
Onaltıncı Delil
Tarık b. Şihab (r.a)’dan Rasulullah (s.a.v)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Bir sinek yüzünden adamın biri cennete diğeri de cehenneme girdi.” Sahabeler:
“Bu nasıl oldu ey Allah’ın rasulü!” dediler. Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:
“İkisi birlikte bir şehre uğradılar. Bu şehir halkının oradan her geçenin mutlaka kurban takdim etmesi gereken bir putları vardı. Birine: “Bir kurban takdim et” dediler. O da: “Takdim edecek hiçbir şeyim yok ki!” dedi. Onlar da: “Hiç değilse bir sinek takdim et.” dediler. O da bir sinek takdim etti. Yolunu açtılar, serbest bıraktılar. Allah (c.c.) o kişiyi bu amelinden dolayı cehenneme soktu. Diğerine:
“Sen de takdim et.” dediler. O da: “Allah’tan başka hiçbir şeye bir sinek dahi takdim etmem.” dedi. Boynunu vurdular. Ve o adam bu yüzden cennete girdi.” (Ahmed)
Fethu’l Mecid kitabının sahibi bu hadisi zikrettikten sonra şöyle demiştir:
“Bu hadiste şirke düşmekten şiddetle kaçındırma vardır. Çünkü insan bilmeden kendisini cehenneme sokacak şirke girebilir.” (Fethu’l Mecid s: 149)
Fethu’l Mecid kitabının sahibi aynı sayfada şöyle demiştir:
“Kurban olarak sinek takdim eden kişi kurban takdim etmeden önce müslüman idi. Yani yaptığı bu fiille kafir oldu. Çünkü müslüman olmasaydı Rasulullah (s.a.s) onun hakkında: “Bir sinek yüzünden cehenneme girdi” demezdi.”
Onyedinci Delil
İmam EsSan’ani zamanımız müşrikleri hakkında şöyle demiştir:
“Mezarlar ve veliler hakkında aşırı düşünenler, puta ibadet edenler gibi müşrik olurlar mı? diye sorarsan sana şöyle cevap veririm: “Evet onlar gibi müşrik olurlar. Çünkü onların yaptıkları gibi yaptılar. Hatta inanma, boyun eğme, köle olma bakımından daha da ileriye gittiler. Onun için onlarla puta ibadet edenler arasında bir fark yoktur.
Eğer bu mezarlara ibadet edenler: “Biz Allah’a hiçbir şeyi eş koşmuyoruz. Hiçbir şeyi O’na denk tutmuyoruz. Velilere inanmak, onlara sığınmak şirk değildir” diyorlar” dersen sana şöyle cevap veririm: “Evet. “Bunlar kalblerinde bulunmayan şeyleri dilleriyle söylerler. Onların böyle söylemelerinin sebebi şirkin manasını bilmemelerindendir. Veliler konusunda aşırı gitmeleri, onlar için kurban kesmeleri şirktir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Rabbin için namaz kıl, kurban kes!” (Kevser: 3) Yani; Allah’tan başkasına kurban kesme, demektir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki mescidler Allah’ındır. Öyleyse Allah’la beraber bir başkasını çağırmayın.” (Cin: 18)
Daha önce anlattıklarımızdan Rasulullah (s.a.s)’ın riyayı şirk olarak isimlendirdiğini öğrendin. Mezarlara ve velilere karşı yaptıkları şeyler bundan daha kötüdür. Velilere karşı yaptıkları amel ile müşriklerin putlarına karşı yaptıklarından dolayı müşrik sıfatını hakettikleri amel aynıdır. “Biz Allah’a eş koşmuyoruz” sözleri onlara fayda vermez. Çünkü yaptıkları amel sözlerini yalanlamıştır.
Eğer “onlar yaptıklarından dolayı şirke gireceklerini bilmiyorlardı.” dersen sana şöyle derim:
“Fıkıh alimleri fıkıh kitaplarında Riddet babında apaçık bir şekilde şöyle diyorlar:
“Manasını kastetmezse bile küfür kelimesini söyleyen kimse küfre girer. Kendilerinin yaptıkları amelden dolayı şirke gireceklerini bilmemeleri İslam’ın hakikatini, tevhidin mahiyetini bilmediklerini gösterir. İşte bundan dolayı İslam’a hiç girmemiş kafirlerden olmuşlardır.
Eğer “bunlar müşrik olmuşlarsa onlarla cihad etmek vacip olmuştur. Ve Rasulullah (s.a.s)’ın müşriklere karşı takındığı tavrı takınmak gerekir.” dersen sana şöyle cevap veririm:
“Alimler bu hükmü vermişler ve şöyle demişlerdir: “Savaş açmadan önce onları tevhide çağırmak gerekir” (Tathiru’l İtikad An Edran el-İlhad s: 22)
İbni Kudame şöyle demiştir:
“El-Cahiz, İslam milletine muhalefet eden kişi eğer araştırdıktan sonra hakka ulaşamazsa mazeretli olduğunu, suçlu olmadığını iddia etti. Bu görüş apaçık bir şekilde batıldır. Allah’ı inkar etmek ve Rasulullah’ın söylediğini reddetmektir. Çünkü kesin bir şekilde biliyoruz ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yahudi ve hrıstiyanların müslüman olmalarını ve ona tabi olmalarını emretti. İslam’a tabi olmayıp kendi dinleri üzerinde olmakta ısrar ettikleri için onları kötüledi. Biz hiç kimseyi ayırdetmeden onlara karşı savaş açıyor ve onlardan büluğa erenleri öldürüyoruz. Halbuki biliyoruz ki onlardan hakkı bilip inat eden kişiler çok azdır. Onların çoğu, kendisine bağlandıkları dinlerine babalarını taklit etmek suretiyle tabi oldular. Ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mucizesini bilmiyorlardı.”
Sonra bununla ilgili ayetleri zikretmeye başladı. (Ravdatu’n Nazır İctihad babı)
Şevkani şöyle demiştir:
“Allah’ı ve rasulünü bilmeyi engelleyen hatalar olmuş ise, yani; yaratıcının bilinmesi, tevhid ve adalet konuları gibi konularda hatalar olmuşsa” bu konuda hak birdir. Kim ona isabet ederse hakka isabet etmiştir. Kim bu konuda hata yaparsa işte o kimse kafir olur.” (İrşadu’l Fuhul İctihad babı)
Şeyh Abdullatif b. Abdurrahman, İbni Teymiye’nin sözlerini şöyle açıklamıştır:
“İbni Teymiye tevhidi ve imanı bozan, Rasulullah (s.a.s)’ın risaletine zıt olan amelleri işleyen kişinin kafir olduğunu, tevbeye çağırdıktan sonra tevbe etmezse öldürüleceğini, bu konuda cehaletinin mazeret olmadığını kitaplarında değişik yerlerde beyan etmiştir.” (Minhac’Et-Tesis s: 101, Ed-Dürerü’s-Seniye c: 10 s: 432-433)
Şeyh Abdurrahman b. Hasan ale’ş-Şeyh şöyle demiştir:
“Alimler (Allah onlara rahmet etsin) doğru yolda yürüyerek mürtedin hükmünü belirtmişlerdir. Mürtedin hükmünü belirtirlerken onlardan hiçbirisi:
“Bir kimse şehadeti bozan küfür bir sözü veya küfür bir ameli cehaleti sebebiyle işlese kafir olmaz” diye söylememiştir.
Allah-u teala Kur’an’ı kerim’de müşriklerin bazılarının cahil ve taklitçi olduğunu, buna rağmen azaba uğradıklarını ve cehaletleri sebebiyle mazeretli sayılmayıp azabtan kurtulmadıklarını haber vermiştir.
Allah-u teala şöyle buyuruyor:
“İnsanlardan kimi, Allah hakkında bilgisi olmaksızın tartışır durur ve her azgın şeytana tabi olur. Muhakkak ona (şeytana) dost olanı, (şeytanın) saptıracağı ve alevli bir azaba ulaştıracağı yazılmıştır.” (Hac: 3-4) (Ed-Dürerü’s-Seniyye c: 11 s: 478–479)