Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Islam Devleti Ve Nusret Cephesi Arasindaki Akidevi Ve Menheci 12 Fark

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
H Çevrimdışı

HAKKINPEŞİNDE

Üyeliği İptal Edildi
Banned
İSLAM DEVLETİ VE NUSRET CEPHESİ ARASINDAKİ AKİDEVİ VE MENHECİ 12 FARK

Elhamdülillah… Ve’s salatü ve’s selamü Ala Rasulillah…

Bismillahirrahmanirrahim…

Birçok müslümanın ve insanların kafasının karıştığı şu dönemde hakikatlerin ortaya çıkması için Müslümanların taraflarını aklıselim bir şekilde, hakeza imanlarının gereğini yerine getirebilmeleri için bu âcizane tespitleri sizlerle paylaşmak istedim. Bu tespitlerim; gördüklerim, okuduklarım ve işittiklerim neticesinde tespit edebildiğim farklılıklardır. Belirtmek isterim ki, bu şahsi bir görüştür. Dolayısıyla hiçbir çevrenin yahut grubun görüşünü yansıtmaz.

Bu tespit ettiğim farklılar elbette genel görüşleri içerir. Her iki taraf içerisinde de bu belirtmeye çalıştığım tespitlerin dışında farklı görüşlerin ve amellerin olması tabiî ki doğaldır. İnsanların; inanç, bilgi, tecrübe, delillerin kendilerine ulaşıp ulaşamaması, şahıslara göre meselelerin kapalılık ve açıklığı, delillerin sübut ve delaleti, maslahat ve mefsedet anlayışları, racih ve mecruh farklılığı yahut kişilerin anlayış vb sebeplerden ötürü insanların farklı düşüncelere sahip olmaları kadar doğal bir şey yoktur. Ayrıca bu âcizane tespitleri yaparken Rabbimin üzerime yüklemiş olduğu adalet vasfını kaybetmemek ve meseleleri objektif bir şekilde yansıtmak için elimden gelen gayreti göstermeye çalıştım. Muvaffakiyet Allah’tandır.

1-İSLAM DEVLETİ: Büyük şirkte genel olarak cehaleti mazeret olarak görmemektedir.

NUSRET CEPHESİ: Büyük şirkte genel olarak cehaleti mazeret olarak görmektedir.

2-İSLAM DEVLETİ: Genel emirin selef salihin akidesine sahip olması gerektiğine inanır.

NUSRET CEPHESİ: Genel emirin Maturudi ,Eşari gibi akidelere sahip olan kimselerden de olabileceğine inanır. Afganistan’da Molla Ömer’in ve şimdiki “Ahtar’ın olduğu gibi.

3-İSLAM DEVLETİ: Güç ve imkân sahibi olunduğu zaman hemen Allahın had ve hudutlarının tatbik edilmesinin gerekliliğine, bununla birlikte davet ve tebliğ çalışmalarının başlatılmasına inanır.

NUSRET CEPHESİ: Güç ve imkân sahibi olunduğu zaman hemen davet ve tebliği çalışmalarının başlaması ve ilerde bütün halk tevhidi tamamen kabul edip, özümsediği zaman Allahın had ve hudutlarının tatbik edilebileceğine inanır.

4-İSLAM DEVLETİ: Birebir çatışmaların olduğu cephelerin dışında, Müslümanların yaşadığı yerlerde Allahın had ve hudutlarının tatbik edilmesinin, ihmal ve iptal edilmesinin caiz olmadığına inanır.

NUSRET CEPHESİ: Allahın had ve hudutlarının tatbik edilmesinin çok büyük temkin ve kudret sahibi olunduktan sonra olabileceğine inanır. Bununla birlikte Müslümanlar her zaman savaş içerisinde kabul edildiği için had ve hudutların bu şartlar altında uygulanamayacağına inanır.

5-İSLAM DEVLETİ: İslami bir devletin-birebir tatbik edildiği gibi- bir kısım imkân, güç ve temkin sahibi olunduktan sonra ikame edilmesinin gerektiğine inanır.

NUSRET CEPHESİ: Yeryüzünde islami bir devletin kurulabilmesi için hiçbir şekilde kâfirler tarafından saldırıya maruz kalmayacak, Müslümanların tamamen güven içerisinde olacakları, çok büyük imkân ve güce sahip olunan ülkeler alındıktan sonra İslami bir devletin ikamesinin gerekliliğine inanır.

6-İSLAM DEVLETİ: Halifeliğin -birebir tatbik edildiği gibi- bir kısım imkân, toprak, asker, güç ve temkin sahibi olunduktan sonra ikame edilmesi gerektiğine inanır.

NUSRET CEPHESİ: Bir halifenin ikamesi için bütün yeryüzündeki Müslümanların bir araya gelmesi, ehli hal ve’l akd oluşturulması, tamamının muvafakatı ve kabulü ile bir halifenin ikamesine inanır. Bir kısım Müslümanların, âlimlerin bu seçilen halifeyi kabul etmemesi halinde seçilen kişinin halifeliğinin kabul edilmez olduğuna inanır.

7-İSLAM DEVLETİ: Kâfirlere karşı “El vela’ ve El bera” konusunda çok titiz olmanın, bunun gereklerinin birebir yerine getirilmesine inanır.

NUSRET CEPHESİ: Kâfirlere karşı “El vela’ ve El bera” konusunda acele edilmemesi zira bir takım maslahat ve çıkarların ön planda tutularak kâfirlerle birlikte, iç içe yaşanabileceğine inanır.

8-İSLAM DEVLETİ: Müslüman olan herkesin İslam şeriatının gereklerini yerine getirmesi, asla sigara, kadınların yüzünü örtmemesi, müzik vs şeyleri yapmamaları gerektiğini ve bunları yapanların şeriatın gerektirdiği şekilde cezalandırılması gerektiğine inanır. Bu tür şeylere, Allahın yardımının inmemesine engel olabilecek şeyler olarak bakılır.

NUSRET CEPHESİ: Müslüman olan herkesin birebir tebliğ ve davette bulunduktan sonra İslam hakikatlerini detaylı, iyice öğrenmeleri, kabullenmeleri gerektiğine inanır. Daha sonra insanların İslam şeriatının gereklerini yerine getirmesinin bütün bunlardan sonra olması gerektiğine inanır. Sigara, kadınların yüzünü örtmesi, müzik vs şeylerin işte o vakitte cezalandırılması gerektiğine inanır.

9-İSLAM DEVLETİ: Müslümanların bir devletinin olduğu, bu nedenle her şeyi bir devlet anlayışı içerisinde planlanması ve icra edilmesi gerektiğini düşünür.

NUSRET CEPHESİ: Her zaman bir örgüt anlayışı içerisinde çalışılma yapılmasının gerekli olduğu çünkü bir devlet kurmanın çok büyük toprak parçalarına sahip olmanın, çok büyük askeri, ekonomik güce sahip olunmasının gerekli olduğunu düşünür. Bu yüzden her zaman örgüt mantığında hareket etmenin gerekliliği düşünülür.

10-İSLAM DEVLETİ: Yerli mürtedlerle savaşılmasının asli kâfirlerle Amerika vb devletlerle savaşılmasından daha öncelikli olmasının gerektiğini düşünür.

NUSRET CEPHESİ: Öncelikli olarak asli kâfirlerle Amerika vb devletlerle savaşılmasının gerekli olduğuna bu kâfirleri yok ettikten sonra yerli mürtedlerle savaşılmasının gerekliliğini düşünür.

11-İSLAM DEVLETİ: Genel olarak taviz vermemenin, İslam şeriatının gereklerinin hepsinin birebir yerine getirilmesi gerektiğini düşünür. Bu konularla hiçbir tavizin verilmemesi gerektiğine inanır.

NUSRET CEPHESİ: Bir takım güç ve bilinçlenmenin tam anlamıyla gerçekleşmesi, tamamen islam dininin detaylarının anlaşılması ve yaşanılması için genel olarak bir takım taviz ve geri adım atılabileceğini, şer-i açıdan yapılması gerekenlerin –kendi ictihadlarına göre- bir takım şer-i gerekçelerle daha sonraya sarkıtılabileceğine inanır. Bunun neticesinde de her ne kadar islam ile alakası olmayan ama sözde adı Müslüman olan kimse yahut topluluklarla hareket edilebileceğine inanır.

12-İSLAM DEVLETİ: Sahip olunan akidenin açıkça ilan edilmesi ve bu akidenin gereklerinin yerine getirilmesi olduğuna inanır.

NUSRET CEPHESİ: Akidenin bir takım çıkar ve menfaatlerden dolayı tamamen ilan edilmemesi ve bu akidenin gerektirdiklerinin bir takım insanların saflara katılması, bir takım yerlerden yardım alınabilmesi için gerekli olduğunu düşünür. Ayrıca uluslar arası birlik ve devletlerin dikkatini çekmemek için akidenin bütünüyle ilan edilmemesinin daha faydalı olduğuna inanır.

Allah en doğrusunu bilendir…

Hazırlayan: Ebu Mühenned El-Bettar
 
A Çevrimdışı

Away

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bu yazdıklarını gidip bire bir sorup gördün mü?
öyle bir yazmışsın ki sanki hem nusra hem işid bu konuda net yazılı açıklamalar yapmış!

Nusranın akidesine atıfta bulunduklarının delili nedir?

Işid kabuğu güzel içi bozuk bir cevize benzer, İşid akidesi bozuk, bir harici guruhudur.

Alimlerimizin bunca açıklamalarına rağmen kendi nefsi düşüncelerine ve sıradan kişilerin düşüncelerine uyman yanlıştır.
Işidin islam dışı uygulamalarını burda yazmayacağım çünkü gına geldi artık. Sadece son günlerde çevirisi yapılan işidi bir zamanlar destekleyen Şeyh Hani Sibai ye atılan mesajın türkçe çevirisini verecem, ozaman göreceksin ki işid, dışı güzel(sözde) içi çürük(özde) bir örgüt olduğunu anlayacaksın.



Şeyh Hani Sibai’nin IŞİD’den Ayrılan Bir Kardeşle Konuşması

Hani.jpg


Şeyh Hani Sibai, 7 Ekim 2015 tarihinde IŞİD’den ayrılan bir kardeşle gerçekleştirdiği konuşmayı “Wood Online” radyosunda aktarmıştı.

Küresel Analiz olarak Şeyh Hani Sibai’nin gerçekleştirdiği konuşmanın birinci bölümünü okuyucularımıza sunuyoruz;

***

Hoş geldiniz sevgili dinleyiciler, bugün Bağdadi devletinin kalbinden bir şahitlik dinleyeceğiz. Birkaç başka şahitlik de bunu takip edecektir. Bugün Hicri 23 Zilhicce 1436 Çarşamba ve Miladi 7 Ekim 2015.

Şu anda Paltalk uygulaması Fecr (Sabah) odasını ve wood online radyosunu dinlemektesiniz, bu konuşma ileride diğer sosyal medya sitelerinde de paylaşılacaktır.

Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuh. Başlamadan önce belirtmek istediğim birkaç nokta var.

Bu şahitlik, içinde bulnduğumuz yılda 23 ile 31 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşmiştir, yani bir buçuk ay önce. Şahitliği yapan kişi, telegramdaki ortak bir arkadaşım üzerinden benimle iletişime geçmek isteyen ısrarcı bir kardeştir.

Onun devle cemaatinden olduğunu söylediler, ben de bunun bir tuzak veya şaka olmadığından emin olmak için kendisinden bir ses mesajı istemiştim ve bu isteğim yerine getirildi.

Bunun üzerine kendisiyle telegramda irtibata geçtim.

Kendisi hala devle topraklarında olduğu için sadece yazı ile konuşmaya karar verdik, bu sayede bağdadi cemaatinin istihbarat ağından korunabilecekti.

Attığı mesajları dikkatlice kaydedeceğimi söyleyip kendisinin de bu mesajları attıktan sonra silmesini istedim.

Kendisinin maslahatı için de bu şahitliği hemen paylaşmadım ve bazı noktaları değiştirdim ki şunlardır:

-Ders aldığı hocalar/ alimler, çünkü tanınmaları halinde şahidin memleketi açığa çıkabilirdi.
-Bazı kişisel bilgiler

Şahitliğini üzerinde yorum yapmadan ve bahsettiğim noktalar hariç değişiklik yapmadan okuyacağım, hatta yazım hatalarını da düzeltmeyeceğim, bu yüzden tecerrüd (tarafsızlık/ sağduyu) ile dinleyin, önyargı ve nefretinizi bir kenara bırakın ki ancak bu yolla hakikate ulaşabilirsiniz.

Konuşmalarda kendisinden X diyerek bahsedeceğim ve mesajların saatlerini de vereceğim.

Bu şahitlikten sonra IŞİD’den ayrılan bir başka kişi daha beni aradı kendisi cezireli bir şer’i kadı idi.

Allah Onu IŞİD’den kurtulmasında muvaffak etmişti, o da bir tanıdığım aracılığıyla bana ulaşmıştı.

Kendisi kaçmış ve sığındığı güvenli bir yerden bana korkunç şeyler anlatmıştı, anlattığı şeyleri devlede üst düzey komutanlık yaptığı bir sırada görmüştü.

Diyordu ki “Ey Şeyh, Allah beni onlardan bir mucize ile kurtardı” bu şekilde kurtulmuş ve benim de tanıdığım akrabalarının yanına ulaşabilmişti.

Onunla bu şekilde Viber programı üzerinden konuştum ve bu şahitliği daha sonra yazacağım.

Elbette her zaman yaptıkları gibi kendisini öldürmeleri için birini göndermelerinden korkuyordu, ben de bu konuda Allah’ın izniyle yardım edebileceğimi söyledim.

Kendisi oradaki melanetlerden bahsetti ve Devle’nin dışında özellikle Avrupa’da yaşayanların sadece görmek istedikleri şeyleri gördükleri ve kendi kendilerini kandırdıklarını söyledi.

Hatta şu anda yaklaşık 500 kardeşin Rakka’da hapiste olduğunu söyledi ve infaz edilen bazı kişilerin isimlerini de verdi.

Ebu Ömer el Kuveyti adlı bir kişiyi, şeri meselelerdeki bazı anlaşmazlıklar nedeniyle önce hapsetmiş sonra da infaz etmişlerdi. Kendi oğlu da devle’den bir şekilde kaçmış ve başka bir ülkeye sığınmıştı.

Sonra daha önceden devleyi çok öven Tunuslu bir kardeşin şimdi korku içinde olduğunu, bir yerde saklandığını ve kaçmak için fırsat aradığını söyledi.

Bu şahitlik ileride tamamladığında paylaşılacaktır inşallah.

Şimdi aciz bir kardeşimizin korkusu nedeniyle paylaştığı şahitliği dinleyeceğiz.Kendisinden bahsederken “X” takma adını kullanacağım.

Başlıyoruz, barekallah fikum

Paltalk’taki veya radyodaki gençler dikkatli dinleyin, dikkatlice dinleyin.

Sözlerime inanın ki bunlarda hiçbir değişiklik yapmadım. Bağdadi’nin hilafetindeki bir kardeşin pişmanlığını dinleyeceğiz.

X 26 Ağustos 2015 tarihinde bana birkaç sesli mesaj gönderdi. Yine 26 Ağustosta yazılı birkaç mesaj daha gönderdi.

X: “Buradaki duruma katlanamayan yüzlerce muharip kardeş var ama Türkiye’ye gitmelerine engel olunuyor.”

X devam ediyor: “Pasaportlarımız ellerinde ancak onları geri istediğimiz zaman Dar’ül-İslam’ı terk edip Dar’ül-küfre gidemeyeceğimizi söylüyorlar.”

“Ben filanca alimlerden ders okumuştum Rabbim onları zindandan kurtarsın dilerim”

Cevapladım: “Aleyküm selam ve rahmetullah ve berakatuh, yazmaya devam edin ben kayıtlarını tutuyorum Rabbim sizi korusun.”

X 27 Ağustos akşam 5’te bir ses mesajı gönderdi ardından normal mesaj ile devam etti.

Dedi ki: “İçinden çıkamadığım o kadar çok konu var ki nereden başlasam bilmiyorum. Kusuruma bakmayın halim için bir fetva veya bir çözüme ihtiyacım var.”

“Her gün gördüğüm türlü türlü şeylere karşı ne yapsam bilemiyorum”

“Vallahi artık hastalandım çünkü her şeye çok fazla kafa yoruyorum.”

“Maalesef bazı alimler bizim hakkımızda tuhaf fetvalar veriyor”

“Bazıları Allah’ın dinini ve şeriatını değiştirenleri haklı çıkarmak için bahane uyduruyor hatta bera’dan uzak şekilde Allah’a, peygamberine, sahabesine sövenler için bile istisnalar yapılabiliyor.”

“Bu arada bizi tekfir ediyorlar malımızı ve kanımızı helal sayıyorlar.”

“İsteriz ki aynı istisnalar bizim için de yapılsın.”

“Vallahi biz müslümanları haksız yere tekfir edip mallarını ve servetlerini helal sayanlardan bera yapıyoruz, Şeyh Makdisi’nin bizi uyardığı üzere şüphe, lazım veya diğer melanetler sebebiyle tekfir yapanlardan da.”

Tarih hala 27 Ağustos iken X: “Lütfen ey Şeyh bizim durumumuza bir çare gösterin ki iki taraftan da saldırı altındayız, hem alimlerimiz hem de Allah’ın hükmünü yüceltmek için birlikte savaşmaya geldiklerimiz tarafından.”

“Vallahi burada Mümin’lerin izzet ve namusuna hiç saygı duymayan valiler var.”

“Aralarında en iyisine bile ‘Allahtan kork’ dersen seni kırbaçlatır ve cezalandırmak için saçlarını kazır.”

“Bu soruşturma raporları üzerine kurulmuş bir devlettir, eğer hakkınızda bir tane yazılmışsa kim olursanız olun sanık durumuna düşersiniz ve masumiyetinizi asla kanıtlayamazsınız.”

–bu kısmı tekrar ediyor–

“Burada eğer bir şeye itiraz ederseniz hatta bunu üstü kapalı bir şekilde yapsanız bile sizi casus, mürted veya korkak olmakla yaftalarlar.”

“Üstümüz olan emirlere hiçbir şekilde itiraz hakkımız yok çünkü nasıl oluyorsa onlar her seferinde bizim göremediklerimizi görüyorlar bu yüzden de ne olursa olsun susmak ve itaat etmek zorundayız.”

“Operasyon sırasında yaralananların, ganimet toplayanlar tarafından kendi hallerine bırakıldıklarını ve onlara yardım edilmediğini gördüm.”

Şeyh: dikkatli dinleyin tekrar ediyorum.

“Operasyon sırasında yaralananların, ganimet toplayanlar tarafından kendi hallerine bırakıldıklarını ve onlara yardım edilmediğini gördüm.”

“Bize diyorlar ki : ”Eğer esir düşerseniz size yardıma gelmemizi beklemeyin, ne olsa Allah yolunda ölmeye geldiniz.'”

“Burada eğer Nusra’yı Ahrar’ı ve diğer grupları tekfir etmezseniz imanınızdan şüphe ederler. Halbuki kendileri vela ve bera dahil olmak üzere birçok akide konusunu hafife alıyorlar.”

27 Ağustos 2015 saat 22:23’te kendisine dedim ki: “Yazılı veya sesli ne zaman mesaj gönderebilirseniz böyle devam edin.” o da “İnşallah” dedi.

Ve sonra dedi ki: “Ama Allah için sizinle konuştuğumu kimseye söylemeyin.”

“Yoksa kafamı keserek idam ederler, onlar sadece kendilerine biat ettikten sonra cihad edenlere saygı duyarlar, diğer herkes onların gözünde birer fasıktır.”

“Sivillere sürekli ‘sizler fasıksınız, biz sizden üstünüz çünkü cihad ediyoruz’ deyip duruyorlar”

“Allah sizi korusun, bir şey anlatırken yemin etmenize gerek yok, güvenliğiniz içinse hala şüphe ediyorum dikkatli olun. numaranız içinse korkmayın sanki hiç konuşmamış gibiyiz” (bu cümleyi şeyh kendisi söylüyor sanırım – Ahmed İhsan)

X cevapladı: “Cezakalluhu hayr ama Şeyh ne yapsam bilmiyorum. Onlarla birlikte savaşmalı mıyım yoksa ayrılmam mı gerekir?”

“Şimdilik onları kandırıyorum ve yönetim ile ilgili bir görevdeyim. Ama birgün mutlaka savaşmam gerekecek o halde ne yapmalıyım?”

“Burada evlendim ve eğer kaçarsam karımı burada bırakmak zorunda kalırım ve o zaman beni mürted olarak görürler.”

“Vallahi kafam çok karışık. Maalesef ben buraya fitneden ve merkade savaşından önce geldim.” (IŞİD’in deyrizorda mücahidleri muhasara etmeden önce onlarla ilk savaşlarından biri. – Ahmed İhsan)

“Ben Suriye’de hiç savaşmadım. Sadece Irak’ta”

“Sahve dedikleri gruplara karşı savaşmayı reddettim, inşallah ya PKK’ya ya da sadece rejime karşı savaşacağım”

(Çevirmen notu: muhaliflerin veya IŞİD’in safındaki çoğu kişi ypg, pyd ve pkk arasında fark görmüyor, bu üçüne hdp ve dbpyi katarak ben de aynı şeyi düşünüyorum. videoda şeyh hani sibai pkknın “partiya karkaren kürdistan” “kürdistan işçi partisi” arapça karşılığı olan “hizbel amel kürdistan” kelimesini kullanıyor.)

“Başka bir savaşçı birliğe geçeceğim (şeyh maslahat için ismini vermiyor) bu caiz midir?”

“Birkaç gün önce silahlardan sorumlu emir ile tanıştım ve ona Şeyh Zevahiri’nin yayınladığı Şeyh Usame’nin Molla Ömere genel biat verdiği videoyu sordum.”

–Şeyh Sibai bu cümleyi tekrar ediyor–

Ketibesini değiştirmek ile ilgili sorduğu ilk soruyu cevapladım: “Allah’ın kitabında takva sahibi kişilere yol gösterileceği hatta bu kişilere onların hayal bile edemeyeceği imkanlar verileceği söyleniyor.”

“Sabredin Allah sizin için bir kapı açacaktır, onlarla birlikte savaşmayın, sahve ve riddet ehli dedikleri kendilerinden farklı düşünen Nusra, Ahrar ve diğer gruplardan hiçbir müslümanı öldürmeyin…

… bu konuya çok dikkat edin, sizin hayatınız size öldürmenizi emrettikleri kişilerden daha değerli değil, onlar farklı düşünseler veya biat etmeyi reddetseler bile. Bunu size aktardığım hususunda Allah şahidim olsun.”

Şimdi silahlardan sorumlu emirle ilgili hikayeye geri dönelim:

X dedi ki: “Birkaç gün önce silahlardan sorumlu emir ile tanıştım ve ona Şeyh Zevahiri’nin yayınladığı Şeyh Usame’nin Mola Ömer’e genel biat verdiği videoyu sordum.”

X devam ediyor: “Emir bana dedi ki Zevahiri’nin artık işi bitmiş ve bilerek ya da bilmeyerek kafirlere hizmet ediyormuş.”

–Şeyh hikayeyi tekrar ediyor–

X daha sonra diyor ki: “İşte bu yüzden onlarla tartışmak bir fayda getirmiyor.”

“İşte bu yüzden bu işe bulaşmamış olanlara, bu yalancı örgütten uzak durmalarını söylüyoruz.”

Yalancı örgüt derken içinde yaşadığı hilafet devletini kastediyordu.

–Şeyh şahitliği tekrar ediyor–

X diyor ki: “Cezakalluhu hayr. İnşallah kafir olduğundan emin olmadığım kimseyle savaşmayacağım.”

X diyor ki:”Bu gece sizi uykusuz bıraktığım için beni affedin. Sesli mesaj göndermek çok tehlikeli çünkü yakalanırsam aleyhimde delil olacaktır.”

Cevap verdim: “Barekallhu fikum. Güvenliğiniz için endişeleniyorum eğer biri bu mesajları okursa. Allah sizi korusun.”

Ona dedim ki: “Sadece yazmaya devam edin ve gönderdikten sonra silin, ben bütün konuşmanın ayrıntılı kaydını tutuyorum, Rabbim kurtuluşunuzu hızlandırsın.”

X diyor ki: “Maalesef Türki bin Ali bile değişti ve onlardan biri gibi oldu.”

“Önceden Nusra’yı tekfir etmekten kaçınırdı ama şimdi onların riddet ehli olduğunu çünkü müslüman haricilerle savaşan ÖSO’daki kafirlere yardım ettiklerini söylüyor.”

Cevapladım: “Öyle demek zorunda, çünkü öyle dedikçe ödüllendiriliyor.”

X cevaplıyor: “Bütün bunlardan sonra, kendisi sadece burada birkaç şeri ders veren bir vaizdir, O ve Ömer Mehdi Zinan da öyle.”

X devam ediyor: “Devle’nin en üst düzey şeri komitesinin ise onlara hiç saygısı yok. Bu komite Bağdadi’nin şahsen tanıyıp güvendiği kişilerden oluşuyor, etrafında da sadece güvendiği Iraklılar var.”

X diyor ki: “Devle’nin üst düzey komuta ekibindeki 20 kişiden sadece 3 veya 4 kişi muhacir, diğerleri ise Ebu Ömer Bağdadi’nin zamanından beri orada.”

Dedim ki: “Evet bu örgüt Iraklıların hanedanı üzerine kurulmuştur ve geri kalan herkes ya hizmetçi ya da köledir.”

X cevapladı: “Evet vallahi bunu bana Ebu Muhanned el-Süveydavi söyledi.”

“Bana dedi ki: Sen bir muhacir olarak burada sadece ölmek için varsın, o yüzden benden patlayıcı kemer veya istişhad arabası haricinde bir istekte bulunma. Benden kıyafet, yiyecek veya içecek isteme, sen hicret ettin ve dünyayı arkanda bırakarak terk ettin.”

“Bunları bizimle dalga geçerek söylüyordu, Irak’ta gördüğümüz bu gibi şeyler yüzünden Suriye’ye geri gönderilmeyi talep ettik.”

“O (Ebu Muhanned) bizimle dalga geçiyor ve ‘Aranızda hanginizin daha önce dogma (istişhad eylemi) yapacağına dair kavga ettiğinizi duydum.’ diyordu”

“Sanki biz istediği zaman bağlayıp istediği zaman serbest bırakabileceği köpekler veya kölelermişiz gibi. Hasbunallah ve ni’m el vekil.”

“Ey Şeyh burada Suriye’ye geri gönderilmek konusunda çok ısrarcı olan kardeşler arasında kendisi tarafından infaz edilenler oldu! Onların varlığının devleye tehdit olduğunu düşündüğü için “maslahat” diyerek öldürdü onları!”

Bu konuşma 27 Ağustos 2015 saat 22:59’da gerçekleşti.

X’e sordum: “Dogma ne demektir?” Çünkü anlamını bilmiyordum.

X cevapladı: “Dogma Şam bedevilerinin ve Iraklıların lehçesinde patlayıcı araç anlamında bir kelimedir, sözlük karşılığı ise düğme, butondur.”

X diyor ki: “Iraktaki kardeşler nehyi anil münker yapmak konusunda korkuyorlar çünkü maslahat bahanesiyle idam edilebilirler”

“Suriyeye gönderilmek isteyen ama bu konuda çok ısrar etmeyen kardeşler ise Fellucede hapse atılıyor zaten Felluce hapishanesi sadece kardeşleri hapsetmek için kullanılıyor.”

“O hapishanede uyuz ve diğer korkunç deri hastalıkları kapan kardeşler var.”

–Şeyh Ebu Muhanned Süveydavi hakkındaki kısmı tekrar ediyor–

X devam ediyor: “Hapisteki kardeşlere kendilerinin Şama gönderilmesi mümkün olana kadar hapse razı olmaları veya Irakta savaşmaya devam etmeleri söyleniyor.”

Cevapladım: “Bu gangsterlerin veya mafyaların yapacağı bir iştir. Aynı İbni Sinan’a arka çıkan Alamut gangsterleri gibi, Bunlar da İslam ve hilafet ile kendini gizlemeye çalışan azılı vahşi Ba’asçılar.”

“İslamı ve hilafeti kötü gösteriyorlar, la havle vela guvvete illa billah”

X devam ediyor: “Kardeşler 3 aydır doğru düzgün banyo yapamıyor, çünkü hücrelerinden çıkarıldıklarında banyo hakkı elde edebilmek için diğerleriyle dövüşmek ve kazanmak zorundalar.”

X diyor ki: “Bu eskiden Irak ordusunda görev yapan subaylar bizi kandırdı, ba’asçılıktan tövbe ettiklerini söylüyorlar ancak o zamanki taktiklerine ve yöntemlerine aynen devam ediyorlar.”

X diyor ki: ” Sadece medya ve propaganda amacıyla yapılan istişhad operasyonları var ki ne sen sor ne ben söyleyeyim.”

“Iraktaki devle teşkilatlanmış haramilerden başka bir şey değil, Şamda henüz daha acemiler.”

“Onlara karşı çıkan herkesi öldürdüler.”

İkinci kısım yakında…
Küresel Analiz / Özel Haber


konuşmanıın orjinal arapçası:

 
H Çevrimdışı

HAKKINPEŞİNDE

Üyeliği İptal Edildi
Banned
YAZI BAŞTAN SONRA GÜZELCE OKUNUNCA DEVLENİN HATASINI ORTAYA KOYAN GÖZLE GÖRÜLÜR, SOMUT BİR DELİL YAHUT OLAYIN KOYULMADIĞI GÖRÜLÜYOR. BAHSEDİLEN: BULUNULAN BÖLGEDE MÜMİNLERE SAHİP ÇIKILMAMASI, MÜSLÜMANLARIN KÜFÜR BELDELERİNE DÖNMEMESİNİN TAVSİYE EDİLMESİ ÇÜNKÜ BU KİMSELER BEYATLİDİR, BEYATLİ KİMSELERİN EMRİNDEN İZİNSİZ HAREKET ETMESİ CAİZ DEĞİLDİR. KONUŞMADA HİÇBİR DELİL SUNULMAMAKTADIR. SAVAŞ ORTAMINDA OLABİLECEK ŞEYLERDEN ÖTE BİR ŞEY YOKTUR...
 
A Çevrimdışı

Away

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
YAZI BAŞTAN SONRA GÜZELCE OKUNUNCA DEVLENİN HATASINI ORTAYA KOYAN GÖZLE GÖRÜLÜR, SOMUT BİR DELİL YAHUT OLAYIN KOYULMADIĞI GÖRÜLÜYOR. BAHSEDİLEN: BULUNULAN BÖLGEDE MÜMİNLERE SAHİP ÇIKILMAMASI, MÜSLÜMANLARIN KÜFÜR BELDELERİNE DÖNMEMESİNİN TAVSİYE EDİLMESİ ÇÜNKÜ BU KİMSELER BEYATLİDİR, BEYATLİ KİMSELERİN EMRİNDEN İZİNSİZ HAREKET ETMESİ CAİZ DEĞİLDİR. KONUŞMADA HİÇBİR DELİL SUNULMAMAKTADIR. SAVAŞ ORTAMINDA OLABİLECEK ŞEYLERDEN ÖTE BİR ŞEY YOKTUR...
işid gerçek bir islam devleti mi ki islam beldesini bırakıp küfür belgesine geçmesine caiz değildir diyebiliyorsun? kaldı ki işid caiz değildir demiyor, mürted hükmü verip öldürüyor...
"...ÇÜNKÜ BU KİMSELER BEYATLİDİR, BEYATLİ KİMSELERİN EMRİNDEN İZİNSİZ HAREKET ETMESİ CAİZ DEĞİLDİR." diyorsun, Irak islam devleti daha önce kime beyatlıydı peki? kaideye beyatlı değilmiydi? hatta Şeyh Zevahiri dememiş miydi ki IŞİD'i ilğa ediyorum ve Irak islam devleti olarak ırakta faaliyet göstermesini istiyorum....

ilk önce kim kimin sözünden çıktı???
 
hebbit kerrih Çevrimdışı

hebbit kerrih

İslam-tr Mudâvimi
Site Emektarı
Isid mare'de 10larca intihar saldirisi yapip musluman halki oldurmeye cevaz verirken nusret cephesi seri mahkeme kurup isid militanlarini serbest birakir.

Isid ramazanda musluman camiisine teravih namazinda intihar saldirisi yapmayi caiz gorur nusret cephesi ise muslumanlar savasmasin diye iside sinir olan yerlerden cekilmeye calisir.

Ayrica seriat uygulamiyorlar demek de buyuk bir yalandir.
 
H Çevrimdışı

HAKKINPEŞİNDE

Üyeliği İptal Edildi
Banned
1-İSLAM DEVLETİNİN TOPRAĞI, İNGİLTERE'DEN DAHA BÜYÜK BİR TOPRAK PARÇASIDIR. BİR DEVLETTE BULUNMASI GEREKEN BÜTÜN MÜESSESELER VE DAHA FAZLASI DEVLEDE VARDIR. EKONOMİK VE ASKERİ OLARAK BİRÇOK DEVLETTEN DAHA FAZLA GÜCE SAHİPTİR. BAZI KİMSELERİN DEVLEYİ KABUL ETMEMESİ, DEVLETİN YAHUT HİLAFETİN MEŞRUİYETİNİ BOZMAZ. BU HEM ŞER-İ AÇIDAN VE HEM DE TARİH BOYUNCA BÖYLEDİR. BİRİLERİNİN BİR DEVLETİN VARLIĞINI KABUL ETMEMESİ, O DEVLETİN YAHUT MEŞRUİYETİN YOK OLDUĞUNU GÖSTERMEZ. BUGÜN İSRAİLİN, FİLİSTİN'İ İŞGAL EDİP, ONDAN DAHA FAZLA BİR GÜÇ OLMASI VE KENDİNİ KABUL ETTİRMESİ GİBİ. BİZ NE KADAR İSRAİLİ BİR DEVLET OLARAK GÖRMESEK DE, İSRAİL BUGÜN GÜÇLÜ BİR DEVLETTİR.

2-DEVLE, DEVLEDEN İZİNSİZ AYRILANLARA ASLA MÜRTED HÜKMÜ VERMEZ. ŞAYET BİR DELİLİN VARSA BU KONUDA ORTAYA KOY. ANCAK İSLAMI KERİH GÖREN, REDDEDEN, İSLAMDAN ÇIKAN BİR KİMSE ONUN HÜKMÜ BELLİDİR. ONUN DIŞINDA MÜSLÜMANLAR, İSLAMIN YAŞANDIĞI BİR YERDEN BAŞKA BİR YERE GİTMESİ DOĞRU DEĞİLDİR. AYRICA İZİNSİZ GİDİP GERİ DÖNENELER YA KISA BİR MÜDDET HAPSE ATILIR YAHUT AF EDİLİR. BUDA DEVLENİN İZİNSİZ GİDENLERİ MÜRTED OLARAK GÖRMEDİĞİNİ GÖSTERİR. ŞAYET MÜRTED GÖRSEYDİ, GİDİP GELENLERE MÜRTED HÜKMÜ UYGULARDI VE HİÇBİR KINAYICININ KINAMASINDA DA KORKMAZDI.

3- DEVLE HİÇBİR ZAMAN SÜNNİLERİN NAMAZ KILDIĞI BİR YERE SALDIRI DÜZENLEMEZ. BU DEVLEDE VERİLEN BİR FETVADIR. PEKALA YAPILANLAR KİMİN ESERİDİR? DERSEN, DERİM Kİ: BUGÜN SURİYE VE IRAK TOPRAKLARINDA İSTİHABARAT ELEMANLARI OLMAYAN HERHALDE HİÇBİR DEVLET YOKTUR, DESEK YANLIŞ SÖYLEMEYİZ. DOLAYISIYLA BU DEVLETLER MÜMİNLERİ BİRBİRİNE DÜŞÜRMEK İÇİN VE KARŞI KARŞIYA GETİRMEK İÇİN BU TÜR OLAYLARI ÇOKÇA YAPIYORLAR. AYRICA BU TÜR OLAYLARI YAPANIN DEVLE OLDUĞUNA DAİR HİÇBİR KİMSE HİÇBİR KANIT YAHUT DELİL KOYAMAMIŞTIR. İDDİA, İSPAT İSTER. DEVLE YAPTIĞI ŞEYİ GİZLEMEZ VE YAPTIM DER. AMA BU TÜR SÜNNİ MESCİDLERE YAPILANLARI HİÇBİR ZAMAN ÜSTLENMEMİŞTİR.

4-ZEVAHİRİNİN: İKİ TARAF HAKKINDA VERMİŞ OLDUĞU HÜKÜM GEÇERSİZDİR ÇÜNKÜ VAKIAYI BİLMEYEN BİR KİMSENİN VAKIADA OLMADIĞI HALDE VERMİŞ OLDUĞU BİR HÜKÜMDÜR. İSLAM ŞERİATINDA DA HERKES BİLİRKİ VAKIAYI BİLMEYEN HÜKÜM VEREMEZ. BUNUN YANINDA ZEVAHİRİ: TARAFLARI BU KONUDA DİNLEDİ Mİ? HAYIR, DİNLEMEDİ. ÖYLEYSE TARAFLARIN DİNLENMEDİĞİ BİR KONUDA HAKİM NASIL HÜKÜM VEREBİLİR. AYRICA TARAF OLAN BİR KİMSE NASIL HAKİMLİK YAPABİLİR Kİ! HAKEZA ZEVAHİRİ ACABA ŞAHİTLERİ DİNLEDİMİ? HAYIR, ÖYLEYSE BÜTÜN BUNLAR BİR HÜKÜM VERMEDE ARANANA ŞARTLARDIR. DOLAYISIYLA ZEVAHİRİNİN VERMİŞ ODLUĞU HÜKÜM GEÇERSİZDİR.

5-EL-KAİDENİN İMARETİ SADECE AFGANİSTAN İLE SINIRLIDIR. BU YÜZDEN EMİRLİĞİ DE ÖYLEDİR. DEVLE İSE BÖYLE DEĞİLDİR. DEVLE DEVLETTİR. EL-KAİDE GİBİ ÖRGÜT DEĞİLDİR VE HİÇBİR ZAMAN ÖRGÜT MANTIĞIYLA HAREKET ETMEZ. DEVLET OLAN NASIL OLUR DA BİR ÖRGÜTE BEYAT EDER Kİ? BU ŞER-İ VE MANTIKSAL AÇIDAN MÜMKÜN DEĞİLDİR.

6-CEVLANİNİN BAĞDADİYE BEYATLİ OLDUĞUNU HERKES BİLİR. CEVLANİ ACABA NEDEN BEYATİNİ BOZDU. BUNUNLA BİRLİKTE ZEVAHİRİ NEDEN BEYATİNİ BOZAN BİR KİMSENİN BEYATİNİ KABUL ETTİ! BU NASIL OLUR? BÖYLE GÜNAHKAR VE BEYATİNİ BOZAN BİR KİMSENİN BEYATİ NASIL KABUL EDİLİR?

7-BUGÜN SURİYE VAKIASINI BİLEN HERKES, DEVLENİN ŞERİATI BİREBİR TATBİK ETTİĞİNİ, NUSRANIN İSE ŞERİATI BİREBİR TATBİK ETMEDİĞİNİ HERKES BİLİR. ÇÜNKÜ NUSRANIN NE BÖYLE BİR MENHECİ NE DE BÖYLE BİR CESARETİ, NEDE BÖYLE BİR İTİKADI, NE DE BÖYLE BİR PLANI VE NE DE BİR GÜCÜ VARDIR. BU ANLAYIŞTAN DA HİÇBİR ZAMAN KURTULAMAMIŞTIR, KURTULAMAZ DA...

RABBİM MÜMİNLERİN KALPLERİNİ HAKKA MEYLETTİRSİN..ALLAHÜMME AMİN..
 
zindabad Çevrimdışı

zindabad

زينداباد
İslam-TR Üyesi
HAKKINPEŞİNDE
selamun aleykum
ilk mesajında en altta belirttiğin ebu mühenned el bettar kimdir, bilgi verir misin
 
Halid Ahmed Çevrimdışı

Halid Ahmed

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAKKINPEŞİNDE kardeş devlede bulundun mu hiç?Soruda artniyet yok,evet yada hayır
 
A Çevrimdışı

Away

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
1-...BAZI KİMSELERİN DEVLEYİ KABUL ETMEMESİ, DEVLETİN YAHUT HİLAFETİN MEŞRUİYETİNİ BOZMAZ. BU HEM ŞER-İ AÇIDAN VE HEM DE TARİH BOYUNCA BÖYLEDİR. BİRİLERİNİN BİR DEVLETİN VARLIĞINI KABUL ETMEMESİ, O DEVLETİN YAHUT MEŞRUİYETİN YOK OLDUĞUNU GÖSTERMEZ.
Bu gün birisinin çıkıp hilafeti ilan ettim haydi biata demesi Onun devleti gerçek bir islam devlet ve onun hilafeti de gerçek bir hilafet olduğu anlamına gellmez.

2-DEVLE, DEVLEDEN İZİNSİZ AYRILANLARA ASLA MÜRTED HÜKMÜ VERMEZ. ŞAYET BİR DELİLİN VARSA BU KONUDA ORTAYA KOY. ANCAK İSLAMI KERİH GÖREN, REDDEDEN, İSLAMDAN ÇIKAN BİR KİMSE ONUN HÜKMÜ BELLİDİR. ONUN DIŞINDA MÜSLÜMANLAR, İSLAMIN YAŞANDIĞI BİR YERDEN BAŞKA BİR YERE GİTMESİ DOĞRU DEĞİLDİR. AYRICA İZİNSİZ GİDİP GERİ DÖNENELER YA KISA BİR MÜDDET HAPSE ATILIR YAHUT AF EDİLİR. BUDA DEVLENİN İZİNSİZ GİDENLERİ MÜRTED OLARAK GÖRMEDİĞİNİ GÖSTERİR. ŞAYET MÜRTED GÖRSEYDİ, GİDİP GELENLERE MÜRTED HÜKMÜ UYGULARDI VE HİÇBİR KINAYICININ KINAMASINDA DA KORKMAZDI.
Delilin nedir?

3- DEVLE HİÇBİR ZAMAN SÜNNİLERİN NAMAZ KILDIĞI BİR YERE SALDIRI DÜZENLEMEZ. BU DEVLEDE VERİLEN BİR FETVADIR. PEKALA YAPILANLAR KİMİN ESERİDİR? DERSEN, DERİM Kİ: BUGÜN SURİYE VE IRAK TOPRAKLARINDA İSTİHABARAT ELEMANLARI OLMAYAN HERHALDE HİÇBİR DEVLET YOKTUR, DESEK YANLIŞ SÖYLEMEYİZ. DOLAYISIYLA BU DEVLETLER MÜMİNLERİ BİRBİRİNE DÜŞÜRMEK İÇİN VE KARŞI KARŞIYA GETİRMEK İÇİN BU TÜR OLAYLARI ÇOKÇA YAPIYORLAR. AYRICA BU TÜR OLAYLARI YAPANIN DEVLE OLDUĞUNA DAİR HİÇBİR KİMSE HİÇBİR KANIT YAHUT DELİL KOYAMAMIŞTIR. İDDİA, İSPAT İSTER. DEVLE YAPTIĞI ŞEYİ GİZLEMEZ VE YAPTIM DER. AMA BU TÜR SÜNNİ MESCİDLERE YAPILANLARI HİÇBİR ZAMAN ÜSTLENMEMİŞTİR.
devlenin hangi sözü doğru ki verdiği fetvaya (öyle bir fetva varsa tabi) uysun. Artık ortaya çıkmıştır ki ışid ışid istediği zaman yalan söyleyebiliyor.(örnek: Ürdünlü pilotun yakılması zamanında, Şeyh Ebu Muhammed El makdisi'nin ışid ten bir konuda söz aldığı halde ışidin kendi verdiği söze uymaması(yalan söylemesi).)

4-ZEVAHİRİNİN: İKİ TARAF HAKKINDA VERMİŞ OLDUĞU HÜKÜM GEÇERSİZDİR ÇÜNKÜ VAKIAYI BİLMEYEN BİR KİMSENİN VAKIADA OLMADIĞI HALDE VERMİŞ OLDUĞU BİR HÜKÜMDÜR.
Senin bu dediğini, Şeyh zevahiri açıklama yapmadan önce el nusra ve bağdadi şebekesi Şeyh zevahiriyi hakem olarak kabul etmişti ve verilen karara uyulacağını söylemiişti buna rağmen Şeyhin verdiği karara Işid itiraz etmişti, yani bildiğin burda da yalan söyledi

5-EL-KAİDENİN İMARETİ SADECE AFGANİSTAN İLE SINIRLIDIR..
El kaide afganistan ile sınırlıysa, yemende ki ensaruşşeria, libyada ki ensaruş-şeria, somalide ki el şebab, suriyede ki el nusra, Hindistan Yarımadası el Kaidesi, islami mağrib el kaidesi ve hatırlayamadıklarım....Bunlar el kaide ye biatlı değil mi? bunlar el kaide değil mi? Işid Kaideden sonra çıkmasına rağmen el kaideyi afkanistan sınırları içine haps ediyorsun, senin ne haddine? el kaide böyle bişey söylememişken.....

6-CEVLANİNİN BAĞDADİYE BEYATLİ OLDUĞUNU HERKES BİLİR. CEVLANİ ACABA NEDEN BEYATİNİ BOZDU. BUNUNLA BİRLİKTE ZEVAHİRİ NEDEN BEYATİNİ BOZAN BİR KİMSENİN BEYATİNİ KABUL ETTİ! BU NASIL OLUR? BÖYLE GÜNAHKAR VE BEYATİNİ BOZAN BİR KİMSENİN BEYATİ NASIL KABUL EDİLİR?
Cevlani, el kaidenin ırak islam devletine emretmesi sonucu cevlaniyi suriyeye gönderip El Nusrayı kurdutmuştur.

BUGÜN SURİYE VAKIASINI BİLEN HERKES, DEVLENİN ŞERİATI BİREBİR TATBİK ETTİĞİNİ,

Işid şeriaatı birebir tatbik mi ediyor??? Mücahidler, kafirlere saldırı başlattığı zaman,mücahidlere saldırmak mıdır şeriat?
son arzusu namaz kılmak olan bir mücahide alay edip onu kör bıçakla boğazlamak mıdır şeriat?
Nusranın fitnenin büyümemesi için ortak şeriat mahkemesini teklifini reddetmek midir şeriat?
Pkk'ya istişhada gidiyorsun diyip mücahidlere saldırtmak mıdır şeriat?
daha neyi sayayım....?

Hatırlatmalı Not:Yazıların büyük harflerle yazılmaması forumun bir kuralıdır.
 
A Çevrimdışı

Away

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
HAKKINPEŞİNDE Allah bana da sana da rahmet edip hidayet versin. Ben Günümüz cihad alimlerimize ve verdikleri fetvalara uyup kulak asarken sen kendi heva ve hevesine uyuyorsun...
 
H Çevrimdışı

HAKKINPEŞİNDE

Üyeliği İptal Edildi
Banned
İnşaallah sorulara çok vaktim olmadığı için kısaca cevap vermeye çalışacağım: ben alimlere değil hakka tabiyim, nassa tabiyim. Alimler masum değildir ama naslar masumdur. Naslar hata etmez ama alimler hata yapabilir.

önce ümmetin alimleri kimlerdir? bunları belirleyen kimdir? örneğin Ebu Katadeyi ele alalım ve ksıca tanıyalım:

http://justpaste.it/lrui

Bismillahirrahmanirrahim…

Elhamdülillah ve’s salatu ve’s selamu Ala Rasulillah…

Tercümesinin yapmış olduğumuz risalenin neşredilmesi üzerinden neredeyse bir sene geçmiş olmasına rağmen şimdi neden böyle bir risaleyi tercüme etme ihtiyacı duyduk?

Öncelikle bizler Allah ve Rasulünün (s.a.v) bizlere emrettiklerine kulak vermek zorundayız. Rabbimiz onlarca ayeti kerimesinde; bir emire itaat etmenin vacipliğinden bahseder. Bu hususta onlarca delil vardır. Biz burada akıllı ve Müslüman kişiye yetecek birkaç delil ile yetinmeyi yeterli görüyoruz.

Birinci Delil: “O halde, Allah'ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.” (Maide, 49)

İkinci Delil: “Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma!” (Maide, 48)

Bu iki ayette peygambere (s.a.v) bir hitap vardır.

Üçüncü Delil: “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere ve sizden olan yöneticilere itaat edin…” (Nisa, 59)

Allahu Teâlâ olmayan bir şeye itaatı emretmeyeceğine göre bu ayet veliyy'ul-emr'in var olmasının farziyetine delalet eder. Veliyy'ul-emrin varlığı da şer'i hükümlerin tatbikini gerekli kılar, yokluğu ise şer'i hükümlerin yürürlükten kalkması anlamına gelir.

Sonuç olarak veliyy'ul-emrin bulunması farzdır. Veliyy'ul-emrin bulunmaması ya da bulunması için çalışılmaması, şer'i hükümlerin hayattan uzaklaştırılması gibi bir haramın gerçekleşmesine sebep olur.

İşte tüm bunlar Müslümanların kendilerine bir idare ve sulta kurmalarının üzerlerine farz olduğuna dair açık ve net delillerdir. Yine söz konusu deliller idarenin başında bulunacak ve ümmetin işlerini yürütecek bir Halife’yi seçmenin müslümanlara farz olduğunu çok açık ve net bir şekilde göstermektedir. Burada kastedilen sulta, soyut bir sulta ve idare olmayıp, şeriatı uygulamaya yönelik bir otoritedir.

Dördüncü Delil: “ Andolsun ki biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla beraber kitabı (adalet) ölçü(sü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Bir de kendisinde şiddetli bir kuvvet ve insanlara birçok faydalar bulunan demiri indirdik ki, Allah kimin (ondan istifade ederek) ğaybda (görmediği halde) Allah’a ve Rasulüne yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın) şüphesiz ki Allah büyük kuvvet sahibidir ve yegâne galiptir.” (Hadid,25)

Bu ayetler Rabbimizin ayetleridir. Her bir mümin bu ayetlere itaat etmek zorundadır. Bunun yanında peygamber efendimizde (s.a.v) onlarca hadiste bu konuda uyarılar yapar ve müminlerin mutlaka bir emirinin olması gerektiğine vurgu yapar.

Birinci Delil: "El A'rac'tan o da Ebu Hüreyre'den rivayetle Nebi (s.a.v) dedi ki: "Muhakkak ki imam (Halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur." (Müslim K. Imara Bab 9 H. No: 1841)

İkinci Delil: Ahmed bin Hanbel ve İbn Ebi Asım, Peygamber (s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet ettiler: “Her kim kendi yaşadığı dönemde bir İmam olmaksızın ölürse, cahiliyye ölümü ile ölmüş olur.”

Böylece Peygamber (s.a.v.) tüm müslümanları bir İmam’a bağlanmasını, ona biat etmesini veya boynuna biat halkasının bulunmasını zorunlu kıldı. Biat akdi Halife’den başkasıyla yapılmaz. Hadislerden öğrendiğimize göre; Halife (Emir’ul Mü’minin veya İmam da denir) müslümanların işlerini yönetendir. O nedenle bu; Hilafet’in kurulması ve bir Halife’nin seçilmesine yönelik bir emirdir.

Üçüncü Delil: "Her kim ûlû'l-emr'e itaatten bir karış kadar ayrılırsa kıyamet gününde Allah'a ameli hususunda, lehinde hiç bir hücceti olmaksızın kavuşacaktır. Her kim de (Ulû'l-emr'e) bey'at sorumluluğu olmadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölür" (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, el-İmâre, 58,1851)

Dördüncü Delil: "Kim Allah'a itaatten elini çekerse, Kıyamet gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allahu Teâlâ’yla karşılaşacaktır. Kim de boynunda Halife’ye biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim K. İmara H. No: 1851)

Hadislerde görüldüğü gibi ilk önce itaat etmenin öneminden bahsedilir. İslam dininde itaat halifeye yapılır zira halife yok ise itaatte yok demektir. Yani vacip olan itaatin yerine getirilmesi halifenin varlığına bağlıdır. Halife yok ise itaatte olmaz. Böyle olunca kul günahkâr olur. Bu nedenle islam uleması halifenin gerekliliğinden bahsederler. Bir halifenin olması hem aklen ve hem de maslahaten de gereklidir. Bir vücut nasıl başsız olmaz ise Müslümanlarda bir lidersiz olmazlar.

Yakın zaman cihad hareketlerine bakıldığı zaman da bir halifenin ne kadar ihtiyaç olduğu müşahede edilecektir. Bosna cihadı, Afganistan cihadı vb yerlerdeki cihadlara bakıldığı zaman, bu cihadların meyvesini toplayan demokratik, laik rejimler olmuştur. Müminler cihad etmiş ama cihadın meyvesinin alamadan tağutlar cihadı sonlandırmışlardır. Bunun sebebi nedir? Bunun sebebi müminlerin tek yumruk olmamalarıdır. Müminlerin tek bayrak altında toplanıp bir halifeye beyat etmemeleridir.

İşte bu bağlamda El-Kaidenin senelerdir yanlış şekilde gütmüş olduğu şer-i siyeset anlayışını İslam devleti yıkmış ve Müslümanların bu vacibiyeti bir an önce ikame etme kararı almıştır. El-Kaide senelerdir vur kaç taktiği ile örgüt anlayışından kurtulamamıştır. Sanki cihadın gayesi sadece kâfirlere zarar vermek ve vurup kaçmakmış gibi sadece bu yönde çalışma yapmıştır. Hiçbir zaman bir halifenin gerekliliğine, İslami bir devletin ikamesine, şer-i had ve hudutların ikamesine öncelik vermemiş, önem göstermemiştir. Bunun yanında El-Kaide maslahat ve menfaat siyaseti güderek birçok hataya da imza atmış, dini konularda tavizler vermiştir. Maslahat adına bazen tağutlara tağut diyememiş, yeri gelmiş kâfirlerle aynı safta Müslümanlara karşı savaşmıştır. Ayrıca işlenen hata ve haramlara göz yumması da Allahın yardımının inmesine mani olmuş ve bir türlü müminler gözle görülür bir ilerle kaydedememiştir.

İşte İslam devleti bütün bu eksikliklerin giderilmesi için büyük bir gayret içerisine girerek hemen şer-i gerekçeler ve maslahatın gerçekleşmesi adına İslami bir devlet kurma ve bir halife seçmek için çalışmaları bitirmiştir. Kısa bir zaman sonrada devlet ve hilafet ikame edilmiştir. Bu devlet ve halife:

1-Allah tealanın koymuş olduğu kanunları yürürlüğe sokmuş.

2-Emri bi-l maruf ve nehyi ani-l münkeri yerine getirmiş.

3-Müminler, Allahın koymuş olduğu kanunlara başvurarak aralarındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlamış. Müminler rablerinin kanunlarına muhakeme olmaya başlamışlardır.

4-Mazlum ve dinini yaşayamayan kimselere hicret imkânı sağlamış.

5-Müslümanlara İslam devletinde yaşama imkânı sağlamış.

6-Cihad farziyetini yerine getirmiş.

7-Mümine bacıların ırz ve namuslarını korumuş.

8-Kâfirlerin zulümlerinin önüne geçmiştir.

Bunların yanında İslam devleti ve halife Rabbimizin bizden istediği birçok emrin yerine getirilmesi ve nehiylerinden de kaçınmak adına üzerine düşeni yapmıştır.

Bütün bunlara rağmen bir kısım çevreler “Ebu Katade” yahut “Makdisi” gibi kimselere sarılarak, bu kimseleri ümmetin âlimleri olarak tanıtarak İslam’ın vacip kılmış olduğu hilafet makamını reddetmektedirler. Sanki bu kimseler İslam ümmetini temsil ediyormuşçasına bir havaya girerek bir taraftan kendileri İslam devletini savunanları taassupçulukla suçlarken kendileri de bu kimselere taassub ederek bir başka hatanın içerisine girmektedirler.

Şu unutulmamalı ki, müminin taassubu Allahın ve Rasulünün emirlerine itaat etmektir. Bazı şahıslara masumiyet elbisesi giydirmek, haktan yüz çevirmek ve kendini ümmet konumuna geçirip gerçek ümmetten yüz çevirmek müminin şiarı değildir.

-Müminin şiarı, Allahın şiarlarının ikame edildiği yerdir. Müminin yeri Allahın dinin yüceltildiği yerdir.

-Cihad etmeyip, cihad edenleri eleştirenlerin yanında durmak müminin şiarı değildir.

-Sahadan kaçıp, sahadakileri eleştirmek kolay bir şeydir. Esas olan sahaya inip eksikleri gidermek ve ıslah edilmesi gerekenleri ıslah etmeye çalışmaktır.

İşte bu minvalde bir kısım çevreler “Ebu Katade” gibi kimselerin arkasına saklanarak, ümmet anlayışına sahip olduklarını iddia etmektedirler. Biz burada Ebu Katade” hakkında yazılmış olan bu küçük risaleyi tercüme ederek kişilerin masum olmadığını, hata yapabileceklerini, esas taassup edilmesi gerekenin masum olan Allah tealanın masum kılmış olduğu ayet ve sahih sünnet olduğuna vurgu yapmak için bu risalenin gerekli ve faydalı olan bazı yerlerini tercüme etmeyi uygun gördük.

Muvaffakiyet Allahtandır.

“TAHZİR EL-KADE’ MİN KEZİBAT VE DALALAT EBİ KATADE” (Ebu Katadenin yalanları ve hataları konusunda emirlerin uyarılması)

Bir ay kadar önce idi Ebu Katade El-Filistini bir açıklama yaptı. Açıklamasında İslam devletini harici olarak vasıflandırdı. Hatta islam devleti emirleri ve askerlerini de ateşin köpekleri diye niteledi. Açıklamasında İslam devleti hakkında kötü sözler, yalanlar nakletti. Cevlani İslam devletine savaş ilan ettiği sırada Ebu Katade de İnsanları islam devleti aleyhine kışkırttı.

Allah’a hamd olsun ki, Allah onları rezil etti ve islam devletini de yeryüzünde izzet ve kuvvet sahibi kıldı. Nitekim hilafet ilan edildi ve müminlerin emirine beyatler yapıldı. Bu olayların hemen akabinde Ebu Katade “Halifenin elbisesi” isminde bir açıklama yaptı. Bu risaleyi inceledim; risale çok zayıf ve çör çöp mesabesinde, hakkı batıl ile karıştıran bir risale. Çokça fasit kıyaslar yapılmış, Allahın ayetleri bir birine vurdurularak yazılmış bir risale.

Bu risaleye reddiye vermeden önce Ebu Katade El-Filistini kimdir? Ben bu kişi ile munazara yapmış ve fasit yazılarını derinlemesine incelemiş biri olarak öncelikle bu konuya değinmek istiyorum.

Ebu Katadeyi dört hususta ele almak gerekir. Ancak böylelikle Allah yolunda nasıl yok olup gittiği görülebilir.

Birinci husus: Ebu Katade El-Filistinin akidesi.

İkinci husus: Ebu Katade El-Filistinin ilmi.

Üçüncü husus: Ebu Katade El-Filistinin şahsiyeti.

Dördüncü husus: Bu kimse ne hicret etmiş ve ne de cihad etmiş bir kimsedir.

BİRİNCİ HUSUS: EBU KATADE EL-FİLİSTİNİN AKİDESİ;

Birinci hatası: Tevhidin cahili olan müslüman bir kimse, Allah’ın dışında başka bir kimse/şeye ibadet ederse cehaletinden dolayı mazurdur.

İkinci hatası: şirk işleyen kimseyi tekfir eden kimseyi; harici ve aşırıcılıkla suçlar. Çünkü iddiasına göre bu kimse şirk işleyen kimseyi cehaletinden dolayı mazeretli görmemiştir. Bundan dolayı bu kimse aşırı ve haricidir.

Üçüncü hatası: Dinin aslında olan konularda te’vili; mazeret olarak görmektedir. Bundan dolayı selefilerden ve ihvandan olan kanun koyan milletvekili olan parlamento üyelerini tekfir etmemektedir. Bu kimseler rububiyette şirk koşmalarına, Allah ile çekişmeye girmelerine rağmen Ebu Katadeye göre te’vil sahibi kimselerdir. Bundan dolayı bu kimseler müslümandırlar.

Dördüncü hatası: Tevhidi bilmeyen cahil kimse müslümandır ve tevhidi bilmese de, tağutu red etmese de, tevhidin rükünlerini, şartlarını ve tevhidi bozan şeyleri bilmese de mücmel bir iman kendisi için yeterlidir.

Beşinci hatası: Kanun çıkaran Milletvekilleri seçmek (oy kullanmak) küfürdür fakat bunu yapan kâfir değildir. Bu- Kanun çıkaran Milletvekillerini seçmek (oy kullanmak)- şirktir fakat bunu yapan-seçmen- müşrik değildir.

Altıncı hatası: Tağutun mahkemelerine gitmeyi caiz görür. Bununda ismini değiştirerek “Hak talebi” diye adlandırır. Oysa bu tağuta muhakeme olmak ve davayı tağuta götürmektir. Bu kimseleri ayet tekfir etmiştir: “(Ey Muhammed!) Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisa, 60)

Oysa bu konu yani tağuta muhakeme olma konusu icma edilmiş bir konudur. Bu icmayı her zaman âdeti olduğu üzere zamanın allamesi! Ebu Katade delmiştir. Ebu Katade tağuta muhakeme olan kimsenin küfrünü kalp ile irade etmeye bağlamıştır. Bu akide ise Cehm bin Saffan’ın akidesidir. Cehm ve tafisine göre; küfre götüren bir fiil küfür değildir çünkü küfrün yeri kalptir. İşte Ebu Katade cahilliğinden dolayı bu sözleri söylemiştir. Bir kimsenin kâfir olması için; kişinin tağuta muhakeme olmayı istemeyi; irade etmeyi istemesi şartını getirmiştir. Bunun yeri ona göre de kalptir.

Hâlbuki ayeti kerime de, tağuta muhakeme olmayı istemek şart değil durumun beyanıdır. Allah Teâlâ ayette; münafığın durumunu beyan etme sadedinde sadece tağuta muhakeme olmak istemeyi yani Ka’b bin Eşrefe muhakeme olmayı istemenin küfür olduğunu beyan etmiştir. Bir de kişi tağuta muhakeme olmaya; fiili olarak giderse hali nice olur? Ayette sadece tağuta muhakeme olmayı isteyenler ele alınmış ve halleri ortaya konmuştur. Kitabu’t tevhid” de bu ayetin tefsirinde âlimlerin de geniş bir şekilde açıklanır. O halde fiili olarak buna yeltenenin durumunu nasıl olur?

Yedinci hata: Askerler, riddet taifesidir. Ama hepsi kâfir değillerdir. Sadece subaylar kâfirdir, askerler ise Müslüman’dır. Çünkü onların cahillikleri kendileri için bir özürdür. Ebu Katade askerleri cehaletlerinden ötürü mazeretli görmektedir. Ebu Katadenin bu hatasının kaynağı ise âlimlerin sözlerini yanlış anlamasından kaynaklanmaktadır. Âlimler, İbni Teymiye gibi âlimler güç sahibi taifeden bahsedeler ve zekât vermedikleri için İbni Teymiye bunların riddetini zikreder. Ebu Bekir (r.a) ise onlara muayyen şekilde kâfir muamelesi yapmış, yaralılarını öldürmüş ve küfürlerinden dolayı tevbe ettirmiştir. Bunun yanında kendilerini, kendi aleyhlerinde şahitler kılarak ölülerinin ateşte olduğuna şahitler kılmıştır. Söyler misiniz; nasıl olurda bu taifenin liderleri kafir olurken, fertleri Müslüman olabilir ki?

Bu zekâtı vermekten kaçınanlar için verilmiş olan bir hükümdür. Acaba tevhidi engelleyen ve islam dininden çıkarak tağutun askerliğini yapanların hali ne olur? Bu kimselerin küfürleri sadece bunlar değildir. Bu kimseler; Tağutlara bağlı kalacaklarına, onları destekleyeceklerine dair yemin ederler. Tağutları müdafa edeceklerine, canlarını feda edeceklerine dair yemin ederler. Bu kimselerin küfrü bir yönden değil birçok yöndendir. Vatanı, anayasayı, kanunları koruyacaklarına dair sözler söylerler ve bunun için yeminler ederler. İşte bütün bu imanı bozan şeyler Ebu Katadeye göre; imanı bozmaz.Çünkü Ebu Katade güç sahibi taifeyi anlamamış ve kendi aklınca sadece bu taifenin liderlerinin kâfir olacağını anlamıştır.

Oysa icma ile tağutların askerleri kâfirdir. Cihada kendini nisbet eden birkaç kişi hariç hiçbir ilim ehli Ebu Katade’nin bu görüşüne katılmamıştır. Böyle bir söz söylemekten Allah’a sığınırız.

Sekizinci hata: Akidevi hataları olsa da; ihvan, hamas ve diğer selefi olmayıp selefi olduğunu iddia eden cemaatler, islami cemaatlerdir ve bu cemaatler islam dinine yardım etmektedirler.

Ebu Katade gerektiğinde bu tür cemaatleri tekfir edenleri de hatalı olarak görmektedir. Bu kimseleri bazen aşırılık bazen haricilikle suçlar. Hâlbuki ihvan kendilerini islam dininden çıkartan birçok ameller işlemiştir. Bu konuyu “Tenbih ehli El-iman Fin Nevakıd Elleti Veka fi ha El İhvan” isimli kitabımda beyan ettim.

Kardeşim! İşte bu yüzden Ebu Katade’nin İslam devletini; harici, cehennem köpeği, haruriyye olarak nitelendirmesinden dolayı şaşırma! Çünkü İslam devleti dinin aslından olan konularda müşrikleri mazeretli görmemektedir. Bu ise icma edilmiş bir konudur.

İKİNCİ HUSUS: İLMİ

Ebu Katdenin ilmini derslerinden ve kitaplarından anlayabilirsin. Bunlara baktığında tevhidi konularda derinleşmemiş ve nakil yaparken de necd ulema ve davetçilerinden az nakil yaptığını görürsün. İbni Teymiye’den nakiller yapar oysa kendisinin İbni Teymiyeyi hiç anlamamış olduğunu görürsün. Bu yanlış anlayış üzerine birçok şer-i ahkâm, hatalar ve muhalefetleri söz konusudur.

Bu sözlerimize örnekler:

BİRİNCİ ÖRNEK: Rafizilerin avamı mazurdurlar sadece âlimleri kâfirdir.

Ebu Katade rafizilerin avamının kâfir olmadığını, kâfir olanların sadece Rafızîlerin şeyhleri olduğunu söyler. Çünkü Ebu Katade, İbni Teymiyenin Şiaların bir fırkası olan “Sabbe” fırkasından bahsederken; onlar ehlisünnettir fakat onlar iki şeyhe (Ebu Bekir ve Ömer -r.anhm-) kötü sözler söylemektedirler” sözlerini anlayamamıştır. Bu kimselere şia “Es-Sebabe” denilir. İbni Teymiyenin bu kimselere âlimleri kâfirdir, avamı ise cahildir demesinin sebebi; bunların küfürleri gelen haberi kabul etmememe babındandır. Bu ise Allah azze ve cellenin sahabe hakkında “Allah onlardan razı oldu ve onlarda Ondan razı oldular” haberidir. Müşrik olan rafiziler ise bu kimselere ve bu baba girmez.

Çünkü İbni Teymiye bu konu hakkında “Es Sârim El Meslül” kitabında; Rafiziler sahabelere sövmekle yetinmeyip daha kötü sözler sarf ederler dedikten sonra bu rafizilerin tekfiri hususunda şöyle der: “Onların kâfir olduklarında şüphe eden küfre girer.”

Görüldüğü gibi Ebu Katade, İbni Teymiyeden bu konu hakkında nakledilenleri bir araya getirmemiştir. İbni Teymiye “Minhac” kitabında kötü söz söyleyen ve aynı zaman da sözleri şirke ulaşmayan rafiziler den bahsederken bu detayı Ebu Katade idrak edememiştir. Ebu Katade buradan yola çıkarak; şayet rafizilerin avamı Müslüman ise, Müslüman olan ehlisünnetten şirk işleyenler de hayli hayli müslümandır, hükmüne varır.

Cahilliği gördünüz mü?

İKİNCİ ÖRNEK: her kim cahil olarak şirk işlerse cehaletinden dolayı mazurdur. Bu kimseyi tekfir edenler ise aşırı kimselerdir.

Ebu Katade: İbni Teymiyenin şu sözlerini görmüş: “Şirk işleyen fakat nebevi risalet kendilerine ulaşmamış kimseler cehenneme girmeyeceklerdir.” Oysa İbni Teymiyenin bahsetmiş olduğu bu kimselerin mazereti; kâfir hükmünün kendilerine verilmesi babından olmayıp tevhidin cahili olan ve şirk işleyen kimseye müşrik isminin verilmesi babındandır. Cahil olduğu kabul edilen; uzak diyarlarda yaşayan yahut küfür diyarında yaşayan ya da islama yeni girmiş olan kimselerden bahsetmektedir. Nitekim bu kimseler müşrik diye isimlendirilir ancak hüküm itibariyle öldürülmez, malları ganimet olarak alınmaz çünkü bu kimseler cahildir. İbni Teymiyye bundan dolayı bu kimseleri mazeretli görmüştür.

Ancak Ebu Katade bu detay konusunda cahildir. Bundan dolayı Ebu Katade, İbni Teymiyenin “Bu kimselere isim verme ve hüküm verme” konularında mazur kabul ettiğini zannetmiştir. Bu ise cehaletinden kaynaklanmaktadır. Bu konunun geniş açıklaması için Ali bin Hudeyr’in “Et Tevdih ve Et Tetimmat ala keşfi Eş Şübehat” kitabında S. 60 ve 108 sayfalarına bakılabilir. Şeyh kitabında bu konuyu tafsilatlı olarak çok güzel bir şekilde ele almış İbni Teymiyenin bu konu hakkında ki görüşlerini bir araya getirmiş ve çok güzel şekilde yorumlamıştır.

Ebu Katade cahilliğinden olsa gerek; cehaletin mazeret olması hususunda isim verme ve hüküm verme arasını ayrıt edememiştir. Bu hastalıklı anlayışın vermiş olduğu anlayıştan olsa gerek; cehaletin büyük şirkte mazeret olduğunu ve her kimde bu kimseyi tekfir ederse aşırı kimse olduğunu söylemiştir.

ÜÇÜNCÜ ÖRNEK: Ebu Katade, İbni Teymiyenin şirk olmayan konularda söylemiş olduğu küfür çeşidi ile muayyen küfür sözlerini anlayamamış ve bu hususun şirk konularında zannetmiştir.

Yine Ebu Katade, İbni Teymiyenin Fetvasında zikretmiş olduğu çeşit küfrünü tekfir ederken muayyen bir şekilde tekfir etmemiştir. İbni Teymiye hafi meselelerden bahsederken Ebu Katade ise bunu dinin asli konularında anlamıştır. Çünkü İbni Teymiye bu konuları Fetavasında Eşarilerden bazı sıfatları te’vil edenlere reddiye babında ele almış, bu kimselerin sözlerinin küfür olduğunu ancak bunu söyleyenlerin muayyen şekilde kâfir olmayacaklarını söylemiştir. Zira bu konular hafi (gizli galmış) meselelerdir. Açık ve zahir olan şirk meselelerinde ise İbni Teymiye böyle bir tafsilata kesinlikle girmemiştir. Ebu Katade ise cahilliğinden dolayı bu iki meselenin arasındaki farkı anlayamamıştır. Abdülvahhab’ın “Müfid El Müstefid” adlı kitabının mukaddimesine bakılarak bu şüpheye nasıl cevap verdiği tafsilatlı bir şekilde görülebilir. Kitapta bu meselenin sadece hafi meseleler için geçerli olduğunun izah edildiği görülecektir.

“Minhac Es Sünne” birinci cilt ve 553 sayfada, Allah için söyleyin; İbni Teymiyenin hakiki olarak böyle bir sözü söyleyebileceğine inanıyor musunuz! Bu sözün elbette rafizlerle mücadele babından ele alındığı görülecektir.

ÜÇÜNCÜ HUSUS: ŞAHSİYETİ

Birinci yönü: Bu şahıs açıkça yalan söylemektedir.

Birinci yalanı;

“Birincisi: Cahillikte geçmişi olan hilafet cemaatinin civcivleri, hilafetin (imametu’l-Uzma’nın) hakikatinin, Müslümanlardan birisinin ehli beytten olan birisine bey’at etmesiyle olacağını iddia ettiler.”

Böyle bir sözü İslam devletinde hiç kimse söylememiştir. O halde bu tamamen Ebu Katadenin iftirası ve hayallerinden biridir, bu hususta yalan söylemiştir.

İkinci yalanı; “Sizin yolunuz Rafizilerle haricilerin dalaletlerini bir arada bulundurmaktadır. Rafizilerden almanıza gelince, bu onların yok olan (bu on ikinci imamları Muhammed b. Hasan El-Askeri’dir) bir kimseyi imam olarak adlandırmalarıdır…”

Böyle bir sözü İslam devletinde hiç kimse söylememiştir. Olmayan bir imama beyat etmemenin caiz olduğunu İslam devletinden hiç kimse söylememiştir.

Üçüncü yalanı; “Haricilere benzemenize gelince, sizler onlarda bulunan en büyük şerri getirdiniz, bu anlamda size muhalif olanları tekfir ettiniz…”

Böyle bir sözü İslam devletinde hiç kimse söylememiştir. Hiç kimse Müslümanların halifesine beyat etmeyen kimseye, kâfir dememiştir. Söylenmiş olan bu kimselerin asi olacağıdır.

Dördüncü yalanı; Beşinci sayfada:

“Devlet cemaatinde bu anlam, -onların kendileriyle muhalifleri arasında muhakemeyi reddetmelerindeki sözlerini iyi tetkik edenlerin dışında- açık bir şekilde görülemiyordu.”

Bu sözler yalan sözlerdir çünkü sahveler ortaya çıkmadan önce İslam devleti muhakemeleşmeye hazır olduğunu ilan etmiş ve Şer-i mahkemenin tek çözüm merci olduğunu beyan etmişti. O halde İslam devleti şeriat ile hüküm vermeyecek olan “Ahrar Eş-Şam, “Liva Et-Tevhid” diye kendini isimlendirilen toplulukların mahkemelerine nasıl gidebilirdi ki! Sahveler ortaya çıktıktan sonra ise Abdullah el-Muhaysinin, "Mahkemeleşme Girişimi" ilan ettikten hemen sonra İslam devleti bu mahkemeleşmeyi kabul etmiş ve şart olarakta; (Suudiarabistan ) Al-i Selül, Türkiye, katar, Ürdün istihbaratlarının oluşturmuş olduğu sahavatlarından teberri etmesi ve onların kafir tağutlar olduğunu, tağutlara kulluk ettiklerini, tevhidi tam anlamıyla yerine getirmediklerini, bütün şirklerden ve kafirleri dost edinmekten, Müslümanların aleyhine çalışmaktan tevbe ettiklerini ilan ederlerse mahkemeyi kabul edeceğini İslam devleti ilan etmişti. Şayet mahkeme Allahın kitabıyla hükmedecek şer-i bir mahkeme olacaksa İslam devletinin buna hazır olduğunu defalarca ilan edildi.

O halde mahkemeleşme meselesininde Ebu Katadenin iddia ettiği İslam devletinin şer-i bir mahkemeye gitmemesi asla söz konusu olmadığı görülmüştür. Bu da tamamen batıl bir iddiadır. Nasıl olurda şer-i mahkemelerin ikame eden ve bunu vacip gören bir devlet, şer- mahkeleşmeye gitmeyi kabul etmez ki! Bu olacak şey midir? İşte bu Ebu Katadenin bir başka yalanıdır.

Beşinci yalanı; Beşinci sayfada: “İslam devleti mesullerinden bazıları tarafından bu cahillikler fışkırmıştır, şöyle demiştir: “Kuşkusuz imamet dinin asıllarındandır. Bu, tekfir ve imanın yeridir…!”

Böyle bir sözü İslam devletinde hiç kimse söylememiştir. Bu iftira ve yalandır. Ebu Katadenin iddia ettiği gibi İslam devleti emirlerinden yahut şer-ilerinden hiç kimse beyat etmeyen kimseyi tekfir etmemiştir.

Altıncı yalanı; Beşinci sayfada: “Devlet cemaatindeki ikinci sapma kaynağı ise, tevakkuf ve araştırma cemaatlerinin ve haklarında tekfir cemaatleri denilen aşırı cemaatlerin kalıntılarıdır. Bunlardan bazıları daha işin başlangıcında cihada çıkmıştır…”

Ebu Katade çok şerli bir yalancıdır. Şayet doğru sözlü ise İslam devletinden harici olan bir kişinin ismini versin! Bu harici olan kişinin, harici olduğuna dair deliller versin! Yahut bu kişinin haricilere benzediğine ya da hangi yönlerden benzediğine dair deliller versin!

Ebu Katade: müşrikleri tekfir eden, cehaleti mazeret olarak görmeyen kimselere, kendi usulüne göre tekfirci demektedir.

Ben buradan Ebu Katade’ye meydan okuyorum ve diyorum ki: İslam devleti askerlerinden bir tanesinin harici usulüne sahip olduğuna dair bir delil getir. Bu meydan okuma her zaman geçerli geçerlidir.

Yedinci yalanı; “Muayyen şahıslar ve cemaatler hakkında iman-küfür hükümleri, nasıl olurda sular, abdest ve namaz konularını bilmeyen bir cahilin eline verilebilir?”

Ebu Katadenin bu sözleri tamamen yalandan ve iftiradan ibarettir. Bu sözleri şayet doğru ise delili nedir? Ebu Katedenin iddia ettiğinin zıddına İslam devletinden bulunan kardeşlerin menheci; en güzel menhec olan selef salihin menhecidir. Selef salihin usulü ve akidesi üzerine akidelerini bina etmişler ve anlamışlardır. Ebu Katade, İslam devleti fertlerini cahillikle niteliyor. Hâlbuki kendisinin bu niteliğe sahip olduğunu, İbni Teymiyenin sözlerini ne kadar yanlış anladığını izah ettiğimiz bölümde ortaya koyduk. Bu kendisinin hata ve cehaletidir.

Sekizinci yalanı; “İslam devleti cemaatinin resmi sözcüsü olarak adlandırılan cahil Adnani’nin söylediklerinin aynısıdır. Şöyle ki, hikmetli Dr. Eymen Ez-Zevahiri’ye reddiyesindeki açıklamasında, onu aralarında çıkan ihtilafı çözmeye çağırmış ve bu çözümünde hilafetin ilanı olduğunu söylemiştir.”

Bu apaçık bir yalandır. Çünkü Şeyh Adnanin söylediği ve insanları çağırdığı; sahih ve halis bir tevhiddir oysa Zavahiri Adnani’nin sözlerini değiştirmiş ve eklemeler yaparak şöyle demiştir: “sahih ve halis bir tevhide ve hepimizin imamı olan kimseye beyat etme, etrafında toplanmaya, bu projeye (hilafet) destekçi olmaya çağırdığını, zamanımızın vacibi olduğunu iddia etmiştir. Oysa görüldüğü gibi; hilafet ilanı ve insanları halifenin etrafında toplanmaya çağırma arasında fark vardır. Bu apaçık bir telbistir.

Dokuzuncu yalanı; “Başlangıç olarak nasihat dinleyen ve hakkı arayan kardeşlerime, bu ilanın cahiliye ile olan yüzleşmede bir şeyi değiştirmeyeceğini bildirmeliyim…”

Ebu Katadenin bu sözleri tamamen yalan ve yalancı şahitlikten ibarettir.

Vakıanın Ebu katadenin iddia ettiğinin tersine olduğu herkesin müşade etmiş olduğu bir hakikattir. Çünkü hilafet ilan edilince dosttan önce düşman şahitlik etmiştir, Arap tağutlar acemlerden önce sarsılıp korkmuş hatta cahiliye düzenleri sarsılmıştır. O halde Ebu Katade nasıl olurda hiçbir değişikliğin olmadığından bahsedebilir ki? Bütün herkesin de gözleriyle gördüğü gibi vakıa değişmiş; zillet sınırları olan sınırlar kaldırılmış, Halep’ten Bağdat’a Allahın şeriatı ikame edilmeye başlanmıştır. Bu olsa olsa Ebu Katadenin kin ve kıskançlığından kaynaklanan hakikatleri göremediği körlüktür. Hatta öyle ki kendisinin körlüğü; hilafetin ilanı sonrasında sadece bir karanlık, kin, haram kan akıtma, birçok dünyevi şeyler görmüştür. Ahiretten ise gördüğü şeyler oldukça azdır.

Ebu Katade; İslam devleti emir ve şer-ilerini makam ve mevki aşığı olarak suçlamıştır. Bu kuşkusuz Ebu Katadenin başka yalan ve iftiralarından biridir. Şeyh Adana’nin yapmış olduğu ve dünyaya ilan etmiş olduğu bütün dünya Müslümanlarına; “kureyşli bir imamı getirin, hepimiz onun etrafında toplanalım, ona beyat edelim” diye seslenmişti. Şeyh Adanani bu açıklamayı üç gün boyunca tekrarlamış ancak bütün ilim ehlinden ve diğer insanlardan bu konuda hiçbir ses çıkmamış, geri kalmışlardır.

Müslüman kardeşler bu ilandan sonra kırk gün beklemişler ve daha sonra beyat eden etmiş, beyat etmeyen etmemiştir. Şeyh Adnani’nin bu çağrısına icabet edenler, bu görevi hiç istememesine rağmen bütün hilafet şartlarını üstünde toplamış olan“İbrahim bin Avvad’a” halife olarak bey etmişlerdir. O halde Ebu Katadenin iddia ettiği; müslümanların dünyayı, makam ve mevkiyi istemesi, dünyayı tercih etmeleri acaba nerede?

Onuncu yalan; “Hilafet ilan edilmeden önce onların Cebhetu’n-Nusra ile olan ihtilafları, emirlik ve komutanlık üzereyken daha sonraları bu tekfir ve kanların helal görülmesine dönmüştür…”

Öncelikle bilinmesi gerekir ki; Cevlani, İslam devleti askerlerinden bir asker ve müminlerin emirine, verilen emirlerini dinleme ve itaat etme üzerine beyat etmiş birisi idi. İslam devleti hilafeti ilan edince; Liderliği seçen Cevlaninin kendisi oldu. Lider olmayı sevdi, makam ve mevki sahibi olmak istedi. Bu yüzden de beyatinden dönerek, imamına isyan etti ve itaatten yüz çevirdi. Ancak görüldüğü gibi Ebu Katade yalanları ile hakikatleri tersine çevirerek bunun tersini söylemiştir.

Ebu Katadenin diğer “daha sonraları bu tekfir ve kanların helal görülmesine dönmüştür…” sözüne gelince…

Bu tamamen yalan bir sözdür. Çünkü İslam devleti; Suudi Arabistan projesi olan Şam diyarında oluşturmuş olan sahavat projelerini tatbik edip yerine getiren herkesi tekfir etmiştir. Bu projeye her kim destek verirse, tatbik ederse ve İslam devleti aleyhine savaşırsa kâfir olacaklarını İslam devleti söylemiştir. Çünkü bu kimseler İslam dinini bozan unsurlardan birisi olan “sekizinci unsuru” yapmışlardır.[1] O halde mesele; ne dünya sevgisi ve ne de makam ve mevki sevgisi meselesidir.

Suud güdümünde ortaya çıkartılan sahavatlarla savaşmaya son verme konusunda bizlere iki şart koşmuşlardır. Birincisi: İslam devleti ilanından vaz geçmemiz. İkincisi: Şer-i İslam mahkemelerinden vaz geçmemiz ve şer-i mahkemeleri ilğa etmemiz.

Nitekim Nusret cephesi, bu sahavatlara yardım etti, ortak operasyon odaları kurdular, planları bir idi. Dışarıdan destek alarak İslam devleti aleyhine çalıştılar. Söyler misiniz; Nusret cephesinin yaptığı “El Vela ve El Bera” akidesinde ne diye isimlendirilir?

On birinci yalanı; “Birçok işaretler adamın diğerleriyle olan durumunun Muhammed b. Abdullah El-Kahtani’nin (sahte Mehdi’nin) Cuheyman ile olan durumu gibi olduğunu göstermektedir…”

Yine bu sözleri de apaçık bir yalan ve iftiradır. Çünkü İbrahim bin Avvad hiçbir zaman ben mehdiyim dememiş, müminlerin emiri ve halifesi diye kendisi tanıtılmıştır. Bu üslup ise yani şüphe atma, yalan ve iftira habis Ar’urun üslubudur. Ar’urun üslubu ise Ebu katadeye sirayet etmiştir.

On ikinci yalanı; “Şeyh Eymen’in boynunda bey’at bulunmadığı’ yalanlarının ortaya çıkmasından sonra.”

Bu Ebu Katadenin iddia ettiği gibi yalan değil hakikattir. Bunun tersinin söyleyen kimse yalan söylemiş kimsedir. Hatta şeyh Adnani açıklamalarında; Ebu Bekir El-Bağdadinin hiçbir zaman şeyh Eymenden ne destek ve ne de planlama hususunda destek talep etmediğini beyan etmiştir. Şeyh Eymen, Ebu Bekir El-Badadiyi müminlerin emiri diye isimlendirmiştir. Bu ise kuşkusuz bütün müminlerin emiri olduğunu gösterir. Bütün müminlerin emiri ise bir başkası beyat vermez ve özelliklede kureyşli olan, kureyşli olmayan bir kimseye beyat vermez. Kureyşli olan nasıl olurda kureyşli olmayan bir kimseye beyat edebilir ki! Çünkü bu konuda Allah rasulünün (s.a.v) hadisi vardır: “İmamlar kureyştendir.”

On üçüncü yalanı; “Bir şeyin hükmünü bilmekten aciz kaldığında, onun sonucuna bak ve akacak olan kanların mürtedlerin ve zındıkların kanları değil mücahidlerin kanları olduğunu hatırla!”

Bu İslam devleti içerisinde bulunan kardeşlere atılmış bir başka iftiradır. Kardeşler, Şam diyarında Amerikan palanları çerçevesinde oluşturmuş olan sahvelere karşı savaşmış olan kardeşlere atılmış bir başka yalan. Burada asıl sorun Ebu Katade’nin İslam devleti hakkında iftira ve yalanları değildir. Asıl sorun Ebu Katadenin bu sahavatlar hakkında bir söz dahi söylememiş olmasıdır. Bilakis Ebu Katade bu sahveleri Müslüman ve mücahit diye isimlendirmiştir. Bunun yanında da İslam devleti harici ve dinden çıkmış olarak isimlendirir. Gördünüz mü? Şer-i hakikatleri nasıl da tersine çeviriyor. Mücrimleri Müslüman, Müslümanları ise mücrim diye isimlendiriyor. Böylelikle put ehlini bırakarak, İslam ehli ile savaşıyor. Bu tür sözleriyle de putperestlere yardım ve yataklık ediyor.

Ben buradan yine meydan okumaya devam ediyorum; Ebu Katade acaba Şam diyarında Müslümanlara karşı kurulmuş olan Sahveler hakkında bir tek kelime söylemiş midir?

On dördüncü yalanı; “Cihad ortamı, öldürme ve savaş ortamı olduğundan, bu tür ortamlar âlimlerden yoksun olduğunda, galip olan aşırılığın sesi olacaktır. Cezayir tecrübesini yaşayan, bunu kesin olarak bilecektir. Bu gün ise bunu Adnani ve emsallerinin sesinde görmekteyiz…”

Bu sözleri de tamamen yalandır. Aşırılık nerede? Şayet bu konuda ki sözlerin doğru ise delilini getir. İslam devleti emir ve şer-ilerinin cahil olduğunu söyleyen kimse bilmesi gerekir ki, -Allahın fazlı ile- bu kimseler yeryüzünde hilafeti ikame etmiş ve insanlara halis tevhid dinini öğretmiştir. Usülleri ehlisünnet usulüdür. İslam devletinin usulü asla Keramiyye ve cehmiyye usulü değildir. Hakeza tauğtları tekfir edipte tağutlara kulluk edenleri tekfir etmeyen bir uslüpları da yoktur. Aynı şekilde usulleri büyük şirkte cehaleti mazeret sayanların usulünden de değildir.

Cezayir meselesine gelince: herkes çok iyi bilir ki; maslahat ve düşmanları kızdırmak için kadınların ve çocukların öldürülmesinin caiz olduğu hususunda fetva veren de kendisidir. Bu ise şüphesiz hükümde aşırılıktır. Çünkü peygamber efendimiz (s.a.v) kadın ve çocukların öldürülmesini yasaklamıştır. Görüldüğü gibi aşırlığı getiren Ebu Katadenin kendisidir. Cezayir cihadını bu zalim fetva ile fesada uğratan da kendisidir. Bu fetvaya paralel olarak Fransız ve Cezayir istihbaratı hemen bir birlik kurarak mücahit kılığına girmişler ve kadın ve çocukları köylerde kesmeye başlamışlardır. Habis istihbarat birimleri bu fetvayı kendi lehlerinde kullanmışlardır.

On beşinci yalanı; “Bu fitneler insanların sınanması için gelmiştir. Bu, konumlarına göre insanlar arasında tefrika doğuran bir sınamadır. Bu ayrılmanın bedeli büyüktür ancak kaçınılmazdır... [2]

Hatta şöyle de sözler söyler: “Daha önce insanlar, aşırılık ehliyle cihad ehli arasındaki farkı bilmiyorlardı...”

Bu da şüphesiz yalan ve fitiradan başka bir şey değildir. Güya Ebu Katadeye göre cephetun Nusra hak ehli ve akideleri selim bir akide iken diğer taraftan da İslam devleti aşırı imiş. Vay be! Ebu Katade ne de hikmet sahibi ve temyiz ehli imiş!!!

Gördünüz mü? Hakikatleri nasıl da tersine çevirerek sahavatları hak ehli imiş gibi göstermektedir. Diğer taraftan da İslam dinini, hilafeti, şeriatı ikame edenler de batıl ehli imiş!

Allah’a hamd olsun ki bu fitnelerle saflar ayrıştı ve temizlendi. Doğru olan ise İslam devleti sahih akideyi ve hilafeti ilan etmekle safları birbirinden ayırmıştır ve netleştirmiş. Böylelikle akidesinde bozukluk olanlar ortaya çıkmış; Mürsiyi tekfir etmeyen, tağutların askerlerini tekfir etmeyen, rafizilerin avamını tekfir etmeyen, İslamı bozan unsurları işlemiş olan hamasın fertlerini tekfir etmeyenler ile saflar ayrılmış oldu.

Yazan: Ebu Ömer El-Kuveyti.

Tercüme Ebu Mühenned El-Bettar.

Risalenin orjinali: http://justpaste.it/g8r0



[1] Kâfirlere yardım etme. Çev.

[2] Bu yalanlar bölümü: mehdi Canpolat’ın “İnca News”tercüme etmiş Olduğu “Halifenin Elbisesi

Ebu Katade El-Filistini” çeviriden birebir alınmıştır.
 
H Çevrimdışı

HAKKINPEŞİNDE

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Diğer meseleye değinmeden önce şunu belirtmek gerekir. Devleyi melekler kurmamıştır, insanlar kurmuştur dolayısıyla insanlarda masum olmadığına göre, devlenin de masumiyeti iddia edilmez. Bu yüzden hatalar vuku bulabilir. Peygamberler bile hata etmişler ama hataları üzerine bırakılmamışlardır. Dolayısıyla yapılan hatalara; hata demek gerekir. Bu nedenle hatalar olmuşsa bundan dolayı özür dilenmesi gerekiyorsa özür dilenir, diyet gerekiyorsa diyet ödenir.

Bu bıçakla kesilen kimse hakkında açıklama yapıldı. inşaallah bulabilirsem burada paylaşacağım. bundan dolayı bir nevi özür dilenmiştir ve bunun şahsi bir hata olduğu açıklanmıştır.
 
H Çevrimdışı

HAKKINPEŞİNDE

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Benim hangi alimlere tabii olduğuma gelince ben şu hayatını ve ilim aldığı yerleri sadece kısaca zikretmiş olan şeyhin yaptıklarından ve söylediklerimden alıyorum:

EBU HEMMAM BEKR BİN ABDÜLAZİZ EL ESERİ’

(ALLAH ONU MUHAFAZA ETSİN)


NEDEN BÖYLE BİR KÖŞE AÇTIK?

Bizleri bir tih çölünün ortasında yapayalnız bırakmayan, kapkaranlık geceler de bile önümüzü vahyin nuruyla aydınlatan, başıboş bırakmadan; emir ve yasaklarla bizleri kendisi kul yapan, kitaplar indirerek, peygamberler göndererek, alimleri peygamberlere varis kılan, bu mirasçıları yeryüzünden hiç eksik etmeyen, alimleri aramızdan çekip almayan, onların sayesinde bizlere hak yolunu öğreten; Allah hamd olsun.

Bizler gibi bir beşer olan, bu yüce dini en güzel şekilde yaşayan, yürüyen kuran, her zaman hakkı haykıran, putları kıran, islam nurunu yayan, insanlara rehber olan, karanlıkları dağıtan, insanların tümüne müjdeleyici ve uyarıcı olarak kıyametten önce gönderilen; vahyin canlı temsilcisi, ilmin müverrisi, ümmetin efendisi, mürşitlerin gözdesi, muallimlerin örneği, üsvelerin en güzeli, abid ve zahitlerin rehberi olan Muhammed’e (s.a.v), salât, ailesine ve kıyamet dek onun yolundan gidenlere de selam olsun…

Böyle Bir Köşeyi Neden Açtık?

Dinimizi en güzel şekilde bizlere öğretecek olan rabbani alimlerdir. Bu tür alimleri bulmak şu günümüzde oldukça zorlaşmıştır. Çünkü bu alimler ya zindanlar da yahut cihad alanlarındadır. Bunları bulmak, bunlara ulaşmak çok güç hale gelmiştir. Dolayısıyla vahyi ilim, biz müslümanların yitik malı olduğu için her nerede bulursak almamız gerektiğini iyice idrak etmemiz gerekmektedir. Allah’a hamd olsun ki, rabbimiz bu tür rabbani alimleri yer yüzünden henüz çekip almış değildir. Bu nedenle bizler internet nimetini bu yönde kullanarak, rabbimizin bizlere bahşetmiş olduğu bu fırsatı en güzel şekilde değerlendirmek ve şeyhin sahip olmuş olduğu değerli ilmi sizlerle paylaşmak istedik. Allah’tan yardım isteyerek şeyhin yayınlanmış olan fetvalarını “Minber Et Tevhid Ve El cihad” sitesinden tercüme ederek sizlere sunmak istedik. Böyle bir girişimde bulunmamızın sebebi ise;

1- Tâbiînden Muhammed bin Sîrîn (r.a) şöyle demiştir: “Dininizi kimlerden aldığınıza dikkat edin! [1]

İmam Mâlik de (r.a) şunları beyan eder: “Bu ilim dindir. Dolayısıyla dininizi kimden aldığınıza dikkat edin! Vallahi ben, şu direklerin yanında, Rasûlullah şöyle buyurdu, diyen yetmiş kişiye yetiştim. Fakat onlardan hiçbir şey alamadım. Hâlbuki bu zevâtın her biri, kendisine beytü’l-mal güvenilecek kadar emin insanlardı. Onlardan hadis almayışımın sebebi, hadis ilmine ehil olmamalarındandır.” [2]
Bizler böyle min ve rabbani alimlerden fetva almamız gerekmektedir.

2- “İslam devletinin alimleri yoktur” diyenlere…Aşağıda kısaca ilmi hayatını verdiğimiz ve daha sonra -Allah izin verirse- fetvalarını yayınlamaya başlayacağımız Şeyh; Ebu Hemmam Bekr bin Abdülaziz El Eseri (Allah onu muhafaza etsin ve gözetsin), islam devletinin en genç alimlerinden birisidir. O halde islam devletinin alimleri var mı? diye merak eden kardeşlere diyoruz ki; Sizler, diğer yaşlı ve daha tecrübeli alimlerin ne adar büyük ilme sahip olduklarını, bu genç şeyhin hayatı ve ilmi birikimi ile kıyaslayarak öğrenebilirsiniz.

3- Şeyh Ebu Hemmam (Allah onu korusun) ile bir araya geldiğimizde kendisinin fetvalarını tercüme edip yayınlayacağımıza dair bir konuşma geçmişti. Bu yüzden bir vefa borcu olarak böyle bir çalışma yapmayı üzerimize bir borç bildik.

4-Dini yeryüzünde hâkim kılmak için birçok kardeşimiz; canlarını, mallarını bu yolda feda ederken bizler neyimizi feda edebiliriz diye düşünürken, rabbimizin lütfü ve minneti ile böyle bir çalışmanın faydalı olabileceğine karar verdik. Zira bu yolda feda edebileceğimiz yegâne birikim tercüme yeteneğinden başka sahip olduğumuz bir şey yoktur. İşte bundan dolayı böyle bir çalışma yaparak üzerimizdeki vacibiyeti bir nebze olsun hafifletebilmek gayesi ile böyle bir çalışmaya başladık.

5- Sehl b. Sa’d (r.a)’dan Rasulullah (s.a.v)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Mü’min, diğer mü’minler için vücudun başı gibidir. Cesedin baştaki acıyı hissetmesi gibi, mü’min de iman ehlinin çektiği acıdan dolayı acı hisseder."[3]

Mü’min, hadiste belirtildiği gibi baştaki acıyı hisseden vücud gibidir.

Her mü’min diğer mü’mini, vücuttaki baş gibi görür. Çünkü baş, en önemli organdır. Şayet başta bir ağrı meydana gelse, bu ağrıyı bütün vücud hisseder. Mü’min de böyledir. İçlerinden birine eziyet gelse, hepsi üzülür.

Nu’man b. Beşir (r.a)’ den Rasulullah (s.a.v)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mü’minler bir tek adam gibidirler. Başı ağrısa bütün vücudu ağrır, gözü ağrısa bütün vücudu ağrır." [4]

"Mü’minlerin birbirine karşı sevgisi, merhameti ve iyi muamelesinin misali, aynı vücud gibidir. Şayet vücudda bir uzva zarar gelirse bütün vücud etkilenir ve buna ateşle, uykusuzlukla karşılık verir." [5]

Müslümanların dertleriyle dertlenmeyenler, onlardan değildir.”[6]

Bu dertten dolayı yola çıkarak böyle bir çalışmanın müminlerin yolunu bulmasına, kafalarındaki bazı sorulara yanıt vermesine, yollarını aydınlatmasına vesile olacağını ümit ederek yola çıktık, kalplerdeki olanları bilen Allah’tan yardım diliyoruz.

EBU HEMMAM BEKR BİN ABDÜLAZİZ EL ESERİ KİMDİR?[7]

(ALLAH ONU MUHAFAZA ETSİN)

SORU:

Değerli ve saygı değer Ebu Hemmam Bekr bin Abdülaziz El Eseri-Allah onu muhafaza etsin ve gözetsin…

Hamd yalnızca Allahadır. Salât ve selam ise onun Rasulünedir(s.a.v).

Bizler, “Tevhid ve cihad” minberinde bulunan sizin yazmış olduğunuz bütün eserlerinizden faydalandık ve cidden eserlerinizden çok etkilendik. Rabbim çalışmalarınızdan ve gayretlerinizden ötürü sizi mübarek kılsın. Biz, sizden iki şeyi istiyoruz:

1-Bizlerin istifade etmesi için ilimi hayatınızı kısaca bize anlatabilir misiniz? Bunu sizden istememizin sebebi sizin minberde; “Günümüz Mağrip ulemalarının büyüklerinden olan şeyhimiz Muhammed bin Emin Bu Hubze El Husni, bütün Mağrip uleması onun talebeleri sayılır… Bu şeyhimizin en güzel hasenatlarından biriside şeyhimiz allame Ömer El-Hadduşi gibi değerli bir alim yetiştirmesidir. Dolayısıyla bu fakir kulda şeyh ile iftihar ederek, Muhammed bu Hubzede hadis ve eser ehlinin yanında muteber icazet şartlarına göre genel ve tam icazet vermiş olduğu Şeyh Ömer’in de şeyhleri arasında yer aldığı birisidir. Bir talebenin şeyhini zikretmesi güzeldir. (Münteda El Esile-soru bölümü)

-Şeyh allame Muhammed Hasen Veled Ed Duduyu şeriat fakültesinde final imtihanlarına geldiğinde ne kadar çok dersin biriktiğini çok iyi hatırlıyorum. Bu yüzden biran önce fakületinin imtihanlarını halledip şeyhin derslerine katılmak için can atıyordum. Bir keresinde ben ve başka bir arkadaşım şeyhin yanında duruyor idik, arkadaşım şeyhin ayaklarına uzunca bakmaya başladı. Şeyhin yanından ayrıldığımızda arkadaşım bana şöyle dedi; şeyhin ne kadar sade bir elbise ve basit bir ayakkabı giydiğine bakıyordum; eski bir ayakkabı ve eski bir elbise” dedi. Bunun üzerine bende dedim ki: “bu, dünyadaki âlimlerin zühdüdür.” (Hıvarun Em Hıvar kitabı)[8]

2- Bizler, sizin risalenizin “El kavlun Nercisi” (nergis[9] sözü) isimli eserinizin hamişinde[10] zikretmiş olduğunuz; “Silsilet Beriyyi’l Eklam fi Teracum El A’lam” (Meşhur kalem ve alimlerin hayatları) isimli eserinize ihtiyacımız var. Acaba bu eseriniz internette mevcut mu?

Ve son olarak bu belde de yaşayan ehli tevhide ne gibi tavsiyeleriniz var?

Allah siz en hayırlı mükafatı versin…

Batı Sudandan talebeniz Ebu Zeytüne…

CEVAP:

Adamın birisi; İmam Ahmed’e: Allah, senin sayenle islam’a hayr versin”dedi. Bunun üzerine imam Ahmed kızdı ve adama şöyle cevap verdi: ben kimim ki, benim sayemde islam hayr görecek! bilakis Allah, islam sayesinde bana hayr versin”[11]

Sevgili kardeşim!

-Ebu’l Atahiyye şöyle demiştir: insanlar zannediyorlar ki bende birçok hayr var, oysa Allah beni affetmezse insanların en şerlisiyim…

-İmam Kahtani (r.a) ise nuniyyesinin[12] başında şöyle demektedir:

“Vallahi kötü geçmişimi bilselerdi, benimle karşılaşanlar bana selam vermezdi…

Benden yüz çevirirler ve benimle arkadaşlık etmezlerdi…

Değer görür, saygı duyulurken; değer görmez ve saygı duyulmaz biri haline gelirdim.”

Hastalıklı olan bir kimseden faydalanma konusunda dikkatli ol![13]

Aslında ben hayatı anlatılmaya ehil bir kimse değilim. Aslında hayatı anlatılacak olanlar; güzel misk kokusu saçan değerli âlimlerdir.

Bundan öncede birçok kardeş tarafından bu(şeyhin ilmi hayatı) soru bize yöneltildi. Allah’a istihare ettikten sonra bu konuda ki sözlerime başlıyorum:

Arafe günü dünyaya geldim ve Salih bir evde büyüdüm. Bazı islami medreselerde okudum. Küçüklüğümde yaşadığım şehirde bulunan bir şeyhten ders aldım. Şeyhin kütüphanesine gitmeyi severdim. İlgimi çeken birçok meseleyi şeyhe sorardım. Yaşım küçük olmasına rağmen cihadı ve cihad komutanlarını işitmiştim. Bir keresinde bu şeyhe her zaman olduğu gibi bir soru sordum; cihad ve mücahidlerden sormuştum fakat almış olduğum bu seferki cevap beni şaşırtmıştı. Çünkü şöyle cevap vermişti: onların fikirleri harici fikirleridir…

Küçük yaşımda bu kavramı işitmem daha sonraları yaşım büyüdükçe beni bu kavram üzerinde ve bu tür meseleler üzerinde araştırma yapmaya sevk etti. İleriki zamanlarda bu konularda çok büyük mesafeler kat ettim. “Hoşunuza gitmeyen bir şey belki sizin için hayırlıdır.” (Bakara, 216)

“…Biliniz ki; hoşlanmadığınız bir şeyi Allah hakkınızda çok hayırlı kılmış olabilir.” (Nisa, 19)

Daha sonraları normal eğitim sisteminde yer alan öğrenimimi tamamladım ve beş sene boyunca şer-i ilimler tahsil etmiş olduğum İslami enstitüden mezun oldum. Aynı şekilde Şam diyarında bazı şer-i üniversitelerden de mezun oldum. Diğer üniversiteler gibi bu üniversitede dört senelik idi.

Allahın bu fakir kuluna vermiş olduğu bir nimettir ki, bazen üstazların ve doktorların hatalarını düzeltiyor ve tashih ediyordum. Özellikle de imtihanlarda bu yaşanıyordu. Bir keresinde çok iyi hatırlıyorum; hadis dersi imtihanında doktor; imam Müslim’in şu hadise şu konu başlığını atmasının sebebi nedir? Diye sormuştu. Ben ise şöyle bir cevap yazmıştım: değerli şeyhim! İmam Müslim sahihine konu başlıkları koymamıştır, kitabına konu başlıklarını daha sonra hadisleri şerh edenler koymuştur. Bu konu başlıklarının en meşhuru ise sizin sorunuzda sormuş olduğunuz imam Nevevinin koymuş olduğudur.

Allah yolunda kendilerini sevdiğim kardeşler! Bu tür konuları burada anlatmamın sebebi; hocaların dillerinden ve kitapların derinliklerinden öğrenilen ilimlerin, normal eğitim sisteminde yer alan öğrenimden daha üstün olduğunu ve bu kefenin ilim talebinde daha ağır bastığını beyan etmek içindir.

Birçok âlimden ve şeyhten ders aldım. Ders almış olduğum ve faydalandığım önde gelen şeyhler ve âlimler şunlardır:

1-Şeyhimiz allame Abdullah bin Abdurrahman bin Cibrin (r.a).

Haftada takriben altmış dersine katılıyordum. Katılmış olduğum dersler çeşitli şer-i ve lügat ili ilgili dersler idi. Aynı şekilde kendisinin fetva meclislerine katıldım. Bunlarla birlikte kendisinin özel yapmış olduğu derslere de katıldım. Hakeza şeyh derslere giderken yaya olarak kendisine eşlik edip kendisine kafama takılan sorular sordum ve diğer talebe arkadaşlarımın yöneltmiş olduğu sorulardan da çokça istifade ettim. Bazen de şeyh ile baş başa ders yapmışlığım oldu. Bu almış olduğum derslerin bana etkisi ve faydası oldukça büyüktür. Ayrıca şeyhin bana vermiş olduğu “Tezkiye “ve “şefaati” vardır. Hakeza bana kendisi birçok kitap hediye etmiştir.

Kendisin de okumuş olduğum kitaplar arasında şunları sayabilirim:

1-İbni Teymiyenin El Cevap es sahihi li men Beddele Li dini-l Mesih. İbni Huzeymenin tevhid kitabı. Minhac Es-sünne, Et Tedmüriyye, Süllemu-l vusul, El İbane El Kübra, Ebi Ya’lanın İbtal Et Te’vili, Şerh Et Tahaviyye, El Vasıtıyye, Tefsri Beğavi, Tesfir Celaleyn, Tefsir Şevkani, Sahih Buhari, Sahih Müslim, Sünen Ebu Davut, Sünen Tirmizi, Es Sünen El Kübra Nesai, El Muvatta, El Fethu-r Rabbani, Darimi, Sahihi İbni Huzeyme, Münteka El Ahbar, Ebi Ya’lanın Emri Bi-l maruf ve Neyhi Ani-l Münkeri, şerh Münteha El İradat, Mişkat El-mesabiih, İbni El Lahham’ın El kavaid El-Fıkhiyyesi, El-İdde Fi şerh El Umde, Medaric Es salikin, El Hisbe Fi-l İslam, Behcet Gulub el Ebrar, Er Ravdu-l Murabba’, El İstikame, Fethu-l Muğis, Beyhakinin Adabı, Et Tevdih Şüveyki , İ’lam El Muvakkiin, Sübül Es Selam, Tedrib Er ravi, Ravdatu-n nazır, El-Bais El Hasis, Fetava İbni Teymiyye, Zadu-l Mead, İbni Rüşdün Bidayeti-l müctehid, şerh Es Sünne, Miftah Daru-s Saadeh, Mişkat El Mesabih, Nuniyyet İbni kayyim, Hirekinin Muhtasarı üzerine Zerkeşinin yapmış olduğu şerh, Elfiyyet İbni malik ve başka dersler…

Şeyhin derse giderken kitap götürdüğünü kesinlikle hiçbir zaman görmedim. Bilakis şeyh derslerini; ----kendisi izin verdikten sonra- öğrenci kitaptan okur ve şeyhde şerh eder, detaylı açıklamalar yapar ve derinlemesine konuları izah ederdi. Sanki açıklamış olduğu kitap gözünün önündeymiş gibi izahat yapar ve hatta bazı zamanlar okuyan öğrenci takıldığı yahut okuduğu yeri kaybettiği zaman kendisine nerede kaldığını söylerdi.

Hatta bazen şeyh uyuklar ve öğrenci okurdu buna rağmen okuyan öğrenci hata ettiği zaman şaşılacak derecede şeyh hemen hatayı düzeltirdi. Şeyhin derslerine yeni gelenler yahut üslubunu bilmeyenler şeyhin bu ilmine şaşar kalırdı.

Ayrıca şeyhin öğrencilerinden bazı ilmi metinler okudum. Fıkıh ilimlerini en kısa yoldan ve en kolay üslupla öğrenebilmek için her birini ezberleyerek Abdurrahman Es Sadi “Usul es selase” “Acrumiyye” “El Verekat”, “İraşad U-lil Basair ev Elbab” kitaplarını okudum.

2-Âlim, Şeyh Said bin Mübarek bin Zuayr (Allah esaretten kurtarsın).

Özel derslerinden birisine katılmak nasip oldu, kendisiyle sıcak muhabbetim vardı. Kendisinden ilmi olarak çokça faydalanamadım. Fakat kendisinden âlimlerin ahlakı, siması, edebi, tevazusu konularından çokça faydalandım. Allah kendisini esaretten kurtarsın…

3-Şeyh Abdullah bin Abruhhaman bin Sa’d (Allah esaretten kurtarsın).

Rabbim bana şeyhin ancak iki dersine katılmayı nasip etti. Ayrıca “El Ucale Fi ba’z Esanidi ila Kütüb El İsna ve Er Rivaye” kitabı konusunda icazet verdi aynı şekilde bütün görüntülü, sesli ve okunabilecek olan derslerinin, sohbetlerinin, rivayetlerinin icazetini verdi.

4-Şeyh Doktor Ebu Ömer El Mısrı (Allah onu korusun).

Şeyh, iki şeyhin Eymen Ez Zevahiri ve şeyh Abdulkadir bin Abdulazizin arkadaşıdır. Birkaç sene derslerine katıldım ve derslerini hiç aksatmadım. Kendisinde Fethul Bari” yi okudum ve bir takım ilmi metinleri okudum. Şeyh beni imtihan ettikten ve nitekim imtihandan; yüz üzerinden yüz aldıktan sonra bazı kitaplarında icazet verdi. Hamd ve minnet sadece Allah’adır.

Kendisine “fethul mecid” kitabını bize okutmaz mısınız? Diye sorulduğunda; bu fakir kuluna işaret ederek, yanınızda falan şeyh varken ben mi okutacağım? Demişti.

5- Doktor Üsame El Farisi.

Kendisinin yanında; “Er Raid Fi İlmil Feraiz” kitabını okudum. Ayrıca başka şeyhlerden faraiz ilmine dair “Er Rahbiyye” isimli eseri okudum.

6-Şeyh El Müsnid[14] Ebu Abdurrahman, Subhi El Hüseyni (Allah onu korusun).

Kendisinden Akide konusunda” Kitabu-t tevhid” okuduk. El Müceddid Muhammed bin Abdulvehhab’a uzanan isnadıyla bu konuda bana icazet verdi. Hadis konusunda kendisinden sahih Buharinin tümü ve sahih Müslim’in bir kısmını okuduk. “ Ayrıca “El Evail Es Sünbüliyye” adlı eseri okudum. Okumuş olduğumuz kitaplar konusunda bana özel icazet verdi. Ayrıca genel bir icazet ile de “ Nimet El Mennan Fi esanid Şeyhina Ebi Abdurrahman” isimli eser konusunda icazet verdi. Aynı şekilde bütün görüntülü, sesli ve okunabilecek olan derslerinin, sohbetlerinin, rivayetleri konusunda icazet verdi.

7- Şeyh El Müsnid, Muhammed bin Muhammed bin İbrahim Es Selefi (Allah onu korusun).

Kendisinden, çok az bir kısmı müstesna Sahih Buhari okuduk. Hakeza “El Evail Es Sünbüliyye” adlı eseri okudum. Kendisinden okuduğumuz kitaplar konusunda özel icazet verdi ve ayrıca genel olarak bütün görüntülü, sesli ve okunabilecek olan derslerinin, sohbetlerinin, rivayetlerinin icazetini verdi.

8-Şeyh El Müsnid, Züheyr Eş şaviş (Allah onu korusun).

Kendisiyle görüşmelerim oldu ve bazı ilmi sorular yönelttim. Genel ve tam olarak bütün görüntülü, sesli ve okunabilecek olan derslerinin, sohbetlerinin, rivayetlerinin icazetini verdi. Hakeza ismimi; okutmuş olduğu öğrenciler arasında yazdı.

9-Şeyh Doktor Abdulaziz bin Abdullah Er Racihi.

Kendisinden Akide konusunda ders aldım. “İmam Ahmed’in Akidesini” okudum. Tefsir kaideleri konusunda Abdurrahman Es sa’di ye ait olan “El kavaid El hassan Fi Tefsir El kuran” kitabını okudum. Beni “Mürcie” konusunda imtihana tabii tuttu. Ben de içimden “tam uzmanına geldin” dedim. İmtihanın sonucunda bana bazı kitaplarından hediye verdi.

10-Şeyh fakih Muhammed bin Eş Şankıti.

Kendisinden “El İdde Fi Şerh El Umde” kitabının satış bölümünü okudum.

11- Ebu Hasen En Nedvinin oğullarından olan bir şeyhin-kendisi meşhur bir davetçi değildir- yanında mustalah hadis ilmi okudum. Şeyh beni çok sever ve diğer talebelerinden üstün tutardı.

12-Doktor Halit El Iraki.

Kendisinden tefsir dersleri aldım. Şevkanin bazı cüzlerini okudum. Hadis alanında İbni Hacer’in “Nüzhet En Nazar” adlı eseri okudum. Hakeza İbni Recep’in “El cami Fi ulum ve El Hikem” adlı eserini ve başka kitaplar okudum.

13-Birkaç Kuran kari’lerinden;

Kuran okuma ve tecvid dersleri aldım. Bu şeyhlerden birisi on kıratı bilen Ebu Zeyd El Mısridir.

Bu şeyhlerin ve doktorların dışında emni açıdan isimlerini zikredemeyeceğim birçok kişiden dersler aldım. Senelerce yanında kalıp ders aldığım şeyhler ve hocalar oldu. Kendilerinden kitapların metinlerini, şerhlerini öğrendim. Akide, tecvid, Kuran, tefsir ve usulü, hadis ve usulü, fıkıh ve usulü, fıkıh kaideleri, tarih ve siyer, Arapça lügatinin sarf ve nahv ilimleri, Belağa, Beyan, Bedi, Arud ve diğer ilimler…

Hatta bir kimse, bir meselenin eksiğini ortaya koyduğumda, halk deyimiyle: “bizim çırak bizi geçti” demişti. Bir diğer kimse ise bir meseleyi düzelttiğim de: iki kişi kıskanmaz; hoca öğrencisini, baba oğlunu” demişti.

Bu saymaya çalıştıklarımın yanında birçok ilmi kamplara katıldım. Sayısını unuttuğum ve sayamayacağım ilmi ders halkalarının kasetlerinden çokça faydalandım. Bu konuda saatlerce konuşulabilir. Bütün bunlar, Allahın üzerime bir nimetidir. Yani görüşemediğimiz, yanına gidemediğimiz şeyh ve hocalardan da kasetler sayesinde faydalanmaya çalıştım. Bunlarla birlikte birçok şer-i yarışmalara katıldım ve hepsinde de birinci sırada yer aldım. Hamd ve minnet sadece Allaha aittir.

Aynı şekilde birçok bidatci şeyhlerden de istifade ettim ve ders aldım.

1-Selman bin Fehd El Avde.

Bazı derslerine katıldım hatta kendisiyle ilk karşılaştığımda kural ve anlam düşüklüğü olan bir kaside okudum. Kasidenin başlığı “Âlimlerin sultanları ve sultanların alimleri arasındaki fark ne kadar da büyüktür” idi. Doktor Selman’ın bana karşı muamelesi güzeldi. Benden zamanla uzaklaştı ve nitekim bende ondan uzaklaştım.

-İbni Abdulberr (r.a) şöyle demiştir: Kendisi ile üç kere konuşulduğunda; kişinin dinine veya dünyasına zarar verecek kimselerden uzaklaşılması konusunda herkes ittifak etmiştir.[15]

2-Doktor Sad bin Nasır Eş Şesiri.

Kendisinde bazı ilmi metinler okudum. Maliki imamlarından olan İbni Kassar’ın “El Mukaddime Fi-l usul”, İbni Savvaf’a ait “El Kısar Es Sığar”, İbni Teymiyenin Et Tuhfe El Irakiyye El A’mal el Kalbiye” okudum.

3-Şeyh Muhammed Veled Ed Dudu Eş Şankıti.

Bazı ilmi derslerine katıldım.

4-El Muammer Ebu Bekir Cabir El Cezairi.

Mescidi Nebevide tefsir ve bazı ilmi derslerine katıldım.

5-Doktor Hamza El Mişbari.

Birçok kez derslerine katıldım ve güncel meselelere dair sorular sordum.

6-Üstaz meşhur Hasan Al-i Selman.

Abdurrahman Sadiye ait “El kavaid El Fıkhıyye” kitabını okuduk.

7-Ebu-l Bera El Mısri.

Kendisinin birçok tahkik çalışması vardır. Şeyh El Müceddid Muhammed bin Abdulvahhab’a ait “Kitabu-t Tevhid “ adlı eserini okuduk. Hem ezberledik ve hem de şerhini okuduk. İbni Kesir’in (r.a) bazı cüzlerinin tefsirini, sahih Buhari’nin tümünü, sahih Müslim’in tümünü okuduk. Her iki sahihde yer alan raviler, lakapları ve vefat yılları konularında beni imtihan etti. Hakeza iki sahihi kitabında yer alan bütün hadislerin metinlerini senetleriyle birlikte ezberi konusunda beni imtihan etti. Daha sonra nitekim bana bu konularda icazet verdi. Ayrıca başarılı olduğum için küçük bir de ödül verdi.

Aynı şekilde birkaç sene Şeyhin yanında Tirmizinin camiini okudum. İbadet ve ilmi amaçlı birçok yolculuğa şeyh ile beraberce çıktım. Hatta bir keresinde, bana çok değer verip takdir ettiğinden dolayı oğulları yaşında olduğum bir dönem de beni başımdan öpmüştü.

Fakat hamd ve minnet Allaha’a aittir ki bütün bunlara rağmen mürcie akidesini bana kabul ettiremedi. Onunla benim aramda iplerin kopuş noktası ise; açıkça şeyh Üsame bin Ladin hakkında ileri geri konuştuğunda olmuştu.

Ammar bin Yasir (r.a) şöyle demiştir: “Güzel bir mücadele her zaman severek kötü bir şeylerin aşılanmasından iyidir. [16]

8-Aynı şekilde mürcilerin şeyh Albaninin öğrencileri ile birçok farklı oturumlarım oldu. Muhammed bin Musa En Nasr, Ali El Halebi, Meşhur Hasan ve başkaları…

Aynı zaman da birçok ilim ehli ile ilmi ve ameli görüşmelerimiz devam etmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir:

1-Şeyhimiz Ebu Malik Muhammed bin İbrahim Şakra (Allah onu korusun).

Kendisinden bazı kitaplarını oudum.

2-Âlim şeyhimiz Abdulmünim Ebu Basir Et Tartusi (Allah onu korusun).

3-Şeyh Hani Es Sibai (Allah onu korusun).

4-Şeyh Doktor Abdülahir Hammad El Ğuneymi. (Allah onu korusun)

5-Muhaddis şeyhimiz Süleyman Nasır El Ulvan ile irtibatımız sürekli idi (Allah esaretten kurtarsın). Kendisinden “Büluğ El Meram” adlı kitabın bazı bölümlerini şeyhin öğrencilerinden olan beni Ğamid oğullarından bir öğrencinin yanında okudum.

Bizleri imtihan etti, takriben yüz öğrenci arasından yedinci oldum. Buna karşılık küçük bir de mükafat verdi.

6-Hamid bin Abdullah El Ali ile de sürekli irtibat içerisindeydim.

Yukarıda zikretmeye çalıştığım doktor ve şeyhlerin dışından birçok güvenilir âlim ve şeyhden de icazet aldım.

1-Allame şeyh Muhammed Emin bu Hubze El Husni.

Genel ve tam olarak bütün görüntülü, sesli ve okunabilecek olan derslerinin, sohbetlerinin, rivayetlerinin icazetini verdi.

2-Şeyh Allame Muhammed Ebu Asım El Makdisi (Allah onu korusun).

Kendisi bana iki icazet verdi.

Birincisi: bütün kitaplarını okutması konusunda. Kadı İyaz ve Ebu Bekir El-İşbili ve başkaları şöyle demişlerdir: bir kitaptan nakil yapmak caiz değildir en azından rivayet etme yollarından bir yol ile yani “vicade”[17] yolu yahut “rivayet”[18] yolu ile nakledebilir. Hamd ve minnet Allah’a aittir ki, şeyhin kitaplarının hepsini okutmam konusunda bana icazet verdi.

İkinci icazet ise: manevi icazettir. Şeyhimiz bana ridasını giydirdi. Bu şeyhden bana çok değerli ve pahalı bir hediyedir. Allah onu esaretten kurtarsın. Vallahi birinci icazet ikinci icazetten daha değerli değildir.

Allah şeyh Makdisiyi esaretten kurtarsın. Bu şeyhim hakkında şöyle durup bir şeyler söylemek isterim: selef demiştir ki: “Şeyhlerinden birisi baban gibi diğerleri amcan gibi olsun.”

Vallahi şeyhlerim arasında Makdisi aynı bana babam gibidir. Buna öz geçmişim de zikretmiş veya zikretmemiş olduğum şeyhlerim de dâhildir. Çünkü şeyh, Allahtan sonra bu mübarek menhec üzere ayağımın sabit kalmasında büyük etkendir. Bununla birlikte ben küçük yaşlarımda da şeyhi dinler, kendisini hiç tanımaz ancak kendisine ait şiirlerinden bilirdim.

Hatta irca ehlinden bir şeyhin dersi esnasında şöyle dediğini işittim: tekfircilerin şeyhleri kimlerdir? Ebu Muhammed El Makdisidir. Bundan dolayı onunla tanışmayı çok arzuladım. Arapların dediği gibi: “Bazı zararlı şeyler faydalı olabilir.”

Ebi Temmam ne güzel de söylemiştir: “Allah sana bir güzelliği ulaştıracak olsa, kindar olan bir kişi vasıtasıyla da olsa önündeki mesafeleri yok eder getirir…

Ateşin yanması yakın olmasaydı hiç kibrit çöpünün güzel kokusu hissedilir miydi.”[19]

Henüz şeyh Makdisinin kitaplarını okumamışken ilim ve amel hususunda benden önde olup cihad sahalarında tecrübesi olan birine; kimi okuyayım? Diye sormuştum. Bana; bu tür konuları tafsilatlı ve derinlemesine okumak istiyorsan Şeyh Makdisinin kitaplarını okuman gerekir” dedi. Daha sonra şeyhlerimizden bazılarını da saydı ve şöyle dedi: fakat bütün bu şeyhler arasında şer-i ilimlerin köklüce tahsili için şeyh Makdisiyi oku. İşte o zamandan beri şeyh Makdisinin kitaplarıyla baş başa kaldım ve bütün kitaplarını okudum.

Hatta daha sonra Allahın minnet ve fazlı ile şeyhten direk olarak ders alma ve ona öğrenci olma imkânı buldum. Kendinsen de bazı ilmi metinleri okudum ve akidevi konularda sorular sordum. Hamd ve minnet sadece Allaha aittir.

Allah kendisini esaretten kurtarsın bir keresinde şöyle demişti: bir şeyh bazı talebeleri ile iftihar edecekse, bende talebem; bu sevgili kardeşim ile iftihar ediyorum. Allah, bizlere indirmiş olduğunun içerisinde en güzel olana tabii olmayı, sevdiği ve razı olduğu konularda bizleri muvaffak kılsın.[20]

3-Şeyh El Muhaddis Abdurrahman bin Hafız Abdulhay El Kettani.

Kendisi bana icazet vermiştir. Genel ve tam olarak bütün görüntülü, sesli ve okunabilecek olan derslerinin, sohbetlerinin, rivayetlerinin icazetini verdi.

4-Şeyh Ahmed bin Abulkerim Ma’bed.

Genel ve tam olarak bütün görüntülü, sesli ve okunabilecek olan derslerinin, sohbetlerinin, rivayetlerinin icazetini verdi.

5-Şeyhimiz allame Ömer bin Mesud El Hadduşi (Allah onu esaretten kurtarsın).

Mucez bir şekilde genel icaze vermiştir. Bunun manası ehli gördüğüm kimselere icazet verebileceğimdir. Bu tür bir icazeti şeyh sadece eşine vermişti. Ayrıca diğer bütün talebelerinin içerisinde bu fakir kuluna böyle bir icazet verdi. Hamd ve minnet sadece Allaha aittir.

6- Muhaddis şeyhimiz Hasan bin Ali El Kettan (Allah esaretten kurtarsın).

Genel ve tam olarak bütün görüntülü, sesli ve okunabilecek olan derslerinin, sohbetlerinin, rivayetlerinin icazetini verdi.

7-Şeyhimiz Hani Es-Sibai (Allah onu korusun).

Siyre Nebevi kaynakları konusunda icazet verdi. Bu konuyu kendisine okudum. Ayrıca bu konuda beni yazılı ve sözlü olarak imtihan etti.

8-Şeyh Ziyab bin Sa’d El Ğamidi (Allah onu korusun).

Şeyh ”El Vicaze Fi-l Esbat ve El İcaze” adlı esri hakkında bana icaze verdi. Ayrıca genel ve tam olarak bütün görüntülü, sesli ve okunabilecek olan derslerinin, sohbetlerinin, rivayetlerinin icazetini verdi.

Bu şeyhler ve alimler dışında birçok hocalardan da ders aldım. Doğudan Pakistandan başlayarak Hindistan, Irak, Şam, Arap yarım adası, Mısır ve Faslı...

Hamd ve minnet Allah’a aittir ki, üç yüzün üstünde tarıkden[21] peygamberimizden hadis rivayet ediyorum. Şeyhimiz allame Hadduşi (Allah esaretten kurtarsın), bu fakir kul hakkında şöyle demiştir: şayet Buhari yaşamış olsaydı, onu (Şeyh Ebu Hemmam) ricallerinin[22] arasına koyardı ve birinci tabakadan kılardı.

Rabbim, onların beni zannettiklerinden daha hayırlı kılsın. Hakkımda da bilmediklerini affetsin. Dedikleri hakkında da beni sorgulamasın.

Bu konuda ifade etmek istediğim acayip olan bir diğer husus ise benim insanlardan rivayet ettiğim gibi cinlerden de rivayet etmemdir. Bu ise şeyh Ziya El Hüseyin (r.a) yoluyladır.

Bir ravi aracılığıyla kendisinden rivayet ettiğim bariz kimseler ise şöyledir:

1-Şeyh imam Ahmed Muhammed Şakir.

2-Şeyh muhaddis Habibürrahmna El A’zami.

3-Şeyh muhaddis Abdurrahman bin Yahya El Muallimi,

4-Şeyh Hammdu bin Abdullah Et Tüveycri

5-Şeyh Et Tahir bin Aşur, “Et tahrir ve Et Tenvir” isimli eserin sahibi.

6-Şeyh muhaddis Muhammed Nasıruddin Albani. Şeyh Albani bunu en yakınında olan şeyh Halebiye dahi yapmamıştır. Hamd ve minnet sadece Allah’a dır.

7-Şeyh muhaddis Abdulkadir Arnauti,

8-Şeyh muhaddis İsmail bin Muhammed El Ensari.

9-Hanbelîlerin şeyhi şeyh allame Abdullah bin Abdulazizi bin Ukayl.

10-Şeyhimiz Muhammed El Fezzazinin (Allah esaretten kurtarsın)babası; şeyh Muhammed bin Hasen El Fezzazi.

Burada zikretmeye başa çıkamayacağım diğer birçokları…

Aynı şekilde birçok şeyhin icazet verdiği gibi bende hadis ve eser ehlinin yanında muteber şartlar ve ölçüler dâhilinde bütün görüntülü, kitaplarım, sesli ve okunabilecek olan derslerimin icazetini bazı talebelere verdim.

Bu anlatmaya çalıştıklarım, ilim ehlinden tahsil ettiğim ilimle ilgili olandır. Kitaplardan okuduklarıma gelince; Hamd ve minnet sadece Allah’adır. Her gün bir meşguliyetim olmaz ise beş saat ile dokuz saat kadar ilim talebiyle uğraşıyorum. Bu ilim tahsili ise; okuma, yazma ve müraactan ibarettir. Bu tutuklu olmadığım zaman için geçerlidir. Tutuklu olduğum zaman ise ki-bu kısa bir süre idi- gün boyu ilim talebiyle uğraşıyordum. Elbette uyku, namaz ve spor vakitleri müstesna.

Ben geceleri ilim tahsil etmeyi hep tercih etmişimdir ve halen de geceleri ilim talep etmeyi gündüzleri ilim talep etmeye tercih ediyorum.

Bazı alimlere; bu ilmi nasıl elde ettiniz? Diye sorulunca; “lambalar sayesinde sabahlara kadar oturup ilim talep etmekle” demişlerdir.[23]

Kitap yazma hususunda ise; ben imam İbni’l Cevzinin menhecini takip ediyorum. Kendisi şöyle demiştir: “faydalı ilmin dille öğretilerek değil de, kitaplara yazarak olduğu” görüşünün daha sağlam gördüm. Çünkü ben ömrüm boyunca belirli sayıda talebe ile ilgilenebiliyorum fakat kitaplarım sayesinde henüz dünya ya gelmemiş talebelere bile ders verebiliyorum. Bunun bir başka delili ise insanların geçmişte yaşayıp eser bırakmış alimlerden faydalanmaları günümüzde yaşayan şeyhlerden faydalanmalarından daha fazladır.[24] İşte bundan dolayı kitap yazmak beni ders vermekten alıkoyuyor.

Ben zannediyorum ki, Allah Teala bana yazma ve hazırlama konusunda ayrı tatlı bir zevk vermiş-rabbim bu nimetine şükretme hususunda bana yardım etsin- hatta çok değerli büyük bir kütüphaneye sahip olan şeyhlerimden biri bu fakir kulun kitap yazmada ve hazırlamada ki metodunu; imam Ğazali ve İbni Teymiyyeye benzetmiştir. Şüphesiz bu şeyh mübalağa etmiştir, belki de kendisini bu sözü söylemeye iten bana karşı olan sevgisidir.

Aynı şekilde yaşı ilerlemiş olan şeyhlerimden birisi –Allah kendisini korusun- bazı yazmış olduğum kitapları görünce; uzun yıllar önce okumuş olduğum ve detaylarını unutmuş olduğum konuları bu kitapta buldum ve çok faydalandım aynı şekilde önce bilmemiş olduğum bir takım yeni bilgileri de bu kitaptan öğrenmiş oldum” demişti.

Diğer bir şeyh kitaplarımı görünce şöyle demiştir: birçok ilmi meseleleri ele almış, delillerden hüküm çıkarma konusunda çok büyük faydalar sağlayacak şer-i delilleri tespit etmiş, itiraz edeceklere de reddiyeleri döktürmüş.

Şeyh yazmış olduğum kitaplarım hakkında ki sözlerine şöyle devam etmektedir: büyük ilim ehlinin yazmış olduğu eserlerden geri kalır hiçbir yanı yok. Yazar daha sonra yaşamış olsa da kendisinden öncekilere yetişmiş. Rabbim, beni onların zannettiklerinden daha hayırlı kılsın. Hakkımda da bilmediklerini affetsin. Dedikleri hakkında da beni sorgulamasın.

Onlarca kitap ve risale yazdım, bunlardan bazıları şöyledir:[25]

1-“El Kevkeb Ed Dürri El Münir Fi İptal Et Tehdir An Hâkim Şerir” (Kötü Yöneticilerin Tekfiri Konusunda Uyuşturulmuş Olanlara; Parlak İnci Yıldızı.”

Kitap: birçok ilim talebelesinin yöneticileri tekfir etmemesi hususunda sahip oldukları engellere değinmektedir. Kitabın takdimini ise şeyhimiz Şeyh Muhammed El Makdisi yapmıştır.

Allah kendisini esaretten kurtarsın şöyle demiştir: bu kitap “El Kevkeb Ed Dürri El Münir…” zamanımızın cehmiyyesi olan mürcienin batıllıklarının reddi hususunda yazılmış nadir kitaplardan biridir. Mürcielerin şüphelerini silip süpürmüş, köklerini koparmış ve binalarını temelden çökertmiş ve süslü tavanlarını kafalarına geçirmiştir. Başlarına çökmüş olan tağutlarının avretlerinin örtülerini açıp çıkarmıştır. Bu kardeşimiz nasıl tevhid ve cihad sancağını yükseltmiş ise aynı şekilde rabbimizden bu çalışmasını kabul etmesini ve bunun sayesinde onun değerinin yükseltmesini dilerim.[26]

2-“El Kavli’n Nercisi Bi Adalet Eş Şeyh El Makdisi” (Şeyh Makdisinin Adaleti Hakkında Nergis Söz)

Kitab; ilim ehlinin şeyh Makdisiyi övmesi ve yüceltmesini ele almaktadır. Şeyh Makdisi -Allah esaretten kendisini kurtarsın- bu fakir kulun kitapları hakkında şöyle demiştir: bütün kitaplarını yaymak konusunda her zaman gayret edip çalışacağız ancak bu kitabı müstesnadır.[27] Şeyhimiz hani Sibai bu kitapa takdim yazmıştır.

-Şeyh Hani Es Sibai şöyle demiştir: Allah Teala şeyh Makdisiye lütfetmiş, ikramda bulunmuş böyle güzel bir talebe kendisine bahşetmiştir. İlmiyle, saygısıyla takdir edilen bir talebenin böyle değerli ve takdire şayan -“El kavli’n Nercisi Bi Adalet Eş şeyh El Makdisi” gibi bir eser ortaya koymuştur. Ayrıca ifade etmek isterim ki Ebu Hemmam’ın yapmış olduğu bu çalışma, şeyh Makdisi hakkında bir araya getirmiş olduğu bu övgüler ve medhiyeler, mezmum bir taassup ürünü de değildir.

İlmi ehlinin şeyh Makdisi hakkında görüşlerini bir araya toplayan bu kitabın birçok faydası vardır. Şöyle ki; şeyhin ilmini göremeyen muasır şüphecilerin bocalamalarının batıl olduğunu ve şeyhin ne kadar değerli bir şahsiyet olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca Allahın izni ile gelecek nesillere faydalı bir kitap bırakarak, cerh ve tadil ilmi ile uğraşan ilim talebelerine büyük fayda sağlamıştır.[28]

3-“İynas El İnsi Bi Diyvan Şeyhina El Makdisi” (Şeyh Makdisinin Divani İle İnsanların Ünsiyeti)

Kitap; içerisinde takdim ve sonuç yazılarının da bulunduğu şeyh Makdis için yazılmış olan kasideler içerir.

4-“Rişk Nebali Ve İşhar Silahi Ala Cehalat El Med’uv Yunus Es Sabbahi” (Yunus Sabahi Denilen Şahsa Okların yağdırılması Ve Silahların Çekilmesi)

Kitap; arap halicinde yaşayan bir şahıs tarafından ele alınmış “Allahın hükmüyle hükmetmeme” konusunda yazılmış küçük bir risaleye reddiye mahiyetindedir.

5-“İzlal El Ğamam Ala Seyyid İmam Min Vehci’s Sicni Ve Hurrur Rududi Ve’l Kelam” (Seyyid İmam Üzerine Bulutların Gölge Yapması, Zından Işıltısı Ve Özgürlük Reddiyesi)

Kitap; Şeyh Abdülkadir bin Abdülaziz soruşturma ve ifade verme masasında yaşamış oldukları ve şeyhin teracuatı ile ilgilidir.

6-“Tekfir Ba’dı Tavağıt El Arap” (Bazı Arap Tağutlarının Tekfiri).

Kitap takriben iki yüz sayfa kadardır. Kitapta Arap tağutlarının küfürleri iki konu üzerinden beyan edilmektedir: birincisi; işlemiş oldukları amellerin ispatı. İkincisi; işlemiş oldukları amellerin küfre götürücü olduğunun ispatı.

7-“El Edva’ El Kameriye Ala El Es’ile El Mısrıyye” (Mısırdan Gelen Sorulara Ay Işığında Cevaplar)

Bir kardeşimizin Kenan diyarından bizlere sormuş olduğu soruların cevaplarını içeren bir kitaptır.

8-“El Matar El-Vabil Fi İcabet Es-Sail” (Soru Soran Kişinin Sorularına Bereketli Cevaplar)

Kitap; bu mübarek davaya yeni katılmış olan kardeşlerimizin birinin sormuş olduğu soruların cevabını içermektedir. Kitap ta cevaplanmaya çalışılan sorular şöyledir:

A- Salip (haç) takmanın hükmü.

B-Ammi (Halktan birisin)ve ilim ehlinin münkeri inkâr etmesi.

C-Yöneticilere huruc etme hükmü.

D-Müslümana karşı kâfirin öldürülmesinin hükmü.

9-Es Sarimil Meslül Ala Eğalit Samih Dellül (Samih Dellül’ün Saptırmalarına Reddiye)

Kitap; hamasi Samih Dellül’ün kaleme almış olduğu bir makaleye reddiye niteliği taşıyan bir risaledir. Şeyh Makdisi takdim yazmıştır.

Şeyh Makdisi (Allah esaretten kurtarsın) şöyle demiştir: Gazzedeki kardeşlerimize yardımcı olması için taleberim arasında zeki ve en çok sevdiğim bir talebeyi seçmeye karar verdim. Yiğit ve cesur, tevhid süvarisi, irca ve tecehhüm[29] ehlinin korkulu rüyası olan talebem, sevgili kardeşim; Ebu Hemmam Bekr bin Abdülaziz El Eseri” yi seçtim. Kendisini, bu göreve yerine getirmesi için seçtim, Allah kendisiyle bu dine yardım etsin ve mübarek kılsın. Zaten talebemin sözü de; “Bütün emir ve görüşlerine hazırım, ben ok torbanda bir okum, beni nereye istersen at.” Oldu.

Ben umarım ki kendisi batıl ve dalalet ehlinin belini kıracak, bütün şüphelerini yok edecek, güçlü ve güzel bir oktur.[30]

10-El Ğurbe Ve El Ğureba’ (Gurbet Ve Garipler)

Kitap; her yerde hak ehlinin kalbini mutmain kılması ve ümit vermesi için yazdım. Bu konuyla alakalı ayetleri, hadisleri, eserleri ve güzel şiirleri bir araya getirdim.

Alttaki kitaplar ise “Silsilet El Minkaş Şübeh El Evbaş” (Evbaşların -aşağılık ve değersiz insanlar- şüphelerinin törpülenmesi) ile alakalıdır:

11-El Minkaş El Evvel (Birinci Törpü). “En Nevafih El Miskiyye” (Misk Esintileri):

Kitap; Mekke dönemi ile alakalı öne sürülen şüphelerin törpülenmesi ile alakalı bölüm. Mekke döneminde henüz cihad meşru kılınmamışken peygamber efendimizin yaptıklarının delil alınmasıyla ilgili şüphelere reddiye vermektedir. Ayrıca Mekke dönemini delil alarak şu günümüzde cihad yoktur ancak sözle cihad vardır” diye delil getirenlere verilmiş cevapları içermektedir. Bu kitaba da Doktor Hani Sibai takdim yazmıştır. Allah onu korusun…

Hani Sibai bu kitap hakkında şöyle demektedir: kardeşim Ebu Hemmam’ın bu kitabı batıl ehli mürcilere[31] güzelce cevap vermektedir. Kardeşimiz konuları biraz daha genişletebilirdi fakat binanın kerpiçlerine bir kerpiç daha eklemiş ve iyice sağlamlaştırmıştır. Yazmış olduğu kitapla; cihad ehlini savunmuş ve mükemmel reddiyeler vermiştir. Her kim cihada sarılır ise; izzet ve şeref bulur, yücelir. Her kimde cihadı terk ederse zelil olur ve alçalır. Kitabın bütün Müslümanlara ve ilim talebelerine dağıtılması çok yerinde olur.[32]

12- El Minkaş Es Sani (İkinci Törpü). İmtida Es Suruc” (Nurun Yayılması).

Kitap; İmam Ahmed’in hurucu ile alakalı şüphelere cevap vermektedir. İmam Ahmed’in zamanının yöneticilere karşı huruc etmemesi ve bu konunun günümüze indirgenerek delil edinilmesine reddiye vermektedir. Şeyhimiz Ebu Basir Et Tartusi (Allah onu korusun) takdim yapmıştır.

Şeyh kitap hakkında şöyle demiştir: kardeşimizin yazmış olduğu kitabı okudum. İmam Ahmed’in zamanının yöneticilerine huruc etmemesi konusunda yazılmış en güzel eserlerden biri olarak gördüm. Rabbim faydalı kılsın.[33]

13-Eş Şihab El Lami’ Ala Bani Es Savami’ (Kilise Yaptıranlara; Göz Kamaştıran Yıldırım).

Kitap; Allaha ve rasulüne (s.a.v) savaş açmış kıddislere, kilise yaptırılmasına cevaz verme konusunda çalışma ve gayret içerisine giren Muhammed Hassan’a[34] reddiye niteliğinde bir kitaptır. Kitap henüz basılmamıştır. Rabbim bastırmayı kolaylaştırsın.

14-“Nusrat Devlete-L İslam Fi-L Irak” (Irak İslam Devletine Yardım).

Kitap; Hamid Ali’ye, ilmi nasihatler içeriyor. Irak islam devletinin meşruiyeti delillerle anlatılmaktadır. Ayırca bu konu hakkında öne sürülen şüpheleri ele almaktadır.

15-El Varta El Gaviyye Li-L Mürcie El Ğaviyye (Azgın Mürcilere; Güçlü Tuzak).

Kitap; günümüz mürciesinin ağzına gem vuracak nitelikte bir kitaptır. Allaha hamd olsun ki bu kitabımda mürcileri bir köşeye hapsettim ve oradan asla çıkamazlar. Bu yüzden ya teslim olmak zorunda kalacaklar yahut en azından tarafsız kalmak zorunda kalacaklar.

16-“Buzuğ El Fecr Fi-Muhacat El Aşr” (On Delil İle Fercin Gözükmesi).

Gazze cihadına karşı insanların birbirinden uzaklaşmalarına yol açan sebepler üzerine yazılmış bir kitaptır. Ayrıca insanların, dünyanın çeşitli yerlerinde cihad eden Müslümanlardan uzaklaşmalarına yol açan sebepleri ele alarak tedavi etmektedir.

17-“Hıvarun Em Hıvarun” (Diyalog mu Yoksa Feryat mı?).

Kitap; Veled Ed Dudu’nun cihadi, selefi düşünceye sahip hapishanedeki kardeşlerimizi münazaraya davet etmesi hakkında reddiye niteliğindedir.

18-“El Hecr Ve Et Takbih Fi-L İntihabat Ve Etterşih” (Seçmen Ve Seçilmeye Aday Olanlardan Uzaklaşılması Ve Kötülenmesi).

Allahın dışında kanun koyanlara karşı bazı kardeşlerimizin gülümsemelerini, belki de onlarla tokalaşanları gördüğüm hatta bazı kardeşler; Müslümanların mescidlerinde, utandıklarından dolayı Allahın dışında kanun koyanların arkasında namaz kılmak zorunda kalanları işittiğim zaman, beni üzüntüye soktuklarında ele almış olduğum bir kitap.

19-El Berkıyye Fi Musıbet Et Ta’riye” (Erozyona Uğramış Olan Kimseye Telgraf).

Kitap; Şeyh Abdülkadir bin Abdülazizin şeyh Eymen’e (Allah onu korusun)vermiş olduğu reddiye üzerine yazılmış bir risaledir.

20-Fetva Eş Şeyh El Vadi’ Fi Hükmü Ed-Demokratiyye Eş Şeriyye” (Şeyh Vadiinin Şer-İ Demokrasi Hakkında Fetvası).

Kitap Şeyh Vadiinin vermiş olduğu hutbenin tahkikini içermektedir. Kitap; demokrasi ve yasa koymanın hükmünden bahsetmektedir. Kitap; bizim şeyhlerimizden ilim alma imkanına sahip olmayan bütün Müslümanlara hitap etmektedir.

21-“Tezkirat El Ebrar Bi Sünnet El İtizar” (Özür Dilemenin Sünnet Olmasının İyilere Hatırlatılması).

Kitap; özellikle bu mübarek menhece sahip gençlere daha sonra genel olarak da bütün Müslümanlara hitap etmektedir. Kitap; Müslümanların Müslümanlara karşı yumuşak olmaları gerektiği, birbirlerinden özür dilemeleri, Allaha itaat olarak bunun hemen yerine getirilmesi ve kalplerin kaynaşmasının önemine değinmektedir.

22-“Nesrul Cevahir Fi Hükmü Ed Dua Li-S Sultan Ala El Menabir” (Minberlerde Sultana Dua Etmenin Hakkında Mücevherlerin Ortaya Dökülmesi).

Kitap; kıyas evla yoluyla, selef salihinin minberler üzerin de Müslüman sultanların övülmesini yasaklamıştır. O halde şu günümüz tağutlarının minberler üzerinde övülmesinin hayli hayli yasak olmasını anlatmaktadır.

23-En Nücum El Berraka, Fi Nakd Nehc Kitab El Belağa” (Parlak Yıldızlarla, Belağa Kitabının Tenkidi).

Kitap; birçok ehlisünnetin evinde ve kütüphanelerinde yer alan, edep ve lügat okuyanların okuduğu “Nehcül Belağa” kitabını tenkit etmekte ve hakikatini ortaya koymaktadır. Bahsetmiş olduğumuz bu kitap maalesef birçok kişi tarafından ehlisünnetin mutemed kitabı zannedilmektedir.

24-“Talakat El Benadık Fi Reddi El Fetva El Fasık” (Fasığın Fetvasının Makinalı Tüfek İle Kurşunlanması)

Kitap; cihad ve ribat ehline batıl ehlinin saldırıları fazlalaşınca ele almış olduğum bir kitaptır. Dolayısıyla bu konuda fetva veren, bu konularda ileri geri konuşanların bu konuda ehil olmadıkları ve bundan dolayı bu kimselerden ilim alınmaması gerektiğinden bahsetmektedir.

25- “Ediya’ Es Selefiyye, Nisa Biamaim Ve El Liha” (Selefi Olduklarını İddia Eden Sakallı Ve Sarıklı Kadınlar).

Kitap; cihaddan geri kalan, cihadı kötüleyici kimselere reddiyedir. Cihaddan geri kalanların “kadınlar” diye isimlendirilmesinin sebebi ise; hem cahiliye de ve hem de islam da erkek ile kadının arasındaki alamet-i farıkanın savaş olmasıdır.

26- “Veddu Lev Tüdhinu Feyüdhinun” (Arzu ettiler ki, sen (onlara) yağcılık yapasın, onlar da sana yağ yakacaklardı.) (Kelem, 9).

Kitap; hak üzere sebat etme hususunda bir takım göz kamaştıran örnekler gösteriyor. Cihadı ve cihadı düşünceyi terk etme hususunda ikna etme ve cesaretlendirmeler karşısında teracu’ etmeme, geri adım atmamayı anlatıyor.

27-“Cebr Er Riyn Fi Resa El Cibrin” (Şeyh Cibrin’ mersiye; Yağmur Sarması).

Kitap şeyh Abdullah bin Cibrin’e mersiye üzerine yazılmıştır.

28- “Ve La Tegulu Selase” (Üç Demeyin).

Kitap; hüküm koymada, yasa koymada üçleyenlere karşı reddiyedir.

29-“Tabsir El Ahbab Bi Ta’bir, “Rü’ya El Kilab” (“Köpeklerin Rüyası” Bu Rüyanın Tabiri Konusunda Sevdiklerimizin Bilinçlendirilmesi).

Kitap; Şeyh Ebu’n Nur El Makdisinin[35] son hutbesinde anlatmış olduğu rüyanın ta’birinin anlatmaktadır.

30-“El Huur Fi Ehli Es Süğür” (Cihad Ehli İçin Hazırlanmış Huriler).

Kitap; Allah tealanın ahirette görülmesi için, Allah yolunda şehit olmaya teşvik içermektedir. Daha güzel ve daha güçlü bir şekilde cihad etmeye, şehit olmaya mücahidleri yönlendirme amacı taşır. Ayrıca mücahidlere; “Allah tealanın muttakiler için “bunlar hurileri özlemiş, huriler için cihad ediyorlar” eleştirenlere, reddiye niteliği taşımaktadır.

31-“Es Seb’iyye Fi Reddi İstinkar Fi Katla Esara El Küffar” (Yedi Tane Kafir Esirlerinin Öldürülmesine Karşı Çıkanlara Reddiye).[36]

Kitap; Rasulullah (s.a.v) döneminde kâfirlerin esirlerini mücahidlerin öldürmesine bir şey demeyen fakat şu günümüzde mücahidlerin kâfirlerin esirlerini öldürmelerine karşı çıkanlara yani bir meseleyi iki ölçü aleti ile tartanlara reddiyedir.

32- “Cibal Fevga-L Cibal” (Dağların Üstündeki Dağlar).

Kitap; yüksek Afgan dağlarında cihad eden mücahidlerin ve şeyhlerinin yaşadıklarını anlattıkları bir kitaptır.

33-“Ders Fi’n Nahvi” (İbretlik Örnek Dersler).

Kitap; cihada teşvik içerikli kısa bir risaledir.

34-“Gul La Eşhed” (De Ki: Ben Şahitlik Etmem).

Kitap; muvahhid Müslümanların pislik demokrasi oyununa iştirak etmeme ve uzaklaştırma, uyarı amacı ile yazılmıştır.

35-“Tenbih El Berere, Fi Tahzir Ba’d Suver Men Yeci’u Bi’ Sehara” (Büyücülere Gitmenin Şekillerinin Nasıl Olabileceği Konusun Da İyilerin Uyarılması).

Kitap; günümüz teknolojik aletlerler ve cihazlar kullanarak büyücülerle irtibata geçme hususunda uyarılar içermektedir.

36-“Aberat El Abir Fi Resa’ Emiril Müminin Ve El Vezir” (Müminlerin Emiri Ve Yardımcılarının Şehit Olmasına Mersiye Yakan Kişinin Gözyaşlarının Sel Olması).

Kitap; Rafideyn beldesinde ki asli ve mürted kâfirlerle girişmiş oldukları savaşta emiri-l müminin Ömer El Bağdadinin ayrıca savaş bakanı olan Ebu Muhacirin şahadetiyle alakalı yazılmış mersiyeler içerir.

37-“Vakafat El Havatır Maa Zikri Emri-L Müminin El-Atır” (Misk Saçan Emirül Müminin Zikrinde Hatıralar Ve Bakışlar).

Kitap; Her zaman ileri atılan ve hiçbir zaman geri çekilmeyen Emiri-l müminin Ömer El Bağdadinin ani şahadeti sebebiyle, gönülleri hüzünle dolan sevenlerine yazılmış bir risaledir. Rabbim kendisini şehitlerden yazsın…

38- “Küllüna Ebnauk” (Hepimiz Senin Evlatlarınız).

Kitap; Allame şeyhim Makdisinin oğlunun rafideyn beldesinde şehit olmasının akabinde şeyhe teselli amaçlı yazılmıştır. Rabbimden kendisini şehitlerden kabul etmesini ve Anne ve babasına, ehli beytine şefaat etmesi dilerim.

39-“Beynel Busg Ve Elharg” (Tükmük Ve Yangın Arasında).

Kitap; Hıristiyanların, yaratılmışları ilah edinmeleri hakkındadır.

40-“Felyevm Nüneccike Bibedenike” ((Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olması için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız.) (Yunus, 92).

Kitap; Mısır firavunu Hüsni Mübarek’in mısırlı gençlerin devrimiyle yıkılmasını ve yönetimden indirilmesini anlatıyor.

41-İrşad El Usud Er Rabida, Fi Ma İza İktetel Hukkam Ve Er-Ravafide” (Yöneticiler Ve Rafiziler Birbirleriyle Savaştığında Pusuda Bekleyen Aslanlara Yol Rehberi).

Kitap; mücrim rafizlerle mürted yöneticiler arasında çıkabilecek olan savaşlarda, hak ehli ve hak menhece sahip gençlere yol göstermeyi içerir.

42-“El Kabail El Yemeniyye Beyne En Nusra El İslamiyye Ve En Nahve El Arabiyye” (İslami Yardım Ve Arap Büyüklenmesi Arasında Sıkışıp Kalmış Yemen Kabileleri).

Kitap; Yemen kabilelerin, yemen de cihad eden mücahidlere yardım etmesine teşvik nasihatleri içerir.

43-“Sarahat Li Ehli İzze, Fi İstinfaz El Muhacire El Mücahide Ümmü Hamza” (İzzet Ehlinin Harekete Geçmesi İçin; Mücahid, Muhacir Ümmü Hamzanın Çığlıkları).

Kitap; savaş bakanı Mücahid şeyh Ebu Hamza El Muhacirin (Abdül Mün’im bin İzzeddin) eşi Yemenli Ümmü Hamza Bint Ali’nin esaretten kurtarılması hususunda yazılmış bir risaledir. Rabbim; şeyhi en yüce cennetlerine girdirsin ve şehitlerden kılsın.

44- “Sığar Kibar” (Küçük Büyükler).

Kitap; bazı mücahidlerin küçük çocuklarını savaş sahalarına beraberinde götürmesi hususunu kınayanlara karşı yazılmış bir risaledir.

45-“Gayet El Mechud Fi Nasihat Eş-Şürat Ve El Cunud” (Polis Ve Askerlere Elden Gelen En Son Nasihat).

Kitap; polis ve askerlerin karanlıklardan aydınlıklara çıkması için elden gelen gayret gösterilerek onlara nasihatler içerir.

46-“İhse’ Felen Te’du Gadrek Ya Mürci’” (Sesini Kes Ey Mürcie! Haddini Aşamayacaksın).

Kitap; Allah yolunda cihad eden komutanlara dil uzatanların sesini kesmeyi hedefleyen eski bir risaledir.

47-“El Mercan Fi İspat Sarul Can” (Cinin, İnsanı Sara Hastası Yapmasının İspatı).

Kitap; kardeşlerden birinin minber ve el cihad sitesinde sormuş olduğu soruya cevap niteliği taşır.

Bütün bunların dışında başlayıp ta henüz bitirmediğim –rabbimden bitirme hususunda yardım isterim- birçok risale ve kitap vardır. İşte bunlardan biriside kardeşimizin sormuş olduğu “Silsilet Beriyye Eklam fi Teracum El A’lam” (Meşhur kalem ve alimlerin hayatları) isimli eserimdir. Bu eser bazı ilim talebelerindeki azmin ve isteğin yok olduğunu gördüğümde, sadece izlemiş oldukları, işitmiş oldukları ile yetinerek ilim ve amel hususunda rahavete kapıldıklarında, teşvik için kaleme almış olduğum, üzerinde yazmaya devam etmeyi düşündüğüm bir eserdi. Fakat ankebut şebekelerinde bu düşündüğüm şeylerin yayıldığını görünce bu eseri tamamlamaktan vazgeçtim.

Bunların dışında yazmış ve hazırlamış olduğum çokça kitaplar ve eserler vardır fakat beden önceki eski alimlerin yolunu takip ederek genç yaşta ele almış oldukları fakat neşretmedikleri gibi bende ileride neşretmeyi düşündüğüm birçok eser vardır.

-Küçük Malik diye adlandırılan imam Ebu Zeyd El Kayravanin yedi yaşında “Resail” adlı eseri yazması gibi.

-Şeyh hafız Hakeminin on dokuz yaşında “Süllemul vusul İla İlmil Usul” adlı kasidesini yazması gibi. Bunların dışında gelmiş geçmiş birçok alimin genç yaşta yazmış olduklarını bir müddet sonra neşrettikleri gibi bende Allah izin verirse neşredeceğim.

Bazı sevdiğim kardeşler bu yazmış olduklarımı neşretme hususunda izin istediler ben henüz müracaa etmediğim ve olabilecek hataları çıkartmadığım için buna müsaade etmedim.

Faziletli Kadı Abdurrahim bin Ali El Biysani, İmad’a göndermiş olduğu kitap hakkında ne kadar da güzel söz söylemiştir: gördüm ki, bir kimse bir şey yazsa ertesi gün mutlaka şunun yerine şöyle yazmış olsaydım daha güzel olurdu, şunlar da eklenseydi daha güzel olurdu, şu öne alınsaydı daha iyi olurdu, şu yazılmasaydı güzel olacakmış” dediğini gördüm. Dolayısıyla bunlar bizim için bir ibrettir. İnsanların yazmış olduklarında noksanlık hiç de eksik olmaz.[37]

Bunların yanında birçok mürcielerin liderleri ve davetçileri ile diyaloglarım ve münazaralarım oldu. Bunlar:

1-Adnan bin Muhammed El Arur. İman ve küfür meseleleri hakkında.

2-Mahmud Lütfi Amri. Cihad ve şartları hakkında.

3-Said bin Abdullah El Berrik, cihad ve ictihad hakkında.

4-Ubeyd El Cabirinin bazı talebeleri beni şeyhler ile tartışmaya çağırdı. Aramızda elçi olan kişiye dedim ki: Ubeyd ders vermeyi kabul eder fakat ders almayı bu ilerlemiş yaşıyla kabul etmez. Fakat yine de ben onunla şu dört şart gerçekleştiği takdirde münazara yapmayı kabul ediyorum:

1-Karşısına bir talebe olarak değil de münazaracı olarak çıkacağım.

2- Bizlere verilen süre adaletli bir şekilde taksim edilecek.

3-Bizlere verilecek olan vaktin miktarının belirlenmesi hususunda ortak karara varacağız.

4-Münazara da görüntü çekimi yapılacak.

Bu şartlar kendisine sunulduğunda münazara etmeyi reddetmiştir.

Sevgili kardeşim! Ben henüz ilim talebinin başındayım, burada isimlerini sayamayacağım birçok alimin övgüsüne mazhar oldum. Rabbim bu yolda yürümeyi, yorulmamayı ve geri adım atmamayı bana nasip etsin. Rabbimiz şöyle buyurur: “De ki: rabbim ilmimi artır.” (Taha, 24)

Said bin Cübeyr şöyle demiştir: kişi öğrendiği müddetçe alimdir. Ancak ne zaman öğrendikleriyle yetinir, öğrendiklerinden fazlasına ihtiyacının olmadığını düşünürse işte o zaman en cahil kimse olur.”[38]

“Dünya da yegane hedefim her tarafa yayacağım ilimler öğrenmektir, bu öğrendiğimi çöllerde, vadilerde anlatmaktır.

İnsanların unutmuş olduğu kurana ve sünnet ilimlerinde minberlerde anlatmaktır…

Ribat yerlerinde nöbet bekleyenlerin ilk olma ve çağrıldığında ilk koşanlardan olmaktır.

Yüksek dağlarda geceleyerek, hep ileri atılarak, hiç geri adım atmayarak keskin kılıçlarla çarpışmaktır.

Savaş kızkınlığın da kafirlerle mücadele etmek ve bir yiğidin arzuladığı şey olan kafiri öldürmektir.

Ey rabbim! sen beni silahımı bunlardan başka bir şey eyleme ve kabirlerde pamuğa dönmüşlerden de eyleme.[39]

Bu fakir kulun biyografisiyle ilgili küçük bir nükteye işaret edeceğim: bu göz kamaştıran menhecin düşmanları olan mürtedler ve bidat ehli beni birçok şeyden alıkoydular ve yasakladılar.

Müslümanlara imamlık yapmaktan beni men ettiler. Mescidlerde desr vermemi yasakladılar. Kendime olan sevgim; anlamsızca bana buğuz edenlerin yüzünden arttı.

Ben, onlara göre kınandıkça kötü olurum oysa onlara karşı kötü olanlar ise ancak sol ehli olanlardır.

İşte Allah hamd olsun ki kıskanç, kin sahipleri istemese de bu fakir kulun sesi kıtalar ötesine ve sayısız topluluklara ulaşıyor. Hakeza Arapçanın dışında başka dillere tercüme ediliyor.

“İşte o, Allah'ın bir lütfudur ki, onu dilediğine verir. Allah, ihsanı bol, herşeyi bilendir.”(Maide, 54)

Rabbimizden; bizi dini için istihdam etmesini ve bizleri değiştirmemesini diliyoruz.

Burada anlatmaya çalıştıklarım bu fakir kulun kısaca yaşamış olduğu ilmi öz geçmişidir. Şayet ömrümüz varsa daha sonra harflerin noktalarını koyarız (yazdıklarımızı tamamlarız) ve burada zikretmediğimiz şeyhlerimizi zikrederiz ve hayatımızın geri kalan detaylarını da anlatırız. Rabbimden beni ve sizi yaşamış olduklarım ve elde etmiş olduklarımla faydalı kılmasını dilerim.

Tavsiyelerime gelince sevgili kardeşim ve senin tarafından diğer sevgili kardeşlerim! Birkaç kelimede size tavsiyelerimiz özetliyorum ve bu tavsiyemde sizleri aldatmıyorum;

“Dininiz için yaşayın…

Dininiz için ölün…

Yatakta ölmekten de sakının”

Başarı Allahtandır.

Yazının orjinali: www.tawhed.ws/FAQ/display_question?qid=3875&page=4&uid=172



[1] Müslim, Mukaddime 5.

[2] Bkz: Müslim şerhi 133.

[3] Ahmed, Ebu Naim-el-Hılye’de hasen senedle rivayet ettiler.

[4] Müslim, Ahmed, Ebu Naim-Hılye’de rivayet etmiştir.

[5] Müslim, Buhari-Edeb’il Müfred, Ahmed rivayet etmiştir.

[6] Bu rivayet birçok sahabe yoluyla gelmiştir fakat rivayetin bütün geliş yolları münkerdir. Dolayısıyla Peygambere (s.a.v) nisbeti doğru değildir. Fakat mana itibariyle doğru olduğu için ve diğer birçok sahih hadis bunu ispat ettiği için isti’nasen bu rivayeti de buraya koymayı uygun gördük. Silsile-i Zayife, 309-312.

[7] Bu konu “Minber Et-tevhid Ve El Cihad” sitesinde kendisine sorulan soruya vermiş olduğu bir cevaptır.

[8] Soruyu soran kişi, minberde yer alan meşhur birçok şeyhi, şeyhim diye anlatmasından etkilenmiş ve bu soruyu yani ilmi geçmişini sormuştur. Çünkü satırlarda da yer aldığı gibi; şeyh Ebu Hemmam, birçok şeyhden ders aldığına işaret ettiği için, soruyu soran kişi bu şeyhlerin hepsinden ders alıp almadığını öğrenme arzusu ile bu soruyu kendisine yöneltmiştir. Çev.

[9] Çiçekleri ayrı ayrı veya bir kök sap üzerinde şemsiye durumunda, beyaz veya sarı renkte soğanlı bir süs bitkisi. Çev.

[10] Ek düşünce, kenar bilgi. Çev.

[11] Tabakat El Hanabile, 1/298.

[12] Kaside şeklinde yazılmış olan ilmi menzumeler. Çev.

[13] Şeyh tevazusundan dolayı -kendisini kastederek- bu sözleri söylemektedir. Allah en doğrusunu bilir. Çev.

[14] Daha çok, hadis rivayetine yeni başlayan kimseleri ifade eden bir terim.

Sözlükte “dayanmak” anlamındaki sünûd kökünün “if‘âl” kalıbından türeyen müsnid kelimesi “dayandıran, anlam yükleyen, sözü söyleyenine kadar ulaştıran” mânasına gelir. Farklı şekillerde tarif edilmiş olmakla birlikte hadis terimi olarak daha çok “hadis Hakkında bilgisi olsun veya olmasın hadisi senedli olarak rivayet eden kimse” demektir. Bu terimi “hadisi söyleyenine nisbet ederek rivayet eden kişi” anlamında râvinin karşılığı olarak kullanan muhaddisler de vardır. Müsnid, hadis rivayetine yeni başlayan râvinin hadis ilminde elde ettiği ilk ve en düşük mertebe olup râvi ile arasında bir fark bulunmamaktadır. Bu mânada müsnidin, yalnızca hadis dinlediği ve rivayet ettiği için naklettiği hadislerin metinleri ve isnadları konusunda bilgi sahibi olması aranmaz. Hadisi duyduğu gibi doğru bir şekilde senediyle birlikte nakletmesi yeterlidir. Zamanla rivayet hususunda uzmanlaşan müsnid hadis ilminde muhaddis mertebesine yükselir. Çev.

[15] Et Temhid, 6/118.

[16] El Mearif İbniş Kuteybe, S. 239. Ez Zecr Bi-l hecr, S. 31.

[17] Kelime olarak “bulmak” manasına gelen “vecede” kök fiilinin mufa'ale ölçüsünde maştan olup kısaca elde etmek demektir. Hadis Usulünde bir muhaddisin herhangi bir musannif veya ravinin el yazısı ile yazılmış kitabını veya bazı Hadîslerini ele geçirmesine denir. Hadîs rivayet metotlarındandır. Bir musannif veya Hadisçinin bizzat kendisinin yazdığı Hadîs kitabını veya cüzünü ele geçiren kimseye vâcid tabir edilir. Çev.

[18] Sözlükte “kuyudan su çekmek, birine su getirmek, su başına gitmek, kana kana su içmek ve ip bükmek manalarını veren “ravâ” kök fiilinin mastarıdır. Umumî manada bir sözü veya olayı bir başkasına nakletmeyi ifade eder.

Hadis terimi olarak rivayet, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetini aksettiren hadislerin haber verenlere isnad edilerek nakledilmesine denir. Bu tarife göre rivayette üç unsur vardır. Bunlardan birincisi, rivayete esas olan hadis; ikincisi bu hadisi, kendisine haber verene isnad ederek nakleden kimse; üçüncüsü de hadisi kendisine nakledenden alan kişidir. Çev.

[19] Bkz: Vefyatan El A’yan İbni Halkan, 1/82.

[20] Mukaddime El kevkeb Ed Dürri El-Münir, S.4.

[21] Sözlükte yol manasına gelen tarîk kelimesi Hadis Usulünde bir hadisin senedine verilen bir diğer isimdir. Çoğulu tunik gelir. Hadisin senedi onun son ravisi ile Hz. Peygamber (s.a.s) arasında rivayet zincirini oluşturan ravi isimleri demektir. Buna göre tarik son raviyi Hz. Peygamber'e ulaştıran rivayetinin takip ettiği yol anlamında kullanılmış demektir. Bunun için hadis ve usul kitaplarında “bu hadis şu tariktan şöyle rivayet edilmiştir, bu tariktan böyledir” gibi ifadelere rastlanır. Bu tabirler hadisin bir başka senedle de rivayet edildiğini belirtmiş olur. Çev.

[22] Kelime olarak “er kişi” manasına gelen “racul”ün çoğulu olan rical, Hadis Usulü ilminde hadisleri rivayet eden raviler hakkında kullanılan umumî bir tabirdir. Ricâlu'l-hadis de denilen rical, hadis rivayetiyle meşgul olanlardır. Şu hadisin ricali sikadır denildiğinde daha hususî manada kullanılmış ve o hadisin senedini teşkil eden raviler kastedilmiştir. Çev.

[23] El Fakih ve’l Mütefakkih, 1/103.

[24] Saydul Hatır, S. 155.

[25] Şeyhin burada bahsetmiş oldukları; kitap, risale, makale türü şeylerdir. Küçük birkaç sayfa şeklinde olanlar olduğu gibi büyük bir kitap şeklinde olanlar da vardır. Çev.

[26] Mukaddime El Kevkeb Ed Dürri El Münir, S. 5-6.

[27] Mukaddime El Kevkeb Ed Dürri El Münir, S. 4.

[28] Mukaddime El Kavli’n Nercisi Bi Adalet Eş şeyh El makdisi, S. 6-7.

[29] Cebriyye mezhebinin önde gelen kollarından biri.

Cehmiyye fırkası, ismini kurucusu Cehm b. Safvân (ö. 128/745)'dan almaktadır. Cehmi'den, mezhebler tarihi kaynaklarında çeşitli vesilelerle oldukça fazla söz edilmektedir. Cehm b. Safvan'ın hayat seyri ve şahsî görüşlerinin fırka üzerinde büyük etkisi vardır.

Cehm b. Safvan, Halku'l-Kur'an (Kur'an'ın yaratılması) meselesinde, Kur'an-ı Kerîm'in yaratılmış olduğunu ilk defa ortaya atan ve Allah'ın sıfatlarını nefyeden Ca'd b. Dirhem'in talebelerindendir. Ca'd b. Dirhem, Hz. İbrahim'in "Allah'ın dostu" olduğunu ve "Allah'ın Hz. Musa'ya hitabı"nı inkâr ettiği için Basra Valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî tarafından 124/741 yılında bir nevî kurban edilerek öldürülmüştür. (İbnu'n-Nedîm, el-Fihrisî, Leibzig 1870, s. 337; ez-Zehebî, Tezkiretü'l-Huffâz, Haydarâbad I955, Il, 621). Cehmiyye'nin görüşlerini tek tek inceleyelim. Cehmiyye, esas itibariyle Cebriyye mezhebinin görüşlerini paylaşmakla beraber, aynı zamanda ezelî sıfatların nefyi konusunda da Mutezile ile uyum sağlamaktadır. Bu benzerliklerin dışında Cehmiyye'nin bazı farklı görüşleri vardır ki, bunları şöylece sıralayabiliriz:

1-Yüce Allah'ı yaratıkların sıfatlarıyla vasıflandırmak caiz değildir. Zira bu durum, teşbihi, yani Allah'ı kula benzetmeyi beraberinde getirir. Bundan dolayı, Allah'ın Hayy (diri) ve Alîm sıfatlarını nefyettiler. Fakat, Allah'ın Kâdir (her şeye gücü yetmesi), Hâlik (yaratıcı), Mûcid (var eden), Muhyî (hayat veren), Mumît (öldüren) ve Fâil (yapan) sıfatlarını kabul ettiler. Çünkü yaratıklar bu kabul edilen sıfatlar ile vasıflandırılamazlar. Bu vasıflar sadece Allah'a mahsustur. (el-Bağdadi, el-Fark Beyne'l-Fırâk, Beyrut (t.y.), 211-212; Şehristânî, a.g.e., I, 86-87).

2-Yüce Allah'ın ilmi ve kelâmı hâdistir. Bu konuda şöyle söylerler: Allah'ın, herhangi bir şeyi yaratmadan önce bilmesi caiz değildir. Yani ilim ve yaratma onlarca eşittir. Çünkü, şayet Allah önce bilip sonra yaratsaydı, bu durumda Allah'ın ilmi ya olduğu üzere bâki olmuş olurdu, ya da olmazdı. Eğer olduğu üzere bakî olmuş olursa, yani ilk olduğu, ilk hali üzere devam ederse ve herhangi bir ilâve olmamış olursa, Allah cahil olmuş olurdu. Çünkü, ilim sahibinin ilmi daima gelişmeli ve artmalıdır. Eğer olduğu gibi bâki olmamış olup, ilk hali üzere devam etmez ise o zaman da Allah'ın ilmi değişmiş demektir. Değişen şey ise mahluktur, kadîm değildir, hâdistir. Böylece Allah'ın ilmi hadis olmuş olur. Bu izah Allah'ın ilmi için yapılmıştır. Kelâmı ise aynı şekilde bunlara göre hâdistir. Dolayısıyla Kur'an mahluktur" derler.

3- İnsan bir şey yapmaya kadir değildir. İnsanın bir şey yapabilme gücü yoktur. O fiillerinde mecburdur, kendisi hakkında yaratılan ve yazılan fiilleri yapmaya mecburdur. O'nun ne kudreti, ne iradesi ve ne de ihtiyârı yani hürriyeti vardır. Zira, Yüce Allah dışında kimsenin ne fiilî ne de ameli vardır. Ameller insanlara ancak mecâzen nisbet edilir. Nasıl ki, ağaç meyva verdi, su aktı, taş hareket etti, güneş doğdu ve battı, yağmur yağdı derken burada sözü edilen özneler o fiilî aktif olarak yapmamışlar, fakat bu fiiller onlara nisbet edilmiştir. İşte, bunun gibi insana da mecâzî olarak insan şu veya bu şeyi yaptı deriz. Burada esas fiilî yapan insan değildir, fakat ona nisbet edilmiştir. O fiilî ona Allah yaptırmıştır. Dolayısıyla insanın bir sorumluluğu yoktur. İnsanın bütün fiilleri bir zorlama sonucu olduğuna göre, sevap ve ikâp da bir cebr sonucudur. İnsan, tıpkı rüzgar önünde iradesiz kayıp giden bir yaprak gibidir.

4- Cennet ve Cehennem son bulacaktır. Cennet'e girenler, oradaki nimetlerden bir müddet istifâde ettikten, Cehennem'e girenler de belli bir müddet oradaki azabı tattıktan sonra Cennet ve Cehennem'in sonu gelecektir. Onlar da son bulacaklardır, daimî bir ebedîlik söz konusu değildir. Çünkü biz, evveli olmayan bir sonsuzluk düşünemediğimiz gibi, sonu olmayan bir sonsuzluk da düşünemeyiz. Kur'ân' da sık sık geçen Cennet ve Cehennem ehli için sözü edilen "... orada ebedî olarak kalacaklardır" (Birkaç örnek için bkz: Tâhâ, 20/76; Teğâbun, 64/9) ayetlerindeki "ebedîlik" sözünü hakiki bir ebediliğe değil de, te'kid ve mübalağaya hamlederler. Cennet ve Cehennem'in daimî olmayacağına da şu ayeti delil getirirler: ...Mesut olanlar ise Cennettedirler. Rabbi'nin dilemesi bir yana, sonsuz bir lütuf olarak, gökler ve yer durdukça, orada temelli kalacaklardır." (Hûd, 11/108) Onlara göre bu ayette "gökler ve yer durdukça" ifadesi bir şartı ve istisnayı ifade eder. (Şehristâni, a.g.e., I, 88).

5- Kim Allah'ı hakkıyla bilir ve tanır, daha sonra lisanıyla inkâr ederse, o bu inkârıyla küfre düşmüş olmaz. Çünkü, ilim ve marifet inkâr ile zâil olmaz. O kişi mümindir. Kısacası; iman yalnızca yüce Allah'ı bilmek; küfür ise yalnızca O'nu bilmemektir. İman; tasdik, ikrâr ve amel diye kısımlara ayrılmaz, o sadece hakkıyla ma'rifettir. Aynı zamanda, peygamberlerin ve diğer insanların arasında iman bakımından bir fark yoktur. Çünkü, marifet birbirinden farklı olmaz. (Şehristâni, aynı yer.)

6- Allah'ın âhirette görülmesi caiz değildir.

Ayrıca; bu farklı görüşlerin dışında, nakil olmadan, akılla iyi ve kötünün bilinebilmesi yani husn* ve kubuh* meselesinde de Mu'tezile' ile uyum göstermişlerdir.

[30] Mukaddime Es sarimi-l meslül, S.4.

[31] Mürcie, genel bir görünüşe verilmiş bir isimdir, sistemli bir mezhep değildir. İnsanların işledikleri fiillerle, bunların neticesi hususunda ortaya atılmış bir takım görüşlerden oluşmuştur. İslâm tarihinde Hz. Osman, Hz. Ali ve Muaviye ile ilgili olarak onların hatalı ve büyük günah işlediklerini, taraftarlarının kâfir olduğunu ileri süren Haricîlerin bu aşırı fikirlerine karşı ortaya çıkan bu hareket “erteleyiciler” anlamında bir itikadı mezheptir. Emevîlerin ilk devrinde basit bir şekilde doğmuş ve giderek güçlenmeye ve gelişmeye başlamıştır. İman ve küfür meselesinde ortaya çıkan bu ihtilafların yoğunluk kazanmağa başladığı birinci asrın ikinci yarısında müslümanlardan bir grup, mücadele eden iki grubun da haklı tarafları olduğunu, ancak onların kâfir saydıkları insanların Allah'ın varlığını ve birliğini tasdik etmiş olmaları itibariyle kâfir sayılamayacaklarını, fakat hakkında kesin bir hüküm vermenin de mümkün olmaması sebebiyle bu hükmü, ahiret gününde Allah'a bırakmak (irca) gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Mürcie'nin temel akidesi imanla ilgilidir. Bir kimse İslâm'a bağlı kaldığı, kelime-i şehadeti ikrar ettiği sürece, farzları yapmasa ve büyük günah işlese bile kâfir olmaz. Bu mezhep, amel-iman belirlemek için ileri sürülen görüşlerin aşırılaşmasının tabiî bir sonucu otarak doğmuştur. Onlara göre, kâfire ibadet ve taatı fayda vermediği gibi, mü'mine de işlediği günahlar zarar vermez. Büyük günah işleyenler kâfir değildir. Amel imandan bir cüz değildir. Bundan dolayı amelsizlik, imansızlığı gerektirmez. Cehennemde yalnızca kâfirler ebedî olarak kalır. İman Allah'ı bilmek demektir ve kalpte bulunur, kalbde bulunan iman, Allah'ı sevmek ve onun emirlerine boyun eğmek şeklindedir. Allah'ı gayet iyi bilen şeytanın kâfir olması kibirlendiği ve ona boyun eğmediği içindi. Haram olan şeyleri işleyen veya farzları yerine getirmeyenin bu hareketi fısk'tır. Fakat bu hususların dinî hükmü olan haramhk ve farzlığı inkar etmedikçe bu gibi kişilere fasık denmez. Puta tapmak küfür değildir, fakat küfrün delilidir. Allah sözünden dönmez, fakat yaptığı tehditlerden bazan dönebilir (hulf edebilir). Çünkü sevap ve mükafat Allah'ın birer lütfu ve ihsanıdır. Bu sebeple, Allah vaadini yerine getirir. Ayrıca vaadden caymak bir kusurdur. Allah ise kusurdan münezzehtir. Ceza vermek, Allah'ın adaletinin bir eseridir. Bu hususta Allah dilediği gibi hareket eder. Ayrıca yapılan tehditten dönmek bir kusur sayılmaz. İman ne artar, ne de eksilir, ziyadelik ve noksanlık kabul etmez. Kalbde bir tasdik şeklinde bulunan iman eksiise şüpheye düşülürdü. Şüphe ise tasdik değildir.

Mürcie'nin Yunusiye, Ubeydiye, Gassaniye, Sevbaniye, Merîsiye ve Tûmeniye gibi birçok kolları vardır. Bunlara Halis Mürcie denir. Mürcie'nin bu kolları uzun süre varlıklarını sürdürememişlerdir. Fakat Mürcie mezhebinin inançları Şiâ ve tasavvuf gibi mezhep ve meslekler içerisinde yaşamış ve taraftar bulmuştur.

Mürcie Mezhebi, İslâm inanç tarihinde geniş bir müsamaha anlayışı getirmiştir. Bu, şairler vasıtasıyla işlenmiş ve bir af ve müsamaha edebiyatının doğmasına sebep olmuştur. Mürcie, hoşgörüyü esas aldığı için Emeviler ve Abbasîler devirlerinde herhangi bir takibata uğramamıştır. Bu mezhep, vezir, emir, kumandan, vali gibi her sınıf devlet adamının hesabına gelmiş ve onların himayesini kazanmıştır. Hatta bu yüzden “el-İrcâ Dînu'l-Mulûk” (Mürcie, padişahların iktidar sahiplerinin dinî ve mezhebidir) denilmiştir.

Amellerin sevap ve cezası hakkında ilahî kararın ahirete ertelenmiş olduğunu veya suçların mutlaka affedileceğine dair ümitlendirmeyi esas alan bu görüş, imanı esas tutarak amelleri ihmal edenlerin daima sığınağı olmuştur. Hatta bugün bile aynı gerekçenin ileri sürülmesi devam etmektedir. Çev.

[32] En Nevafih El Miskiyye, mukaddimesi S. 5.

[33] İmtida es suruc” mukaddimesi, S.4.

[34] Mısır’ın tanınmış, telefi ve sultan alimlerindendir. Çev.

[35] Hamas hükümeti tarafından, 16 Ağustos 2009 yılında İbni Teymiye mescidinde beraberinde 25 kadara mücahid ile şehit edilmiş cihadi ve selefi düşünceye sahip değerli şeyh. Gerçek ismi: Abdullatif Musa, 46 yaşında idi. Çev.

[36] Şeyh bu makalesinde: kafirlerin esirleri öldürülmesine karşı çıkan ve bunun dinimizde yerinin olmadığını söyleyenlere üç tane örnekvermiştir(70-700-70.000 esirin öldürülmesi bu nedenle seb’iyye yani yediler demiştir.) Şeyh, islam tarihinden örnek vererek reddiye veriyor. Bunlar: bedir savaşından sonra yetmiş esirin öldürülmesi konusunda inen ayetler. İkincisi: Yahudi beni kureyza kabilesinin hendek savaşında antlaşmalarına ihanet etmeleri üzerine onlardan yediyüz kişinin öldürülmesi. Üçüncüsü: Halit bin Velid’in bir savaşta alınan yetmiş bin esiri öldürmesi (El-Bidaye ve En-Nihaye). Çev.

[37] Bkz: El-İhya Zübeydi, 1/3.

[38] Tezkirat Es sami, S. 27.

[39] Siyer A’lam En Nübela, 18/206.
 
H Çevrimdışı

HAKKINPEŞİNDE

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Şimdi çıkmam lazım inşaallah yönetici kardeşler sabırlı olursa her şey tartışılabilir. Hakkın ortaya çıkması için gayret edebiliriz...
 
A Çevrimdışı

Away

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İnşaallah sorulara çok vaktim olmadığı için kısaca cevap vermeye çalışacağım: ben alimlere değil hakka tabiyim, nassa tabiyim. Alimler masum değildir ama naslar masumdur. Naslar hata etmez ama alimler hata yapabilir.

önce ümmetin alimleri kimlerdir? bunları belirleyen kimdir? örneğin Ebu Katadeyi ele alalım ve ksıca tanıyalım:

http://justpaste.it/lrui

Bismillahirrahmanirrahim…

Elhamdülillah ve’s salatu ve’s selamu Ala Rasulillah…

Tercümesinin yapmış olduğumuz risalenin neşredilmesi üzerinden neredeyse bir sene geçmiş olmasına rağmen şimdi neden böyle bir risaleyi tercüme etme ihtiyacı duyduk?

Öncelikle bizler Allah ve Rasulünün (s.a.v) bizlere emrettiklerine kulak vermek zorundayız. Rabbimiz onlarca ayeti kerimesinde; bir emire itaat etmenin vacipliğinden bahseder. Bu hususta onlarca delil vardır. Biz burada akıllı ve Müslüman kişiye yetecek birkaç delil ile yetinmeyi yeterli görüyoruz.

Birinci Delil: “O halde, Allah'ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.” (Maide, 49)

İkinci Delil: “Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma!” (Maide, 48)

Bu iki ayette peygambere (s.a.v) bir hitap vardır.

Üçüncü Delil: “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere ve sizden olan yöneticilere itaat edin…” (Nisa, 59)

Allahu Teâlâ olmayan bir şeye itaatı emretmeyeceğine göre bu ayet veliyy'ul-emr'in var olmasının farziyetine delalet eder. Veliyy'ul-emrin varlığı da şer'i hükümlerin tatbikini gerekli kılar, yokluğu ise şer'i hükümlerin yürürlükten kalkması anlamına gelir.

Sonuç olarak veliyy'ul-emrin bulunması farzdır. Veliyy'ul-emrin bulunmaması ya da bulunması için çalışılmaması, şer'i hükümlerin hayattan uzaklaştırılması gibi bir haramın gerçekleşmesine sebep olur.

İşte tüm bunlar Müslümanların kendilerine bir idare ve sulta kurmalarının üzerlerine farz olduğuna dair açık ve net delillerdir. Yine söz konusu deliller idarenin başında bulunacak ve ümmetin işlerini yürütecek bir Halife’yi seçmenin müslümanlara farz olduğunu çok açık ve net bir şekilde göstermektedir. Burada kastedilen sulta, soyut bir sulta ve idare olmayıp, şeriatı uygulamaya yönelik bir otoritedir.

Dördüncü Delil: “ Andolsun ki biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla beraber kitabı (adalet) ölçü(sü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Bir de kendisinde şiddetli bir kuvvet ve insanlara birçok faydalar bulunan demiri indirdik ki, Allah kimin (ondan istifade ederek) ğaybda (görmediği halde) Allah’a ve Rasulüne yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın) şüphesiz ki Allah büyük kuvvet sahibidir ve yegâne galiptir.” (Hadid,25)

Bu ayetler Rabbimizin ayetleridir. Her bir mümin bu ayetlere itaat etmek zorundadır. Bunun yanında peygamber efendimizde (s.a.v) onlarca hadiste bu konuda uyarılar yapar ve müminlerin mutlaka bir emirinin olması gerektiğine vurgu yapar.

Birinci Delil: "El A'rac'tan o da Ebu Hüreyre'den rivayetle Nebi (s.a.v) dedi ki: "Muhakkak ki imam (Halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur." (Müslim K. Imara Bab 9 H. No: 1841)

İkinci Delil: Ahmed bin Hanbel ve İbn Ebi Asım, Peygamber (s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet ettiler: “Her kim kendi yaşadığı dönemde bir İmam olmaksızın ölürse, cahiliyye ölümü ile ölmüş olur.”

Böylece Peygamber (s.a.v.) tüm müslümanları bir İmam’a bağlanmasını, ona biat etmesini veya boynuna biat halkasının bulunmasını zorunlu kıldı. Biat akdi Halife’den başkasıyla yapılmaz. Hadislerden öğrendiğimize göre; Halife (Emir’ul Mü’minin veya İmam da denir) müslümanların işlerini yönetendir. O nedenle bu; Hilafet’in kurulması ve bir Halife’nin seçilmesine yönelik bir emirdir.

Üçüncü Delil: "Her kim ûlû'l-emr'e itaatten bir karış kadar ayrılırsa kıyamet gününde Allah'a ameli hususunda, lehinde hiç bir hücceti olmaksızın kavuşacaktır. Her kim de (Ulû'l-emr'e) bey'at sorumluluğu olmadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölür" (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, el-İmâre, 58,1851)

Dördüncü Delil: "Kim Allah'a itaatten elini çekerse, Kıyamet gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allahu Teâlâ’yla karşılaşacaktır. Kim de boynunda Halife’ye biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim K. İmara H. No: 1851)

Hadislerde görüldüğü gibi ilk önce itaat etmenin öneminden bahsedilir. İslam dininde itaat halifeye yapılır zira halife yok ise itaatte yok demektir. Yani vacip olan itaatin yerine getirilmesi halifenin varlığına bağlıdır. Halife yok ise itaatte olmaz. Böyle olunca kul günahkâr olur. Bu nedenle islam uleması halifenin gerekliliğinden bahsederler. Bir halifenin olması hem aklen ve hem de maslahaten de gereklidir. Bir vücut nasıl başsız olmaz ise Müslümanlarda bir lidersiz olmazlar.

Yakın zaman cihad hareketlerine bakıldığı zaman da bir halifenin ne kadar ihtiyaç olduğu müşahede edilecektir. Bosna cihadı, Afganistan cihadı vb yerlerdeki cihadlara bakıldığı zaman, bu cihadların meyvesini toplayan demokratik, laik rejimler olmuştur. Müminler cihad etmiş ama cihadın meyvesinin alamadan tağutlar cihadı sonlandırmışlardır. Bunun sebebi nedir? Bunun sebebi müminlerin tek yumruk olmamalarıdır. Müminlerin tek bayrak altında toplanıp bir halifeye beyat etmemeleridir.

İşte bu bağlamda El-Kaidenin senelerdir yanlış şekilde gütmüş olduğu şer-i siyeset anlayışını İslam devleti yıkmış ve Müslümanların bu vacibiyeti bir an önce ikame etme kararı almıştır. El-Kaide senelerdir vur kaç taktiği ile örgüt anlayışından kurtulamamıştır. Sanki cihadın gayesi sadece kâfirlere zarar vermek ve vurup kaçmakmış gibi sadece bu yönde çalışma yapmıştır. Hiçbir zaman bir halifenin gerekliliğine, İslami bir devletin ikamesine, şer-i had ve hudutların ikamesine öncelik vermemiş, önem göstermemiştir. Bunun yanında El-Kaide maslahat ve menfaat siyaseti güderek birçok hataya da imza atmış, dini konularda tavizler vermiştir. Maslahat adına bazen tağutlara tağut diyememiş, yeri gelmiş kâfirlerle aynı safta Müslümanlara karşı savaşmıştır. Ayrıca işlenen hata ve haramlara göz yumması da Allahın yardımının inmesine mani olmuş ve bir türlü müminler gözle görülür bir ilerle kaydedememiştir.

İşte İslam devleti bütün bu eksikliklerin giderilmesi için büyük bir gayret içerisine girerek hemen şer-i gerekçeler ve maslahatın gerçekleşmesi adına İslami bir devlet kurma ve bir halife seçmek için çalışmaları bitirmiştir. Kısa bir zaman sonrada devlet ve hilafet ikame edilmiştir. Bu devlet ve halife:

1-Allah tealanın koymuş olduğu kanunları yürürlüğe sokmuş.

2-Emri bi-l maruf ve nehyi ani-l münkeri yerine getirmiş.

3-Müminler, Allahın koymuş olduğu kanunlara başvurarak aralarındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlamış. Müminler rablerinin kanunlarına muhakeme olmaya başlamışlardır.

4-Mazlum ve dinini yaşayamayan kimselere hicret imkânı sağlamış.

5-Müslümanlara İslam devletinde yaşama imkânı sağlamış.

6-Cihad farziyetini yerine getirmiş.

7-Mümine bacıların ırz ve namuslarını korumuş.

8-Kâfirlerin zulümlerinin önüne geçmiştir.

Bunların yanında İslam devleti ve halife Rabbimizin bizden istediği birçok emrin yerine getirilmesi ve nehiylerinden de kaçınmak adına üzerine düşeni yapmıştır.

Bütün bunlara rağmen bir kısım çevreler “Ebu Katade” yahut “Makdisi” gibi kimselere sarılarak, bu kimseleri ümmetin âlimleri olarak tanıtarak İslam’ın vacip kılmış olduğu hilafet makamını reddetmektedirler. Sanki bu kimseler İslam ümmetini temsil ediyormuşçasına bir havaya girerek bir taraftan kendileri İslam devletini savunanları taassupçulukla suçlarken kendileri de bu kimselere taassub ederek bir başka hatanın içerisine girmektedirler.

Şu unutulmamalı ki, müminin taassubu Allahın ve Rasulünün emirlerine itaat etmektir. Bazı şahıslara masumiyet elbisesi giydirmek, haktan yüz çevirmek ve kendini ümmet konumuna geçirip gerçek ümmetten yüz çevirmek müminin şiarı değildir.

-Müminin şiarı, Allahın şiarlarının ikame edildiği yerdir. Müminin yeri Allahın dinin yüceltildiği yerdir.

-Cihad etmeyip, cihad edenleri eleştirenlerin yanında durmak müminin şiarı değildir.

-Sahadan kaçıp, sahadakileri eleştirmek kolay bir şeydir. Esas olan sahaya inip eksikleri gidermek ve ıslah edilmesi gerekenleri ıslah etmeye çalışmaktır.

İşte bu minvalde bir kısım çevreler “Ebu Katade” gibi kimselerin arkasına saklanarak, ümmet anlayışına sahip olduklarını iddia etmektedirler. Biz burada Ebu Katade” hakkında yazılmış olan bu küçük risaleyi tercüme ederek kişilerin masum olmadığını, hata yapabileceklerini, esas taassup edilmesi gerekenin masum olan Allah tealanın masum kılmış olduğu ayet ve sahih sünnet olduğuna vurgu yapmak için bu risalenin gerekli ve faydalı olan bazı yerlerini tercüme etmeyi uygun gördük.

Muvaffakiyet Allahtandır.

“TAHZİR EL-KADE’ MİN KEZİBAT VE DALALAT EBİ KATADE” (Ebu Katadenin yalanları ve hataları konusunda emirlerin uyarılması)

Bir ay kadar önce idi Ebu Katade El-Filistini bir açıklama yaptı. Açıklamasında İslam devletini harici olarak vasıflandırdı. Hatta islam devleti emirleri ve askerlerini de ateşin köpekleri diye niteledi. Açıklamasında İslam devleti hakkında kötü sözler, yalanlar nakletti. Cevlani İslam devletine savaş ilan ettiği sırada Ebu Katade de İnsanları islam devleti aleyhine kışkırttı.

Allah’a hamd olsun ki, Allah onları rezil etti ve islam devletini de yeryüzünde izzet ve kuvvet sahibi kıldı. Nitekim hilafet ilan edildi ve müminlerin emirine beyatler yapıldı. Bu olayların hemen akabinde Ebu Katade “Halifenin elbisesi” isminde bir açıklama yaptı. Bu risaleyi inceledim; risale çok zayıf ve çör çöp mesabesinde, hakkı batıl ile karıştıran bir risale. Çokça fasit kıyaslar yapılmış, Allahın ayetleri bir birine vurdurularak yazılmış bir risale.

Bu risaleye reddiye vermeden önce Ebu Katade El-Filistini kimdir? Ben bu kişi ile munazara yapmış ve fasit yazılarını derinlemesine incelemiş biri olarak öncelikle bu konuya değinmek istiyorum.

Ebu Katadeyi dört hususta ele almak gerekir. Ancak böylelikle Allah yolunda nasıl yok olup gittiği görülebilir.

Birinci husus: Ebu Katade El-Filistinin akidesi.

İkinci husus: Ebu Katade El-Filistinin ilmi.

Üçüncü husus: Ebu Katade El-Filistinin şahsiyeti.

Dördüncü husus: Bu kimse ne hicret etmiş ve ne de cihad etmiş bir kimsedir.

BİRİNCİ HUSUS: EBU KATADE EL-FİLİSTİNİN AKİDESİ;

Birinci hatası: Tevhidin cahili olan müslüman bir kimse, Allah’ın dışında başka bir kimse/şeye ibadet ederse cehaletinden dolayı mazurdur.

İkinci hatası: şirk işleyen kimseyi tekfir eden kimseyi; harici ve aşırıcılıkla suçlar. Çünkü iddiasına göre bu kimse şirk işleyen kimseyi cehaletinden dolayı mazeretli görmemiştir. Bundan dolayı bu kimse aşırı ve haricidir.

Üçüncü hatası: Dinin aslında olan konularda te’vili; mazeret olarak görmektedir. Bundan dolayı selefilerden ve ihvandan olan kanun koyan milletvekili olan parlamento üyelerini tekfir etmemektedir. Bu kimseler rububiyette şirk koşmalarına, Allah ile çekişmeye girmelerine rağmen Ebu Katadeye göre te’vil sahibi kimselerdir. Bundan dolayı bu kimseler müslümandırlar.

Dördüncü hatası: Tevhidi bilmeyen cahil kimse müslümandır ve tevhidi bilmese de, tağutu red etmese de, tevhidin rükünlerini, şartlarını ve tevhidi bozan şeyleri bilmese de mücmel bir iman kendisi için yeterlidir.

Beşinci hatası: Kanun çıkaran Milletvekilleri seçmek (oy kullanmak) küfürdür fakat bunu yapan kâfir değildir. Bu- Kanun çıkaran Milletvekillerini seçmek (oy kullanmak)- şirktir fakat bunu yapan-seçmen- müşrik değildir.

Altıncı hatası: Tağutun mahkemelerine gitmeyi caiz görür. Bununda ismini değiştirerek “Hak talebi” diye adlandırır. Oysa bu tağuta muhakeme olmak ve davayı tağuta götürmektir. Bu kimseleri ayet tekfir etmiştir: “(Ey Muhammed!) Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisa, 60)

Oysa bu konu yani tağuta muhakeme olma konusu icma edilmiş bir konudur. Bu icmayı her zaman âdeti olduğu üzere zamanın allamesi! Ebu Katade delmiştir. Ebu Katade tağuta muhakeme olan kimsenin küfrünü kalp ile irade etmeye bağlamıştır. Bu akide ise Cehm bin Saffan’ın akidesidir. Cehm ve tafisine göre; küfre götüren bir fiil küfür değildir çünkü küfrün yeri kalptir. İşte Ebu Katade cahilliğinden dolayı bu sözleri söylemiştir. Bir kimsenin kâfir olması için; kişinin tağuta muhakeme olmayı istemeyi; irade etmeyi istemesi şartını getirmiştir. Bunun yeri ona göre de kalptir.

Hâlbuki ayeti kerime de, tağuta muhakeme olmayı istemek şart değil durumun beyanıdır. Allah Teâlâ ayette; münafığın durumunu beyan etme sadedinde sadece tağuta muhakeme olmak istemeyi yani Ka’b bin Eşrefe muhakeme olmayı istemenin küfür olduğunu beyan etmiştir. Bir de kişi tağuta muhakeme olmaya; fiili olarak giderse hali nice olur? Ayette sadece tağuta muhakeme olmayı isteyenler ele alınmış ve halleri ortaya konmuştur. Kitabu’t tevhid” de bu ayetin tefsirinde âlimlerin de geniş bir şekilde açıklanır. O halde fiili olarak buna yeltenenin durumunu nasıl olur?

Yedinci hata: Askerler, riddet taifesidir. Ama hepsi kâfir değillerdir. Sadece subaylar kâfirdir, askerler ise Müslüman’dır. Çünkü onların cahillikleri kendileri için bir özürdür. Ebu Katade askerleri cehaletlerinden ötürü mazeretli görmektedir. Ebu Katadenin bu hatasının kaynağı ise âlimlerin sözlerini yanlış anlamasından kaynaklanmaktadır. Âlimler, İbni Teymiye gibi âlimler güç sahibi taifeden bahsedeler ve zekât vermedikleri için İbni Teymiye bunların riddetini zikreder. Ebu Bekir (r.a) ise onlara muayyen şekilde kâfir muamelesi yapmış, yaralılarını öldürmüş ve küfürlerinden dolayı tevbe ettirmiştir. Bunun yanında kendilerini, kendi aleyhlerinde şahitler kılarak ölülerinin ateşte olduğuna şahitler kılmıştır. Söyler misiniz; nasıl olurda bu taifenin liderleri kafir olurken, fertleri Müslüman olabilir ki?

Bu zekâtı vermekten kaçınanlar için verilmiş olan bir hükümdür. Acaba tevhidi engelleyen ve islam dininden çıkarak tağutun askerliğini yapanların hali ne olur? Bu kimselerin küfürleri sadece bunlar değildir. Bu kimseler; Tağutlara bağlı kalacaklarına, onları destekleyeceklerine dair yemin ederler. Tağutları müdafa edeceklerine, canlarını feda edeceklerine dair yemin ederler. Bu kimselerin küfrü bir yönden değil birçok yöndendir. Vatanı, anayasayı, kanunları koruyacaklarına dair sözler söylerler ve bunun için yeminler ederler. İşte bütün bu imanı bozan şeyler Ebu Katadeye göre; imanı bozmaz.Çünkü Ebu Katade güç sahibi taifeyi anlamamış ve kendi aklınca sadece bu taifenin liderlerinin kâfir olacağını anlamıştır.

Oysa icma ile tağutların askerleri kâfirdir. Cihada kendini nisbet eden birkaç kişi hariç hiçbir ilim ehli Ebu Katade’nin bu görüşüne katılmamıştır. Böyle bir söz söylemekten Allah’a sığınırız.

Sekizinci hata: Akidevi hataları olsa da; ihvan, hamas ve diğer selefi olmayıp selefi olduğunu iddia eden cemaatler, islami cemaatlerdir ve bu cemaatler islam dinine yardım etmektedirler.

Ebu Katade gerektiğinde bu tür cemaatleri tekfir edenleri de hatalı olarak görmektedir. Bu kimseleri bazen aşırılık bazen haricilikle suçlar. Hâlbuki ihvan kendilerini islam dininden çıkartan birçok ameller işlemiştir. Bu konuyu “Tenbih ehli El-iman Fin Nevakıd Elleti Veka fi ha El İhvan” isimli kitabımda beyan ettim.

Kardeşim! İşte bu yüzden Ebu Katade’nin İslam devletini; harici, cehennem köpeği, haruriyye olarak nitelendirmesinden dolayı şaşırma! Çünkü İslam devleti dinin aslından olan konularda müşrikleri mazeretli görmemektedir. Bu ise icma edilmiş bir konudur.

İKİNCİ HUSUS: İLMİ

Ebu Katdenin ilmini derslerinden ve kitaplarından anlayabilirsin. Bunlara baktığında tevhidi konularda derinleşmemiş ve nakil yaparken de necd ulema ve davetçilerinden az nakil yaptığını görürsün. İbni Teymiye’den nakiller yapar oysa kendisinin İbni Teymiyeyi hiç anlamamış olduğunu görürsün. Bu yanlış anlayış üzerine birçok şer-i ahkâm, hatalar ve muhalefetleri söz konusudur.

Bu sözlerimize örnekler:

BİRİNCİ ÖRNEK: Rafizilerin avamı mazurdurlar sadece âlimleri kâfirdir.

Ebu Katade rafizilerin avamının kâfir olmadığını, kâfir olanların sadece Rafızîlerin şeyhleri olduğunu söyler. Çünkü Ebu Katade, İbni Teymiyenin Şiaların bir fırkası olan “Sabbe” fırkasından bahsederken; onlar ehlisünnettir fakat onlar iki şeyhe (Ebu Bekir ve Ömer -r.anhm-) kötü sözler söylemektedirler” sözlerini anlayamamıştır. Bu kimselere şia “Es-Sebabe” denilir. İbni Teymiyenin bu kimselere âlimleri kâfirdir, avamı ise cahildir demesinin sebebi; bunların küfürleri gelen haberi kabul etmememe babındandır. Bu ise Allah azze ve cellenin sahabe hakkında “Allah onlardan razı oldu ve onlarda Ondan razı oldular” haberidir. Müşrik olan rafiziler ise bu kimselere ve bu baba girmez.

Çünkü İbni Teymiye bu konu hakkında “Es Sârim El Meslül” kitabında; Rafiziler sahabelere sövmekle yetinmeyip daha kötü sözler sarf ederler dedikten sonra bu rafizilerin tekfiri hususunda şöyle der: “Onların kâfir olduklarında şüphe eden küfre girer.”

Görüldüğü gibi Ebu Katade, İbni Teymiyeden bu konu hakkında nakledilenleri bir araya getirmemiştir. İbni Teymiye “Minhac” kitabında kötü söz söyleyen ve aynı zaman da sözleri şirke ulaşmayan rafiziler den bahsederken bu detayı Ebu Katade idrak edememiştir. Ebu Katade buradan yola çıkarak; şayet rafizilerin avamı Müslüman ise, Müslüman olan ehlisünnetten şirk işleyenler de hayli hayli müslümandır, hükmüne varır.

Cahilliği gördünüz mü?

İKİNCİ ÖRNEK: her kim cahil olarak şirk işlerse cehaletinden dolayı mazurdur. Bu kimseyi tekfir edenler ise aşırı kimselerdir.

Ebu Katade: İbni Teymiyenin şu sözlerini görmüş: “Şirk işleyen fakat nebevi risalet kendilerine ulaşmamış kimseler cehenneme girmeyeceklerdir.” Oysa İbni Teymiyenin bahsetmiş olduğu bu kimselerin mazereti; kâfir hükmünün kendilerine verilmesi babından olmayıp tevhidin cahili olan ve şirk işleyen kimseye müşrik isminin verilmesi babındandır. Cahil olduğu kabul edilen; uzak diyarlarda yaşayan yahut küfür diyarında yaşayan ya da islama yeni girmiş olan kimselerden bahsetmektedir. Nitekim bu kimseler müşrik diye isimlendirilir ancak hüküm itibariyle öldürülmez, malları ganimet olarak alınmaz çünkü bu kimseler cahildir. İbni Teymiyye bundan dolayı bu kimseleri mazeretli görmüştür.

Ancak Ebu Katade bu detay konusunda cahildir. Bundan dolayı Ebu Katade, İbni Teymiyenin “Bu kimselere isim verme ve hüküm verme” konularında mazur kabul ettiğini zannetmiştir. Bu ise cehaletinden kaynaklanmaktadır. Bu konunun geniş açıklaması için Ali bin Hudeyr’in “Et Tevdih ve Et Tetimmat ala keşfi Eş Şübehat” kitabında S. 60 ve 108 sayfalarına bakılabilir. Şeyh kitabında bu konuyu tafsilatlı olarak çok güzel bir şekilde ele almış İbni Teymiyenin bu konu hakkında ki görüşlerini bir araya getirmiş ve çok güzel şekilde yorumlamıştır.

Ebu Katade cahilliğinden olsa gerek; cehaletin mazeret olması hususunda isim verme ve hüküm verme arasını ayrıt edememiştir. Bu hastalıklı anlayışın vermiş olduğu anlayıştan olsa gerek; cehaletin büyük şirkte mazeret olduğunu ve her kimde bu kimseyi tekfir ederse aşırı kimse olduğunu söylemiştir.

ÜÇÜNCÜ ÖRNEK: Ebu Katade, İbni Teymiyenin şirk olmayan konularda söylemiş olduğu küfür çeşidi ile muayyen küfür sözlerini anlayamamış ve bu hususun şirk konularında zannetmiştir.

Yine Ebu Katade, İbni Teymiyenin Fetvasında zikretmiş olduğu çeşit küfrünü tekfir ederken muayyen bir şekilde tekfir etmemiştir. İbni Teymiye hafi meselelerden bahsederken Ebu Katade ise bunu dinin asli konularında anlamıştır. Çünkü İbni Teymiye bu konuları Fetavasında Eşarilerden bazı sıfatları te’vil edenlere reddiye babında ele almış, bu kimselerin sözlerinin küfür olduğunu ancak bunu söyleyenlerin muayyen şekilde kâfir olmayacaklarını söylemiştir. Zira bu konular hafi (gizli galmış) meselelerdir. Açık ve zahir olan şirk meselelerinde ise İbni Teymiye böyle bir tafsilata kesinlikle girmemiştir. Ebu Katade ise cahilliğinden dolayı bu iki meselenin arasındaki farkı anlayamamıştır. Abdülvahhab’ın “Müfid El Müstefid” adlı kitabının mukaddimesine bakılarak bu şüpheye nasıl cevap verdiği tafsilatlı bir şekilde görülebilir. Kitapta bu meselenin sadece hafi meseleler için geçerli olduğunun izah edildiği görülecektir.

“Minhac Es Sünne” birinci cilt ve 553 sayfada, Allah için söyleyin; İbni Teymiyenin hakiki olarak böyle bir sözü söyleyebileceğine inanıyor musunuz! Bu sözün elbette rafizlerle mücadele babından ele alındığı görülecektir.

ÜÇÜNCÜ HUSUS: ŞAHSİYETİ

Birinci yönü: Bu şahıs açıkça yalan söylemektedir.

Birinci yalanı;

“Birincisi: Cahillikte geçmişi olan hilafet cemaatinin civcivleri, hilafetin (imametu’l-Uzma’nın) hakikatinin, Müslümanlardan birisinin ehli beytten olan birisine bey’at etmesiyle olacağını iddia ettiler.”

Böyle bir sözü İslam devletinde hiç kimse söylememiştir. O halde bu tamamen Ebu Katadenin iftirası ve hayallerinden biridir, bu hususta yalan söylemiştir.

İkinci yalanı; “Sizin yolunuz Rafizilerle haricilerin dalaletlerini bir arada bulundurmaktadır. Rafizilerden almanıza gelince, bu onların yok olan (bu on ikinci imamları Muhammed b. Hasan El-Askeri’dir) bir kimseyi imam olarak adlandırmalarıdır…”

Böyle bir sözü İslam devletinde hiç kimse söylememiştir. Olmayan bir imama beyat etmemenin caiz olduğunu İslam devletinden hiç kimse söylememiştir.

Üçüncü yalanı; “Haricilere benzemenize gelince, sizler onlarda bulunan en büyük şerri getirdiniz, bu anlamda size muhalif olanları tekfir ettiniz…”

Böyle bir sözü İslam devletinde hiç kimse söylememiştir. Hiç kimse Müslümanların halifesine beyat etmeyen kimseye, kâfir dememiştir. Söylenmiş olan bu kimselerin asi olacağıdır.

Dördüncü yalanı; Beşinci sayfada:

“Devlet cemaatinde bu anlam, -onların kendileriyle muhalifleri arasında muhakemeyi reddetmelerindeki sözlerini iyi tetkik edenlerin dışında- açık bir şekilde görülemiyordu.”

Bu sözler yalan sözlerdir çünkü sahveler ortaya çıkmadan önce İslam devleti muhakemeleşmeye hazır olduğunu ilan etmiş ve Şer-i mahkemenin tek çözüm merci olduğunu beyan etmişti. O halde İslam devleti şeriat ile hüküm vermeyecek olan “Ahrar Eş-Şam, “Liva Et-Tevhid” diye kendini isimlendirilen toplulukların mahkemelerine nasıl gidebilirdi ki! Sahveler ortaya çıktıktan sonra ise Abdullah el-Muhaysinin, "Mahkemeleşme Girişimi" ilan ettikten hemen sonra İslam devleti bu mahkemeleşmeyi kabul etmiş ve şart olarakta; (Suudiarabistan ) Al-i Selül, Türkiye, katar, Ürdün istihbaratlarının oluşturmuş olduğu sahavatlarından teberri etmesi ve onların kafir tağutlar olduğunu, tağutlara kulluk ettiklerini, tevhidi tam anlamıyla yerine getirmediklerini, bütün şirklerden ve kafirleri dost edinmekten, Müslümanların aleyhine çalışmaktan tevbe ettiklerini ilan ederlerse mahkemeyi kabul edeceğini İslam devleti ilan etmişti. Şayet mahkeme Allahın kitabıyla hükmedecek şer-i bir mahkeme olacaksa İslam devletinin buna hazır olduğunu defalarca ilan edildi.

O halde mahkemeleşme meselesininde Ebu Katadenin iddia ettiği İslam devletinin şer-i bir mahkemeye gitmemesi asla söz konusu olmadığı görülmüştür. Bu da tamamen batıl bir iddiadır. Nasıl olurda şer-i mahkemelerin ikame eden ve bunu vacip gören bir devlet, şer- mahkeleşmeye gitmeyi kabul etmez ki! Bu olacak şey midir? İşte bu Ebu Katadenin bir başka yalanıdır.

Beşinci yalanı; Beşinci sayfada: “İslam devleti mesullerinden bazıları tarafından bu cahillikler fışkırmıştır, şöyle demiştir: “Kuşkusuz imamet dinin asıllarındandır. Bu, tekfir ve imanın yeridir…!”

Böyle bir sözü İslam devletinde hiç kimse söylememiştir. Bu iftira ve yalandır. Ebu Katadenin iddia ettiği gibi İslam devleti emirlerinden yahut şer-ilerinden hiç kimse beyat etmeyen kimseyi tekfir etmemiştir.

Altıncı yalanı; Beşinci sayfada: “Devlet cemaatindeki ikinci sapma kaynağı ise, tevakkuf ve araştırma cemaatlerinin ve haklarında tekfir cemaatleri denilen aşırı cemaatlerin kalıntılarıdır. Bunlardan bazıları daha işin başlangıcında cihada çıkmıştır…”

Ebu Katade çok şerli bir yalancıdır. Şayet doğru sözlü ise İslam devletinden harici olan bir kişinin ismini versin! Bu harici olan kişinin, harici olduğuna dair deliller versin! Yahut bu kişinin haricilere benzediğine ya da hangi yönlerden benzediğine dair deliller versin!

Ebu Katade: müşrikleri tekfir eden, cehaleti mazeret olarak görmeyen kimselere, kendi usulüne göre tekfirci demektedir.

Ben buradan Ebu Katade’ye meydan okuyorum ve diyorum ki: İslam devleti askerlerinden bir tanesinin harici usulüne sahip olduğuna dair bir delil getir. Bu meydan okuma her zaman geçerli geçerlidir.

Yedinci yalanı; “Muayyen şahıslar ve cemaatler hakkında iman-küfür hükümleri, nasıl olurda sular, abdest ve namaz konularını bilmeyen bir cahilin eline verilebilir?”

Ebu Katadenin bu sözleri tamamen yalandan ve iftiradan ibarettir. Bu sözleri şayet doğru ise delili nedir? Ebu Katedenin iddia ettiğinin zıddına İslam devletinden bulunan kardeşlerin menheci; en güzel menhec olan selef salihin menhecidir. Selef salihin usulü ve akidesi üzerine akidelerini bina etmişler ve anlamışlardır. Ebu Katade, İslam devleti fertlerini cahillikle niteliyor. Hâlbuki kendisinin bu niteliğe sahip olduğunu, İbni Teymiyenin sözlerini ne kadar yanlış anladığını izah ettiğimiz bölümde ortaya koyduk. Bu kendisinin hata ve cehaletidir.

Sekizinci yalanı; “İslam devleti cemaatinin resmi sözcüsü olarak adlandırılan cahil Adnani’nin söylediklerinin aynısıdır. Şöyle ki, hikmetli Dr. Eymen Ez-Zevahiri’ye reddiyesindeki açıklamasında, onu aralarında çıkan ihtilafı çözmeye çağırmış ve bu çözümünde hilafetin ilanı olduğunu söylemiştir.”

Bu apaçık bir yalandır. Çünkü Şeyh Adnanin söylediği ve insanları çağırdığı; sahih ve halis bir tevhiddir oysa Zavahiri Adnani’nin sözlerini değiştirmiş ve eklemeler yaparak şöyle demiştir: “sahih ve halis bir tevhide ve hepimizin imamı olan kimseye beyat etme, etrafında toplanmaya, bu projeye (hilafet) destekçi olmaya çağırdığını, zamanımızın vacibi olduğunu iddia etmiştir. Oysa görüldüğü gibi; hilafet ilanı ve insanları halifenin etrafında toplanmaya çağırma arasında fark vardır. Bu apaçık bir telbistir.

Dokuzuncu yalanı; “Başlangıç olarak nasihat dinleyen ve hakkı arayan kardeşlerime, bu ilanın cahiliye ile olan yüzleşmede bir şeyi değiştirmeyeceğini bildirmeliyim…”

Ebu Katadenin bu sözleri tamamen yalan ve yalancı şahitlikten ibarettir.

Vakıanın Ebu katadenin iddia ettiğinin tersine olduğu herkesin müşade etmiş olduğu bir hakikattir. Çünkü hilafet ilan edilince dosttan önce düşman şahitlik etmiştir, Arap tağutlar acemlerden önce sarsılıp korkmuş hatta cahiliye düzenleri sarsılmıştır. O halde Ebu Katade nasıl olurda hiçbir değişikliğin olmadığından bahsedebilir ki? Bütün herkesin de gözleriyle gördüğü gibi vakıa değişmiş; zillet sınırları olan sınırlar kaldırılmış, Halep’ten Bağdat’a Allahın şeriatı ikame edilmeye başlanmıştır. Bu olsa olsa Ebu Katadenin kin ve kıskançlığından kaynaklanan hakikatleri göremediği körlüktür. Hatta öyle ki kendisinin körlüğü; hilafetin ilanı sonrasında sadece bir karanlık, kin, haram kan akıtma, birçok dünyevi şeyler görmüştür. Ahiretten ise gördüğü şeyler oldukça azdır.

Ebu Katade; İslam devleti emir ve şer-ilerini makam ve mevki aşığı olarak suçlamıştır. Bu kuşkusuz Ebu Katadenin başka yalan ve iftiralarından biridir. Şeyh Adana’nin yapmış olduğu ve dünyaya ilan etmiş olduğu bütün dünya Müslümanlarına; “kureyşli bir imamı getirin, hepimiz onun etrafında toplanalım, ona beyat edelim” diye seslenmişti. Şeyh Adanani bu açıklamayı üç gün boyunca tekrarlamış ancak bütün ilim ehlinden ve diğer insanlardan bu konuda hiçbir ses çıkmamış, geri kalmışlardır.

Müslüman kardeşler bu ilandan sonra kırk gün beklemişler ve daha sonra beyat eden etmiş, beyat etmeyen etmemiştir. Şeyh Adnani’nin bu çağrısına icabet edenler, bu görevi hiç istememesine rağmen bütün hilafet şartlarını üstünde toplamış olan“İbrahim bin Avvad’a” halife olarak bey etmişlerdir. O halde Ebu Katadenin iddia ettiği; müslümanların dünyayı, makam ve mevkiyi istemesi, dünyayı tercih etmeleri acaba nerede?

Onuncu yalan; “Hilafet ilan edilmeden önce onların Cebhetu’n-Nusra ile olan ihtilafları, emirlik ve komutanlık üzereyken daha sonraları bu tekfir ve kanların helal görülmesine dönmüştür…”

Öncelikle bilinmesi gerekir ki; Cevlani, İslam devleti askerlerinden bir asker ve müminlerin emirine, verilen emirlerini dinleme ve itaat etme üzerine beyat etmiş birisi idi. İslam devleti hilafeti ilan edince; Liderliği seçen Cevlaninin kendisi oldu. Lider olmayı sevdi, makam ve mevki sahibi olmak istedi. Bu yüzden de beyatinden dönerek, imamına isyan etti ve itaatten yüz çevirdi. Ancak görüldüğü gibi Ebu Katade yalanları ile hakikatleri tersine çevirerek bunun tersini söylemiştir.

Ebu Katadenin diğer “daha sonraları bu tekfir ve kanların helal görülmesine dönmüştür…” sözüne gelince…

Bu tamamen yalan bir sözdür. Çünkü İslam devleti; Suudi Arabistan projesi olan Şam diyarında oluşturmuş olan sahavat projelerini tatbik edip yerine getiren herkesi tekfir etmiştir. Bu projeye her kim destek verirse, tatbik ederse ve İslam devleti aleyhine savaşırsa kâfir olacaklarını İslam devleti söylemiştir. Çünkü bu kimseler İslam dinini bozan unsurlardan birisi olan “sekizinci unsuru” yapmışlardır.[1] O halde mesele; ne dünya sevgisi ve ne de makam ve mevki sevgisi meselesidir.

Suud güdümünde ortaya çıkartılan sahavatlarla savaşmaya son verme konusunda bizlere iki şart koşmuşlardır. Birincisi: İslam devleti ilanından vaz geçmemiz. İkincisi: Şer-i İslam mahkemelerinden vaz geçmemiz ve şer-i mahkemeleri ilğa etmemiz.

Nitekim Nusret cephesi, bu sahavatlara yardım etti, ortak operasyon odaları kurdular, planları bir idi. Dışarıdan destek alarak İslam devleti aleyhine çalıştılar. Söyler misiniz; Nusret cephesinin yaptığı “El Vela ve El Bera” akidesinde ne diye isimlendirilir?

On birinci yalanı; “Birçok işaretler adamın diğerleriyle olan durumunun Muhammed b. Abdullah El-Kahtani’nin (sahte Mehdi’nin) Cuheyman ile olan durumu gibi olduğunu göstermektedir…”

Yine bu sözleri de apaçık bir yalan ve iftiradır. Çünkü İbrahim bin Avvad hiçbir zaman ben mehdiyim dememiş, müminlerin emiri ve halifesi diye kendisi tanıtılmıştır. Bu üslup ise yani şüphe atma, yalan ve iftira habis Ar’urun üslubudur. Ar’urun üslubu ise Ebu katadeye sirayet etmiştir.

On ikinci yalanı; “Şeyh Eymen’in boynunda bey’at bulunmadığı’ yalanlarının ortaya çıkmasından sonra.”

Bu Ebu Katadenin iddia ettiği gibi yalan değil hakikattir. Bunun tersinin söyleyen kimse yalan söylemiş kimsedir. Hatta şeyh Adnani açıklamalarında; Ebu Bekir El-Bağdadinin hiçbir zaman şeyh Eymenden ne destek ve ne de planlama hususunda destek talep etmediğini beyan etmiştir. Şeyh Eymen, Ebu Bekir El-Badadiyi müminlerin emiri diye isimlendirmiştir. Bu ise kuşkusuz bütün müminlerin emiri olduğunu gösterir. Bütün müminlerin emiri ise bir başkası beyat vermez ve özelliklede kureyşli olan, kureyşli olmayan bir kimseye beyat vermez. Kureyşli olan nasıl olurda kureyşli olmayan bir kimseye beyat edebilir ki! Çünkü bu konuda Allah rasulünün (s.a.v) hadisi vardır: “İmamlar kureyştendir.”

On üçüncü yalanı; “Bir şeyin hükmünü bilmekten aciz kaldığında, onun sonucuna bak ve akacak olan kanların mürtedlerin ve zındıkların kanları değil mücahidlerin kanları olduğunu hatırla!”

Bu İslam devleti içerisinde bulunan kardeşlere atılmış bir başka iftiradır. Kardeşler, Şam diyarında Amerikan palanları çerçevesinde oluşturmuş olan sahvelere karşı savaşmış olan kardeşlere atılmış bir başka yalan. Burada asıl sorun Ebu Katade’nin İslam devleti hakkında iftira ve yalanları değildir. Asıl sorun Ebu Katadenin bu sahavatlar hakkında bir söz dahi söylememiş olmasıdır. Bilakis Ebu Katade bu sahveleri Müslüman ve mücahit diye isimlendirmiştir. Bunun yanında da İslam devleti harici ve dinden çıkmış olarak isimlendirir. Gördünüz mü? Şer-i hakikatleri nasıl da tersine çeviriyor. Mücrimleri Müslüman, Müslümanları ise mücrim diye isimlendiriyor. Böylelikle put ehlini bırakarak, İslam ehli ile savaşıyor. Bu tür sözleriyle de putperestlere yardım ve yataklık ediyor.

Ben buradan yine meydan okumaya devam ediyorum; Ebu Katade acaba Şam diyarında Müslümanlara karşı kurulmuş olan Sahveler hakkında bir tek kelime söylemiş midir?

On dördüncü yalanı; “Cihad ortamı, öldürme ve savaş ortamı olduğundan, bu tür ortamlar âlimlerden yoksun olduğunda, galip olan aşırılığın sesi olacaktır. Cezayir tecrübesini yaşayan, bunu kesin olarak bilecektir. Bu gün ise bunu Adnani ve emsallerinin sesinde görmekteyiz…”

Bu sözleri de tamamen yalandır. Aşırılık nerede? Şayet bu konuda ki sözlerin doğru ise delilini getir. İslam devleti emir ve şer-ilerinin cahil olduğunu söyleyen kimse bilmesi gerekir ki, -Allahın fazlı ile- bu kimseler yeryüzünde hilafeti ikame etmiş ve insanlara halis tevhid dinini öğretmiştir. Usülleri ehlisünnet usulüdür. İslam devletinin usulü asla Keramiyye ve cehmiyye usulü değildir. Hakeza tauğtları tekfir edipte tağutlara kulluk edenleri tekfir etmeyen bir uslüpları da yoktur. Aynı şekilde usulleri büyük şirkte cehaleti mazeret sayanların usulünden de değildir.

Cezayir meselesine gelince: herkes çok iyi bilir ki; maslahat ve düşmanları kızdırmak için kadınların ve çocukların öldürülmesinin caiz olduğu hususunda fetva veren de kendisidir. Bu ise şüphesiz hükümde aşırılıktır. Çünkü peygamber efendimiz (s.a.v) kadın ve çocukların öldürülmesini yasaklamıştır. Görüldüğü gibi aşırlığı getiren Ebu Katadenin kendisidir. Cezayir cihadını bu zalim fetva ile fesada uğratan da kendisidir. Bu fetvaya paralel olarak Fransız ve Cezayir istihbaratı hemen bir birlik kurarak mücahit kılığına girmişler ve kadın ve çocukları köylerde kesmeye başlamışlardır. Habis istihbarat birimleri bu fetvayı kendi lehlerinde kullanmışlardır.

On beşinci yalanı; “Bu fitneler insanların sınanması için gelmiştir. Bu, konumlarına göre insanlar arasında tefrika doğuran bir sınamadır. Bu ayrılmanın bedeli büyüktür ancak kaçınılmazdır... [2]

Hatta şöyle de sözler söyler: “Daha önce insanlar, aşırılık ehliyle cihad ehli arasındaki farkı bilmiyorlardı...”

Bu da şüphesiz yalan ve fitiradan başka bir şey değildir. Güya Ebu Katadeye göre cephetun Nusra hak ehli ve akideleri selim bir akide iken diğer taraftan da İslam devleti aşırı imiş. Vay be! Ebu Katade ne de hikmet sahibi ve temyiz ehli imiş!!!

Gördünüz mü? Hakikatleri nasıl da tersine çevirerek sahavatları hak ehli imiş gibi göstermektedir. Diğer taraftan da İslam dinini, hilafeti, şeriatı ikame edenler de batıl ehli imiş!

Allah’a hamd olsun ki bu fitnelerle saflar ayrıştı ve temizlendi. Doğru olan ise İslam devleti sahih akideyi ve hilafeti ilan etmekle safları birbirinden ayırmıştır ve netleştirmiş. Böylelikle akidesinde bozukluk olanlar ortaya çıkmış; Mürsiyi tekfir etmeyen, tağutların askerlerini tekfir etmeyen, rafizilerin avamını tekfir etmeyen, İslamı bozan unsurları işlemiş olan hamasın fertlerini tekfir etmeyenler ile saflar ayrılmış oldu.

Yazan: Ebu Ömer El-Kuveyti.

Tercüme Ebu Mühenned El-Bettar.

Risalenin orjinali: http://justpaste.it/g8r0



[1] Kâfirlere yardım etme. Çev.

[2] Bu yalanlar bölümü: mehdi Canpolat’ın “İnca News”tercüme etmiş Olduğu “Halifenin Elbisesi

Ebu Katade El-Filistini” çeviriden birebir alınmıştır.
Sorduğum tüm sorulara cevap vermeni umuyordum
Bir Halifenin olması gerektiği hakkında bir sürü hadis yazmışsın, ben bunlara iman ediyorum ama bu demek olmuyor ki hiç kimseye danışmadan bir kaç kişi toplanıp halifelik ilan edene biat etmek zorunda olduğumu...
Ayrıca ben alimlere değil naslara uyarım demişsin, peki alimler neye uyarak fetva veriyor? sen kalkmış Allahu alem 10 kitap okumuşta, ömrünü ilme adayanlara değil de naslara uyarım diyorsun...
Yukarıda ki yapıştırdığın yazının yarısını okudum, Ebu Katadenin ilmi meselesinden sonrasını okumadım gerekte yok.
Ebu katade hakkında cihad etmemiş ve hicret etmemiş demişsin, peki nusra saflarında ki alimler de, onlara neden iltimat etmiyorsun? madem hicret ve cihad etmiş alime önem veriyorsan..
yazılarda kötü ithamlara rastladım, mesela: El kaide'nin kafirlerle bir olup müslümanlara saldırması.... Bu ne demektir, bu iftirayının delilini istiyorum senden.
Ayrıca El Nusra'ya sahavat demişsin(niz).... aslında senin gibilerle tartışmak bir hata, vakit kaybı....

Sizin hilafetiniz meşru bir hilafet değil. Bu sahte hilafetle müslümanlara kafirlerden daha çok zarar verdiniz. Kafirlerin yapamadığı önemli komutanları sizin sahte hilafetiniz öldürmüştür. Yemende, libyada, kafkaslarda, afganistanda suriyede cihadı baltaladınız ve müslümanları vurdunuz ve buna hilafet dediniz. Kafirleri bırakıp müslümanlara mürted diyip kafirlere değil de daha çok müslümanlara saldırdınız.


 
Halid Ahmed Çevrimdışı

Halid Ahmed

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Şuan hatırlayamadım nerede okuduğumu,ebubekir el bağdadi nin,devlenin yönetiminin baasçı olduğu,hilafeti kılıf olarak kullandıkları.Aslında bu eksik bir cümle şöyleki:günümüz müslim türkleri sözde osmanlıyı geri getircek.Ümmete sahip çıkacak,ümmetin başı olacak ama TÜRK olacak.Vallahi ben çok gördüm böyle mümin.Devlede bu oluşumun ıraq versiyonu diyordu yazıda
 
zindabad Çevrimdışı

zindabad

زينداباد
İslam-TR Üyesi
Esselamu Aleykum

Hakkın peşinde olduğunu iddia eden
sen işid trolu! İYİ OKU
yazılan ilk KARALAMA yazısı kendi içinde tezatlar barındırmakla birlikte,hayal ürünleri ve iftiralar içermektedir.
Müddei iddiasını ispatlamakla mükelleftir.
Abdullah Azzzam,şeyh usame Hattab ve daha bir çok nadide şahsiyetlerin içinde bulunduğu tarihi şanla dolu tertemiz akideye sahip EL KAİDE ve TALİBAN için iftira dolu iddialarda bulunulmuş, iddia makamı ispat makamıdır ama yazıda görülüyor ki selefin hakikatı ortaya çıkarmak için kullandığı metodlardan hiç birine yer verilmemiş.
Zaten Alimlere tabi olmadığınızı söylediğiniz için bunu beklememiz abes olur.
Tek tek maddelere reddiyeler yazmaya kalksak konu boğulur ve bazı noktalarda bizim haddimizi aşar, tekfircilik oynarız sonra hoş olmaz,sizin gibi troller en sonda tekfir edip kaçar devle bağiyye!! diyerek.
Yazılanların hepsimi iftira, hayır. Lakin ilim ve eser ehli insanlar bunları şeriat merkezli maslahat mefsedet ayrıştırmasına tabi tutarak doğruluğunu ispat etmişlerdir.

Şimdi ben sana soru soruyorum yüreğin varsa açıkça takiyye yapmadan cevap ver

Akidesini lekelediğiniz talibanın hükmü nedir genel olarak mürtedlermi değiller mi, yerli mürtedlermi değiller mi.
Yıllarca talibanla birlikte cihad eden Abdullah azzam ın hükmü nedir
Şuan El kaidenin başında olan Eymen el Zevahiri nin hükmü nedir.
Ahrar el ŞAM komple mürted midir.
Biz hiç bir sünni mescide saldırmayız sözüne binaen soruyorum; Suriye de onlarca sivilin kadının bebeğin öldüğü mescid ve makarlara yapılan iştişhad saldırılarının hiç birini kabul etmiyor musunuz.
Nusret cephesini müslüman,münafık mürted diye 3 e ayırıyor musun.
ben bunların sizin indinizde hükümlerini biliyorum kulağımla duydum senin gibi trollerden de değil ha .
SENDEN DE DUYALIM Kİ YÜZÜN VE NİYETİN ORTAYA ÇIKSIN

şeyh Suleyman ulvan
ebu velid el ensari
şeyh makdisi
şeyh ABDULLAH el MUHACİRİ-ŞEYH USAMAMENİN HOCASI OLUP MUASSIR YAŞAYAN ÇOK BÜYÜK BİR ALİM DİR
Şeyh Hadduşi
bu şahsiyetleri tanıyor musun, tanıyorsan yukarıda zikrettiğin bir çok mesele hakkında düşüncelerinizle taban tabana zıt oldulkarını biliyor musun eserlerinden haberin varmı?
 
zindabad Çevrimdışı

zindabad

زينداباد
İslam-TR Üyesi

Bu trolün 'işid nusra fitnesi çıktığı sıralarda şeyh zevahirinin olaylara tamamen vakıf olmadığı' zannı tamamen kendi kuruntularıdır, itibar etmeyiniz

Hatırlatma babından bakalım şeyh Zevahiri o zaman işidi şamda fesh ederken neler söylemiş buyrunuz..

Rahman ve rahim olan Allah!ın adıyla,

Değerli kardeş Şeyh Ebu Bekir el-Bağdadi el-Hüseyin ve onun Irak İslam Devleti Şurasındaki kardeşlerini Allah korusun.

Değerli kardeş Şeyh Ebu Muhammed el-Cevlani ve Nusret Cephesi Şurasındaki kardeşleri, Allah onları korusun.

Size selam olsun. Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. İnşallah siz ve sizinle olanlar iyisinizdir ve Allah bu dünyanın görkeminde ve öteki dünyanın başarısında neyi seviyor ve razı oluyor bizi onda bir araya getiriyordur. Ek olarak;

1. Cihad insanları -hepsi- Irak İslam Devleti ve Nusret Cephesi arasında ortaya çıkan ve yükselen anlaşmazlığa çok üzüldü.

2. İki taraf için de olanları -bu konuda bize fikrimiz sorulmamıştı, yaymak istemedik ayrıca hakkında bilgimiz de yoktu- ve bu üzücü haberi medya aracılığıyla duyduk.

3. İlk olarak, tüm mücahidlere ve müslümanlara, Haçlıların ittifak kurarak İslam dünyasının kalbini ikiye bölme planına karşı durmadaki rolünü ve Safevi- Rafizi yayılmacılığına karşı direnişlerinin önemini hatırlatmam kaçınılmaz.Irak İslam Devleti'ndeki kardeşlerimizin ve onların başı ve emiri Şeyh Ebu Bekir el-Bağdadi'nin cihadı Şam'a kadar en iyi adamlarla yayması ve onları sınandıkları zorluk zamanlarında finansal destekle onurlandırması gibi iyi amellerini övmemiz de kaçınılmaz. Ama aynı zamanda Nusret Cephesi'ndeki kardeşlerimizi ve onların emiri Ebu Muhammed el-Cevlani'yi de Şeyh ebu Bekir el-Bağdadi'nin ve kardeşlerinin övgüleri dolayısıyla çok seviyoruz.

4. Bütün mücahidlere ve Müslümanlara Nusret Cephesi'ndeki kardeşlerimizin Şam'daki cihad sorumluluğunu ve cihadı canlandırmadaki, ve İslam ümmetinin El Aksa'yı özgürleştirme ve Allah'ın izniyle hilafeti kurma umutlarını canlandırmadaki rolünü hatırlatmam gerekir. Aynı şekilde İslam'ın limanı güzel Şam'daki Safevi, Rafizi, Batıni ve seküler düşmana karşı direnişlerin de bahsetmem gerekir. Ayrıca, Irak İslam Devlet'indeki kardeşlerini tanıyarak onlara sağladıkları yardım ve destekten de bahsetmeliyim.

5. İki mükemmel ve birbirine bağlı mücahid grubun arasındaki anlaşmazlık halka açıklandığında, 01.06.1434'te Şeyh Ebu Bekir el-Bağdadi ve Şeyh Ebu Muhammed el-Cevlani'ye anlaşmazlık konularına değinen bir mektup yazarak, karar vermek için doğru zamanın olaylardan önceki sakin duruma geçince geleceğini söyledim.

6. Bana iki taraftan da mesajlar ulaştı ve ben Horasan ve diğer bölgelerdeki kardeşlerime danıştıktan ve zaaflarım ve taktik konulardaki zayıflığım için Allah'a -övgü e yücelik onundur- dua ettikten sonra, bu iki asil ve yüce grup arasındaki fitne ve anlaşmazlık ateşini söndürme umuduyla bir karara vardım. şöyle ki;

a) Şeyh Ebu Bekir el-Bağdadi, Irak-Şam İslam Devleti'ni bize sormadan, danışmadan hatta haber vermeden ilan ederek yanlış yaptı.

b) Şeyh Ebu Muhammed el-Cevlani bize sormadan, danışmadan ve haber vermeden Irak-Şam İslam Devleti'ni reddederek ve el-Kaide'yle bağlantısını açık ederek yanlış yaptı.

c) Irak-Şam İslam Devleti iptal oldu ve çalışma Irak İslam Devleti adı altında devam ediyor.

d) Nusret Cephesi el-Kaide Cemaati için ayrı bir oluşumdur, genel komutanlığa tabidir.

e) Irak İslam Devleti'nin sahası Irak'tır.

f) Nusret Cephesi'nin sahası Suriye'dir.

g) Şeyh Ebu Bekir el-Bağdadi el-Hüseyin bu hükümden sonraki bir yıl için Irak İslam Devleti'nin emiri olmaya devam edecek. Daha sonra, Irak İslam Devleti Şura Heyeti el-Kaide Cemaati'ne operasyonların süreci hakkında bir rapor sunacak ve bundan sonra genel komutanlık Şeyh Ebu bekir el-Baghdadi el-Hüseyi'nin emirlikte kalmasına ya da başa yeni bir emir gelmesine karar verecek.

h) Şeyh Ebu Muhammed el-Cevlani bu hükümden sonraki bir yıl için Nusret Cephesi'nin emiri olmaya devam edecek. Daha sonra, Nusret Cephesi Şura Heyeti genel komutanlığa operasyonlar süreciyle ilgili bir rapor sunack ve bundan sonra genel komutanlık Şeyh Ebu Muhammed el-Cevlani'nin emir olarak kalmasına ya da başa yeni bir emir getirilmesine karar verecek.

i) Irak İslam Devleti, Nusret Cephesi'nin ihtiyaç duyacağı adam, silah, para, sığınak ve koruma gibi takviyeleri -gücünün yettiği kadar- sağlamakla yükümlü.

j) Nusret Cephesi, Irak İslam Devleti'nin ihtiyaç duyacağı adam, silah, para, sığınak, koruma gibi takviyeleri -elinden geldiğince- sağlamakla yükümlü.

k) Her iki taraf da karşı tarafa karşı düşmanca bir söz ya da harekette bulunmaktan sakınacak.

l) İki tarafın ve bütün mücahitlerin müslümanların kanlarının, desteğinin ve zenginliklerinin dokunulmazlığına saygı göstermesi zorunludur ve hiçbiri bir Müslümana ya da mücahide, hukuki bir hükmün yetkisi dışında, saldıramaz.

m) Her müslüman her müslüman için kutsaldır, o yüzden biri bir cihad grubundan diğerine ya da bir cepheden bir başkasına geçtiğinde yabancı yerine konmaz; geçişini onaylamasak bile bu kişinin Müslüman ve mücahid dokumulmazlığı vardır.

n) Her kim Müslüman kardeşlerinin kanının akıtılmasında rol oynarsa grup ona karşı erdemi savunmak ve ahlaksızlığı önlemek adına sert bir tutum alınacaktır.

o) Saygıdeğer kardeş Şeyh Ebu Halid es-Suri, Allah için onu çok övmek istemesek de, kendisi yaşayan mücahidlerin en tanınmış ve en deneyimlileri arasında. Kendisi, Nusret Cephesi'nde aşağıda sayacağım konularda bizim temsilcimizdir:

(i) Bu hüküm yorumlanırken düşülebilecek herhangi bir fikir ayrılığında karar verme

(ii) İki taraftan da diğerine karşı herhangi bir ihlal durumunda anlaşmazlığı karar bağlamak için Şeriat mahkemesi kurma yetkisi

p) Bu anlaşmazlıkta düşmanlıktan kaçınmayı , mücahidler arasında provokasyondan sakınmayı ve mücahidler arasında birlik, beraberlik ve uyumu tekrar sağlamaya çalışmayı El-Kaide'deki kardeşlerime zorunlu kılar, tüm Müslüman ve mücahid kardeşlerimizden rica ederim.

Ayrıca bu iki asil grubun gücünü ve otoritesini bilsin ve onlar hakkında yalnızca iyi konuşsunlar.

7. Herkese bu hükmün bir nüshası gönderilmiştir.

a) Irak İslam Devleti

b) Nusret Cephesi

c) Değerli kardeş Şeyh Ebu Halid es-Suri

('Ben sadece gücümün yettiği ölçüde ıslaha çalışırım, ve Allah dışında bir rehber veremem; O'na güvenir, O'na tövbe ederim'- Kuran)

Kardeşiniz:

Eymen el-Zevahiri

Recep 13 1434

https://www.islam-tr.org/konu/eymen...am-devleti-ve-nusret-cephesine-mektubu.32343/
 
zindabad Çevrimdışı

zindabad

زينداباد
İslam-TR Üyesi
Tanzimu’l-Kaide’ye İftiralara Cevaplar

zevahiri.jpg

Harici akide kibir üzerine kuruludur. Kendini en üstün görmenin, kendinden başkalarını küçümsemenin bir tezahürüdür zaten. Aslında kalbi bir hastalıktır kibir. Genelde ezikler kibirlenir, aşağılık kompleksinden kurtulmak isterler. Bazen de hırs insanı kibirlendirir. Egosunu tatmin etmek için kendinde üstünlük taslayacak bir şey bulamazsa, başlar karşı tarafa çamur atmaya alçakça iftiralarla…

IŞİD örgütü sözcüsü Adnani’nin Kaide hakkındaki açıklamasını okuyun. Okuyun da görün; “İslam devleti”nin ikinci adamı 4 sayfaya 40 yalanı nasıl sığdırmış şok olun! Kaide, Kaide olalı bu kadar yalancı ve ikiyüzlü bir düşmanla karşı karşıya olmadı. Düşman da olsa mert olmalı, en azından vurduğunda saygı duyarsın gözlerini kapatırken. Ama bunlar yalanlarıyla kendilerini rezil etmekten başka bir şey yapmayan kibir devleti olmuşlar.

Ey Adnani! Sen önceden Nusret Cephesi’ni lanetleşmeye çağırmıştın ve Nusret Cephesi de lanetleşmeyi kabul ettiğini, söylediklerinin arkasında olduğunu bildiren bildiri yayınladı. Sen ise pişkince konuyu kapattın ve bir sonraki konuşmanda tek kelime bile bu konuyu açmadın, Kafkasya’da Emir Dokku’ya taziye yayınladın. Kaide’ye mürcie diyen sen, Kaide’ye tağutlarla dost oldu diyen sen, Kaide’ye cihadı ve tevhidi sözlüklerinden çıkardı diyen sen… Nasıl olur da Emir Dokku’yu sahiplendin? Çünkü Kaide örgütü küresel cihadın lideridir ve sizin hayallerinizden bile daha kuvvetlidir. Siz koltuk sevdalıları, siz halife ve vezirlik rüyası görenler sizden daha küçük olan cemaatlere laf söylemiyor, sizden kat kat büyük olan Kaide’ye ise her türlü iftirayı atarak “Yeni Kaide biziz, bize katılın” havası oluşturuyorsunuz.

Ey Adnani! Ümmet-i Muhammed’de ahde vefa vardır. Nankörlük kınanmıştır. Bu ümmet bugün cihadı kuşanmış, birçok ülkede cephelerde ordular kurmuş, Somali ve Yemen’de İslam Emirliği ilan etmiş ise vallahi Allah’ta, düşman da şahittir ki bu Tanzimul Kaide’nin başarısıdır. Şeyh Azzam, Şeyh Usame ve Şeyh Zevahiri’nin irmik irmik ördüğü bu örgüt başta 11 Eylül olmak üzere, defalarca düşmana darbe vurmuş, Müslümanlardaki yenilgi psikolojisini bitirmiş, tüm İslam coğrafyasında dalga dalga büyüyeyek “hayye ale’l cihad” çağrısını gençliğin kalbine nakşetmiştir. Bu harekete attığın iftiraları ümmet asla affetmeyecektir!

Adnani diyor ki:

“El Kaide liderleri doğru menheçten sapmışlardır! Bugünün El Kaidesi artık Kaidetul Cihad değildir ve bir cihad üssü olmaktan çıkmıştır, insanların en aşağıları onları methetmekte, zalimler onlarla flört etmekte, sapkınlar ve yanlış yola iletilenler onlara kur yapmaktadır.”

Soruyoruz sana Adnani! Geçen Nisan ayına kadar Kaide ile aynı cemaatte değil miydiniz? O zaman akide ve menheci sahihti de şimdi mi sapık ve batıl oldular? 30 yıldır başta olan kadrolar gene başta değil mi? 30 yıllık kurucu kadrolar hala yaşamıyor mu? Dün ve bugün el Kaide farklıymış! Yani demek istiyor ki “Tamam, geçmişte her şeyi onlar yaptı ve başardı, ama artık bize katılın!” Dünün ve bugünün şahidlerinden Kaide’nin 30 yıllık komutanı olan Şeyh Ebu Firas hayatta değil mi? Değişen Ebu Firas’lar değildir. Sizlersiniz! Makam hırsı ve kibriniz sizleri bu noktaya getirdi. Sizlerin değiştiğini ve harici zihniyetine kaydığınızı bizzat Şeyh Ebu Firas geçen ay yayınlanan videosunda örnekleriyle açıkladı:

http://www.ummetislam.com/nusret-ce...halid-es-suri-suikasti-hakkinda-aciklama.html

“İnsanların en aşağıları onları methetmekte, zalimler onlarla flört etmekte, sapkınlar ve yanlış yola iletilenler onlara kur yapmaktadır.” diyorsun. Dünyanın en çok arananlar listesinde bir numara hala Eymen Zevahiri değil mi? Tüm dünyada Amerika Kaide’nin liderlerine suikastlar düzenlemeye çalışmıyor mu? Son üç yılda en üst liderlerinden Şeyh Usame, Atiyetullah ve Ebu Yahya el Libi şehid olmuşken nasıl oluyor da zalimlerin onlarla flört ettiği iftirasını atıyorsun? Kaide on ülkede savaşan bir örgüt olmayı bıraktı da kravat takıp demokratik meclise mi girdi de bu kadar saçma şeyler söylüyorsun? Hangi tağut Kaide’den razı? Ortadoğu’daki tüm ülkelerin hapisleri Kaide üyeleriyle dolu değil mi?

Adnani devam ediyor:

“Bugün El Kaide cihadın merkezi olmaktan çıkmıştır, aksine liderleri İslam devleti ve hilafet projesinin imha edilmesi için çalışmaktadır!”

Suphanallah nasıl bir kibir bu! Kendilerine karşı eleştiriyi İslam’a ve hilafete karşı yapılmış görüyorlar! Hilafet projesini yıkmanın hükmü küfür değil midir? Kaide’yi küfürle suçluyor Adnani. Ama neyse ki aklımızı eşşekler yemedi ve Kaide’nin 30 yıldır zaten hilafet için savaştığını biliyoruz. Bunu biz değil, dost düşman herkes bilir. Kaide 30 yıldır hobi olsun diye mi savaşıyor! Kaide’ye bağlı Yemen ve Somali İslam Emirlikleri kurtarılmış bölgelerde şeriat mahkemeleriyle hükmetmiyor mu!

Adnani:

“Onlar menheçlerini değiştirdiler, şüpheli hale geldiler, muhalif kimselerin biatlerini kabul ettiler, mücahidlerin saflarını böldüler”

Komediye bakın komediye! Son zamanlarda yüzlerce Özgür Suriye Ordusu savaşçısı, demokrasi için savaşmaktan tövbe edip grubunu bırakıp Nusret Cephesi’ne katıldı. Allah’a hamd olsun diyeceklerine, katılımların kendilerine olmamasını hazmedemiyorlar! Ümmet sizi değil Kaide’yi seçti. Bunu ister kabullenin ister yaşayarak öğrenin! Eğer bu biatlar Devle’ye olsaydı pozlar verir videolar hazırlar reklam yapar dururdunuz. Ama size katılmayan her mücahid sizin kibrinizi kırdığından öfke nöbetleri geçiriyorsunuz!

Adnani’nin her sözüne cevap vermek gerekir ama gerçekten vakit kaybı. Mesela şu cümlelerine bakın:

“Ya Rab, kanlarımızı dökmeyi ve bizi öldürmeyi helal kıldılar, onlara ilişmediğimizde bizi yok ettiler, kendimizi savunup onlara cevap verdiğimizde ise medyanın önünde ağladılar.”

Allah aşkına biri Adnani’ye sorsun; bu söylediklerine kendisi inanıyor mu?! Karşı tarafı sahve diye suçlayıp kanlarını helal gören siz yani IŞİD değil mi? Önce ÖSO’ya, sonra Ahrar’a, sonra da Nusra’ya ilk saldıran siz değil miydiniz? Hatta gerekçe olarak “Bunlar burada İslami düzen kurmuyor ondan saldırıp bölgeyi ele geçirdik” saçmalığında açıklamalar yapmıyor muydunuz? Her defasında, bu beyanatta olduğu gibi medyanın önüne geçip timsah gözyaşları döken siz değil misiniz?!

Adnani ilerleyen bölümde el Kaide’yi sapıklıkla itham ediyor ve cahillerin bile anlayacağı şekilde açıkça tekfir ediyor:

“El Kaide ile Devlet arasındaki farklılık belli bir kişi yahut belli bir kişiye biat etmek hakkında değildir. Onlarla aramızdaki fark Sahve ile savaşmak hakkında da değildir, mesele onların çarpık dini ve sapkın menheçleridir; bu menheç İbrahim’in dininin yerini almış, tağuta karşı gelmenin ve zalimin destekçilerinden beri olmanın yerini almıştır. Bu menheç pasifizme inanmakta ve çoğunluğun peşinden koşmaktadır. Bu menheç cihadı telaffuz etmekten ve Tevhid’i ilan etmekten geri durmaktadır, aksine bunları şu kelimeler ile değiştiriyorlar: Devrim, Halkçılık, intifada, Mücadele, toplumsal hareket ve savunuculuk… Rafızi müşriklerine sadece tebliğ yapılmasını ve onlarla savaşılmaması gerektiğini söylemektedir”

Vay be… Bir yıl öncesine kadar beraber oldukları Kaide örgütü İbrahim’in dininden çıkmış! Tağutlara ve zalimlere kulluk eder olmuş! Kaide bizim bilmediğimiz bir video yayınladı da Amerika’dan özür mü diledi de böyle diyor? Kaide bizim bilmediğimiz bir açıklama yaptı da Somali’de, Suriye’de, Afganistan’da tağutlara karşı savaştan vaz mı geçti de Adnani böyle söylüyor? El Kaide’nin menheci pasifizme inanmakmış! Nasıl bir pasifliktir bu adamlar 10 ülkede 60 farklı ülkenin ordusuna karşı savaşıyor! Nasıl bir pasifliktir bu Suriye kolu Nusret Cephesi fetihten fethe koşuyor! Gözler kör mü oldu da Kaide’ye biatlı Yemen ve Somali İslam Emirliklerinin zaferlerini görmüyor!

“Bu menheç cihadı telaffuz etmekten ve Tevhid’i ilan etmekten geri durmaktadır” diyor! Kaide komutanlarının açıklamalarında tevhid ve cihaddan başka bir konu mu var?

“Rafızi müşriklerine sadece tebliğ yapılmasını ve onlarla savaşılmaması gerektiğini söylemektedir” diyor. Neden insanları aldatıyorsun Adnani? Şeyh Zevahiri, Kaide’ye biatlı olan Zerkavi’ye mektubunda sizinle savaşmayan sivil Rafızi’lere karşı savaşmamasını nasihat etmiştir. Bu İslam dininin emri değil midir? Gerçi sizin ellerinizden sivil Ehli Sünnet emin mi oldu da Rafızi’ler emin olsun! Irak Kaide’si yıllarca Rafızi yönetimi karşı savaştı. Bu dedikleri ile ancak cahil tekfirci gençleri peşinden sürüklersin.

Daha çok yalan, çok iftira var ama adam olan bu kadardan da meseleyi kavrar. IŞİD örgütünü bu kadar saçma bir açıklamaya iten kuyruk acısının olmasıdır. Kendilerinden sayı, askeri güç ve toprak yönünden bile fazla olan Somali ve Afganistan İslam Emirlikleri varken apar topar önce devlet ilan ettiler. Sonra da hilafet ilan edip kendilerine biat etmeyenleri “baği” olarak isimlendireceklerdi. Mesele devlet olmaksa 1996’dan 2001 yılına kadar Afganistan’da zaten İslam devleti vardı. O zaman IŞİD cemaatinin lider kadrosu neden “İslam devletine” hicret edip biat etmediler? Aaa, pardon. O zamanlar IŞİD’in lider kadrosunun ilk altısından üçü Saddam tağutunun ordusunda generallik yapıyordu! Ebu Ahmed El Alvani orduda subay, Hacı Bekir Saddam’ın ordusunda tuğgeneral, Ebu Eymen El Iraki da gene aynı orduda hava kuvvetleri komutanı idi. (Bakınız: http://www.dunyabulteni.net/haber/289528/isid-liderlerinin-kimlikleri-aciklandi)

Allah senden razı olsun şeyh Eymen Zevahiri… Şehid komutanlarımızın yolu üzerindesin, Usame’nin, Abdullah Azzam’ın, Ebu Hafs el Mısri’nin, Ebu Yahya, Ebu Leys, Atiyetullah el Libi’lerin, Ebu Musab Zerkavi’nin, onun sevgili arkadaşı Ebu Enes eş Şami’nin, Abdullah er Raşud’un, Abdulaziz el Mukri’nin yolunu sürdürmektesin. Hamasi konuşmalardan asla etkilenmeyeceğiz ve seni asla yalnız bırakmayacağız. Tanzimu’l Kaide hareketinin fedakâr lideri… Bizlere cihadı siz sevdirdiniz, bizlere İslam devleti idealini siz verdiniz, bizlere cesarete verdiniz… Ümmet-i Muhammed’in gençliği olarak kılıcımız kılıcın, kanımız kanındır. Sen en zor zamanda bile Şeyh Usame’yi asla yalnız bırakmadın. Biz de seni asla yalnız bırakmayacağız. Seni “Asrın Hubeli” Amerika’ya yedirmedik, haricilere hiç yedirmeyiz!

Ferman Nazif / Ümmet-i İslam
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt