"Yüz defa, elime bir bıçak alıp sıkışan yüreğimi soluklandıracaktım. Aşırı koşturulmaktan korkunç biçimde hararetlenince içgüdüsel olarak damarlarını ısıran ve böylece soluklanan safkan atlardan söz edilir. Çoğunlukla kendimi duyumsayışım böyledir, bir kan damarı açmak istiyorum, bana sonsuz özgürlüğü bu verecek."
doğum anında bir bebek akciğerlerine hızla dolan oksijenin yakıcılığıyla, nasıl bir acıyla çığlık çığlığa ağlıyorsa, işte aynen öyle bir acı çektim bugün.
on dokuz oldum sevgili forum ahalisi. ve beni yine sadece annem anladı. usulca yanıma sokulup, "büyüdüğünün daha yeni mi farkına vardın?" diye sordu. zihnimdeki depreme karşın yüzüm buruk bir gülümsemeyle ve devrilen gözlerle karşılık verdi ona.
"ayrıntıları düşünmekten ölemiyorum! dilimde sebat ve bıkkınlığın kavgasından başka bir şey yok." bugün kurduğum cümlelerden ikisi oldu. bu cümleleri ne zaman, hangi kitaplardan alıp kuşandığımı bilmiyorum.
piyanist ve epey de duygusal eski bir dostum yüzüme uzun uzun bakıp, "sen araf gibisin zeyneb" demişti. babam da "ya siyah ya beyaz oluyorsun. hayatı bu kadar izlemeyi bırak. herkes nasıl yaşıyorsa öyle yaşa" diye azarlamıştı bir keresinde. çelişkili, çelişkisiz.
hem sonra babam özür de dilemişti.
son altı ay içinde hayat akışına dair üzerime zımbalanan tüm planları tamamıyla değiştirecek kararlar aldım. bütün soyut melekeleri alçıya aldık. ben ve yeni kırmızı çizgilerim. ve ben bundan böyle kimseye bana kendini tanıtma fırsatı vermeyeceğim.
ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin önünden her geçişimde, oradan herhangi biriyle etrafımdaki insanlardan daha iyi anlaşabileceğimi düşünmeye başladım. on dokuz yaşıma girdim ve genel kanıya inat -her şeyi anlıyorum ve bu beni öldürecek yaşıdır on dokuz- bilmediğim ve bu toylukta anlayamayacağım pek çok şey olduğunu tam da şimdi idrak edebiliyorum.
üzerime atılan on dokuz akrep için Allah'a hamd olsun.
Ekli dosyayı görüntüle 14999