M
Çevrimdışı
İbnu'l Kayyım rahimehullah der ki:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Kibir, hakkı kabul etmemek ve insanları küçük görmektir. "Müslim, 91.
Kalpte var olan Allah'ı tazim duygusu ile O'nun büyüklüğüne ve yüceliğine olan iman oranında hak karşısında tevazu gösterilir ve insanları küçümseme terk edilir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Allah, 'hiç kimse birbirine karşı övünmesin, hiç kimse birbirine karşı haddi aşmasın' şeklinde bana vahyetti. "Müslim, 2865.
İbn Kayyım rahimehullah'in hak için gösterilen tevazu, tevazunun çeşitleri, hak karşısında kibirlenen insan sınıfları hakkında çok değerli sözleri bulunmaktadır: "Din için tevazu göstermek, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in getirdiği şeylere boyun eğmek, teslim olmak, râm olmaktır. Bu da şu üç şeyle gerçekleşir:
a- Alemde cari olan ve makul, kıyas, zevk ve siyaset olarak adlandırılan dört muhalefet noktasından hiçbirinin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in getirdikleriyle çelişmemesi.
Birincisi -kibirli kelamcılardan oluşan- sapmış, akıl yürütmeleri sonucu ulaştıkları fasit sonuçlarla vahyin naslarına aykırı düşmüş olan kimselere ilişkindir. Bu kimseler 'Akıl ve nakil çeliştiğinde aklı önceler; nakli, ya (anlaşılmasını başkasına) havale etmek ya da tevil etmek suretiyle bir kenara bırakırız." derler.
İkincisi -fıkıh müntesibi olan- kibirlilerle ilgilidir. Bunlar da 'Kıyas ve rey naslarla çeliştiğinde kıyası nassın önüne alırız; tevile yönelmeyiz.' derler.
Üçüncüsü -tasavvuf ve zühd müntesibi- sapmış mütekebbirlerle ilgilidir. Bunlar da zevk ile emrin çelişmesi durumunda zevk ve hali önceleyip emre önem vermemişlerdir.
Dördüncüsü de -zalim olan yönetici ve liderler içinde- sapmış mütekebbirlerle alakalıdır. Onlar, şeriat ve siyaset çeliştiği takdirde siyaseti önceleyip şeriatın hükmüne iltifat etmezler.
Bu dört grup kibir ehlidir. Tevazu ise bunların hepsinden kurtulmaktır.
b- Dinin herhangi bir delilini, delaleti fasit, eksik, yetersiz diye veya başka bir delil bundan daha evla diye suçlamamak. Böyle bir durum kendisine arız olan kimse kendi anlayışını itham etsin ve asıl musibetin kaynağının kendisi olduğunu, asıl problemin kendisinde olduğunu bilsin. Nitekim bir şiirde şöyle denmiştir:
"Doğru sözü ayıplayan niceleri vardır
Asıl sorun onun sakat anlayışındadır.
Zihinler o sözden ancak alırlar,
Anlayıp kavrayabilecekleri kadar."
Herhangi bir kimsenin dinin bir deliline ilişkin ithamının hakikati işte bu şekildedir. Yani itham eden kişi, asıl kendisi zihnen bir fasit durum içindedir. Akli ve zihnî açıdan bir gerilik hali yaşamaktadır. Sorun bizatihi delilde değil, aslında zihnin problemli olmasındadır.
Dinin delillerinden sana sorunlu gelen ve anlamakta zorlandığın bir şey olursa, bil ki o delil muazzam ve şerefli bir delil olmasından ötürü kendisini sana açmamakta ve altında bir ilim hazinesi barındırmaktadır. Ama sen henüz kendinle ilgili olarak o hazinenin anahtarlarına mazhar kılınmamışsındır.
Başkalarına ilişkin olarak ise, edeceksen insanların vahiy naslarına dair görüşlerini itham et! O görüşleri reddetmek, nasları reddetmek yanında senin için daha basit olmalıdır. Böyle yapmıyorsan şayet, her ne olursa olsun sen hiçbir şey üzerinde değilsin demektir. Bu konuda alimler arasında hiçbir anlaşmazlık yoktur.
Şâfii rahimehullah şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünneti kendisine ayan beyan olan kimsenin bu sünneti herhangi bir kimsenin görüşünden ötürü terk etmesinin helal olmayacağı konusunda Müslümanlar icma etmişlerdir."
c- İç dünyasında, diliyle, fiiliyle ve içinde bulunduğu haliyle nassa aykırılığa kesinlikle bulaşmaması. Bilakis kişi böyle bir muhalefeti hissederse, bu durum zinaya, içki içmeye ve adam öldürmeye yeltenen kimsenin muhalefet edişine benzer. Hatta bu muhalefet Allah katında daha tehlikelidir. Münafıklığa davet eden bir muhalefettir ki büyükler ve imamlar kendileri hakkında böyle bir muhalefet konusunda endişe duymuşlardır."(Medaricu's-Salikin)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Kibir, hakkı kabul etmemek ve insanları küçük görmektir. "Müslim, 91.
Kalpte var olan Allah'ı tazim duygusu ile O'nun büyüklüğüne ve yüceliğine olan iman oranında hak karşısında tevazu gösterilir ve insanları küçümseme terk edilir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Allah, 'hiç kimse birbirine karşı övünmesin, hiç kimse birbirine karşı haddi aşmasın' şeklinde bana vahyetti. "Müslim, 2865.
İbn Kayyım rahimehullah'in hak için gösterilen tevazu, tevazunun çeşitleri, hak karşısında kibirlenen insan sınıfları hakkında çok değerli sözleri bulunmaktadır: "Din için tevazu göstermek, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in getirdiği şeylere boyun eğmek, teslim olmak, râm olmaktır. Bu da şu üç şeyle gerçekleşir:
a- Alemde cari olan ve makul, kıyas, zevk ve siyaset olarak adlandırılan dört muhalefet noktasından hiçbirinin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in getirdikleriyle çelişmemesi.
Birincisi -kibirli kelamcılardan oluşan- sapmış, akıl yürütmeleri sonucu ulaştıkları fasit sonuçlarla vahyin naslarına aykırı düşmüş olan kimselere ilişkindir. Bu kimseler 'Akıl ve nakil çeliştiğinde aklı önceler; nakli, ya (anlaşılmasını başkasına) havale etmek ya da tevil etmek suretiyle bir kenara bırakırız." derler.
İkincisi -fıkıh müntesibi olan- kibirlilerle ilgilidir. Bunlar da 'Kıyas ve rey naslarla çeliştiğinde kıyası nassın önüne alırız; tevile yönelmeyiz.' derler.
Üçüncüsü -tasavvuf ve zühd müntesibi- sapmış mütekebbirlerle ilgilidir. Bunlar da zevk ile emrin çelişmesi durumunda zevk ve hali önceleyip emre önem vermemişlerdir.
Dördüncüsü de -zalim olan yönetici ve liderler içinde- sapmış mütekebbirlerle alakalıdır. Onlar, şeriat ve siyaset çeliştiği takdirde siyaseti önceleyip şeriatın hükmüne iltifat etmezler.
Bu dört grup kibir ehlidir. Tevazu ise bunların hepsinden kurtulmaktır.
b- Dinin herhangi bir delilini, delaleti fasit, eksik, yetersiz diye veya başka bir delil bundan daha evla diye suçlamamak. Böyle bir durum kendisine arız olan kimse kendi anlayışını itham etsin ve asıl musibetin kaynağının kendisi olduğunu, asıl problemin kendisinde olduğunu bilsin. Nitekim bir şiirde şöyle denmiştir:
"Doğru sözü ayıplayan niceleri vardır
Asıl sorun onun sakat anlayışındadır.
Zihinler o sözden ancak alırlar,
Anlayıp kavrayabilecekleri kadar."
Herhangi bir kimsenin dinin bir deliline ilişkin ithamının hakikati işte bu şekildedir. Yani itham eden kişi, asıl kendisi zihnen bir fasit durum içindedir. Akli ve zihnî açıdan bir gerilik hali yaşamaktadır. Sorun bizatihi delilde değil, aslında zihnin problemli olmasındadır.
Dinin delillerinden sana sorunlu gelen ve anlamakta zorlandığın bir şey olursa, bil ki o delil muazzam ve şerefli bir delil olmasından ötürü kendisini sana açmamakta ve altında bir ilim hazinesi barındırmaktadır. Ama sen henüz kendinle ilgili olarak o hazinenin anahtarlarına mazhar kılınmamışsındır.
Başkalarına ilişkin olarak ise, edeceksen insanların vahiy naslarına dair görüşlerini itham et! O görüşleri reddetmek, nasları reddetmek yanında senin için daha basit olmalıdır. Böyle yapmıyorsan şayet, her ne olursa olsun sen hiçbir şey üzerinde değilsin demektir. Bu konuda alimler arasında hiçbir anlaşmazlık yoktur.
Şâfii rahimehullah şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünneti kendisine ayan beyan olan kimsenin bu sünneti herhangi bir kimsenin görüşünden ötürü terk etmesinin helal olmayacağı konusunda Müslümanlar icma etmişlerdir."
c- İç dünyasında, diliyle, fiiliyle ve içinde bulunduğu haliyle nassa aykırılığa kesinlikle bulaşmaması. Bilakis kişi böyle bir muhalefeti hissederse, bu durum zinaya, içki içmeye ve adam öldürmeye yeltenen kimsenin muhalefet edişine benzer. Hatta bu muhalefet Allah katında daha tehlikelidir. Münafıklığa davet eden bir muhalefettir ki büyükler ve imamlar kendileri hakkında böyle bir muhalefet konusunda endişe duymuşlardır."(Medaricu's-Salikin)