Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Korsan Yayın - İslami Eserlerde Kul Hakkı Olmaz

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Dini (İslami) Eserlerde Kul Hakkı Olmaz

İslami Eserlerin Korsanlarında (yan sanayilerinde) Kul Hakkı Olmaz

images
images


images


İslami eser olması ve aslına sadık kalınması şartıyla; Kitab, Kaset, Cd, Mp3 gibi dökümanları, Orijinalı pahalı olduğu veya bulunamadığı vb. sebeblerden dolayı, satın alamayanların, Korsanlarını (yan sanayi) alabilirler (indirebilirler vs.) .

İslam dininde tebliğ bir vazifedir. "Emr-i bil maruf ve nehy'i ani'l munker" emri gereğince insanları bilgilendirmek , tebliğ yapmak, İslami açıdan şevk ve zinde tutmak gibi meşru kasıtlarla kitap, cd tarzı yazılı ve görsel yayımların dağıtılmasında bir beis yoktur.

İslami eserleri; sanatçı , yazar gibi kişiler "Her hakkı mahfuzdur"; "Kul hakkıdır , helal etmiyorum" vs gibi duygusal ajitasyon içerikli cümlelerle engelleyemez, hele tağutun mahkemelerine baş vurarak veya onun kanunlarına sırtını dayayarak (sığınarak) korkutamaz, cezalandıramaz!
Kul hakkına girebilmesi için, veya iddiasının geçerlilik kazanabilmesi için önce "Hakkı" olması gerekmektedir.
Kul ise; maddiyattan önce dinin tebliği ve insanların o eserle istifade ederek amel etmesinden dolayı kendisine de gelecek sevabı için teşvik edici bir yol izlemelidir.
Çünkü yazan, oynayan-izlenen, anlatılan argümanlar, dini bilgilerin aslı , kendisinine ait değil , İslam dinine ait dökümanlardır! Kendi hayatından bir sahne, vakıa gibi düşünerek para kazanma yoluna gidip yasak koyamaz, tekel oluşturamazlar. Zaten böyle bir hakları da yoktur.
Bu sanatçılar, yayımcılar; yayımladıkları eserleri, asıl anlatan, yaşayan, açıklayan ve konunun meydana gelmesini sağlayan kimselere (çoğu ölmüş kimselerdir) sormadan, izin almadan hatta alamadan, bunları derleyip bir kitap veya Cd'de toplayarak geçim endişesiyle piyasaya sürerek altına da "kul hakkıdır , haramdır, yasaya aykırıdır" vs tehditvari sebeblerle kendisinden başkasına tebliğ amaçlı yayılmasını, çoğaltıp dağıtmasını engelleyemez. Hele İslam düzeninin hakim olduğu bir yerde, bu şekildeki "Din tacirlerine" kesinlikle musade edilmez.

Dinimiz belli kesimlerin değil , fakir-zengin, alim-avam, türk-kürt, arab-rum vs tüm insanların dinidir.
Parası olanların alabileceği, parası olmayanların cahil kalmasına, şirk işlemesine ve yahut tebliğin ulaştırılmamasına izin vermez. Asıl bunu engelleyenlerin cezalandırılmasını sağlar.
Rasulullah s.a.v. şöyle buyurmuştur :
Hikmet (İlim) mu'minin yitik malıdır. Nerede bulsa alır.
(Tirmizi, İlim 19)

Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki :
"
Ameller ancak niyetlere göredir" buyurdu.
(Buhârî, Bedu'l- Vahy, 1; Muslim, İmâre, 155)

Ayrıca yayınların üzerinde bulunan "Telif hakkı" kavramı ne selef ne halef döneminde olmayıp son asırlarda batı'da kapitalist zihniyetin etkisiyle oluşmuş bir kavramdır.

Şu anda İslam dünyası, kapitalist kanunlarıyla yönetildiği için bu sistem uygulanır. Halbuki İslam dini bunu red eder. Çünkü, alim, yazar, düşünür, üretkenler bir şey ortaya atarlarsa ve insanların ellerine ulaşırsa diğerlerin bunları tekrar yazmaları ve yapmalarını engelleyemezler. Bu hakka sahip değiller.
Zira, ilim ve benzeri sahibinden çıkıp diğerlere ulaşırsa kendi mülkünden çıkmış olur. Herkes bunu alabilir, başkalarına verebilir. Fakat, yayınlanmazsa veya piyasaya çıkartmazsa kendisinde kalırsa kimse onu yayınlayamaz. Çünkü, o kitap, neşriyat, kaset ve CD onun şahsi mülküdür.
Fakat, satın alan kimse başkalarına satabilir, basabilir ve kaydettirebilir. Çünkü, alınan şey satın alanın mülküdür. Mülk edinen kimse mülkünde istediği şekilde tasarruf edebilir.
"Ben bir kitap alırsam bu kitap benim mülküm olur. Onu istediğim kimseye satabilirim, fotokopisini yaptırabilirim."
Kaset, CD vs. aynı durumdadır. Çünkü, satış ve mülkiyetle ilgili Şeriatın hükümleri; bir kimse herhangi bir şey satın alırsa, miras kalırsa, hediye veya hibe olarak bir şey elde edinirse, o şey mülk edinenin olur. İstediği şekilde onunla ilgili her tasarruf hakkına sahib olur.

Satıcı, satın alana veya mülk edene onu bir daha basamazsın veya kayıt ettiremezsin şartı koşamaz. Bu şart batıldır. Çünkü, şartlar Şer’i hükme aykırı ise koşulmaz, koşulursa da ona uyulmaz.

Rasulullah (s.a.v.) “
Müslümanlar, şartlarına bağlı kalırsa ona uymazlar (Buhari, Tirmizi, Abu Davud)
Kimse bunu basıp çoğaltamaz ve satamaz şartı, şartı koşan kimse, helalı haram kılıyor. Bu nedenle, bu şart batıldır.

Ayrıca başka bir hadiste Allah rasulu (s.a.v.):
"
Allahın kitabında olmayan her şart batıldır"
(Buhârî, Mukâteb, 3; Muslim, Itk, 8; en-Nesâî, Talâk, 31, Buyû', 85) buyurmuştur.

Maddiyatçılık akımı ile son asrın vebası haline gelen para kullarının icadı olan bu yasak koyma (telif hakkı) kanunu, belli bir ilim ve sanat eseri meydana getiren bir kimsenin "artık bu eseri tekeline alıp kendisinden izinsiz çoğaltılmasına müsade etmemesi" diye bir hadise günümüze kadar sözkonusu değildi.

İslam'a göre alışverişin 5 ruknu vardır:
1- Bay'i, (satıcı),
2- Muşteri, (alıcı),
3- Musmen, (satılık mal),
4- Semen, (satılan malın bedeli),
5- Siga, (icab ve kabul)

Bu beş ruknun veya bunlardan birkaçının ya da birinin eksik olması halinde yapılan bir alış veriş, İslam hukukuna göre sahih değildir.

Bu rukunlerden her birinin de kendine has bir takım şartları vardır. Uzun olmasın diye bu şartları tek tek açıklamayacağım. Bunun için sadece 3. ruknun, yani musmen dediğimiz satılık malın üzerinde durmak gerekmektedir.
"Satılık mal" demek fıkıh kitaplarımıza göre elle tutulan, gözle görülen yararlı bir meta demektir.
Şayet bir şey elle tutulup gözle görülmüyorsa, faydalı da değilse fıkhen buna mal denilmez. Ed-Durru`l-Munteka, İbnu Abidin ve diğer Hanefi fıkıh kitablarının tümü bunu böylece ifade etmektedirler.
"Şuf'a Hakkı" bunlardandır. Mesela birinin bir arsada sizinle ortaklığı veya komşuluğu vardır, sizin kendi hissenizi yada arsanızı satmaya kalkışmanız halinde (öncelikli olarak) o ortağınızın veya komşunuzun mudahele edip sattığınız arsanın bedelini vererek onu satın alma hakkı vardır ki buna Şuf'a Hakkı denir.

İslam`a göre Şuf'a hakkı satılmaz.

Yani Şufa Hakkına sahib olan bir kimse, bu hakkını bir başkasına satamaz. Çünkü hukuki mucerrededendir, elle tutulup gözle görülmeyen bir haktır.
İşte telif hakkı da bu kabil haklardandır. Elle tutulup gözle görülmeyen bir haktır. Bir kitap, satılabilir. Ben başkasının yazdığı bir kitabı veya kendi yazdığım bir kitabı, elle yazmak suretiyle kopye etsem, istinsah etsem; o kopyeyi, o nushayı başkasına satabilirim. Burada satış sözkonusudur.
Çünkü orada elle tutulan gözle görülen bir mal vardır. Ama telif hakkı dediğimiz şey, yukarıda tarifi geçen hukuku mucerrededendir ve onun satışı olamaz. Çünkü bu, mal tarifi içine giren birşey değildir.
Buna göre ben, elimde bulunan herhangi bir eserin fotokopisini çektirebilir veya tab ettirebilirim. Çünkü benim elimde bir kitap vardır ve ben o kitabın maliki olduğum için kendi malım olan bu kitabı istediğim usulle çoğaltabilirim.
images
el.jpg
images


Böylece "vergi" ve "Bandrollü ürün" (Her ne kadar Bandrolunde korsanı yapılıyor olsada) aldatmacasıyla tağuti rejime açıktan (mali) destek verenlere katılmamanın doyumsuz hazzına ulaşırım.

Ticarette Kul hakkı, ancak aslının kişinin kendisine ait olan, (dini olmayan) işlerde geçerlidir.

İslam dini İmamın parayla namaz kıldırmasını, Kur'an öğretmesini bile yasaklamışken, tebliğ unsuru olacak yayınları ticarete alet eden tüccarlara(!) fırsat vermez!

images
images
images


Konuyla İlgili Deliller

Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki :
"
Kur'ân-ı Kerîm'i tilavet ediniz. Fakat karşılığında ucret alıp menfaat sağlamayınız. (yemeyiniz)"

(Ahmed b. Hanbel, III, 428, İbn Ebî Şeybe, Musannef, II, 292).

Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki :
Kim Kur’an okur da onun vesilesiyle insanların mallarını yerse, kıyamet günü yüzü etten soyulmuş bir kemik halinde gelir."
(İbn Ebî Şeybe, Musannef, II, 292; Beyhakî, es-Sunenu’l-Kubrâ, II, 532; Ebû Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, IV, 199)

Nebî (s.a.v.)'in, Amr b. Ebî'l-Âs'a vasiyet edip, yerine getirilmesi istediği şeylerin sonuncusu şu olmuştur:
"
Eğer sen muezzin edinilirsen, muezzinlikten dolayı bir ucret alma"

(Tirmizî, Salât, 41; Nesâî, Ezan, 32; İbn Mâce, Ezan, 3; Ahmed b. Hanbel, Musned, IV, 217).

Ubey b. Ka'b (r.anh)'dan rivayet edildiğine göre, kendisi bir adamı okutmuş, O da kendisine buna karşılık bir yay vermiştir. Ubey bunun hükmünü Allah Rasulunden sorunca o şöyle cevap vermiştir:
"Âllah'ın sana kıyamet gününde ateşten bir yay ve halka vermesini arzu eder misin?"
Ubey'in "Hayır" demesi üzerine "Öyleyse onu geri ver" buyurmuştur.

(Ebu Dâvud İcâre, 1; İbn Mâce, Ticârât, 8; Bedâyiu's-Sanayi ; IV, 191).

Osman b. Ebi’l-As da şöyle demektedir:
“Allah Rasulu (s.a.v.) bana ezan okuması karşılığında ücret taleb etmeyen bir muezzin tutmayı tavsiye etti.

(Bu hadis dört Sunen’de benzer lafızlarla rivayet edilmektedir: Ebû Davud, Salât, 39; Nesaî, Ezan, 32; Tirmizî, Salât, 41; İbn Mâce, Ezan, 3)

Kâsanî, Osman b. Ebi’l-As’a Allah Rasulu (s.a.v)’in ezan okuması karşılığında ücret talep etmeyen bir muezzin bulmasını tavsiye ettiği hadisle alakalı şöyle demektedir:
Çünkü ezan, kamet, namaz ve Kur’an-ı Kerim okutmak karşılığında ücret almak insanları cemaatle namaz kılmaktan, Kur’an-ı Kerim ve ilim öğrenmekten uzaklaştıran başlıca nedendir.
(Kâsânî, Bedaiu’s-Senaî, Beyrut, 1997, VI, 14)

Zira ücretin ağırlığı insanları ibadet yapmaktan alıkor. Allah Teala şöyle buyurarak bu meseleye işaret etmektedir:
“Yoksa sen onlardan (tebliğ görevine karşılık) bir ücret istiyorsun da, onlar borçtan bir yük altında mı kalmışlardır?”
İslam’ın emirlerini tebliğ eden Allah Rasulu ile alakalı Kur’an-ı Kerim: “
Halbuki sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun." (Yusuf 104)” buyurmaktadır.

"
De ki : Ben sizden herhangi bir ücret istemem, O sizin içindir. Benim ecrim ancak ALLAH'a aittir. O, her şeye şahiddir" (Se'be 47)

"
De ki: "Ben, buna karşı sizden bir ücret değil, ancak Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler (olmanızı) istiyorum." (Furkan 57)

Nasıl Allah Rasulu tebliğ vazifesini meccanen
(karşılıksız) yaptıysa Onun; “burada olanlar olmayanlara tebliğ etsin” emrine muhatab olan ummeti de dini mesaili hasbi olarak yürütmekle mükelleftir. (Kâsânî, Bedaiu’s-Senaî, Beyrut, 1997, VI, 14).
Selef ulemasının önemli bir bölümü Kur’an-ı Kerim öğretme karşılında ücret almanın caiz olmadığı görüşündedir. Zuhrî’ye göre öğretme karşılığında alınan bedel mekruhtur. Ebû Hanife ve talebelerine göre ise caiz değildir. (Aynî, Umdetu’l-Kârî Şerhu Sâhihi’l-Buhârî, Beyrut, 2001, XII, 135).
Nitekim Hanefî fakihlerden el-Hakimu’ş-Şehid (v. 334/945) “el-Kâfî” adlı mudevven eserinde: “Kişinin çocuğuna Kur’an-ı Kerim fıkıh, feraiz öğretmesi ya da ramazanda onlara imamlık veya muezzinlik yapması için ilim sahibi birisini parayla tutması caiz değildir.” demektedir. (Aynî, el-Binaye, Beyrut, 2000, XII, 135)
Merğinanî ve İbn Humam’a göre insanların, Kur’an öğretmek gibi dini vazifeler karşılığında ücret almaları caiz değildir. (Merğinanî, el-Hidaye Şerh-u Bidayeti’l-Mubtedî, Beyrut, ty., III, 235).



Dini Olmayan Eser ve Programların (Sahibi Kâfir Olsa Bile) Kopyalanması Haramdır!


1708533048353.png

"İslam'i eserlerde olmuyor" istisnası gelmiş ise, İslami olmayan eserlerde kul hakkı vardır ve caiz değildir.
Fakat mevcud konularda, Ticâri kaygıyla bir emek sarf edilerek üretilen; tek el olma (rekabetin, alternatifin olmaması) hasebiyle, şirketlerin istediği yüksek fiyatta satılarak tüketicilerin istismar edilmesinden dolayı; bir kişi fiyatının aşırı yüksek olması sebebiyle, bu tür (kullanılması aslen haram olmayan) programların (İslam'i olmayan eser, yazılım, program vb. gibi eğer şifreleri açık halde ise sorun olmayabilir) kullanılması (ticarete dökmeden, kullanmak için sadece bir tane) durumunda, Allah (c.c.)'nin afv edebileceğini umuyorum.

Aynı ürünün (düşük fiyatta - piyasa şartlarına uygun) alternatifi var, ve fiyatı da mâkul ise; şifresi meşru olmayan yollardan temin edilen bu tür programların kullanılması kesinlikle câiz görmüyorum, haramdır.
Velev ki ürünün sahibi Yahudi, hırıstiyan, muşrik, kâfir, laik de olsa, câiz olmaz. Çünkü "kul hakkı" denmiştir, musluman hakkı denmemiştir.

Evet zamanımızda, bilhassa muslumanların genelinin dini yaşamlarına gösterdikleri hassasiyet ve maddi durumlarının olumsuzluğu gibi şartların etkisiyle, nefsinin kendisine "sahibi kâfir, ganimet, enayi miyim vs" çeşitli fısıldamalarla yaptığı usulsuzluğe kılıf arama yollarına, 'ferdi fetvalara' yöneltmektedir. Halbuki bu kişilerin uygulamaları ve düşünceleri batıldır, samimi değildir. Bu kişiler, aynı kâfirin dükkanında kimse olmasa; kapısı, kasası açık olsa girip bir şey (ç)almayı câiz görmez!

Bu konuda mu'min izlemesi gereken ve uyması gereken kaide aşağıdaki hadis-i şerifler olmalıdır:

İyilik, ahlâkın güzelliğidir. Günah ise, kalbinde rahatsızlık uyandıran ve başkalarının muttalî olmasından hoşlanmadığın şeydir.”

(Muslim, Birr 14-15; Tirmizî, Zuhd 40, hadis no: 2497; Dârimî, Rikak 73, hadis no: 2792)
İyilik, ruhunun yatıştığı (mutmain olduğu) şeydir. Kötülük ise, insanlar sana fetvâ verseler de, içini tırmalayan ve göğsünde tereddut duyduğun şeydir."
(Ahmed bin Hanbel, 4/227; Dârimî, Bûyu’, 2, hadis no: 2536)

Nevvâs bin Sem’an (r.anh) şöyle dedi: ‘Rasûlullah (s.a.v.)’a iyilik ve günahtan sordum da şöyle buyurdular:
İyilik (birr), ahlâkın güzel olmasıdır. Günah ise, kalbini tırmalayıb, insanların da muttalî olmasından hoşlanmadığın şeydir...”

(Muslim, Birr 5; Tirmizî, Zuhd 52; Ahmed bin Hanbel, IV/182, 227, V/251, 252, 256)
Vâbisa bin Ma'bed (radıyallâhu anh) diyor ki, birgün Rasûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in huzûruna varmıştım. Bana:
“–İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu.
–Evet, dedim.
O zaman şunları söyledi: “–
Kalbine danış. İyilik, kalbin uygun gördüğü ve yapılmasını tasdik ettiği şeydir. Günâh ise içini tırmalayan ve başkaları sana «Yap!» diye fetvâlar verseler bile, içinde şüphe ve tereddut uyandıran şeydir.”

(İbn-i Hanbel, IV, 227-228; Dârimî, Buyû, 2)
images
images
images
images

*****************************
D. Ali Erzincanlı korsanlara 'helal' etti
images

Albümlerinizin de korsanları çıkıyor mu? Yoksa dinleyicileriniz korsana karşı duyarlı mı?
Albümlerim korsanı var ama çok değil. Bazen korsan albümlerimi imzaladığım da oluyor. İnternete bir bakıyorsunuz bütün parçalarınız mevcut. İnsanlar birbirine 'Allah razı olsun' diyerek albümleri paylaşıyor. Bugün biz bir albümü çıkaracak kadar ekonomik güce sahibiz. O yüzden şahsım adına korsan albümümü alanlara bütün hakkımı helal ediyorum. Gelecek yıl En Sevgiliye 9'u çıkardığımda üç bin tane hediyelik promosyon bastıracağım. Daha sonra albümümü ücretsiz olarak internet siteme koymayı düşünüyorum.

D. Ali Erzincanlı korsanlara 'helal' etti YAŞAM haberler haberleri haberi haber- Haber7 haber7.com - Güncel Haberler, Son dakika haberleri - Bu noktada haber var

Nihat Hatipoğlu

KORSAN CD'LERİMİ İMZALIYORUM
Neden?
Korsan yayıncılığın yanında değilim ve tamamen karşıyım. Ama benim durumum daha farklı, bir kişi bile programımı izliyor ya da kitabımı okuyup etkileniyorsa bu çok olumlu bir şeydir. Bu yüzden önüme korsan CD geldiğinde `niye getirdiniz?` diye sormam. Bir insana fayda sağlayacaksa imzalarım. Benim CD`lerimi çoğaltıp benden helallik isteyen yüzlerce insan olmuştur. Hiçbirine `Helal etmiyorum` demedim. Hatta bundan dolayı da CD`lerimi çıkartan firmayla da sorun yaşadım.
Doğal...
Serzenişte bulunmuşlardır. Çünkü ben bunları radyoda da söylüyorum. Lütfen bunları çoğaltın ve dağıtın diyorum.
Haberler, Haber, Son Dakika Haberler, Gazeteler - Yeni Şafak"]Oruç tutmayan da beni izleyecek - 02.09.2008 - Pazar - Yeni Şafak
******************************
İlgili Konu :


Kafirin Kul Hakkı ve Kul Hakkının Çeşitleri?


Kul Hakkı Nedir, Nelerdir?
 
Ö Çevrimdışı

Ömer Hattab

Üyeliği İptal Edildi
Banned
selamun aleykum

mürşid diye bir program vardı onu kurarken hakkımızı helal etmiyoruz diye birşey yazmışlar ozaman onu almamakmı gerek korsan olarak?
 
B Çevrimdışı

bayf

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
ESSELAMU ALEYKUM
kardes bende bu konu ile ilgili delil ariyordum ALLAH senden razi olsun aynen alip bi kesim insanla paylasacagim INSALLAH
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
İHTİLAFLARI ORTADAN KALDIRAN HADİS


Ebu Amir ya da Ebu Malik el-Eş’ari (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Ümmetim arasında fercleri, ipeği, şarabı ve çalgı aletlerini helal kabul edecek bir topluluk olacaktır. Ve birtakım kimseler bir âlemin yakınına konaklayacaklar. Kendilerine ait davarlarla yanına gidecek, bir ihtiyacı sebebiyle onlara varacak. Onlar ona:
−Bize yarın tekrar gel diyecekler. Yüce Allah geceleyin onlara hükmünü geçirecek ve âlemi koyacak, diğerlerini ise tanınmaz hale çevirerek kıyamet gününe kadar maymunlara ve domuzlara dönüştürecektir’ buyurdu.”
Buhari



 
A Çevrimdışı

amel

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Arkadaşlar yerimi bilmiyorum ama ama aklıma gelmişken söyliyim dedim. benim pc de hiç korsan program yok hep alternatif yada win7 yi 60 gün süreli kullanıp format atıyom bir şey olmaz dimi? Yani demek istediğim ben mesala photoshop yada corel kullanmam gerekiyo ama alternatifler hiç iyi değil ben bunun korsonını kullansam birşey olur mu?
Yazıyı baştan sona okudum benim anlamadığım bu sadece islami içeriğe sahip olanlar için mi yoksa dediğim gibi diğerleri de geçerli mi? Tam net bir cevap verebilirseniz çok iyi olur ?
ALLAH (c.c.) hepinizden razı olsun, ALLAH a emanet olun.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Arkadaşlar yerimi bilmiyorum ama ama aklıma gelmişken söyliyim dedim. benim pc de hiç korsan program yok hep alternatif yada win7 yi 60 gün süreli kullanıp format atıyom bir şey olmaz dimi? Yani demek istediğim ben mesala photoshop yada corel kullanmam gerekiyo ama alternatifler hiç iyi değil ben bunun korsonını kullansam birşey olur mu?
Yazıyı baştan sona okudum benim anlamadığım bu sadece islami içeriğe sahip olanlar için mi yoksa dediğim gibi diğerleri de geçerli mi? Tam net bir cevap verebilirseniz çok iyi olur ?
ALLAH (c.c.) hepinizden razı olsun, ALLAH a emanet olun.

Kardeşim sadece İslami eserlerde Kul hakkı yoktur. Kafirin eserlerinde kul hakkı (vebal) mevcuttur. Rabbim bizleri bağışlasın.
 
Mukim Çevrimdışı

Mukim

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Bismillah velhamdulillahi Rabbilalemin ves-salatu ves-selamu ala nebiyyina Muhammed s.a.v. ve ala alihi ve sahibi ecmain.
Emma ba’d (şöyle ki)

Bu yazının amacı bir yanlışı ortaya koymaktır. ABDULHAK ve Abdulmuizz kardeşlerime karşı sevgi ve saygımı belirtmek istiyorum. Yazılarından zaman zaman istifade ediyorum. Fakat çok çalışanların hataları kaçınılmaz olabileceği gibi bir muteallimin her konuda bilgi sahibi olması veya her konuda ilim tahsil görüyor olmasıda mümkün değil. Bu yazılara reddiye yazarken İslami edeb kurallarına uymak durumundayız. Ve ancak bu şekilde birbirimize söz anlatabilir, bilgi paylaşabiliriz. Aksi takdirde inatlaşma, kibirlenme ve gurur girer işin içine ve bundan dolayı konu ‘ilmi’ olmaktan çıkar.

Mesele şöyle ki: ABDULHAK dini eserleri sahibinden izinsiz kopyalamanın ve internetten izinsiz indirmen caiz olduğuna hükmediyor, fetva veriyor. Ayrıca telif hakkı diye bir kavramın İslamda yeri olmadığını söylemekte. Evvela bu fetvanın doğru olması için dayandığı delillerin sağlam ve konuyla alakalı olması gerekir. Bu yazımızda biz bunu yaptık. Fetva’nın bütün delillerini ve argümanlarını tahlil ettik. Vardığımız sonuç bu fetva’nın doğru olmadığı yönündedir. Ayrıca sahibinden izinsiz eser kopyalamaya veya internetten izinsiz indirmeye bu şekilde ve bu delil/argümanlarla fetva verilemeyeceğini bu yazımızda belirtmek isteriz.


ABDULHAK şöyle diyor:
“İslam dininde tebliğ bir vazifedir. "Emr-i bil maruf ve nehy'i ani'l munker" emri gereğince insanları bilgilendirmek , tebliğ yapmak, İslami açıdan şevk ve zinde tutmak gibi meşru kasıtlarla kitap, cd tarzı yazılı ve görsel yayımların dağıtılmasında bir beis yoktur.“


Evvela ABDULHAK kardeşin bahsettiği Emr-i bil maruf ve nehy’i ani’l munker terimine açıklık getirmeliyiz konuyu daha iyi anlamak için. Bu terimin manasını anlamak önemli çünkü bu fetvanın hemen hemen direğidir. Bu ‘terim’ ayrıca İslam’da çok önemli bir yere sahiptir. Kur’an ve hadislerde çeşitli yerlerde buna dikkat çekilmektedir.
Bu cümlenin içinde iki kelime çok önemli. Birincisi el-maruf ve ikincisi el-munker. Bu iki kelimenin lügavi ve ıstılahi manası vardır ve biz bunları tahlil edecegiz (inşeAllah). El-maruf’un lugavi manası bir kisinin bir örfü hayır (yani iyi) olarak bilmesi ve o konuda kalbi mutmain olması demektir. Bu kelimeye cümle yapısına göre değişik manalar verilir. El-munker’in lugavi manası ise örfe (yani iyi bilinen geleneğe) karşı olan bir fenomen. Bunu şu şekilde açıklayanlarda oldu kanunen (veya halk nezdinde genel olarak kabul edilen) yasak, çirkin ve tehlikeli şeyler. (lisanul-arab)

El-maruf’un ıstılah anlamı ise “Allah’a itaat ve ona yaklaşmak için yapılan ve halk nezdinde böyle bilinen herşeye" bu isim verilir. Ayrıca insanlara iyilik etmek ve şeriatın her yüklediği görevde yerine getirmekte bu kelimenin ıstılah anlamın kapsamına girer. (ibn ethir, en-nihaye). El-munker’in ıstılah anlamı ise şeriatin her çirkin gördüğü, yasakladığı ve nehyettiği şeylere denir. (a.g.e.)
El-emru bil marufi ven-nehy-i anil-munker’e bir çok anlam verilmiş fakat biz İmam Curcani’nin verdiği anlam ile yetinelim çünkü bu bir çok anlamı kapsıyor ve bir çok eserde zikrediliyor. El-emru bil-maruuf: kurtuluşa ve hak yolun gösterdiği hedefe doğru rehberlik etmek (irşad etmek) demektir. Ven-nehyu anil-munker: şeriata muhalif olan herşeyi engellemek veya mani olmak demektir. Ve ayrıca deniyor ki emri bil maruuf ‘hayra veya iyiliğe rehberlik etmek’ ven-nehyi anilmunker ise ‘şerr olan şeylere mani olmak’ manalarını taşıyor.

Bu önemli cümle Kur’an-i kerim’de bir çok yerde geçer ve ne anlamda kullanıldıgı çok net anlaşılıyor. Bakınız mesela: Ali-Imran 104, Tevbe 71, El-Maide 80-78, hud suresi 116, Araf suresi 165. Hadislerde de geçiyor ve hemen hemen ayetlerde kullanıldığı anlamlarda kullanılıyor. Bunun izahata gerek olmadığını düşünüyorum çünkü herkes rahatlıkla ayetleri bağlamından koparmadan okursa emr-i bil maruuf ve nehyi anil munkeri anlar. Burada asıl sorulması gerekilen: ilim tahsil etmeyi emr-i bil-marufu ve nehyi anil-munkeri kapsamında ele almak dogru mu? Çünkü kitap okuyan kişi ilim tahsil ediyor demektir.

Denilebilir ki emri-bil maruf ven-nehyi anil-munker sosyal hayatla alakalı bir mesele. Yani bir Müslüman birisine “Namaz kıl, oruç tut, akrabalarınla aranı iyi tut” derse emri-bil maruf yapmış olur. Ve aynı kişi “zina etme, içki içme” ve hatta zalim bir hükümdarın yanında hakkı söylerse ven-nehyi anil-munker yapmış olur. Bunu yapan kişiye genelde davetçi denir. Bunları söylemek için sadece bunları bilecek asgari ilim lazım (fazlasına veya detaya gerek kalmadan). Bir konudada olsa Alim olma şartı aranmaz davetçide, yani bir müellifin yazmış olduğu eserin tamamını okuma şartı aranmaz. Davetçi sadece dinin görevlerini (farzlar, vacibler, sünnetler) emretmekle görevli ve dinin yasakladığı (haramlar, mekruhlar) şeylerinde yapılmasına mani olması gerekli. Bu farzları, haramları vs. bilgileri elde etmek için çok kitap okumaya gerek yok. Sahabiler nitekim çok kitap okumuş insanlar değildi fakat emri-bil-maruf ven-nehyi anil munkeri’de bizim için Allah Rasulu (s.a.v.) ve diğer Peygamberlerden sonra güzel örnekleri vardır. Emri-bil maruf ve nehyi-anil munker kitaplardan ziyade vaazlardan daha iyi öğrenilir kanaatimce. Kitaplar daha çok ilmi konular içerdiği için onları pratikte uygulamak zor olur. Hele ki İslamla yeni tanışmış birisi ise eğer. Dolayısıyla bir kişinin ilim tahsil etmek için kitap okuması el-emru bil-maruf ven-nehyi anil-munker kapsamında ele alınamaz çünkü bu ilim tahsil etme anlamına gelir.

Farz edelim ki ilim tahsil etmek emri bil maruf'dur. O halde dahi izinsiz kitap indirilmesine izin verilemez. Çünkü davet etmek için günah işlemek insanların hakkını yemek (aşağıda delilleri verilecektir) caiz olan bir davranış değildir. Bu aksine davete zarar verir. Dolayısıyla ABDULHAK’IN ilk sözü reddedilmesi gerekilir.

ABDULHAK sonra diyor ki:
“İslami eserleri; sanatçı , yazar gibi kişiler "Her hakkı mahfuzdur"; "Kul hakkıdır , helal etmiyorum" vs gibi duygusal ajitasyon içerikli cümlelerle engelleyemez, hele tağutun mahkemelerine baş vurarak veya onun kanunlarına sırtını dayayarak (sığınarak) korkutamaz, cezalandıramaz!
Kul hakkına girebilmesi için, veya iddiasının geçerlilik kazanabilmesi için önce "Hakkı" olması gerekmektedir. “

17 ciltlik bir arapça eseri türkçeye tercüme eden kişi niye hak talep edemezsin. Emeklerinin karşılığını niçin bu dünyada beklemesi yasak olsun? Kaldı ki bir alimin veya hocanın ilim öğretmesine karşılık ücret almasına cevaz veriliyorda (deliller aşağıda) biz niçin ‘dini’ eser yazan birisi için veya (Kur’an ve hadis olmayan) ‘dini’ eser tercüme edenin hakkını yok yasaklıyalım?

ABDULHAK devamla diyor ki:
“Kul ise; maddiyattan önce dinin tebliği ve insanların o eserle istifade ederek amel etmesinden dolayı kendisine de gelecek sevabı için teşvik edici bir yol izlemelidir.”

Hem maddiyat hem yaşadığımız ortam kişiyi motive eder. Fakat bu zamanda ikiside eksik ve bundan dolayı hakikatte kimse hayrına 10 ciltik eseri tercüme etmez. Çünkü daha kolay ve daha çok sevap kazanacağımız işler vardır. Bunları tercih eder insanlar. Bu dediklerin özetle fiksiyondan öteye geçmez.

Ve ABDULHAK diyor ki:
“Çünkü yazan, oynayan-izlenen, anlatılan argümanlar, dini bilgilerin aslı , kendisinine ait değil , İslam dinine ait dökümanlardır! Kendi hayatından bir sahne, vakıa gibi düşünerek para kazanma yoluna gidip yasak koyamaz, tekel oluşturamazlar. Zaten böyle bir hakları da yoktur.
Bu sanatçılar, yayımcılar; yayımladıkları eserleri, asıl anlatan, yaşayan, açıklayan ve konunun meydana gelmesini sağlayan kimselere (çoğu ölmüş kimselerdir) sormadan, izin almadan hatta alamadan, bunları derleyip bir kitap veya Cd’de toplayarak geçim endişesiyle piyasaya sürerek altına da “kul hakkıdır , haramdır, yasaya aykırıdır” vs tehditvari sebeblerle kendisinden başkasına tebliğ amaçlı yayılmasını, çoğaltıp dağıtmasını engelleyemez. Hele İslam düzeninin hakim olduğu bir yerde, bu şekildeki “Din tacirlerine” kesinlikle musade edilmez.”

ABDULHAK ilk cümlesinde büyük bir hata yapıyor ve alimlere ait sözlerin İslam dinine ait dökümanlar olduğunu söylüyor. Bu kabul edilemez. Dinin aslı Kur’an ve Sünnet’tir bu konuda kimse ihtilaf etmez. Alimlerin yazdığı eserler hiç bir zaman dine mal edilmedi ve her alim kendi yazdıgı eserin kendine ait olduğunu dine ait olmadığını açıkça mukkadimesinde belirtir. (Mesela Said Nursi gibi bana ihtar edildi demez). Klasik Ulema kendi fikirlerinin veya eserleri kendi izinleri olmadan yayılmasına asla ve hiç bir zaman karşı çıkmamıştır. Malesef bu zamanda çıkanlar var ve bu her ne kadar hoş görülmese bile buna hakları var. Daha öncede belirtildiği gibi yaşadığımız ortam (karmakarışık olaylar, ekonomik dengesizlikler vs.) ve maddiyat (geçim, emek, zaman vs.) ücret istemelerine sebeb oluyor. Ayrıca ‘din tacirleri’ kelimesi ağır bir itham olmakla birlikte sırf din üzerinden insanları sömüren kimselere denir (mesela müridlerini soyup soğana çeviren tarikat şeyhleri vs.). Fakat şeriata muhalefet etmeden kitap yazan kişi yazdıklarına karşılık emeğini istiyorsa buna birşey diyemeyiz çünkü o emek onun malı ve hakkıdır. Deliller aşağıda verilecektir.

ABDULHAK birinci delili:
“Dinimiz belli kesimlerin değil , fakir-zengin, alim-avam, türk-kürt, arab-rum vs tüm insanların dinidir.
Parası olanların alabileceği, parası olmayanların cahil kalmasına, şirk işlemesine ve yahut tebliğin ulaştırılmamasına izin vermez. Asıl bunu engelleyenlerin cezalandırılmasını sağlar.
Rasulullah s.a.v. şöyle buyurmuştur :
“Hikmet (İlim) mu'minin yitik malıdır. Nerede bulsa alır.” (Tirmizi, İlim 19)”

Bu hadis bu fetva için tek müstakil delil olarak zikrediliyor. Diğerler delilleri ABDULHAK izinsiz kopyalamanın veya telif hakkının “bir hak olamayacağı konusu” için kullanıyor. Tirmizi bu hadis için garib demiştir.Ayrıca ravilerden birinin zayıf olduğunu bildirmekte. ABDULHAK zayıf bir hadis ile fetva veriyor bu ise kabul edilemez. Bu hadisi sahih kabul etsek dahi, hadiste mübah olan ilim tahsil etmeye işaret edilmektedir. Kul hakkı yiyerek ilim tahsil etmeye bu hadis hiç izin vermez.

ABDULHAK’IN ikinci delili:
Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki : "Ameller ancak niyetlere göredir" buyurdu. (Buhârî, Bedu'l- Vahy, 1; Muslim, İmâre, 155)

Bu hadisi sahihtir fakat bu kapsamda ele alınamaz, mümkün değildir. Bozuk amelde niyet iyi olsa dahi o amel caiz olmaz. Mesela birisi Allah’a ibadet etme maksadıyla rabıta yapsa o yaptığı asla Allah’a ibadet sayılmaz. Ameli şirk kabul edilir ve caiz olmaz. Daha uç bir örnek verecek olursak bir kimse namaz kılma niyetiyle kafasını duvarlara vursa namaz kılmış sayılmaz. Veya iyi niyetle söylenen yalanda caiz değildir (3 durum hariç). Dolayısıyla bu hadis hem amelin hem niyetin sahih olmasıyla ilgili. Amel bozuksa niyet bakılmaz çünkü amel fasit, batıl veya caiz değildir. Ve bu hadis bu konuya hiç delil olmaz ve zikredilmez dahi. Çünkü bu konuda ‘dini’ eserleri izinsiz kopyalamak veya indirmek caiz mi değil mi tartışılıyor. Yani izinsiz kopyalamak veya indirmek: bozuk amel mi değil mi tartışması yapılıyor.

ABDULHAK devamla şöyle diyor:
“Ayrıca yayınların üzerinde bulunan "Telif hakkı" kavramı ne selef ne halef döneminde olmayıp son asırlarda batı'da kapitalist zihniyetin etkisiyle oluşmuş bir kavramdır.”

Hakkında nas bulunmayan konularda "örf muhakemdir." Günümüz örfünde ise telife ücret almak tabiî ve gerekli bir şey olarak görülmektedir. Öyleyse bu bir ölçüdür. Sonra ilk fıkıh eserlerinde telif ücretinden söz edilmemiş olsa bile ilk hadisçilerden rivayet ettiği hadisler karşılığında ücret alan, rivayet konusunda bazılarına izin verip bazılarına vermeyenler vardır.(Dihlevi, Bustânü'1-Muhaddisin, 35)

ABDULHAK devamla diyor ki:
Şu anda İslam dünyası, kapitalist kanunlarıyla yönetildiği için bu sistem uygulanır. Halbuki İslam dini bunu red eder. Çünkü, alim, yazar, düşünür, üretkenler bir şey ortaya atarlarsa ve insanların ellerine ulaşırsa diğerlerin bunları tekrar yazmaları ve yapmalarını engelleyemezler. Bu hakka sahip değiller. Zira, ilim ve benzeri sahibinden çıkıp diğerlere ulaşırsa kendi mülkünden çıkmış olur. Herkes bunu alabilir, başkalarına verebilir. Fakat, yayınlanmazsa veya piyasaya çıkartmazsa kendisinde kalırsa kimse onu yayınlayamaz. Çünkü, o kitap, neşriyat, kaset ve CD onun şahsi mülküdür.


Bir kişinin “iznim olmadan kopyalanamaz veya internetten indiremezsin” demesi bir “ilimin” yayılması veya paylaşılmasını engellemeye delalet etmiyor. Aksine yazar kitapta paylaştığı ilimleri insanlara benimsetmek istiyor. O yüzden kitap yazıyor zaten. Bir kişi o kitaptan ögrendiği ilimleri kendi cümleleri ile başkları ile paylaşabilir. Ve burada engellenen sadece ve sadece yazılmış tüm bir kitabı veya tercüme edilmiş bir eseri sahibinden izinsiz piyasaya bedava sürülmesi. Kitaptan öğrendiğin bilgileri başka kimselerle paylaşmanı hiç bir yazar engellemez zaten. Bu farkı görmek lazım.

DEVAMLA ABDULHAK şöyle diyor:
Fakat, satın alan kimse başkalarına satabilir, basabilir ve kaydettirebilir. Çünkü, alınan şey satın alanın mülküdür. Mülk edinen kimse mülkünde istediği şekilde tasarruf edebilir.
"Ben bir kitap alırsam bu kitap benim mülküm olur. Onu istediğim kimseye satabilirim, fotokopisini yaptırabilirim."
Kaset, CD vs. aynı durumdadır. Çünkü, satış ve mülkiyetle ilgili Şeriatın hükümleri; bir kimse herhangi bir şey satın alırsa, miras kalırsa, hediye veya hibe olarak bir şey elde edinirse, o şey mülk edinenin olur. İstediği şekilde onunla ilgili her tasarruf hakkına sahib olur
.

ABDULHAK burdada hata yapıyor. Yazılmış bir eserde ki sözler üretici olsun, ilmi olsun veya dil ile alakalı olsun sahibine aittir. Tasarruf hakkıda böylelikle onun sözler ona ait olduğu için. Çünkü yazmış olduğu kitaptaki sözler (Ayet ve hadis dışında) kendisine aittir. Eser tercüme eden mütercimlerde tercüme ettikleri sözlerin sahibidir. Bu kişisel sözler ‘mal’ olarak görülüyor. Daha öncede denildiği gibi örfen bir kişinin yazmış olduğu eserdeki sözler ona ait kabul edilir, onun malı ve onun icadı olarak kabul edilir. Dilerse ücret talep eder dilerse etmez. Fakat Allah’ın kitabında veya hadislerde bu söz konusu olamaz. Çünkü bunlar dinin aslıdır, evrenseldir, kimse bunun üzerine hak talep edemez ve kimse tarafından engellenemez. Teblig ise, Ayet ve Hadis yani İslamı anlatmakla olur.

ABDULHAK akabinde konuyla alakası olmayan islam ticaret hukukuna giriyor ve hatası dahada büyüyor:
Satıcı, satın alana veya mülk edene onu bir daha basamazsın veya kayıt ettiremezsin şartı koşamaz. Bu şart batıldır. Çünkü, şartlar Şer’i hükme aykırı ise koşulmaz, koşulursa da ona uyulmaz.

Rasulullah (s.a.v.) “Müslümanlar, şartlarına bağlı kalırsa ona uymazlar” (Buhari, Tirmizi, Abu Davud)

Kimse bunu basıp çoğaltamaz ve satamaz şartı, şartı koşan kimse, helalı haram kılıyor. Bu nedenle, bu şart batıldır.

Ayrıca başka bir hadiste Allah rasulu (s.a.v.):
"Allahın kitabında olmayan her şart batıldır"
(Buhârî, Mukâteb, 3; Muslim, Itk, 8; en-Nesâî, Talâk, 31, Buyû', 85) buyurmuştur.

İkinci hadis sahihtir fakat ilk hadis için bunu söylemem mümkün değil çünkü bulacağım yeri bildirmemişsin sadece Buhari, Tirmizi ve Abu Davud demekle yetinmişsin. Fetva verirken her delilin bulunacağı yer mutlaka açıkça zikredilmesi gerekir. Biz bu iki hadisi sahih kabul ederek bu delilleri tahlil ediyoruz.
Bu mevzu “şartlı satış caiz mi değil mi” ile alakalı. Ulema arasında ihtilaflı bir konudur. Bu konuda değişik rivayetler var. Bir sahih hadiste: Cabir (r.a.) şöyle demiştir “Peygamber efendimiz (s.a.v) benden bir deve satın aldı ve Medine’ye kadar deveye binme hakkını bana şart koştu.” (Buhari şartlar kitabı: 54/4 no: 2718). Ve bundan dolayı Ulema şartlı satışın cevazına dair farklı görüşte bulunmuş. İmam Şafii ve İmam Ebu Hanife hem satış hem şart fasittir demişlerdir. Bunu senin aktardığın hadisin ‘umumuna’ dayanarak demişlerdir. Kimiside hem satış hem şart caizdir demiş. Bunlarda benim aktardığım Cabir (r.a.) hadisine dayanarak demişlerdir. Kimisi şart fasittir fakat satış caizdir demiştir. Bunlarında dayandıkları hadis sahih: bknz Muslim ‘Alım-Satım kitabı’ 21/16 no: 1536. İmam Ahmed ise eğer şart bir tane ise caiz bir‘den fazla ise fasit olur demiştir. Onun dayandığı hadis Ebu davud’ta geçer Alım-Satım kitabı 17/70, no: 3504. Bu konu Ulema arasında ihtilaf meselesi olduğu için bu konuda sadece bu hadisi aktarman doğru değildir ve dolayısıyla bu delilin tahlil etmeyede gerek kalmaz. Kaldı ki ihtilafi iyice açıklayıp daha sonra bu hadisi delil getirseydin karşıt delil mümkün olurdu. Fakat tek bir hadis göstererek ve Cumhurun üzerinde ittifak etmediği bir meseleyi gelip Cumhur ittifak etti gibi göstermen hatalıdır. İmam Şafi ve İmam Ebu Hanifenin görüşü ‘şartlı satış caiz değildir’ ayrıca bir tartışma konusudur. Fakat ona burda girmeyeceğim. Dolayısıyla bir müellefin koştuğu şart ‘izinsiz dağıtılamaz’ kimi ulemaya göre caiz kimine göre caiz degil. Bir ittifak veya icma yok bu konuda çünkü gelen hadislerin farklı olmasıyla birlikte sihhatinde ittifak edilmiş. Kaldi ki bu konu satışla alakalı yani satışın caiz olup olmadığına veya satışta koşulan şartın caiz olup olmadığıyla alakalı. Sen ise burada izinsiz indirmek caiz mi değil mi konusunu işliyorsun. Bunun satışla alakası yok. Mesele şudur: kişi yazdığı esere karşılık diyor ki “içinde kullandığım sözler bana ait” ve “bunlar benim malım” “kimse iznim olmadan çoğaltamaz dağıtamaz”. Burada söz konusu şey bir mal sahipliğine delalet etmektedir. Kişi kitabın içeriğini kendi malı sayıyor ve bundan dolayı kopyalanmasını yasaklıyor. Bunu şartla- satışla alakası yok. Dolayısıyla bu delillerin burada aktarılması bir anlam ifade etmiyor ve konuyla alakalı değil. Sen burada “bir kitap yazarın kullandığı sözler veya bir eser tercüme eden mütercimin sözleri mal kabul edilir mi edilmez mi’ sorusuna delillerle cevap vermiyorsun dolaylı yorumlar yaparak ve konuyla alakası olmayan deliller kullanarak yanlış bir fetva veriyorsun.

Belkide ABDULHAK en can alıcı noktaya kısa temas ederek fazla üzerinde durmayarak, yanlış kıyas yaparak ve delil getirmeyerek bu konuda doğru fetva vermediğini her ilim sahibi kimse çok net anlayabilir:
“Maddiyatçılık akımı ile son asrın vebası haline gelen para kullarının icadı olan bu yasak koyma (telif hakkı) kanunu, belli bir ilim ve sanat eseri meydana getiren bir kimsenin "artık bu eseri tekeline alıp kendisinden izinsiz çoğaltılmasına müsade etmemesi" diye bir hadise günümüze kadar sözkonusu değildi.

İslam'a göre alışverişin 5 ruknu vardır:
1- Bay'i, (satıcı),
2- Muşteri, (alıcı),
3- Musmen, (satılık mal),
4- Semen, (satılan malın bedeli),
5- Siga, (icab ve kabul)

Bu beş ruknun veya bunlardan birkaçının ya da birinin eksik olması halinde yapılan bir alış veriş, İslam hukukuna göre sahih değildir.

Bu rukunlerden her birinin de kendine has bir takım şartları vardır. Uzun olmasın diye bu şartları tek tek açıklamayacağım. Bunun için sadece 3. ruknun, yani musmen dediğimiz satılık malın üzerinde durmak gerekmektedir.
"Satılık mal" demek fıkıh kitaplarımıza göre elle tutulan, gözle görülen yararlı bir meta demektir.
Şayet bir şey elle tutulup gözle görülmüyorsa, faydalı da değilse fıkhen buna mal denilmez. Ed-Durru`l-Munteka, İbnu Abidin ve diğer Hanefi fıkıh kitablarının tümü bunu böylece ifade etmektedirler.
"Şuf'a Hakkı" bunlardandır. Mesela birinin bir arsada sizinle ortaklığı veya komşuluğu vardır, sizin kendi hissenizi yada arsanızı satmaya kalkışmanız halinde (öncelikli olarak) o ortağınızın veya komşunuzun mudahele edip sattığınız arsanın bedelini vererek onu satın alma hakkı vardır ki buna Şuf'a Hakkı denir.

İslam`a göre Şuf'a hakkı satılmaz.

Yani Şufa Hakkına sahip olan bir kimse, bu hakkını bir başkasına satamaz. Çünkü hukuki mucerrededendir, elle tutulup gözle görülmeyen bir haktır.
İşte telif hakkı da bu kabil haklardandır. Elle tutulup gözle görülmeyen bir haktır. Bir kitap, satılabilir. Ben başkasının yazdığı bir kitabı veya kendi yazdığım bir kitabı, elle yazmak suretiyle kopye etsem, istinsah etsem; o kopyeyi, o nushayı başkasına satabilirim. Burada satış sözkonusudur.
Çünkü orada elle tutulan gözle görülen bir mal vardır. Ama telif hakkı dediğimiz şey, yukarıda tarifi geçen hukuku mucerrededendir ve onun satışı olamaz. Çünkü bu, mal tarifi içine giren birşey değildir.
Buna göre ben, elimde bulunan herhangi bir eserin fotokopisini çektirebilir veya tab ettirebilirim. Çünkü benim elimde bir kitap vardır ve ben o kitabın maliki olduğum için kendi malım olan bu kitabı istediğim usulle çoğaltabilirim.”
Böylece "vergi" ve "Bandrollü ürün" (Her ne kadar Bandrolunde korsanı yapılıyor olsada) aldatmacasıyla tağuti rejime açıktan (mali) destek verenlere katılmamanın doyumsuz hazzına ulaşırım.

Ticarette Kul hakkı, ancak aslının kişinin kendisine ait olan, (dini olmayan) işlerde geçerlidir.


Birincisi:
Şuf’a meselesini bu konuya kıyas etmen batıl ve yanlıştır. Çünkü Şuf’a’nın konusu çok ayrıdır İslamda. Birinci nedeni: Cumhura göre Şuf’a gayrı menkul mallara mahsus kabul edilir. İkincisi: Şuf’a hakkının doğması için herzaman o malın birden çok sahipleri bulunması gerekir (Şef’i kelimese ayrıca buna delalet eder). Mesela bir malda ortaklık, bitişik komşu hakları vs. Ayrıca bu “izinsiz kopyalamayı” Şuf’a’ya kıyas etmen yanlıştır. Çünkü Şuf’a bir hakk kabul edilir İslamda ve sen ise izinsiz kopyalamanın bir hakk olamayacağını söylemektesin ve kabul etmektesin. Yazındaki bu çelişkiyi fark etmen gerekirdi. Hakk olan birşeyi, sana göre hakk olmayan birşeye kıyas ediyorsun.
Verdiğin kaynakta İbn Abidin: “Elle tutulup gözle görülmüyorsa ve FAYDALI da değilse” ibaresinden sonra “mal değildir” diyor ki buna bizde katılıyoruz. Sen yazılan dini eserleri faydalı kabul etmiyor musun? Ediyorsun tabi, o halde İbn Abidinin yazısını delil getirmende başlıca bir hatadır. Aynı İbni Abidin “değerli olan veya itibar edilen” HERŞEYmaldır ve satılabilir diyor. Bunu mücerred ‘değer’ olarak açıklarlar ki sen bu kelimeyide çok farklı bir bağlamda (ve yanlış) kullanıyorsun.

Diyorsun ki:
“Çünkü hukuki mucerrededendir, elle tutulup gözle görülmeyen bir haktır”.

Merak ediyorum bu cümleyle tam olarak ne demeye çalıştın?

İkincisi:
Telif hakkı evet bu babta ele alınır fakat Şuf’a hakkıyla hiç bir alakası yoktur ve karıştırılmaması lazım. Diğer yönden, telife ücret alınmaması, her isteyenin istediği kitabı rahatlıkla basması demektir. İlmi bir esere ömrünü ve göz nurunu vermiş bir müellifin hiç bir şey almaması, ama bunu basan yayınevinin yüksek oranlarda kâr sağlaması İslam'ın kabul etmeyeceği bir mantıksızlıktır. Bu aynı zamanda ilme ve ilmi araştırmalara rağbeti öldürür. Basılan kitap vb. şeylerde keşmekeşliğe, yanlış aktarmalara, eksik basmalara; çeşitli suistimallere sebep olur.

Üçüncüsü:
İlk Hanefiler dışındaki Cumhura göre meselenin hükmü bellidir. Onlara göre bir şeyin "mal" sayılmasında, dolayısı ile satılıp, karşılığında bedel alınmasındaki ölçü, o şeyde insan için menfaat bulunması ve örfen kabul görmesidir. Fikir ürünlerinde de bu özellikler vardır, öyleyse onları da satmak caizdir. Yani onlarda "gözle görülür" ve "elle tutulur" gibi maldırlar.

Dördüncüsü:
Dine ait olan seyler Kur’an ve sünnet’tir. Onun dışında ki şeyler kişilere aittir. Argümanlar olsun sözler olsun. Din dersek veya dine ait dersek ortaya içinden çıkamayacağımız bir hukuk çıkar. Mesela bir kişi bir ‘dini’ eseri tenkit ederse küfrü gerekir.

Beşincisi:
ABDULHAK son olarak diyor ki:
“İslam dini İmamın parayla namaz kıldırmasını, Kur'an öğretmesini bile yasaklamışken, tebliğ unsuru olacak yayınları ticarete alet eden tüccarlara(!) fırsat vermez!”

İbadet olan ezan okumayı, Kuran okumayı, namaz kıldırmayı tebliği ile kıyas etmen ve hadislerde söylenenleri dolaylı yollardan getirip izinsiz kopyalamaya (telif hakkına) kadar getirmenin mesnedsiz ve tahlilsiz bir içtihaddır. Velhasil ibadet etme durumlarında alınan ücretlerle ilgili zikrettiğin hadisler sahih fakat konuyla alakası olmayan hadislerdir. Hadislerde daha ziyade “fıkhı ibadetler” için alınan ücretlere vurgu yapılıyor. Tebliğ ise Allah’ın ayetlerini insanlara ulaştırmaktır. Bunu kul hakkı yiyerek yapmak caiz değildir. Ve kaldı ki kitap okumak ilim tahsil etmek demektir tebliğ bile sayılmaz ve unsuru diye tebliğ kapsamında değerlendirilemez. Çünkü ilim öğreten kişi öğretiği ilime karşılık ücret alabilir. Bu mübahtır.
Buna dair deliller:
1. Delil
el-Hakem:
"Muallim'in ücret almasını mekruh addeden hiç kimse görmedim" demiştir.

2. Delil
Mu’aviy’ye (r.a.) bu hususta sorulunca:
"Onun ücrete hakkı olduğu görüşündeyim" der.

3. Delil
Hasan-ı Basri kendisini yetiştiren hocaya on dirhem ödemiştir. Bir başka rivayette Hasan-ı Basri’nin, önceden ücret şartı koşmayı mekruh addetmekle birlikte:
"Muallimin yazı öğretmesi mukabilinde ücret almasında bir beis yok" dediği rivayet edilmiştir.

Altıncısı:
Son olarak Muasir Ulemanin bu konuda verdiği fetvaya bakalım
orjinal arapça metin' Alıntı:
أولاً: الاسم التجاري والعنوان التجاري (العلامة التجارية والتأليف والاختراع أو الابتكار) هي: حقوق خاصة لأصحابها، أصبح لها في العرف المعاصر قيمة مالية معتبرة لتمول الناس لها. وهذه الحقوق يعتد بها شرعاً، فلا يجوز الاعتداء عليها.
ثاتياً: حقوق التأليف والاختراع أو الابتكار مصونة شرعاً، ولأصحابها حق التصرف فيها، ولا يجوز الاعتداء عليها. انتهى نقلاً عن كتاب: الاقتصاد الإسلامي والقضايا الفقهية المعاصرة 2/748 للدكتور علي السالوس.
وللاطلاع على مزيد من التفصيل فيما يتعلق بهذه الحقوق ، ننصح بالرجوع إلى ( فقه النوازل ) للعلامة الدكتور بكر بن عبد الله أبوزيد (101-187 /2). والله أعلم.
Ulema heyeti 1998’de fıkıh toplantısında bu konu konuşuldu ve şu sonuca vardılar: telif hakkı diye bir kavram var İslamda ve bu ister dini eserlerde olsun ister olmasın bunun ihlali kul hakkı ihlalidir.

Özetle: Dini eserlerde olsa kul hakkı vardır (Kur’an meali ve hadis tercümeleri hariç). Sahibi izin vermeden ‘dini’ eserleri kopyalayıp paylaşmak veya izinsiz internet’ten indirmek caiz değildir. ABDULHAK’IN yazısını dikkatle okuyan ve saydığı deliller üzerinde duran kişi bu fetva’nın hiç bir şekilde doğru olmadığını ve yanlış olduğunu anlar. ABDULHAK'TAN yazısını tekrar gözden geçirmesini ve daha kuvvetli ve deliller ile fetva vermesini rica ediyorum. Oda olmazsa fetvasını geri çekmesini rica ediyorum.
 
Çay-Şakird Çevrimdışı

Çay-Şakird

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
sakallı abi peki günümüzde ilmin eksikliğinin bariz şekilde yaşandığı şu ortamda ne yapmalıyız? mesela ibn teymiyye geçmişte onlarca kitap yazdı ve bunlarda bir hak talebi yok ki öldüğüne göre olamaz da, fakat tutup da koca koca fiyatlarla satılan kitaplarda bir yayınevinin ne kadar hak sahibi olduğunu düşşünsek? kitapların satılmasında bir beis yoktur, ki dediğin gibi maddi kazanç olması kitapla uğraşacak olanlar için de faydalı oluyor. parayla almaya gücü yeten alsın da benim bulunduğum yerde ne parayla ne parasız tevhid bilincini verebilecek tek bir kitap görmüş değilim. ayrıca bu kitaplarda önemli bilgiler var ve bu kitaplar günümüz insanına anlatılması, aktarılması gereken şeyleri içeriyor. şahsen söyleyeyim şu internet sitesindeki ve buralardan bulduğum e kitaplardaki bilgiler olmasa ben karmakarışık bir din algısı içinde eriyip gitmiştim.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
SAKALLI;285162' Alıntı:
Bismillah velhamdulillahi Rabbilalemin ves-salatu ves-selamu ala nebiyyina Muhammed s.a.v. ve ala alihi ve sahibi ecmain.
Emma ba’d (şöyle ki)

ABDULHAK şöyle diyor:
“İslam dininde tebliğ bir vazifedir. "Emr-i bil maruf ve nehy'i ani'l munker" emri gereğince insanları bilgilendirmek , tebliğ yapmak, İslami açıdan şevk ve zinde tutmak gibi meşru kasıtlarla kitap, cd tarzı yazılı ve görsel yayımların dağıtılmasında bir beis yoktur.

SAKALLI;285162' Alıntı:
Evvela ABDULHAK kardeşin bahsettiği Emr-i bil maruf ve nehy’i ani’l munker terimine açıklık getirmeliyiz konuyu daha iyi anlamak için. Bu terimin manasını anlamak önemli çünkü bu fetvanın hemen hemen direğidir. Bu ‘terim’ ayrıca İslam’da çok önemli bir yere sahiptir. Kur’an ve hadislerde çeşitli yerlerde buna dikkat çekilmektedir.
Bu cümlenin içinde iki kelime çok önemli. Birincisi el-maruf ve ikincisi el-munker. Bu iki kelimenin lügavi ve ıstılahi manası vardır ve biz bunları tahlil edecegiz (inşeAllah). El-maruf’un lugavi manası bir kisinin bir örfü hayır (yani iyi) olarak bilmesi ve o konuda kalbi mutmain olması demektir. Bu kelimeye cümle yapısına göre değişik manalar verilir. El-munker’in lugavi manası ise örfe (yani iyi bilinen geleneğe) karşı olan bir fenomen. Bunu şu şekilde açıklayanlarda oldu kanunen (veya halk nezdinde genel olarak kabul edilen) yasak, çirkin ve tehlikeli şeyler. (lisanul-arab)

El-maruf’un ıstılah anlamı ise “Allah’a itaat ve ona yaklaşmak için yapılan ve halk nezdinde böyle bilinen herşeye" bu isim verilir. Ayrıca insanlara iyilik etmek ve şeriatın her yüklediği görevde yerine getirmekte bu kelimenin ıstılah anlamın kapsamına girer. (ibn ethir, en-nihaye). El-munker’in ıstılah anlamı ise şeriatin her çirkin gördüğü, yasakladığı ve nehyettiği şeylere denir. (a.g.e.)
El-emru bil marufi ven-nehy-i anil-munker’e bir çok anlam verilmiş fakat biz İmam Curcani’nin verdiği anlam ile yetinelim çünkü bu bir çok anlamı kapsıyor ve bir çok eserde zikrediliyor. El-emru bil-maruuf: kurtuluşa ve hak yolun gösterdiği hedefe doğru rehberlik etmek (irşad etmek) demektir. Ven-nehyu anil-munker: şeriata muhalif olan herşeyi engellemek veya mani olmak demektir. Ve ayrıca deniyor ki emri bil maruuf ‘hayra veya iyiliğe rehberlik etmek’ ven-nehyi anilmunker ise ‘şerr olan şeylere mani olmak’ manalarını taşıyor.


Bu önemli cümle Kur’an-i kerim’de bir çok yerde geçer ve ne anlamda kullanıldıgı çok net anlaşılıyor. Bakınız mesela: Ali-Imran 104, Tevbe 71, El-Maide 80-78, hud suresi 116, Araf suresi 165. Hadislerde de geçiyor ve hemen hemen ayetlerde kullanıldığı anlamlarda kullanılıyor. Bunun izahata gerek olmadığını düşünüyorum çünkü herkes rahatlıkla ayetleri bağlamından koparmadan okursa emr-i bil maruuf ve nehyi anil munkeri anlar. Burada asıl sorulması gerekilen: ilim tahsil etmeyi emr-i bil-marufu ve nehyi anil-munkeri kapsamında ele almak dogru mu? Çünkü kitap okuyan kişi ilim tahsil ediyor demektir.

Denilebilir ki emri-bil maruf ven-nehyi anil-munker sosyal hayatla alakalı bir mesele. Yani bir Müslüman birisine “Namaz kıl, oruç tut, akrabalarınla aranı iyi tut” derse emri-bil maruf yapmış olur. Ve aynı kişi “zina etme, içki içme” ve hatta zalim bir hükümdarın yanında hakkı söylerse ven-nehyi anil-munker yapmış olur. Bunu yapan kişiye genelde davetçi denir. Bunları söylemek için sadece bunları bilecek asgari ilim lazım (fazlasına veya detaya gerek kalmadan). Bir konudada olsa Alim olma şartı aranmaz davetçide, yani bir müellifin yazmış olduğu eserin tamamını okuma şartı aranmaz. Davetçi sadece dinin görevlerini (farzlar, vacibler, sünnetler) emretmekle görevli ve dinin yasakladığı (haramlar, mekruhlar) şeylerinde yapılmasına mani olması gerekli. Bu farzları, haramları vs. bilgileri elde etmek için çok kitap okumaya gerek yok. Sahabiler nitekim çok kitap okumuş insanlar değildi fakat emri-bil-maruf ven-nehyi anil munkeri’de bizim için Allah Rasulu (s.a.v.) ve diğer Peygamberlerden sonra güzel örnekleri vardır. Emri-bil maruf ve nehyi-anil munker kitaplardan ziyade vaazlardan daha iyi öğrenilir kanaatimce. Kitaplar daha çok ilmi konular içerdiği için onları pratikte uygulamak zor olur. Hele ki İslamla yeni tanışmış birisi ise eğer. Dolayısıyla bir kişinin ilim tahsil etmek için kitap okuması el-emru bil-maruf ven-nehyi anil-munker kapsamında ele alınamaz çünkü bu ilim tahsil etme anlamına gelir.

Emr-i bi'l mâruf we nehy-i ani'l munker gibi basit anlamdaki tâbiri bu kadar dolambaçlı şekilde uzatmana ne gerek vardı anlayamadım. Kısaca ben de tarifini aktarayım:
Emr-i bi'l mâruf we nehy-i ani'l munker = İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma.

Mâruf, şerîatın emrettiği; munker, şerîatın yasakladığı şey demektir. Başka bir deyimle Kur'an ve sünnete uygun düşen şeye maruf; Allah'ın râzı olmadığı, inkâr edilmiş, haram ve günah olan şeye de münker denilir. (Râğıb el-İsfahânı, el-Mufredât, s.505; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, IV, 2357-2358; V, 3118)
Yani mârufu emretmek iman ve itaata çağırmak; munkerden nehyetmek de küfür ve Allah'a başkaldırmaya karşı durmaktır (Kadı Beydâvî, Envâru't-Tenzil, 2/232)

Emr-i bi'l mâruf we nehy-i ani'l munker tarifinden yola çıkarak, "İslami eserlerin sadece kişinin ilim tahsili için okuduğundan dolayı emr-i bi'l mâruf we nehy-i ani'l munker kapsamında değerlendirilemez" yaklaşımıyla manasını dar kalıba indirmen seni bağlar. Bizim böyle bir kastımız yoktur. Yani bir kişi bu amaçla kopya eser indirmiş, almış olabilir. Fakat daha farklı amaçlarla da olabilir. Emr-i bi'l mâruf we nehy-i ani'l munker'in farklı uygulamasına misal verecek olursak :

Bir kişi sosyal yaşamında (cuz-i veya umumi) sünnetlerden bihaber, hatta muhalefet eder bir yaşam içerisindeyen, bir muslumanın bu kişiye o konuyla ilgili veya genel hadis/sunnet (korsan) kitabı hediye ederek (ticarete dökmeden), kişilerin yaptığı uygunsuz amelleri terk ederek sunnete uygun yaşaması amaçlanması "Emr-i bi'l mâruf we nehy-i ani'l munker" kapsamında da değerlendirilebilir. Tâbi ki iyiliği emredip kötülüğü sakındırmak çok daha farklı konularla örneklendirilerek genişletilebilir.

SAKALLI;285162' Alıntı:
Farz edelim ki ilim tahsil etmek emri bil maruf'dur. O halde dahi izinsiz kitap indirilmesine izin verilemez. Çünkü davet etmek için günah işlemek insanların hakkını yemek (aşağıda delilleri verilecektir) caiz olan bir davranış değildir. Bu aksine davete zarar verir. Dolayısıyla ABDULHAK’IN ilk sözü reddedilmesi gerekilir.

Kendi kendine Emr-i bi'l mâruf we nehy-i ani'l munker'i ilim tahsili ile sınırlayarak reddiye mi vermiş oluyorsun? Ve en son söylemen gereken cümleyi, daha savunduğun delili sunmadan "insanların hakkını yemek (aşağıda delilleri verilecektir)Dolayısıyla ABDULHAK’IN ilk sözü reddedilmesi gerekilir." diyerek nihai noktayı en baştan koyarak usulsuzluk yapmışsın.

SAKALLI;285162' Alıntı:
ABDULHAK sonra diyor ki:
“İslami eserleri; sanatçı , yazar gibi kişiler "Her hakkı mahfuzdur"; "Kul hakkıdır , helal etmiyorum" vs gibi duygusal ajitasyon içerikli cümlelerle engelleyemez, hele tağutun mahkemelerine baş vurarak veya onun kanunlarına sırtını dayayarak (sığınarak) korkutamaz, cezalandıramaz!
Kul hakkına girebilmesi için, veya iddiasının geçerlilik kazanabilmesi için önce "Hakkı" olması gerekmektedir. “

SAKALLI;285162' Alıntı:
17 ciltlik bir arapça eseri türkçeye tercüme eden kişi niye hak talep edemezsin. Emeklerinin karşılığını niçin bu dünyada beklemesi yasak olsun? Kaldı ki bir alimin veya hocanın ilim öğretmesine karşılık ücret almasına cevaz veriliyorda (deliller aşağıda) biz niçin ‘dini’ eser yazan birisi için veya (Kur’an ve hadis olmayan) ‘dini’ eser tercüme edenin hakkını yok yasaklıyalım?
Kardeşim daha işin başındayken yazından fark ettiğim ve hala devam ettiğini gördüğüm, bizim demediğimiz, yazmadığımız ifadeleri, hatta yazımızdan alıntıladıklarının arasında böyle bir ifadeler olmamasına rağmen, sanki piyasaya dini eser sürenlerin bu çalışmalarını ücretle satmalarına yasaktır, haramdır demişiz de, "Emeklerinin karşılığını niçin bu dünyada beklemesi yasak olsun?" diyorsunuz. Bunu nereden uydurdunuz? Tâbi ki kişi yada şirketler İslami olan çalışmalardan ticari gelir elde edebilirler.

Bizim dediğimiz, (velev ki maddi imkansızlıktan dolayı) bu eserin kopyasını alan, indiren bir kişiye, "Kul hakkıdır, para cezası var, mahkemeye veririm vs" yaklaşımlarla yaptırım uygulanmasına kalkışılmasınadır. Bunun , zamanımızdaki kapitalist rejimlerin işleyiş tarzından dolayı gündeme gelen, aslı dinin tebliğinden ziyade maddi kaygıyla Tağuti rejimlerin sözde nimetlerinden(!) faydalanılmaya çalışılmaktadır.

SAKALLI;285162' Alıntı:
ABDULHAK devamla diyor ki:
“Kul ise; maddiyattan önce dinin tebliği ve insanların o eserle istifade ederek amel etmesinden dolayı kendisine de gelecek sevabı için teşvik edici bir yol izlemelidir.”
SAKALLI;285162' Alıntı:
Hem maddiyat hem yaşadığımız ortam kişiyi motive eder. Fakat bu zamanda ikiside eksik ve bundan dolayı hakikatte kimse hayrına 10 ciltik eseri tercüme etmez. Çünkü daha kolay ve daha çok sevap kazanacağımız işler vardır. Bunları tercih eder insanlar. Bu dediklerin özetle fiksiyondan öteye geçmez.
İşi duygusallığa kaydırarak asli mecrâsından saptırmaktasın. Mutercimin, yayınevinin emek ve masraflarını yadsımıyoruz. Bunlar kaçınılmaz, mutlaka olmak ta zorundadır. Fakat "ben emek ve maddiyat sarfettim, o sebeble haram olur, kopyalayamazsın" yaklaşımı uygun değildir.
Bir kişinin kısa/belli bir süre emek sarfederek bir eser yapıp ondan ömür boyu istediği fiyattan satarak , dinin sadece parası olanlara ulaşmasını önemsemeyebilir. Bu aynı zamanda İslami bir yöntem ve usul de değildir.
Kopya alınması sebebiyle işini bırakan kişi yada yayınevi % kaçtır? Ayrıca işini bırakmış olması kopyanın haram olmasına kat'i delil olmaz.



SAKALLI;285162' Alıntı:
Ve ABDULHAK diyor ki:
“Çünkü yazan, oynayan-izlenen, anlatılan argümanlar, dini bilgilerin aslı , kendisinine ait değil , İslam dinine ait dökümanlardır! Kendi hayatından bir sahne, vakıa gibi düşünerek para kazanma yoluna gidip yasak koyamaz, tekel oluşturamazlar. Zaten böyle bir hakları da yoktur.
Bu sanatçılar, yayımcılar; yayımladıkları eserleri, asıl anlatan, yaşayan, açıklayan ve konunun meydana gelmesini sağlayan kimselere (çoğu ölmüş kimselerdir) sormadan, izin almadan hatta alamadan, bunları derleyip bir kitap veya Cd’de toplayarak geçim endişesiyle piyasaya sürerek altına da “kul hakkıdır , haramdır, yasaya aykırıdır” vs tehditvari sebeblerle kendisinden başkasına tebliğ amaçlı yayılmasını, çoğaltıp dağıtmasını engelleyemez. Hele İslam düzeninin hakim olduğu bir yerde, bu şekildeki “Din tacirlerine” kesinlikle musade edilmez.”


SAKALLI;285162' Alıntı:
ABDULHAK ilk cümlesinde büyük bir hata yapıyor ve alimlere ait sözlerin İslam dinine ait dökümanlar olduğunu söylüyor. Bu kabul edilemez. Dinin aslı Kur’an ve Sünnet’tir bu konuda kimse ihtilaf etmez. Alimlerin yazdığı eserler hiç bir zaman dine mal edilmedi ve her alim kendi yazdıgı eserin kendine ait olduğunu dine ait olmadığını açıkça mukkadimesinde belirtir. (Mesela Said Nursi gibi bana ihtar edildi demez). Klasik Ulema kendi fikirlerinin veya eserleri kendi izinleri olmadan yayılmasına asla ve hiç bir zaman karşı çıkmamıştır. Malesef bu zamanda çıkanlar var ve bu her ne kadar hoş görülmese bile buna hakları var. Daha öncede belirtildiği gibi yaşadığımız ortam (karmakarışık olaylar, ekonomik dengesizlikler vs.) ve maddiyat (geçim, emek, zaman vs.) ücret istemelerine sebeb oluyor. Ayrıca ‘din tacirleri’ kelimesi ağır bir itham olmakla birlikte sırf din üzerinden insanları sömüren kimselere denir (mesela müridlerini soyup soğana çeviren tarikat şeyhleri vs.).
Fakat şeriata muhalefet etmeden kitap yazan kişi yazdıklarına karşılık emeğini istiyorsa buna birşey diyemeyiz çünkü o emek onun malı ve hakkıdır. Deliller aşağıda verilecektir.

Dini eserin aslı dindir! Şahıslar değil. Evet kişiler, kendilerine has usuller kullanarak birbirlerinden farklı eserler ortaya koymuş olsalarda, kökeni İslam dinine dayanacaktır! Şahsen bir dönem (2007 yılına kadar sürdürdüğüm) kitabevi hayatımda, Dinin aslı dediğiniz Kur'an-ı Kerim'in dahi hattı taklid ediliyor diye Hayrat yayınları, Ayfa yayınlarını Tağutun mahkemesine verip o Kur'anın satılmasını yasaklamıştır! Ayfa yayınları aslen orjinal Kur'an basmasına rağmen, diğer yayınevi beni taklid ediyor, (fiyatı kırıp, tekel oluşturamıyor) kaygılarıyla mahkemeye koşmuştu.


Yine bir misal verecek olursak; Fi Zilali'l Kur'an tefsiri ilk defa Türkiyede bir yayınevi (Birleşik yayınevi olabilir) basıp çıkartmıştı. Bir müddet sonra bir başka yayınevi daha basıp satışa sürünce, ilk yayınevi Mısır'ı arayıp yetkililerle görüşüp durumu şikayet ederek, diğer yayınevini mahkemeye vermesini, basımı durdurmasını isteyince, Mısır'daki ilgililer:
"Bizim için bir sorun yok, yeter ki aslına sadık kalarak bassınlar, biz onlara bir şart yasak yaptıramayız. Bu Allahın dini, ve ummete ulaştırılması elzemdir" manasında açıklama yapmıştır.


SAKALLI;285162' Alıntı:
ABDULHAK birinci delili:
“Dinimiz belli kesimlerin değil , fakir-zengin, alim-avam, türk-kürt, arab-rum vs tüm insanların dinidir.
Parası olanların alabileceği, parası olmayanların cahil kalmasına, şirk işlemesine ve yahut tebliğin ulaştırılmamasına izin vermez. Asıl bunu engelleyenlerin cezalandırılmasını sağlar.
Rasulullah s.a.v. şöyle buyurmuştur :
Hikmet (İlim) mu'minin yitik malıdır. Nerede bulsa alır.” (Tirmizi, İlim 19)


SAKALLI;285162' Alıntı:
Bu hadis bu fetva için tek müstakil delil olarak zikrediliyor. Diğerler delilleri ABDULHAK izinsiz kopyalamanın veya telif hakkının “bir hak olamayacağı konusu” için kullanıyor. Tirmizi bu hadis için garib demiştir.Ayrıca ravilerden birinin zayıf olduğunu bildirmekte. ABDULHAK zayıf bir hadis ile fetva veriyor bu ise kabul edilemez. Bu hadisi sahih kabul etsek dahi, hadiste mübah olan ilim tahsil etmeye işaret edilmektedir. Kul hakkı yiyerek ilim tahsil etmeye bu hadis hiç izin vermez.
Tirmizi'deki meşhur hadis garib olmuş olsa da, Onu kuvvetlendiren aynı manadaki hadisi İbn Mâce'den görelim:

"... Ebû Hurayra (Radıyallâhu anh)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Hikmeti! (ilim - söz) mu'minin yitiği (gibi)dir. Onu nerede bulursa almaya en çok hak sahibidir."
(İbn Mâce, İlim, Bab 15, Hadis no : 4169)

Hadisin: "Nerede bulursa" ifâdesi, hikmetli sözün sahibine bakılmaksızın, sözün kapılması*nın önemine işaret eder. Arablar arasında kullanılan şöyle bir ata sözü vardır: Söylediği söze bak ve söyleyene bakma.
Bu itibarla bir yoruma göre bu hadisin hükmü şuurlu ve olgun imâna sahip kimselere aittir. Yâni bu nevi mu'minler hikmet*li sözleri yitik malı gibi arar ve bulduğu yerde herkesten önce alır.
Diğer bir yoruma göre hadîs, teşvik mahiyetindedir. Yâni mu'min kişi hikmetli sözü yitik malı gibi önemle aramalı ve bulduğu yerde herkesten fazla hak sahibi sıfatıyla almalıdır.


SAKALLI;285162' Alıntı:
ABDULHAK’IN ikinci delili:
Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki : "Ameller ancak niyetlere göredir" buyurdu. (Buhârî, Bedu'l- Vahy, 1; Muslim, İmâre, 155)
SAKALLI;285162' Alıntı:
Bu hadisi sahihtir fakat bu kapsamda ele alınamaz, mümkün değildir. Bozuk amelde niyet iyi olsa dahi o amel caiz olmaz. Mesela birisi Allah’a ibadet etme maksadıyla rabıta yapsa o yaptığı asla Allah’a ibadet sayılmaz. Ameli şirk kabul edilir ve caiz olmaz. Daha uç bir örnek verecek olursak bir kimse namaz kılma niyetiyle kafasını duvarlara vursa namaz kılmış sayılmaz. Veya iyi niyetle söylenen yalanda caiz değildir (3 durum hariç). Dolayısıyla bu hadis hem amelin hem niyetin sahih olmasıyla ilgili. Amel bozuksa niyet bakılmaz çünkü amel fasit, batıl veya caiz değildir. Ve bu hadis bu konuya hiç delil olmaz ve zikredilmez dahi. Çünkü bu konuda ‘dini’ eserleri izinsiz kopyalamak veya indirmek caiz mi değil mi tartışılıyor. Yani izinsiz kopyalamak veya indirmek: bozuk amel mi değil mi tartışması yapılıyor.
Kardeşim, sen kendi hükmüne göre İslami eserin kopyası zaten caiz değil ki, bu hadis geçerli olsun diyorsun ki; bu durum kendini bağlar. Bu hadis ameli mevzû için geçerlidir. Ve islâmi eserin kopyasının kullanılmayacağı hakkında subûti kat'i bir nas yoktur ki geçersiz olsun.

SAKALLI;285162' Alıntı:
ABDULHAK devamla şöyle diyor:
“Ayrıca yayınların üzerinde bulunan "Telif hakkı" kavramı ne selef ne halef döneminde olmayıp son asırlarda batı'da kapitalist zihniyetin etkisiyle oluşmuş bir kavramdır.”
SAKALLI;285162' Alıntı:
Hakkında nas bulunmayan konularda "örf muhakemdir." Günümüz örfünde ise telife ücret almak tabiî ve gerekli bir şey olarak görülmektedir. Öyleyse bu bir ölçüdür. Sonra ilk fıkıh eserlerinde telif ücretinden söz edilmemiş olsa bile ilk hadisçilerden rivayet ettiği hadisler karşılığında ücret alan, rivayet konusunda bazılarına izin verip bazılarına vermeyenler vardır. (Dihlevi, Bustânü'1-Muhaddisin, 35)
Hakkında nas olmayan konularda örfün delil olması , o örfün Dar'ul Harb'in ticari kanunları olamaz! Hem dini eserler diyorsun, hem tağuti rejimlerin ürünü olan telif hakkını muslümanların örfü gibi gösterip şeriatın eserlerinin kullanılmamasına reddiye diye sunuyorsun. Maşallah.
Râvi'lerin, ilk hadisçilerden aktardığı hadis için ücret almasının telifle ne alakası var? Biz sana matbaaya, kitabcıya verdiğin eserden ücret verme/alma mı diyorsuz? Ücret almayan binlerce nakilciler haram mı işlemiş?

SAKALLI;285162' Alıntı:
ABDULHAK devamla diyor ki:
Şu anda İslam dünyası, kapitalist kanunlarıyla yönetildiği için bu sistem uygulanır. Halbuki İslam dini bunu red eder. Çünkü, alim, yazar, düşünür, üretkenler bir şey ortaya atarlarsa ve insanların ellerine ulaşırsa diğerlerin bunları tekrar yazmaları ve yapmalarını engelleyemezler. Bu hakka sahip değiller. Zira, ilim ve benzeri sahibinden çıkıp diğerlere ulaşırsa kendi mülkünden çıkmış olur. Herkes bunu alabilir, başkalarına verebilir. Fakat, yayınlanmazsa veya piyasaya çıkartmazsa kendisinde kalırsa kimse onu yayınlayamaz. Çünkü, o kitap, neşriyat, kaset ve CD onun şahsi mülküdür.
SAKALLI;285162' Alıntı:
Bir kişinin “iznim olmadan kopyalanamaz veya internetten indiremezsin” demesi bir “iliminyayılması veya paylaşılmasını engellemeye delalet etmiyor. Aksine yazar kitapta paylaştığı ilimleri insanlara benimsetmek istiyor. O yüzden kitap yazıyor zaten. Bir kişi o kitaptan ögrendiği ilimleri kendi cümleleri ile başkları ile paylaşabilir. Ve burada engellenen sadece ve sadece yazılmış tüm bir kitabı veya tercüme edilmiş bir eseri sahibinden izinsiz piyasaya bedava sürülmesi. Kitaptan öğrendiğin bilgileri başka kimselerle paylaşmanı hiç bir yazar engellemez zaten. Bu farkı görmek lazım.
İstersen kitabtan öğrenilen bilgilerin tebliğini de yasaklayın. Kardeşim bugün bilhassa İslami eserlerde korsana yönelenlerin büyük çoğunluğu eserin yüksek fiyatlı olması, ve insanların maddi kısıtlılığıdır. Bugün binlerce, milyonlarca insan indirdiği eserler aracılığıyla bilgi ve ilim sahibi olup amel edebiliyor, hatasını yanlışını düzeltme imkanı bulabiliyor. Hatta ibadete başlayabiliyor, şirki terk edebiliyor. Böyle kişileri illa aslını para verip al demek, o kişinin eski halinde kalmasına razı olmak demektir! Evet maddi durumu uygun olan kişilerin aslını alması tasvib edilir ama, bir kişi alamıyor diye kınanıp haram kılınamaz.

SAKALLI;285162' Alıntı:
DEVAMLA ABDULHAK şöyle diyor:
Fakat, satın alan kimse başkalarına satabilir, basabilir ve kaydettirebilir. Çünkü, alınan şey satın alanın mülküdür. Mülk edinen kimse mülkünde istediği şekilde tasarruf edebilir.
"Ben bir kitap alırsam bu kitap benim mülküm olur. Onu istediğim kimseye satabilirim, fotokopisini yaptırabilirim."
Kaset, CD vs. aynı durumdadır. Çünkü, satış ve mülkiyetle ilgili Şeriatın hükümleri; bir kimse herhangi bir şey satın alırsa, miras kalırsa, hediye veya hibe olarak bir şey elde edinirse, o şey mülk edinenin olur. İstediği şekilde onunla ilgili her tasarruf hakkına sahib olur

SAKALLI;285162' Alıntı:
ABDULHAK burdada hata yapıyor. Yazılmış bir eserde ki sözler üretici olsun, ilmi olsun veya dil ile alakalı olsun sahibine aittir. Tasarruf hakkıda böylelikle onun sözler ona ait olduğu için. Çünkü yazmış olduğu kitaptaki sözler (Ayet ve hadis dışında) kendisine aittir. Eser tercüme eden mütercimlerde tercüme ettikleri sözlerin sahibidir. Bu kişisel sözler ‘mal’ olarak görülüyor. Daha öncede denildiği gibi örfen bir kişinin yazmış olduğu eserdeki sözler ona ait kabul edilir, onun malı ve onun icadı olarak kabul edilir. Dilerse ücret talep eder dilerse etmez. Fakat Allah’ın kitabında veya hadislerde bu söz konusu olamaz. Çünkü bunlar dinin aslıdır, evrenseldir, kimse bunun üzerine hak talep edemez ve kimse tarafından engellenemez. Teblig ise, Ayet ve Hadis yani İslamı anlatmakla olur.
Bir kitaba parasını verip alacaksın, kitap senin olacak fakat kitabın fotokopisini çekemeyeceksin, çeksende ikinci bir şahısa veremeyeceksin. Bu ne dine, ne akla ne de bahsettiğin örfe uygundur.

SAKALLI;285162' Alıntı:
ABDULHAK akabinde konuyla alakası olmayan islam ticaret hukukuna giriyor ve hatası dahada büyüyor:
Satıcı, satın alana veya mülk edene onu bir daha basamazsın veya kayıt ettiremezsin şartı koşamaz. Bu şart batıldır. Çünkü, şartlar Şer’i hükme aykırı ise koşulmaz, koşulursa da ona uyulmaz.
Rasulullah (s.a.v.) “Müslümanlar, şartlarına bağlı kalırsa ona uymazlar” (Buhari, Tirmizi, Abu Davud)
Kimse bunu basıp çoğaltamaz ve satamaz şartı, şartı koşan kimse, helalı haram kılıyor. Bu nedenle, bu şart batıldır.
Ayrıca başka bir hadiste Allah rasulu (s.a.v.):
"Allahın kitabında olmayan her şart batıldır"
(Buhârî, Mukâteb, 3; Muslim, Itk, 8; en-Nesâî, Talâk, 31, Buyû', 85) buyurmuştur.

SAKALLI;285162' Alıntı:
İkinci hadis sahihtir fakat ilk hadis için bunu söylemem mümkün değil çünkü bulacağım yeri bildirmemişsin sadece Buhari, Tirmizi ve Abu Davud demekle yetinmişsin. Fetva verirken her delilin bulunacağı yer mutlaka açıkça zikredilmesi gerekir. Biz bu iki hadisi sahih kabul ederek bu delilleri tahlil ediyoruz.
Bu mevzu “şartlı satış caiz mi değil mi” ile alakalı. Ulema arasında ihtilaflı bir konudur. Bu konuda değişik rivayetler var. Bir sahih hadiste: Cabir (r.a.) şöyle demiştir “Peygamber efendimiz (s.a.v) benden bir deve satın aldı ve Medine’ye kadar deveye binme hakkını bana şart koştu.” (Buhari şartlar kitabı: 54/4 no: 2718). Ve bundan dolayı Ulema şartlı satışın cevazına dair farklı görüşte bulunmuş. İmam Şafii ve İmam Ebu Hanife hem satış hem şart fasittir demişlerdir. Bunu senin aktardığın hadisin ‘umumuna’ dayanarak demişlerdir. Kimiside hem satış hem şart caizdir demiş. Bunlarda benim aktardığım Cabir (r.a.) hadisine dayanarak demişlerdir. Kimisi şart fasittir fakat satış caizdir demiştir. Bunlarında dayandıkları hadis sahih: bknz Muslim ‘Alım-Satım kitabı’ 21/16 no: 1536. İmam Ahmed ise eğer şart bir tane ise caiz bir‘den fazla ise fasit olur demiştir. Onun dayandığı hadis Ebu davud’ta geçer Alım-Satım kitabı 17/70, no: 3504.
Bu konu Ulema arasında ihtilaf meselesi olduğu için bu konuda sadece bu hadisi aktarman doğru değildir ve dolayısıyla bu delilin tahlil etmeyede gerek kalmaz. Kaldı ki ihtilafi iyice açıklayıp daha sonra bu hadisi delil getirseydin karşıt delil mümkün olurdu. Fakat tek bir hadis göstererek ve Cumhurun üzerinde ittifak etmediği bir meseleyi gelip Cumhur ittifak etti gibi göstermen hatalıdır. İmam Şafi ve İmam Ebu Hanifenin görüşü ‘şartlı satış caiz değildir’ ayrıca bir tartışma konusudur. Fakat ona burda girmeyeceğim. Dolayısıyla bir müellefin koştuğu şart ‘izinsiz dağıtılamaz’ kimi ulemaya göre caiz kimine göre caiz degil. Bir ittifak veya icma yok bu konuda çünkü gelen hadislerin farklı olmasıyla birlikte sihhatinde ittifak edilmiş. Kaldi ki bu konu satışla alakalı yani satışın caiz olup olmadığına veya satışta koşulan şartın caiz olup olmadığıyla alakalı. Sen ise burada izinsiz indirmek caiz mi değil mi konusunu işliyorsun. Bunun satışla alakası yok.
Mesele şudur: kişi yazdığı esere karşılık diyor ki “içinde kullandığım sözler bana ait” ve “bunlar benim malım” “kimse iznim olmadan çoğaltamaz dağıtamaz”. Burada söz konusu şey bir mal sahipliğine delalet etmektedir. Kişi kitabın içeriğini kendi malı sayıyor ve bundan dolayı kopyalanmasını yasaklıyor. Bunu şartla- satışla alakası yok. Dolayısıyla bu delillerin burada aktarılması bir anlam ifade etmiyor ve konuyla alakalı değil. Sen burada “bir kitap yazarın kullandığı sözler veya bir eser tercüme eden mütercimin sözleri mal kabul edilir mi edilmez mi’ sorusuna delillerle cevap vermiyorsun dolaylı yorumlar yaparak ve konuyla alakası olmayan deliller kullanarak yanlış bir fetva veriyorsun.

İslami eserlerin kopyalanmasının caizliği hakkında Cumhur'un İcmâsı var denmemiştir. Denmiş diyorsan yazıyı alıntıla. Bu konuda farklı düşünceler olduğu mâlumumuzdur.
Evvela aktardığın şartlı alış veriş hadisini aktarıb, alimlerin bu konudaki yorumlarını da aynen aktaracağım.

Bize Zekeriyyâ tahdîs edip şöyle dedi: Ben Âmir eş- Şa'bî'den işittim, şöyle diyordu: Bana Câbir (r.anh) şöyle tahdîs etmiştir:
Câbir kendisine âid bir deve üzerinde yolculuk ediyordu. Devesi yorulmuştu. Peygamber yanına uğrayıp deveye vurmuş ve Câbir'e duâ etmiş. Bunun üzerine o yorgun deve, benzerini hiç yürümediği hızlı bir yürüyüşle yürümüş.
Sonra Peygamber: — "Bu deveyi bana (kırk dirhemlik) bir ûkıyye karşılığında sat" buyurdu.
Ben: — Hayır satmam, dedim.
Sonra Peygamber ikinci defa: — "Bu deveyi bana ûkıyye mukaabilinde sat!" buyurdu.
Bu sefer ben deveyi O'na sattım, fakat beni ailemin yanma kadar sırtında taşımasını istisna edip» bunu şart kıldım.
Medine'ye geldiğimizde deveyi Peygamber'e getirdim. Peygamber (Bilâl eliyle) bana devemin bedelini verdi. Sonra ben dönüp giderken Peygamber arkamdan haberci gönderip, beni çağırttı (Yanına geldiğimde):
— "Ben senin deveni alıcı değilim. Sen bu deveni al; o senin malındır" buyurdu
(Buhari, Kitabu'ş Şurut, Bab 4, Hadis no : 6)

Şu'be, Mugîre'den; o da Âmir'den; o da Câbir'den olan rivayetinde Câbir'in: "Rasûlullah beni Medine'ye kadar devenin sırtında, omurga kemikleri üzerinde taşıdı" dediğini söylemiştir.
İshâk ibn Râhûye de Cerîr ibn Abdilhamîd'den; o da Mugîre'den yaptığı rivayetinde, Câbir'in: "Ben deveyi Peygamber'e Medine'ye ulaşmama kadar devenin sırt omurga kemiklerinin bana âid olması şartı üzere sattım" dediğini söylemiştir.
Atâ ibn Ebî Rebâh ile Câbir'den rivayet eden başkaları da Peygamber'in: "Medine'ye kadar devenin sırtı senindir" buyurduğunu söylemişlerdir.
Muhammed ibnu'l-Munkedir de Câbir'den yaptığı rivayetinde: "Câbir Medine'ye kadar devenin sırtını kullanmayı şart kıldı" demiştir.
Zeyd ibn Eşlem de Câbir'den yaptığı rivayetinde Rasûlullah'in Câbir'e: "Medine'ye dönünceye kadar devenin sırtı sana âiddir" buyurduğunu söylemiştir.
Ebu'z-Zubeyr de Câbir'den rivayetinde Rasûlullah'ın Câbir'e: "Medine'ye kadar devenin sırtını sana, yük yükletmen ve binmen için ariyet verdik" buyurduğunu nakletmiştir.
el-A'meş de Salim ibn Ebi'l-Ca'd'dan; o da Câbir'den senediyle rivayetinde, Rasûlullah: "Devenin üzerinde ailene ulaş" buyurdu, demiştir.
Ebû Abdillah Buhârî: Satış sırasındaki akidde şart kılındığım gösteren hadîslerin tarikleri daha çok ve benim nazarımda bunlar satış sırasında şart kılındığına delâlet etmeyen rivayetlerden çıkış yönünden de daha sahihtirler, dedi .

(Buhârî bu sözüyle râvîlerin, Câbir'in bu satış akdi mes'elesindeki ihtilâflarına işaret etmiştir: Bu satış sırasındaki akidde şart kılma vâki' oldu mu, yâhud Câbir'in satışından sonra deveye binmesi, deveyi satın aldıktan sonra Peygamber tarafından ariyet yoluyla bir mubâh kılmamı olmuştur? Buhârî bu akidde şart kılma hadîslerinin tarîkleri daha çok ve benim nazarımda kaynakları yönünden de daha sahihtir, demiştir. İşte bu da tercîh vecihlerinden bir yöndür... (Aynî)

Ve Ubeydullah ile Muhammed ibnu İshâk, Vehb ibn Keysân'dan; o da Câbir'den yaptıkları rivayetlerinde: "Peygamber, Câbir'den deveyi bir ûkıyye mukaabilinde satın aldı" demişlerdir. Zeyd ibn Eşlem, Câbir'den yaptığı rivayetinde Vehb ibn Keysân'a mutâbaat etmiştir.
İbnu Cureyc de Atâ ibn Rebâh'tan ve diğerlerinden; onlar da Câbir'den olmak üzere yaptığı rivayetinde, Peygamber (s.a.v.): "Ben deveyi Câbir'den dört dînâr mukaabilinde aldım" buyurdu, demişlerdir. Bu dört dînâr bir dînârın on dirheme mukaabil olması hesabı üzere, bir ûkıyye olur.
Mugîre ibn Mıksem, eş-Şa'bî'den; o da Câbir'den olmak üzere yaptığı rivayetinde devenin bedelini beyân etmedi. Ve keza İbnu'l-Munkedir ile Ebu'z-Zubeyr de Câbir'den yaptıkları rivayetlerinde bu bedeli beyân etmemişlerdir.
Ve el-A'meş, Salim ibn Ebi'l-Ca'd'dan; o da Câbir'den "Bir ûkıyye altın" demiştir. Ebû İshâk, Sâlim'den; o da Câbir'den "İki yüz dirhem" demiştir.
Dâvûd ibnu Kays, Ubeydullah ibn Mıksem'den; o da Câbir'den: "Peygamber o deveyi Tebûk yolunda satın aldı, ve Câbir'in: Dört ûkıyye mukaabilinde dediğini sanıyorum" demiştir.
Ebu'n-Nadre de Câbir'den: "Peygamber deveyi yirmi dînâr mukaabilinde satın aldı" diye söylemiştir.
eş-Şa'bî'nin "Bir ûkıyye mukaabilinde" sözü rivayetler içinde daha çoktur; şart kılma hükmü de benim nazarımda çıkış kaynağı bakımından daha sahihtir. Bunu Ebû Abdillah el-Buhârî söyledi.
(Buhârî'nin bu sözü yakında da geçmişti.
Buhârî buradaki rivayetlerde Câbir'in devesinin bedeli hakkındaki ihtilâfları ortaya koymuştur. Bu devenin kaça satıldığı hususunda bu rivayetlerde de görüldüğü üzere, ihtilâflar çoktur. Kaadı Iyâz bu ihtilâfların sebebi, hadîsin ma'nâ i'tibâriyle nakledilmiş olmasıdır, demiştir. Bu rivayetler arasında Peygamber asrında yürürlükte olan iktisadî vaziyete göre, en ma'kûl olan rivayet, Buhârî'nin "Bir ûkıyye" rivayeti olmak îcâb eder. O zaman devenin zekât nisabı beş deve idi. Gümüşün nisabı da ikiyüz dirhem olduğuna göre, bir devenin Peygamber devrinde ortalama kıymetinin kırk dirhem olduğu anlaşılır. Buhârî'nin de işaret ettiği gibi, bu rivayet daha sahîh olur.)

SAKALLI;285162' Alıntı:
Belkide ABDULHAK en can alıcı noktaya kısa temas ederek fazla üzerinde durmayarak, yanlış kıyas yaparak ve delil getirmeyerek bu konuda doğru fetva vermediğini her ilim sahibi kimse çok net anlayabilir:

“Maddiyatçılık akımı ile son asrın vebası haline gelen para kullarının icadı olan bu yasak koyma (telif hakkı) kanunu, belli bir ilim ve sanat eseri meydana getiren bir kimsenin "artık bu eseri tekeline alıp kendisinden izinsiz çoğaltılmasına müsade etmemesi" diye bir hadise günümüze kadar sözkonusu değildi.

İslam'a göre alışverişin 5 ruknu vardır:
1- Bay'i, (satıcı),
2- Muşteri, (alıcı),
3- Musmen, (satılık mal),
4- Semen, (satılan malın bedeli),
5- Siga, (icab ve kabul)

Bu beş ruknun veya bunlardan birkaçının ya da birinin eksik olması halinde yapılan bir alış veriş, İslam hukukuna göre sahih değildir.
Bu rukunlerden her birinin de kendine has bir takım şartları vardır. Uzun olmasın diye bu şartları tek tek açıklamayacağım. Bunun için sadece 3. ruknun, yani musmen dediğimiz satılık malın üzerinde durmak gerekmektedir.
"Satılık mal" demek fıkıh kitaplarımıza göre elle tutulan, gözle görülen yararlı bir meta demektir.
Şayet bir şey elle tutulup gözle görülmüyorsa, faydalı da değilse fıkhen buna mal denilmez. Ed-Durru`l-Munteka, İbnu Abidin ve diğer Hanefi fıkıh kitablarının tümü bunu böylece ifade etmektedirler.
"Şuf'a Hakkı" bunlardandır. Mesela birinin bir arsada sizinle ortaklığı veya komşuluğu vardır, sizin kendi hissenizi yada arsanızı satmaya kalkışmanız halinde (öncelikli olarak) o ortağınızın veya komşunuzun mudahele edip sattığınız arsanın bedelini vererek onu satın alma hakkı vardır ki buna Şuf'a Hakkı denir.

İslam`a göre Şuf'a hakkı satılmaz.
Yani Şufa Hakkına sahip olan bir kimse, bu hakkını bir başkasına satamaz. Çünkü hukuki mucerrededendir, elle tutulup gözle görülmeyen bir haktır.
İşte telif hakkı da bu kabil haklardandır. Elle tutulup gözle görülmeyen bir haktır. Bir kitap, satılabilir. Ben başkasının yazdığı bir kitabı veya kendi yazdığım bir kitabı, elle yazmak suretiyle kopya etsem, istinsah etsem; o kopyayı, o nushayı başkasına satabilirim. Burada satış sözkonusudur.
Çünkü orada elle tutulan gözle görülen bir mal vardır. Ama telif hakkı dediğimiz şey, yukarıda tarifi geçen hukuku mucerrededendir ve onun satışı olamaz. Çünkü bu, mal tarifi içine giren birşey değildir.
Buna göre ben, elimde bulunan herhangi bir eserin fotokopisini çektirebilir veya tab ettirebilirim. Çünkü benim elimde bir kitap vardır ve ben o kitabın maliki olduğum için kendi malım olan bu kitabı istediğim usulle çoğaltabilirim.”
Böylece "vergi" ve "Bandrollü ürün" (Her ne kadar Bandrolunde korsanı yapılıyor olsada) aldatmacasıyla tağuti rejime açıktan (mali) destek verenlere katılmamanın doyumsuz hazzına ulaşırım.
Ticarette Kul hakkı, ancak aslının kişinin kendisine ait olan, (dini olmayan) işlerde geçerlidir.


SAKALLI;285162' Alıntı:
Birincisi:
Şuf’a meselesini bu konuya kıyas etmen batıl ve yanlıştır. Çünkü Şuf’a’nın konusu çok ayrıdır İslamda. Birinci nedeni: Cumhura göre Şuf’a gayrı menkul mallara mahsus kabul edilir. İkincisi: Şuf’a hakkının doğması için herzaman o malın birden çok sahipleri bulunması gerekir (Şef’i kelimese ayrıca buna delalet eder). Mesela bir malda ortaklık, bitişik komşu hakları vs. Ayrıca bu “izinsiz kopyalamayı” Şuf’a’ya kıyas etmen yanlıştır. Çünkü Şuf’a bir hakk kabul edilir İslamda ve sen ise izinsiz kopyalamanın bir hakk olamayacağını söylemektesin ve kabul etmektesin. Yazındaki bu çelişkiyi fark etmen gerekirdi. Hakk olan birşeyi, sana göre hakk olmayan birşeye kıyas ediyorsun.
Verdiğin kaynakta İbn Abidin: “Elle tutulup gözle görülmüyorsa ve FAYDALI da değilse” ibaresinden sonra “mal değildir” diyor ki buna bizde katılıyoruz. Sen yazılan dini eserleri faydalı kabul etmiyor musun? Ediyorsun tabi, o halde İbn Abidinin yazısını delil getirmende başlıca bir hatadır. Aynı İbni Abidin “değerli olan veya itibar edilenHER
ŞEYmaldır ve satılabilir diyor. Bunu mücerred ‘değer’ olarak açıklarlar ki sen bu kelimeyide çok farklı bir bağlamda (ve yanlış) kullanıyorsun.
Diyorsun ki:

“Çünkü hukuki mucerrededendir, elle tutulup gözle görülmeyen bir haktır”.

Merak ediyorum bu cümleyle tam olarak ne demeye çalıştın?
İkincisi:
Telif hakkı evet bu babta ele alınır fakat Şuf’a hakkıyla hiç bir alakası yoktur ve karıştırılmaması lazım.
Diğer yönden, telife ücret alınmaması, her isteyenin istediği kitabı rahatlıkla basması demektir. İlmi bir esere ömrünü ve göz nurunu vermiş bir müellifin hiç bir şey almaması, ama bunu basan yayınevinin yüksek oranlarda kâr sağlaması İslam'ın kabul etmeyeceği bir mantıksızlıktır. Bu aynı zamanda ilme ve ilmi araştırmalara rağbeti öldürür. Basılan kitap vb. şeylerde keşmekeşliğe, yanlış aktarmalara, eksik basmalara; çeşitli suistimallere sebep olur.

Üçüncüsü:
İlk Hanefiler dışındaki Cumhura göre meselenin hükmü bellidir. Onlara göre bir şeyin "mal" sayılmasında, dolayısı ile satılıp, karşılığında bedel alınmasındaki ölçü, o şeyde insan için menfaat bulunması ve örfen kabul görmesidir. Fikir ürünlerinde de bu özellikler vardır, öyleyse onları da satmak caizdir. Yani onlarda "gözle görülür" ve "elle tutulur" gibi maldırlar.

Dördüncüsü:
Dine ait olan seyler Kur’an ve sünnet’tir. Onun d
ışında ki şeyler kişilere aittir. Argümanlar olsun sözler olsun. Din dersek veya dine ait dersek ortaya içinden çıkamayacağımız bir hukuk çıkar. Mesela bir kişi bir ‘dini’ eseri tenkit ederse küfrü gerekir.
Şuf'a hakkı tabi ki cumhura göre genelde taşınmaz mallar, gayr-i menkuller içindir. Burada misal verilmesi kıyas yönüyledir. Aslında hiç misal verilmese daha iyi olurdu. Yine de konudan çıkarılabilirse daha güzel olacağına inanıyorum.
SAKALLI;285162' Alıntı:
Beşincisi:
ABDULHAK son olarak diyor ki:
“İslam dini İmamın parayla namaz kıldırmasını, Kur'an öğretmesini bile yasaklamışken, tebliğ unsuru olacak yayınları ticarete alet eden tüccarlara(!) fırsat vermez!”
SAKALLI;285162' Alıntı:
İbadet olan ezan okumayı, Kuran okumayı, namaz kıldırmayı tebliği ile kıyas etmen ve hadislerde söylenenleri dolaylı yollardan getirip izinsiz kopyalamaya (telif hakkına) kadar getirmenin mesnedsiz ve tahlilsiz bir içtihaddır. Velhasil ibadet etme durumlarında alınan ücretlerle ilgili zikrettiğin hadisler sahih fakat konuyla alakası olmayan hadislerdir. Hadislerde daha ziyade “fıkhı ibadetler” için alınan ücretlere vurgu yapılıyor. Tebliğ ise Allah’ın ayetlerini insanlara ulaştırmaktır. Bunu kul hakkı yiyerek yapmak caiz değildir. Ve kaldı ki kitap okumak ilim tahsil etmek demektir tebliğ bile sayılmaz ve unsuru diye tebliğ kapsamında değerlendirilemez. Çünkü ilim öğreten kişi öğretiği ilime karşılık ücret alabilir. Bu mübahtır.
Üstte de hatalı şekilde aktardığın, kendisinden önceki ravilerden aldığı hadisi ücretle aktarması gibi, kişi öğrettiği ilme, verdiği hizmete mukabil karşılığında ücret alması caizdir. Fakat bu verdiğin örnekler bizim açımızdan bir sıkıntısı yok, biz islami eserlerin ücretle satılmasını zaten câiz görüyoruz. Birbirine karıştırmamak lazım. Bizim dediğimiz ücretle alınanın kopyalanması ya da günümüzdeki gibi internetten kopyasının indirilmesi hakkındadır.

SAKALLI;285162' Alıntı:
Altıncısı:
Son olarak Muasir Ulemanin bu konuda verdiği fetvaya bakalım

أولاً: الاسم التجاري والعنوان التجاري (العلامة التجارية والتأليف والاختراع أو الابتكار) هي: حقوق خاصة لأصحابها، أصبح لها في العرف المعاصر قيمة مالية معتبرة لتمول الناس لها. وهذه الحقوق يعتد بها شرعاً، فلا يجوز الاعتداء عليها.
ثاتياً: حقوق التأليف والاختراع أو الابتكار مصونة شرعاً، ولأصحابها حق التصرف فيها، ولا يجوز الاعتداء عليها. انتهى نقلاً عن كتاب: الاقتصاد الإسلامي والقضايا الفقهية المعاصرة 2/748 للدكتور علي السالوس.
وللاطلاع على مزيد من التفصيل فيما يتعلق بهذه الحقوق ، ننصح بالرجوع إلى ( فقه النوازل ) للعلامة الدكتور بكر بن عبد الله أبوزيد (101-187 /2). والله أعلم.

Ulema heyeti 1998’de fıkıh toplantısında bu konu konuşuldu ve şu sonuca vardılar: telif hakkı diye bir kavram var İslamda ve bu ister dini eserlerde olsun ister olmasın bunun ihlali kul hakkı ihlalidir.

Telif, patent meselesi hakkında üstte bunun İslam'da olmadığını kabul ettiniz. Hatta örfte varsa olabilir dediniz. Aktardığını telif hakkı ile alakadar 98 yılına ait fetvanın mahiyeti nedir? Yani bahsettiğiniz ulemalar kimlerdir ve hangi ülkede bu karar alınmıştır? Bu fetvayı verirken hangi nasları delil almışlardır?
Ayrıca bu konuda şunu son kez söyleyim ki; telif hakkı, bunu icat eden batılıların anlayışıyla ilgilidir. Şeriatın eserleriyle bir bağı yoktur.


SAKALLI;285162' Alıntı:
Özetle: Dini eserlerde olsa kul hakkı vardır (Kur’an meali ve hadis tercümeleri hariç). Sahibi izin vermeden ‘dini’ eserleri kopyalayıp paylaşmak veya izinsiz internet’ten indirmek caiz değildir.
Ne anladım bu işten, kendi kendini tekzib ettin.
Elle tutulan subutu kati bir nas olmadan
Dini eserlerde kul hakkı vardır diyerek haram kılıyorsun!

Sonrada Kuran meali ve hadis tercümeleri hariç diyorsun. Oldu mu şimdi? Kendi tezine göre Meal ve tercüme emek değil midir ki, Kuran-ı kerimi meallendiren yada 16 cilt hadis kitabını tercume edenin emek ve hakkını düşünmeden kopyalanmasını helal görüyorsun?

SAKALLI;285162' Alıntı:
ABDULHAK’IN yazısını dikkatle okuyan ve saydığı deliller üzerinde duran kişi bu fetva’nın hiç bir şekilde doğru olmadığını ve yanlış olduğunu anlar. ABDULHAK'TAN yazısını tekrar gözden geçirmesini ve daha kuvvetli ve deliller ile fetva vermesini rica ediyorum. Oda olmazsa fetvasını geri çekmesini rica ediyorum.
Kardeşim bu ABDULHAK'ın bir fetvası değildir. Fetva haram kılabilmektir. Dini eserlerin çoğaltılmasında, indirilmesinde vs kul hakkı olmaması aynı zamanda Şeyh Hasan Karakaya'nın mezhebidir.
Konuyla ilgili emeğin için gerçekten teşekkür ederim, fakat haram kılacak kat'i bir delil göremedim. Düzeltilebilecek olan gördüğüm , kıyas olarak bahsedilen "Şuf'a hakkı" meselesidir.
 
M Çevrimdışı

MuhammedRabbani

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
arkadaşlar anlamıyorumki müziğin ve çoğu filmin kendisi helal değilki . nasıl oluyomuşda hem müziği helal olsun diye alıp hemde haram işliceksin.zaten her halukarda harama giriceksin.

en sağlamı dini eserleri olabildiğince paralı parasız dağıtıcaksın alıcaksın indiriceksin kul hakkı diye bişey yok.

ama diğer dünyevi eserlerde var. fakat o dünyevi eserlerinb arasındada haramı helali gözetmek gerek.

bu resmen şu misale benzemiş.




ramazanda içki içmeyi haram kabul edip ramazanda içki içmeyen . ramazan bitince her haltı yiyen adamın durumuna benzemiş.

kardeşime katılıyorum şu konuda

islami eserlerde kul hakkı diye bişey yok. kim bunu derse unutmasınki peygamberimiz hadislerini ücretli satmamışdır. ve tüm ümmetine helal etmişdir.

kim bana onu parayla satabilir. satan kişi kim oluyor.

hadislerin veliahtımı.
 
M Çevrimdışı

MuhammedRabbani

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
eğer peygamberimiz hadisleri veya ayetleri satıcak olsaydı emin olun hiç birimizin gücü yetmezdi onları almaya
 
M Çevrimdışı

mrzyrt zyrt

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Gidin o zaman, kitapçıları yağmalayın. Kuranı Kerim piyasada 30TL felan. Basılması için kağıt satın alınması lazım, mürekkebi, işçiliği vs... Burada bir emek sarfediliyor, masraf yapılıyor. Sizde hadisleri ayetleri kendinize göre yorun. Ben gittim Kuran'ın kapağını ahşaptan yaptırttım oyma işçiliği vs. 500 tl sırf kapak tuttu, 1000tl ye satıyorum dedim, uğraştım emek verdim, Diyanet bedava Kuran dağıtıyor ordanda alabilirsin, forumlarda paylaşılıyor internette her bilgi mevcut, ben bu iş için özel emek harcadım, bu hizmeti farklı şekilde sunuyorum, İSTEYEN ALSIN PARASI BUDUR, İSTEMEYEN DİYANETİN BEDAVA DAĞITTIĞINDAN ALIR İNTERNETTEN ARAŞTIRIR.
BU DÜPEDÜZ KUL HAKKIDIR. Burada satılan Allah'ın ayetleri vs değildir, sunum şekli satılmaktadır,

Kardeşim aha php dreamweaver sql photoshop illustrator flash orda duruyo yıllarını ver emek harca okul oku masraf yap, yaz kodlarını yap tasarımını bedavaya dağıt sende. Ne kadar beleşçisiniz ya, utanma yokmu, hırsızlıktır bu, mantık yokmu sizde beyin yokmu? Adam yıllarını vermiş Murşid programını yazmış hazırlamış, oradaki bilgiler yenimi? git camiye ihtiyacın varsa öğren hocadan. Ayıp

"Bu sorumluluk ise söz konusu hak sahibine iade edilmedikçe veya helallik alınmadıkça ortadan kalkmaz. İslam, emeğe büyük değer verir, haksız kazanca karşı çıkar. Kur’an-ı Kerim’de 'İnsan için ancak çalıştığı vardır' (Necm, 53/39) buyurulur. Hz. Peygamber de (sas) emeğin hakkının verilmesini değişik hadisleriyle ifade etmişlerdir. Bunlardan birinde 'Hiçbir kimse, elinin emeği ile kazandığını yemekten daha hayırlı bir kazanç yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davud da kendi elinin emeğini yerdi' (Buhari, Büyu’, 15) buyurmuşlardır.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, internet ortamına geçirilmiş olan her türlü içeriği ilgililerin izni olmadan indirip kullanmanın caiz olmadığına hükmetti.

Yani bu ülkede fetva veren bir kurum vs. var ise uymak zorundasın.
 
Üst Ana Sayfa Alt