İçinde bulunduğumuz şu günlerde kutlu doğum adı altında bir hareketlilik yaşanmakta. Nedir “Kutlu Doğum”? Ne maksatla yapılır? Niçin “Kutlu Doğum Haftası” diye isimlendirilmiş? Kimin ve niçin Doğumunu kutluyoruz? Doğum kutlamak diye bir şey var mıdır? Neden doğum günü değil de Doğum haftası olmuş? Bu ve benzeri sorulara nefsimizi tatmin edecek cevaplar bulmamız gerekir ki o zaman gönül rahatlığı ile kutlama yapalım.
Öncelikle “Kutlu Doğum” diye isimlendirdikleri şey Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)in doğduğu gündür. Bu günü veya o günün içinde bulunduğu o haftayı “Kutlu Doğum Haftası” olarak isimlendirirler. Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgilerinden dolayı O’nun doğduğu günü ve o günün içinde olan bu haftayı mevlitlerle, dualarla ve şiirlerle kutlayarak geçirirler. Senede bir gün veya bir haftaya denk gelen bu merasimleri, coşkulu ve kalabalık bir şekilde yâd etmeye çalışırlar. Adeta gecelere kadar türbeleri, camileri ziyaret ederler, sohbetler vaazlar dinlerler, mevlitler ve şiirler okurlar, namazlar kılıp dualar ederler, sabahın ilk ışıklarına kadar gecelerini ihya ederler. Ama ne yazık ki bu hareketlilikleri senenin bir gününde vardır. Yani Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) in sevgisini bir geceye veya bir haftaya sığdırmışlardır.
Şimdi “Kutlu Doğum”un yapılmasını gerektiren “SEVGİ” durumunu ele alalım. Zira bu kutlamaların hepsi Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgiden kaynaklanan bir kutlamadır.
Öncelikle şunu bilmemiz gerekir ki, Peygamber’ e (sallallahu aleyhi ve sellem) iman etmek farzdır. Peygamber ’e (sallallahu aleyhi ve sellem) iman etmek İslamın rukûnlarından birisi, imanın da şartlarından bir şarttır. Bundan dolayı her Müslüman’ın O’nun Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna şehâdet etmesi, O’nun Rabbinden getirdiği her şeyi tasdik etmesi ve O’ndan gelen bütün sözleri ve fiilleri kabul ederek, O’nu hayatında kendisine örnek alması gerekir.
“Sevgi” kişinin maddi, manevi, hissi ve uzvi (organlarla) bütün yönüyle karşı tarafa sunduğu bir duygudur. Sevgi için belki binlerce edebi ve ıstılahı tarifler yapılmıştır. Ama burada söz konusu olan “Peygamber Sevgisi”dir. Bizler Müslümanlar olarak kendisini tek önder ve rehber kabul ettiğimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) den kendisini sevmenin ne derece olursa ancak sevgi olarak kabul edileceğini dinleyelim.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) i sevmek, her mümin için en gerekli itaatlerden biridir. Zîrâ sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Buhârî ve Müslim’in Enes b. Mâlik (radıyallahu anh)’dan rivayet ettikleri bir hadiste şöyle buyurmaktadır:
“Sizden birinize ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe iman etmiş olamaz.” (Buhârî, İman: 8; Müslim, İman: 69,70.)
Bu zikretmiş olduğumuz hadisin başka bir rivayetin de ise şöyle nakledilmiştir:
“Sizden birinize ben, kendi nefsinden, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş sayılmaz.”
Bu sevgi bir insanda gerçekleşmezse, o insan gerçek mümin olamaz. Sevgi iddiasında samimi ve doğru olmamış olur. Nitekim Abdullah b. Hişâm, Ömer (radıyallahu anh)’ın bir gün Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Ey Allah’ın Resulü sen bana, nefsim hariç her şeyden daha fazla sevimlisin” demiştir.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ise, O’na “Hayır ey Ömer, nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki; sen, beni nefsinden de daha fazla sevmedikçe gerçek iman etmiş olamazsın.” buyurmuştur.
Ömer (radıyallahu anh)’da O’na; “Vallâhi şimdi sen bana nefsimden de daha fazla sevimlisin” dediğinde, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem): “Şimdi imanının kemâle ermiştir ey Ömer” demiştir. (Buhârî, Muhtasarı Tecrid-i Sarih Terc, I,31.)
Şimdi ise bizim gerçek manada mümin olabilmemizi sağlayacak “SEVGİ” nin doğru olup olmadığına ve “SEVGİ” iddiamızda samimi olup olmadığımıza bir bakalım. Bunun için Peygamber ’e (sallallahu aleyhi ve sellem) sevgisini en güzel şekilde ispatlayan sahabelerine dönelim.
Sahabelerden Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e “Ya Rasulallah, anam babam sana feda olsun” diyen sahabeler vardı. Veya “Sen bana, canımdan daha sevimlisin” diyenler vardı. Veya “Sen bizim her şeyimizsin” diyenler vardı. Veya “Sen bana annemden, babamdan, çocuğumdan, bütün herkesten hatta kendi nefsimden daha sevimlisin” diyenler vardı. Ve bu sahabelerin hepsi Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) in sevdiğini severler buğz ettiğine buğz ederlerdi. O’nun dostuna dost, düşmanına düşman olurlardı. O’nun savaştığı ile savaşır, sulh yaptığı ile sulh ederlerdi. Hatta O’nun ayağını bastığı yere ayaklarını basarlar, atladığı yerden atlarlardı.
Adeta kendi hayatlarını Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) in hayatına atfediyorlardı. O’na bir zarar gelmesin diye önünde ve arkasında etten duvarlar olmuşlardı. Tek tek O’nun önünde ve arkasında can veriyorlardı. O’na doğru atılmış okların ve mızrakların önlerine atlıyorlardı. O’nun yaşaması için hayatlarından ve yaşamlarından vazgeçiyorlardı. Çünkü onlar “canlarımız sana ve senin yoluna feda olsun” diyorlardı. Çünkü onlar “Sen bize her şeyden daha SEVİMLİSİN”demişlerdi ve sevgilerinin gereğini yapıyorlardı. Zira sevginin ne demek olduğunu çok iyi biliyorlardı. Çünkü onların sevgisi senede bir gün veya bir hafta değildi. Onlar sevgilerini yalandan “Mevlit kandilleri” ile veya “Kutlu Doğum”larla göstermiyorlardı.
Uhud’ta sahabeler arasında Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in öldüğü yayılmıştı.
Sahabeler” O öldükten sonra biz yaşasak ne olur, Haydi sizde kalkın Resulünüz gibi ölün” demişlerdi. Sevgisinde samimi olanlar kalkıp teker teker canlarını vermişlerdi. Çünkü onlar iman ederken Rablerine bu sözü vermişlerdi. Çünkü onlar sevginin ne demek olduğunu bilen “Musab bin Umeyr’lerdi, Enes bin Nadr’lardı, Hamza’lardı, Ali’lerdi, Huzeyfe’lerdi. Çünkü onlar Allah’a ve Resulüne iman etmişlerdi.
Sahabelerin (Radıyallahu anhum) hayatlarına baktığımız zaman, Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)in hayatında ve öldükten sonra O’nun getirdiği davasından bir an bile uzaklaşmamışlardı. Zira O’nu sevmek O’nun getirdiği davayı sevmekti. O’nu sevmek O’nun getirdiği davaya her ortamda sahip çıkmaktı, bu dava için canını verebilmekti.
Sahabeler her yönden sevgi iddiasında samimi olduğunu ispat ettiler. Zira onlar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) i o kadar çok seviyorlardı ki, bu sevgilerini canları ve malları ile ödediler.
Sahabeler bu kadar çok sevdikleri, canlarını ve mallarını uğrunda feda ettikleri Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in, niçin hem hayatında hem de ölümünden sonra doğumunu kutlamıyorlardı. Niçin “Mevlit kandili” ve “Kutlu Doğum” adı altında her hangi bir kutlama veya düğün merasim düzenlemezlerdi. Hâlbuki şayet bu tip kutlamalar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in kutlanmasını istediği veya kutlanması konusunda açık bir kapı bıraktığı mesele olsaydı, muhakkak ki bunu sahabeler hiç kaçırmazdı. Öyle ki geceli gündüzlü günler ve haftalar boyu kutlamalar ve mevlitler okurlardı. Zira bu kutlamalar sevgiyle alakalı olduğu için, onlarda sevgilerinde samimi oldukları için bunu kesinlikle yaparlardı. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgilerinden dolayı canlarını ve ailelerini feda eden bu insanlar, Allah’a yemin olsun ki şayet bu kandiller ve kutlamalar dinde meşru görünen ameller olsaydı bunu en güzel şekilde yerine getirirlerdi.
Şimdi biz Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgi iddiamızı ele alalım. Sevgi, sevdiğinin uğrunda malını, aileni ve yeri geldiğinde canını feda edebilmektir. Bize bu tutumu sahabeler, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgileri ile öğretmişlerdir. Sevgi, sevdiği kişinin dediğine değer vererek en güzel şekilde dediğini yerine getirerek ispatlanmış olur. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgilerimizden dolayı O’nun dinde yapmamız hususunda bize izin vermediği şeyi yapmak sevginin bir göstergesi olamaz. Aksine O’na muhalefetten dolayı değil onu sevmek, O’na buğz etmiş oluruz.
Sevgiden ötürü günümüzde insanların yaptığı bu kutlamalar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in ne hayatında nede ölümünden sonra izin verdiği veya razı olduğu bir ameldir. Şayet bu konuda her hangi bir uygulamaya ruhsat verilmiş olsaydı veya kutlamalara teşvik edilmiş olsaydı, sevgi iddiasında samimi ve ihlâslı olan sahabeler elbette bunu her sene kapsamlı bir şekilde yaparlardı. Çünkü onlar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgilerinde bizim gibi yalancı ve samimiyetsiz değillerdi. Dönemimizde yaşayan şu insanların kaçı Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgilerinde samimi ve ihlâslılar. Kutlamalar için meydanlara, camilere, türbelere ve sokaklara dökülen milyonlarca insanların kaç tanesi sahabeler gibi Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in davası için malından, ailesinden, ticaretinden, meskeninden ve en önemlisi canından vazgeçebilir. Bu kutlamalar için meydanlara dökülen milyonlarca insan, hangi amelleriyle samimi olduklarını ispat edecekler.
Sevgi, Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) in değer verdiği şeylere değer vermekle olur. Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine çok değer verirdi. Hayatta iken sahabesinin kılına zarar gelecek olsa okun yaydan fırladığı gibi fırlar ve hemen zulmün olduğu yerde biterdi. Ümmetinden hiçbir kimsenin zulme uğramasına tahammül edemezdi. Hem dünyada hem de ahrette ümmeti için her şeyini feda ederdi ve edecekti. Zira bir hadisinde şöyle buyurmaktaydı:
Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Her Peygamberin müstecab (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmaya acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı ahirete bıraktım). Ona inşallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nail olacaktır.” (Tirmizi)
Ümmeti için her durumda canını feda eden Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) için, bu meydanlara dökülen milyonlarca insandan kaç tanesi malını ve canını ortaya koydu veya koyacaktır.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine çok değer verirdi. Bizde onun ümmeti olarak onun değer verdiği ümmetine değer vermek zorundayız. O’nu sevmek, kandillerle veya kutlamalarla değil, O’nun o değerli ve kıymetli hayatını hayatımıza yansıtmakla ancak gerçekleşir. O’nun hayatını kutsamak ve kutlamak ancak O’nun bize emrettiği şeyleri yerine getirmek nehyettiği ve yasakladığı şeylerden var gücümüzle kaçınmakla olur.
Yeryüzünün dört bir tarafında zulüm altında inleyen bu ümmet, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in ümmeti. Bosna’da, Özbekistan’da, Tacikistan’da, Afganistan’da, Pakistan’da, Çeçenistan’da, Somali’de, Yemen’de ve son günlerin en büyük zulmünü yaşayan Suriye’deki bütün Müslümanlar Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) in ümmeti değil mi? Peki Allah için size soruyorum, şayet Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yaşasaydı, zulüm altında inleyen ümmetinin yanında olmaz mıydı? Allah için cevap verin, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yaşasaydı Suriye’deki akılları donduran ve zihinleri hayrete düşüren bu zulmü tahtından mı seyrederdi? Ellerinizi vicdanlarınıza koyarak, Allah’ın adını anarak söyleyin! Şayet Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yaşasaydı, şuan çocukların acımasızca katledildiği, mümine kadınlara ve kızlara adice tecavüz edildiği, çocuk, yaşlı, kadın, kız demeden bütün Müslümanların hunharca öldürüldüğü ve en kötüsü İslam’ın ve Müslümanların şiarlarına hakaret edildiği, Allah’ın kitabı Kuran’ın ayaklar altına alınarak çiğnendiği ve yakıldığı, Allah’ın evleri camilerin ve mescitlerin çöplüklere çevrildiği ve yakıldığı Suriye’de ki bu durumlara seyirci kalır mıydı? Yoksa zulüm ve işkenceler altında inleyen Suriyeli ümmetinin imdadına mı koşardı? Cevabı çok açık. Hayatındayken nerede bir zulüm olsa hemen oracıkta biten Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah’a yemin olsun ki Suriye’deki ümmetini de terk etmez onlarla beraber mücadele ederdi.
Şimdi dönelim Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e sevgisinden dolayı “Mevlit kandili ve Kutlu Doğum” için camilere ve mescitlere gidenlere, meydanları dolduranlara, mevlitlerle ve şiirlerle coşarak kendilerini avutanlara! Haydi, gelin sevgi iddianızın açığa çıkma zamanı! Haydi, söz verenlerin sözlerindeki doğruluğun zuhur etme zamanı! Haydi, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan imanınızın doğruluk zamanı! Haydi, çıkın meydanlara, çok sevdiğiniz Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) için mallarınızı ve canlarınızı feda edin. O’nun ümmeti için feda ettiği şeyleri, sizde feda edin. O’nun ümmeti için vazgeçtiği şeylerden sizde vazgeçin! Sahabeler, saydığımız şeyleri feda ederek Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgi hususundaki davalarında doğru söylediler. Sahabeler, Bedir’de, Uhut’da, Hendek’te, Mute’de, Tebuk’te, Yermuk’te,Irak’ta, Yemen’de ve yüzlerce İslam topraklarına kattıkları bu beldelerde canlarından ve mallarından vazgeçerek canlarını ve mallarını feda ettiler. Onlar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgilerini ve imanlarını, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in doğum gününü ve kandilleri kutlayarak ispat etmediler. Onlar bu sevgi iddialarını, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)in kendilerine bıraktığı bu önemli davaya sahip çıkarak kanıtladılar. Onlar bu davaya öyle sahip çıktılar ki, onlar bu dava uğrunda öyle samimi idiler ki, Allah onlardan razı oldu, onlarda Allah’tan razı oldular ve adlarını tarihe altın harflerle kazıttılar. Rabbim, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e nasıl sevgi beslenilmesi hususunda bize örnek olan bu sahabelerden razı olsun. (Amin.)
Haydi, bu asrın Peygamber sevdalıları! Haydi, zamanın abitleri ve şeyhleri! Haydi, Kandil Gecelerini ve Kutlu Doğum”ları kaçırmayan bu dönemin hocaları, talebeleri, âlimleri, Seydaları ve Peygamber aşkıyla yanıp tutuştuğunu söyleyerek meydanların kahramanları! Çıkın sizde sahabeler gibi, Şuan dünyanın dört bir yanında zulüm altında inleyen Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin imdadına yetişin. Haydi, kalkın Suriye’deki zulüm altında inleyen Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin imdadına yetişin.
Suriye’de acımasızca katledilen bu çocuklar “Ümmeti Muhammed’in” çocukları değil mi? Irzları ve namusları kirletilen bu kadınlar ve kızlar “Ümmeti Muhammed’in” kadınları ve kızları değil mi? Açlık, işkence ve zulüm altında kıvrılan bu ümmet “Muhammed’in Ümmeti” değil mi? Hani nerde kaldı Ümmeti Muhammed’in kardeşliği? Nerde kaldı “komşusu açken tok olan bizden değildir” hadisinin muhatapları? Bu mu Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgimiz. Bu mu Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in hayatından anladığımız. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in çok sevdiği ümmeti şiddet ve işkence altında sızlarken, zulüm ve katliamlarla inlerken, Onun adını kullanarak milyonlarca kişiyi meydanlara dökerek “Kutlu Doğum” adı altında kutlamalar ve merasimler düzenleyenler, nasıl olurda kendilerinin Muhammed’in ümmeti olduğunu iddia ederler.
Nasıl olurda bu yaptıkları şeyin Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in hoşuna gittiğini söylerler. Nasıl olurda Suriye’deki Müslümanlar bu halde iken Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in kemiklerini sızlatacak kutlamalar ve merasimler düzenlerler.
Ümmeti Muhammed’i, dinde meşru olmayan, kandil geceleri ile kutlu doğumlarla, mevlitlerle, hatmelerle, tarikatlarla, rabıtayla ve din adına söylenen yalanlarla kandırdılar. Ümmeti Muhammed’in elindeki izzeti alıp yerine zilleti verdiler. Kendisi ile bizleri izzetli olmaya ve Allah katında üstün olmaya götürecek kılıcı elimizden aldılar, yerine gül kokulu tespihler verdiler, izzet olan mal ve can ile cihadımızı aldılar yerine Müslümanları kandırarak nefs ile cihadı koydular, tüm dünyaya kendisi ile meydan okuduğumuz Allah’ın kitabı ile hükmetme yetkimizi aldılar yerine sadece bülbül gibi içi boş bir okuma verdiler.
Rabbimden Ümmeti Muhammed’i daldığı bu zillet uykusundan en yakın zamanda uyandırarak izzetine geri döndürmesini talep ediyorum.
Adem SÖZKESEN
Öncelikle “Kutlu Doğum” diye isimlendirdikleri şey Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)in doğduğu gündür. Bu günü veya o günün içinde bulunduğu o haftayı “Kutlu Doğum Haftası” olarak isimlendirirler. Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgilerinden dolayı O’nun doğduğu günü ve o günün içinde olan bu haftayı mevlitlerle, dualarla ve şiirlerle kutlayarak geçirirler. Senede bir gün veya bir haftaya denk gelen bu merasimleri, coşkulu ve kalabalık bir şekilde yâd etmeye çalışırlar. Adeta gecelere kadar türbeleri, camileri ziyaret ederler, sohbetler vaazlar dinlerler, mevlitler ve şiirler okurlar, namazlar kılıp dualar ederler, sabahın ilk ışıklarına kadar gecelerini ihya ederler. Ama ne yazık ki bu hareketlilikleri senenin bir gününde vardır. Yani Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) in sevgisini bir geceye veya bir haftaya sığdırmışlardır.
Şimdi “Kutlu Doğum”un yapılmasını gerektiren “SEVGİ” durumunu ele alalım. Zira bu kutlamaların hepsi Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgiden kaynaklanan bir kutlamadır.
Öncelikle şunu bilmemiz gerekir ki, Peygamber’ e (sallallahu aleyhi ve sellem) iman etmek farzdır. Peygamber ’e (sallallahu aleyhi ve sellem) iman etmek İslamın rukûnlarından birisi, imanın da şartlarından bir şarttır. Bundan dolayı her Müslüman’ın O’nun Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna şehâdet etmesi, O’nun Rabbinden getirdiği her şeyi tasdik etmesi ve O’ndan gelen bütün sözleri ve fiilleri kabul ederek, O’nu hayatında kendisine örnek alması gerekir.
“Sevgi” kişinin maddi, manevi, hissi ve uzvi (organlarla) bütün yönüyle karşı tarafa sunduğu bir duygudur. Sevgi için belki binlerce edebi ve ıstılahı tarifler yapılmıştır. Ama burada söz konusu olan “Peygamber Sevgisi”dir. Bizler Müslümanlar olarak kendisini tek önder ve rehber kabul ettiğimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) den kendisini sevmenin ne derece olursa ancak sevgi olarak kabul edileceğini dinleyelim.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) i sevmek, her mümin için en gerekli itaatlerden biridir. Zîrâ sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Buhârî ve Müslim’in Enes b. Mâlik (radıyallahu anh)’dan rivayet ettikleri bir hadiste şöyle buyurmaktadır:
“Sizden birinize ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe iman etmiş olamaz.” (Buhârî, İman: 8; Müslim, İman: 69,70.)
Bu zikretmiş olduğumuz hadisin başka bir rivayetin de ise şöyle nakledilmiştir:
“Sizden birinize ben, kendi nefsinden, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş sayılmaz.”
Bu sevgi bir insanda gerçekleşmezse, o insan gerçek mümin olamaz. Sevgi iddiasında samimi ve doğru olmamış olur. Nitekim Abdullah b. Hişâm, Ömer (radıyallahu anh)’ın bir gün Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Ey Allah’ın Resulü sen bana, nefsim hariç her şeyden daha fazla sevimlisin” demiştir.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ise, O’na “Hayır ey Ömer, nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki; sen, beni nefsinden de daha fazla sevmedikçe gerçek iman etmiş olamazsın.” buyurmuştur.
Ömer (radıyallahu anh)’da O’na; “Vallâhi şimdi sen bana nefsimden de daha fazla sevimlisin” dediğinde, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem): “Şimdi imanının kemâle ermiştir ey Ömer” demiştir. (Buhârî, Muhtasarı Tecrid-i Sarih Terc, I,31.)
Şimdi ise bizim gerçek manada mümin olabilmemizi sağlayacak “SEVGİ” nin doğru olup olmadığına ve “SEVGİ” iddiamızda samimi olup olmadığımıza bir bakalım. Bunun için Peygamber ’e (sallallahu aleyhi ve sellem) sevgisini en güzel şekilde ispatlayan sahabelerine dönelim.
Sahabelerden Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e “Ya Rasulallah, anam babam sana feda olsun” diyen sahabeler vardı. Veya “Sen bana, canımdan daha sevimlisin” diyenler vardı. Veya “Sen bizim her şeyimizsin” diyenler vardı. Veya “Sen bana annemden, babamdan, çocuğumdan, bütün herkesten hatta kendi nefsimden daha sevimlisin” diyenler vardı. Ve bu sahabelerin hepsi Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) in sevdiğini severler buğz ettiğine buğz ederlerdi. O’nun dostuna dost, düşmanına düşman olurlardı. O’nun savaştığı ile savaşır, sulh yaptığı ile sulh ederlerdi. Hatta O’nun ayağını bastığı yere ayaklarını basarlar, atladığı yerden atlarlardı.
Adeta kendi hayatlarını Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) in hayatına atfediyorlardı. O’na bir zarar gelmesin diye önünde ve arkasında etten duvarlar olmuşlardı. Tek tek O’nun önünde ve arkasında can veriyorlardı. O’na doğru atılmış okların ve mızrakların önlerine atlıyorlardı. O’nun yaşaması için hayatlarından ve yaşamlarından vazgeçiyorlardı. Çünkü onlar “canlarımız sana ve senin yoluna feda olsun” diyorlardı. Çünkü onlar “Sen bize her şeyden daha SEVİMLİSİN”demişlerdi ve sevgilerinin gereğini yapıyorlardı. Zira sevginin ne demek olduğunu çok iyi biliyorlardı. Çünkü onların sevgisi senede bir gün veya bir hafta değildi. Onlar sevgilerini yalandan “Mevlit kandilleri” ile veya “Kutlu Doğum”larla göstermiyorlardı.
Uhud’ta sahabeler arasında Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in öldüğü yayılmıştı.
Sahabeler” O öldükten sonra biz yaşasak ne olur, Haydi sizde kalkın Resulünüz gibi ölün” demişlerdi. Sevgisinde samimi olanlar kalkıp teker teker canlarını vermişlerdi. Çünkü onlar iman ederken Rablerine bu sözü vermişlerdi. Çünkü onlar sevginin ne demek olduğunu bilen “Musab bin Umeyr’lerdi, Enes bin Nadr’lardı, Hamza’lardı, Ali’lerdi, Huzeyfe’lerdi. Çünkü onlar Allah’a ve Resulüne iman etmişlerdi.
Sahabelerin (Radıyallahu anhum) hayatlarına baktığımız zaman, Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)in hayatında ve öldükten sonra O’nun getirdiği davasından bir an bile uzaklaşmamışlardı. Zira O’nu sevmek O’nun getirdiği davayı sevmekti. O’nu sevmek O’nun getirdiği davaya her ortamda sahip çıkmaktı, bu dava için canını verebilmekti.
Sahabeler her yönden sevgi iddiasında samimi olduğunu ispat ettiler. Zira onlar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) i o kadar çok seviyorlardı ki, bu sevgilerini canları ve malları ile ödediler.
Sahabeler bu kadar çok sevdikleri, canlarını ve mallarını uğrunda feda ettikleri Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) in, niçin hem hayatında hem de ölümünden sonra doğumunu kutlamıyorlardı. Niçin “Mevlit kandili” ve “Kutlu Doğum” adı altında her hangi bir kutlama veya düğün merasim düzenlemezlerdi. Hâlbuki şayet bu tip kutlamalar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in kutlanmasını istediği veya kutlanması konusunda açık bir kapı bıraktığı mesele olsaydı, muhakkak ki bunu sahabeler hiç kaçırmazdı. Öyle ki geceli gündüzlü günler ve haftalar boyu kutlamalar ve mevlitler okurlardı. Zira bu kutlamalar sevgiyle alakalı olduğu için, onlarda sevgilerinde samimi oldukları için bunu kesinlikle yaparlardı. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgilerinden dolayı canlarını ve ailelerini feda eden bu insanlar, Allah’a yemin olsun ki şayet bu kandiller ve kutlamalar dinde meşru görünen ameller olsaydı bunu en güzel şekilde yerine getirirlerdi.
Şimdi biz Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgi iddiamızı ele alalım. Sevgi, sevdiğinin uğrunda malını, aileni ve yeri geldiğinde canını feda edebilmektir. Bize bu tutumu sahabeler, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgileri ile öğretmişlerdir. Sevgi, sevdiği kişinin dediğine değer vererek en güzel şekilde dediğini yerine getirerek ispatlanmış olur. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgilerimizden dolayı O’nun dinde yapmamız hususunda bize izin vermediği şeyi yapmak sevginin bir göstergesi olamaz. Aksine O’na muhalefetten dolayı değil onu sevmek, O’na buğz etmiş oluruz.
Sevgiden ötürü günümüzde insanların yaptığı bu kutlamalar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in ne hayatında nede ölümünden sonra izin verdiği veya razı olduğu bir ameldir. Şayet bu konuda her hangi bir uygulamaya ruhsat verilmiş olsaydı veya kutlamalara teşvik edilmiş olsaydı, sevgi iddiasında samimi ve ihlâslı olan sahabeler elbette bunu her sene kapsamlı bir şekilde yaparlardı. Çünkü onlar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgilerinde bizim gibi yalancı ve samimiyetsiz değillerdi. Dönemimizde yaşayan şu insanların kaçı Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgilerinde samimi ve ihlâslılar. Kutlamalar için meydanlara, camilere, türbelere ve sokaklara dökülen milyonlarca insanların kaç tanesi sahabeler gibi Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in davası için malından, ailesinden, ticaretinden, meskeninden ve en önemlisi canından vazgeçebilir. Bu kutlamalar için meydanlara dökülen milyonlarca insan, hangi amelleriyle samimi olduklarını ispat edecekler.
Sevgi, Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) in değer verdiği şeylere değer vermekle olur. Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine çok değer verirdi. Hayatta iken sahabesinin kılına zarar gelecek olsa okun yaydan fırladığı gibi fırlar ve hemen zulmün olduğu yerde biterdi. Ümmetinden hiçbir kimsenin zulme uğramasına tahammül edemezdi. Hem dünyada hem de ahrette ümmeti için her şeyini feda ederdi ve edecekti. Zira bir hadisinde şöyle buyurmaktaydı:
Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Her Peygamberin müstecab (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmaya acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı ahirete bıraktım). Ona inşallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nail olacaktır.” (Tirmizi)
Ümmeti için her durumda canını feda eden Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) için, bu meydanlara dökülen milyonlarca insandan kaç tanesi malını ve canını ortaya koydu veya koyacaktır.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine çok değer verirdi. Bizde onun ümmeti olarak onun değer verdiği ümmetine değer vermek zorundayız. O’nu sevmek, kandillerle veya kutlamalarla değil, O’nun o değerli ve kıymetli hayatını hayatımıza yansıtmakla ancak gerçekleşir. O’nun hayatını kutsamak ve kutlamak ancak O’nun bize emrettiği şeyleri yerine getirmek nehyettiği ve yasakladığı şeylerden var gücümüzle kaçınmakla olur.
Yeryüzünün dört bir tarafında zulüm altında inleyen bu ümmet, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in ümmeti. Bosna’da, Özbekistan’da, Tacikistan’da, Afganistan’da, Pakistan’da, Çeçenistan’da, Somali’de, Yemen’de ve son günlerin en büyük zulmünü yaşayan Suriye’deki bütün Müslümanlar Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) in ümmeti değil mi? Peki Allah için size soruyorum, şayet Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yaşasaydı, zulüm altında inleyen ümmetinin yanında olmaz mıydı? Allah için cevap verin, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yaşasaydı Suriye’deki akılları donduran ve zihinleri hayrete düşüren bu zulmü tahtından mı seyrederdi? Ellerinizi vicdanlarınıza koyarak, Allah’ın adını anarak söyleyin! Şayet Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yaşasaydı, şuan çocukların acımasızca katledildiği, mümine kadınlara ve kızlara adice tecavüz edildiği, çocuk, yaşlı, kadın, kız demeden bütün Müslümanların hunharca öldürüldüğü ve en kötüsü İslam’ın ve Müslümanların şiarlarına hakaret edildiği, Allah’ın kitabı Kuran’ın ayaklar altına alınarak çiğnendiği ve yakıldığı, Allah’ın evleri camilerin ve mescitlerin çöplüklere çevrildiği ve yakıldığı Suriye’de ki bu durumlara seyirci kalır mıydı? Yoksa zulüm ve işkenceler altında inleyen Suriyeli ümmetinin imdadına mı koşardı? Cevabı çok açık. Hayatındayken nerede bir zulüm olsa hemen oracıkta biten Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah’a yemin olsun ki Suriye’deki ümmetini de terk etmez onlarla beraber mücadele ederdi.
Şimdi dönelim Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e sevgisinden dolayı “Mevlit kandili ve Kutlu Doğum” için camilere ve mescitlere gidenlere, meydanları dolduranlara, mevlitlerle ve şiirlerle coşarak kendilerini avutanlara! Haydi, gelin sevgi iddianızın açığa çıkma zamanı! Haydi, söz verenlerin sözlerindeki doğruluğun zuhur etme zamanı! Haydi, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan imanınızın doğruluk zamanı! Haydi, çıkın meydanlara, çok sevdiğiniz Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) için mallarınızı ve canlarınızı feda edin. O’nun ümmeti için feda ettiği şeyleri, sizde feda edin. O’nun ümmeti için vazgeçtiği şeylerden sizde vazgeçin! Sahabeler, saydığımız şeyleri feda ederek Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgi hususundaki davalarında doğru söylediler. Sahabeler, Bedir’de, Uhut’da, Hendek’te, Mute’de, Tebuk’te, Yermuk’te,Irak’ta, Yemen’de ve yüzlerce İslam topraklarına kattıkları bu beldelerde canlarından ve mallarından vazgeçerek canlarını ve mallarını feda ettiler. Onlar Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgilerini ve imanlarını, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in doğum gününü ve kandilleri kutlayarak ispat etmediler. Onlar bu sevgi iddialarını, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)in kendilerine bıraktığı bu önemli davaya sahip çıkarak kanıtladılar. Onlar bu davaya öyle sahip çıktılar ki, onlar bu dava uğrunda öyle samimi idiler ki, Allah onlardan razı oldu, onlarda Allah’tan razı oldular ve adlarını tarihe altın harflerle kazıttılar. Rabbim, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e nasıl sevgi beslenilmesi hususunda bize örnek olan bu sahabelerden razı olsun. (Amin.)
Haydi, bu asrın Peygamber sevdalıları! Haydi, zamanın abitleri ve şeyhleri! Haydi, Kandil Gecelerini ve Kutlu Doğum”ları kaçırmayan bu dönemin hocaları, talebeleri, âlimleri, Seydaları ve Peygamber aşkıyla yanıp tutuştuğunu söyleyerek meydanların kahramanları! Çıkın sizde sahabeler gibi, Şuan dünyanın dört bir yanında zulüm altında inleyen Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin imdadına yetişin. Haydi, kalkın Suriye’deki zulüm altında inleyen Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin imdadına yetişin.
Suriye’de acımasızca katledilen bu çocuklar “Ümmeti Muhammed’in” çocukları değil mi? Irzları ve namusları kirletilen bu kadınlar ve kızlar “Ümmeti Muhammed’in” kadınları ve kızları değil mi? Açlık, işkence ve zulüm altında kıvrılan bu ümmet “Muhammed’in Ümmeti” değil mi? Hani nerde kaldı Ümmeti Muhammed’in kardeşliği? Nerde kaldı “komşusu açken tok olan bizden değildir” hadisinin muhatapları? Bu mu Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) e olan sevgimiz. Bu mu Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in hayatından anladığımız. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in çok sevdiği ümmeti şiddet ve işkence altında sızlarken, zulüm ve katliamlarla inlerken, Onun adını kullanarak milyonlarca kişiyi meydanlara dökerek “Kutlu Doğum” adı altında kutlamalar ve merasimler düzenleyenler, nasıl olurda kendilerinin Muhammed’in ümmeti olduğunu iddia ederler.
Nasıl olurda bu yaptıkları şeyin Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in hoşuna gittiğini söylerler. Nasıl olurda Suriye’deki Müslümanlar bu halde iken Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) in kemiklerini sızlatacak kutlamalar ve merasimler düzenlerler.
Ümmeti Muhammed’i, dinde meşru olmayan, kandil geceleri ile kutlu doğumlarla, mevlitlerle, hatmelerle, tarikatlarla, rabıtayla ve din adına söylenen yalanlarla kandırdılar. Ümmeti Muhammed’in elindeki izzeti alıp yerine zilleti verdiler. Kendisi ile bizleri izzetli olmaya ve Allah katında üstün olmaya götürecek kılıcı elimizden aldılar, yerine gül kokulu tespihler verdiler, izzet olan mal ve can ile cihadımızı aldılar yerine Müslümanları kandırarak nefs ile cihadı koydular, tüm dünyaya kendisi ile meydan okuduğumuz Allah’ın kitabı ile hükmetme yetkimizi aldılar yerine sadece bülbül gibi içi boş bir okuma verdiler.
Rabbimden Ümmeti Muhammed’i daldığı bu zillet uykusundan en yakın zamanda uyandırarak izzetine geri döndürmesini talep ediyorum.
Adem SÖZKESEN