hikayeyi nette buldum gerçek mi değil mi bilmiyorum ama içereik olarak ibretlik olduğu için paylaşmak istedim
Baas partililer ve Nusayriler İslâm'a yaptıkları saldırılarla övünmektedirler. Hama şehrinde şöyle bir olay olur: Sınıfta hocanın birisi İslâm'a hakaretler içe...ren bir konuşma yapar. Bunun üzerine öğrencilerden bir tanesi kalkar ve hocaya vurur. Peşi sıra tüm öğrenciler kalkarak hocayı döve döve öldürürler. Sonra polis gelir ve hocaya ilk tokatı atan o genci öldürür. Daha sonra olay yerine gelen Şeyh Mervan, öldürülen müslüman genç dolayısıyla polise kısas hükmünün uygulanmasını talep eder. Öğrenciler de tek tek "öldürülen genç, müslümandı, öğretmen ise kâfirdi. Dolayısıyla öğretmenin kanı hederdir. Müslüman gencin ise kanı alınmalıdır, yani karşılığında öldüren polise kısas uygulanmalıdır," derler. Devlet ise bu talebi reddeder. Bu talebin reddedilmesi üzerine Şeyh Mervan etrafındaki özel eğittiği gençlerle birlikte Sultan Mescidinde toplanırlar. Toplanan bu gençlerin her birinde bomba ve tabanca vardır -ki bunlardan bazıları lise talebesidir- tekbir getirmekte ve devlet aleyhinde konuşmalar yapmaktadırlar. Bu esnada Sultan Mescidi'nin etrafı tanklarla çevrilir ve Mescid içindeki müslümanlarla birlikte yerle bir edilir. Allah'a yemin ederek söylüyorum ki daha sonra görüştüğüm Hamalı güvenilir müslümanlar bana şunu söyledi: -Allah hakkı en iyi bilendir- "Bizler günler sonra şehid edilen gençlerin üzerinden yıkıntıları kaldırmak için mescidin oraya gittiğimizde toprağın altından teşbih ve tekbir sesleri işitiyorduk." Mescidin bombalanması olayında -Allah'ın hikmeti- Şeyh Mervan, bazı talebeleri ile birlikte sağ olarak yakalandı ve mahkemeye çıkarıldı. Baas partililer adalet(!)li olduklarını göstermek için Şeyh'in mahkemesini yerli yabancı tüm basın mensuplarına açık olarak yapıyorlardı. Mahkeme heyeti Suriye savunma bakanı Mustafa Talaş ve bölgeyi elinde bulunduran en kuvvetli şahsiyet olan Salah Cedid'ten oluşuyordu. Mahkeme heyetinin ilk sorusu: "Neden silah taşıdınız ve devlete karşı niçin azgınlaştınız?.." olur. Şeyh Mervan şöyle cevap verir: "Orada Adı Salah Cedid olan Nusayri bir köpekle birlikte kendisini ehli sünnete nisbet eden ikinci bir köpek Mustafa Talaş vardı. (O anki mahkeme heyeti bu ikisinden oluşuyordu ve üstad Mervan bunu yüzlerine karşı söylüyordu) Bu iki köpek, bölgede İslâm'ı ve müslümanları yok etmek istiyordu. Bizler hayatta olduğumuz sürece İslâm'ın yok edilmesine müsaade edemeyiz." Bu ifadeleri duyan mahkemedeki devrim muhafızları üstadın üzerine saldırırlar. Polisler ise Şeyhin mahkemede yabancı basın mensuplarının da bulunduğu bir ortamda öldürülmesini önlemek ve dünya basınına Suriye mahkemesinde polis katliamı diye yansımasını engellemek amacıyla, üstadı devrim muhafızlarından korurlar. Mahkeme heyeti üstada:
- "Sen uşaksın" der. Üstad da;
- "Ben Allah'ın uşağıyım. Gerçek uşaklarsa siz ve sizin Abdunnasır'dan yetmiş sekiz bin cüneyh çalan parti lideriniz Michel Aflektir." Mahkeme heyeti;
- "Siz Muhammed el-Hamid'in (Hama müftüsü) sizinle birlikte olduğunu söylüyorsunuz. O ise sizlerden nefret etmekte." Üstad onların bu sözüne yüce Allah'ın şu âyetiyle cevab verir:
"Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. O'na güvenip dayandım. O, büyük arşın Rabbidir." (Tevbe, 129)
Mahkeme heyeti çok güçlüydü. Duruşma sonunda, kendisiyle birlikte yargılanan gençlerin bir bölümüne beraat, diğer bölümüne de üstadla birlikte idam kararı verdi. Haklarında idam kararı verilen gençler ve üstad gülümsüyor, birbirlerini tebrik ediyorlardı. Haklarında beraat kararı çıkan gençler ise ağlıyordu. Yabancı basın mensupları, haklarında ölüm kararı verilenlerin sevinip gülmesine, beraat kararı çıkanlarınsa ağlamalarına hayret etmişlerdi. Bu hallerinin neden olduğunu sorduklarında ise onlara verilen cevap: "Bizlere Cennet bağışlandı. Bunun için birbirimizi tebrik ediyor ve seviniyoruz. Ağlayanlar ise bundan mahrum edildikleri için ağlamaktadırlar" olmuştu. Haklarında idam kararı verilen üstad ve talebeleri infazı beklemek üzere cezaevlerine götürüldü. Üstad Mervan idamını beklediği cezaevi günlerini bana şöyle anlatıyor: "Hayatımda yaşadığım en lezzetli, kalbimin ve nefsimin en rahat olduğu günler cezaevinde gençlerle beraber idamımı bekleyerek geçirdiğim günlerdir." Üstad Mervan'ın idamını beklerken yazdığı şu kelimeler hâlâ İslâm gençliği tarafından tekrarlanmaktadır:
"O can ki yarın doğacak. Sözleştiği vakitte Allah ile buluşacak." Onlar zindanda idamlarının infazını beklerken, Hama müftüsü Şeyh Muhammed el-Hamid, Hamalı olan Cumhurbaşkanı Emin el-Hâfız'ın yanına gider ve ona; "Üsdat Mervan el-Hadid'e ne yapmayı düşünüyorsunuz?" der. Cumhurbaşkanı Emin el-Hafız'da; "Onun idamına hükmettik" diye cevap verir. Bunun üzerine Muhammed el-Hamid; "Sen bunu akıllıca düşünerek mi söylüyorsun? Mervan el-Hadid'i idam ettiğiniz takdirde Hama'nın susacağını mı zannediyorsunuz? Onu idam ederseniz, Hama'da üstesinden gelemeyeceğiniz ölçüde sorunlar başlar" der. Bunu dinleyen Cumhuriyet reisi: "Peki senin görüşün nedir?" diye sorar. Müftü Muhammed el-Hamid; "Benim görüşüm onu çıkartmanız ve affetmenizdir" der. Bunu duyan Cumhurbaşkanı el-Hafız da; "Bizzat siz gidin ve onu çıkartın" der. Daha sonra üstad Mervan olayı bana şöyle anlatmakta: "Şeyh Muhammed el-Hamid geldi ve: "Haydi evlatlarım çıkın" dedi. Muhammed el-Hamid, hepsinin hocası ve sevip saydıkları birisidir. Bizlerde; "Nereye?" dedik. O da: "Devlet sizleri affetti" dedi. Bunu işitince bizler; "Allah seni affetsin. Bizi Cennetten mahrum ettin..." dedik. Zindandan çıkan üstad Mervan gerçekten rahat nedir bilmezdi. O adeta patlamaya hazır bir bombaydı, kükremeye hazırdı.
Baas partililer ve Nusayriler İslâm'a yaptıkları saldırılarla övünmektedirler. Hama şehrinde şöyle bir olay olur: Sınıfta hocanın birisi İslâm'a hakaretler içe...ren bir konuşma yapar. Bunun üzerine öğrencilerden bir tanesi kalkar ve hocaya vurur. Peşi sıra tüm öğrenciler kalkarak hocayı döve döve öldürürler. Sonra polis gelir ve hocaya ilk tokatı atan o genci öldürür. Daha sonra olay yerine gelen Şeyh Mervan, öldürülen müslüman genç dolayısıyla polise kısas hükmünün uygulanmasını talep eder. Öğrenciler de tek tek "öldürülen genç, müslümandı, öğretmen ise kâfirdi. Dolayısıyla öğretmenin kanı hederdir. Müslüman gencin ise kanı alınmalıdır, yani karşılığında öldüren polise kısas uygulanmalıdır," derler. Devlet ise bu talebi reddeder. Bu talebin reddedilmesi üzerine Şeyh Mervan etrafındaki özel eğittiği gençlerle birlikte Sultan Mescidinde toplanırlar. Toplanan bu gençlerin her birinde bomba ve tabanca vardır -ki bunlardan bazıları lise talebesidir- tekbir getirmekte ve devlet aleyhinde konuşmalar yapmaktadırlar. Bu esnada Sultan Mescidi'nin etrafı tanklarla çevrilir ve Mescid içindeki müslümanlarla birlikte yerle bir edilir. Allah'a yemin ederek söylüyorum ki daha sonra görüştüğüm Hamalı güvenilir müslümanlar bana şunu söyledi: -Allah hakkı en iyi bilendir- "Bizler günler sonra şehid edilen gençlerin üzerinden yıkıntıları kaldırmak için mescidin oraya gittiğimizde toprağın altından teşbih ve tekbir sesleri işitiyorduk." Mescidin bombalanması olayında -Allah'ın hikmeti- Şeyh Mervan, bazı talebeleri ile birlikte sağ olarak yakalandı ve mahkemeye çıkarıldı. Baas partililer adalet(!)li olduklarını göstermek için Şeyh'in mahkemesini yerli yabancı tüm basın mensuplarına açık olarak yapıyorlardı. Mahkeme heyeti Suriye savunma bakanı Mustafa Talaş ve bölgeyi elinde bulunduran en kuvvetli şahsiyet olan Salah Cedid'ten oluşuyordu. Mahkeme heyetinin ilk sorusu: "Neden silah taşıdınız ve devlete karşı niçin azgınlaştınız?.." olur. Şeyh Mervan şöyle cevap verir: "Orada Adı Salah Cedid olan Nusayri bir köpekle birlikte kendisini ehli sünnete nisbet eden ikinci bir köpek Mustafa Talaş vardı. (O anki mahkeme heyeti bu ikisinden oluşuyordu ve üstad Mervan bunu yüzlerine karşı söylüyordu) Bu iki köpek, bölgede İslâm'ı ve müslümanları yok etmek istiyordu. Bizler hayatta olduğumuz sürece İslâm'ın yok edilmesine müsaade edemeyiz." Bu ifadeleri duyan mahkemedeki devrim muhafızları üstadın üzerine saldırırlar. Polisler ise Şeyhin mahkemede yabancı basın mensuplarının da bulunduğu bir ortamda öldürülmesini önlemek ve dünya basınına Suriye mahkemesinde polis katliamı diye yansımasını engellemek amacıyla, üstadı devrim muhafızlarından korurlar. Mahkeme heyeti üstada:
- "Sen uşaksın" der. Üstad da;
- "Ben Allah'ın uşağıyım. Gerçek uşaklarsa siz ve sizin Abdunnasır'dan yetmiş sekiz bin cüneyh çalan parti lideriniz Michel Aflektir." Mahkeme heyeti;
- "Siz Muhammed el-Hamid'in (Hama müftüsü) sizinle birlikte olduğunu söylüyorsunuz. O ise sizlerden nefret etmekte." Üstad onların bu sözüne yüce Allah'ın şu âyetiyle cevab verir:
"Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. O'na güvenip dayandım. O, büyük arşın Rabbidir." (Tevbe, 129)
Mahkeme heyeti çok güçlüydü. Duruşma sonunda, kendisiyle birlikte yargılanan gençlerin bir bölümüne beraat, diğer bölümüne de üstadla birlikte idam kararı verdi. Haklarında idam kararı verilen gençler ve üstad gülümsüyor, birbirlerini tebrik ediyorlardı. Haklarında beraat kararı çıkan gençler ise ağlıyordu. Yabancı basın mensupları, haklarında ölüm kararı verilenlerin sevinip gülmesine, beraat kararı çıkanlarınsa ağlamalarına hayret etmişlerdi. Bu hallerinin neden olduğunu sorduklarında ise onlara verilen cevap: "Bizlere Cennet bağışlandı. Bunun için birbirimizi tebrik ediyor ve seviniyoruz. Ağlayanlar ise bundan mahrum edildikleri için ağlamaktadırlar" olmuştu. Haklarında idam kararı verilen üstad ve talebeleri infazı beklemek üzere cezaevlerine götürüldü. Üstad Mervan idamını beklediği cezaevi günlerini bana şöyle anlatıyor: "Hayatımda yaşadığım en lezzetli, kalbimin ve nefsimin en rahat olduğu günler cezaevinde gençlerle beraber idamımı bekleyerek geçirdiğim günlerdir." Üstad Mervan'ın idamını beklerken yazdığı şu kelimeler hâlâ İslâm gençliği tarafından tekrarlanmaktadır:
"O can ki yarın doğacak. Sözleştiği vakitte Allah ile buluşacak." Onlar zindanda idamlarının infazını beklerken, Hama müftüsü Şeyh Muhammed el-Hamid, Hamalı olan Cumhurbaşkanı Emin el-Hâfız'ın yanına gider ve ona; "Üsdat Mervan el-Hadid'e ne yapmayı düşünüyorsunuz?" der. Cumhurbaşkanı Emin el-Hafız'da; "Onun idamına hükmettik" diye cevap verir. Bunun üzerine Muhammed el-Hamid; "Sen bunu akıllıca düşünerek mi söylüyorsun? Mervan el-Hadid'i idam ettiğiniz takdirde Hama'nın susacağını mı zannediyorsunuz? Onu idam ederseniz, Hama'da üstesinden gelemeyeceğiniz ölçüde sorunlar başlar" der. Bunu dinleyen Cumhuriyet reisi: "Peki senin görüşün nedir?" diye sorar. Müftü Muhammed el-Hamid; "Benim görüşüm onu çıkartmanız ve affetmenizdir" der. Bunu duyan Cumhurbaşkanı el-Hafız da; "Bizzat siz gidin ve onu çıkartın" der. Daha sonra üstad Mervan olayı bana şöyle anlatmakta: "Şeyh Muhammed el-Hamid geldi ve: "Haydi evlatlarım çıkın" dedi. Muhammed el-Hamid, hepsinin hocası ve sevip saydıkları birisidir. Bizlerde; "Nereye?" dedik. O da: "Devlet sizleri affetti" dedi. Bunu işitince bizler; "Allah seni affetsin. Bizi Cennetten mahrum ettin..." dedik. Zindandan çıkan üstad Mervan gerçekten rahat nedir bilmezdi. O adeta patlamaya hazır bir bombaydı, kükremeye hazırdı.