Suriye'de devam eden savaşın arka planını anlamak için tanınması gereken kişilerden birisi de Mervan Hadid'tir. Küresel cihad hareketinin kurucularından Dr. Abdullah Azzam, Mervan Hadid'ten en çok etkilenen kişiler arasındadır. Mervan Hadid'in 70'li yıllarda başlatmış olduğu hareket ve öncülük ettiği fikirler, Suriyeli Müslümanları rejime karşı biraraya getiren temel bir etken olmuştur. Mervan Hadid'in yaşadıklarını Dr. Abdullah Azzam'ın anlatımıyla okuyucularımıza sunuyoruz.
Abdullah Azzam’ın dilinden Mervan Hadid
Hayran olduğum diğer bir şahsiyet de merhum Şeyh Mervan Hadid’dir.Bu zat Mısır istihbaratını hayli yormuştur. Mervan Hadid Mısır'da okuduğı yıllarda bir zirve toplantısına katılan üyelerin tümüne mektup yazar. Onlara; “İslâm ile hükmetmeniz gerekir, Şunu… Şunu… Yapmanız gerekir” der. Ayrıca Mervan adını, adresini yazıp başta Abdunnasır olmak üzere bütün zirveye katılanlara gönderir. Bunun üzerine Abdunnasır istihbarat birimlerine “bu adamı takibe alın ve araştırın” diye emir verir. Bir kişi gece gündüz bunu takip etmekle görevlendirilmiştir. Öyle ki her gittiği yere gidiyor, her bindiği vesaite biniyormuş. Mısır’da o tihlerde toplu taşıma araçları oldukça kalabalıktır. Bir insan otobüse binmek istediğinde kapının ağzındaki demirleri yakalayabilmesi için mutlaka yerden yukarı atlaması gerekir. Çünkü bizzat kapının ağzında en az dört-beş kişi bulunmaktadır. Otobüs uzaktan gelince herkes otobüsün içine nasıl atlayacağına dair hazırlığa geçer. Şeyh Mervan’da kendisini takip eden istihbarat memuru arkadaşı (!) ile birlikte otobüse zıplama hazırlığına geçerler. Bazen Şeyh Mervan önce biner, onu takip edenin elinden yakalayıp otobüse bindirirdi. Bazen de istihbarat memuru önce biner, Şeyh Mervan’ın elinden tutar, onu otobüse çekerdi. Çünkü bunlar birbirlerinden ayrılmayan ikizler gibiydi. Şeyh Mervan her gittiği yerde arkasında bunu görüyordu. Ondan kurtuluş yoktu. Bu nedenle Mısır otobüslerine binme gibi zor durumlarda birbirlerine yardımcı oluyorlardı. Hatta bazen Şeyh Mervan daha önce binip istihbarat memuru binemeyince onun elinden tutup aşağıya indiriyordu ve ona “ikinci araba ile gideriz” diyordu.
Bazen de Şeyh Mervan otobüse ücret öderken “al, bu bir kuruş benden, bir kuruş da şu istihbarat memurundan” diyordu. Milletin huzurunda bunun kim olduğunu söylemekten çekinmiyordu. Aslında bu durum o memur için de bir zilletti. Bazen yine otobüs çok kalabalık olduğunda muhbir otobüse binipte Şeyh Mervan binemeyince muhbir ona; “Sen ikinci otobüsle gel, durakta inince buluşuruz” derdi.
Üstad Mervan Suriye’ye dönmek ister ve geri dönüş için tüm hazırlıkları yaparak havaalanına gider. Bir arkadaşı ile beraber havaalanına girdiklerinde namaz kılmak için görevlilerden mescid sorarlar. Görevli; “Haydi geç.! Burada mescid olmaz” der. Üstad Mervan bu anı ile Mısır'dan ayrılır.
1964 senesinde Suriye'nin başkenti Şam’a ulaştıklarında Radyo’da Baas partisinin (sosyalist parti) programı yapılmakta ve Baas partisi şöyle tanıtılmaktadır: "Baas’a iman ettim, Rab odur, şeriki yoktur… Araplık dinimdir, Ondan başka din yoktur..”
Suriye'de iktidarda olan Baas partililer ve Nusayriler İslâm’a yaptıkları saldırılarla övünmektedirler.
Şeyh Merva'nın Hama'daki anılarından bir tanesi şöyledir:
Hama şehrinde şöyle bir olay olur: Baas Partisi’nden veya Nusayriler’den olan bir öğretmen sınıfta İslâm’a hakaretler içeren bir konuşma yapar. Bunun üzerine öğrencilerden bir tanesi kalkar ve hocaya vurur. Peşi sıra tüm öğrenciler kalkarak hocayı döve döve öldürürler. Sonra polis gelir ve hocaya ilk tokatı atan o genci öldürür. Daha sonra olay yerine gelen Şeyh Mervan öldürülen müslüman genç dolayısıyla polise kısas hükmünün uygulanmasını talep eder. Öğrenciler de tek tek “öldürülen genç, müslümandı, öğretmen ise kâfirdi. Dolayısıyla öğretmenin kanı hederdir. Müslüman gencin ise kanı alınmalıdır, yani karşılığında öldüren polise kısas uygulanmalıdır,” derler. Devlet ise bu talebi reddeder. Bu talebin reddedilmesi üzerine Şeyh Mervan etrafındaki özel eğittiği gençlerle birlikte Sultan Mescidinde toplanırlar. Bu gençlerden bazıları lise talebesidir. Bu esnada Sultan Mescidi’nin etrafı tanklarla çevrilir ve camiye saldırı başlar. Camideki gençler de tabanca ve bombalarla Şeyh Mervan ile birlikte onlara karşılık verirler.
Bu olaya şahid olan Hamalı müslümanlar olay hakkında şunları söylerler: “Bizler günler sonra şehid edilen gençlerin üzerinden yıkıntıları kaldırmak için mescidin oraya gittiğimizde toprağın altından tesbih ve tekbir sesleri işitiyorduk” Mescidin bombalanmasından sonra Şeyh Mervan ve bazı talebeleri sağ olarak yakalanır ve Şam'a götürülerek mahkemeye çıkarılırlar. Baas partililer adaletli olduklarını göstermek için Şeyh’in mahkemesini yerli yabancı tüm basın mensuplarına açık olarak yaparlar.
Mahkeme reisi Nusayri mezhebinden olan Salah Cedid idi. Aslında bu zat Hafız Esad’ın iktidara gelmesi için zemin hazırlayan biridir. Orduda Nusayrîlik mezhebine mensup olan insanların önderliğini bu yapıyordu. Mahkemenin ikinci hakimi ise ordu komutanı Mustafa Talaş’di. Mustafa Talaş sözde Sünni idi.
Mahkeme heyeti: “Niçin devlete karşı silahlı isyana kalktın?”
Mervan Hadid: “Salah Cedid isminde Nusayri bir köpek ve Mustafa Talaş isminde sözde Sünni olan bir köpek daha var. Bunlar memleketten İslâm’ı silmek istiyorlar. Bizim bunu kabullenmemiz mümkün değildir. Biz buna boyun eğemeyiz ve hayatta olduğumuz sürece İslâm’ın yok edilmesine müsaade edemeyiz”
Bu ifadeleri duyan mahkemedeki devrim muhafızları üstadın üzerine saldırırlar. Polisler ise Şeyhin mahkemede yabancı basın mensuplarının da bulunduğu bir ortamda öldürülmesini önlemek ve dünya basınına Suriye mahkemesinde polis katliamı diye yansımasını engellemek amacıyla, üstadı devrim muhafızlarından korurlar.
Mahkeme heyeti: "Sen birilerine hizmet eden bir uşaksın”
Mervan Hadid: "Evet, Ben Allah’ın uşağıyım. Gerçek uşaklarsa, siz ve sizin Abdunnasır’dan yetmiş sekiz bin cüneyh alan partinizin lideri hristiyan Michel Aflek’tir”
Mahkeme heyeti: “Siz Muhammed Hamid (Hama müftüsü) bizimle beraber diyorsunuz. Halbuki Muhammed Hamid size ateş püskürüyor, sizi sevmiyor”
Mervan Hadid: “Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. O’na güvenip dayandım. O, büyük arşın Rabbidir (Tevbe, 129)"
Duruşma sonunda, kendisiyle birlikte yargılanan gençlerin bir bölümüne beraat, diğer bölümüne de üstadla birlikte idam kararı verilir. Haklarında idam kararı verilen gençler ve üstad bu kararı tebessüm ile karşılarlar ve birbirlerini tebrik edeler. Haklarında beraat kararı çıkan gençler ise ağlarlar. Yabancı basın mensupları, haklarında ölüm kararı verilenlerin sevinip gülmesine, beraat kararı çıkanlarınsa ağlamalarına hayret ederler. Bu hallerinin neden olduğunu sorduklarında ise onlara verilen cevap: “Bizlere Cennet bağışlandı. Bunun için birbirimizi tebrik ediyor ve seviniyoruz. Ağlayanlar ise bundan mahrum edildikleri için ağlamaktadırlar” olur. Haklarında idam kararı verilen üstad ve talebeleri infazı beklemek üzere cezaevlerine götürülürler.
Vallahi bizzat Şeyh Mervan bana şunu dedi: “Allah’a yemin olsun ki benim hayatımın en mutlu günleri o idam kararının infaz edilmesini beklediğim günlerdi. Çünkü bizler artık kendimizi ahirete gitmiş, cennette bulunan insanlar olarak hissediyorduk. Mervan Hadid konu ile ilgili basit de olsa bir şiir yazmıştır. Bu şiiri devamlı gençler okurlar. Şiirin başında şu ifadeler geçmektedir:
Yarın ruh bedenden ayrılıp güneş gibi doğacaktır
Ve Allah’la vaad ettiği şekli ile karşılaşacaktır.
Mervan Hadid ve öğrencileri zindanda idamlarının infazını beklerken, Hama müftüsü Şeyh Muhammed el-Hamid, Hamalı olan Cumhurbaşkanı Emin el-Hâfız’ın yanına gider ve ona; “Üsdat Mervan el-Hadid’e ne yapmayı düşünüyorsunuz?” der. Cumhurbaşkanı Emin el-Hafız da; “Onun idamına hükmettik” diye cevap verir. Bunun üzerine Muhammed el-Hamid; “Sen bunu akıllıca düşünerek mi söylüyorsun? Mervan el-Hadid’i idam ettiğiniz takdirde Hama’nın susacağını mı zannediyorsunuz? Onu idam ederseniz, Hama’da üstesinden gelemeyeceğiniz ölçüde sorunlar başlar” der. Bunu dinleyen Cumhuriyet reisi: “Peki senin görüşün nedir?” diye sorar. Müftü Muhammed el-Hamid; “Benim görüşüm onu çıkartmanız ve affetmenizdir” der. Bunu duyan Cumhurbaşkanı el-Hafız da; “Bizzat siz gidin ve onu çıkartın” der. Daha sonra üstad Mervan bu olayı şöyle anlatıyor: “Şeyh Muhammed el-Hamid geldi ve: “Haydi evlatlarım çıkın” dedi. Muhammed el-Hamid, hepsinin hocası ve sevip saydıkları birisidir. Bizler de; “Nereye?” dedik. O da: “Devlet sizleri affetti” dedi. Bunu işitince bizler; “Allah seni affetsin. Bizi Cennetten mahrum ettin…” dedik.
Şeyh Mervan çıktıktan sonra Suriye’deki İslâm aleyhtarı haller gitgide artar. 1973 yılına gelindiğinde Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esed “Suriye’nin resmî dini İslâm’dır” şeklindeki maddeyi vb. maddeleri Suriye Anayasası’ndan çıkardığını ilan eder. Bunun üzerine Suriyeli müslümanlar ayaklanır. Bunlardan birisi de üstad Mervan Hadid’tir. Cuma hutbesine; “Kim mescidde ölmek üzere bey’at edecektir?” diyerek başlar. Üstadın bu şekilde başladığı hutbesini işiten insanlar camiden bir bir sıvışmaya başlarlar. Zira üstadın hutbesini dinlemek çok tehlikelidir. Bu esnada mescidde bulunan diğer âlimler de tek tek çıkmaya başlamışlardır. Bunlardan bir kısmı Allah’ın dinine olan bağlılığı ve küfre duyduğu kinle dışarı fırlamakta ve silahlarını getirmekteydiler. Kimileri de mescidde silahını çıkartmış tekbirlerle havaya ateş açıyordur.
İşte bu hutbeden sonra Şeyh Mervan Şam’a gidip yeraltına çekilir ve devletle savaşmak üzere cihad hazırlığı yapmaya başlar. Bitkinlik nedir tanımaz. Allah’ın dini için mücadelede gevşeklik göstermez. Korku nedir bilmez. Otomatik silahlar ve bombalar satın almaktadır. Fakat daha önce kendisi ile beraber olan bütün insanlar onu yalnız bırakırlar. O da: “Ben tek başıma bu devlete karşı savaşacağım” dedi ve ısrar etti. Vallahi bu adam çok garip birisiydi. O kadar garipki, bir devlete karşı savaş açmaktan gözünü kırpmıyordu. Bu arada Suriye istihbarat birimleri kendisini aramaktadırlar.
Yüce Allah’ın hikmeti, tam o dönemde de ben Suriye’de Şam Üniversitesi’nde bulunuyordum. Ben lisans eğitimini Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesinde, mastır ve doktorayı da el-Ezher üniversitesinde yaptım. Üniversitenin girişinde dururken yanıma üstadın öğrencilerinden bir genç geldi ve usulca: “Mervan El-Hadid ile görüşmek istiyor musun?” dedi. Ben doğrudan: “Ne? Ben buraya bir kağıt parçası (diploma) almak için geldim,” dedim. Daha sonra o gencin peşi sıra üstadın yanına gittim.
Yanına girdiğimde, yüzüne baktım ki, kesinlikle bu kişi dünya ehli birisi olamazdı. Onun yüzünde şehadet nuru parlıyordu. Bana söylediği ilk söz şu idi: (O beni iyi tanıyordu. 1969–1970 yılları arasında bize gelmişti). “Ey Ebu Muhammed! Sen cenneti özlemedin mi?” Kafamı kaldırıp ona baktım. Ne acayip bir adam.… O nerede, biz neredeyiz? (Ebu Muhammed, Abdullah Azzam’ın künyesidir). Üstattan işittiğim son söz de bu idi.
Polis üstadı arıyordu. Tüm istihbarat birimleri onun peşindeydi, İşte böyle bir ortamda üstad Müslümanlara cephane ve silah toplamakla uğraşıyordu. Bir gün istihbarat üstadın gizlendiği yeri keşfetti ve oturduğu binanın etrafı sarıldı. Sabah namazını henüz kılmışlardı.
Evde üstad Mervan ile birlikte iki öğrencisi ve yeni nikâhladığı eşi bulunmaktaydı. Üstad Mervan yeni evlenmişti. Mervan Hadid düğün yapmasına rağmen hanımı ile zifafa girmemişti ve ona şöyle demişti: “İçimde bir kaç güne kadar bu dünyayı terk edeceğim hissi var. Seni dul hanım olarak bırakmak istemiyorum.” Hanımı birkaç gün yanında bekledi. Mervan ona: “Bekle bakalım, sonunda ne olur?” diyordu. Üstadın yaşı 35 ile 40 arasındaydı. Belki de daha fazlaydı. Kendisi 20 yaşından beri sorunlardan kurtulamamış, mahkeme ve zindanlar peşini bırakmamıştı. Bu nedenle nişanlanmaya ya da evlenmeye fırsat bulamamıştı. Öğrencilerinden bir tanesi kahvaltılık şeyler almak için dışarı çıkar. Henüz askeri arabalar gelmemiştir. Kendisi geri döner. Döndüğünde altı tane istihbarat arabasının beklediğini görür. Bunu fark eden genç her ihtimale karşı bıçağını hazırlar. Zaten Hamalıların ceblerinde sustalı bıçak taşımak adetleridir. Bu esnada gencin yanında duran bir arabadan altı istihbarat elemanı iner. Genç aniden bıçağını çeker, kısa bir kargaşadan sonra bir fırsatını bulur ve kaçar. Şam’da sirenler çalar ve büyük bir kovalamaca başlar. Polis arabaları her tarafta cirit atmaktadır. Bu genç dört metrelik duvardan atlayarak kovalamaca da istihbaratı ve polisleri atlatmayı başarır. Sonra çocuk Ürdün’de bize geldi. Allah onu o tağutlardan sağ salim kurtardı. Vallahi bunlar çok acayip gençlerdi. Sanki bakışlarından cennet istekleri dökülüyordu. Gerçekten söylediklerinin eri çıktılar.
Bu gencin olayından on beş dakika sonra Polisler hoparlörlerle binadakilere anonsa başlar ve: “Binadakilerin dışarı çıkmalarını içeride yakalamak istedikleri Iraklı bir casus olduğunu” anons ederler. Şeyh Mervan da kendi hoparlörü ile onlara şu cevabı verir: “Ey insanlar! Bizler müslümanız. Irak istihbaratı mensubu değiliz. Ey polisler, ey askerler, ben size 15 dakika mühlet tanıyorum. Derhal buradan çekilin. Aksi takdirde sizinle savaşacağım.” Gerçekten üstad on beş dakika sabreder. On beş dakika sonra ise otomatik silahlarla binadan ateş etmeye başlarlar. Polisler durumu merkeze bildirdiler ve evin etrafında hemen hemen bine yakın polis ve istihbarat mensupları toplanır. Üstadın bulunduğu dairede ise kendisi, öğrencisi ve yeni evlendiği eşi vardır. Polisler binayı uçak ve helikopterlerle havadan da kontrol altına almışlardır. Polisler binaya girip TNT yerleştirmek istemektedirler. Fakat kim binaya girmeye cesaret edebilecek? İki kişiye karşı bin kişi…!
Helikopterler, apartmanın üzerine komando askerleri indirdiler. Fakat Mervan Hadid’in bulunduğu yere girmeye hangi kahraman cesaret edebilirdi ki? Merdiven’den yukarı tırmanmak istediler, Mervan Hadid merdiveni havaya uçurdu. Çarpışmalar sürekli devam etti. Öğle vakti olduğunda üstadın cephanesi tükenir. Fakat hiç kimse içeri girmeye cesaret edemiyordu. Hatta dama indirilen komandolar bile… İkindiden sonra içeridekilerin elinde bir merminin dahi kalmadığını anlayınca daireye girerler. Üstadın cephanesi çoktan tükenmiş ve kolundan yaralanmıştır. Üstad başı dik bir vaziyette binadan iner. Şeyh Mervan'ı hanımı ile birlikte tekrar hapishaneye götürdüler.
Olayın haberi Hafız Esad’a ulaştığında adeta çıldırır. Bin kişilik kuşatmada polisler çok kayıp vermiştir. Üstad ise sadece kolundan yaralanmış olarak başı dik dışarı çıkıyordu. Hafız Esad der ki: “Mervan’la bizzat ben görüşmek istiyorum.” Daha sonra üstadın yanına gelir. Ona: “Ey Mervan! Geçmişte olanları unutalım ve birlikte yeni bir sayfa açalım. Allah geçmişte olanları affetsin. Seni bir şartla hiçbir şeyden dolayı hesaba çekmeyeceğiz. Silahlı mücadeleyi bırakacaksın, tek şartımız bu” der. Hafız Esad’ın teklifine üstad şöyle cevap verir: “Ben de bir şartla sizinle anlaşabilirim. O da, Suriye’de İslâm Devletinin kurulmasında bana yardım edeceksiniz.” Bu net tavrı işiten Hafız Esad olduğu gibi geri döner ve mahkeme safhası başlar.
Mahkemeye getirildiğinde rejimin uşakları olan subaylar mahkeme salonunu doldurmuştur. Üstad bakar ki mahkeme heyeti Naci Cemil ve Mustafa Talas’dan oluşuyor… Bunlar halk nazarında kendilerini ehl-i sünnete nisbet eden kimselerdir..! Ve onlara der ki: “Yazıklar olsun sizlere ey köpekler! Ey Naci Cemil ve Mustafa Talaş! Sizleri sağ olarak bırakacağımızı mı zannediyorsunuz! Gençlere, önce sizlerden başlamalarını emrettim. Ey köpekler! Siz ümmete bu Nusayrileri musallat ettiniz. İnsanlarımızı siz kirlettiniz. Sizlerse ey Nusayriler! Sizlerden de beş bin kişinin öldürülmesini gençlere emrettim.” Bu sözlere daha fazla dayanamayan Naci Cemil: “Tutun şu mecnunu… Uzaklaştırın onu buradan” diye muhafızlara emreder. Sonra üstadı hapishanenin işkence odasını götürürler. İlk önce hanımını getirip Mervan’ın yanındaki odaya koyarlar. Ona her sarkıntılık yaptıklarında kadın çığlık atıyordur. Bunları duyan Mervan her defasında adeta ölüyordu. Şair Mütenebbi’nin de dediği gibi: İşkencelere katlanmak, eza ve cefayı görmek kilo verdiren haplardır. Şeyh Mervanı işkence odasında iyice bağladıktan sonra hanımını getirirler ve gözlerinin önünde tecavüz ederler. Üstad ise bağlı bir haldedir, nefsi daralır ve fenalaşır.
İzzet ve onur sahibi bir kimsenin kendi namusunu kirletilirken görmesi… Kendisinin ise hiçbir şey yapamaması… Bağlı ve çaresiz kalması… İri yarı, uzun boylu, dolgun vücutlu ve yaklaşık 95–100 kilo civarında olan üstad Mervan'ın heybetli bir görüntüsü vardı. Fakat zamanla bir deri bir kemik kaldı. O an eriyip tükenmiş, hemen hemen 45 kiloya düşmüştü. Daha sonra ilaçlarla tedavi edilmek istendi ise de Mervan’a ilaçlar fayda vermedi. Bize anlatıldığına göre yöneticiler ona yavaş yavaş öldüren iğneler vuruyorlardı. İşkenceler böylece devam elti. Şeyh Mervan hapishanede vefat etti ve Rabbine kavuştu. Fakat hayatta iken emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münkeri yerine getirdi.
“Normal olarak mı, yoksa suikast sonucu mu öldü?” bilemiyoruz. Vefat ettiğinde ailesine üstadın cenazesini gelip almaları için haber saldılar. Onlar da cezaevi idaresine; “Mervan’ı siz öldürdünüz. Onun katili sizlersiniz,” dediler. “Hayır” cevabı verildi. Üstad Şam’da bir mezarlığa defnedildi. Defin işleminden sonra mezarının etrafında yaklaşık iki yüz kişilik askeri birlik bekliyordu. Hükümet, cesedin alınmasından ve gösteri yapılmasından korkmuştu.
Gerçekten Mervan Hadid’den sonra gençler onun teslim ettiği sancağı alıp taşıdılar. Onun bıraktığı sancağı taşıyanlardan biri de 1969 yılınd Filistin’de bizimle birlikte eğitim görmüş Abdüssettar ez-Zaim isimli gençti. Henüz daha çok genç biriydi. Kendisi diş doktoruydu ve çok zayıf biriydi. Yaklaşık 50 kg. ağırlığındaydı. Temizliğe, hükümetin lider kadrosundan başladı. Tek kişilik suikastlar düzenliyordu. Nusayri istihbarat başkanlarından birini belirliyor ve ertesi günü onu öldürüyordu. Şam Üniversitesi rektörü nusayri biriydi. Nusayrilerin yanında en azından Hafız Esad kadar önemli bir kişiliği vardı. Bir gün de onun yazıhanesine girdi ve öldürüp çıktı. Daha sonra olaylar gelişti. Sonra top atma hadisesi oldu. İbrahim Yusuf’un talebesi olan Adnan Ukle geldi. İbrahim Yusuf topçu subaylardan biri idi.
Maşallah, bunlar ne hoş gençlerdi. Vallahi biz bunların eylemlerini dinlediğimizde binbir gece masallarını dinlemiş gibi oluyorduk. Eski Arap masalları hatırımıza geliyordu. Evet, tarih tekerrürden ibarettir. Allah Teala da bu gençlere yardım ediyordu, birçok sıkıntılı durumlarda sanki bunlardan kerametler görülüyordu. Aslında şu an bizler dağlık bölgelerde bulunuyoruz. Her yere çekilip saklanmamız mümkün. Fakat onlar şehrin içinde, ulu orta mücadele veriyorlardı. Binaların içinde, dairelerde savaşıyorlardı. Meselâ bir defasında Nusayri güçleri müslüman gençlerden birini yakalamak üzere dairesinde kıstırmışlardı. Genç, kırk metre genişliğinde olan ana bir caddeye dördüncü kattan kendisini attı. Allah onu korudu. Genç caddeye düşme yerine karşıdaki apartmanın balkonuna düştü, oradan kaçıp kurtuldu. Buna benzer birçok olaylar oldu. İşte daha önce söylediğimiz Abdüssettar ez-Zaim de bunlardan biri idi. Kabristanlarda yatıp kalkıyordu. Çünkü o evinde uyuyamazdı, akrabalarına dahi gidemezdi, buralarda yaşamak mecburiyetinde idi. Buna rağmen devlet bunların korkusundan tir tir titriyordu.
Şüphesiz İslâm daveti bunun gibi örnek şahsiyetlerle zafer bulur. İslâm daveti ancak çilelere katlanan, her türlü zorluğa göğüs geren bu gibi örnek şahsiyetlerle yaşar. Bu şahsiyetler İslâm’ı zafere ulaştıran sağlam üsleri oluştururlar. Bu üsler de büyük milletlere yön veren rehberler mesabesindedir.
AL maLhama Media