Arapçada "Mimli masdar" adı verilen ve "doğum zamanı, doğum yeri, doğmak" mânâlarında kullanılan "mevlid", halk arasındaki teâmül dikkate alındığı zaman, "Hz. Muhammedin doğum zamanı" mânâsında kullanılmaktadır.
Mevlid Vesîlet’ün Necât olarak ta isimlendirilir ve Kurtuluş vesilesi anlamına gelmektedir.
Mevlid kutlamaları Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ahirete intikalinden yüzlerce yıl sonra yaklaşık hicri 4. yüzyılda ilk olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Mevlid kandili Hz. Peygamberin doğumu münasebetiyle kutlanmaktadır. Mevlid kutlamalarını ilk ihdas eden zâtın Erbil Atabeyi Muzafferuddin Kökbâbi olduğu kabul edilmektedir. Kutlama için toplananlara Mevlid kıssaları okumayı ilk başlatan kişinin ise Mısır Fatımîlerinin olduğu söylenir.
Bu kutlamalarda Resulullah (s.a.v.) için kasideler okunmaktaydı. İşte bunlardan en meşhuru, Mevlid kandillerinde okunan Vesîlet’ün Necât Osmanlı padişahı Sultan birinci Murâd Han’ın vezîrlerinden Ahmed Paşa’nın oğlu, Şeyh Mahmûd Efendinin torunu, Osmanlı dönemi âlimlerinden olan Süleyman Çelebi tarafından yazılmıştır. Vesîlet’ün Necât; münâcaat Allahü teâlâya yalvarma, velâdet Peygamberimizin doğumu, risâlet Peygamberliğin bildirilişi, mîrâc Göklere çıkışı, Cennet'i ve Cehennem'i görmesi, rihlet Peygamberimizin vefâtı ve duâ bölümlerinden ibârettir. Üç yüze yakın beyitten oluşmaktadır.
Vesîlet’ün Necât’dan bazı bölümler:
Mevlid-i şerif Hicri 4. asırdan günümüze kadar çeşitli evrelerden geçerek İslam toplumu içerisine yerleşmiştir. Özellikle Osmanlı (Türk) toplumu içerisinde önemli bir yer edinmiş ve Peygamberimizin doğum günlerinin, kandillerin, Cenaze ve sünnet merasimlerinin en önemli unsuru haline gelmiştir.
Osmanlılar tarafından mevlid, genel görüşe göre ilk defa III. Murat zamanında, 1588'de resmi hale getirildi. Merasimler, belirlenmiş teşrifât kaidelerine uygun olarak sarayda tertiplenir, ayrıca, önceleri Ayasofya Camii'nde, sonraları ise Sultan Ahmed Camii'nde yapılan merasimlere, devlet erkanıyla birlikte halk da katılırdı. TDV islam Ansiklopedisi, Mevlid maddesi, c:29
Bu merasimlerde, önce müezzin tarafından Kur'an-ı Kerîm okunur, bunun peşinden de vaazlar verilirdi. Daha sonra mevlidhân kürsüye çıkar ve bir bölüm okuduktan sonra iner hediyesini alır ve ikinci mevlidhan kürsüye çıkarak, okumaya devam eder ve belirlenmiş kaideler çerçevesinde mevlid kutlamaları son bulurdu.
İlk zamanlar, sırf Resulullah (s.a.v.)'in doğduğu zaman ve sadece camilerde okunan mevlid, sonraları para karşılığında hanendeler tarafından rasgele zamanlarda okunur olmuştur. Kandil gecelerinde, ölülerin ardından; kırkıncı, elli ikinci gecelerinde, sene-i devriyelerinde de mevlidler okunmaya başlanmıştır.
Muhteviyatı ilk bakışta Peygambere yazılmış bir şiir olarak masum gözükse de, üzerinde düşünüldüğü zaman içerisinde uydurma hâdiselerinde olduğu tespit edilecek ve Peygamberimize yönelik abartılı övgülerin olduğu görülecektir.
Bir hadiste “Biz Beni Amir heyeti olarak Rasulullah’a gittik ve sen bizim büyüğümüzsün dedik Hz. Peygamber (s.a.v.) “Büyük olan Allah’tır” dedi biz “sen fazilet bakımından bizim en üstünümüzsün, vermek bakımından bizim ileride olanımızsın” dedik peygamber “sakın fazla ileri gidip de şeytanın elçileri olmayınız.” Buyurdu. [1]
Peygamberimiz (s.a.v.)’in sağlığında ve vefatından sonra ne sahabe tarafından, ne tabiin, ne tebe-i tabiin, ne de daha sonraki ehlisünnet âlimleri tarafından, onun doğum günü kutlanmamıştır. Ayrıca Mevlid kasidesi okumak, Kur’an ve sünnette izine bile rastlanmayan bid’atlerden biridir. Mevlid-i Nebevîyi kutlayan bazı insanlar, Rasulullah (s.a.v.)’in ruhaniyetinin onların kutlamalarında hazır bulunduğuna bile inanmaktadırlar.
Yine, bazı insanların ihdas ettikleri şey, İsa aleyhisselamın doğum gününü kutlayan Hıristiyanlara benzemektir.
Her kim Peygamber (s.a.v.)’in doğum gününü bayram edinirse, bilsin ki ümmetin ilklerinden hiçbir kimse bunu yapmamıştır. Bunda hayır olsaydı veya bunu yapmak daha tercih edilen bir görüş olsaydı, onlar Peygamber (s.a.v.)’i bizden daha çok seviyor ve bizden daha çok O’na saygı duyuyorlardı. Çünkü onlar, hayıra bizden daha düşkündüler. Peygamber (s.a.v.)’i sevmek ve O’na saygı göstermek, ancak O’nun yaptığı gibi yapmak, O’na itaat etmek, O’nun emirlerine uymak, gizli ve açık olarak sünnetini yaşatmak, gönderildiği bu dîni yaymaya çalışmak ve bu uğurda kalp ile el ile ve dil ile cihâd etmekle olur. Çünkü bu yol, ilk Müslümanlar olan Muhâcir, Ensâr ve onlara en güzel bir şekilde tâbi olanların yoludur.
Bu hususta ortaya atılan görüşlerden bazılarında da mevlidin bidat olduğu açıkça itiraf ediliyor ancak güzel bir bidat olduğu belirtiliyor. Ancak daha öncede izah edildiği üzere bidatin iyisi ve kötüsü olmaz her sonradan çıkma bidattir. Ne gariptir ki bu mevlid kandili kutlamalarının sonradan çıktığın kabul edilmesine rağmen güzel bir bidat olduğu düşünülerek; ne var bunda Resulullah (s.a.v.)’e olan sevgimizi ortaya koyuyor onu yad ediyoruz denilmektedir. Bu yaptıklarımızı onu sevdiğimiz için yapıyoruz denilmektedir.
Şunu unutmamak gerekir ki; Din adına yapılan her ne olursa olsun, Peygamberimiz yapmadığı halde dine sonradan sokulmuş bir şey ise muhteviyatının iyi olması onu bid’at olmaktan çıkarmaz. Çünkü o zaman her önüne gelen yeni ve güzel bir şey bulduğunu ve bunun da çok faydalı olduğunu iddia eder ve din artık o ilk günkü temiz halinden uzaklaşmış olur.
Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki; “Her kim bizim bu işimizin (yani dinimizin) içine, ondan olmayan bir şeyi sokarsa (o yaptığı iş) merdudtur, başına çalınır.” [2]
İslam âlemi doğum günü hususunda da Yahudi ve Hıristiyanların yolundan gitmektedir.
Hıristiyanlarda Hz. İsa’nın doğum günü dolayısıyla kutlamalar yapmaktadırlar. Her yıl 25 Aralıkta yaptıkları bu kutlamalara Noel kutlamaları denilmektedir. Hıristiyan inancına göre İsa aleyhisselamın dünyaya gelişi çok önemlidir. Noel ayrıca Doğuş Bayramı, Kutsal Doğuş veya Milât Yortusu olarak da bilinmektedir. Hz İsa’nın doğum tarihinin bilinmediği konusunda Batılı kaynaklar bile görüş birliği içindedirler. Hıristiyanlıkla ilgili temel kaynaklarda bile noelin çıkışı itibariyle Hıristiyanlıkla ilgili olmadığı ve Hıristiyanlığa sonradan girdiği konusunda görüş birliği vardır
Ayrıca Hz. İsa’nın doğum günü miladi takvimin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu Hıristiyan inancının Müslümanlar tarafından benimsenmesi ve kutlanması ise Müslümanların nasılda yozlaştırıldığını gözler önüne sermektedir. Ülkemizde ve dünyada birçok Müslüman ne acıdır ki, Hıristiyanların kutlamalarına iştirak etmektedirler.
Allah-u Teâlâ Maide surei 51. ayette şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden herkim onları dost edinirse o da onlardandır…”
Rasulullah (s.a.v.) Yahudi ve Hıristiyanlara uymayı yasaklıyor.
Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Herkim bir kavme benzemek isterse, o kimse onlardandır’ buyurdu.” (Ebu Davud: 4031)
Ebu Said el-Hudri’nin bildirdiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden öncekilerin izlerini kuşkusuz karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar, siz arkalarından gideceksiniz.
Dedik ki; Yahudi ve Hıristiyanlar mı? Ya kim olabilir? Dedi (Buharı İ'tisam: 14, Enbiya: 50, Müslim İlim: 6, İbn Mace Fiten: 17)
Bu rivayetlerde de belirtildiği gibi Müslümanlar Yahudi ve Hıristiyanların izlerini adım adım takip eder hale gelmiştir.
Ebu Umeyr b. Enes'ten, o da Ensar'dan olan amcalarından birinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasulullah (s.a.v.), Müslümanları namaza nasıl davet edeceği konusuna çok önem gösterdi. (Ashabıyla istişarede bulundu). Kendisine, Yahudilerin yaptığı gibi boru çalınmasını teklif ettiler. Bu, onun hoşuna gitmedi ve: "O, Yahudilere aittir" buyurdu. Bunun üzerine Hıristiyanlara ait çanı hatırlattılar. "O da Hıristiyanlara aittir" diyerek hoş karşılamadığını belirtti." ( Ebu Davud Salat: 27/498)
Bu rivayetlerden de Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeyi bırakın onlara muhalefet etmek gerektiği anlaşılmaktadır.
Bir başka açıdan bakıldığında da Peygamberimizin doğum günü olarak kutlanan gün, her sene farklı güne denk gelmektedir. Çünkü Hicri Takvim ay yılını, Miladi Takvim güneş yılını esas almaktadır. Bu yüzden ikisi arasında 11 gün fark vardır. Başlangıç tarihleri farklıdır. Hicri Takvimde başlangıç tarihi Hazreti Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği tarih olan 622 yılıdır.
Miladi Takvimde ise başlangıç Hz. İsa'nın doğum tarihi olan 0 yılıdır. Takvimler arasındaki bu 11 günlük fark nedeniyle peygamberimizin doğum günü her yıl farklı günlere denk gelmektedir. Yani doğum gününün 14 asır içerisinde kutlandığını varsayacak olursak, peygamberimizin doğumu 365 günün her gününde kutlanmış olmaktadır. Kutlu doğum haftası etkinlikleri de mevlid kutlaması bidatinin son yıllardaki yeni boyutunu teşkil etmektedir.
Maalesef bu bid’at özellikle Türk İslam toplumu içerisine öylesine bulaştı ki, sanki dindenmiş gibi, kandil gecelerine, cenaze, sünnet ve bir takım merasimlere artık tamamen yerleşti. Hattâ Mevlidi okuyan bazı insanlar bu işi gelir kapısı haline getirdi. Son dönemlerde doğum günü kutlamaları, kutlu doğum haftasına ve hatta kutlu doğum ayına kadar ulaştı. Bu bid’atin topluma örf ve adet şeklinde yerleşmesi nedeniyle dinin içerisinden çıkarılması artık oldukça zor bir hale gelmiştir.
Sonuç olarak şu söylenebilir ki: doğum günü kutlaması, mevlid kandili, ve Kutlu doğum haftası etkinliklerinin İslam dini içerisinde bir yeri bulunmamaktadır. Bu gün hiçbir kimse Resulullah’ı ashabından fazla sevemez. Şayet bu yapılanlarda bir hayır olsaydı elbette buna en layık olanlar onlardır. Ama onlar asla Resulullah’ın yapmadığı işlerin peşinden gitmediler. Ashab-ı Kiram Resulullahı görüyor ve onu çok seviyorlardı, dolayısıyla kutlamaya gerek yoktu ama biz onu görmediğimiz için bu etkinlikleri yapıyoruz demek doğru değildir.
İslam’da emre muhatap olma açısından her toplum aynı konumdadır. O zaman öyle idi bu zaman böyle oldu demek doğru değildir. Yani bidat emri sahabe için farklı, sonraki ümmeti için farklı değildir. Peygamberimiz (s.a.v.) bidat çıkarma hususunda bütün ümmetini uyarmaktadır.
Kurtuluş için Müslümanların İslam’a bulaştırılan bu bidatleri terk ederek sahih sünnet yoluna dönmeleri gerekmektedir.
[1] Ebu Davud, Mutarrif
[2] Buhari ve Müslim
Mevlid Vesîlet’ün Necât olarak ta isimlendirilir ve Kurtuluş vesilesi anlamına gelmektedir.
Mevlid kutlamaları Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ahirete intikalinden yüzlerce yıl sonra yaklaşık hicri 4. yüzyılda ilk olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Mevlid kandili Hz. Peygamberin doğumu münasebetiyle kutlanmaktadır. Mevlid kutlamalarını ilk ihdas eden zâtın Erbil Atabeyi Muzafferuddin Kökbâbi olduğu kabul edilmektedir. Kutlama için toplananlara Mevlid kıssaları okumayı ilk başlatan kişinin ise Mısır Fatımîlerinin olduğu söylenir.
Bu kutlamalarda Resulullah (s.a.v.) için kasideler okunmaktaydı. İşte bunlardan en meşhuru, Mevlid kandillerinde okunan Vesîlet’ün Necât Osmanlı padişahı Sultan birinci Murâd Han’ın vezîrlerinden Ahmed Paşa’nın oğlu, Şeyh Mahmûd Efendinin torunu, Osmanlı dönemi âlimlerinden olan Süleyman Çelebi tarafından yazılmıştır. Vesîlet’ün Necât; münâcaat Allahü teâlâya yalvarma, velâdet Peygamberimizin doğumu, risâlet Peygamberliğin bildirilişi, mîrâc Göklere çıkışı, Cennet'i ve Cehennem'i görmesi, rihlet Peygamberimizin vefâtı ve duâ bölümlerinden ibârettir. Üç yüze yakın beyitten oluşmaktadır.
Vesîlet’ün Necât’dan bazı bölümler:
Mevlid-i şerif Hicri 4. asırdan günümüze kadar çeşitli evrelerden geçerek İslam toplumu içerisine yerleşmiştir. Özellikle Osmanlı (Türk) toplumu içerisinde önemli bir yer edinmiş ve Peygamberimizin doğum günlerinin, kandillerin, Cenaze ve sünnet merasimlerinin en önemli unsuru haline gelmiştir.
Osmanlılar tarafından mevlid, genel görüşe göre ilk defa III. Murat zamanında, 1588'de resmi hale getirildi. Merasimler, belirlenmiş teşrifât kaidelerine uygun olarak sarayda tertiplenir, ayrıca, önceleri Ayasofya Camii'nde, sonraları ise Sultan Ahmed Camii'nde yapılan merasimlere, devlet erkanıyla birlikte halk da katılırdı. TDV islam Ansiklopedisi, Mevlid maddesi, c:29
Bu merasimlerde, önce müezzin tarafından Kur'an-ı Kerîm okunur, bunun peşinden de vaazlar verilirdi. Daha sonra mevlidhân kürsüye çıkar ve bir bölüm okuduktan sonra iner hediyesini alır ve ikinci mevlidhan kürsüye çıkarak, okumaya devam eder ve belirlenmiş kaideler çerçevesinde mevlid kutlamaları son bulurdu.
İlk zamanlar, sırf Resulullah (s.a.v.)'in doğduğu zaman ve sadece camilerde okunan mevlid, sonraları para karşılığında hanendeler tarafından rasgele zamanlarda okunur olmuştur. Kandil gecelerinde, ölülerin ardından; kırkıncı, elli ikinci gecelerinde, sene-i devriyelerinde de mevlidler okunmaya başlanmıştır.
Muhteviyatı ilk bakışta Peygambere yazılmış bir şiir olarak masum gözükse de, üzerinde düşünüldüğü zaman içerisinde uydurma hâdiselerinde olduğu tespit edilecek ve Peygamberimize yönelik abartılı övgülerin olduğu görülecektir.
Bir hadiste “Biz Beni Amir heyeti olarak Rasulullah’a gittik ve sen bizim büyüğümüzsün dedik Hz. Peygamber (s.a.v.) “Büyük olan Allah’tır” dedi biz “sen fazilet bakımından bizim en üstünümüzsün, vermek bakımından bizim ileride olanımızsın” dedik peygamber “sakın fazla ileri gidip de şeytanın elçileri olmayınız.” Buyurdu. [1]
Peygamberimiz (s.a.v.)’in sağlığında ve vefatından sonra ne sahabe tarafından, ne tabiin, ne tebe-i tabiin, ne de daha sonraki ehlisünnet âlimleri tarafından, onun doğum günü kutlanmamıştır. Ayrıca Mevlid kasidesi okumak, Kur’an ve sünnette izine bile rastlanmayan bid’atlerden biridir. Mevlid-i Nebevîyi kutlayan bazı insanlar, Rasulullah (s.a.v.)’in ruhaniyetinin onların kutlamalarında hazır bulunduğuna bile inanmaktadırlar.
Yine, bazı insanların ihdas ettikleri şey, İsa aleyhisselamın doğum gününü kutlayan Hıristiyanlara benzemektir.
Her kim Peygamber (s.a.v.)’in doğum gününü bayram edinirse, bilsin ki ümmetin ilklerinden hiçbir kimse bunu yapmamıştır. Bunda hayır olsaydı veya bunu yapmak daha tercih edilen bir görüş olsaydı, onlar Peygamber (s.a.v.)’i bizden daha çok seviyor ve bizden daha çok O’na saygı duyuyorlardı. Çünkü onlar, hayıra bizden daha düşkündüler. Peygamber (s.a.v.)’i sevmek ve O’na saygı göstermek, ancak O’nun yaptığı gibi yapmak, O’na itaat etmek, O’nun emirlerine uymak, gizli ve açık olarak sünnetini yaşatmak, gönderildiği bu dîni yaymaya çalışmak ve bu uğurda kalp ile el ile ve dil ile cihâd etmekle olur. Çünkü bu yol, ilk Müslümanlar olan Muhâcir, Ensâr ve onlara en güzel bir şekilde tâbi olanların yoludur.
Bu hususta ortaya atılan görüşlerden bazılarında da mevlidin bidat olduğu açıkça itiraf ediliyor ancak güzel bir bidat olduğu belirtiliyor. Ancak daha öncede izah edildiği üzere bidatin iyisi ve kötüsü olmaz her sonradan çıkma bidattir. Ne gariptir ki bu mevlid kandili kutlamalarının sonradan çıktığın kabul edilmesine rağmen güzel bir bidat olduğu düşünülerek; ne var bunda Resulullah (s.a.v.)’e olan sevgimizi ortaya koyuyor onu yad ediyoruz denilmektedir. Bu yaptıklarımızı onu sevdiğimiz için yapıyoruz denilmektedir.
Şunu unutmamak gerekir ki; Din adına yapılan her ne olursa olsun, Peygamberimiz yapmadığı halde dine sonradan sokulmuş bir şey ise muhteviyatının iyi olması onu bid’at olmaktan çıkarmaz. Çünkü o zaman her önüne gelen yeni ve güzel bir şey bulduğunu ve bunun da çok faydalı olduğunu iddia eder ve din artık o ilk günkü temiz halinden uzaklaşmış olur.
Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki; “Her kim bizim bu işimizin (yani dinimizin) içine, ondan olmayan bir şeyi sokarsa (o yaptığı iş) merdudtur, başına çalınır.” [2]
İslam âlemi doğum günü hususunda da Yahudi ve Hıristiyanların yolundan gitmektedir.
Hıristiyanlarda Hz. İsa’nın doğum günü dolayısıyla kutlamalar yapmaktadırlar. Her yıl 25 Aralıkta yaptıkları bu kutlamalara Noel kutlamaları denilmektedir. Hıristiyan inancına göre İsa aleyhisselamın dünyaya gelişi çok önemlidir. Noel ayrıca Doğuş Bayramı, Kutsal Doğuş veya Milât Yortusu olarak da bilinmektedir. Hz İsa’nın doğum tarihinin bilinmediği konusunda Batılı kaynaklar bile görüş birliği içindedirler. Hıristiyanlıkla ilgili temel kaynaklarda bile noelin çıkışı itibariyle Hıristiyanlıkla ilgili olmadığı ve Hıristiyanlığa sonradan girdiği konusunda görüş birliği vardır
Ayrıca Hz. İsa’nın doğum günü miladi takvimin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu Hıristiyan inancının Müslümanlar tarafından benimsenmesi ve kutlanması ise Müslümanların nasılda yozlaştırıldığını gözler önüne sermektedir. Ülkemizde ve dünyada birçok Müslüman ne acıdır ki, Hıristiyanların kutlamalarına iştirak etmektedirler.
Allah-u Teâlâ Maide surei 51. ayette şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden herkim onları dost edinirse o da onlardandır…”
Rasulullah (s.a.v.) Yahudi ve Hıristiyanlara uymayı yasaklıyor.
Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Herkim bir kavme benzemek isterse, o kimse onlardandır’ buyurdu.” (Ebu Davud: 4031)
Ebu Said el-Hudri’nin bildirdiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden öncekilerin izlerini kuşkusuz karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar, siz arkalarından gideceksiniz.
Dedik ki; Yahudi ve Hıristiyanlar mı? Ya kim olabilir? Dedi (Buharı İ'tisam: 14, Enbiya: 50, Müslim İlim: 6, İbn Mace Fiten: 17)
Bu rivayetlerde de belirtildiği gibi Müslümanlar Yahudi ve Hıristiyanların izlerini adım adım takip eder hale gelmiştir.
Ebu Umeyr b. Enes'ten, o da Ensar'dan olan amcalarından birinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasulullah (s.a.v.), Müslümanları namaza nasıl davet edeceği konusuna çok önem gösterdi. (Ashabıyla istişarede bulundu). Kendisine, Yahudilerin yaptığı gibi boru çalınmasını teklif ettiler. Bu, onun hoşuna gitmedi ve: "O, Yahudilere aittir" buyurdu. Bunun üzerine Hıristiyanlara ait çanı hatırlattılar. "O da Hıristiyanlara aittir" diyerek hoş karşılamadığını belirtti." ( Ebu Davud Salat: 27/498)
Bu rivayetlerden de Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeyi bırakın onlara muhalefet etmek gerektiği anlaşılmaktadır.
Bir başka açıdan bakıldığında da Peygamberimizin doğum günü olarak kutlanan gün, her sene farklı güne denk gelmektedir. Çünkü Hicri Takvim ay yılını, Miladi Takvim güneş yılını esas almaktadır. Bu yüzden ikisi arasında 11 gün fark vardır. Başlangıç tarihleri farklıdır. Hicri Takvimde başlangıç tarihi Hazreti Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği tarih olan 622 yılıdır.
Miladi Takvimde ise başlangıç Hz. İsa'nın doğum tarihi olan 0 yılıdır. Takvimler arasındaki bu 11 günlük fark nedeniyle peygamberimizin doğum günü her yıl farklı günlere denk gelmektedir. Yani doğum gününün 14 asır içerisinde kutlandığını varsayacak olursak, peygamberimizin doğumu 365 günün her gününde kutlanmış olmaktadır. Kutlu doğum haftası etkinlikleri de mevlid kutlaması bidatinin son yıllardaki yeni boyutunu teşkil etmektedir.
Maalesef bu bid’at özellikle Türk İslam toplumu içerisine öylesine bulaştı ki, sanki dindenmiş gibi, kandil gecelerine, cenaze, sünnet ve bir takım merasimlere artık tamamen yerleşti. Hattâ Mevlidi okuyan bazı insanlar bu işi gelir kapısı haline getirdi. Son dönemlerde doğum günü kutlamaları, kutlu doğum haftasına ve hatta kutlu doğum ayına kadar ulaştı. Bu bid’atin topluma örf ve adet şeklinde yerleşmesi nedeniyle dinin içerisinden çıkarılması artık oldukça zor bir hale gelmiştir.
Sonuç olarak şu söylenebilir ki: doğum günü kutlaması, mevlid kandili, ve Kutlu doğum haftası etkinliklerinin İslam dini içerisinde bir yeri bulunmamaktadır. Bu gün hiçbir kimse Resulullah’ı ashabından fazla sevemez. Şayet bu yapılanlarda bir hayır olsaydı elbette buna en layık olanlar onlardır. Ama onlar asla Resulullah’ın yapmadığı işlerin peşinden gitmediler. Ashab-ı Kiram Resulullahı görüyor ve onu çok seviyorlardı, dolayısıyla kutlamaya gerek yoktu ama biz onu görmediğimiz için bu etkinlikleri yapıyoruz demek doğru değildir.
İslam’da emre muhatap olma açısından her toplum aynı konumdadır. O zaman öyle idi bu zaman böyle oldu demek doğru değildir. Yani bidat emri sahabe için farklı, sonraki ümmeti için farklı değildir. Peygamberimiz (s.a.v.) bidat çıkarma hususunda bütün ümmetini uyarmaktadır.
Kurtuluş için Müslümanların İslam’a bulaştırılan bu bidatleri terk ederek sahih sünnet yoluna dönmeleri gerekmektedir.
[1] Ebu Davud, Mutarrif
[2] Buhari ve Müslim