Ehl-i Sünnet ve Mürcie Arasındaki Fark
Küfre Düşürücü Günahlarla Tekfîr Hususunda,Ehl-i Sünnet ve Mürcie Arasındaki Fark:
Ehl-i Sünnet, fakihlerden Mürcie görüşüne sahip olanlar ve Eş’ariler -çeşitli asırlardaki islam devletlerinde kâdıların çoğunluğunu bunlar oluşturmaktaydılar- küfür ile hükmün, zahiri sebebin meydana gelmesine bağlı olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Buna göre Allah ve Rasul’ünün, söz yahut fiil sebebiyle (terk de buna dahildir) küfrüne hükmettiği kimse, dünyevi hükümde zahiren, hakiki hükümde ise batınen kafirdir. Ancak, bu hükümlerin tefsirinde ihtilaf etmişlerdir:
A) Ehl-i Sünnet şöyle demiştir: Bu kimse, bizzat söz yahut açık fiil sebebiyle kafirdir. Bunun delili Allahu Teala’nın şu sözüdür:
“Söylemediklerine dair Allah’a yemin ederler. Halbuki onlar, küfür sözünü söylemişler ve Müslümanlıklarından sonra küfre düşmüşlerdir” (9et-Tevbe/74). Burada Allah onları bizzat söyledikleri söz nedeniyle tekfir etmiştir. Bunun bir örneği de şu ayet-i kerimedir:
“Allah Meryemoğlu Mesîh’tir diyenler kafir olmuşlardır”(5el-Maide/17)
Bu konuda benzer başka ayetler de vardır.
Ehl-i Sünnet’in bu konudaki mezhebi şudur: Kim küfre düşürücü bir söz söyler yahut bir fiil işlerse, bizzat bu söz ya da fiil nedeniyle dünyevî hükümde zâhiren, hakikî hükme göre ise bâtınen kafirdir. Çünkü şer’î delilin küfrüne hükmettiği kimse, zahiren ve batınen kafirdir. Allahu Teala’nın bildirmiş olduğu şer’î delil, bâtını bunun dışında bırakarak sadece zahiri kapsamaz. Bilakis hem zahir hem de bâtını içeren hakiki hükmü ifade eder.
Ehl-i Sünnet, küfre dair hüküm vermeyi, zâhiren tespiti mümkün olmayan kalbî etkenlere bakmazsızın, küfre düşürücü söz veya fiilden ibaret olan zâhirî sebebin meydana gelmesine bağlarlar. Bununla birlikte, bir kimsenin zahiren ve batınen küfrüne hükmetmek, bu kimsenin kalbinde cehalet, taklit, istikbar, buğz, tekzib veya şek türlerinden herhangi birisinin kaçınılmaz olarak varlığına da delalet eder. Ancak dünyevî hükümlerde bunun bilinme yükümlülüğü yoktur.
İbn Teymiyye’nin; “Allah ve Rasul’üne hakaret etmek, hakaret eden kişi bunun gerek haram gerekse helal olduğuna inanıyor olsun, gerekse hiçbir inanç taşımıyor olsun, zahiren ve batınen kafirdir. Bu, fakihlerin ve iman söz ve ameldir diyen diğer Ehl-i Sünnet’in mezhebidir”(
[1])sözü de bu anlamdadır.
Yine, İbn Teymiyye şöyle der: “Bir kimse küfür olan bir söz söyler ya da bir amel işlerse, kafir olmayı kastetmemiş olsa bile, bu nedenle kafir olur. Zira Allah’ın dilediği kimseler dışında hiç kimse küfrü kastetmez”(
[2]) Ehl-i Sünnet’in mezhebi budur ve bu onların, imanın hakikati hususunda, onunsöz ve amel olduğu şeklindeki açıklamalarına uygundur. Buna göre; nasıl ki zahir ameller iman oluyorsa, küfür de böylece zahir amellerle meydana gelir.
B) Fakihlerin Mürcie olanları ve Eş’arîler şöyle derler: Şari’in, zahirî amel (söz ya da fiil) sebebi ile küfrünü öngördüğü herkes, dünyevî hükümde zahiren, hakîki hükme göre batınen kafirdir. Fakat, bu kimsenin küfrü bizzat bu zahirî amel sebebi ile değildir.
Bu amel kişinin kalbinde tasdik bulunmadığına yani bu kimsenin kalben yalanlayıcı olduğuna dair bir işarettir. Bu açıklamayla onlar, şariin, küfür sözü ya da fiilini işleyenin kafir olduğu hükmü ile, küfrü tekzib ile sınırlandırmanın arasını uyuşturmuşlardır. Oysa bu fasit bir tutumdur. Çünkü, ileride de -inşaallah- açıklayacağımız gibi, her kafir kalbi ile yalanlayıcı değildir. İbn Abidin el- Hanefî’nin (kendisi fakihlerin Mürcie olanlarındandır), “Haşiye”sinde,metin yazarınınsözünü açıklarken söylemiş olduğu şu söz, onların bu konudaki mezhebini ifade etmektedir: “Kim şaka yoluyla küfür lafzı kullanırsa kafir olmuştur.” İbn Abidin der ki: “Yani manasını kastetmeksizin, kendi iradesiyle bunu söylerse, bu durum (bunun küfür olması) imanın tasdikten ibaret olmasına yahut ikrarla birlikte tasdik olmasına ters düşmez. Çünkü, tasdik gerçekte mevcut olsa bile, hükmen kalkmıştır. Zira Şari’ bahsedilen şaka yollu küfür sözü söylemek, putlara secde etmek veya mushafı pislik içerisine atmak gibi bazı tür günahları tasdikin bulunmadığına dair işaret saymıştır. Bu durumda kişi tasdik edici de olsa küfre girer. Çünkü bu davranışlar yalanlama hükmündedir”(
[3])
İbn Hazm, Eş’arilerden söz ederken, Mürcie’nin mezhebini zikrederek şöyle der: “Eş’ariler şöyle derler: ‘Kişi Allah ve Rasul’üne en kötü biçimde hakaret etse ve onları yalanladığını, takiyye veya aktarma söz konusu olmaksızın açıkça ilan etse ve bunu kendisine din olarak benimsediğiniikrar etse, bunda küfür teşkil edecek herhangi bir şey yoktur.” Sonra da, tüm Müslümanlar’ın kendilerine karşı çıkacağından korkarak sözü şöyle çevirdiler: ‘Ancak bu durum, kişinin kalbinde küfür olduğunu gösterir’. Onlara; ‘Bu sözün delalet ettiği şeyin doğruluğunun kesinliğine şahitlik eder misiniz?’ dediğimizde, ‘Hayır’ diye cevap verdiler.”(
[4])
İbn Teymiyye ise, Mürcie’nin mezhebini şöyle açıklar: “Ebu Abdillah es-Salihî şöyle der: ‘İman, sadece kalbin tasdiki ve bilgisidir. Fakat bu tasdikin birtakım gerekleri vardır. Bu gereklerin yerine getirilmemesi kalpte tasdikin olmadığını gösterir. Şeriat’ın küfür olduğunu bildirmiş olduğu her zahirî söz ve amel için de durum böyledir. Çünkü bu amelleri işlemek, kalpte tasdik ve bilginin bulunmadığını gösterir. Küfür (yalanlamadan ibaret olan) tek bir haslettir. İman ise, kalpte bulunan mücerret tasdik ve bilgidir’. Bu, Ebu Hasen el-Eş’arî’nin iki görüşünden en meşhur olanıdır. Onun Kâdı Ebu Bekr, Ebi’l-Mealî,ve diğer arkadaşları da aynı görüştedirler. Bu nedenle alimler onları Mürcieden saymışlardır”(
[5])
“Cehm ise şöyle demektedir: ‘İman, sadece kalbin tasdikinden ibarettir; kişi bunu dili ile ifade etmeyebilir’. Bu, Ümmet’in alimlerinin hiçbirisinden duyulmamış bir sözdür. Bilakis Ahmet, Veki’ ve başkaları, böyle söyleyen kimseleri tekfir etmişlerdir. Ancak el- Eş’arî ve arkadaşları bu görüşü desteklemekle birlikte, ‘Şeriat’ın küfrüne hükmettiği kimsenin biz de küfrüne hükmederiz ve Şari’in tekfir etmesini, kişinin kalbinde ma’rifetin (bilme-tanıma) bulunmadığına delil sayarız’ demişlerdir”(
[6])
Bir başka yerde şöyle der: “Bazı kelamcıların ve onlara uyan fukahanınbu vehme kapılmalarına sebep olan yanlış anlayışın temelinde, onların, imanı sadece Rasul’ün bildirdiklerini tasdik olarak görmeleri, hakaret etme ve kötülemenin Onun doğruluğuna inanmaya ters düşmediği görüşünü kabul etmeleri yatmaktadır... Sonra Ümmet’in, Allah ve Rasul’üne hakaret eden kimseyi tekfir ettiklerini görünce şöyle dediler: “Bu kimse kafir olur. Çünkü onun hakaret etmesi, bu yaptığını haram olarak kabul etmediğini gösterir. Bunun helalliğine inanmaksa Peygamber’i yalanlamak demektir. Kişi, yaptığı aşağılama ile değil, yalanlama sebebi ile kafir olur. Aşağılama ise, sadece yalanlamaya dair bir delildir” (
[7])
Mürcie’yi, küfre düşürücü hiçbir amelin bizzat küfür olmadığı, ancak kalbin yalanladığına dair bir alamet olduğu görüşüne sevk eden şey, imanın hakikatinin tasdikten ibaret olduğuna inanmalarıdır. Öyle ki onların çoğu, dil ile ikrarı bile imanın hakikatinden saymazlar ve bunu sadece dünyada hükümlerin uygulanması için bir şart ve ek bir rükün olarak görürler. Dil ile ikrarı, kalbin tasdikine dair bir alamet kabul ederler. El-Beycûrî’nin, “Şerhu Cevherati’t-Tevhîd”, s:47’de tercih ettiği görüş de budur.
Mürcie’ye göre, dilin ikrarı ve azaların amelleri imandan değillerdir. Bunlar sadece kalbin tasdikine dair alametler ve belirtilerdir. Zahir ameller iman olmadıkları gibi, küfür de olamazlar. Buna göre, itaat olan ameller, kalbin tasdikinden ibaret olan imanın belirtileridir. Aynı şekilde, küfür olan ameller de, kalbin tekzibi demek olan küfrün alametleridir. Böylece onlar imanı ve küfrü, kalbin tasdiki ve tekzibi olarak sınırlandırmışlardır. Zahirî amellerin fonksiyonu ise, bunlara birer alamet olmaktan ibaret kalmıştır.
İbn Teymiyye Mürcie’nin, ‘küfre düşürücü olan şey küfre dair işarettir’ görüşünü tenkit ederek şöyle der: “Bilinmelidir ki, ‘(Allah ve Rasul’üne) hakaret eden kişinin küfrü, bu yaptığını aynı zamanda helal sayması nedeniyledir’ sözü, münker bir yanılgı ve büyük bir sapmadır.” Sonra şunu söyler: “Bu hataya düşenler, sonraki kelamcıların görüşlerini benimsemek suretiyle düşmüşlerdir. Onlar ise; imanın kalpte bulunan tastikten ibaret olduğu hususunda, ilk Cehmiyyenin mezhebini takip edenlerdir” (
[8])
Burada amacımız sadece, Mürcie’ye ait bu görüşleri sunmaktır. Bunların tenkidi ise, bu bölümde verilecek olan kaynaklarda mevcuttur. Bu görüşlerin geçersizliğini açıklamak için, Allahu Teala’nın çeşitli kavimler hakkında, onların tasdik ettikleri ve kalben bildikleri sabit olduğu halde küfür hükmü vermiş olması yeterlidir. Yoksa, her küfre düşürücü zahirî amelin beraberinde tekzibin bulunması gerekmez. Nitekim Allahu Teala Fir’avn kavmi hakkında şöyle der:
“Vicdanları yakînen kabul ettiği halde zulüm ve büyüklenme nedeniyle bunları inkar ettiler”(27en-Neml/14). Yakîn, bilginin ve tasdikin en üst derecesidir.
Yine Allahu Teala Ehl-i Kitap’tan olan kafirlerden bahsederek şöyle der:
“Kendilerine kitap verdiklerimiz, Onu (peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Oysa onlardan bir grup, hakkı bildikleri halde gizlemektedirler” (2el-Bakara/146).
İbn Teymiyye Rahimehullah şöyle der: “İmanın, kalbin tasdikinden ibaret olduğunu kabul eden kimse şunu söylemiş olmaktadır: ‘Cehennemlik hiçbir kafirde Allah’ı tasdikten eser yoktur; ne İblis’te ne de başkasında...’ Başka yerlerdeki Kur’an nasları da, kafirlerin dünyada iken Rabb’i tasdik eden kimseler olduklarına delalet etmektedir. Allah’ı yalanladığını açıkça beyan eden Fir’avn bile, kalben tasdik etmekte idi:
“Vicdanları yakinen kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme nedeniyle bunları inkar ettiler”(27en-neml/14). Ya da Musa’nın Fir’avn’a söylediği gibi:
“Andolsun ki bunları -açık belgeler olarak- göklerin ve yerin Rabb’inden başkasının indirmediğini sen de biliyorsun”(17el-İsra/102). Buna rağmen Fir’avn mü’min sayılmamıştı. Hatta Musa Aleyhisselam Şöyle dedi:
“Rabbimiz, mallarını helak et, kalplerini mühürle. Onlar, acıklı azabı görünceye dek iman etmesinler”(10Yunus/88).
Başka bir yerde Allahu Teala kafirlerden bahsederek, onların yaratıcıyı itiraf ettiklerini bildirir:
“Kendilerini yaratanın kim olduğunu sorarsan, elbette Allah’tır derler”(43ez-Zuhruf/87)”(
[9])
Böylece anlaşılmıştır ki; Mürcie’nin söylediği gibi küfre düşürücü amel işlemek, kalpte tasdikin bulunmamasını gerektirmez. Bununla birlikte bilinmesi gerekir ki, küfre düşürücü açık bir fiilde bulunan herkes -ikrah gibi tekfire engel herhangi bir şey söz konusu değilse- zahiren kafir olması ile birlikte gerçek anlamda yani kalben de kafirdir. Kalbinde ya yalanlama veya cehalet, kibir, şek, hased, Şeriat’a karşı kin, alay, dünya sevgisi ya da bunların dışında dünyevî hükümlerde dikkate alınmayan birtakım etkenler bulunabilir ki, bunlar daha önce açıklanmıştı. İbn Teymiyye şunu söyler: “Küfür imanın bulunmamasıdır. İster bununla birlikte yalanlama olsun; ister yalanlama olmaksızın hased, kibir, yahut risalete uymaktan alıkoyucu birtakım hevalara uymaktan kaynaklanan bir yüz çevirme olsun”(
[10])
Özet olarak; Ehl-i Sünnet, Eş’ariler ve fukahadan olan Mürcie, söz yahut açık fiil olmak üzere küfür sebebi olan şeyi işleyen kimsenin zahiren ve batınen, yani dünyevî hükümlerde de ahiret hükümlerinde de kafir olduğu noktasında birleşmişler, fakat bu kimsenin küfrünün tefsiri hususunda ihtilaf etmişlerdir. Şeyhulislam ibn Teymiyye’nin bu fırkalar arasındaki ihtilafın sadece lafzî olduğuna dair tespiti de buna uymaktadır. O şöyle der: “Buradaki tartışmanın çoğu hükümde değil isim ve lafızdadır”(
[11]) Ancak, aşırı Mürcie’den olan iki grup bunun dışındadır.
Birinci grup şöyle demektedir: “İşlemiş olduğu söz yahut fiilden ötürü Şari’in küfrünü öngördüğü kimsenin dünyada iken küfrüne hükmederiz. Yani bu kişi zahiren kafirdir. Fakat kalben tasdik etmekte ise, bu kimse batınen mü’min olabilir. Küfre düşürücü sözler, kafirler hakkında hüküm vermede, işleyenin küfrünü zahiren tespit açısından birer alamet olarak kabul edilirler.” Bu, Mürcie anlayışına sahip olan Cehmiyye’nin sözü olup fasit bir görüştür. Çünkü Allah’ın söz ya da fiilden ötürü küfrüne hükmettiği kimse zahiren ve batınen kafirdir ve ahirette azaptadır. Zira Allahu Teala’nın bildirmiş olduğu şey, sadece zahiri değil hakikati de ifade eder. Bu nedenle Veki’ İbnu’l-Cerrah, Ahmed İbn Hanbel, Ebu Ubeyd ve başkaları bu sözü söyleyenleri tekfir etmişlerdir. Çünkü bu söz, Allahu Teala’nın küfür işleyenin zahiren de batınen de kafir olduğu şeklindeki hükmünü yalanlamaktadır. Onlar ise bu kimselerin batınen mü’min sayılabileceklerini söylemektedirler.(
[12])
İbn Teymiyye, ikrah olmaksızın dili ile yalanlayan veya inkar eden, yahut herhangi bir küfür çeşidini işleyen kimse için, “Tüm bunlarla birlikte bu kimse aynı zamanda (batınen) mü’min olabilir diyen ve buna cevaz veren kimse, boynundan İslam bağını koparmıştır” (
[13]) der. Bir başka yerde ise şöyle der: “Bu kimseler kafir değillerdir demek, Kur’an nassına aykırıdır.”(
[14]) Bununla birlikte İbn Teymiyye, bu konuda Cehmiyye’ye ait bir görüş daha aktarır. Buna göre onlar, küfür olan söz yahut fiil işleyen kimsenin, zahiren de batınen de kafir olduğunu söyler fakat bunu fakihlerin Mürcieleri ve Eş’ari’ler gibi açıklarlar(
[15])
Aşırı Mürcielerin ikinci grubu ise şöyle derler: Küfre düşürücü söz yahut fiil nedeniyle, Şâriin küfrünü öngördüğü kimsenin, açıkça inkar etmedikçe dünyevî olarak küfrüne hüküm verilmez. Bu görüşe sahip kimselerin tekfirinde selef ihtilaf etmemişlerdir. Çünkü onların bu sözleri, Şari’in inkarla kayıtlamaksızın, küfür işleyenin kafir olduğuna dair mevcut naslarını yalanlamaktadır.
Bu aşırı görüşlerin sahipleri ile, İmam et-Tahavî’nin, “el-Akidetu’t-Tahavîyye”deki; “Kişi , imana girdiği şeyi inkar etmedikçe imandan çıkmaz” sözü ve bu sözü destekleyenlerin görüşüleri arasındaki fark şudur: Tahavî, inkarı küfrün gereği olarak görmüştür (küfrün bulunduğu yerde inkar da vardır demek istemiştir-çev.). Bu konuda aşırı gidenler ise, inkarı küfre dair hüküm vermede başlıbaşına bir şart olarak kabul etmişlerdir. Tahavî’ye göre, Şari’in küfrüne hükmettiği herkes mutlaka inkarcıdır. Diğerleri ise, Şari’in küfrüne hükmettiği kişi hakkında hükmün verilebilmesi için, onun açıkça inkar ediyor olmasını şart koşarlar. Selef, aşırı Mürcielerden bu görüşe sahip olan kimselerin tekfirinde ihtilaf etmemişlerdir. İbn Teymiyye’nin Rahimehullah söylediği gibi: “Hanbel şöyle demiştir: Humeydî bize, bazı insanlardan şunu işittiğini söyledi: ‘Kişi namaz, zekat, oruç ve haccı ikrar etse, fakat ölene dek bunlardan hiçbirisini yerine getirmese veya ölene dek kıbleye arkasını dönerek namaz kılsa, bu kimsenin terk ettiği bu şeylere iman ettiği biliniyorsa, farzları ve kıbleye yönelmenin gereğini ikrar ediyorsa, bu kişi inkar etmediği müddetçe mü’mindir” Dedim ki; işte bu apaçık küfürdür. Allah’ın Kitab’ına, Rasul’ünün Sünnet’ine ve Müslümanlar’ın alimlerine muhalelefettir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Dini Allah’a halis kılarak Ona ibadet etmekten başkasıyla emrolunmadılar.” Hanbel şöyle dedi: ‘Ebu Abdillah Ahmed ibn Hanbel’in şöyle dediğini işittim: Böyle bir şey söyleyen kimse kafir olmuş, Allah’ın emrine ve Rasul’ün Allah’tan getirdiği şeylere karşı çıkmıştır’(
[16]) Bu haberi Hallal, “es-Sünne”, s:586’da kendi isnadı ile rivayet etmiştir. İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetava; 7/205’te, selef alimlerinden bir diğer grubun da bu kimseleri tekfir ettiklerini nakleder. Günümüzde ise, iman ve küfür meseleleri hakkında konuşan birçok kimse, onların bu sözlerinin aynısını söylemektedirler. Bu kimseler Tahavî’nin, “Kişi imana girdiği şeyi inkar etmedikçe imandan çıkmaz” sözünü aynı anlamda zannederek, küfür sözü ya da küfür fiili işleyen kimsenin küfrüne hüküm verebilmek için inkarı -ki helal sayma da sonunda nasları yalanlama demek olduğundan aynı anlamdadır- şart koşmuşlardır. Tahavî ise -yanlış bir görüş olmakla birlikte- bu sözü ile, bir kişi hakkında küfür hükmü verildiğinde mutlaka inkarın da gündeme geleceğini kastetmektedir.
Bu meseleyi ve bir önceki meseleyi uzunca ele aldık. Çünkü bu iki meseledeki yanlış anlayış Allah ve Rasul’ünün küfrüne hükmettiğini tekfir etmeyen çağdaş aşırı Mürcielerin dayanağı durumundadır. Bunlar, “Biz hiçbir Müslümanı, helal kabul etmediği müddetçe, günahından dolayı tekfir etmeyiz” veya “Hiç kimse imana girdiği şeyi inkar etmedikçe imandan çıkmaz” sözlerini kendilerine delil edinmektedirler. Çağdaş aşırı Mürcielerin söyledikleri sözlerin örneklerini, inşaallah tekfir etmede yapılan hatalarla ilgili bölümde vereceğiz.
Yukarıdaki Tahavî’ye ait olan ibare, Ehl-i Sünnet’in itikadından değildir. Bilakis Mürcie mezhebinin itikadındandır. Akidetu’t-Tahavî’nin şarihi İbn Ebi’l-İz, bu noktaya dikkat çekmeyi ihmal etmiştir. Burada bu konu üzerinde durmamızın nedeni budur.
([1]) es-Sârimu’Meslul.
([2]) Age, s:177-178.
([3]) Hâşiyetu İbn Âbidin, Babu’l-Mürted: 3/284, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
([4]) el-Fasl;5/75: Dâru’l-Cîl.
([5]) Mecmûu’l-Fetava: 7/509
([6]) Age: 13/47.
([7]) es-Sârimu’l-Meslûl: s: 518.
([8]) Age, s: 515
([9]) Mecmuu’l-Fetava: 7/150-152.
([10]) Age: 12/335
([11]) Age: 13/38
([12]) Bkz: Age: 7/188-189, 401-403 ve 558.
([13]) es-Sarimu’l-Meslûl, s: 523.
([14]) Age, s: 517
([15]) Mecmuu’l-Fetava: 7/188-189.
([16]) Age: 7/209.