Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Muska Takmanın ve Rukye'nin Hükmü Nedir ?

Selahaddin Eyyubi Çevrimdışı

Selahaddin Eyyubi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Esselamun aleyküm ve rahmetullah

1)Bir kişinin kızına,oğluna veya herhangi bir akrabasına cin musallat olursa veya bazı başka sıkıntılı durumlar nedeniyle kişinin sadece bu amaçlarla muska yaptırmasının hükmü nedir?

2)Bu muskayı para karşılığında yapanların hükmü nedir?



 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Aleykum selam we rahmetullahi we berakatuhu ;

Muska takmanın hükmü;
Yazılan yazıların meşru olup olmadığına ve bizzat muskanın etkili olup olmayacağına inanmaya göre muskanın Hükmü farklıdır.

1- Eğer muskaya Kur’an’dan ayet veya Rasûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) nakledilen bir dua yazılır ve şifayı verenin Allah, muskanın ise sadece bir sebeb olduğuna inanılacak olursa, âlimlerin bir kısmına göre böyle bir muska câiz, diğerlerine göre ise caiz değildir.

A) Abdullah b. Amr b. el-As’ (radıyallahu anh)'dan, Aişe’ (radıyallahu anha)'den, Atâ’dan, Muhammed el-Bakır’dan ve Ahmed b. Hanbel’den böyle bir muskanın caiz olacağına dair görüşler rivayet edilmiştir.

Abdullah b. Amr b. el-As (radıyallahu anh) diyor ki: Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendilerine korkuya karşı şu sözleri öğretirdi:
Allah’ın gazabından, kullarının şerrinden, şeytanların dürtüklemelerinden ve bana gelmelerinden, Allah’ın tam olan kelimelerine sığınırım.”
(Abdullah’tan hadisi rivayet eden oğlu Şuayb sözlerine devam ederek dedi ki): “Abdullah b. Amr (b. el-As), bu sözleri çocuklarından aklı eren kimselere öğretir, aklı ermeyenlere de yazıp üzerlerine asardı.

(Ebû Dâvûd, Tıb, bab. 19, hn. 3893; Tirmizî, Daavat, bab. 94, hn. 3528)
(Tirmizî hadisin Hasen ve Garib olduğunu söylemiştir.)

- Tirmizi’nin rivayetinde hadisin sonu şöyledir: “Abdullah b. Amr bu sözleri bir sahifeye yazar sonra çocuğunun boynuna takardı.”

Aişe (radıyallahu anha)’den Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) dayandırılarak şunu söylediği rivayet edilmiştir:
Belanın inmesinden önce de sonra da Kur’an’dan olan muskanın takılmasında bir mahzur yoktur.”

(Deylemi, el-Firdevs, V, 202, Hadis no: 7950 Zayıf hadis)

Atâ’ın, boynuna muska veya Kur’an takılı olan adetli hanım için şunu söylediği rivayet edilmiştir:
“Eğer muska veya Kur’an derinin içinde ise, kadın onu çıkarsın. Eğer gümüşten yapılmış bir kutu içinde ise, çıkarmamasında bir sakınca yoktur. Dilerse çıkarır, dilerse çıkarmaz.”
Abdullah’a “Sen de bunu mu söylüyorsun” diye soruldu.
O da “Evet” dedi.”

(Dârimî, Vûdu, bab. 118)
Yunus b. Hibban diyor ki: “Ben Ebû Cafer Muhammed b. Ali el-Bakır’a muska takmamın hükmünü sordum.
O da bana “Eğer muska Allah’ın kitabından veya Rasûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) gelen bir şeyden ise, gücün yettiği kadar onu as ve onunla şifa dile” dedi.
Bunun üzerine ben de dedim ki: “Şu duayı dördüncü günde geri dönen sıtma hastalığına karşı yazayım mı?
O da: “Evet” dedi.
(Dua şudur) Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ın adıyla, Allah’ın yardımıyla Muhammed de Allah’ın peygamberidir.
Biz demiştik ki: Ey ateş! İbrahim’e karşı soğuk ve selamet ol. Onlar İbrahim’e karşı tuzak düşündüler. Fakat biz kendilerini en büyük hüsrana uğrayanlar kıldık
.” (Enbiya 69 - 70)
Ey Cebrâîl’in, Mikail’in ve İsrafil’in Rabbi, Sen bu yazının sahibine kendi çârenle, kuvvetinle, azametinle şifa ver. Sen hak olan ilahsın. Âmin.”

(İbnu’l-Kayyim, “Zadu’l-Mead”, II, 166)
İbnu’l-Kayyim diyor ki: “Ahmed b. Hanbel, Aişe’den (radıyallahu anha) ve başkalarından muska hakkında kolaylık tanıdıklarını söylemiştir.
Harb demiştir ki; muska hakkında Ahmed b. Hanbel, sert bir tavır takınmamış, ancak Abdullah b. Mesud’un (radıyallahu anh) onu çok çirkin gördüğünü söylemiştir.
Ahmed b. Hanbel’e, bela geldikten sonra muska takılması sorulmuş: “Umarım ki bunda bir mahzur olmasın” demiştir.
Hallâl demiştir ki: Abdullah b. Ahmed bize anlatarak dedi ki: “Ben babamın korkmuş ve sıtmaya yakalanmış kimse için muska yazdığını gördüm.”

Mervezi diyor ki: “Ebû Abdullah’a, benim sıtmaya yakalandığım haberi ulaşmış. O da benim için sıtmaya karşı Muhammed b. Bakır’ın yukarıda izin verdiği duayı bir kâğıt parçasına yazıp gönderdi.” (İbnu’l-Kayyim, “Zadu’l-Mead”, II, 166)

B) Abdullah b. Mesud’a (radıyallahu anh) ve onun gibi düşünen diğer âlimlere göre ise, bu türden olan muskalar dahi caiz değildir.

2- Eğer muskaya ayet, hadis, dua yazılmaz, bir kısım tılsımlar yazılır veya asıl etkinin muskaya ait olduğuna inanılırsa câiz olmaz. Yerine göre haram ve şirk dahi olabilir.
Şifanın Allah’tan değil de, muskadan olduğuna inanmak bu türdendir. Yukarıda geçen Abdullah b. Mesud’un (radıyallahu anh) hanımı Zeyneb’den rivayet edilen hadis ve benzerleri bunun delilidir.

Abdullah (b. Mes'ud)'un hanımı Zeyneb'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Abdullah (b. Mes'ud): Ben Rasûlullah (s.a.v.)'ı " (İçerisinde sihre ya da küfre ihtimali bulunan anlaşılmaz sözleri) okuyarak (hasta) tedavi etmek, muska takmak ve sevgi ilacı yapmak şirktir" buyururken işittim, dedi.
(Zeyneb, sözlerine devamla) dedi ki: (Bunun üzerine ben Abdullah'a dönerek); "Acaba Rasûlullah (s.a.v.) bunu niçin söylüyor? Vallahi (benim) gözüm (bir ağrıdan dolayı) çapaklanıyordu da ben (tedavi için) falanca yahudiye gidip geliyordum (o da) bana okuyordu. (Bu sayede gözümün ağrısı) dindi" dedim.
Abdullah da (şöyle) cevab verdi: Bu şeytanın işinden başka bir şey değildir. (Şeytan seni buna inandırmak için senin) gözünü eliyle (devamlı) dürtüyor (ve onu ağrıtıyor). Sen (yahudinin yanına varıp da yahudi senin) gözüne okuyunca (şeytan elini) gözünden çekiyor. Oysa senin sadece Rasûlullah (s.a.v.)'ın dediği gibi;
"Ey tüm insanların Rabb'i
(olan Allah'ım. Benden) bu sıkıntıyı gider, (yegâne) şifa verici sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. (Bana) hiç hastalık bırakmayacak bir şifa ver" diyerek dua etmen sana yeter.
(Buhari, Merzâ, 20, 38, 40; Muslim, Selâm 46-49; Ebu Davud, Tıb, Bab 17, Hadis no : 3883; Tirmizî, Da'avât 111; İbn Mâce, Cenâiz 46, tıb 19, 36, 39; Ahmed b. Hanbel, IV, 259, VI, 44, 45, 50, 108, 109, 114, 120, 125, 126, 127, 131, 208, 261, 278, 280)


***

Rukye: Sözlükte büyü anlamına gelir. Şifa ümidiyle bir hastaya meşru dua okumaya da "rukye" denir.
Şifa ümidiyle, Kur'an âyetlerini, Allah'ın güzel isimlerini ve Peygamber (a.s.)'in öğrettiği duaları ve bunlardan alınan ilhamla yazılan dua ve münacatları okumanın caiz olduğunda ittifak vardır.

Ancak tedavi maksadıyla bunlardan başka şeyleri okumak, özellikle içlerinde manası anlaşılmaz kelimeler bulunan sözleri okumak haramdır. Çünkü bu sözlerin sihir için kullanılan sözler olması ihtimali bulunduğu gibi onların bir takım putların veya şeytanların ismi ya da küfür ifade eden sözler olması ihtimali de vardır.

Sabit b. Kays'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a.v.) bir gün kendisinin yanma girmiş. Ahmed (b. Salih, o sırada) Sâbit'in hasta olduğunu söylüyor- Ve (Peygamber a.s.):
"Ey insanların Rabbi, (bu hastalığı) Sabit b. Kays b. Şemmâs'dan gider" diye dua etmiş.
Sonra (Medine'deki) Bathâ (denilen vadi)den toprak alıp onu bir bardağa koymuş, sonra (o toprağın) üzerine (birazcık) su ile birlikte üflemiş ve bu (suyla karışık) toprağı Sâbit'in üzerine dökmüş.

(Ebu Davud, Tıb, Bab 17, Hadis no : 3883; İbn Mâce, Tıb, Bab 19, Hadis no: 3885)

(Hafız İbn Hacer el-Askalânî'nin dediği gibi, Peygamber a.s.'in bu tedavisi, başka bir ilaç bulmanın mümkün olmadığı yerlerde özellikle yara, çıban gibi rutubetli hastalıkları tedavide çok başarılı ve kolay bir tedavi usulüdür.
Çünkü, toprak her yerde kolayca bulunur ve kendisinde kuruluk ve soğukluk özelliklen vardır. Toprağın soğukluk özelliği bilhassa sıcak ülkelerde yaşayan insanlar için çok şifalı olduğu gibi onun kuruluk özelliği de kendisinde rutubetli hastalık bulunan bütün insanlar için fevkalâde şifalıdır. Bazılarına göre bu şifa her toprakta yoktur, sadece Medine toprağında vardır. Görüldüğü gibi Fahr-i Kâinat Efendimiz, ilaç temini yönünden fevkalâde fakir ve imkânsızlıklar içinde yüzen bir ortamda hastaları, mevcut imkânlardan faydalanarak tedavi etmek yoluna gitmiş, maddî sebebler yanında manevî sebeplere de sarılmayı terketmemiş, bu maksatla hastaların iyileşmesi için Allah'a dua ederek şifa istemiştir.)


Avf b. Mâlik'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Biz cahiliye döneminde okuyup üfleyerek hastaları tedavi ederdik. (Bir gün);
Ey Allah'ın Rasûlu, bu hususta ne buyurursun? dedik.
"Bana (yaptığınız bu tedavi şeklini) gösteriniz. İçerisinde şirk olmadıkça, okuyup üfleyerek tedavi etmede bir sakınca yoktur” buyurdu.
(Ebu Davud, Tıb, Bab 17, Hadis no : 3886; Muslim, Selâm, 64)

Osman b. Ebi'l-Âs (r.anh)'dan rivayet edildiğine göre;
Kendisi (bir gün rahatsızlığından dolayı) Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanına varmış. Osman (başından geçen hâdiseyi anlatırken şöyle) dedi:
Bende bir ağrı vardı, neredeyse canımı alacaktı.
Peygamber (s.a.v.): "Bu ağrıyan yeri sağ (el)inle 7 defa ov (ve her defasında):
'Duyduğum ağrının şerrinden Allah'ın izzet ve kudretine sığınırım' diye dua et
" buyurdu.
Ben bunu yaptım, Aziz ve Celîl olan Allah bendeki olan (bu ağrıy)i giderdi. (O günden beri) aileme ve başkalarına sürekli bunu tavsiye ediyorum.

(Ebu Davud, Tıb, Bab 19, Hadis no : 3891; Buharî, Meğâzî 83, Fedâilu'l-Kur'an 14, Tıb 32, 41; Muslim, Selâm 50, 51; İbn Mâce, Tıb 38; Muvalta, Ayn 10; Ahmed b. Hanbel, VI, 104, 114, 124, 256, 263)

Kurtubî'nin açıklamasına göre; okunup üflemekle yapılan tedavi 3 çeşittir:
1- Allah'ın kelâmını ve isimlerini okumak suretiyle yapılan tedaviler. Bunlar meşrûdur.
2- Peygamber (a.s.) tarafından şifa niyetiyle okunan âyet ve dualarla yapılan tedaviler. Bunları yapmak mustehabdır.
3- Anlamı bilinmeyen, küfür ve şirk ifade etmeleri ihtimali bulunan sözleri okıyun üflemek suretiyle yapılan tedaviler. Bunlardan kaçınmak farzdır.
Kendilerine saygı duyulan melek, arş, kursi gibi mukaddes varlıkların isimlerini okuyarak tedavi yapmakta bir sakınca bulunmamakla beraber, içinde Allah'a sığınmak ve iltica etmek bulunmadığı için yapılmaması daha iyidir. (Mevâhib-i Ledunniye Tercümesi, II, 288)



Rukye Tedavisi Karşılığında Ucret Almak

Bize Ebû Avâne, Ebû Bişr'den; o da Ebû'l-Mutevekkil'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî (r.anh)'den şöyle tahdîs etti:
Rasûlullah'ın sahâbîlerinden (otuz kişilik) bir seriyye, me'mûr oldukları bir sefere gittiler. Nihayet bunlar Arab kabilelerinden bir kabile üzerine indiler ve onlardan kendilerini konuk etmelerini istediler. Fakat o kabîle halkı bunları konuk etmekten çekindiler. Bu sırada o kabîlenin seyyidi zehirli bir hayvan tarafından sokuldu. Kabîle halkı harekete geçip her çâreye başvurdular, fakat hastaya hiçbir fayda vermiyordu. Bunun üzerine onlardan bâzıları:
Şu sizin yakınınıza inmiş olan kaafile halkına gitseniz, belki onların bâzısının yanında birşey, bir çâre bulunabilir, dediler.
Akabinde kabîle halkı sahâbîlere geldiler ve: — Ey cemâat! Seyyidimiz (bir akreb tarafından) sokuldu. Onu tedâvî etmek için herşeye koştuk, fakat ona hiçbir şey fayda vermiyor. Sizden birinizin yanında buna bir çâre var mıdır? diye sordular.
Sahâbîlerden birisi (ki Ebû Saîd'in kendisidir): — Evet, ben varım. Vallahi ben elbette duâ ve tedâvî ediciyimdir. Fakat vallahi bizler sizden bizi konuklamanızı istedik de sizler bizi konuklamamıştınız. Artık şimdi ben de bizim için bir ücret tâyîn etmedikçe size duâ ve tedâvî yapacak değilim, dedi.
Sonunda (otuz adedli) bir bölük koyun sürüsü üzerine anlaştılar. Ebû Saîd onlarla birlikte kabile başkanının yanına gitti, "el-Hamdu lillâhi Rabbil-âlemîn" Sûresi'ni sonuna kadar okumaya ve adamın üzerine üflemeye başladı.
Nihâyetinde adam, bukağısından çözülmüş hayvan gibi serbestlendi, ileri geri yürümeye başladı. Artık kendisinde hiçbir hastalık kalmadı.
Ebû Saîd dedi ki: Kabile halkı üzerinde anlaşmış oldukları ücreti sahâbîlere ödediler.
Sahâbîlerden bâzıları: — Bu koyunları taksîm ediniz! dediler.
Fakat duâ yapan kimse: — Hayır, taksîm etmeyiniz! Bizler Rasûlullah'a gidelim, olan hâdiseyi O'na zikredelim de bakalım bizlere ne emredecek! dedi.
İşin sonunda sefer hey'eti Rasûlullah (s.a.v.)'in huzuruna geldiler ve bu hususu kendisine zikrettiler.
Rasûlullah (Ebû Saîd'e hitaben): — "Fâtiha'nın bu kadar etkili bir duâ ve tedâvî olduğunu sana kim bildirdi? İyi ve doğru hareket etmişsiniz. Şimdi koyunları taksîm ediniz ve bana da sizlerle birlikte bir pay ayırınız!" buyurdu.
(Buhari, Tıb, Bab 39, 34, Hadis no : 64, 52; Muslim, Selam, bab 23, Hadis no: 65 - 2201; Ebû Dâvûd, Tıb: 19; İbn Mâce: Tıb: 37; Tirmizi, Tıb, bab 20, Hadis no: 2064)

Bu hadîs, Kur'ân karşılığında ücret almayı değil, duâ ile mânevî tedâvî karşılığında ücret şart kılmayı ifâde etmektedir.

Rukye için ucret almak câizdir. Maamafih mesele ihtilaflıdır. Atâ ile Ebû Kabe'ye göre hastanın üzerine Fatiha okuduğu için ve Fâtiha'yı öğretmek mukabilinde ucret almak caizdir. İmam Mâlik ile, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Ebu Sevr'in mezhebleri de budur. Kurtubi, rukye hakkında İmam-ı Â'zam'ın kavli de bu olduğunu nakletmiştir. Zuhrî 'ye göre ucret mukabilinde Kur'ân öğretmek mekruhtur.
İmâm-ı Âzam ile diğer Hanefiyye imamlarına göre ucret mukabilinde Kur'an öğretmek câiz değildir.



Musibete Sabredip Rukye Yapmamak

İbn Abbâs (r.anhuma) şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (s.a.v.) bizim yanımıza çıktı da şöyle buyurdu:
"Bana bütün ummetler arzolunup gösterildi: Bir peygamber beraberinde bir kişi ile, bir peygamber yanında iki kişi ile, bir peygamber beraberinde bir topluluk ile geçmeğe başladılar. Bir peygamber de yanında hiçbir kimse gelmeyerek geçti. Ben uzakta ufku kapatmış kalabalık bir karaltı gördüm de bunun benim ummetim olmasını umîd ettim.
Bana
: — Bu, Mûsâ Peygamber'le kavmidir, denildi.
Sonra bana: — Şu tarafa bak! denildi.
Ben orada da ufku kapatmış çok bir karaltı gördüm.
Bana yine: — Şu tarafa ve şu tarafa bak! denildi.
Ben o taraflarda da ufku kaplamış çok büyük bir karaltı gördüm.
Bana: — İşte bunlar Sen'in ummetindir. Bunların beraberinde yetmiş bin kişi vardır ki, bunlar hesaba çekilmeksizin cennete girerler, denildi".
Peygamber (sonra odasına girdi ve) cennete hesâbsız gireceklerin vasıflarını insanlara beyân etmeden insanlar da dağıldı.
Peygamber'in sahâbîleri kendi aralarında şöyle muzâkereye giriştiler:
Bizlere gelince, bizler şirk içinde doğduk, lâkin bizler Allah'a ve Rasûlu'ne îmân ettik (bu sebeble cennete gireriz). Lâkin şu hesâbsız cennete girecek olan bahtiyarlar bizim(İslâm içinde doğan) oğullarımızdır, dediler.
Bu munazara Peygamber'e ulaştığında (dışarı çıkıp): — "Cennete hesaba çekilmeksizin girecek olanlar şu mu'minlerdir ki, onlar eşyada uğursuzluk olduğunu kabul etmezler, efsun yapmazlar, şifânın (Allah'tan olduğuna inanıp) dağlamaktan olduğuna inanmazlar ve her hususta Rabb'lerine dayanıp güvenirler" buyurdu.
Bunun üzerine Ukâşe ibnu Mihsan ayağa kalktı da: — Ben onlardan mıyım yâ Rasûlallah? dedi.
Rasûlullah: — "Evet (onlardansın)" buyurdu.
Akabinde bir başkası ayağa kalktı da: — Ben de onlardan mıyım? dedi.
Rasûlullah: — "Bu hususta Ukâşe senin önüne geçti" buyurdu.

(Buhari, Tıb, Bab 42, Hadis no : 67)

Bu hadîs hakkında güzel bir açıklama yapılmıştır:
Bu dağlama hadîsi 4 nevi'yi içine almıştır: Birincisi Peygamber'in bunu işlemesi; ikincisi bunu sevmemesi; üçüncüsü dağlamayı terkedeni övmesi; dördüncüsü de bundan nehyetmesidir.
Bunlar arasında -Allah'a hamdolsun- tearuz yoktur. Çünkü Peygamber'in bunu işlemesi, cevazına delâlet eder. Bunu sevmemesi de bundan men'e delâlet etmez. Terkedicisine senâ eylemesine gelince, bu da onu terk etmenin evlâ ve efdâl olduğuna delâlet eder. Âmmâ bundan nehyetmesine gelince, bu da ihtiyar ve kerahet yolu üzere ve yâhud dağlamaya muhtaç olmayan nevi'den iken belki derd meydana gelmesi korkusundan dolayı yapar olmak üzeredir. (İbnu'l-Kayyım, et-Tıbbu'n-Nebevî, s. 50; 1957/1377 el-Kaahire baskısı)

Âyetle yahut menkul dualarla rukye yapmak caizdir. Maamafih mesele ihtilaflıdır. Şâbi ile Katâdi, Saîd b. Cubeyr ve diğer bir cemaata göre rukye mekruhdur. Mûmine gereken Allah'a tevekkül ederek bunu yapmamaktır. Çünkü Rukyenin Allah halketmedikçe bir zarar veya faydası yoktur. Allah bir insanın ne kadar zaman sağlam, ne kadar hasta yaşayacağım bilir. Bunu değiştirmeye imkân yoktur.

Hasan-ı Basrî, İbrahim Nehaî, Zuhrî, Sevrî ve dört mezhebin imamlarına göre rukyede bir beis yoktur.



Cin'lerin musallatına karşı muska olarak piyasada dolaşan "Cin Mektubu" namlı uydurma yazı ve ehl-i sunnet alimlerin yorumu şöyledir :


Dikkat : Uydurmadır !

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيْمِ
هَذَا كِتاَبٌ مِنْ مُحَمَّدٍ رَسُولِ اللهِ رَبِّ العَالَمِينَ إلَى مَنْ طَرَقَ الدَّارَ مِنَ الْعُمَّارِ وَالزُّوَّارِ وَالسَّائِحِينَ إلاَّ طَارِقاً يَطْرُقُ بِخَيْرٍ ياَ اللهُ. أَمَّا بَعْدُ فَإنَّ لَناَ وَلَكُمْ فِي الْحَقِّ سِعَةً فَإنْ تَكُ عَاشِقاً مُولِعاً أوْ فَاجِراً مُقْتَحِماً أَوْ رَاعِياً مُبْطِلاً فَهَذاَ كِتاَبُ اللهِ تَعَالىَ يَنْطِقُ عَلَيْنَا وَعَلَيْكُمْ بِالْحَقِّ إنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلوُنَ وَرُسُلُنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ اُتْرُكُوا صَاحِبَ كِتَابِي هَذاَ وَانْطَلِقوُا إلىَ عَبَدَةِ اْلأصْنَامِ وَاْلأوْثاَنِ وَإلىَ مَنْ تَزْعُمُ أَنَّ مَعَ اللهِ إلَـهاً آخَرَ لاَ إلَـهَ إلاَّ هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإلَيْهِ تُرْجَعُونَ، حم لا يُنْصَرُونَ، حمعسق تُغْلَبُونَ حم وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ تُفْرَقُ أعْدَاءُ اللهِ وَبَلَغَتْ حُجَّةُ اللهِ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قَوَّةَ إلاَّ بِاللهِ فَسَيَكْفِيكَهُمُ اللهُ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Ducane (r.anh), ALLAH Rasulu (s.a.v.)´nun huzuruna gelip:
"
Ya Rasulullah! Yatağıma yattığım zaman değirmen sesi, arı vızıltıları gibi sesler işitiyorum. Simşek parıltısı gibi şeyler görüyorum. Başımı kaldırıp baktığımda evimin orta yerinde siyah ve uzun gölge gibi bir şeyin olduğunu görüyorum. Yakalamak için elimi uzattığımda derisinin üzerinde ki kılların kirpi kılları gibi olduğunu ve ağızından yüzüme doğru ateş parçaları attığını Görüp beni yakacağını zannediyor, uyuyamıyorum, korkuyorum." dedi.

Rasulu Ekram (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Ey Ebu Ducane, evinize gelen korkunç bir mahluktur. Bana bir kağıt ve kalem getiriniz."
Getirilen kağıt ve kalemi Ali (r.anh)'ya verdi ve "
Bismillah diyerek (üstteki) yaz." buyurdu.
Ebu Ducane (r.anh) diyor ki: "
Rasulu Ekram (s.a.v.)´in yazdırdığı bu mektubu götürüp yastığımın altına koydum ve yattım. Gece yarısı uyanmıştım. Kulağıma şöyle bir korkunç ses geldi:
Lat ve Uzza´ya yemin ederim ki bizi yaktın. Bu mektubun sahibi hakkı için bu mektubu kaldır. Senin evine bir daha gelmeyeceğiz."
Ebu Ducane (r.anh) diyor ki: "
Sabahleyin erkenden kalkıp Rasulu Ekram (s.a.v.)´in arkasında sabah namazı kıldım. Cinlerin feryadını Rasulu Ekram (s.a.v.)´e haber verdim."
Rasulu Ekram (s.a.v.) bana şöyle buyurdu: "
Ey Ebu Ducane! O mektubu kaldır. Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, eğer o mektubu kaldırmazsan onlar kıyamete kadar azab içinde kıvranırlar."

Bu rivayet hakkında İbn el-Cevzî (rahimehullah),el Mevduat (uydurma rivayetler) adlı eserinde : “Bunun uydurma olduğunda hiç şubhe yokturdiyerek değerlendirmiştir. (İbn'ul Kayyim el Cevziyye, el Mevduat, C. 3, Sf: 169)
Beyhakî (rahimehullah) ise şöyle demiştir: Bu rivayetin uydurma olduğunu ve hadis olarak kullanılmasının caiz olmadığını” belirtmiştir. (Beyhâki, Delailu’n-Nubuvve, C. 8, Sf: 188)


Ayrıca Suyûtî (el-Leâliu’l-Masnua, C.2, Sf: 292) ve Muhammed Tahir b. Ali el-Hindî (Tezkiretu’l-Mevduat, C.1, Sf: 212)'debu rivayetin uydurma olduğunu zikretmişlerdir.
Devam edecek inşeAllah
 
Üst Ana Sayfa Alt