Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Soru Müslümanların Bilim ve Teknolojiye Bakışı Nasıl Olmalıdır?

M Çevrimdışı

MuslimElAlmani

Üye
İslam-TR Üyesi
Selam aleykum kardesler. Bilindigi gibi Bilim ve Teknik meselelerde Ümmet olarak cok gerilerdeyiz. Bu konuda ilerlemeyi ümmet olarak nasil basarabilirz? Muasir Alimler bu konulara pek tesvik etmiyor. Bu konulara bakisimiz nasil olmali?
 
Pangea Çevrimdışı

Pangea

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Aleykumselam ve rahmetullah ve berekatuhu kardesim benim bu konuda bakis acim söyle; müslüman önce dininden sorumludur. Misal kadinlarin gerekmedikce calismamasi gerektigi evden gerekmedikce cikmamasi konusunda inancim tam. Dünya ne yaparsk yapalim dönmeye devam ediyor birileri bir seyler gelistiriyor ve bunlarin artisi eksisi zamanla ortaya cikiyor. Faydali gelismelerin kullanilmasi beni hic rahatsiz etmiyor cünkü bunlar Allahin izniyle ortaya cikiyor sonucta. Onlar üretti diye dine zarar vermeyen bir bulusu kullanmamak bence dogru degil. Erkekler islami calismalarini gölgede birakmayacak sekilde bu girisimlere katilabilir sonuc faydaliysa ecir kapisidir. Ama atomu parcaladim fakat namaz kilmiyorum tarzi bir tutum bence kabul edilemez. Agzinla kus tutsan da önce dininden sorulacaksin ahirette.
 
Komutan Talut Çevrimdışı

Komutan Talut

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Selam aleykum kardesler. Bilindigi gibi Bilim ve Teknik meselelerde Ümmet olarak cok gerilerdeyiz. Bu konuda ilerlemeyi ümmet olarak nasil basarabilirz? Muasir Alimler bu konulara pek tesvik etmiyor. Bu konulara bakisimiz nasil olmali?
Aleyküm Selâm yanlış hatırlamıyorsam matematik biyoloji fizik gibi bilim dallarında eğitim almış müslüman bireylerin olması lazımdır. Farzı kifayedir belli sayıda bu konularda ehil kişilerin olması gerekir şayet varsa diyer müslümanların üzerinden bu yük kalkar. Müslümanların bilim ve teknolojiye ayak uydurması gerekir. Kuran'da kafirlere karşı tetikte olmamız emrediliyor bunun için teknoloji ve bilimde onlardan geride kalmamalıyız. Yanlışım varsa düzeltin İnşallah
 
A Çevrimdışı

AcizMahluk

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Selam aleykum kardesler. Bilindigi gibi Bilim ve Teknik meselelerde Ümmet olarak cok gerilerdeyiz. Bu konuda ilerlemeyi ümmet olarak nasil basarabilirz? Muasir Alimler bu konulara pek tesvik etmiyor. Bu konulara bakisimiz nasil olmali?
"Oku yaratan rabbin adıyla" Alak 1

Ne okursan oku ama Allah'ın adıyla oku ki batılın içinde bile hakka dair ayrıntıya odaklanabilesin ve şeytan ya da nefsin seni heva ve heveslerine uymaya ikna edemesin.

Çünkü;

"Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır." Bakara 164

Bilim dünyayı ve çevremizi tanımak için gereklidir. Dünyayı ve çevremizi tanıdıkça, inceledikçe ayetleri(kanıtlar) görüp Allah'ın varlığından daha fazla emin olacaksak, bilim ile uğraşmak neden sıkıntılı olsun. Tabi ki Rabbin kurallarını gözeterek uğraşmak elzemdir. Selam ile
 
Muhammed087 Çevrimdışı

Muhammed087

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İslam aleminin başındaki en büyük bela teknolojide geri kalmış olmamız son 200 yıldır kafirler bu yolla İslam ülkelerini işgal ediyorlar
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullahi we berakatuh ;
Sorunun konu başlığını okuyunca otomatikmen Seyyid Kutub'un Şehid olmasına vesile olan"Yoldaki İşaretler" eseri aklıma geldi.



İSLAM DÜŞÜNCESİ VE KÜLTÜR

Şeriki olmayan Ulu Allah'a kayıtsız şartsız kul olma ilkesi, İslam'ın ana temelinin ilk yarısıdır. «La ilâhe illAllah» şahadet cumlesine uygun düşen anlam budur. Allah'a kul olma ilkesinin nasıl uygulanacağını Peygamber'imizin (s.a.v.) öğrettiklerine dayandırmak da, bu ana temelin ikinci yarısıdır. «Muhammedun Rasulullah» şahadet cümlesine uyan mana da budur.
Tek Allah'a kul olma ilkesi, inanç, ibadet ve şeriat açısından şeriki olmayan Allah'ı ilah edinmede belirir. Buna göre, Müslüman, «Uluhiyetin, yüceliğin» Allah'dan başkasında olacağına inanmaz, «İbadetinin Ondan başkasına mesela yaratılmışlardan herhangi birine sunulabileceğine inanmaz. Egemenliğin O'nun dışında, herhangi bir kula ait olacağına inanmaz.
Allah'a kul olma ilkesinin, inancın, ibadet kasdı taşıyan hareketlerin ve egemenliğin manasını daha önce açıklamıştık. Bu bölümde «egemenliğin», «kültür» ile olan ilişkisini açıklayacağız :
İslam düşüncesinde «egemenlik» hukuk sistemini yalnızca Allah'a dayandırmakla, sırf bu sistemin yürürlüğünü benimsemekle, başka bir yasayı değil de bu ilahi sistemi hakim kılmakla sınırlı değildir. İslam'a göre «Şeriat» sadece hukuki sistemden, rejimin ilkelerinden, bu rejime
dayalı sosyal düzenle sosyal kurumlardan ibaret değildir. Böylesine dar bir anlayış, «şeriat»ın manasını ve İsl!lm düşüncesini ifade etmez.
«Allah'ın Şeriatı» demek, insan hayatını düzenlemek üzere Allah'ın koyduğu ilkelerin tümü demektir. Bu terim, inanç ilkelerini, rejim ve yönetim sistemi ilkelerini, ahlak ilkelerini, davranış ilkelerini, eğitim ve bilim ilkelerini, tümü ile, ifade eder.
Bu terim, inanç ve düşünce alanında, uluhiyetin künhünü, görünür ve görünmez kesimleri ile kainat realitesini, görünür ve görünmez dilimleri ile hayat realitesini, insan realitesini , bu realiteler arasındaki bağları ve bunların tümü ile insan arasındaki karşılıklı ilişkiyi ifade eder.
Bu terim ayrıca, bütün ilkeleri ile birlikte siyasi, sosyal ve ekonomik sistemin yalnızca Allah'a kul olma temeli ile bağdaşacak örneğini ifade eder.
Bunlarla birlikte bu terim, sosyal kurumları düzenleyen hukuk sistemini de ifade eder. Bu kesim, çoğu kere İslam düşüncesine göre gerçeği tam ifade etmeyen dar bir anlamda «Şeriat» teriminin karşılığı olarak kabul edilir.
Bu terim, aynı zamanda toplumda geçerli olan, sosyal hayat içinde insanların, eşyanın ve olayların yerlerini belirten ahlak ilkelerini, davranış ilkelerini, değer ölçülerini ve kriterleri de ifade eder.
Nihayet bu terim, bütün cephesi ile «eğitim ve kültür» kesimi ile tüm olarak düşünce ve sanat hayatının ilkelerini de içerir.
Bu kesimlerin tümünde yaygın dar anlamı ile şeriat adını tek başına taşıyan hukuk sisteminde olduğu gibi, tıpkısı tıpkısına, Allah'ın mesajına uymak gerekir.
«Egemenlik ve hukuk sistemi» şeklindeki özel anlamı ile, «hakimiyet» kavramı, bu konuda giriştiğimiz açıklamalardan anlaşılmış olmalıdır.
Toplumda geçerli olan ahlak ve davranış ilkeleri ile değer ölçüleri konusu da bir dereceye kadar anlaşılmış olmalıdır. Çünkü herhangi bir toplumda geçerli olan değer ölçüleri ile ahlak ve davranış prensipleri, doğrudan doğruya o toplumda benimsenen inanç sistemine dayanır; düşünce tarzını biçimlendiren inanç prensipleri ile saydığımız değerler aynı kaynaktan beslenir.
Fakat, bu çeşit İslami araştırmaların gözünde bile garip karşılanabilecek olan husus, fikir ve sanat hayatı hakkında İslam düşüncesi· ne ve ilahi kaynağa dayanmaktır.
Sanat hayatı hakkında, bu problemi inceleyen ve sanat kesimini insanoğlunun düşüncesini, duygularını, tepkilerini, insan psikolojisi gözü ile varlık ve hayat problemlerini inceleyen bir alan olarak kabul eden başlı başına bir kitab yayınlanmıştır. Müslümanın vicdanında bütün bu noktalara varlığın, vicdanın ve hayatın her cebhesini kapsamına alarak, kainatın, vicdanın ve hayatın Rabb'i ile olan ilişkileri içinde, insan realitesi ile ilgili, insanın kainat merkezi oluşu varlığının amacı, fonksiyonu ve hayatına anlam veren değerler ile ilgili özel görüşü ile İslam düşüncesi hükmeder. Bunların tümü, sırf bir kavramlar sistemi olmayıp aynı zamanda diri, diriltici, etkileyici, sürükleyici, yön verici insan varlığı içindeki her türlü oluşuma egemen olan bir inanç kavramı olan İslam düşüncesinin kapsamına dahildir. (İslam Sanatının Metodu - Muhammed Kutub)
Düşünce hayatına gelince, bu kesimi İslam görüşüne ve ilahi kaynağına dayandırmak, yalnızca Allah'a kul olma ilkesini gerçekleştirebilmek için, kaçınılmazdır. İşte bu meseleyi iyice açıklamamız gerekir.
Çünkü bu gerçek, günümüzün okuyucularına, hatta egemenlik ve yasa koyuculuğunu Allah'a havale etmeye kesinlikle inanan bazı müslümanlara bile gârib veya alışılmamış gelebiliyor.
* * *

Müslumanın, inanç gerçekleri ile ilgili konularda, kainatla ilgili genel düşüncede, ibadetle, ahlakla, davranış tarzı ile, değer ölçüleri ne, siyasi, ekonomik ve sosyal ilkelerde, insani gelişmelerinin faktörleri veya insanın tarih içindeki misyonu ile ilgili meselelerde sadece ilahi kaynaklara dayanması gerekir. Müslüman bu konularda ancak pratik hayatı içinde dinine, takvasına ve inanç sağlamlığına güvendiği kimselerden bilgi alabilir.
Buna karşılık müslüman kimya gibi, fizik gibi, biyoloji gibi, astronomi ve tıp gibi, sanayi ve tarım gibi, yönetim usulleri gibi, sanatla ilgili çalışma usulleri gibi, savaş ve vuruşma usulleri gibi ve bunlara benzer olanlarda hem Müslümandan ve hem de Müslüman olmayanlardan bilgi alabilir.
Her ne kadar Müslüman toplum ortaya çıkar çıkmaz bu alanların tümünde mutahassıs elemanlar yetiştirmenin farz-ı kifaye olduğu, hiç kimse bu alanlarda yetiştirilmez veya elemanı yetişecek ortam hazırlanmazsa toplumda herkesin sorumlu olacağı şuuru içinde olarak bu branşlarda yetişkin elemanlara kavuşmaya çalışmalı ise de bu amaca varana kadar Müslüman, bu branşların gerek teorisinde ve gerekse uygulama tarzlarında hem Müslümandan ve hem de Müslüman olmayandan yararlanabilir; bu alanlarda hem Müslümanların ve hem de Müslüman olmayanların emek ve tecrübesinden faydalanılabilir. Çünkü bu konular, Peygamber'imizin (s.a.v.) «Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz» hadisi ile işaret ettiği ·alanların kapsamına girer. Bu konular Müslümanın hayat, kainat, insan, insanın amacı, fonksiyonu, gerek çevresini kuşatan varlıklarla ve gerekse tüm varlıkların yaratıcısı ile olan ilişkisi gibi ana meselelerde müslümanın düşüncesini oluşturma zarureti ile ilgili değildir. Bu konular, Müslümanların hayatını, gerek fert olarak ve gerekse cemiyet olarak düzenleyen şeriat ilkeleri, rejim temelleri ve ana sosyal kurumlarla da doğrudan doğruya ilgili değildirler. Hatta bu konular ahlak, edeb, gelenek, ve değer ölçüleri gibi Müslüman toplumda geçerli olan ve bu toplumun ana hatlarını teşkil eden meselelerden de değildir. Buna göre, bu konularda müslüman olmayanlardan yararlanmak, müslümanın inancını sarsmak veya onun yeniden cahiliyeye dönmesine yol açmak gibi bir tehlikesi yoktur.
Fert ve toplum olarak tümüyle insani gelişmeleri yorumlamaya gelince bu, insan psikolojisi ile tarih içindeki hareketlerine hangi açıdan bakıldığına dayanır. Kainatın oluşumu, hayatın başlangıcı ve tecrübi ilimlerin sınırlarını aşan kesimi ile insanın kaynağı gibi kimya, fizik, astronomi ve tıp branşları ile açıklanamayan konuların bilgisinde durum, şer'i hukuk sistemi ile hayat tarzını düzenleyen ilke ve metodlarda olduğu gibidir, yani bu konular hakkında bilgiler, doğrudan doğruya inanç sistemine bağlıdır. Öyle olunca bu konularda Müslüman, ancak dinine takvasına ve bildiklerini ilahi kaynağa dayandırdığına kesinlikle güvendiği Müslümanlardan bilgi alabilir. önemli olan nokta, Müslümanın görüşünde bu konuların inanç sistemine bağlı bilinmesidir, bu tutumun yalnızca Allah'a kul olma İlkesinin ve «la ilâhe İllAllah, Muhammedun Rasulullah» şahadet cümlelerinin gereği olarak kabul edilmesidir.
Müslüman her türlü cahiliye gelişmesinin eserlerini okuyabilir. Fakat bütün bu alanlardaki bilgi ve düşüncesini o eserlerden edinmek için değil. Bu incelemenin asıl amacı, cahiliyenin nasıl haktan saptığını, bu beşeri sapıklıkları, İslam inanç ve düşüncesindeki sağlıklı temellerine oturtup düzeltmenin, doğrultmanın nasıl mümkün olacağını tesbittir.
Tümü ile «felsefe çalışmaları , tümü ile tarih yorumlama çalışmaları, genel yorum karakteri taşımayan bazı gözlem ve görüşler dışında kalan bütün «Psikoloji Bilgisi», bütün «ahlak» konulan, tüm olarak: dinler hakkındaki karşılaştırma çalışmaları, bazı gözlemler ve statistik veriler dışında tümü ile «sosyal doktrinler» ve bunlarla ilgili yorumlar, bütün bu branşlar, İslam dışı cahiliye düşüncesi içinde, eskisi ve yenisi ile, cahiliyenin inanç ve dünya görüşünün doğrudan doğruya etkisi altındadırlar, cahiliye kaynaklı kavramlara dayanırlar. Bu branşların tümü değilse bile büyük bir çoğunluğu özleri itibarı ile açık veya kapalı şekilde genel olarak din kavramına ve özel olarak İslam düşüncesine karşı düşmanlık esasına dayanırlar.

Belirttiğimiz düşünce branşlarındaki durum, kimya, fizik, biyoloji, astronomi, tıp ve benzeri ilimlerdeki durum gibi değildir. Tabii ki, adını saydığımız pozitif bilimler objektif tecrübe sınırları içinde kalıp vardıkları sonuçları değiştirmeden açıkladıkları ve ne yolda olursa olsun, felsefi yorumlara dalmamaları şartı ile bu sözümüz geçerlidir.
Bu noktayı bir misal ile açıklığa kavuşturalım. Bilindiği gibi Charles Darwin, biyoloji ile gözlemleri tesbit edip düzene koyma sınırını, -hiç bir delile ve şahsi arzusu dışında hiç bir gerekliliğe dayanmaksızın,- aşarak hayatın kaynağı problemini yorumlamak için tabiat dışı bir kuvvet farzetmenin yersiz olduğunu ileri sürmüştür.
Bu konularla ilgili olarak Müslüman, Rabb'inin doğru beyanına dayalı olan yeterli bilgiye sahibdir. Ayrıca bu alanlarda, beşer girişimlerinin içinde bulunduğu bilgi seviyesi gülünç bir maskaralıktır. Bu gerçekler bir yana, zaten bu konulardaki düşünceler doğrudan doğruya inançla ve şeriki olmayan Allah'a kul olma ilkesi ile ilgilidir.
*
«Kültür, bir insanlık mirasıdır», onun vatanı, milliyet ve dini yoktur, masalı pozitif ilimler ile bu ilimlerin uygulanışını gösteren teknoloji ile ilgili olduğu takdirde doğrudur. Bu alanı aşıp ilimlerin sonuçlan ile ilgili fizik-ötesi felsefi yorumlara dalmaması şartı ile İnsan psikolojisi ile ilgili, insani gelişmeler ile ilgili ve tarih ile ilgili felsefi yorumlara kalkışmaması şartı ile. San'at, edebiyat ve diğer tüm hissi ifade alanlarına girmemesi şartıyla. Böyle olmayınca bu basma kalıp söz, bütün insanlığın vücuduna sızabilmek için, başta inanç ve düşünce ile ilgili olmak üzere önündeki her türlü engeli eritmek isteyen dünya yahudiliğinin (siyonizmin) bir tuzağıdır. Bu söz yahudinin şeytani amaçlarına ulaşmak için kullandığı zehirleyici ve zihinleri bulandırıcı bir sözdür. Yahudinin ulaşmak istediği başlıca amaç, insanlık emeğinin tüm kazancını faizci yahudilerin mali kurumlarına akıtan faiz sistemini devam ettirmektir.
Fakat İslama göre, pozitif ilimler ile teknoloji dışında, iki çeşit kültür vardır. Biri İslam düşüncesi temeline dayanan İslam kültürü, diğeri ise çeşitli metodlara dayanmakla birlikte tek bir temele, değer ölçülerinde Allah'a baş vurmayan insan düşüncesini ilke edinmeye indirgenmesi mümkün olan cahiliye kültürü.
İslam kültürü gerek fikri ve gerek insan pratiği ile ilgili tüm düşünce ve araştırma alanlarını kapsamına alır. Bu kesimlerin tümünde kesintisiz canlılığı ve gelişmeyi sağlayan ilkelere, metodlara ve özelliklere sahibdir.
Bu nokta ile ilgili olarak şunu bilmek yeterlidir ki, günümüzün sanayileşmiş Batı kültürünün temel taşı olan tecrübi metod, Avrupada değil. Endülüs'ün Doğu İslam aleminin üniversitelerinde geliştirilmiştir.
Bu metod, ortaya çıkarken kainata, onun objektif özelliklerine, saklı imkanları ile güç kaynaklarına ilişkin İslam düşüncesine ve bu düşüncenin yön verici etkisine dayanarak ilkelerini kuruyordu. Sonraları kimi toplum yapısından gelen ve kimi de Hristiyan ve siyonist dünyanın saldırılarından kaynaklanmış olan bir takım faktörlerin etkisi altında İslam aleminin giderek İslamdan uzaklaşması sebebi ile tecrübe metodu İslam dünyasında önceleri ihmale uğrayıp sonraları tamamen terk edilirken Avrupa'da doğan ilmi Rönesans hareketi, bu metodu Batıya aktarıp orada gelişip yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bir süre sonra Batı dünyası, Allah adına insanlara zulüm ve kötülük işlemekte hayli ileri gitmiş olan Hristiyan Kilisesi ile aralarındaki ilişkileri keserken, tecrübe metodu ile ihtihas edildiği kaynak olan İslam
inancının ilkeleri arasındaki bağı da keserek onu tamamen Allah'dan uzak bir niteliğe büründürmüştür. (1)
(1) Bunun mümkün olduğunu sanmıyorum. Deney metodu naml Allah'tan uzak bir nitelik alabilir. Burada S. Kutub, Pozitivist tavrı kastediyor olmalı ki -bugün batı, pozitivizmi tümüyle terk etmiş durumda.
Problemi doğru vazetmek için batıyı iyi tanımak gerek. Batıdaki peşin İslam düşmanlığı kilisenin eseridir. Yoksa kiliseyle ilişkisini kesen batının değil. Artık doğu- batı düalizmini terk edip İslam - küfür ayrımını benimsesek daha gerçekçi ve doğru olacaktır. Batıyı tüm alanlarıyla küfre mal etmenin bir yararı olmadığı gibi yanlış da.
(Hicret Yayınları)

Böyle olunca Batının tüm düşünce ürünleri, her zaman ve her yerde görülen diğer cahiliye düşüncesi verilerinde olduğu gibi dayandığı İslam düşüncesinden apayrı özelliği olan, aym zamanda İslam düşüncesine kökten düşman olan bambaşka bir şey olup çıktı. Bu yüzden tek başına düşünce sisteminin dayanaklarına dönmek eğer yetkili ise kendi eli ile asıl kaynaklardan aldığı bilgiler ile yetinmek, buna gücü yetmediği takdirde de sadece dinine ve takvasına güvenilir, bilgi vermekte yetkili olan kimselerden bilgi edinmek Müslümanlar için kaçınılmaz bir görev olmuştur.
İnsanın kainata, hayata, insani gelişmelere, değer ölçülerine, ahlaka, geleneklere ve bunlar gibi insan psikolojisi ile ondaki gelişmelere bakış tarzını etkileyen inanç kavramlarına ilişkin ilimlerin tümünde İslamiyet, «ilim başka, alim başka» şeklindeki basma kalıp görüşü tanımaz.
İslamiyet, kimya gibi, fizik gibi, astronomi gibi, tıp gibi katıksız pozitif ilimler ile sanayi, tarım, idari ve bürokratik işler ve benzerleri gibi pozitif ilimlerin uygulama alanlan olan konularda gerek Müslüman olmayanlardan ve gerekse takvası ile güvenilir almayan Müslümanlardan bilgi almayı hoş görü ile karşılar. Bu da tıpkı günümüzde olduğu gibi, kendilerine Müslüman diyenlerin dinlerinden, hayat tarzIarından ve yeryüzü halifeliğine cevab verecek yeterlikte İslam düşüncesinden uzaklaşmalarından dolayı bu alanlarda bilgi verecek yeterlikte takva sahibi Müslümanların bulunmadığı durumlar için geçerlidir.
Buna karşılık İsliim inanç ilkelerinde, düşünce dayanaklarında, Kur'an tefsirinde, hadis yorumunda, · Peygamber'imizin (s.a.v.) misyonunu yorumlamada, tarih ve· insan yorumunda, sosyal doktrinde, rejimde, siyaset usulünde, sanat ve edebiyatın ilham kaynaklan ile uslublarında İslam dışı kaynaklardan veya dine bağlılığı ve takvası güven vermeyen Müslümanlardan yararlanmayı hoş görmez.
Bu satırların yazarı ömrünün kırk yılım okuyarak geçirmiş bir insandır. Kırk yıl boyunca gerek branşı ile ilgili olduğu için ve gerekse ilgisini çektiği için, beşer kültürünün başlıca alanları ile ilgili eserler üzerinde , araştırma yapmak ve okumak birinci derecede gelen işi olmuştur.
Sonra inancının ve düşüncesinin kaynaklarına döndüğü zaman bütün okumuş olduğu eserleri, o büyük hazine karşısında gayet sönük ve değersiz bulmuştur. Hoş, başka türlü de olamazdı ya! Fakat ömrünün harcanmış kırk yılından dolayı pişman değildir. Çünkü bu uzun yıllar boyunca sapıklığı ile, bayağılığı ile, iğrençliği ile, yavanlığı ile, bunalım ile, bunlara karşılık gururu ile, iddiası ile, sözün kısası bütün iç yüzü ile Cahiliye'yi tanımıştır. Bu tecrübeler sayesinde kesinlikle anlamıştır ki, Müslüman bu iki çeşit kaynağı bir gibi kabul edip her ikisinden de bilgi alamaz.
Bununla birlikte, bu sözlerim, şahsi kanaatımı yansıtan özel görüşüm değildir. Çünkü mesele, şahsi kanaatlere dayanarak fetva verilemeyecek kadar önemlidir. Mesele Müslümanın kendi görüşüne değil de ancak Allah'ın ve O'nun Rasulunun buyruklarına bağlı kalacağı derecede ilahi terazide ağırlık taşıyan bir meseledir. Buna göre bu konuda Allah'ın ve O'nun Rasulunün buyruklarını hakem tutuyor ve onlara başvuruyoruz. Allah'a ve Onun Rasulune inananların her anlaşmazlık konusunda yaptıkları gibi Ulu Allah (c.c.) yahudilerin ve hristiyanların Müslümanlara ilişkin nihai hedefleri hakkında şöyle buyuruyor:
- «Ehl-i kitabın çoğu, hakkı açıkça gördükten sonra, içlerindeki kıskançlıktan dolayı sizi iman etmişken tekrar kafir yapabilseler diye isterler. Allah'ın onlar hakkındaki emri (savaş ve cizye) gelinceye kadar onlara göz yumun, kendilerine karşı musamaha ile davranın. Hiç şubhesiz. Allah her şeye kadirdir.» (Bakara süresi, 109)

Yine Ulu Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
- «Yahudi ve hristiyanlar, dinlerine girmedikçe, asla senden hoşlanmazlar. De ki, «yol, ancak Allah'ın gösterdiği yoldur» sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, senin ne koruyucun ve ne de dostum vardır.» (Bakara süresi, 120)

Yine Ulu Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
- «Ey mûminler, eğer herhangi bir ehli kitab fırkasına uyarsanız iman etmişken sizi yeniden kafir yaparlar.» (Al-i İmran süresi, 100)

Hafız Ebu Yâla'nın Hammad'dan, onun Şâbi'den, onun da Cabir'den -hepsinden Allah radı olsun- rivayet ettiğine göre Peygamber'imiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
- «Ehli kitabdan hiç bir şey sormayın. Çünkü kendileri sapıklık içinde oldukları için size doğru yolu gösteremezler. Böyle oluncaya bir batılı tasdik edecek veya bir hakkı yalan sayacaksınız. Allah'a yemin ederim ki, eğer' Musa sağ olarak aranızda olsaydı, kendisine bana uymaktan başka hiç bir davranış helal olmazdı

Ulu Allah'ın (c.c.) açıklaması ile yahudi ve hristiyanların, müslümanlar hakkındaki nihai amacı böylesine kesinlik kazandıktan sonra onların İslam inancı ile, İslam tarihi ile ilgili herhangi bir araştırmada yahud İslam toplumuna, ekonomisine ve politikasına yön vermeye kalkışınca iyi niyet göstereceklerini, maksatlarının hayra, bidayete ve nura ulaşmak olacağını bir an bile düşünmek ahmaklıktır. Allah'ın kesin buyruğuna rağmen bu kimseler hakkında öyle sananlar, ancak gafiller olabilir!
Ayrıca ulu Allah'ın «de ki, hidayet, ancak Allah'ın hidayetidir, yol sadece O'nun gösterdiği yoldur» şeklindeki buyruğu, bu alanlarda Müslümanın başvuracağı "biricik kaynağın ne olduğunu kesinlikle belirtmektedir.
Allah'ın hidayeti dışında sadece sapıklık vardır, O'nun dışında bir başka hidayet yoktur. Bu gerçek «de ki, hidayet, yalnız Allah'ın hidayetidir, yol sadece O'nun gösterdiği yoldur» buyruğundaki kesinlikten anlaşılmaktadır. Buna göre ne delinin manasından şubhe edilebilir ve ne de onu tevil etmeye imkan vardır.

Aynı şekilde Allah'ı zikretmekten yüz çevirerek sadece dünya işine kendisini veren kimselere itibar edilmemesi hakkında da kesin emir vardır. Allah'ın buyruğu, böylelerinin sadece şubheli bilgilere, zanlara sahib olduklarını bildirmektedir. Oysa ki, Müslümanın zanlara (kesinleşmemiş kanaatlere) uyması yasaklanmıştır. Ayrıca böyle kimselerin kesin bilgiye sahib olmayacağı, sadece dünya hayatının görünüşüne ilişkin bazı bilgiler taşıyabilecekleri açıklanmaktadır. Ulu Allah (c.c.) şöyle buyurur :
- «Bizim rızkımızdan yüz çevirerek yalnız dünya bayatı peşinden koşanlardan yüz çevir. Onların eriştikleri ilim derecesi sadece budur. Hiç şubhesiz, kimin ondan saptığını ve kimin doğru yolda olduğunu Rabb'in herkesten iyi bilir.» (Necm suresi, 29- 30)

Yine Ulu Allah (c.c.) buyuruyor:
- «Onlar dünya hayatının görünüşünü bilirler. Onlar Ahiretten tüm olarak habersizdirler.» (Rum süresi, 7)

Allah'ın zikrinden gafil olup sırf dünya hayatı peşinden koşanlar -ki günümüzün tüm «bilgin»lerinin durumu budur- sadece görünüşü (zahiri) bilebilirler. Müslümanın sahibine güven duyarak her konuda benimseyebileceği ilim, bu değildir. Müslüman böyle bir kimseden hayatın, insan psikolojisinin ve bunlara bağlı düşüncelerin dışında kalan sırf madde ilimleri alanında ve bunlarla sınırlı olarak yararlanabilir.
Ayrıca böylelerinin bilgisi, Kur'an ayetlerini bulundukları yerden çekip çıkararak maksadlarına aykırı şekilde delil gösterenlerin sandığı gibi «hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?» ayetinde işaret edilip övülen bilgi de değildir. Bu açıklayıcı soru tam şu ayetin içinde sorulmaktadır. Ulu Allah (cc.) şöyle buyuruyor:
- «Bunlar mı, yoksa Ahiretten korkarak ve Rabb'inin rahmetini umarak gece saatlerinde secde edip kıyam durarak ahiretten korkan ve Rabb'inin rahmetini ümit edenler mi daha hayırlıdır. De ki, bilenler ile bilmeyenler bir olur mu? Bunlardan ancak kamil akıl sahibleri ders alabilir.» (Zumer suresi, 9)

Görüldüğü gibi, «secde ederek 've kıyam durarak» ayın zamanda «Allah'a dayanıp O'nun Rahmetini umanlardır «bilenler.» İşte ayetin işaret ettiği ilim budur. Yani fıtratı bozup Allah'ı inkar etmeye götüren değil, Allah'a ve O'ndan korkmaya doğru kılavuz olan ilim!
İlim, yalnız inançla, dini farzlarla ve şeriatıa ilgili olan bilgilerden ibaret değildir. İlim, her şeyi kapsamına alır. Bu terim, inancı, farzları ve şeriatı bilmeyi içine aldığı gibi yeryüzü halifeliğini yürütmek üzere tabii kanunları ve onları kontrol altına almayı bilmeyi de kapsar. Fakat inanç temelinden ayrılmış olan ilim, Kur'anın kasdettiği ve sahiblerini övdüğü ilim değildir.

Fizik, kimya, astronomi, biyoloji, jeoloji ve benzeri gibi kainat sisteminin kanunlarını ve hayatın ilkelerini araştıran ilimler ile inanç tabanı arasında ilişki vardır. Bu ilimler, sapık arzular tarafından Allah'dan uzaklaştırmak amacı ile kullanılmadıkça insanı Allah'a götürür.
Fakat özellikle Avrupa tarihinde ilimle uğraşanlarda zorba kilise arasında meydana gelen yersiz çatışmalar yüzünden, maalesef, Batı ilminin metodu Rönesans hareketi ile böylesine yanlış bir doğrultuya sapmıştır.
Bu çatışma, Batı düşüncesinin bütün metodları ile bütün düşünce tarzları üzerinde derin izler bırakmıştır .Bu çatışmanın düşmanca ve zehirli kalıntıları sadece kilise ve kilise düşüncesinin dayandığı kaynaklarla ilgili olmakla kalmamış tüm olarak din düşüncesine yönelip Avrupa düşüncesinin her ilim alanında geliştirdiği· eserlere sinmiştir. Bu eserler ister metafizik felsefe ile ilgili olsun, isterse görünüşte din konusu ile ilgisiz görünen pozitif ilmi araştırmalar alanında meydana getirilmiş olsun, hiç biri kendisini bu tutumdan kurtaramamıştır.
Gerek metod ve gerekse veriler açısından Batı düşüncesinin öncelikle, belirttiğimiz genel düşünce ilkesinin düşmanlıkla zehirlenmiş bir tortu üzerine oturduğu anlaşılınca bilmeliyiz ki, bu metod ve veriler İslam düşüncesine karşı daha şiddetli bir düşmanlık beslemektedir.
Çünkü bu metod ve veriler İslam düşmanlığını özel bir amaç olarak benimsemiştir. Buna bağlı olarak Batı düşüncesi, kasıtlı planlar uyarınca İslam inancını, İslam düşüncesini, İslam kavramlarını çeşitli vesileler ile bulandırmanın ve sonra da İslam toplumunun özelliğini sağlayan ilkeleri yıkmanın çarelerini araştırır.
Bu yüzden İslamiyetle ilgili araştırmalarda Batının bakış açısına ve araştırma verilerine güvenmek, teslimiyetçi bir gaflet olur. Bu yüzden, günümüzde içinde bulunduğumuz şartlar karşısında Batıdan almak zorunda olduğumuz pozitif bilimlerde bile aralarına felsefi bir yorum katılmış olabileceğini düşünerek ihtiyatlı olmamız gerekir. Çünkü araya karıştırılan bu zararlı unsurlar genel olarak din düşüncesine ve özellikle İslam düşüncesine kökten düşmandırlar. Ne kadar az olursa olsun, bu unsurlar saf İslam pınarını zehirlemeye yeterlidir.


 
Üst Ana Sayfa Alt