KÂFİRE KÂFİR DEMEYEN KÂFİRDİR KAİDESİ VE
UYGULANIŞI
Müminlerin emiri Sufyan ibn Uyeyne dedi ki; “Kur’an,
Allahu Teâlâ’nın kelamıdır. Onun mahlûk olduğunu söyleyen
kişi kâfir olur. Bu kişinin küfründe şüphe eden de kâfir
olur.”279
İbn-i Hacer rahimehullah “et-Tehzib” isimli eserinde, Mekke’nin
muhaddislerinden Seleme bin Şebib en-Neysaburi
(Ölüm: 247 hicri) hakkında şunu aktarır: “Beyhaki şöyle der:
el-Halvani, Kur’an’ın mahlûk olduğu meselesinde duraksayan
kişiyi tekfir etmediğini söyledi. Beyhaki der ki: “Seleme bin
Şebib’ten, el-Halvani’nin bu görüşü hakkında sordum. Bana
şu cevabı verdi: Bu söz avluya atılır. Kâfirin kâfir olduğunu
söylemeyen, kâfir olur.”280 Aynı zamanda bunu Hatib el-
Bağdadi, “Tarihu’l-Bağdad” isimli eserinde de aktarmaktadır.
281
Ebu Zur’a Ubeydullah bin Abdulkerim er-Razi (Ölüm: 264
hicri) şöyle der: “Kur’an’ın mahlûk olduğunu iddia eden, İslam’dan
çıkaran küfür ile kâfir olur. Anlayabildiği halde böylelerinin
küfründen şüphe eden de kâfir olur.” Ebu Hatim
Muhammed bin İdris er-Razi’den de (Ölüm: 277 hicri) bu görüşün
aynısı aktarılmıştır.282
279 Usuli İtikadu Ehli Sünne Vel Cemaa li Lalekai (2/256)
280 Tehzib (2/303)
281 Hatib el Bagdadi Tarih (7/365)
282 Usuli İtikadu Ehli Sünne Vel Cemaa li Lalekai (2/176)
Kadı İyad el-Maliki der ki; “Gazali’de ‘et-Tefrika’ isimli kitabında
buna yakın bir yol izlemiştir. Hristiyanları, Yahudileri,
Müslümanların dininden olmayan herkesi tekfir etmeyen veya
tekfir etmede duraksayan ve şüphe eden kişileri tekfir
etmeyenlerin kâfir olduğu icma ile sabit olup, bu sözleri söyleyenler
de kâfirdirler. Kadı Ebu Bekir şöyle der: Çünkü naslar
ve icma bunların kâfir olduğunu bildirmektedir. Bu konuda
kim duraksarsa, nassı ve teklifi yalanlamış veya ondan şüphelenmiş
olur. Onları yalanlamak ve onlardan şüphe etmek ise
ancak kâfirin yapacağı bir iştir.”283
“İslam’dan başka bir dine mensup olanları tekfir etmeyenleri,
onların tekfiri hakkında duraksayanları, bundan şüphe
duyanları veya onların yollarının doğru olduğunu söyleyenleri
tekfir ederiz.”284
İmam Buhari rahimehullah şöyle der: “Yahudilerin,
Hristiyanların ve Mecusilerin söylediklerine baktım,
Cehmiyye’den daha kâfir olan görmedim. Onların küfürlerini
bilmeyenler dışında, onları kâfir saymayanları cehaletleri sebebi
ile mazur olanlardan saymam.”285
Nakiller çok ama çok daha arttırılabilir. Ama bu kadarının
yeterli olduğuna inanıyoruz. Zaten az buçuk ilimden nasibi
olanlar bu kaidenin kullanımını ve varlığını inkâr etmezler.
Asıl sorun bu kaideyi âlimlerin nasıl ve nerede kullandığını
283 Şifa (2/280-281)
284 Şifa (2/286)
285 Halku Efalil İbad (19)
anlamaktadır. Eğer kullanımı anlaşılmaz ise zincir tekfir ile insanı
korkunç sonuçlara ulaştırabilir. O yüzden âlimlerin sözlerinin
iyi tahkik edilmesi gerekmektedir.
Kitabın önceki bölümlerinde de geçtiği gibi Kur’an’ın
mahlûk olması gibi delili gizli kalmış bazı isim sıfat meseleleri
hafi meselelerden sayılmıştı. Böyle olmasına rağmen Sufyan
ibn Uyeyne gibi büyük âlimler bu kaideyi Kur’an mahlûk mudur
meselesinde gündeme getirmişlerdir. Kur’an mahlûktur
diyeni tekfir etmedi diye birini tekfir etmeyi bir kenara bırakın,
Kur’an mahlûktur diyen bir kimse eğer mukallit ise bu
hafi mesele de kendisine hüccet ikamesi yapılmadan tekfir
edilmez. Onu tekfir etmeyeni tekfir etmek ise çok daha başka
bir konudur. Çünkü alimler bu konuyu hafi meselelerden
saymışlardır. Dolayısı ile müctehidi tekfir ederken, bu mesele
de mukallit olan cahili kendisine beyan etmeden önce fasık
olarak ilan etmek ile beraber, beyandan sonra bu hafi küfürde
ısrar eder ise kâfir olarak isimlendirmişlerdir.
Sonuç olarak anlaşılan şudur; âlimler bu kaideyi sakındırmak
ve korkutmak için kullanmışlardır. Şüphelerin yayıldığı
dönemlerde ortadaki şüpheleri kaldırmak ve insanların bu
mesele de yakinen iman etmelerine sebep olmak için bu kaideyi
kullanmışlardır.
Ancak Kadı İyad’ın geçen sözünde bahsedildiği gibi Yahudi
ve Hristyanlar gibi Kur’an’ın açık nassı ile küfürleri apaçık
sabit olan küfür taifelerini tekfir etmeyen kişiler ise, nassı
yalanlamalarından dolayı kâfir olmuşlardır. Yoksa mücerret
olarak bir kâfire kâfir demediklerinden dolayı değildir. Bu kaideyi
en çok kullanan ve nakleden necid âlimlerinin fetvalarının
toparlandığı ‘Fetava Eimmetin Necdiyye’ gibi Şeyh’in torunlarının
kitapların da dahi ‘Müşrikin tekfirinde kişi ne zaman
özürlü olur?’ diye bablar açmışlardır. Yani her müşriği
tekfir etmeyeni tekfir etmemişlerdir.
Peki, nassın yalanlanması nedeni ile zincir tekfir gündeme
geldiği zaman mücerret olarak mı uygulanır bu kaide,
yoksa şartları var mıdır?
Bunun bazı şartları vardır. İbn Teymiyye rahimehullah bunun
şartlarını belirtmiştir.
İbn-i Teymiye rahimehullah, “Vahdet-i Vücud” akidesini taşıyanlardan
söz ederken şöyle der: “Putlara tapanların, putları
bırakmaları durumunda, bu putları bıraktıkları ölçüde
hakkı terk etmiş olacaklarını söyleyenler, Yahudi ve Hıristiyanlardan
daha kâfirdirler. Onları tekfir etmeyenlerde Yahudi
ve Hıristiyanlardan daha kâfirdir. Çünkü Yahudi ve Hıristiyanlar
putlara tapanları tekfir ederler.”286
Önce İbnul Arabî ve benzerlerinin ve onların küfürlerinde
şüphe edenlerin küfürlerinden bahsetti. Sonra da şu sözlerle
verdiği fetvanın sınırlarını tayin etti; “Onların akidelerinin
ne olduğunu bilmediğini söyleyenlere, bu gerçekler anlatılır.
Buna rağmen onları dışlamaz ve reddetmez ise, kendisine
onlardan olduğu söylenir. İslam’ı ve onların söylediklerini
286 Mecmuatul Fetava (2/83)
öğrendikten sonra onların kâfir olduğundan şüphe edenler,
müşriklerin, Yahudi ve Hıristiyanların küfründen şüphe edenler
gibi kâfir olurlar.” Burada onların söylediklerini bilmenin
yanında, İslam’ı bilmesinin gerektiğini de eklemektedir. Dolayısıyla
İslam’a yeni girmiş olup, İslam’ı öğrenme imkânı bulamamış
kişiler bu kuralın genel hükmü dışında kalmaktadırlar.
Bu ise, ancak gerekli hüccet ikamesi yapıldıktan, söylenenler
açıklandıktan ve gerekçeleri ortaya konduktan sonra
bu kuralın uygulanabileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Yani
bu kurala binaen, ancak sübutu ve delaleti kesin olan bir
nassı inkâr eden ya da kabul etmeyenleri tekfir etmek mümkündür.
Bu nedenledir ki, “İslam’ı bilmek” kaydı konmuştur.
Küfür olduğu kesin olup, delaleti ihtimal taşımayan söz ve
amellerde bu kural uygulanabilir. Bu nedenledir ki, onların
Küfür olan akide ve sözlerinin de bilinmesi gerektiği şartı eklenmiştir.
Böylece İbn-i Teymiyye, şer’i delili ve küfre sebep
olan söz veya ameli bilmemek gibi iki sebebe binaen, onları
tekfir etmeyen kişiyi mazur görmüştür.”
İşte burada da görüldüğü gibi İbn Teymiyye kişinin hem
İslam’ın sınırlarını, hem de o küfrü işleyenin küfrünü gerçekten
işlemiş olmasını bilmesine rağmen tekfirde tevakkuf
edenler hakkında söylemiştir. Çünkü bazen kişi o şahsın evliya
olduğunu ve bu sözleri söylemediğine itikat ediyor olabilir.
Bazen bu şahsa bu sözleri iftira olarak atıldığını, aslında bu
sözleri söylemediğini iddia edebilir. Eğer bu şahıs bu fiillerin
aslen küfür olduğunu belirtiyor, ancak bu fiillerin bu şahıs ta
rafından işlenmiş olması noktasındaki şüpheden dolayı tekfir
etmiyorsa, o kişi kâfir olmaz.
Sonuç olarak bu kaide nassı yalanlamak yönünde tatbik
edilmiştir. Ancak çoğu zaman sakındırmak ve şüpheye düşülmemesi
sebebi ile korkutmak için kullanılmıştır. Her kâfiri
tekfir etmeyen kâfir olmaz. Bunun örnekleri ise çok açıktır.
Namazı terk edenin hükmü meselesindeki ihtilaf ulema
arasında malumdur. İmam Şafiî, İmam Ebu Hanife ve İmam
Malik hatta İmam Ahmed’den gelen bir diğer rivayet namazın
vacipliğini ikrar etmesine rağmen tembellik nedeni ile
namazı terk edeni tekfir etmemişlerdir. Ancak İmam
Ahmed’den gelen diğer rivayete, İbn Kayyım ve İbn Teymiyye
gibi âlimler namazı bu şekilde terk edenin kâfir olduğu görüşüne
gitmişlerdir. Ancak böyle birini tekfir etmeyen diğer
imamları, namazı terk edeni tekfir etmedikleri için tekfir etmemişlerdir.
Bu da bu kaidenin mutlak olarak kullanılmadığının
ve sınırları ve ölçüleri olduğunun en açık delilidir. Hâlbuki
namazı terk edenin küfrü noktasındaki hadisler de oldukça
çoktur. Buna rağmen onların küfrüne hükmetmemişlerdir.
İşte o hadislerden bazıları;
“Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır.”287
“Bizim ile onlar arasındaki söz namazdır. Kim namazı
terk ederse kâfir olmuştur.”288
287 Sahihi Muslim, Kitabul İman
288 Suneni Nesai, Kitabus Salat
Sahabenin de bu meseledeki sözleri çok açıktır.
İbn Mesud dedi ki; “Namazı terk edenin dini yoktur.”
Ebu Derda dedi ki; “Namazı olmayanın imanı yoktur.”
Abdullah ibn Abbas dedi ki; “Kim namazı terk ederse kâfir
olmuştur.”
Cabir İbn Abdullah dedi ki; “Kim namaz kılmazsa kâfirdir.”
Ali ibn Ebi Talip dedi ki; “Kim namaz kılmazsa kâfirdir.”289
İşte zahiren naslarda hiçbir çelişki yoktur. Nasların zahiri
namazı terk edenin kâfir olduğunu göstermektedir. Öyleyse
namazı terk edeni tekfir etmeyen müctehidler de mi kâfir oldular?
Haşa.
Tabii ki olmadılar. Çünkü nassın delalet ihtimali var ise
orada zincir tekfir ve nassı yalanlama küfrü ortadan kalkar.
Yani tekfir etmeyen ulema, bu hadislerde ki küfür lafızları
nimete nankörlük manasındaki küfürdür dediler. Yani kişiyi
dinden çıkarmayan küfür lafzıdır. Tıpkı şu hadiste olduğu gibi;
Buhari hayızlı kadının orucu kısmında aynı hadisi şöyle
rivayet etmektedir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan
veya kurban bayramında çıkıp kadınların bulunduğu yerden
geçti ve şöyle buyurdu “Ey kadınlar topluluğu, çok sadaka
veriniz. Bana sizin, cehennem ehlinin çoğunluğu olduğu-
289 Bu rivayetlerin hepsini Hafız Munziri “Terğib ve Terhib” kitabında
nakletmiştir.
nuz gösterildi.” Dediler ki; “Ne sebeple?” Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi: “Çok lanet ediyorsunuz ve
kocalarınıza çok küfür (nankörlük) ediyorsunuz.”
İşte bu hadiste de olduğu gibi küfür lafzı burada nankörlük
manasında kullanılmıştır. Aynı şekilde namazın terki ile
alakalı hadislerde buna hamledilir demişlerdir.
Öyleyse delaletin zanni olduğu veya ihtimalin bulunduğu
veyahut muteber bir ihtilafın olduğu meselelerde bu kaideyi
kullanmak Müslümanları tekfire götürmektedir. Böyle bir hatadan
Allah’a sığınırız.
Aynı şekilde başka bir örnekte Haccac meselesidir. Tavus
onun hakkında demiştir ki;
“Haccacı Müslüman olarak isimlendiren Iraklı kardeşlerimize
hayret ediyorum.”290
İbn Hacer rahimehullah, Haccac ibn Yusuf’un tercümesinde
şöyle dedi; “Tavus dedi ki; ‘Ben onu Müslüman olarak isimlendirene
şaşıyorum.’ Onu bir cemaatde tekfir ettiler; Said
ibn Cübeyr, İbrahim En-Nehai, Mücahid, Asım İbn Nucud,
Şabi ve diğerleri…”291
Haccac meselesinde de ihtilaf olmasına rağmen birbirlerini
tekfir etmemişlerdir. Bu da bu kaidenin mutlak olarak
kullanılmadığını ve tekfirde var olan diğer şartlarında geçerli
olduğunu gösterir.
290 El Bidaye Ven Nihaye (9/131-132)
291 Tehzibu fi Ricalil Hadis (1/673-674)
Bu kaide ile amel de düşülen başka bir hata şudur ki; kâfire
kâfir demeyen kâfirdir genel bir kaidedir diyerek 3. 4. ve
5. kişileri tekfir etmek, hatta bu zinciri sonu olmayacak bir
şekilde devam ettirmektir. Bu kişiler genel olarak şunu belirtirler;
“Eğer ikinci kişi kâfir ise doksan dokuzuncu kişide kâfirdir.
Çünkü o birinciyi tekfir etse dahi aslında birincinin tekfirinde
şüphe eden bir kâfiri tekfir etmediğinden dolayı kâfir
olmuştur” demişlerdir. İşte bu düşünce ilk olarak tarihte mutezilenin
ortaya attığı bir bidattır. Çünkü bu kişilerle oturup
konuşursanız size nakil değil akli deliller getireceklerdir. Çünkü
bu fikrin Ehli Sünnetten bir selefi yoktur. Bunu kimse söylememiştir.
Eğer akılla hareket edilirse bile bu kaidenin aslı
olmadığı açıkça görülecektir. Çünkü eğer doksan dokuzuncu
kişinin tekfiri dinin aslı olsa idi, kesinlikle selef bunu kitaplarında
zikrederdi. Aksine selef böyle bir ameli teşvik etmek bir
kenara bunun bidat olduğunu belirtmişlerdir. Bunu en açık
ortaya koyan Ebu’l Hüseyn el-Melatiyyu’dur. Kendisi hicri
olarak 340 da vefat etmiştir. Ve o bu bidattan şöyle bahsetmektedir;
“Bağdat mutezilesinin Basra mutezilesini tekfir ettiği
şey ise; kâfirin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe
edenin küfründe şüphe eden kişinin tekfirindedir. Bunun
manası şudur ki; Bağdat ve Basra mutezilesi ve bütün ehli
kıble icma etmişlerdir ki kâfirin küfründe şüphe eden kâfirdir.
Çünkü küfürde şüphe edenin imanı yoktur. Çünkü o imanın
ve küfrün ne olduğunu bilmez. Bütün ümmet ve mutezileler
arasında şunda ihtilaf yoktur ki kâfirin küfründe şüphe eden
kâfirdir. Sonra Bağdat mutezilesi bunun üzerine şunu
arttırdırlar; kâfirin küfründe şüphe edenin küfründe şüphe
edenin küfründe şüphe etmek küfürdür. Bunun da sonu yoktur.
Bu zincirdeki herkes kâfirdir ve hepsinin yolu birinci şüphecinin
yolu gibidir. Basra mutezilesi dediler ki; birinci şüphe
eden kâfirin küfründe şüphe ettiği için kâfirdir. Ancak ikincinin
küfründe şüphe eden üçüncü ve ondan sonra gelenler ise
birincinin küfründe şüphe etmediler ve hepsi fasık olurlar.
Çünkü diğerleri birincinin küfründe değil, ikincinin şüphe
edenin tekfirinde şüphe etmişlerdir. İşte bu şekilde onların
yanında ikinciden sonrakilerde sonsuza kadar fasık olarak
isimlendirilirler. Ancak birinci şüpheci hariç. Onların sözü diğerlerinden
(Bağdat mutezilesinden) daha güzeldir.”
İşte bu nakil çok açık olarak göstermektedir ki, bu bir
bidattır. Buna itikadı insanlara vacip kılmak delil ister. Tabii ki
mantık dairesinde değerlendirildiği zaman, örneğin; Allah’a
küfreden birinin küfründe şüphe eden ikinci ile üçüncü ve
dördüncü de aynı hükümde olurlar. Ancak bu vakıa da uygulaması
bulunmayan bir durumdur. Çünkü Müslümanlar kimi
tekfir etmeleri gerektiğini bilirler. Dinin aslı şirkten ve şirkin
ehlinden beri olmaktır. Bunun manası şirke bulaşmamak ve
şirk işleyenleri tekfir etmek demektir. İşte dinin aslı budur.
Bunun üzerine kimse dinin aslını arttırmamıştır. Ancak asrımızdakiler
selefleri olan mutezile gibi akılcı olduklarından dolayı
bidatlarına seleflerinin bıraktığı yoldan devam etmişlerdir.
Her Müslümanın tağutu ve tağutun kullarını tekfir etmesi
gerektiğini bilir. Bunu yerine getirmeyen de Müslüman ola
maz. Ancak bunun haricindeki kelami tartışmalar bidatlere,
bidatlerde insanı dalalete sürükler.
Aynı şekilde mutezileye kırk sene imamlık yapmış olan
İmam Eşari de bu görüşün mutezilenin bir bidatı olduğunu
‘Makalat’ kitabında beyan etmiştir. Kendisi Azerbaycan’daki
mücahidlere yazdığı risalesinde eski akidesinden döndüğünü
ve selefin yoluna tabi olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde İbn
Kesir onun için İmam Ahmed’in akidesi üzere ölmüştür demiştir.
Kendisi bu nedenden dolayı mutezile fırkasını en iyi
tanıyan kişidir.
Öyleyse sonuç olarak her kâfiri tekfir etmeyeni tekfir
etmek caiz değildir. Ancak küfrü apaçık nas ile sabit hiçbir
şüphenin olmadığı meselelerde, zahir küfürlere düşen, zahiren
ve batinen küfre girdiği anlaşılan kâfirleri tekfir etmeyenlerden
başkasına bu kural tatbik edilmez.
***